LEE-Mühendislik Yönetimi-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Başlık ile LEE-Mühendislik Yönetimi-Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAgile transformation in traditional companies(Graduate School, 2024-06-24) Aydın, Tayyip Doğu ; Yanmaz Kadaifçi, Çiğdem ; 507211222 ; Engineering ManagementThis thesis investigates the barriers to agile implementation in traditional companies using multi-criteria decision making approaches. The study aims to identify and analyze the critical factors hindering agile transformation and provide insights for organizations embarking on this journey. The research employs the Analytic Network Process (ANP) to evaluate barriers and prioritize them based on their impact on agile implementation. In addition to ANP, the study uses Step Wise Weight Assessment Ratio Analysis (SWARA) and Weighted Aggregated Sum Product Assessment (WASPAS) to compare the findings and ensure robust analysis. This combination of methods allows for a thorough examination of the issues involved in agile transformation. Identified key barriers include resistance to change, lack of proper agile framework guidelines, poor documentation, and challenges in integration and testing. The study aims to reveal that overcoming these barriers requires effective planning, understanding the organization and continuous improvements to agile implementation. The thesis also highlights the importance of understanding the specific needs of different industries and adapting agile methodologies according to their needs. For instance, sectors with regulatory requirements, such as healthcare and aerospace, face unique challenges in agile adoption due to government involvement. Addressing these sector-specific barriers is crucial for the successful implementation of agile practices. By providing a comprehensive analysis of the barriers to agile transformation, this thesis contributes to the existing body of knowledge and offers practical insights for traditional companies. The findings underscore the importance of a strategic approach to agile implementation, emphasizing the need for organizational commitment and a supportive culture. A significant aspect of this study is the detailed examination of demographic-specific analyses within the context of agile adoption. By considering the responses of decision makers from various backgrounds, the study aims to provide an understanding of how different sectors perceive the challenges of agile transformation. The demographic analysis highlights results from different agile adoption strategies. Such insights are invaluable for organizations seeking to implement agile methodologies in a manner that aligns with their unique operational circumstances. In conclusion, this study advocates for a tailored approach to agile adoption, considering the unique characteristics and requirements of each organization. By addressing the identified barriers and leveraging the insights provided by the multi-criteria decision-making methods, companies can improve their structures and company cultures to be better prepared for agile transformation, especially in an increasingly dynamic business environment. This thesis aims to serve as a resource for practitioners and scholars alike, offering a detailed explanations for each of the barriers and their ranking in order to understand and overcome the challenges of agile transformation in traditional companies.
-
ÖgeAr-ge projelerinin karmaşıklığının değerlendirilmesi: Bayes inanç ağı yaklaşımı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-10) Uslu Derin, Zülfiye ; Soyer, Ayberk ; 507201222 ; Mühendislik YönetimiSon yıllarda gelişen teknoloji ve artan rekabet ortamı ile şirketlerin yenilikçi projeler üretmesi ve bu projeleri başarılı bir şekilde tamamlaması kritik öneme sahip olmuştur. Projenin başarısını etkileyen kritik faktörlerden biri ise belirsizliktir. Belirsizlik, çoğunlukla proje bütçesinde ve zaman planında sapmalara sebep olarak teknik ve yönetsel zorluklar yaratmaktadır. Bu koşullar altında, proje yönetiminin, karmaşıklık yönetimi ile ilişkili olduğu vurgulanmaktadır. Bu karmaşıklığın yönetilmesi için ise karmaşıklığa sebep olan faktörlerin net bir şekilde tanımlanması ve faktörler arasındaki ilişkilerin sayısal olarak hesaplanması gerekmektedir. Proje karmaşıklığı, tanımlaması ve sayısal olarak ölçülmesi zor bir kavram olarak belirtilmektedir. İncelenen akademik çalışmalarda proje karmaşıklığının birbiri ile ilişkili olan çeşitli birçok faktörden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Daha geniş anlamda, birden fazla hedef ve çok sayıda paydaş olmak üzere birçok unsurdan oluşan ve bu unsurların bağımlı olmasından kaynaklanan yapısal belirsizlik olarak ifade edilmektedir. Literatürde, proje karmaşıklığının nitel ve nicel yöntemlerle ölçümlendiği farklı çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalarda, karmaşıklık faktörlerinin nedensel ilişkilerine odaklanmanın ve belirsizliği dikkate almanın gerekliliğinin altını çizilmektedir. Bu çalışmanın amacı, nedensel ilişkiler üzerine kurulu pratik bir olasılıksal modelleme tekniği sunan Bayes İnanç Ağı (BBN: Bayesian Belief Network) yaklaşımını kullanarak AR-GE projelerinin karmaşıklığını değerlendirmek amacıyla yeni bir ölçüm modeli geliştirmektedir. Şirketlerin rekabet gücünün artırılmasında büyük önem taşıyan AR-GE projelerinin, küresel rekabette de belirleyici bir rol üstlenmesi sebebiyle çalışmanın kapsamını AR-GE projeleri oluşturmaktadır. AR-GE projeleri karakteristiği gereği, birçok belirsizlik içeren, teknolojik bağımlılığı yüksek olan, multidisipliner ekipler gerektiren ve uzun vadeli projelerdir. Dolayısıyla AR-GE projeleri, diğer proje türlerine göre daha karmaşık kabul edilmektedir ve esnek bir yönetim gerektirmektedir. AR-GE projelerinin karmaşıklık yönetiminde teorik ve pratik uygulamalara katkı sunmayı amaçlayan bu çalışmanın uygulaması dört bölümden oluşmaktadır: (i) karmaşıklık faktörlerinin belirlenmesi, (ii) Bayes ağı modelinin oluşturulması ve koşullu olasılık tablolarının elde edilmesi, (iii) model validasyonu, (iv) model analizleri ve çıkarımlar. Çalışma kapsamında öncelikle, literatür araştırması ve uzman bilgisine dayanarak 28 karmaşıklık faktörü belirlenmiş ve belirlenen faktörler makro çevre, görev çevresi, organizasyon ve proje karakteristiği olmak üzere dört grup altında kategorize edilmiştir. Karmaşıklık faktörlerinin olasılıklarının belirlenmesi için 5'li Likert ölçeğinde (1: çok az; 5: çok fazla) çevrim içi anket ile veri toplanmıştır ve veri modelde kullanılmak üzere 3'lü Likert ölçeğine (1: düşük; 2: orta; 3: yüksek) dönüştürülmüştür. İkinci aşamada toplanan veri ve uzman görüşleri ile GeNIe programında BBN yapısı oluşturulmuştur. İlk kurulan ağ yapısı, modelin ürettiği anlamsız bağlantıları çıkarmak için uzman grubu ile tekrar değerlendirilerek nihai yapı oluşturulmuştur. Sonrasında, nihai ağ yapısı üzerinden parametre öğrenmesi ile her bir faktör için koşullu olasılık tabloları elde edilmiştir. Koşullu olasılık tablolarının elde edilmesinin sebebi analiz sürecine temel oluşturmasıdır. Üçüncü aşamada, K-Katmanlı Çapraz Doğrulama yöntemi kullanılarak modelin validasyonu gerçekleştirilmiştir ve modelin doğruluğu %80 üzerinde çıkmıştır. Son olarak duyarlılık analizi, etki zinciri analizi ve senaryo analizleri gerçekleştirilmiştir. Duyarlılık analizi sonuçlarına göre AR-GE projelerinin karmaşıklığı makro çevrede teknolojik konjonktürün belirsizlikleri, değişkenlikleri ve bağımlılıklar faktörüne; görev çevresinde müşteri talep ve beklentilerindeki belirsizlik ve değişkenlik faktörüne; proje karakteristiği kategorisinde projenin amaç ve hedeflerindeki belirsizlik faktörüne ve projenin stratejik önemi faktörüne yüksek duyarlı çıkmıştır. Koşullu olasılıklar arasındaki bağımlılık derecesini tanımlayan etki zinciri analizi sonuçlarına göre proje karmaşıklığını en çok etkileyen nedensel zincir, "Projenin amaç ve hedeflerindeki belirsizlik ve bağımlılık" → "Projenin amaç ve hedeflerinin çeşitliliği ve sayısı" → "Projenin insan kaynağı yapısı" → "Proje ekip üyeleri arasındaki etkileşim ve iş birliği" → "Proje karmaşıklığı"dır. Senaryo analizinde ise makro çevre, görev çevresi, organizasyon ve proje karakteristiği kategorisindeki faktörlerinin durumu sırasıyla "Yüksek" karmaşık olarak tanımlanmış ve sonuç olarak proje karmaşıklığı sırasıyla %52, %56, %51 ve %97 ile "Yüksek" karmaşıklık olasılığına sahip çıkmıştır.
-
ÖgeBulanık doğrusal programlama ile feldspat karışım optimizasyonu(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02) Çelebi, İrem ; Kabak, Özgür ; 507211215 ; Mühendislik YönetimiMadencilik, insanlık tarihinin en eski ve en temel endüstrilerinden biridir. Tarih boyunca medeniyetlerin gelişiminde ve ekonomilerin büyümesinde kritik bir rol oynamıştır. Dünya geliştikçe ve nüfus arttıkça, maden rezervlerinin kullanımı da artmış ve bu durum, maden yataklarının tükenmesi tehlikesini beraberinde getirmiştir. Maden yataklarının azalmasıyla birlikte, daha düşük kaliteli cevherlerden yararlanma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu eğilim, zamanla verimliliğin düşmesine ve maden ürünlerinin fiyatlarının yükselmesine sebep olmaktadır. Bu çalışma, dünya çapında yaygın olarak bulunan ve çeşitli endüstrilerde kritik bir hammadde olarak kullanılan feldspat madenine odaklanmaktadır. Feldspat; seramik, cam ve boya endüstrilerinde geniş bir kullanım alanı bulan ve sodyum, potasyum, kalsiyum, lityum, baryum, sezyum gibi elementler ile bu elementlerin izomorfik birleşimlerinden oluşan önemli bir mineral grubudur. Feldspat rezervlerinin kesin miktarını belirlemek mümkün olmamakla birlikte, Türkiye'nin zengin feldspat yataklarına sahip olduğu bilinmektedir; dünya üzerindeki kaliteli feldspat rezervlerinin yaklaşık %14'ü Türkiye'de yer almaktadır. Bu durum, Türkiye'yi feldspat açısından zengin maden rezervlerine sahip ülkeler arasında önemli bir konuma taşımaktadır. Feldspat Türkiye'de en yaygın bulunan mineral gruplarından biri olmasına karşın bulunduğu her kayaçtan ekonomik olarak fayda sağlamak mümkün değildir. Feldspat madenlerinde bulunan demir ve titan gibi kimyasal elementler, mineralin saflığını bozar ve kalitesini düşürür. Bu durum, endüstriyel uygulamalarda renk değişimi, kırılganlık gibi istenmeyen sonuçlara neden olur. İşletmeler, daha saf ve kaliteli feldspat kaynaklarını tercih ederken, safsızlıkların varlığıyla başa çıkma yöntemleri geliştirebilirler. Düşük kalitedeki feldspatlar, bazı zenginleştirme veya saflaştırma yöntemlerine tabi tutularak ticari açıdan faydalı hale getirilebilir. Bu süreçlerden biri olan flotasyon, feldspatın saflaştırılması için sıkça kullanılan bir yöntemdir. Ancak, flotasyon gibi zenginleştirme işlemlerinin maliyeti yüksek olabilir ve bu da ticari karlılığı etkileyebilir. Feldspat madeninde istenilen kalite standartlarının sağlanması ve safsızlık etkilerinin dengelemesi amacıyla başvurulan bir yöntem de harmanlama işlemidir. Safsızlık yaratan minerallerin tamamen ortadan kaldırılması pratikte mümkün olmayabilir, bu nedenle bunların belirli kabul edilebilir sınırlar içinde tutulması tercih edilir. Bu bağlamda, çeşitli bölgelerden farklı değerlere sahip hammaddelerin karıştırılması hedeflenen kalite seviyelerine ulaşmak için stratejik bir yaklaşım olarak kabul edilir. Harmanlama süreci, endüstriyel gereksinimlerin ve kalite standartlarının karşılanmasında önemli bir rol oynar, aynı zamanda feldspatın ticari ve endüstriyel kullanımının sürdürülebilirliğini destekler. Bu noktada, harmanlama sürecinin dikkatle yönetilmesi ve hammaddelerin uygun kombinasyonlarının seçilmesi hayati önem taşır. Türkiye'de feldspat üretimi yoğun olarak Aydın, Muğla ve Bilecik bölgelerinde gerçekleşmektedir. Bu çalışma, Muğla'da faaliyet gösteren bir maden şirketinde ele alınan bir harmanlama problemine odaklanmaktadır. Harmanlama problemi, çeşitli hammadde veya bileşenlerin belirli oranlarda karıştırılmasıyla nihai ürünün elde edilmesini hedefler. Basılı olarak karşımıza çıkan ilk Doğrusal Programlama (DP) problemi olan diyet probleminin genelleştirilmiş bir versiyonudur. Bu tür problemler, optimal kaynak kullanımını sağlamak ve maliyetleri minimize etmek amacıyla endüstriyel süreçlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışma, feldspat madeninin harmanlanması sürecinde kullanılacak reçetelerin belirlenmesine yönelik olarak geliştirilen matematiksel modelleri içermektedir. Araştırma kapsamında, farklı kimyasal bileşen kısıtlamalarına sahip ve farklı amaç fonksiyonlarını içeren, modeldeki belirsizlikleri farklı yaklaşımlarla ele alan, birden fazla ürünün dahil edildiği bir çoklu harmanlama problemi detaylı bir şekilde incelenmiştir. Çalışma ile çeşitli ürünler için optimal harmanlama stratejilerinin geliştirilmesini destekleyerek, daha verimli ve etkili üretim süreçlerinin tasarlanmasına katkı sağlanması amaçlanmıştır. Feldspat madeni hakkındaki araştırmalar, madendeki kimyasal bileşiklere ait değerlerin belirsizlik taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu belirsizlikler, maden yataklarındaki doğal varyasyonlardan kaynaklanmakta olup, aynı ocaktan çıkarılan madenler arasında bile damarlar arasında nitelik farklılıkları gözlemlenebilmektedir. Bu tür değişkenlikler, son ürün kalitesini doğrudan etkilediğinden, harmanlama süreçlerinde dikkate alınması zorunludur. Araştırma kapsamında belirlenen belirsizlikler, farklı yaklaşımlar kullanılarak ele alınmıştır. İlk olarak, sistemdeki belirsizlikleri doğrudan modele entegre etmek yerine, bu belirsizliklerden kaynaklanabilecek potansiyel olumsuz etkilerden korunma amacıyla daha güvenilir çözüm uzayları tanımlanmıştır. Bu yaklaşımda, klasik DP tekniklerinden yararlanılmıştır. Ancak bu modeller belirsizlikleri tam anlamıyla modele dahil etmemektedir. Modellerde kısıtlara belirli güvenlik oranları ekleyerek potansiyel riskler sınırlanmaktır. Optimizasyon çalışmalarında, belirsizlik faktörlerinin etkin bir şekilde yönetilmesini gerekir. Bu kapsamda, çeşitli metodolojiler ve teknikler geliştirilmiştir. 1965 yılında Lotfi A. Zadeh tarafından tanımlanan bulanık mantık, belirsizlikleri modellemekte kullanılan öncü tekniklerden biri olarak kabul edilir. Bulanık mantık, belirsizlikleri belirli bir belirsizlik derecesi ile ifade eder ve geleneksel ikili mantık sistemlerinin sınırlarını aşarak daha esnek çözüm yolları sunar. Bu yaklaşım, belirsiz koşullar altında bile optimal kararların alınabilmesi için matematiksel bir temel sağlar ve özellikle karmaşık sistemlerde karar verme süreçlerini iyileştirmek için kullanılmaktadır. Çalışmada bulanık mantık yaklaşımına dayanan bir Bulanık Doğrusal Programlama (BDP) modeli geliştirilmiş ve belirsizlik unsurlarını matematiksel olarak modele entegre edilerek, gerçek dünya koşulları daha doğru bir şekilde yansıtılmıştır. Çalışmada bulanık olarak tanımlanan teknoloji ve kaynak katsayıları sırasıyla Üçgen Bulanık Sayı (ÜBS) ve Yamuk Bulanık Sayı (YBS) olarak temsil edilmiş ve BDP modeli parametrik DP modeline dönüştürülerek çözülmüştür. Çalışma sonucunda klasik DP ve BDP metodolojileriyle geliştirilen modellerin sonuçları karşılaştırılmış ve bu karşılaştırma, bulanık mantık kullanılarak gerçekleştirilen modelleme sürecinin, karışım problemlerindeki belirsizlik faktörlerini etkin bir şekilde yönetebildiğini göstermiştir. Klasik DP modeli ile elde edilen sonuçların, BDP modelinde hangi üyelik derecesine eşdeğer olduğu üründen ürüne farklılık göstermiştir. Bu durum, klasik DP modelinde kısıtlara sabit bir güvenlik oranı ekleyerek sonuçlar üretilmiş olsa da sonuçların güvenilirliğinin ürüne göre değişebildiğini göstermektedir. BDP modeli, üyelik derecelerindeki değişimlere paralel olarak sonuçların nasıl değiştiğini kullanıcılara açıkça göstermiştir. Bu, kullanıcıların elde edilen bilgilere dayanarak ne kadar güvenli bir alanda kalacaklarını değerlendirebilmeleri için önemli bir imkândır. Ayrıca, BDP modeli sayesinde üyelik derecesinin yükselmesiyle birlikte ürünü oluşturan hammaddelerin toplam maliyetindeki artış gözlemlenebilir olmuştur. Üyelik derecelerine göre değişen çözümlerin maliyetleri arasındaki farklar nispeten düşük olduğunda daha yüksek üyelik derecelerine ait çözümler tercih edilerek risk almamak mantıklı olabilirken, daha yüksek maliyet farkları söz konusu olduğunda firma, bu ek maliyeti üstlenerek daha yüksek bir riski göze almayı tercih edebilir. Model, kullanıcıların belirsizliklerle dolu ortamlarda daha bilinçli kararlar almalarına olanak tanıyarak, sonuçların olası etkilerini öngörebilmeleri için bir temel sağlamıştır. Sonuç olarak bulanık mantık temelli oluşturulmuş BDP modeli ile karışım problemindeki belirsizlikler etkin bir şekilde yönetilmiş ve kullanıcıların kararlarının sonuçlarını daha iyi anlamalarını ve bu doğrultuda stratejik planlamalar yapabilmelerini desteklemiştir.
-
ÖgeÇevik dönüşümün başarısına etki eden ekip üyeleri ve proje yöneticisi yetkinliklerinin incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-05-29) Ayhan Şimşir, Hazal ; Yanmaz Kadaifçi, Çiğdem ; 507211214 ; Mühendislik YönetimiFinans, telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri gibi çeşitli endüstrilerde, yazılım projelerinde çevik yaklaşımının geleneksel metodolojilere tercih edilmesi, hızla değişen ve dinamik piyasa koşullarına etkin bir şekilde yanıt verme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu durum, şirketlerin rekabet güçlerini artırmak ve daha hızlı yenilik yapabilmek için çevik dönüşüm sürecini başlatmalarını teşvik etmektedir. Ancak, bu dönüşümün başarılı bir şekilde tamamlanması, çeşitli faktörlere bağlıdır ve bu faktörlerden biri de proje ekibi yetkinliğidir. Proje ekibinin parçası olan ekip üyeleri ve proje yöneticisinin çevik proje dönüşümü için ihtiyaç olan temel yetkinliklere sahip olması, çevik bir ortamda faaliyetleri başarıyla yönlendirebilmek için kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda, çevik ekip üyelerinin ve proje yöneticilerinin sahip olmaları gereken yetkinliklerin anlaşılması ve analiz edilmesi önem kazanmaktadır. Literatürde çok kriterli karar verme yöntemleri kullanılarak proje yönetimi alanında proje sonlandırma kararının değerlendirilmesi, uygun proje yöneticilerinin seçimi, çevik yazılım geliştirme faktörlerinin seçiminin yapılması gibi birçok farklı karar problem için yapılan çalışmalar bulunmaktadır. Geçmiş çalışmalar incelendiğinde çevik dönüşümün başarısı için ekip üyeleri ve proje yöneticilerinin sahip olması gereken yetkinliklerin belirlenmesi ve önceliklendirilmesi ile ilgili oldukça az çalışma bulunduğu, çevik yazılım projelerinde ise neredeyse çalışmanın bulunmadığı görülmüştür. Bu açıdan tez çalışmasının literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Ekip üyelerinin ve proje yöneticisinin yetkinliklerinin önem sıralamasının belirlenmesi, bir organizasyonun başarıya ulaşması için kritik bir öneme sahiptir. Doğru yetkinliklerin önceliklendirilmesi, doğru kişilerin doğru rollerde çalışmasını sağlar ve projelerin etkin bir şekilde yönetilmesine katkıda bulunur. Aynı zamanda bu süreç, ekip üyelerini geliştirmek ve proje yönetiminde stratejik kararlar almak için temel bir kılavuz sağlar. Bu çalışmanın temel amacı, başarılı bir çevik dönüşüm sürecini kolaylaştırmak için gerekli olan yetkinlikleri ayrıntılı bir şekilde anlamak ve sistemli bir şekilde analiz etmektir. Bu kapsamda, çevik dönüşümde kritik öneme sahip olan ekip üyelerine ait 25 yetkinlik; proje yöneticilerine ait 28 yetkinlik Analitik Hiyerarşi Süreci (AHS) gibi yaygın şekilde kullanılan çok kriterli karar verme yöntemi ile incelenmiştir. Çalışmanın ilerleyen aşamasında, çevik metodolojiler konusunda bilgili ve çevik proje süreçlerinde deneyimli kişilerden oluşan bir gruba gönderilen çevrim içi anketler aracılığıyla değerlendirmeler toplanmıştır. Bu değerlendirmelerin yanı sıra, cinsiyet, yaş, deneyim süresi, çevik proje deneyim sayısı, rol tanımı (proje yöneticisi, yazılım geliştiricisi vb.), sektör gibi demografik faktörler de dikkate alınarak genel değerlendirmeler analiz edilmiştir. Sonuçlar hem ekip üyeleri hem de proje yöneticileri için iletişim yetkinliklerinin öncelikli bir ağırlığa sahip olduğunu ve bunu ekip çalışması yetkinliklerinin takip ettiğini göstermiştir. Uzmanlar, ekip üyeleri için özellikle kendi kendini yönetme yetkinliğine en büyük önemi verirken; proje yöneticileri için sözlü iletişim yetkinliğini kritik yetkinlik olarak vurgulamışlardır. Bu analiz, çevik dönüşüm sürecinde başarının anahtarı olan iletişim ve takım çalışması yetkinliklerinin önemini ortaya koymaktadır. Çalışmanın bulguları, çevik dönüşüm sürecinde olan veya bu süreci düşünen şirketlere yol göstererek, ekip üyelerinin sahip olması gereken yetkinlikleri belirlemede değerli bir rehberlik sağlamaktadır.
-
ÖgeData driven positioning analysis of music streaming platforms(Graduate School, 2023-06-19) İncekaş, Ayşe Başak ; Asan, Umut ; 507201204 ; Management EngineeringTraditional methods of assessing brand positioning through customer surveys often yield biased responses and limited insights. Leveraging state-of-the-art NLP algorithms allows for a more comprehensive understanding of sentiment and underlying topics within user reviews. By extracting meaning and emotions from large volumes of text data, this approach offers a more efficient, cost-effective, and less biased method of evaluating brand positioning compared to traditional approaches. Building upon previous research that used for sentiment detection and classification, this study goes a step further by constructing separate topic models for positive, neutral, and negative reviews. This in-depth analysis of the emotional aspects of customer reviews on music streaming platforms provides valuable insights that can guide brand positioning decisions. This thesis explores the analysis of user reviews on competing music streaming platforms using the suggested methodology. The study acknowledges the increasing demand for music streaming platforms, with Spotify holding the largest market share, followed by Apple Music, Amazon Music and YouTube Music. Distinct topic models are created for positive, neutral, and negative reviews. Positive reviews highlighted various aspects of the music application, such as features, functionality, playlists, customization, and emotional associations with music. Neutral reviews encompassed opinions on music consumption, app-related challenges, music subscription services, advertising, monetization, and offline use. Negative reviews discussed general music activities and technical difficulties. Further analysis involved calculating the scores of each platform for each topic. The results indicated platform-specific associations with different topics. Nextly, the results of sentiment analysis and topic modelling are checked for accuracy using statistical methods. One method is chi-square analysis, which examines the relationship between user sentiment and star ratings. This helps to confirm the sentiment analysis results and understand how users' sentiment align with their ratings. Another technique used for validation is correspondence analysis, which is applied to the contingency table of survey results. A survey is created to gather to opinions on each platform including an extra platform called ideal brand, and evaluates each platform for each topic. These validation methods ensure the reliability of the findings. By employing data-driven methods for brand positioning, this study presents a novel approach that is taking place of traditional methods commonly used in assessing brand positioning. This approach leverages the data to provide more comprehensive and subjective evaluation. This data-driven approach offers a new perspective and a more precise comprehension of customer perceptions.
-
ÖgeDetermination of critical success factors in agile project management within software development sector: A meta analysis(Graduate School, 2023-02-27) Eski, Mert ; Ceylan, Cemil ; 507191213 ; Engineering ManagementMeta-analysis is used as a method in this thesis, which aims to investigate and determine the critical success factors (CSFs) affecting agile project management success. Meta-analysis provides the opportunity to examine and interpret studies with a comprehensive and systematic perspective based on the findings. In order to achieve this, the researcher conducted a meta-analysis study on studies conducted in the field of software development's agile project management and determined CSFs that affect agile project management success. This process, which started with the literature review, continued with the development of the coding form after the determination of the study criteria to be included in the meta-analysis and the coding of the studies that fit the criteria in a way that could be included in the analysis. Afterward, data analysis was made and the obtained findings were evaluated. In order to include studies that met the eligibility criteria in the analysis, the researcher reached the descriptive statistical information of each study in order to define the data. Due to the nature of the meta-analysis method, only studies containing quantitative data were included in this study, which aimed to systematically review experimental studies. For this research, it is aimed to reach all studies that were made between 2005-2022 and suitable for the research problem. For this, Emerald, ProQuest, Elsevier, IEEExplore, ScienceDirect, Springer and YÖK (Higher Education Council) National Thesis Center databases were scanned and Google Academic search engine was used. None of the study from Turkey was taken in meta-analysis because of the lack of matched study, but this study will be one of the pioneer study and shed light on Turkey. In order to get insight into the quality of the studies included in the study, the reliability values of the studies were examined and seen that cronbach alpha reliability test results were appropriate in all studies which are gathered for meta-analysis. In the course of analysis, Comprehensive Meta-Analysis (CMA) program was chosen to conduct meta-analysis. The included studies were merged using the meta-analysis technique. Directions and magnitudes of the effects were computed. According to the fixed-effects model, the total effect size of these investigations was calculated to be 0.634. Heterogeneity tests were conducted in CMA program. Principal component analyzes were conducted to determine the critical success factors of agile project management success. In order to reach the findings related to publication bias in principal component analysis, the Funnel & Forest Plots were examined and interpreted in this way. As a consequence of these detailed tests, it was determined that publication bias did not exist. Moreover, 3,287 research which indicate CSFs negatively impact on agile project management success to be added to the existing sample in order to reject the conclusions from the 14 studies that were part of the meta-analysis in the current study. To conduct this study, dependent variables (critical success factors) were analyzed and independent variable decided as agile project management success. In this study, 19 dependent variables are agile-oriented configuration management process, project team commitment, client consultation, commitment to agile methodology, communication, correct integration test mechanisms, customer colloboration, delivery strategy, team capability, planning and controlling, project mission, employee participation, organizational culture, team composition, sustainability, regular software delivery, shared leadership, team size and requirement change. Meta-analysis results show the 19 relationships over 14 articles. Each correlation value of CSFs was taken from the CMA program. There is strong relationship between shared leadership (r = 0.630), commitment to agile methodology (r = 0.588), team capability (r = 0.577), organizational culture (r = 0.563), team composition (r = 0.552), communication (r = 0.543), delivery strategy (r = 0.533), planning and controlling (r = 0.532), employee participation (r = 0.526), project team commitment (r = 0.511), project mission (r = 0.501), regular software delivery (r = 0.441), sustainability (0.415) and agile project management success. There is a weak relationship between customer colloboration (r = 0.357), agile-oriented configuration management process (r = 0.354), correct integration test mechanism (r = 0.316), client consultation (r = 0.307), requirement change (r = 0.300), team size (r = 0.255) and agile project management success.
-
ÖgeDetermining e-commerce product recommendation systems utilizing mcdm methods(Graduate School, 2024-06-25) Şafak Yavuz, Mine ; Topçu, Yusuf İlker ; 507211216 ; Engineering ManagementWith the continuous advancement of technology, the number of companies operating in this sector is steadily increasing. Especially after the COVID-19 pandemic, people began to change their lifestyles and lean more towards the digital world. Prior to the pandemic, people used to go to cinemas to watch movies or physically visit shopping malls to find desired products, but with the pandemic, people started meeting their personal needs through digital platforms. This trend has led to the growth of the e- commerce sector along with entertainment sectors like music and internet streaming. E-commerce is a developing sector witnessing a constant increase in both the number of customers and sellers. The expansion of product ranges on e-commerce platforms with the increase in the number of sellers has contributed to the growth of the sector. Maintaining their positions in the market and expanding their market shares for e- commerce companies depend on their primary objectives of ensuring customer satisfaction and providing the infrastructure to serve more customers. Therefore, it is of great importance that customers can easily find the products they desire and that their experiences on the platform are smooth and efficient until the completion of the purchase. In the United States, frequent shoppers spend an average of 44 hours and 35 minutes per month on e-commerce sites. Factors hindering customers from completing their shopping experiences on e-commerce platforms include slow site speed, difficulty in finding desired products, return policies, and inadequate customer service. Thus, it is crucial that the products recommended by recommendation systems are preferable to customers. Recommendation systems are digital tools that utilize a set of algorithms, data analysis, and artificial intelligence to create suitable recommendations for customers. Nowadays, these systems learn from customer profiles and take product ratings into account to generate recommendations. However, with the increasing number of products and customers, the area of recommending desired products to customers has become one that needs to be developed and personalized. This study aims to reduce the time it takes for e-commerce customers to find the products they want to purchase online and to enhance their overall shopping experiences. Recommendation systems are developed based on whether customers are interested in the products suggested by the system and are then presented to the customer. Therefore, to achieve this goal, the techniques of e-commerce recommendation systems and the factors influencing customers' purchase decisions have been examined separately. Recommendation system techniques include (i) personalization ability of the system, (ii) ability to solve cold start problem, (iii) ability to recommend relevant products, (iv) real-time processing capability, (v) quality of the recommendation system, and accuracy of the recommendation system factors. Factors influencing customer purchase behavior are categorized into seven headings: (i) product images, (ii) product attributes, (iii) customer reviews, (iv) product photos shared by customers, (v) product score given by the customers, (vi) result of height, size, weight filtering options, and (vii) finding the searched product. According to literature research, e-commerce product recommendation system techniques include both traditional methods and other techniques that some e-commerce companies do not use. In this study, 8 recommendation system techniques were examined. These are; (i) content-based filtering technique, (ii) popularity-based filtering technique, (iii) user-based collaborative filtering technique, (iv) item-based collaborative filtering technique, (v) model-based collaborative filtering technique, (vi) social network collaborative filtering technique, (vii) retrieval augmented generation technique, (viii) hybrid approaches technique. Since recommendation systems develop based on customer behavior, separate surveys were presented to both e-commerce customers and experts familiar with recommendation system techniques. 73 e-commerce users were asked to make pairwise comparisons of the specified criteria, and the geometric mean of the given answers was calculated to determine the importance degree of the factors affecting customers' online clothing purchase behavior using the AHP method. The consistency ratio was found to be 0.004, and the model was found to be significant. Customer reviews were observed to be the most important criterion affecting purchasing behavior. The other criteria following in order of importance are, respectively, product photos shared by the customer, finding the searched product, product score given by the customer, result of height, size, weight filtering options, product attributes, and product images. For the pairwise comparison of the factors of recommendation system techniques that suggest purchasable products to customers, an online survey was conducted with 6 experts in this field. These 6 people are experts in recommendation system techniques across multiple sectors, including e-commerce. The ages of these 6 people range from 26 to 49, with 1 woman and 5 men. The experts have at least 5 years of work experience, and their positions in the company are senior, lead, and head. Their areas of work are product management and data science. The geometric mean of the experts' responses was calculated using the AHP method. The consistency ratio was found to be 0.023. According to the experts, the most important criterion among the factors of recommendation system techniques is the accuracy of the recommendation. The accuracy of the recommendation is the ability to provide recommendations based on customer needs and preferences. The other criteria following in order of importance are, respectively, quality of the recommendation system, personalization ability of the system, ability to recommend relevant products, real-time processing capability, and ability to solve the cold start problem. In the survey asked to the experts, they were asked how well the relevant option performs concerning the relevant criterion of the recommendation system technique that suggests purchasable products to customers. The arithmetic mean of the answers given by the 6 experts was calculated, and the TOPSIS method was applied. The weights assigned by the experts to the criteria were used when applying this method, and positive and negative ideal solutions were determined. As a result of calculating the relative closeness, the alternatives were ranked. According to the experts, the hybrid approaches technique was identified as the best alternative. This was followed by model-based collaborative filtering technique, retrieval augmented generation technique, user-based collaborative filtering technique, item-based collaborative filtering technique, content-based filtering technique, social network collaborative filtering technique, and popularity-based filtering technique. According to the study results, the accuracy, quality, and personalization capability of the recommendation system play an important role in recommendation system techniques. Customer reviews and product photos shared by customers significantly influence customer purchase behavior. Among recommendation system techniques, hybrid approaches are supported as the most suitable option. Hybrid approaches are techniques that can work by taking product reviews into account and can improve themselves. However, the implementation of hybrid approaches can be costly and difficult. The more data it includes, the better results it produces. The implementation of the technique is complex and may be time-consuming. Therefore, its applicability in small-scale companies may be more difficult compared to large-scale companies.
-
ÖgeEffects of societal culture and institutions on the cultivation of country-based social entrepreneurship activity(Graduate School, 2022-02-23) Baş, Tuğkan ; Aydın Karaçay, Gaye ; 507181222 ; Engineering ManagementAs the prevalence of social problems such as climate crisis, unequal distribution of wealth, poverty increase, the severity, and consequences of these problems require more attention. These social problems have started to undermine the current economic systems and the traditional way of doing business. As a result, giving priority to value creation rather than value capture perspective has increased in importance. With this change, social entrepreneurship has become a critical subject and got the attention of many scholars, the private sector, and even the governments. Social entrepreneurship has a different motive compared to other entrepreneurship types, serving society rather than profit maximization. Therefore, social entrepreneurs focus on reaching self-actualization through serving society.Some research on the subject found that developed country markets host more social businesses in the world. Accordingly, it is likely that country development level is an effective factor for promoting social entrepreneurs. However, the country's development level is not enough to achieve more social entrepreneurship. In line with previous research, societal culture also functions as another factor on social entrepreneurs' activities. The extent research on societal culture display the fact that countries posses different cultural norms and values which impact their members' preferences and behaviors. In this respect, it is likely that societal cultural values and norms affect prosocial behaviors. Further, societal cultural norms may also have an impact on the economic behavior of the members of the society and so they may shape formal institutions such as regulatory frameworks and societal operating mechanisms. That is why, societal culture acts as one of the factors that designates whether the context is suitable or not for social entrepreneurship. Within the scope of this research the relationship between societal culture, prosocial behavior, country-based institutions, and the extent of social entrepreneurship activity within a country are examined at country-level in order to explore how these constructs relate to each other; and so how they influence country-based entrepreneurship activity. In this study, societal culture as a source of variation between nations was investigated across countries to explore how it, combined with the institutional effects, influences the social entrepreneurship activity of countries. For this aim, the data of the study for 38 countries are gathered from the secondary sources, which are published by international organizations as annual global reports. In this research, the measurement scales which are used and accepted by extent research are utilized for the constructs of social entrepreneurship, prosocial behavior, formal institutions, and societal culture. The country-level data used in this research was gathered from the secondary data sources which are commonly accepted and used many times in the academic literature. For societal cultural dimensions and the related country scores the GLOBE project data was utilized. For the data for social entrepreneurship activity of countries the data from Global Entrepreneurship Monitor report was used. For the data of contry-based prosocial behavior, the data from the Charities Aid Foundation World Giving Index report was utilized. Regarding the data for the country-based formal institutional effects, the data from the World Bank database were used within the current studies' analyzes. The dataset gathered from these secondary data sources was first analyzed for possible errors and missing values by data screening. Afterwards, a confirmatory factor analysis was conducted to verify the structure of the model. Next, the validity and reliability tests were conducted to measure the consistency and accuracy of our research. By using the PROCESS macro in SPSS, the mediation and the moderated mediation analyzes were conducted via the bootstrapping method. The research results have shown that the prosocial behavior of citizens does indeed play a mediator role between societal culture and social entrepreneurship level of countries, making prosocial behavior an important factor to be considered in "societal culture"-"social entrepreneurship" mechanism. Only the cultural dimensions of Assertiveness and Institutional collectivism practices have no significant interaction with prosocial behaviors in this research. In addition, the moderator effects of formal institutions through prosocial behaviors have also been examined in the scope of this research. Five moderators were grouped into three categories as governmental, economic, and social development levels. The results have shown that the governmental, economic, and social development levels of countries have moderator roles on the impact of countries' social entrepreneurship activities through prosocial behaviors, as this study model suggests. However, it is found that the moderator effects of each development level differ for each cultural dimension. Another finding was that none of the country development levels mentioned above had any moderator effect for the cultural dimensions of Gender Egalitarianism and Performance Orientation. These results show that there are statistically significant interactions between some cultural dimensions, prosocial behaviors, and social entrepreneurship activities at country level. In this respect, governments can predict the change of social entrepreneurship activities in their own countries by considering how these concepts affect each other, as revealed in this study, in their efforts to support social entrepreneurship, and they can use this perspective to develop interventions to support country-based social entrepreneurship activities.
-
ÖgeElektrikli araç bataryalarının döngüsel ekonomi kapsamında incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-16) Dişçioğlu, Rabia ; Asan Serdar, Şeyda ; 507171217 ; Mühendislik YönetimiDünya'da son yıllarda nüfusun ve dolaylı olarak tüketimin artmasıyla birlikte küresel iklim krizi konusu da insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Son yıllarda küresel iklim krizinin bu denli artmasının nedenlerinden birisi de ulaşım sektörünün yarattığı karbon emisyon değerlerinin insan sağlığına olan etkileridir. Ulaşımda kullanılan fosil yakıtlar ile ilgili birçok ülke devreye aldıkları regülasyonlar ile strateji haritaları oluşturmuş ve bu doğrultuda önlemlerini almaya başlamışlardır. Birçok ülke tarafından kabul gören ve ülkemizde Kasım 2021 tarihinde imzalanan Paris Anlaşması'na göre 2030 yılındaki karbon emisyonunu yarıya indirme hedefi kapsamında Avrupa Birliği, sanayiden ekonomiye, enerji sektöründen ulaşım sektörüne kadar çeşitli alanlardaki izlediği politikalarını iklim değişikliği ekseninde yeniden şekillendirmeye başlamıştır. Ulaşım sektöründe alternatif yakıtlı araç pazarında elektrikli araçlar oldukça ilgi görmektedir. Daha az sera gazı salınımı ile temiz enerji sunması, yüksek performans özellikleri, sessiz oluşu ve yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalardan etkilenmemesi gibi özellikleri ile elektrikli araçların pazar payı ileriki yıllarda daha da hızlı şekilde artacaktır. Otomotiv sektöründeki bu dönüşüm Paris Anlaşması, Yeşil Mutabakat ve iklim krizi konuları ile şekillenmektedir. Bu dönüşümün bir parçası da elektrikli araç bataryalarını kapsamaktadır. Elektrikli araçlarda 8-10 yıl arasında kullanım ömrünü tamamlayan elektrikli araç bataryalarının bu aşamadan sonraki döngüsü bu çalışmada ele alınmaktadır. Yapılan tez çalışmasında ömrünü tamamlamış elektrikli araç bataryalarının döngüsel ekonomi konsepti ile ele alınarak ikincil kullanım, yeniden kullanım, geri dönüşüm ve yeniden üretimde kullanılma stratejileri ile döngü içinde maksimum fayda sağlamak amaçlanmıştır. Ele alınan döngüsel ekonomi stratejileri ile batarya üretiminde kullanılan ve kritik olarak adlandırılan lityum ve kobalt minerallerinin de satınalma ve geri dönüştürülme miktarlarına karar verilmektedir. Aynı zamanda Yeşil Mutabakat Eylem Planı ile yol haritası oluşturulmuş elektrikli araç bataryalarının kullanım ömrünü tamamladıktan sonra uyması gereken regülasyonlara da bu çalışmada değinilmektedir. Çalışmada ele alınan uygulama kapalı çevrim tedarik zinciri maliyet minimizasyonu ve bu döngüseki karbon emisyon değerinin minimizasyonu olarak modellenmiştir. Çok amaçlı optimizasyon modeli epsilon kısıt yöntemi ile GAMS yazılımı ile çözülmüştür. Türkiye'de hali hazırda kullanılmış elektrikli araç bataryaları için kullanıcılara uçtan uca bir hizmet sunulmamaktadır. Çalışmada lokasyon seçme metodolojisi ile 2030 yılındaki durum simüle edilerek alternatif geri dönüşüm tesisi, imha tesisi ve servis ve toplama merkezi lokasyonlarından optimum olan seçilmektedir. Ele alınan senaryolar ile üretim kapasitelerinin ve elektrikli araç bataryalarına olan talebin yüzdesel dağılımı ile amaç fonksiyonu değerlerinin ve aday lokasyonlarının değişimleri incelenmektedir. Özellikle 2030 yılından sonra devreye girecek kullanılmış bataryaların izlenebilirliği ve geri dönüştürebilme oranları regülasyonları ile ilgili ülkemizde bu tür yol haritalarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu tez çalışmasının ileriki aşamaları, toplanan bataryaların kalite durumu istatistiksel olarak dağılımlar ile incelenerek ve aynı zamanda çalışmaya zaman periyotunun da dahil edilmesiyle literatüre katkı yapıcı nitelikte olacaktır.
-
ÖgeEnflasyon hesaplamasında kartlı ödeme sistemlerinin kullanılması: Türkiye örneğinde bir yöntem denemesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-10-27) Çalışkan, Ahmet ; Ceylan, Cemil ; 507191202 ; Mühendislik YönetimiEnflasyon kelimesi ilk kullanıldığı zaman olan 1800'lerden, günümüze kadar geçen zaman içerisinde genel geçer olarak mal ve hizmetlerin fiyatlarının sürekli artışı olarak tanımlanmaktadır. Ancak, Klasik, Keynesyen, Monetarist, Yapısalcı gibi farklı iktisadi ekoller tarafından hem enflasyonun tanımı hem de enflasyona dair görüşler farklılık göstermektedir. Ülkelerin gelişmik düzeyleri ile yakından ilişkili olan enflasyon; gelir dağılımı, istihdam, yatırım, kaynakların verimsiz kullanımı gibi makro ve mikro ölçekte pek çok alanda ekonomik ve sosyal olumsuzluklara neden olabileceğinden oldukça önemlidir. Enflasyon, devletlerin kurumları tarafından hesaplanır ve kamuoyuna her ayın ilk haftalarında ilan edilir. Enflasyon hesaplaması fiyat endeksleri üzerinden aylık, yıllık, kümülatif şekilde yapılır. Enflasyon hesaplayan kurumların genelde kullandıkları yöntem ise ülkedeki hanehalkının yaşamı için harcadığı gider dağılımını tespit etmek, giderler için alışveriş yapılan yerleri geneli yansıtacak şekilde örneklem metodu ile fiyat toplamak, bu fiyatları aylık olarak inceleyerek fiyat artışlarını tespit ederek genel enflasyonu hesaplamaya çalışmaktır. Kullanılan tüm bu enflasyon hesabı yöntemlarinde, fiyat toplamanın çok kıstılı bir örneklem üzerinden yapılmasından dolayı, elde edilen sonuçların genel çerçeveyi net olarak yansıtamadığı görülmüştür. Bunun yanı sıra, ekonominin nasıl gittiğine dair önemli bir gösterge olan enflasyonun hesaplanmasında, siyasi ve politik nedenlerle manipüle edilebilir bir hesaplama sisteminin kullanılmaktadır. Ayrıca, enflasyon hesaplanırken kullanılan bireylerin harcama alışkanlıklarının ölçümünde, gerçek harcama rakamları yerine sezgisel ve hatırlamaya dayalı anket yönteminin kullanıldığı bilinmektedir. Geleneksel enflasyon hesaplamasında yaşanılan temel sorunların ilki fiyat toplamanın örneklem üzerinden yapılmasından dolayı genel fiyat artışının yansıtılıp yansıtmaması üzerine şüphelerin oluşmasıdır. İkincisi ise devlet tarafından yayımlanan enflasyonun, siyasi bazı politikalardan dolayı olması gereken oran olarak yayımlanmama durumudur. Üçüncü ve son olarak ise insanların harcama alışkanlıkları geneneksel enflasyon hesabında anket ile belirlenmemesi ve insanlar aylık harcamalarını düzenli bir şekilde raporlayıp akıllarında tutmadıkları için harcama dağılımın düzgün tespit edilememesidir. Kartlı ödeme sistemleri nakit taşıma sorununu azaltması, önce alıp sonradan ödeme imkanı, harcamaların nereye yapıldığı ile ilgili bilgilendirmeyi sunabilmesi, bir sadakat programı sunması, hızlı ve hijyen bir ödeme yöntemi olmasından dolayı oldukça fazla kabullenir olmuştur. Kartlı ödeme sistemleri insanlar tarafından oldukça fazla benimsenmiş ve hanehalkının yaptığı harcamaların \%42'si kartlı ödemelerden geçmeye başlamıştır. Geri kalan %48'ın ise çoğunluğu kartlı ödeme imkanın olmadığı barınma gibi ihtiyaçlar olmuştur. Pandemi ile birlikte kartlı ödemelerin kullanım ivmesinde oldukça fazla artış olmuştur. İnsanların e-ticaret üzerinden alışveriş yapma zorunluluğunda kalmaları ve hijyen bir ödeme yöntemi olarak kartların temassız özelliğini kullanması kullanım ağını daha da genişleterek hanehalklarının toplam harcamalar içindeki payını artmasını sağlamıştır. Tespit edilen enflasyon hesaplama problemleri doğrultusunda çalışmanın ana amacı bireylerin aylık kartlı ödeme tutarları verisini kullanılarak enflasyon oranını gerçek veriler üzerinden hesaplayabilmek veya geleneksel enflasyon hesabının daha doğru ölçülmesi sağlayabilmektir. Çünkü enflasyon, ekonomideki tüm öngörülerin en önemli anahtarı iken ekonomi içerisindeki tüm fiyatların belirlenmesini sağlayandır. Enflasyonun doğru hesaplanamaması ekonomi içindeki tüm fiyatlama akışlarının bozulmasına sebebiyet verirken bu durum ekonomideki gelir dağılımda ciddi bozulmalara ve ülke para birimlerinin diğer ülke para birimlerine göre fiyatlamasının da bozulmasına sebebiyet verecektir. Bu bağlamda tez çalışmasında yöntem olarak niceliksel araştırma modeli kullanılmıştır.Araştırma'da veri seti olarak; 2014 yılının başından 2022 yılının Nisan ayına kadar 25 ayrı harcama kategorisinde aylık olarak kartlı ödeme işlem adetleri ve kart harcama tutarları kullanıldı. Bu çalışmada kullanılan veri seti, BKM'nin 2014-2022 yılları arasında aylık olarak toplarladığı, 'kartlı harcamalar pazar verileri'nin işlenmesi ile elde edilmiştir. Oluşturulan bu veri setinin, araştırma özelinde geliştirilen enflasyon endeks formülü çerçevesinde 4 ana adımda analizi yapılmıştır. (1) Araştırma kapsamında belirlenen 25 ana harcama kategorisine göre, 2014-2022 yılları arasındaki her ayın işlem tutarı, işlem adedine bölünmüştür.Bu işlem sonraında 2014-2022 yılları arasında aylık olarak, 25 harcama kategorisinin her biri için birim fiyat belirlenmiştir. (2) Araştırma kapsamında incelenen sekiz yıllık periyotta, her ay için belirlenen birim fiyatların yıllık ortalamaları alınmıştır. (3) Her bir harcama kategorisinin, yıllık toplam harcama içerisindeki ağırlığı bulunmuştur. (4) Son olarak, enflasyonun hesaplanması istenen yıl için, her harcama kategorisinin bulunan ağırlıklığı (enflasyon hesaplanması istenen yıl ) ile harcama kategorisi bazlı yıllık birim fiyat değişimleri çarpılmış ve elde edilen tüm sonuçlar toplanarak genel enflasyon elde edilmiştir. Elde edilen sonuçlar incelendiğinde; çalışma kapsamında geliştirilen endeks hesaplamasının gerçekleşen enflasyon arasındaki 6 aylık hareketli ortalamalı korelasyon katsayısının için %75 oranında yüksek ilişkili olduğu tespit edilmiştir. 2022 yılının Nisan ayı enflasyonu ile kartlı harcamalar üzerinden hesaplanan enflasyon oranı arasındaki ilişkide bozulmalar başlamış ve 2022 Nisan enflasyonunun daha düşük hesaplanmış olabileceği çıkarılmıştır. Çalışmanın sonucunda hanehalkının harcamalarınının nerdeyse %50'sinin geçtiği kartlı harcamalar ülke ekonomisindeki en önemli göstergelerden olan enflasyonu tahmin edebilir olduğu veya enflasyon hesabı için bir girdi olarak kullanılabileceği ortaya konmuştur.
-
ÖgeEnhancing human resource decision making with image-based OSMI data analysis: leveraging PIX2PIX for accurate workplace mental health insights(Graduate School, 2023-06-09) Farid, Fariba ; Bayyurt, Nizamettin ; 507201211 ; Engineering ManagementMental health issues have become increasingly prevalent and severe in today's society, negatively impacting all aspects of individuals' lives. Artificial intelligence (AI) and its subfields, such as Machine Learning (ML) and Deep Learning (DL), have widespread applications in many domains. These invaluable tools have been widely utilized in various companies to identify mental health disorders and their effects on their employees and workplaces. Many studies have used machine learning models to identify factors that contribute to mental disorders. This study, however, takes a new approach by generating predicted images of mental health disorders among the Tech Survey population. This research provides valuable insights into mental health disorders in the technology industry, which can be used by human resource departments and company leaders to support employees and enhance productivity. Ultimately, this can create a mutually beneficial relationship between workers and employers. The Pix2Pix GAN model is used as a novel technique for the Open Sourcing Mental Illness (OSMI) application. The dataset used in this study comprises over 1484 responses collected via Google Forms during 2017, 2018, 2020, and 2021. This approach acquires further valuable insights on how to make decisions for employees who experience mental health disorders by processing and evaluating data. Preprocessing and scaling the data is a crucial step in Knowledge Discovery in Databases (KDD) as it is challenging to analyze raw data. In this study, the data was preprocessed and scaled before being transformed into images where each pixel represents an attribute. This dataset mainly consists of male individuals residing in the United States who are employed in the technology industry. This is in line with the reality that men hold a greater proportion of positions in the tech industry than women, and It is widely believed that mental health disorders have a negative impact on work performance and productivity in this industry. The thesis highlighted the importance of understanding the characteristics of the questions answered in the data. To achieve this, a close examination of the content was conducted, analyzing various attributes. The survey included different types of questions, such as general, workplace-related, and personal. While the dataset had limited data quality information, it was well-documented. It would have been beneficial to have information on the types of tech companies where participants worked to compare attitudes toward mental health across different sectors. The Mental Health Tech Survey provided useful psychometric variables, which were further categorized and discussed in the thesis.In this study, a significant innovation is the transformation of structured data into unstructured data. This involves changing data that is organized in a specific format,a tabular data, into a format that is not pre-defined, an images. The main aim of this conversion is to enhance data accessibility, improve analysis, and make it more useful for decision-making. To achieve this, the questions were divided into general feature questions asked of employees overall, and questions that are particularly valuable for human resources to gain insights about their employees, such as whether they talk about mental disorders during interviews. These questions contained more self-reported answers that even employees may not be aware of as indicating mental illness. The model was then trained to map the input feature picture to the output label picture, generating a new image that corresponds to the input feature picture. As a result,in this case, the input feature picture represents an individual's answers to questions related to mental health disorders, while the output label picture represents the labels that are more relevant in diagnosing mental disorders based on previous studies.The process of selecting questions as labels or features in the context of tech surveys plays a crucial role in recognizing individuals with disorders and understanding mental health. These questions consider various factors that aid in identifying individuals with disorders, such as self-reporting their condition, comfort in discussing it with employers, seeking treatment, and the impact of the disorder on their lives. Additionally, the selected questions provide insights into how mental health is perceived among employees in the tech industry, allowing for a better understanding of attitudes, norms, and challenges in this context. The focus is on a holistic evaluation that considers the overall well-being of individuals, rather than specific disorders. The self-reported nature of the questions is essential as it reveals how individuals identify themselves and their preferences regarding disclosure. This information helps human resource professionals make informed decisions during the hiring process and provide tailored support to optimize employee performance and well-being. The pix2pix GAN model was then evaluated on a dataset of 1458 images using both quantitative metrics, such as Mean Absolute Error (MAE), Root Mean Square Error (RMSE), Peak Signal-to-noise Ratio (PSNR), Structural Similarity Index Measure (SSIM), Signal-to-reconstruction Error Ratio (SRE), Spectral Angle Mapper (SAM), and Universal Image Quality Index (UIQ), and qualitative inspection. The results showed that the model was capable of generating high-quality images efficiently. In order to determine the best model for GAN training and prevent overfitting, the dataset was split into three sets: train, test, and validation. The optimal epoch for all sets was determined by visually inspecting the images, comparing various quantitative metrics and visualization methods, and the best epoch was found to be epoch 30. The results of this study indicate that the pix2pix GAN model is a beneficial tool for creating high-quality Mental Health Images (MHI), which may have innovative uses in identifying valuable information. By using images instead of lengthy questionnaires, HR employers can quickly obtain the desired information. Furthermore, the findings reveal a significant correlation between individuals who disclose their mental health issues to potential employers during interviews, mental health conditions that impair their job performance, and individuals with a family history of mental illness. These results could support suggested visionary aims for HR departments to help potential employees who believe that their mental health issues may affect their productivity or performance at work. The predictive capability of the pix2pix GAN holds value for human resource professionals as it can potentially aid in identifying or predicting mental health conditions in employees based on available data. This tool can facilitate the decision-making process for HR professionals and enable early intervention or targeted support to enhance employees' mental well-being.
-
ÖgeEtik liderliğin çalışanların örgütsel sessizlik davranışı üzerindeki etkisinin liderlere duyulan güvenin aracılık rolü ile ölçümlenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-19) Kurtoğlu Karaali, Büşra ; Asan, Umut ; 507201205 ; Mühendislik YönetimiKuruluşlar içinde liderlik uzun zamandır incelenen bir konudur ve genellikle olumlu ve yapıcı liderlik tarzlarını keşfetmeye odaklanmaktadır. Liderler, çalışanlar üzerinde doğrudan etkiye sahiptir ve üretkenlik, motivasyon, mutluluk ve bağlılık düzeylerini etkilerler. Liderlik yanında, güven, hem bireylerin hem de kuruluşların etkinliğini belirlemede kritik bir faktör olarak kabul edilmektedir. Araştırmalar, liderlere duyulan güvenin, çalışanlar arasında olumlu tutumlar ve davranışlar gibi sonuçlara yol açtığını göstermektedir. Güven, güçlü lider-çalışan ilişkilerinin temelini oluşturur ve açık iletişimi, iş birliğini ve psikolojik güven ortamını teşvik eder. Liderlerine güvenen çalışanlar, fikirlerini, endişelerini ve deneyimlerini daha kolay ifade ederler ve gelişmekte olan bir kurumsal kültüre katkıda bulunurlar. Güvenin olmadığı çalışma ortamında çalışanlar işyerinde görüşlerini ifade etmekten, endişelerini dile getirmekten veya bilgi ve uzmanlıklarını katkıda bulunmaktan kaçınırlar. Çalışanlar değerli bilgileri sakladığında, kuruluşun yenilikleri yakalama, sorunları ele alma ve sürekli iyileştirme kültürünü teşvik etme yeteneğini engeller. Örgütsel sessizlik olarak da adlandırılan bu olumsuz durum, inovasyon ve sorun çözme gibi kavramların önemli olduğu günümüz dinamik iş ortamında, önemli bir zorluk oluşturmaktadır. Liderlik alanında giderek daha fazla ilgi görmeye başlayan bir konu da etik liderliktir. Etik liderlik, etik davranışları, adaleti, şeffaflığı ve bütünlüğü teşvik eden davranışlar ve eylemlerden oluşur. Etik liderler, takipçilerine örnek teşkil eder, onları etik kararlar vermeye yönlendirir ve kuruluş içinde olumlu bir etik iklimi destekler. Etik liderlik üzerine yapılan araştırmalar artmakla birlikte, etik liderliğin kurumsal sessizlik üzerindeki etkisi henüz yeterince araştırılmamıştır. Bu çalışmanın temel amacı, etik liderlik, lidere duyulan güven ve kurumsal sessizlik kavramları arasındaki ilişkileri incelemektir. Bu amaç doğrultusunda öncelikle kavramlar ve boyutları derinlemesine incelenmiş ve esas alınacak tanımlar belirlenmiştir. Kapsamlı bir litreratür taraması sonucunda, ilgili kavramların başka hangi kavramlarla nasıl ilişkilendirildiği araştırılmış ve önerilen modelin yapısı ve kapsamı belirlenmiştir. Sonuç olarak çalışmada etik liderlik ile örgütsel sessizlik arasında lidere duyulan güvenin aracı etkisi olduğu hipotezi öne sürülmüştür. Önerilen ölçüm modellerini ve kavramlar arasındaki nedensel ilişkileri gösteren yapısal modeli sınamak amacıyla yapısal eşitlik modellemesi kullanılmıştır. Çalışmanın örneklemini, Türkiye'nin çeşitli sektörlerinde faaliyet gösteren işletmelerin Bilgi Teknolojileri (BT) departmanlarında tam zamanlı, yarı zamanlı ve stajyer olarak çalışanlar oluşturmaktadır. Kolayda örnekleme yaklaşımıyla ulaşılan katılımcılara ilk bölümde etik liderlik, lidere güven ve kurumsal sessizlik, ikinci bölümde ise demografik özelliklerle ilgili sorulardan oluşan bir çevrimiçi anket uygulanmıştır. Bilgi Teknolojileri alanına odaklanmanın nedeni, her alanın özelliklerindeki önemli farklılıklar nedeniyle daha güvenilir sonuçlar elde etmektir. Toplanan verileri analiz etmek için SPSS 28.0 ve LISREL 8.8 programlarından yararlanılmıştır. Veriler güvenirlik analizine tabi tutulmuş ve Cronbach Alfa katsayıları, liderlere güven, etik liderlik ve kurumsal sessizlik için hesaplanmıştır. Katsayılar sırasıyla 0,987, 0,983 ve 0,972 olarak elde edilmiştir. Bu sonuçlar kullanılan ölçeklerin iç tutarlılığının yüksek olduğunu göstermektedir. Analiz sonuçları, Etik Liderlik ile Lidere Duyulan Güven arasında güçlü bir pozitif ilişki, Lidere Duyulan Güven ile Örgütsel Sessizlik arasında negatif bir ilişki, ve Etik Liderlik ile Örgütsel Sessizlik arasında daha zayıf bir negatif ilişki olduğunu göstermiştir. Bu sonuçlar, Etik liderliğin Örgütsel Sessizlik üzerindeki etkisinin Liderlere Güven aracılığıyla gerçekleştiğini desteklemiştir. Bu araştırmadan elde edilen bulgular, BT yöneticileri ve liderleri için önemli çıkarımlar sunmaktadır.
-
ÖgeGörünürlük, dönüşümcü liderlik ve personel güçlendirmenin proje başarısına etkisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-16) Öztürk, Süveybe ; Köksalmış Hançerlioğulları, Gülşah ; 507211219 ; Engineering ManagementGünümüz iş ortamlarında, proje başarısı organizasyonların rekabet avantajını koruması ve sürdürmesi için kritik bir öneme sahiptir. Proje yönetimi, işletmelerin hedeflerine ulaşmak ve stratejik vizyonlarını gerçekleştirmek için temel bir araçtır. Ancak, birçok faktör proje başarısını etkileyebilir. Bu çalışma, bilgi teknolojileri çalışanları üzerinde yapılan bir anket çalışmasıyla görünürlük, dönüşümcü liderlik ve personel güçlendirmenin proje başarısına etkisini incelemektedir. Kullanılan yöntem yapısal eşitlik modeli olup analizler SmartPLS 4.1.0.2 yazılımı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Yapısal Eşitlik Modellemesi (SEM), gözlenen ve gizli değişkenler arasındaki ilişkileri incelemek için kullanılan birçok değişkenli analiz yöntemidir. SEM hem gözlenen değişkenler arasındaki ilişkileri hem de gözlenemeyen (latent) değişkenlerin etkilerini modellemek için kullanılır. SEM, genellikle faktör analizi ve çoklu regresyon analizi gibi istatistiksel tekniklerin birleştirilmesiyle oluşturulur. Faktör analizi, bir dizi gözlenen değişken arasındaki yapısal ilişkileri belirlemek için kullanılırken, çoklu regresyon analizi ise bir bağımlı değişkenin bir veya daha fazla bağımsız değişkenle ilişkisini incelemek için kullanılır. SEM'in amacı, bir teorik modeli test etmek veya bir veri setinde bulunan ilişkileri açıklamak için kullanılan bir araçtır. Bu yöntem, karmaşık ilişkileri modellemek ve test etmek için güçlü bir araç olabilir, ancak doğru bir şekilde kullanıldığında önemli sonuçlar sağlar. Araştırmanın merkezinde dört ana kavram bulunmaktadır: görünürlük, dönüşümcü liderlik, personel güçlendirme ve proje başarısı. Görünürlük, liderlerin proje sürecinde açık ve erişilebilir olmalarını ifade ederken, dönüşümcü liderlik liderlerin vizyonerlik, ilham verme ve motive etme yeteneklerini içerir. Personel güçlendirmesi ise çalışanların sorumluluk alma ve karar alma yeteneklerini artırarak motivasyon ve bağlılık düzeylerini yükseltir. Bu çalışmanın dört hipotezi, görünürlük, dönüşümcü liderlik ve personel güçlendirmesi ile proje başarısı arasındaki ilişkileri öngörmektedir. Hipotezlerin test edilmesi sonucunda elde edilen bulgular, görünürlüğün ve dönüşümcü liderliğin proje başarısını doğrudan etkilediğini ve dönüşümcü liderlik ile personel güçlendirme arasında da pozitif bir ilişki olduğunu göstermektedir. Fakat personel güçlendirmenin proje başarısı üzerine pozitif bir etkisi olduğunu göstermemektedir. Bu çalışmanın bulguları, bilgi teknolojileri sektöründe liderlik tarzlarının ve personel yönetiminin proje başarısı üzerindeki etkilerini anlamak için önemli bir katkı sağlamaktadır. Sonuçlar, işletme liderlerine, proje yöneticilerine ve insan kaynakları uzmanlarına, liderlik tarzlarını ve personel yönetim stratejilerini geliştirmek için somut ipuçları sunmaktadır.
-
ÖgeHavacılık endüstrisinde yer alan kobi'lerin organizasyonel gelişmişlik düzeyinin rekabet gücü ve firma performansına etkisinin modellenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-10-15) Kalem, Metehan ; Baskak, Murat ; 507201215 ; Mühendislik YönetimiTürkiye'nin 21. yüzyılın başından beri özellikle havacılık endüstrisinde atmış olduğu adımlar, Türk endüstrisi için de yeni bir yatırım alanı oluşturmuştur. Özellikle KOBİ düzeyindeki işletmelerin bu endüstriye yönelmesi, hem havacılık endüstrisinin Türkiye'de gelişiminin itici gücü olmakta, hem de bu alanda çalışacak olan KOBİ'ler için büyük fırsatlar sunmaktadır. Havacılık endüstrisinin yüksek teknoloji içeren üretimi gerçekleştiriyor olması; bu sektörde nitelikli işgücü, yüksek kalite beklentileri, geniş tedârik zinciri yapısıyla yüksek bilgi paylaşım düzeyi ve tümleşik bir tedârik zinciri yönetim sistemi gereksinimlerini oluşturmaktadır. KOBİ'lerde bu gereksinimlerin karşılanabilmesi, organizasyonel gelişmişlik düzeyinin boyutlarını oluşturduğu gibi, bu boyutların firmalara sektörde rekabet gücü sağlayacağı ve işletme performanslarını olumlu yönde etkileyeceği öngörülmektedir. Bu çalışma kapsamında, Türkiye'de ve dünyada havacılığın gelişimi incelenmiş olup, havacılığın gelişiminden ve gelecek yönelimlerden sözedilmiştir. Türkiye'de havacılık faaliyetlerinde bulunan ana yüklenicilerin gereksinimlerinden ve alt yüklenici olarak faaliyetlerde bulunacak olan KOBİ'lerin beklentilerine yönelik ayrıntılı literatür çalışması yapılmıştır. Ayrıca KOBİ'lerin havacılık sektöründeki kısıtları ve havacılık sektöründeki faaliyet alanları hakkında araştırma sonuçlarına yer verilmiştir. Çalışma kapsamında TUSAŞ alt yüklenicisi olan 66 firmadan 75 farklı anket verisi alınmış olup, ilgili çalışma, stratejik düzey kararları barındırması nedeniyle ağırlıklı olarak müdür ve üstü çalışan düzeyinin katılımıyla yapılmıştır. Çalışma kapsamında sektörel kısıtlar nedeniyle veri toplanmasının sınırlı kalması nedeniyle, Kısmî En Küçük Kareler Yöntemi'ni temel alan Smart PLS programı yeğlenmiştir. Yapılan literatür taraması ve saha gözlemleriyle havacılık endüstrisinde yer alan KOBİ'lerin organizasyonel gelişmişlik düzeylerine ait etmenler belirlenmiş olup, bu düzeylerin rekabet gücü ve işletme performansına etkisi, SmartPLS programında yapısal eşitlik modeli ile incelenmiştir. Çalışma kapsamında havacılık endüstrisinde çalışan KOBİ'lerin organizasyonel gelişmişlik düzeyi; Nitelikli İşgücü Düzeyi, Network Düzeyi, Kalite Yönetim Sistemi Düzeyi, Tedârik Zinciri Yönetimi Düzeyi, ERP Kullanım Düzeyi, Ar-Ge ve İnovasyon Düzeyi olarak 6 boyut altında incelenmiştir. Çalışma kapsamında 3 doğrudan, 1 de dolaylı etkiye yönelik oluşturulan hipotezler sorgulanmıştır. Bu sorgulama kapsamında havacılık sektöründe KOBİ'lerde organizasyonel gelişmişlik düzeyi ile rekabet gücü arasında anlamlı ve pozitif yönde bir etki bulunmuştur. Rekabet gücü ve İşletme performansı arasında da anlamlı ve pozitif yönde bir etki bulunmuştur. KOBİ'lerde organizasyonel gelişmişlik düzeyi ile işletme performansı arasında anlamlı bir etkiye rastlanmamış olup, KOBİ'lerde organizasyonel gelişmişlik düzeyinin işletme performansı üzerinde rekabet gücünün aracı etkisi ile anlamlı ve pozitif yönde bir etkisi olduğu saptanmıştır.
-
Ögeİky uygulamalarının farklı kuşak gruplarının işten ayrılma niyeti üzerindeki etkisi: Organizasyonel bağlılığın aracı rolü(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-13) Barlık, Anıl ; Ceylan, Cemil ; 507201203 ; Mühendislik YönetimiGünümüz kuruluşları için çalışan faktörü, her zaman olduğundan daha önemli bir hale gelerek kurumların odak noktasına yerleşmiştir. Buna yönelik olarak da organizasyonel çalışmalarla ilgili bireyin rolünü inceleyen çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Çalışanın örgüte karşı gösterdiği bağlılık, yöneticisi ve çalışma kültürüyle olan ilişkisi gibi birçok araştırma konusu mevcuttur. Bunun yanı sıra hem çalışanın kendisi hem de iş veren açısından büyük öneme sahip işten ayrılma niyeti derinlemesine anlaşılması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İşten ayrılmalar kuruluşlar için farklı maliyetlere sebep olmaktadır. Yeniden işe alma, eğitim, devir gibi süreçler yüksek oranda işten ayrılmanın olduğu kurumlar için büyük bir sorun haline gelmektedir. Özellikle işe alımda rekabetin yoğun olduğu sektörlerde işten ayrılmalar kuruluşlar tarafından istenmeyen bir durum olarak görülmektedir. İşten ayrılmaların kuruluşlar için yaratacağı negatif sonuçların farkında olan organizasyonlar, bunu azaltmaya yönelik çeşitli çalışmalarda bulunmaktadır. Bu noktada yapılan araştırmalara bakıldığında birçok farklı değişkenin işten ayrılma niyetine doğrudan etkisi olduğu görülmüştür. Bu çalışmada, insan kaynakları yönetim pratikleri değişkeni ele alınarak, organizasyonların çeşitli faaliyetlerini bir araya getirerek işten ayrılma niyeti üzerindeki etkisi incelenmiştir. Literatüre bakıldığında, insan kaynakları yönetim pratikleri altında birçok farklı kavram incelenmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu, çalışmada ilerleme/terfi için fırsatlar, eğitim ve geliştirme, ödeme ve ödüllendirme memnuniyeti, istihdam güvencesi ve performans değerlendirme kategorileri çalışmanın kapsamına alınarak incelemesi yapılmıştır. İKY pratiklerinin, çalışanların işten ayrılma niyetine olan ilişkisinin doğrudan incelenmesine ek olarak, modele organizasyonel bağlılık kavramı moderatör değişken olarak eklenerek modelin güçlendirilmesi sağlanmıştır. İşten ayrılmayı düşünmenin, istemenin ve planlamanın bilinçli istekliliği olarak tanımlanan işten ayrılma niyeti öznel bir kavram olmakla beraber kişinin örgüte karşı tutumunu yansıtmaktadır. Bu noktada, çalışanların içinde bulunduğu örgütün amaç ve hedeflerine inanması, bu hedeflere ulaşması için çaba sarfederek örgüte karşı hissettiği güçlü duygu olarak tanımlanan organizasyonel bağlılık değişkeni model ile ilişkilendirilmiştir. Organizasyonlar için oldukça önemli olan organizasyonel bağlılık kavramı, bu çalışmada Meyer & Allen (1991) modeli üzerinden incelenmiştir. Bu modelde organizasyonel bağlılık, duygusal, devam ve normatif bağlılık olarak üç kategoride araştırılmıştır. Kategorik değişken olarak kuşak farkı modele alınmıştır. Z kuşağının günümüzde yavaş yavaş kurumsal hayata geçiş yapmasıyla beraber organizasyonların kendini Z kuşağının isterlerine göre şekillendirme niyeti ile, kuşak farkı organizasyonel konularda yapılan çalışmaların önemli noktalarından biri haline gelmiştir. Çalışmada öncelikle modelde kullanılacak olan kavramların açıklaması ve kavramların önceki çalışmalardaki rolü ile ilgili literatür araştırması yapılarak çalışmada kullanılan her kavram tanımlanmış, önceki çalışmalara ait referanslar verilmiştir. Kavramlar doğrultusunda çalışmanın modeli oluşturulmuş ve modele ait hipotezler belirlenmiştir. Bu aşamadan sonra çalışma, anket aracılığıyla veri toplanması ile devam etmiştir. Çalışan bireylere yapılan, 368 verilik anket aracılığı ile önce AMOS yazılım programı ile doğrulayıcı faktör analizi uygulanmış, bu analiz sonucu modelden bazı soruların çıkartılarak daha doğru bir sonuç elde edileceği tespit edilerek model yeni haline getirilmiştir. Bunun sonrasında ise hipotezlerin test edilmesi amacıyla Hayes (2018) tarafından önerilen "SPSS Process Makro" eklentisiyle "düzeltilmiş önyükleme" (bias-corrected bootstrapping) yöntemi uygulanmıştır. Son bölümde ise yapılan hipotez testi ve program çıktıları ile ilgili bulgulardan ve gelecek çalışmalara yönelik önerilerden bahsedilmiştir.
-
Ögeİlaç sektöründe kural tabanlı bulanık mantık yöntemi ile hekim segmentasyonu ve pazarlama stratejilerinin belirlenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Yılmaz Ünal, Yeliz ; Sarı Uçal, İrem ; 507161228 ; Mühendislik Yönetimi ProgramıSon yıllarda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yasal düzenlemeler ve rekabet artışı ilaç sektöründeki dengelerin sürekli değişmesine sebep olmaktadır. İlaç endüstrisi, sağlık sektörünün olmazsa olmaz tamamlayıcısı olarak bilinmek ile birlikte en yüksek katma değer sağlayan sektörler arasında üçüncü sırada yer almaktadır ve son yıllarda hızlı bir büyüme süreci içerisindedir. Bu büyüme sürecine, sağlık sektöründe yaşanan gelişmeler, ortalama yaşam süresindeki artış ve artan teknolojik gelişmeler gibi faktörler neden olmaktadır.Sağlık sektöründe ve teknolojide yaşanan gelişmeler ile birlikte sağlık alanındaki harcamalarda da önemli bir artış olmuştur. İlaç sektörü dünyada olduğu gibi Türkiye'de de giderek önem kazanırken üretim standartları, kapasitesi ve kullanılan teknojiler ile AB ülkeleri ile kıyaslanabilir standartlara ulaşmıştır.Pazarlama genel olarak bir ürünün, hizmetin veya malın satışını arttırmak için piyasa durumu ve gereksinimleri belirleme, tanıtma gibi etkinliklerin tümüne denir. Pazarlamada hedef kitle tarafından ihtiyaçlar belirlenmeli ve bu ihtiyaçları karşılamak üzere müşteri odaklı olunmalıdır ve müşteri memnuniyeti ile kar etmek amaçlanır.İlaç sektöründe çoğu firma en fazla harcamayı tanıtım alanında yapmaktadır. Tanıtım harcamalarının giderek arttığı günümüzde ilaç firmaları pazarlama ve yönetime, Ar&Ge harcamalarından daha fazla bütçe ayırmaktadır. Ülkemizdeki ilaç sektörünün tanıtım sınırları "Beşeri Tıbbi Ürünlerin Tanıtımı Faaliyetleri Hakkındaki Yönetmelik" ile belirlenmektedir. İlaç sektöründe pazarlama faaliyetleri, direkt son kullanıcıya faaliyet verememesinden dolayı , diğer sektörlere göre farklılık ve zorluk göstermektedir. Son tüketici olan hastalar dolaylı hedef olarak tanımlanmaktadır ve ilaç sektöründe pazarlama faaliyetleri kitle olarak hekimler, eczaneler ve ecza depolarını hedef almaktadır. Bu zorlukları yenebilmek için hedef pazarlamalara daha fazla odaklanılmalı, ürün yararları daha iyi anlatılmalıdır. İlaç şirketleri için doğru mesajın müşteriye ulaştırılması davranışsal tercihleri etkileyen unsurların başında gelmektedir. İlaç pazarlaması sadece ilacı satmak için yapılmaz, bunun yanında bilinçli ilaç tüketimi ve ilacın yan etkilerinin hekimlere iyi anlatılması hedeflenir. Tıbbi tanıtım temsilcileri ilaç pazarlamasında ve tanıtımında büyük önem taşımaktadır. Tıbbi tanıtım temsilcisi, ilaç firmalarının hekim ile iletişimini sağlayan bir köprü görevi görmektedir ve kendi ilaçlarını hekimelere tanıtıp reçetelemesi konusunda büyük öneme sahiptir. Segmentasyon, tüketicileri bireysel ihtiyaç ve davranış kalıplarını karşılayan ürün ve hizmetler ile tamamlamayı amaçlar. Pazarlama için, belirlenen hedef kitlede odaklı bir tanıtım çok önemlidir. Bundan dolayı ilaç sektörünün hedef kitlesi olan doktorlarda segmentasyon ile pazarlama aktivitelerinin belirlenmesi ve stratejinin buna uygun yapılması verimli bir tanıtım ve pazarlama aktivitesine imkan sağlayacaktır. Segmentasyona pazarlama açısından bakılacak olursa, müşteri/pazar niteliği farklı davranış ve ihtiyaçlara göre değişen stratejileri oluşturma ve gruplara ayırma süreci olarak tanımlanabilir. Pazarlamaya göre segmentasyon pazar ve müşteri segmentasyonu olarak ikiye ayrılmaktadır. Müşteri segmentasyonu, müşterilerin istek, ihtiyaç ve davranışlarını esas alır. Müşteri segmentasyonu firmaların genellikle tercih ettiği segmentasyon türlerinin başında yer almaktadır. Bunun nedeni müşterilerin davranışları, alışkanlıkları ve ürüne karşı olan tutumlarına göre sınıflandırıp tüketiciyi segmente etmeyi sağlar. Firmalar genellikle tüketici davranışlarına en uygun segmenti görmek için ilgili verileri anket vb. yöntemler ile toplar. Bu tür segmentasyon müşteriye özel ürün, fırsat ve müştesi bağlılığı geliştirmek için tercih edilmektedir. İlaç sektörü içinde ilk tüketici olarak sınıflandırdığımız hekimlerimizin reçeteleme alışkanlıklarının yapılan pazarlama ve satış stratejileri ile etkilenebildiği çalışmalarca tespit edilmiştir. Bundan dolayı, bu çalışmada hekimlerin reçeteleme davranışlarını etkileyebilmek adına müşteri segmentasyonu ile hekimleri segmente etmek ve onlara belirli başlıklarda ve stratejilerde pazaralama aktiviteleri uygulamak amaçlanmıştır. Çalışmada öncelikle Türk ilaç sektörünün lider firmaları arasında yer alan bir ilaç şirketinde yürütülen pazarlama strtejisi doğrultusunda tıbbi tanıtım temsilcilerinin doktorlara çalışmalarında müşteri segmentasyon yaklaşımları ile pazarlama aktivitelerini gerçekleştirmeleri hedeflenmiştir. Bunun için öncelikle nöroloji alanında görev için belirleyici kriterler seçilmiştir. Bu kriterler ve analiz için uygun bilgilerin toplanması amacı ile ilaç sektöründe pazar araştırması çalışmaları yürüten profesyonel bir pazar araştırma şirketi ve lider ilaç firması yöneticileri tarafından destek alınmıştır. Hekim kriterlerinde hekimlerin mesleki tatminleri, gelişmeleri takip etmeleri, tıbbi tanıtım temsilcisi ve ilaç firması ile iletişimleri, meslektaşları ile iletişimleri, tedaviye ve teknolojiye yaklaşımı gibi konular göz önüne alınmıştır. Araştırma, özellikle İstanbul bölgesinde nöroloji hekimlerine çalışan 9 tıbbi tanıtım temsilcisi ile gerçekleştirilmiştir. Her tıbbi tanıtım temsilcisi belirlenen kriterler doğrultusunda 5 adet hekimini değerlendirmiştir. Sonrasında 9 tıbbi tanıtım temsilcisi hekimlerini 1-5 arasında değerlendirip strateji oluşturmak için bulanık mantık ve kural tabanlı bulanık mantık yöntemleri kullanılmıştır. Çünkü bulanık mantık, klasik mantığın tersine ne tamamen doğru ne de tamamen yanlış değerleri kapsar, bu değerlerin arasındaki kavramları kapsayan kümelerden oluşur. Klasik mantıktaki netlik, günlük hayattaki belirsizlik ve ihtimalleri tam olarak karşılayamamaktadır ve bu gibi durumlarda bulanık mantık tercih edilmektedir. Her kullanıcının farklı problemlerine ait çözümler bulanık mantıkta üyelik fonksiyonları ile belirlenir. Bulanık kural tabanlı çıkarım ise girdi ve çıktı arasındaki ilişkiyi tanımlayan bir dizi bulanık kural içermektedir. Genellikle EĞER VE/VEYA yan tümcelerinden oluşan kurallar sözel ifadelerden oluşmaktadır. Bulanık kural tabanlı çıkarım ile oluşturulan sözel kurallar doğrultusunda toplamda 9 hekim stratejisi oluşturulmuştur. Oluşturulan hekim stratejileri için ilaç sektöründe kullanılan birçok pazarlama ve tutundurma faaliyetleri arasından belirlenen yöntemlerin tıbbi tanıtım temsilcileri tarafından uygulanması planlanmıştır. Bu tutundurma faaliyetleri arasında bilgilendirici içerikler, promosyon malzemeleri, tıbbi tanıtım temsilcisi ziyaretleri, kongre-bilimsel toplantılar, iş yemeği sunumları gibi pek çok alternatif bulunmaktadır. Son zamanlarda ilaç sektöründe pazarlamaya ve tanıtıma harcanan bütçelerin artması konuyla alakalı daha önce yapılan araştırmalar, pazarlama ve tanıtım çalışmalarının toplam faydaya etkisinin Ar&Ge çalışmalarından daha etkili olduğunu göstermiştir. Bu bilgi ışığında, yapılan bu çalışmanın sonucundan elde edilen verilere bakıldığında, tanıtımın çok önemli olduğu ilaç sektöründe, doğrudan tanıtımın yapılabildiği hedef kitle olan hekimlere müşteri segmentasyonu yaklaşımı ile tanıtım stratejisi belirlendiğinde, yapılacak tanıtımların daha etkili ve hedef odaklı gerçekleştirileceği düşünülmektedir. Yapılan çalışmada oluşturulan hekim profilleri, hekimlerin branşlarına göre değişiklik gösterebileceği gibi, belirlenen stratejiler de çoğaltılıp şekillendirilebilir. Yapılacak diğer çalışmalar ile ilaç sektöründeki tanıtımlar, kullanılan yöntemler ve stratejiler ihtiyaca göre geliştirilebilir.
-
Ögeİleri üretim çizelgeleme yazılımı seçim metodolojisinin geliştirilmesi ve bir altın takı üretim firmasında uygulanması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-09) Albayrak, Ayşenur ; Cebeci, Ufuk ; 507181203 ; Mühendislik Yönetimi1950'lerden beri şirketlerin kullandığı geleneksel üretim planlama ve kontrol sistemlerinin büyük çoğunluğu sonsuz kapasite planlama yöntemiyle çalışır. Sonsuz kapasite, üretimin kapasite sınırlarını göz ardı ettiği için gerçek hayatta uygulanması oldukça zor olan planlar oluşturur. Üretim işletmelerinin üretimde daha fazla görünürlük ve kontrol sağlayarak üretim süreçlerinin senkronizasyonunu iyileştirmek için sonlu kapasite planlama yapabilen İÜÇ yazılımları tasarlanmıştır. İÜÇ (İleri Üretim Çizelgeleme) sistemleri, sonlu kapasite planlama yaptığı için üretim süreçlerinde mevcut olan malzeme, makine, yardımcı ekipman gibi kapasite kısıtlarını ve üretim kurallarını dikkate alır. Günümüzde altın takı üreticileri için altın fiyatlarındaki artış ve pandemi dönemi sonrasında artan mücevherat talepleri düşünüldüğünde üretim planlama ve çizelgelemesinin önemi daha da artmıştır. Bu çalışmada, İÜÇ yazılımının seçimi için yapısal bir model sunulmuş ve bu İÜÇ sistem çözümlerini karşılaştırmak için bulanık analitik hiyerarşi süreci, çok kriterli karar verme tekniği AHP'nin Buckley yöntemi kullanılmıştır. Metodoloji, bir mücevher imalat şirketi için uygulanmıştır. Bu çalışmada, İÜÇ yazılımı seçimi için yapısal model sunulmuştur ve İÜÇ yazılım alternatiflerini karşılaştırmak için çok kriterli karar verme tekniği Buckley Bulanık AHP yöntemi kullanılmıştır. Metodoloji bir altın takı üretim firmasında uygulanmıştır. Ayrıca, bu altın takı üretim firmasında, karşılaşılan üretim planlama sorunlarına çözüm önerileri getirilmiştir. Bu kapsamda, firmada yetkili endüstri mühendisi, bir danışmanlık firmasında yetkili danışman, bir akademisyen ve konunun araştırma faaliyetlerini yürüten yüksek lisans öğrencisinden oluşan 4 kişilik uzman bir ekip kurulmuştur. Kurulan bu uzman ekip online toplantılar aracılığı ile analiz görüşmeleri gerçekleştirmiştir. Firmada saptanan üretim planlama problemlerine çözüm önerileri sunulmuştur. Çalışma, altın takı üretim sektöründe İleri Üretim Çizelgeleme yazılımı seçimi konusunda gerçekleştirilen ilk çalışma olması bakımından önem taşımaktadır. Önerilen metodolojideki adımlar, firmada İÜÇ yazılımı hakkında bilgi sahibi olan bir uzman liderliğinde İÜÇ yazılım tedarikçileri, mevcut müşteri referansları ile görüşüp bilgi toplama ve konu hakkında uzman danışmanlarla birlikte çalışarak uygulanabilir. Bu çalışmada önerilen hiyerarşik model de yer alan kriter ve alt kriterlerin önem ağılıkları firmadaki uzmanların yanı sıra konunun uzmanı danışmanlar ile anket çalışmaları yapılarak belirlenmiştir. İmalat sanayinde, ERP yazılımlarına oranla sektörde kullanımı daha yeni olan ve konu hakkında yetişmiş personelin daha zor bulunduğu İÜÇ yazılım sektöründe ilgili uzmanlara ulaşmak zor olabilmektedir. Aynı zamanda, belirlenen alternatiflerin önem derecelerine göre sıralanması için uzmanların genel olarak İÜÇ yazılımları hakkında bilgi sahibi olmaları yeterli olmayabilecektir. Bu çalışmada ise, model de yer alan üç farklı İÜÇ yazılımını geçmişte deneyimlemiş ve bu yazılımlar hakkında bilgi sahibi olan uzmanlardan görüş alınmıştır. Alternatif yazılımlar hakkında bizzat deneyimi olan kişilerden uzman görüşü alınmış olması bu çalışmayı özgün yapan bir diğer unsurdur.
-
Ögeİş süreçlerinin dijital dönüşümünde proje seçimi ve önceliklendirmesi için bir model önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Peker, Türkan Melis ; Üstündağ, Alp ; 741230 ; Mühendislik Yönetimi Bilim DalıÖzellikle teknolojik gelişmelerin ivmelenerek artmasıyla birlikte 1950'li yıllarda zikredilmeye başlanan dijital dönüşüm kavramı, günümüzde oldukça önemli hale gelmiştir. Değişen dünya düzeni ve iş dünyasında artan rekabet ortamıyla şirketler için dijital dönüşüm kritik bir hal almaya başlamıştır. Dijital dönüşüm denildiğinde çoğunlukla akla firmaların dijital teknolojilerden faydalanarak iş modellerinde değişikliğe gitmesi ya da Endüstri 4.0 teknolojilerini kullanarak üretim sistemlerini dijitalleştirmesi gelmektedir. Bunun yanında firmaların birçok farklı alanda dijital dönüşüm gerçekleştirebilecekleri söylenebilir. Firmaların gerçekleştirebileceği dijital dönüşüm çeşitlerinden biri de iş süreçlerinin dijital dönüşümüdür. İş süreci; firmaların yapısına, iş alanlarına, firmanın büyüklüğüne, iş hacmine vb. göre değişiklik gösterebildiği gibi bir firmanın her bir birimi için de oldukça farklı eylemler zincirini kapsayabilir. Bu yönüyle iş süreçlerinde gerçekleştirilen dijital dönüşüm firmalara insan kaynaklarından, satış birimine kadar birçok farklı birimde dönüşüm gerçekleştirme olanağı sunmaktadır. Ayrıca iş süreçlerinin dijital dönüşümü firmalara zaman ve insan gücü tasarrufu sağlayabildiği gibi verimliliği arttırma, kaynak kullanımını azaltma, riskleri düşürme ve finansal kazanç gibi faydalar sağlayabilmektedir. Bu anlamda iş süreçlerinin dijital dönüşümü firmalar için en az diğer diğer dijital dönüşüm çeşitleri kadar önem arz etmektedir. Yazılım ve programlama alanlarındaki gelişmeler, süreç otomasyonu sağlayan araçların her gün daha kapsamlı fonksiyonlara sahip hale gelmesi ve kullanıcılara sunduğu olanaklardaki artış iş süreçlerinin dijital dönüşümünde firmalara kolaylık sağlamaktadır. İş süreçlerinin dijital dönüşümü bir defaya mahsus olmayan bir dijital dönüşüm çeşididir ve artarda projelerin hayata geçirilmesiyle gerçekleştirilebilir. Bu noktada zaman ve kaynak kısıtları nedeniyle firmalar için hangi projelerin öncelikli olarak hayata geçirilmesinin daha faydalı olacağı sorusu ve proje önceliklendirmesi yapılması ihtiyacı doğmaktadır. Literatürde çok kriterli karar verme metotları kullanılarak malzeme seçimi, tedarikçi seçimi, mağaza lokasyonu seçimi gibi birçok farklı karar problemi için yapılmış olan çalışmalar mevcuttur. Çok kriterli karar verme metotları bu tarz karar problemlerinde olduğu gibi proje seçimi ve önceliklendirmesiyle ilgili problemlerde de sıklıkla tercih edilmektedir. Geçmiş çalışmalar incelendiğinde dijital dönüşüm projelerinin seçimi ve önceliklendirilmesiyle ilgili oldukça az çalışma bulunduğu, iş süreçlerinin dijital dönüşümü projelerinin seçimi ve önceliklendirmesiyle ilgili ise neredeyse hiçbir çalışmanın bulunmadığı görülmüştür. Bu açıdan tez çalışmasının literatüre katkı sağlaması amaçlanmıştır. Bu çalışma kapsamında firmaların iş süreçlerinin dijital dönüşümünde proje seçimi ve önceliklendirmesi yapabilmeleri adına bir çözüm modeli önerilmiştir. Önerilen çözümde en çok tercih edilen çok kriterli karar verme metotlarından bazıları olan AHP, COPRAS, VIKOR, ARAS, EDAS ve SAW yöntemleri uygulanmıştır. Uygulanan bu metotlar neticesinde elde edilen proje sıralamaları farklılık göstereceğinden, bu sıralamaların COPELAND yöntemi aracılığıyla uzlaştırılması ve nihai tek bir sıralama elde edilmesi önerilmiştir. Tez çalışmasında önerilen yöntem, Türkiye'de de faaliyet gösteren uluslararası bir firmanın iş süreçlerinin dijital dönüşümü üzerinde çalışan ilgili biriminden alınan gerçek proje örnekleri potansiyel proje alternatifleri kabul edilerek uygulanmış ve elde edilen proje sıralamaları sonuç bölümünde sunulmuştur. Söz konusu firmada mevcut durumda kullanılan proje seçim aracından elde edilen sonuçlar ile bu çalışma neticesinde elde edilen sonuçlar kıyaslandığında benzer sıralamaların elde edildiği görülmüştür. Bu durumun önerilen çözüm modelinin doğruluğunu destekler nitelikte olduğu söylenebilir.
-
ÖgeMühendislik Yönetimi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-10) Sivuk, İmge Benay ; Soyer, Ayberk ; 507201201 ; Mühendislik YönetimiKüresel ısınmanın globalleşen dünyada önemli bir tehlike olarak fark edilmesi ve son yıllarda küresel ısınmayı arttıran etmenlerin artması, çeşitli çevrelerce sürdürülebilir aksiyonlar almanın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu aksiyonların en önemli uygulama alanlarından biri tedarik zinciridir. Zira tedarik zincirinde gerçekleşen her faaliyet, bulunduğu ekosistemi çeşitli yönlerden olumlu ve olumsuz olarak etkileme potansiyeline sahiptir ve tedarik zincirinde faaliyet gösteren firmalarda gerçekleştirilecek yeşil uygulamalar, olası olumsuz etkilerin azaltılmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Lojistik firmaları, yeşil yönetim kapsamında gerçekleştirilecek yeşil lojistik uygulamaları ile sürdürülebilirlik performanslarını arttırarak çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğe katkıda bulunabileceklerdir. Bu bağlamda, son yıllarda artan enerji tüketimi ve emisyon oranları sebebiyle, tedarik zincirinin temel bir parçası olan lojistik faaliyetleri ile ilgili hükümetlerin ve toplumun artan sürdürülebilirlik kaygıları göz önüne alındığında, lojistik firmalarının yeşil lojistik yönetimini benimsemeleri oldukça kritik öneme sahiptir. Söz konusu firmalar jeopolitik konumlarını ve iş hacimlerini dikkate alarak lojistik operasyonlarını yeşil standartlara uygun şekilde yönetmelidir. Zira Türkiye'de jeopolitik konumdan hareketle birçok lojistik operasyonu bulunmaktadır ve bu operasyonlar çevreye zarar verme potansiyeline sahiptir ve sürdürülebilirliği tehdit etmektedir. Bu görüşten hareketle bu çalışmada, yeşil lojistik yönetimini benimseyen Türkiye merkezli bir lojistik firması ele alınarak, firmanın operasyonlarında gerçekleştirilen yeşil lojistik uygulamalarının sürdürülebilirlik performansına olan katkılarının değerlendirilmesi ve söz konusu uygulamaların sürdürülebilirliğin alt boyutları (çevresel, ekonomik ve sosyal) da göz önünde bulundurularak önceliklendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için öncelikle literatür araştırmasına ve uzman görüşlerine başvurulması sonucunda sürdürülebilirlik performansına etki eden 36 yeşil lojistik uygulaması belirlenmiş, söz konusu uygulamalar yedi farklı grup altında kategorize edilmiştir. Yeşil lojistik uygulamalarının sürdürülebilirlik performansına etkilerinin incelenmesi için Çok Kriterli Karar Verme yöntemlerinden biri olan ve daha az sayıda ikili karşılaştırma yapılmasını gerektirmesi dolayısıyla daha tutarlı sonuçlar elde edilmesini sağlayan Tam Tutarlılık Yönteminin (FUCOM) kullanılmasına karar verilmiştir. Yöntemin uygulanması için Türkiye'de faaliyet gösteren bir lojistik firmasında çalışan dört uzman belirlenerek, bu uzmanların görüşlerine başvurulmuştur. Uzmanlar ile iki aşamalı bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamada uzmanlar yeşil lojistik uygulama kategorilerini; ikinci aşamada ise yeşil lojistik uygulamalarını sürdürülebilirlik performansına etkileri açısından en önemliden en az önemliye doğru sıralayıp, karşılaştırmalı önem derecelerini belirlemişlerdir. Sonrasında FUCOM yöntemi kapsamında iki aşama için iki seviyeli bir hesaplama yapılıp, yeşil lojistik uygulama kategorilerinin ve yeşil lojistik uygulamalarının ağırlıkları belirlenmiştir. Bu ağırlıklar belirlenirken her uzman için belirlenen ağırlıklar aritmetik ortalama kullanılarak birleştirilmiştir. Birinci seviye ağırlık hesaplanmalarına istinaden, en önemli yeşil lojistik uygulama kategorileri 'Taşımacılık Uygulamaları' ve 'Araç ve Yakıt Uygulamaları' olarak belirlenmiştir. Sonrasında yeşil lojistik uygulamaları için nihai ağırlıklar birinci ve ikinci seviyedeki ağırlıklar çarpılarak hesaplanmıştır. Devamında en yüksek ağırlığa sahip olan uygulamadan başlanarak bu yeşil lojistik uygulamaları ağırlığa göre sıralanmıştır ve öncelik sıraları belirlenmiştir. Buna göre en yüksek ağırlık derecesine sahip olan ve birinci sırada bulunan yeşil lojistik uygulamasının 'Daha düşük enerjili ulaşım modlarının kullanılması (intermodal, multimodal ve kombine taşımacılık' olduğuna ulaşılmıştır. Bu uygulamayı sıralı olarak 'Seyahat mesafelerini en aza indirecek yönlendirme sistemlerinin kullanılması (araç rotalama uygulamaları)' ve 'daha az emisyona neden olan alternatif enerji/yakıt kaynaklarının ve araçların kullanılması (biyoyakıt, elektrikli, hibrit, vb.)' uygulamaları takip etmektedir. Ek olarak, sürdürülebilirlik performansına en az katkı sağlayan yeşil lojistik uygulamalarının 'Müşteri, tedarikçi, taşeron ve üçüncü parti lojistik servis sağlayıcılara yeşil lojistik uygulamaları ve sürdürülebilirlik hakkında eğitimler verilmesi' ve 'Müşteri, tedarikçi, taşeron ve üçüncü parti lojistik servis sağlayıcılarla çevre yönetimi konusunda iş birliği yapılması' olduğu da belirtilmiştir. Yeşil lojistik uygulamalarının ağırlıklarının belirlenmesinin ardından, incelenen lojistik firmasının yeşil lojistik uygulamalarına ilişkin başarı düzeyleri dikkate alınarak, firmanın sürdürülebilirlik performansı değerlendirilmiştir. Sonuç ve Öneriler bölümünde ise uygulama sonucunda, sürdürülebilirlik performansına en fazla ve en az katkı sağladığı belirlenen yeşil lojistik uygulamaları, sürdürülebilirlik alt boyutları dikkate alınarak yorumlanmış, uygulamanın gerçekleştirildiği lojistik firmasının sürdürülebilirlik performansının arttırabilmesi için yeşil lojistik uygulamaları ile ilgili geliştirme önerileri ve son olarak gelecek çalışmalar için öneriler sunulmuştur.
-
ÖgePrioritization of factors affecting agency value for an airline company using fuzzy cognitive mapping method(Graduate School, 2023) Özer, Muhammed Fatih ; Sarı Uçal, İrem ; 843260 ; Engineering Management ProgrammeThe civil aviation sector has witnessed significant growth in the 21st century, with remarkable advancements in both the operational capabilities of companies and the increasing demand from passengers. Despite the rapid growth in capacity and demand within the sector, companies have consistently faced the challenge of operating with low profit margins. Moreover, the seat inventory of airlines for each flight is limited and perishable. Thus, airlines must carefully plan and optimize their flight ticket pricing strategies to maximize their revenue. Revenue management is an area where it is aimed to maximize revenue by selling the right product to the right customer with the right price at the right time. In airline revenue management, generally, discounted fares are offered for agencies requesting group reservations compared to individual fares. This is because group bookings are seen as a more stable source of revenue for airlines. Especially in the Covid-19 period, the agencies whose business was seriously damaged requested the lowest prices they can get, to be able to find passengers and make a profit. The airlines were also in a financial crisis and must have balanced the prices to make a profit while attracting the agencies. From this perspective, the need for customer segmentation and defining the value of agencies for airlines arised once again. The purpose of this study is to define the parameters the agency creates while making business with airlines, and determine the prioritization of these parameters by identifying their importance that creates the value of an agency for an airline by using Fuzzy Cognitive Mapping (FCM). While businesses can leverage their years of experience and knowledge to facilitate this process and draw inferences from past actions, there is a constant pursuit for efficient and targeted methods that enable more accurate decision-making and cost-effective problem-solving. The FCM method emerges as a highly effective approach, as it not only enables the creation of meaningful relationship maps based on research outcomes but also assists businesses in making cost-effective decisions. Consequently, the decision to employ the FCM method was made to address the problem at hand in this study. This study examines and prioritizes the variables that might affect the value of agencies to an airline through the weight of these variables in order to create insights into the pricing strategies of airlines to travel agencies. The determined parameters are assessed by airline pricing specialists who possess extensive experience and have strong knowledge in the sector in order to establish the relationship between these parameters and analyze them using the FCM method. Through the implementation of FCM, 3 most critical parameters of agencies for airlines out of 10 were found and ordered by their importance as follows, "Annual reservation volume", "the agency's sensitivity to the fare offers / being very negotiative" and "the ratio of the airline to the total business volume of the agency".