LEE- Mimarlık Tarihi-Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Başlık ile LEE- Mimarlık Tarihi-Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Ögeİran'da modernizasyon, ulus inşası ve mimari araçsallaştırma (1848-1941)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-20) Kahraman, Aras ; Gül, Mehmet Murat ; 502172101 ; Mimarlık TarihiXIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyadaki sanayi dışı toplumların uluslaşma süreçlerinin makro ölçekteki benzerliklerinin aksine mezo ve mikro ölçekte birbirlerleriyle örtüşen ve ayrışan noktaları olmuştur. İran ulus-devletinin ulusal kimliğinin inşasındaki süreçte düşünsel boyutun yanısıra modernizasyon alanındaki girişimler de ulus inşası sürecini doğrudan etkiler. Batı Avrupa'da gerçekleşen uluslaşma sürecinin düşünsel ve maddi boyutunun birlikte ilerleyişinin aksine İran'daki benzer düşünsel-maddi birlikteliğinin olmayışından dolayı ülkenin ulus inşasının maddi boyutunu oluşturan modernizasyonun üstlendiği görev daha da çok önem kazanır. Bu maddi boyutun bileşenlerinden olan mimari/kentsel alandaki ürünler ulus inşasında öğretici, örgütleyici, tektipleştirici, yıkıcı ve parçalayıcı özellikleriyle otoriteler tarafından araçsallaştırılırlar. Bu meselenin İran ölçeğindeki çıktıları bu çalışmanın asıl varsayımını oluşturmaktadır. XVIII. yüzyıldan itibaren sanayi toplumlarında oluşmaya başlayan uluslaşma süreci yeni kulrulan ve kurulmakta olan ulus-devletler için "yönetimsellik" olarak nitelendirilen yeni sorunları beraberinde getirir. İktidarlar "yönetimsellik" sorununu modern araçlar ve kurumlar aracılığıyla çözebilmek için çözüm olarak gördükleri model yurttaşın inşasında, toplum üzerinde tektipleştirici, örgütleyici, biçimlendirici ve bütünleştirici uygulamalara başvururlar. Bu bakımdan mimari/kentsel ürünler bu uygulamaların sonuçlanmasında önemli görevler üstlenir. İran'da ulus inşasının ilk sürecinde veya Tabula-rasa'nın şekillenmesinde modern düşünsel zeminin oluşması ve modern araçların devreye girmesi XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde Kaçar devletinin girişimleriyle başlasa da mimari/kentsel alanda XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dördüncü Kaçar padişahı Nassıreddin Şah'ın döneminde belirgin belirtiler vermeye başlar. Nasıreddin Şah döneminde mimari/kentsel alanındaki değişim ve yenilikler kendisinin Batı Avrupa seyahatleri öncesi ve sonrasındaki süreçte devam eder. Bu dönemde bir çok modernizasyon girişimi doğrultusunda Tahran eski sınırlarına sığmadığından Nasıreddin Şah yönetimi 1867'deki törenle kentin büyütülmesine yönelik girişimde bulunur. Ülkeyi çağdaş Batı uygarlıklarına kavuşturmak ve küresel ticaret ekonomisine katmak doğrultusunda Tahran ve bir çok büyük şehrin geleneksel (çarşı, ulu cami ve bunları birleştiren meydanlar) dokusu değişir. Eğitim, sağlık, dini, askeri, ticari vb. modern işlevli binalar ve parklar devlet binalarıyla yanyana gelir. Modern işlevli yapılar ızgara kent planı örgütlenmesiyle yeni silüetine kavuşan meydanlarda birleşir. Hükümet, gerçekleştirdiği bütün bu girişimleri aynı zamanda siyasal meşruiyetin sağlanması yolunda büyük törenlerle araçsallaştırır. Nasıreddin Şah'ın siyasal meşruiyeti elde etme yolunda gerçekleştirdiği yenilikler aynı zamanda dönem Tahran'ının silüetini önemli derecede etkileyen Devlet Tekyesi ve Nasıriye Camii gibi büyük dini binalar aracılığıyla geleneksel/dini kültürün onayını alarak gerçekleşir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İran'da Batılı Aryanist oryantalistlerin söylemleri arkeolojik ve mimari kalıntılara taşındıktan sonra yüzyılın son çeyreğinde bu söylem İran'daki yerel Fars milliyetçilerinin de sık sık başvurdukları unsur olarak belirmeye başlar. Bu doğrultuda Fırsatüddevle-i Şirazi'nin Asâr-ı Ecem adlı eseri Fars milliyetçiliğinin arkeolojik/mimari alanındaki ilk eseri olur. 1906 yılında Meşrutiyet Harekatı ile birlikte kurulan Meclis-i Şura-i Milli, Fars milliyetçiliğinin fikri söylemini siyasal alana taşır. Sürekli sömürgeci ülkelerin doğrudan müdahalesine maruz kalan Kaçar devleti Birinci Dünya Savaşı esnasında giderek çözülmeye başlar. Fars milliyetçileri siyasal iktidarı ele geçirerek Aralık 1925 yılında Rıza Han'ın Rıza Şah olarak saltanat tahtına çıkmasıyla İran ulus-devletini kurarlar. Pehlevi devletinin kurulmasıyla ülkedeki kültürel politikalar ulus-devletin resmi ideolojisinin çizgisinde farklı boyuta girer. Hükümetin resmi ideolojisi olan Fars milliyetçiliği "Yüksek Aryan ırkının parçası olmak" yolunda eskiyi yıkarak yeni ulusun inşasınının arayışında bulunur. Kaçar döneminden kalan mimari/kentsel ürünler dahil somut olan ve olmayan kültürel varlıklar imha edilir. Hükümetin resmi yayın organlarının propagandalarının yanı sıra hükümete bağlı Encümen-i Asâr-ı Milli çok sayıda yerel ve yabancı Aryanist oryantalistlerin çabalarıyla kültürel ve mimari/kentsel alanda önemli girişimlerde bulunur. Firdevsi kongresi, Firdevsi anıt-mezarının inşası ve Fars tarihi şahsiyetlerinin yüceltilmesi Encümen-i Asâr-ı Milli'nin girişimiyle gerçekleşir. Pehlevi döneminde "antik İran'ı yüceltme" girişimleri dönemin dergileri, gazeteleri ve bütün yayın organlarının ortak çabası olur. Arkaik İran'ı canlandırmak dönemin farklı kültürel mecralarında gerçekleştiği gibi mimari/kentsel alanda da hızla devam eder. Tahran'daki bir çok resmi devlet yapısı Ahamenid-Sasani canlandırmacı üslubuyla kısa sürede kentin silüetini değiştirir. Bu yapıların yanısıra Rıza Şah'ın 1933 yılındaki Nazi Almanyası'na yakınlaşması ülke genelinde Alman mühendislerinin istihdamı ve Nazi Almanyası mimari kültürünün yaygınlaşmasıyla sonuçlanır. Köprüler, fabrikalar, barajlar, demiryolları, tren stasyonları ve bir çok modern işlevli yapılar merkezden yönetilen hükümetin meşruiyetinin sağlanılmasında büyük propaganda unsurları olarak araçsallaştırılır. Bu eserler hükümetin egemenlik simgeleri olarak ülkenin farklı noktalarında belirmeye başalar. Mimari/kentsel alandaki bütün projeler Pehlevi hükümetinin kültür politikacılarının ideolojik görüşüne göre inşa edilir.
-
ÖgeİTÜ mimarlık fakültesi'nin kuruluş yılları ve mimarlık eğitimi (1928-1954)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-03) Özcan, Özlem ; Kuban, Zeynep ; 502102145 ; Mimarlık TarihiBu tez İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarının tarihini anlatmayı ve nasıl bir mimarlık eğitimi sunduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır. Fakülte, 1950'lerin ortalarına kadar Türkiye'de mimarlık eğitimi veren iki kurumdan biri olarak mensupları ve mezunları acılığıyla Türkiye mimarlık ortamının şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. Bu önemine rağmen fakülteyi odağına alan bir çalışma yapılmamıştır. Fakültenin kökenine, kuruluş sürecine ve sunduğu mimarlık eğitimine yer veren sınırlı sayıda çalışma İTÜ tarafından yayınlanmış kurumsal tarihçeler, Türkiye mimarlığını farklı bağlamlarda ele alan çalışmalar, mimar monografileri ve kişisel hatıralardan oluşur. Bu çalışmalar toplu halde değerlendirildiğinde birbiriyle çelişen tarihler ve yorumlar, belirli isimler üzerinden anlatılan olaylar ve varsayımlar içeren, bu nedenle pek çok soru barındıran bir tarih oluşturur. Bu tezde İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kurum ve eğitim tarihi, tekrarlana gelmiş kabuller, yorumlar ve varsayımlardan oluşan anlatı bir kenara bırakılarak, arşiv belgeleri ve döneme tanıklık etmiş kişilerin aktardıklarına yakından bir bakışla yeniden inşa edilmektedir. Tezde fakültenin kuruluş yıllarının 1928'de, mimarlık eğitiminin bir uzmanlık alanı olarak özerkleştiği Yüksek Mühendis Mektebi Mimari ve İnşaat Şubesi'nin oluşturulmasıyla başladığı, 1954'te fakültenin kuruluş kadrosunu oluşturan ve mimarlık eğitimini tayin eden büyük isimlerin, Emin Onat ve Paul Bonatz'ın ayrılışıyla bittiği kabul edilmektedir. Diğer iki önemli isim Clemens Holzmeister ve Gustav Oelsner ise bu tarihten önce fakülteden ayrılmışlardır. 1954 sonrasında eğitimin bu isimlerin yardımcıları olan doçentler ve asistanlar tarafından devralınması fakültenin kurumlaştığına ve kuruluş sürecinin tamamlandığına işaret eder. Fakültenin kuruluş anlatısı 1928-1954 arasında Yüksek Mühendis Mektebi ve Yüksek Mühendis Okulu Tedris Meclisi/Kurulu kayıtları, İTÜ Senato Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi Profesörler Kurulu Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi mensuplarının dosyaları, dönemde çıkarılan kanun teklifleri, kanunlar ve nizamnameler, TBMM tutanakları, Yüksek Mühendis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu ve İTÜ tarafından yayınlanan öğretim kılavuzları, İTÜ Mimarlık Fakültesi arşivinde bulunan öğrenci projeleri, başarı listeleri, ders defterleri, sınav belgeleri, döneme tanıklık edenlerin yazıları, anma konuşmaları, mektupları ve anıları üzerine inşa edilmiştir. İTÜ Mimarlık Fakültesi konu edilen süreçte aktörler tarafından inşa edilen ve sürekli değişen bir yapı, mimarlık eğitimi ise bu yapının oluşturduğu bir ürün olarak kurgulanmıştır. Arşiv belgeleri ve tanıklıklar, bu dönemde kurumun bağlı bulunduğu ve devleti temsil eden Nafıa Vekaleti ve Maarif Vekaleti'nin, çıkarılan kanun ve kararnamelerin, eğitimin yönetimi için oluşturulmuş kurum içi yapıların, mimarlık eğitiminin aktarıcıları olan kurum mensuplarının ve eğitimin gerçekleştiği binaların fakülteyi ve eğitimi şekillendiren aktörler olduğunu gösterir. Bu aktörlerin hepsi zaman içerisinde değişen, kimi zaman birbiriyle uzlaşan ya da çatışan, farklı güçte ve nitelikte etkilere sahiptir. Aktörlerin, memleketin inşasında görev alacak mimarı yetiştirmek gibi ortaklaşan amaçlarından ya da "milli mimari"yi yaratmak gibi tekil etkilerinden söz etmek mümkündür. Tezde mimarlık eğitiminin niteliğini belirlemek amacıyla öncelikle mimarlık eğitiminin betimlenmesi yapılmaktadır. Kurum tarafından üretilen arşiv belgeleri ve yayınlar aracılığıyla mimarlık eğitiminin omurgasını oluşturan program ve zaman içerisindeki değişimi anlatılmaktadır. Öğretim üyelerinin geriye az sayıda yazılı belge bırakması ve öğrencilerin üretimlerinin çoğunun arşivlenmemiş olması nedeniyle eğitim sürecine ve içeriğine dair bilgiler dönemde öğrenci olmuş kişilerin anlatımlarıyla şekillenir. Buna göre mimarlık eğitiminde ağırlığı oluşturan dersler, bu derslerde öğretim üyelerinin yaklaşımları, önemsenen ve aktarılan bilgi, dersler dışında eğitimin bir parçasını oluşturan stajlar, geziler, öğretim görevlileri ile birlikte mimari yarışmalara katılım, büro çalışmaları ve eğitimi destekleyen yazılı ve görsel kaynaklar ortaya konmaktadır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'ni ve fakültedeki eğitimi şekillendiren aktörlerin mimarlık eğitimindeki etkilerinin yansımasını eğitim programında, sürecinde ve içeriğinde görmek mümkündür. Aktörler değiştikçe eğitim de değişir, yine de tüm kuruluş süreci boyunca öne çıkan karakteristiklerden bahsetmek mümkündür. Devletin memleketi inşa etme arzusu mimarlık eğitimine memleketin ihtiyaç duyduğu mimarı yetiştirme sorumluluğu olarak yansır. Mimarlık eğitiminin mühendis yetiştiren bir kurum içerisinde verilmesi mühendis-mimar yetiştirme geleneğini yaratır ve eğitimdeki teknik-sanat dengesini etkiler. Kalkınma ve ilerleme davası Batı ülkelerindeki mimarlık eğitimi ile sürekli temasta olmayı beraberinde getirir. Eğitimi verenlerin mimar kimlikleri ve eğitim yaklaşımları, mimarlığın fonksiyon, konstrüksiyon, estetik ve ekonomi gibi parçalarının eğitimdeki ağırlıklarında kişisel farklılıklar yaratır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarını, ulaşılabilen bilgiler ve belgelerin ortaya çıkardığı aktörler üzerinden anlatmak ve aktörlerin etkileriyle şekillenen mimarlık eğitimini değerlendirmek Türkiye'de mimarlık eğitiminin kurumlaşmasını ve mimarlık ortamının oluşmasını anlamada yeni bakış açıları sunmaktadır.
-
ÖgeKaybolan geçmişin izini sürmek: Adapazarı kent tarihi (1923-1980)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02) İnce Erek, Hilal ; Gül, Murat ; 502152103 ; Mimarlık TarihiÇalışmanın amacı, en genel ifadesiyle; 1923-1980 tarihleri arasında değişen sosyo-kültürel, ekonomik ve politik süreçlerin ulusal ve yerel yansımalarına paralel bir şekilde Adapazarı kentinin, fiziksel değişimini/gelişimini/dönüşümünü takip ederek, kentleşme deneyiminin dönemlerini ortaya koymak ve incelemektir. Çalışma kapsamında olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir araştırma süreci izlenmiş ve tarih araştırması yöntemi benimsenmiştir. Adapazarı kenti 20. yüzyılda deneyimlediği beş büyük depremle kent tarihi araştırmaları içerisinde özgün bir araştırma alanına işaret etmektedir. Söz konusu depremlerde kent tarihi araştırmalarının en önemli araçları olan yapılı çevrelerin büyük bir kısmı ve kentin gelişiminin kayıtlarını tutan yerel kurumların arşivlerinin tamamı yıkılmıştır. Dolayısı ile yapılı çevreleri merkezine alan kent tarihi araştırmalarının iki temel aracından yoksun olan Adapazarı kent tarihi araştırması, bilgi üretme araçlarının alışılagelmiş sınırları üzerine yeniden düşünmeyi ve bilgiyi inşa edebilmek için yeni beslenme kanalları açabilmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda Milli Kütüphane rezervinde bulunan yerel gazete arşivlerinden faydalanılmıştır. On dokuz yerel gazete kesintisiz zaman akışı sağlayacak şekilde organize edilerek incelenmiştir. Araştırmanın zaman ağını kapsayacak her bir sene iki farklı yerel gazeteden takip edilmiş fakat gerekli görülen dönemlerde bu sayı arttırılmıştır. İncelenen yerel gazeteler içerisinde tespit edilen, kent tarihi hakkında veri sağlayacak haberler öncelikle ölçüt örnekleme yöntemi ile temalara ayrılmıştır. Tespit edilen temaların kartografik materyaller üzerinden gelişimi izlenmiş, söz konusu gelişim ulaşılan fotoğraf arşivleri ve yarı yapılandırılmış görüşmelerle teyit edilerek aktarılmıştır. Adapazarı kentinin belirlenen tarih aralığı içerisinde ve araştırma yönteminin temelini oluşturan temalar kapsamında incelenmesi sonucunda kentleşme deneyiminin üç farklı dönemi içerdiği görülmüştür. 19. yüzyılın sonunda demiryolu ilave bir hatla Adapazarı merkezine ulaşmış ve yine aynı yıllarda Uzun Çarşı ve civarında yapılaşan ticari ve bürokratik merkez çeperlerinden sıyrılarak yeni bir bölgeye yerleştirilmiştir. Adapazarı'nda devletin kamusal görünürlüğünü temsil eden yapılar Uzun Çarşı ile tren istasyonu arasında yeni bir bürokratik merkez oluşturacak şekilde bir araya getirilmiştir. Osmanlı'nın son yıllarından 1943 depremine kadar uzanan ilk evre özellikle kent merkezinde önemli değişimlerin izlenmesi ile ön plana çıkmaktadır. Adapazarı kentleşme deneyiminin ikinci döneminin başlangıcını oluşturan 1943 Adapazarı depremi araştırmaya konu edilen Adapazarı kent tarihi izleğinde takip edilen en yıkıcı depremdir. Dolayısı ile ulusal ve yerel bürokrasinin karar alma süreçlerine yansıyan önemli kırılma noktalarını temsil ettiği görülmektedir. Ulusal ölçekte; 1943 yılından itibaren Çark Deresi ve demiryolu güzergahı üzerinde kent formuna eklenen sanayi tesisleri, depremde önemli derecede hasar almış yerleşimin yeniden kalkınmasını hedefleyen kararlar bütünü ile ilişkilenmektedir. Yerel ölçekte ise 1943 depremi kent merkezinde 19. yüzyılın sonunda inşa edilen yeni bürokratik merkezle kurulan yeni ilişkilerin çözülmesinden söz konusu bölgenin yıkılarak geniş bulvar aksı açılmasına kadar giden bir sürecin başlangıç noktasına işaret etmektedir. 1967 yılı ile sınırlanan kent tarihinin ikinci evresi tez çalışmasının zaman aralığında en hızlı gelişmelerin izlendiği dönem olarak öne çıkmaktadır. 1967-1980 yılları arasını kapsayan kent tarihinin son dönemi kent merkezinden geçen İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına alınması ile başlamaktadır. Adapazarı kenti için son derece önemli olan karayolunun kent dışına alınması, Erenler bölgesinin kentin yeni sanayi bölgesi ilan edilmesi, kente Erenler üzerinden yeni bir girişin eklemlenmesi ve yeni karayolu ile Erenler bölgesi arasında kalan alanların yeni sanayi sahaları olarak imara açılması ile kentin gelişiminin yeni dinamiklerle yeniden şekillenmesine neden olmuştur. İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına taşınması dönemin önemli tartışma konularından olan İstanbul sanayisinin doğu koridoruna desanstralizasyonu fikrini temel alan Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı ile ilişkilendirilmeye müsait bir zemin hazırlasa da çalışma kapsamında elde edilen veriler yeni karayolu güzergahının İstanbul sanayinin desanstralizasyonu tartışmalarından önce belirlendiğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak söz konusu plan karayolunun kent dışına taşınmasında belirleyici bir aktör olmasa da tüm bölgeyi tehdit eden sismik risklere rağmen özellikle Adapazarı için yeni karayolu çevresinde kentleşmenin artmasına neden olacak sanayi gelişimini önermiştir. Adapazarı'nın tarımsal özelliğine rağmen, şehir daha fazla sanayi yatırımı çekebilecek bölgesel bir merkez olarak desteklenmiştir. 1980 yılına kadar verilen bu kararın yıkıcı etkilerinin gözle görünür olduğu söylenemese de aralanan bu kapıdan, 1980 sonrasında yapılacak yeni imar planı ile yoğun yapılaşmaya dair kararlar geçecek, Adapazarı kentleşmesini 1999 depreminde büyük yıkımlarla yüzleştirecek yeni bir dönemin oluşmasına zemin hazırlanacaktır.
-
ÖgeLanga Yenikapı dolgu alanı ve Yalı Mahallesi (1750-1900)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-04) Han, Ayhan ; Ağır, Aygül ; 502142101 ; Mimarlık TarihiLanga Yenikapı, sur içi İstanbul'un güney sahilinde; Davutpaşa Kapısı ile Kumkapı arasındaki semtin ismidir. Uzun bir tarihsel kesitte çeşitli kültür katmanlarının üst üste bindiği bölge, günümüzde İstanbul'un önemli bir arkeolojik sit alanıdır. Burası, İstanbul'un tarihi yerleşkesini kuzey-güney ekseninde ikiye ayıran Bayrampaşa Vadisi'nin denizle buluştuğu mevkide yer almaktadır. Bir zamanlar, yabanda kalmış sığ bir koy olan bölgenin inşa edilmiş çevreye dâhil edilmesi aşamaları, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin önemli kesitlerine; kent mekânını dönüştüren önemli kırılma anlarına denk gelir. Yarımadanın içlerine doğru uzanan koyun Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kademeli olarak doldurulması, kent mekânının denize doğru genişlemesinin önemli bir örneğini temsil eder. Dönem araştırmacıları tarihi yarımadanın doğal topografyasının değiştiği ve İstanbul kent mekânının denize doğru yüzyıllar içinde genişlediği konusunda hemfikirdirler. Yarımadanın güney sahilindeki en geniş koy alanının inşa edilmiş çevreye dâhil edilmesi bu gözlemin en önemli örneğidir. Kentin güney Marmara sahilindeki geniş bir alanı kaplayan koyun inşa edilmiş çevreye dâhil edilerek kapatılması kabaca üç aşamada gerçekleşmiştir. Birincisi, Büyük Konstantinus (324-337) döneminde, şehrin kara surlarını batıya kaydırarak yeni bir sabitleme hattı belirlemiştir. Şehrin imparatorluk başkenti yapıldığı 4. yüzyılın ilk çeyreğine denk aşamada Langa Yenikapı, şehir sınırları içine alınmıştır. Dördüncü yüzyılın sonunda, Theodosius Limanı olarak adlandırılan yapay limanın inşa edilmesi bölgenin dolması sürecinin ikinci eşiğidir. Bu süreçte, deniz tabanına mendirekler yerleştirilmiş ve böylece deniz tarafında yeni bir sabitleme hattı çekilerek bahsi geçen koy denizden çevrelenmiştir. Arkeolojik buluntular gemi batıklarını yapay liman tesisinden sonraki dönemlere tarihlendirmektedir. Daha da önemlisi litolojik katmanların yapay limanın tesis edilmesinden sonra daha kısa aralıklarla oluştuğunu göstermektedir. Yapay liman bölgesi Bizans döneminde dolarak, Osmanlı döneminde Langa Bostanları ismini almıştır. Osmanlıların 1760 senesi İlkbahar'ında başlattığı Langa Yenikapı limanını doldurma projesi, doğal koyun tamamen kapatılarak kent mekanının denize doğru genişlemesinin üçüncü eşiğini temsil eder. Theodosius Limanı bölgesinin oluşturulması sürecinde, limanın güneydoğu köşesinde içe doğru kavis yapan bir girinti alanı oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Girinti, birisi batıdaki Davutpaşa Kapısı tarafında ve diğeri ise doğudaki Yenikapı hizasında denize doğru çıkıntı yapan iki adet burunla kısmi olarak korunaklı hale getirilmişti. Osmanlı dönemi dolgusu, söz konusu iki burnun arasında, deniz tabanına sandıklarla kıyı set duvarlarının yerleştirilmesi ve ardının ise Laleli Çeşme Camii temel hafriyatından çıkan molozun dökülmesini ihtiva eden çalışmaları kapsar. "Langa Yenikapı Dolgu Alanı ve Yalı Mahallesi (1750-1900)" başlığını taşıyan işbu çalışma ise limanın doldurulması ve dolgu alanı üzerine inşa edilen Yalı Mahallesi'nin imar sürecini konu edinmektedir. Langa Yenikapı dolgu alanı benzerlerine az rastlanan bir alandır. Dolgu üzerine inşa edilen Yalı Mahallesi ise ortaya çıkış ve inşa ediliş yöntemi ile olağanın dışında bir Osmanlı mahallesi örneğini temsil eder. Burada mekânın üretimi ve kentsel gelişimi, sığ dipteki oynak kum tabakası üzerine inşa edilen ve denizden doldurulan bir mekânın hikâyesidir. Yalı Mahallesi, denizin sürekli ve sert su hareketlerine maruz kalan sur içi İstanbul'unun güney Marmara kıyısında tehditkâr bir ekosistemde inşa edilmiş çevrenin sınırında, sığ dipten bacaya kadar insan eliyle üretilmiş bir mekândır. Doğa ve insanın süreklilik arz eden tehditlerine karşın iç bütünlüğünü koruyan mahalle mekânı, uzun ve istikrarlı bir geçmişe sahiptir. Mahalle mekânı, deniz tarafından günü birlik gelen dalga ve rüzgârların yıkıcı etkilerinin yanı sıra yangın ve depremlerle dönem dönem yok olmuştur. Bununla birlikte, mahallenin ilk inşasında zeminde oluşturulan sokak dokusu ve parsel izleri devamlılık sağlayarak külleri ve molozları üzerinde yeniden inşa edilmiştir. Araştırmanın birinci kısmı, kıyı set duvarlarının örülmesi ve ardının molozla doldurulmasını konu edinir. Limanın doldurulması ve üzerine bir mahalle inşa edilmesi, 1760'ta inşasına başlanan Laleli Çeşme Camii projesinin temel hafriyatından çıkan moloz sorununa bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Proje, kıyı topografyasının zorluğundan ötürü dönemin mimarlık ve mühendislik bilgisinin uygulama sahasına dönüşmüştür. Araştırmanın ikinci etabı ise dolgu ile elde edilen sathın imarı sürecini içerir. Proje alanına ayrılan emek ve sermayenin tazmin edilmesi, konut yapımı ve pazarlanmasına yönelik bir kentsel dönüşüm modelini gerekli kılmıştır. Bu model, konutların yapı adalarına daha yoğun, ekonomik ve mali kaynak üretme amaçlı yerleştirilmesinden yerleşke içerisinde her bir mevkiinin cazibesinin yükseltilmesine ve elde edilen sathın metalaşmasına değin geniş bir faaliyet alanında ifadesini bulmuştur. Mahalle, Osmanlı dönemi mimarlık ve kent tarihi araştırmaları açısından liman dolgusunu takip eden yapılaşma sürecini takip edebildiğimiz veri tabanına sahip olduğundan özel bir öneme sahiptir. 1762-1768 seneleri arasında mahallede kiraya verilen ilk konut ve dükkân tipi yapıların yapı bilgisi, kiracısı ve sözleşme şartlarını içermekte olan veri tabanı, mahallenin oluşma sürecini haritalandırma fırsatı sunmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğine ait olan ve benzer içerikte başka bir veri tabanı ile birlikte zaman içerisinde ortaya çıkan mahalle haritaları, alanın dönüşümü ve kentsel dokunun sürekliliğini izleme fırsatı sunmaktadır.
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Akropolü'nü çevreleyen geç arkaik surlar(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-26) Denktaş, Ertunç ; Saner, Nejat Turgut ; Özgan Bruns, Christine ; 502112102 ; Mimarlık TarihiGünümüz Buruncuk mahallesi sınırlarındaki Larisa, Batı Anadolu'nun önemli antik yerleşimlerinden biridir. Prehistorik dönemlerden izler taşımakla birlikte MÖ 7.-4. yüzyıllara yoğunlaşan kalıntılarıyla Aiolis bölgesinin Arkaik-Erken Hellenistik kültürüne önemli veriler sunmaktadır. 20. yüzyılın başında İsveç-Alman ortaklığında yürütülmüş kazıların sonuçları 1940'lı yıllarda mimari, pişmiş toprak levhalar ve küçük buluntulara odaklanan yayınlarla literatüre kazandırılmıştır. Prof. Dr. Turgut SANER (İTÜ) başkanlığında 2010 yılında başlatılan mimari odaklı yüzey araştırmasıyla cevaplanmayı bekleyen sorular yeniden ele alınmıştır. Kentin batısına odaklanmış kazıların ötesinde, bu araştırmada yerleşimin tüm bileşenleriyle beraber bütüncül bir peyzajı ortaya çıkarılmıştır. Larisa Batı, akropol, ön kale ve yerleşim dokusuyla yönetici ve elit kesimin yaşadığı bir çevre izlenimi sunmaktadır. Larisa Doğu ise korunaklı kalesi ve güney yamaç teraslarındaki konut birimleriyle üreten sınıf ya da askeri amaca hizmet eden bir mahalle görünümündedir. İki alan ise birbirine çok sayıda tümülüsün konumlandığı nekropol ve yapılarla bütünlük kazanan tarım teraslarıyla bağlanmaktadır. Kazı ekibince akropol olarak tanımlandırılan alan deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikte yer almaktadır; temenosu ve saray yapılarıyla yöneticinin özel mülkü görünümündedir. Geç Arkaik-Erken Klasik Devirlerde kulelerle desteklenen bir sur hattıyla çevrilmiştir. Bu tez çalışmasında 20. yüzyılın ilk yarısındaki metodolojilerle okunmuş bu tahkimatın hikayesi yeniden ele alınmaya çalışılmıştır. Alandaki mevcut kalıntılar geleneksel ve modern teknikler -3D tarama, Drone ile fotoğraflama ve GNSS- eşliğinde belgelenmiştir. Elde edilen veriler 1902, 1932-1934 kazılarının sonuçlarının paylaşıldığı yayınlarla karşılaştırılmıştır. Biçimleniş ve yapım teknikleri yeni tespitlerle yeniden yorumlanmış; öneriler bu tezle literatüre kazandırılmıştır. Akropol suru topografyanın belirleyiciyle bu çalışmada "kuzey" ve "güney" olmak üzere iki ayrı hat olarak ele alınmıştır. Dikdörtgen biçimindeki planlı iki kule -Kule I ve Kule VI- yamaçtaki sur hattının tasarımında iki uç sınırı oluşturmakta ve aynı zamanda hatları birbirine bağlayan birer "düğüm" görevi üstlenmektedir. Günümüze ulaşan kalıntılarda güney hattın biçimlenişi bir bütünlük içinde izlenebilmektedir. Kule I'den doğuya doğru dik bir hat üzerinde uzanan sur duvarı kare planlı Kule III ile sonlanır. Kule III'ün kuzeydoğusunda kırılmalar yaparak dört farklı yönlenme ile akropolün güneydoğu ucuna ilerler. Burada neredeyse dik açılı -yaklaşık 83o- bir köşe oluşturarak kuzeybatıya doğru yönelir; dik bir doğrultu üzerinde ilerleyerek kuzey hattın diğer bir ucunu oluşturan Kule VI'ya ulaşır. Güney ve doğudaki beden duvarları benzer bir kurguda tasarlanmıştır; parçalar orta kısımlarında kare planlı Kule II ve Kule V ile güçlendirilmiştir. Kuzey hattın günümüze ulaşan kısımları arazinin eğimi ve MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda alanda gerçekleştirilmiş inşaat faaliyetlerinden -Yeni Saray ve A Burcu- kaynaklanan tahribat dolayısıyla güney hatta kıyasla daha azdır. Hattın doğudaki başlangıcı Kule VI yüksek bir kaya kütlesinin üzerinde yer alır. Kule VII duvar örgüsü ve biçimlenişiyle farklı bir evreye işaret eder. Beden duvarı kalıntılarına yer yer "Yeni Saray" yapısının içinde rastlanmaya devam edilir. Arazideki izini bu bölümden sonra kaybettiren hat, batıda, Kule VIII, Kule I ve bu iki kulenin arasında konumlanan üç adet odanın tanımladığı güçlendirilmiş tahkimat yapısıyla yeniden belirir. Kule VIII dolaylarında erken tarihli bir tahkimatın burcuna -B8'- ait bir blok dizisi uzanır. Bu burç güneyinde uzanan hafif kavisli bir duvar parçasıyla berber akropolün Orta-Geç Tunç Çağları tahkimatının günümüze ulaşan kalıntılarıdır. Akropole ulaşımın kuzeyden, kıvırılarak yükselen taş döşeli bir yolun sonlandığı bir kapıyla sağlandığını görülmektedir. Kapı, Batı Anadolu'nun Tunç Çağlarından bu yana, Troia VI'da da karşımıza çıkan bindirmeli tiptedir. Yamaç kısmında günümüze ulaşamamış bir kule ile desteklenmiş olmalıdır. Alan MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda yoğun tadilat gördüğünden özgün biçimleniş tam olarak hayal edilememektedir. Seyirdim yerlerine ulaşan merdivenlerin temelleri yalnızca güney hattı boyunca görülmektedir. Beden duvarlarının iç cidarlarından 1 m'lik taşmalarla belirginlik kazanmaktadır; tasarım dış cidarda ise ayna simetriğinde geri çekilmeyle karşılık bulmuştur. Kule II, Kule III ve Kule V'te iç mekana ulaşımı sağlayan kapıların basamak izleri mekan kullanımına dönük kanıtlar sunmaktadır. Arazideki kalıntılar temel ve kaide düzeyindeki kısımlara ait taş bloklardan oluşur. Yapı malzemesi olarak kullanılan kızıl-kahverengi ve mavi-gri tonlarında çeşitlilik gösteren andezit bloklar inşaat alanında yer alan kaya öbekleri ve platonun yamaçları boyunca konumlanan taş ocaklarından temin edilmiştir. Akropol surlarının iç dolgu, temel ve tesviye sırası bloklarında bu pratikle ilişkili 24 noktada tespit edilen kanallar ve kama izleri başta İyonya olmak üzere yakın çevredeki Arkaik Devir taş ocağı örnekleriyle paralellik gösterir. Güçlendirilmiş tahkimat yapısının temellerindeki spolia malzemeler farklı bir uygulamayla evreleşmeye dönük bir işaret sunar. Duvarlar, ana kaya üzerine yerleştirilmiş temeller üzerinde yükselir. Temellerin üzerinde yer yer duvardan 3 - 5 cm öne taşan düzleme sıraları yer alır. Sur duvarlarının yükselen kısımları iki cidarlıdır. Güney sur hattı 2,48 - 2,54 m, kuzey hat ise 2,20 m duvar kalınlığına sahiptir. Cidarların arası büyük taşlar, moloz ve toprak ile doldurulmuştur. Duvar örgüsü kavisli kenarlara sahip çokgen bloklardan oluşur. Literatürde Lesbos biçimli örgü olarak da karşılık bulan bu arkaik örgü, başta Aeolis olmak üzere Kuzeybatı Anadolu'da tanımlı bir koinéye tanıklık eder. Çokgen bloklar yatayda sıralı bir kurguda konumlanmış topografyaya bağlı kalarak tanımlı alanlara ayrılmıştır. Çoğunlukla dikdörtgen bir görünüm sunan bu alanların yatay bantlarla bölümlenmiştir. Kalıntılar Larisalı yapı ustalarının inşaat pratiklerine ilişkin birçok veriyi de barındırır. Kulelerde keski ya da Skeparnon kullanımı ile oluşturulmuş, köşe bantları göze çarpar. Hatıl sıralarına yönelik yerleştirme oyukları ve kenet yuvalarına Kule I, Kule V ve güçlendirilmiş tahkimat yapısının batı duvarında rastlanır. Taşıma ve olası iskele kurulumuna yönelik mahmuzlar da hatıl bloklarının ön yüzeylerinde yer alır. Duvarlar yüzey işçiliği açısından çeşitlilik sergiler. Temeller dış yüzeyleri kaba bırakılmış taşlardan oluşur. Tesviye sıralarının ön yüzeyleri çekiç darbeleriyle düzlenmiştir. Beden duvarlarında murç kullanımıyla "noktalı" bir doku yaratılırken, ustalara serbestlik tanıyan bu vuruşlar yüzeylerde derin oyuklar oluşturmuştur. Hatıl sıraları ise çentikli çerçeveleri ve ince kalem uçlu murçla işlenmiş ayna yüzeyleriyle dekorasyon amaçlı bir uygulamayı işaret eder. Akropol surları biçimlenişi ve sergilediği bu işçilik detaylarıyla çağının ötesinde, "yabancı" bir görünüm sergiler; bu durum literatürde tarihlendirmeye dönük şüpheleri doğurmaktadır. Kazı yayınlarında sur hattıyla ilişkilendirilen konteks malzeme yok denecek kadar azdır. Peşi sıra gerçekleşen yapım faaliyetlerinde ana kayaya kadar inen düzleme çalışmaları günümüz metodolojisinde alanda stratigrafik bir okumayı engellemektedir. Çalışma kapsamında en belirgin seramik buluntuları erken döneme ait siyah tabaka içerisinde tespit edilmiş üç adet gri seramik fragman oluşturur. Kap formları güncel çalışmalardaki Kuzeybatı Anadolu Gri seramiği içerisinde, Orta-Geç Tunç Çağları kronolojisinde bir karşılık bulur. Bu tespit akropolün Geç Tunç Çağında burçlu bir tahkimatla çevrelendiğine yönelik bir kanıt sunar. Bu tahkimat beden duvarları ve burçlarıyla geç arkaik hattın tasarımını etkilemiş gözükmektedir. Geç arkaik surun üzerinde konumlandığı ve kerpiç kalıntılarından adını alan sarı tabaka ise, seramik açısından kuvvetli bir veri sunmaz. Tapınağın güneyindeki rampanın akropol suruyla kurduğu biçimsel ilişki dikkat çekicidir; bir yıkım tabakası olarak tanımlanan dolgu malzemesi MÖ 5. yüzyılla ilişkilendirilir. Bu durum ne yazık ki akropol surları için bir inşaat tarihi belirlemede yeterli değildir. Kule I derz aralığında kazı ekibi tarafından tespit edilmiş bir ok ucu güncel çalışmalardaki MÖ 6. - 5. yüzyılın ilk yarısındaki benzerleriyle hattın kullanım sürecine dönük bir kanıt sunar. Güçlendirilmiş tahkimatın temellerindeki profilli duvar etek profilleri akropoldeki saray yapılarında yaşanan bir yıkım sonrasında inşaat sürecine dahil edilmiştir. Bu durum duvar hattının tek bir seferde oluşturulmadığı, güney hattın inşaatının ardından kuzeyde birtakım düzenlemelere gidildiğini göstermektedir. Larisa'nın bulunduğu konum Demir Çağından Klasik Devir sonuna kadar bölgedeki güçlü, merkezi yönetimlerle kurduğu ilişkinin de kanıtlarını barındırır. Frig medeniyeti kendini metal taklidi gri hamurlu seramik kaplarda gösterir. MÖ 7. yüzyıldan itibaren Lidyalı yaşamın yansımaları Larisa'da gözle görülmeye başlar. Lidya seramiğine refere edilebilen süsleme dili ve renk tercihi aynı zamanda yerel üretim olduğu görülen Doğu Esinli bir seramik grubunun Larisa'da üretildiğini gösterir. Mimaride özellikle taş blokların temin ve işlenme süreçlerinde Lidyalı ve İyonyalı ustaların MÖ 6. yüzyılda beraber çalıştığı Sardis, Ephesos ve Smyrna'daki teknikler Larisa'ya da taşınır. Phokaia'lı ustaların eseri olduğu öne sürülen pişmiş toprak mimari levhalar da dönemin mimari zenginliğini yansıtır. Bu levhalar aynı zamanda Phokaia'dan Sardis'e uzanan hatta bir uğrak yeri olarak Larisa'da ustaların birikimlerini eserleriyle paylaştıklarını gösterir. Bu etkileşim yerel inşaat pratiğini akropol surların ve ardından tüm Larisa'da üst kademelere çıkarır. Yakın çevredeki anıtsal ölçekli yapıların oluşturduğu bölgesel dil, Larisa mimarisine simgesel bir anlam taşımıştır. Geç arkaik surlar Sardis'teki anıtsal teraslar gibi Larisa'nın görünen bir yüzü olmuştur. Tüm bu dönüşümler Larisa'nın gelişim hikayesini tek bir odak ve kültürel kimlik üzerinden oluşturmadığını göstermektedir. Kurulumundan itibaren konumuyla kıyı ve iç kesimler arasında bir köprü olmuştur. Bölgedeki kozmopolit dinamiklerden de faydalanarak, üretimini her daim melezlikler taşıyan, "yerel" kimliğin ağır bastığı bir biçimde geliştirmiştir. Akhamenid egemenliği altındaki inşaatına kesin gözüyle baktığımız bu akropol surları da materyal kültür verileriyle doğrudan desteklenemese de Batı Anadolu kıyılarından Pasargad ve Susa'ya kadar uzanacak bu kollektif üretim ortamının bir sonucu olarak tarihteki yerini almıştır.
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Athena kutsal alanı( 2024-05-16) Akan Öztürk, Figen ; Saner, Nejat Turgut ; 502162101 ; Mimarlık TarihiLarisa antik kenti Batı Anadolu'da yer alan önemli bir güney Aiolis yerleşmesidir. Kalıntılar, Hermos (Gediz) ovasına hakim konumda, volkanik Sardene (Dumanlı) dağından güneydoğuya doğru yönelen yaklaşık 2 km'lik bir uzantının üzerine yayılmış durumdadır. Dumanlı Dağ'a yakın konumdaki yüksek tepe ve yamaçları (Larisa Doğu) ile uzantının ucundaki daha alçak tepe ve yakın çevresi (Larisa Batı) temel yerleşim kurgusunu belirlemektedir. Deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikteki Larisa Batı'da tepe üzerinde akropol, güneydoğu ve kuzey eteklerinde yerleşim alanı, kuzey, kuzeydoğu ve doğu yamaçlarına yönelen nekropol bulunmaktadır. Larisa Doğu'nun zirvesinde bir kale ve güneydoğu eteklerinde yerleşim alanı bulunurken, iki tepe birbirine nekropol ve tarım alanını içeren yoğun bir yapılaşmayla bağlıdır. Kutsal alan; akropolün en üst noktasındaki kayalık bölgede yer alırken, batıya doğru azalan eğim üzerinde ise yönetim ve temsil yapıları sıralanmaktadır. Ovaya hakim bir tepenin zirvesinde konumlanması çevreden görünürlüğe ve alana hakimiyete önem verildiğini göstermektedir. Larisa'da yürütülen en erken kazı çalışmaları 1902 sezonda Lennart Kjellberg (Uppsala) ve Johannes Boehlau (Kassel) tarafından yürütülmüştür. Kutsal alanın büyük bir kısmı bu sezonda açığa çıkarılmıştır. 1902'deki kazıların sonunda, yapılar tamamen temizlenemeden bırakılmış, kaynakların azalması nedeniyle de arazi çalışmaları hemen izleyen yıllarda devam edememiştir. Dünya savaşlarının yarattığı ekonomik ve politik güçlükler sebebiyle kazılar ancak 1932'de yeniden başlayabilmiştir. 1934'teki dördüncü ve son seferden sonra yeterli finansal kaynak bulunamadığı için kazılar durmuştur. Kazı çalışmaları Larisa Batı'daki akropole odaklanmıştır. Buna ek olarak nekropolde ve şehir alanlarındaki beş deneme açması ile çalışmalar desteklenmiştir. 20. yüzyıl kazılarının sonucu olarak üç ciltlik "Larisa am Hermos" yayını hazırlanmıştır. Kutsal alan ile ilgili en kapsamlı kaynak olan kazı yayını kutsal alanın taş planı, yapıların mimari analizleri ve kutsal alandaki buluntular hakkında bilgiler verilmektedir. Ancak buluntu yerlerinin belirsizliği, stratigrafik verilerin eksikliği ve yapıların tarihsel olaylar, yönetim biçimi ve akropoldeki diğer yapılar ile ilişkili olarak değerlendirilmemiş olması yayının temel eksiklikleri olarak değerlendirilmektedir. Yayına ek, Kjellberg, Boehlau ve Karl Schefold'un kazı raporları ve Göttingen kazı arşivinde bulunan kazı günlüklerindeki bilgiler önem arzetmektedir. 2010-2021 yılları arasında alanda Prof. Dr. Turgut Saner'in yürütücülüğünde mimari yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Akropol'deki yapıların büyük kısmının belgelenmiş, şehir alanlarında, kırsal alanlarda ve nekropolde çalışmalar yürütülmüştür. 20. yüzyıl kazılarının ardından kutsal alandaki yapılar çeşitli yayınlarda değerlendirilmiş ve katalog çalışmalarında yer almıştır. Yapılan değerlendirmelerin çoğunlukla kazı yayınındaki verilere bağlı kaldığı görülmektedir. Mimari parçalar ve pişmiş toprak elemanlar ile ilgili detaylı çalışmalar yürütülmüş ancak bu çalışmalarda parçaların buluntu yeri olan kutsal alan ile ilişki kurulmamıştır. Kutsal alanı tüm bulguları ve sorunları ile ele alarak bütüncül değerlenme sunan bir çalışmanın eksikliği tespit edilmiştir. Larisa'nın yerleşim tarihi Neolitik Dönem'e kadar inmektedir. En erken buluntular Son Neolitik-İlk Kalkolitik döneme tarihlenir. Tunç Çağı'nda da yerleşim devam etmiştir, buluntuların niteliği ve yapı kalıntıları İlk Tunç Çağı'nı öne çıkarmaktadır. Tapınak temellerinin altında İlk Tunç Çağı'na tarihlenen L şeklindeki bir yapının kalıntıları bulunmaktadır. Sonraki dönemlerde alan kaya düzenlemelerinden oluşan açık hava kült alanınına dönüşmüştür. Buluntular ele alınırken Yunan kültür dairesi içinde görülen kutsal alanının oluşumu ile ilgili güncel tartışmalara yönelerek, kutsal alanın "Yunan" kimliği sorgulanmış ve Tunç Çağı mirası ile kurduğu somut ilişkinin gösterilmesine gayret edilmiştir. Ana Tanrıça ile ilişkilendirilen kaya çanakları ve kaya kutsal alanı ("baitylos" ve çevresindeki kayalar) kültünün devamlılığı sorgulanmıştır. Küçük buluntular Ana Tanrıça/Kybele'ye işaret ederken, alanın kuzeyinde ortaya çıkan ve MÖ 7. yüzyıla tarihlenen Athena'ya adanmış buluntuların mevcudiyeti tapınağın bu tanrıçaya da adanmış olabileceğini düşündürmektedir. Tunç Çağı'ndan Arkaik Dönem'e kadar kutsal alandaki buluntular kısıtlıdır. MÖ 8. yüzyıl ile birlikte küçük buluntuların artışa geçtiği ve günümüze ulaşan mimari kalıntıların da bunu takiben ortaya çıktığı söylenebilir. MÖ 7. yüzyılın sonlarında kutsal alanda tapınak, stoa ve olasılıkla bir sunak inşa edilmiştir. Tapınağın doğusundaki sunak doğal kayanın düzlenmesi ile oluşturulmuş terasta yer alırken, stoa alanın kuzey sınırını oluşturur. Aynı döneme tarihlenen çok sayıda nitelikli adak buluntusu, kutsal alanın önemini ve zenginliğini göstermektedir. Mimari kalıntılar ve seramik buluntulardan anlaşıldığı üzere MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında tapınak yenilenmiş olmalıdır. Yenilenen tapınağa atfedilebilecek pişmiş toprak buluntu grubu Batı Anadolu'daki en zengin ve nitelikli koleksiyonu oluşturmaktadır. Atfedilen mimari parçalar ile birlikte değerlendirildiğinde tapınağın o dönemde küçük boyutlu ancak gösterişli olduğunu düşündürmektedir. Larisa'nın MÖ 5. yüzyılda büyük bir yıkıma uğratıldığı anlaşılmaktadır. Tapınağın güneyinden ve batısından temellerine kadar yıkılmış yapılara atfedilen moloz tabakası ele geçmiştir. Moloz, tapınak ve stoa ile ilişkilendirilebilecek çok sayıda mimari pişmiş toprak eleman içermektedir. Onarılan temellerde ise yıkılan tapınak ile ilişkilendirilen mimari parçalar bulunmuştur. Ancak molozun içeriği ve buluntuların tarihlenmesi tartışmalıdır ve detaylı şekilde ele almayı gerektirmiştir. Yıkımı takip eden dönemde akropolde kapsamlı inşa faaliyeti başlatıldığı dikkat çekmektedir. Yıkılan Eski Saray yapısı yenilenirken aynı bölgeye yine yönetimle ilişkilendirilen Megaron ve Güneybatı Yapısı inşa edilmiştir. Aynı dönemde güçlü sur duvarları ile tahkim edilen akropol, şehir alanlarından yalıtılmıştır. Yıkımın sebep olduğu moloz ise tapınağın çevre düzenlemeleri için bir dolgu niteliğinde kullanılmıştır. Tapınağın güneyine sunağa doğru yükselen bir rampa inşa edilirken, temenosun diğer kısımları döşeme levhaları ile kaplanmıştır. Tüm bu düzenlemeler, kutsal alanı himayesi altına alan Pers yönetimine bağlı güçlü bir tiranın varlığını düşündürmektedir. MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında Atinalılar'ın sebep olduğu bir yıkım tabakasından daha söz edilebilir. Ancak kutsal alandaki yapıların hasar görmediği, yalnızca kutsal alanın doğu ve güneyini çeviren sur duvarlarının temel seviyesine kadar yıkıma uğradığı düşünülmektedir. Bu yıkım faaliyetleri Atina merkezli bir yönetim değişikliği ile açıklanabilir. Kutsal alanın doğusundaki girişin yerine Propylon inşa edilmiştir. Temenosun kuzeyine de kült işlevi sorgulanan ancak kutsal alan ile ilişkili olduğu düşünülen Kuzeydoğu Yapısı yapılmıştır. MÖ 4. yüzyılla birlikte yeniden Pers yönetimine giren yerleşimde yeni surlar ve büyük bir saray yapısının inşa edildiği görülmektedir. Kutsal alanda ise bu dönemde kapsamlı bir inşa faaliyetinden söz edilememektedir. Larisa'nın MÖ 3. yüzyılın başında terkedildiği ve bir daha yerleşim görmediği düşünülmektedir. Çalışmada, mimari yüzey araştırmaları ve yapılan arazi çalışmaları sırasında belgelenen tapınak, sunak ve stoa yapılarından yola çıkılarak kutsal alan değerlendirilmektedir. Tapınak doğu-batı yönünde eğime oturan üç temel kalıntısından oluşur. Temel kalıntılarının işlevleri ve yapının evreleri detaylı şekilde ele alınmıştır. Tartışmalara eşlik etmek ve bazı önerileri irdeleyebilmek üzere restitüsyon denemeleri yapılmıştır. Ayrıca tapınağa atfedilen mimari parçalar ve pişmiş toprak levhaların restitüsyon denemeleri yapılmıştır. Sunağın ana kaya üzerindeki kalıntıları ancak yapının dış sınırlarını belirlemeye olanak sunar. Anıtsal sayılabilecek boyutları, tapınağın doğu cephesine olan yakınlığı ve yönlenmesi tartışılarak öneriler sunulmuştur. Tapınağın kuzeyinde yer alan stoa, güneye açılan, iç içe düzenlenmiş iki Π biçimli temel kalıntısından oluşur. Her iki temel kalıntısının da güney kalıntıları sınırlıdır. Dıştaki temelin kuzey duvarında kare biçimli kaidelerinin oturacağı düzenlemelerin mevcudiyeti, stoanın tipoloji ve evre tartışmalarının temelini oluşturmaktadır. Ayrıca yapı, atfedilen mimari parçalar ve pişmiş toprak levhalar ile yeniden değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, Larisa'daki kutsal alan ile ilgili yapılan çalışmalar, tartışmalar ve görüşlerin bir arada sunulması hedeflenmiştir. Alanın Tunç Çağı mirası ve bağlamı ile ilişkileri yeniden ele alınmıştır. Mimari kalıntıların eksikliğine ve 20. yüzyıl kazılarının getirdiği problemlere karşın, tarihsel olaylar ve yakın yerleşimler ile karşılaştırmalar, kutsal alanın inşa faaliyetleri hakkında daha fazlasını söyleyebilmeyi mümkün kılmıştır. Yöneticilerin önce Lidya sonrasında Pers güçleri ile kurdukları olası ilişkilerin alana yansımaları irdelenmiştir. Özellikle Yunan-Pers savaşları boyunca yönetimdeki dinamiklerin kutsal alana etkisi açık şekilde görülebilmektedir. Alanda yapılan gözlemler ve belgeleme çalışmaları da yapıların yeniden değerlendirilebilmesine fırsat sağlamıştır. Yapıların literatürde tartışmalı kısımları ele alınarak tüm bu değerlendirmelerin ve güncel araştırmaların yeni bakış açıları eşliğinde öneriler sunulabilmiştir.
-
ÖgeLarı̇sa (Buruncuk) antı̇k kentı̇nı̇n yerleşı̇m yapısı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-10-11) Külekçi, Ilgın ; Saner, Nejat Turgut ; 502132104 ; Mimarlık TarihiLarisa (Buruncuk) Batı Anadolu'da antik Aiolis bölgesi içinde yer alan önemli kentlerden biridir. Arkeolojik buluntulara göre yerleşim tarihi Neolitik döneme dayanmakta, en erken mimari kalıntıları ise Erken Tunç Çağı'na tarihlenmektedir. Yerleşim izleri Buruncuk uzantısının neredeyse tamamına yayılmaktadır. Buruncuk'un batı ve doğu ucundaki iki tepe şehrin iki merkezi alanını temsil etmektedir. Batıdaki tepe (Larisa Batı) üzerinde akropol, güneyinde ve kuzeyinde şehir alanları, doğu, güneydoğu ve kuzeydoğusunda geniş bir nekropol; doğudaki tepe (Larisa Doğu) üzerinde kale ve güneydoğusunda yerleşim alanı; iki tepe arasında kalan alanda ise tarım yapıları ve terasları bulunmaktadır. Bugün alanda görülen mimari buluntular ağırlıklı olarak MÖ 7.-4. yüzyıllar arasına tarihlenmektedir. MÖ 3. yüzyılın başından daha geç döneme tarihlenen bir yerleşim izi görülmediğinden şehrin bu dönemde terk edildiği düşünülmekte, ve mevcut buluntularıyla alan Arkaik, geç Arkaik ve Klasik dönemde iskan görmüş bir şehir görüntüsü sunmaktadır. Larisa'da 20. yüzyılın başlarında dört çalışma sezonu boyunca arkeolojik kazı yapılmıştır. Kazı çalışmaları kentin akropolüne odaklanmıştır. Akropolün dışında kısmen nekropolde kazılar ve şehir alanında sondajlar yapılmıştır. Kale ve eteğindeki yerleşim alanı ise kazı çalışması veya detaylı bir mimari belgeleme yapılmadan yalnızca genel plan üzerinde tespit edilmiştir. 2010 yılında Larisa'da Prof. Dr. Turgut Saner'in yürütücülüğünde mimari yüzey araştırmaları başlatılmıştır. Buruncuk uzantısının tamamında sürdürülen araştırmalar akropolün dışındaki alanlarda kentsel ve kırsal işlevlerin çeşitlendiğini ortaya koymuştur. Tez çalışması bu alanlar arasından Larisa Batı'daki güney ve kuzey şehir alanları ile Larisa Doğu'daki yerleşim alanında belgelenen mimari buluntulardan yola çıkarak yerleşim yapısını değerlendirmektedir. Bu çalışma esas olarak dönem aralığı kabaca bilinen bir yerleşimin topografik özelliklerini ve dağınık mimari izlerini değerlendirmeye, ve olabildiği ölçüde tarihsel verilerle birlikte yorumlamaya yöneliktir. Tez çalışmasıyla MÖ 6.-4. yüzyıllar arasında Pers egemenliği altında varlık göstermiş bir yerleşim olarak Larisa bu dönemin özellikle Anadolu bağlamında az bilinen yerleşim modellerine örnek olarak sunulmaktadır. Larisa bulunduğu konum itibariyle bölge içinde stratejik bir noktayı temsil etmektedir. Üzerinde bulunduğu verimli Gediz Ovası'nın sunduğu tarım kaynakları buradaki yaşamı sürdürülebilir kılmış, Gediz Nehri'nin açtığı doğal yol hattı Larisa'nın Ege kıyısına ve iç bölgelere bağlanmasını sağlamıştır. Yerleşimin şekillenmesinde Buruncuk'un topografya koşulları etkili olmuştur. Larisa Batı ve Doğu tepelerinin kayalık zirveleri anıtsal surlar için zemin oluşturmuş ve sınırlarını belirlemiştir. Tepelerin farklı bölgelerinde yoğunlaşan kayalık alanlar taş ocakları olarak kullanılmış, buradan yapı malzemesi temin edilmiştir. Her iki tepenin güney ve güneydoğu yamaçları diğer yönlere göre daha az eğimli, ve rüzgar, güneş gibi doğal faktörler açısından avantajlı olduğundan yerleşim alanlarına ayrılmıştır.
-
ÖgeManisa'da beylikler ve Osmanlı dönemi yapılarında devşirme malzeme (Spolia) kullanımı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-09-21) Aktur, Hilal ; Ağır, Aygül ; 502102140 ; Mimarlık TarihiAnadolu'daki Türk-İslâm kentleri Antik, Roma ve Bizans dönemlerinden beri sürekliliğini koruyan yerleşim bölgelerinin olduğu yerlere ya da yakınlarına kurulmuştur. Bu yerleşimlerin üzerine kurulan Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi kentlerindeki yapıların mimarilerinde yoğun olarak önceki dönemlere ait yapı malzemelerinin kullanıldığı görülmektedir. Yeniden kullanılan bu mimari malzemeler, devşirme malzeme "spolia" olarak adlandırılmaktadır. Devşirmenin mimarideki en genel tanımı, daha önce başka bir yapıda kullanılmış mimari malzemenin aynı ya da farklı bir işlev ile yeniden kullanılmasıdır. Saruhanoğulları'nın başkenti ve Osmanlı şehzadelerinin ikamet yeri olan Manisa devşirme malzeme spolia kullanımının değerlendirilmesi için bu tez çalışmasının konusu olarak belirlenmiştir. Manisa'nın bu çalışma için araştırma bölgesi olarak seçilmesindeki etkenler arasında, Manisa'nın çok katmanlı kültür ve mimari ortamını yansıtan Beylikler ve Osmanlı dönemi yapılarındaki yoğun devşirme malzeme kullanımının tespit edilmesi, Batı Anadolu'da devşirme malzeme odaklı ve Saruhanoğulları Beyliği mimarisi üzerine yeterli çalışmanın yapılmamış olması yer almaktadır. Manisa'nın Türk Dönemi, Saruhan Bey'in 14. yüzyılın başında Magnesia'yı Bizans İmparatorluğu'ndan alarak Saruhanoğulları Beyliği'nin başkenti yapmasıyla başlamıştır. Manisa, Saruhanoğulları Beyliği'nin mimari örneklerinin günümüze kadar gelebildiği nadir yerleşimlerdendir. Bölge, 15. yüzyılın başında Osmanoğulları Beyliği'nin egemenliği altına girmiştir. Osmanlı hâkimiyetine geçmesiyle Manisa, gözde şehzadenin ikamet yeri olmuştur. Cumhuriyet'in ilanına kadar Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde kalan Manisa ve çevresi, Kurtuluş Savaşı yıllarında kısa bir süre Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Manisa'nın Antik, Roma ve Bizans dönemlerine ait mimari eserler günümüze ulaşmamıştır. Manisa'nın Türk Dönemi öncesine ait yapı stoğuna ilişkin bilgilere Saruhanoğulları ve Osmanlı dönemi yapılarındaki yeniden kullanımlar ışık tutmaktadır. Türk öncesi dönemlere ait mimari malzemelerin devşirilerek kullanılması Antik, Roma ve Bizans dönemlerine ait mimari elemanların günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Manisa'nın Beylikler Dönemi Saruhanoğulları Beyliği, Manisa ilçelerinde ise Saruhanoğulları ile birlikte Germiyanoğulları ve Aydınoğulları beyliklerine ait mimari eserlerle Osmanlı Dönemi mimari eserleri tez kapsamında incelenmiştir. Yapılardaki devşirme malzeme tespitine paralel olarak literatür araştırması yapılmış; yapıların tarihleri ile ilgili bilgilere ulaşılmıştır. Bununla birlikte yapıların –mevcut ise- vakfiyelerinin incelenmesi ve geçirdikleri onarım süreçlerinin tespit edilmesi için T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde araştırma yapılmıştır. Bu arşivde yer alan teknik doküman ve fotoğrafların incelenmesi yapılarda inceleme yapılan dönemde tespit edilemeyen devşirmelerin belirlenmesi açısından da önem arz etmektedir. Manisa ve ilçelerinde Beylikler ve Osmanlı dönemi yapılarında tespit edilen devşirme malzemelerin nerede, nasıl ve neden kullanıldığının değerlendirilebilmesinde, benzerliklerin ortaya konabilmesi ve mimarlık çerçevesinde devşirme malzeme "spolia" tanımının yapılabilmesi için Roma, Bizans, İslâm, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerindeki devşirme malzeme kullanımı örneklerine tezde yer verilmiştir.
-
ÖgeMimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde mimari bir öğe olarak galerilerin kullanımı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-04-18) Akyüz, Umut ; Kolay, Fatma İlknur ; 502072105 ; Mimarlık TarihiMimar Sinan'ın eserleriyle ilgili çok sayıda araştırma ve akademik çalışmaların yapılmasına karşılık inşa ettiği camilerinde özel olarak tasarlanmış yapı elemanlarından olan galeriler kapsamlı biçimde incelenmemiştir. Bu nedenle Mimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde yer alan galeriler mimari özelliklerine göre tez kapsamında incelenmiş ve çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Galerilerin Mimar Sinan tarafından mimari bir öğe olarak kullanılmasındaki başarının açıklanmasına, özellikle de mimari özellikleri, tasarımları, kullanılan geleneksel yapı elemanları ve teknikleriyle farklılıklarının ortaya konulmasına çalışılmıştır. Mimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde çeşitli plan şemaları denenmiş, merkezi mekân anlayışına göre birbirinden farklı iç mekân tasarımları yapılmış, başarılı strüktür sistemleri kullanılmış, özgün cephe ve kütle biçimlenmeleri oluşturulmuştur. Bu yapılar birbirlerinin tekrarı olmamakla beraber tasarımlarına ve yapısal özelliklerine göre incelendiğinde kendi içlerinde ortak bir karakter göstermektedir. Mimar Sinan'ın İstanbul camilerindeki önemli yapı öğelerinin arasında yer alan galeriler ise iç mekan tasarımlarının çeşitlenmesinde, farklı plan şemaları oluşturmada, cephe ve kütle biçimlenmesinde, kütlede strüktürden kaynaklı bazı görsel sorunların çözümünde kullanılmıştır. Camilerin genel tasarımda da etkin biçimde kullanılan galeriler aynı zamanda Mimar Sinan'ın tasarım yeteneğini ve mimari becerisini üst düzeyde gösterdiği unsurlar arasındadır. Tez kapsamında Mimar Sinan'ın camilerden İstanbul'da yer alan ve özgünlüğü büyük ölçüde korunmuş galerileri bulunan 13 adet cami tespit edilmiştir. Galeriler, belirlenen camilerin iç ya da dış mekânında konumlanmalarına göre sınıflandırılmış, rölöveler ve fotoğrafların da yer aldığı bir katalog oluşturulmuştur. Hazırlanan katalogda incelenen her bir cami başlıca mimari özellikleriyle tekil olarak ele alınmış ve bu yapılarda yer alan galerilerin türleri, bulundukları duvarlar, süreklilikleri, caminin taşıyıcı sistemi ile ilişkilendirilmesi, girişleri ve kapladıkları alanlarıyla ilgili bilgiler verilmiştir. Katalogda ayrıca iç mekan planlaması ve merkezi mekan anlayışına göre galerilerle ilgili değerlendirilmeler yapılmıştır. Bu çalışmalar sonrasında galerilerin mimari ve yapısal özelliklerine ilişkin incelemeler ve analizler yapılarak bazı tipolojiler oluşturulmuştur. Yapılan çeşitli incelemeler ve değerlendirmeler sonucunda elde edilen veriler tez içerisinde altı bölümde ele alınmıştır. Giriş bölümünde çalışmanın amacı, kapsamı, yöntemi tanımlanmış ve kullanılan kaynaklar açıklanmıştır. Mimar Sinan Dönemi camilerinde yer alan galerilerle ilgili daha önceki akademik çalışmaların değerlendirilmesi ise literatür araştırması başlığı altında ele alınmıştır. İncelenen camilerde galerilerle ilgili doğru kavramsal tanımlamalar yapılmasının gerekliliği vurgulanmıştır. İkinci bölümde Mimar Sinan öncesindeki bazı mimari dönemler içinde yer alan, 16. yüzyıl Osmanlı toprakları içinde ve yakın bölgelerde konumlanan yapılardaki galeri kullanımı incelenmiştir. İbadet işlevi taşıyan yapılar ağırlıklı olarak incelenmiş, Mimar Sinan'ın galeri kullanımında önceki mimari dönemlerin etkilerinin, kendisinin yaptığı yenilikler ve farklılıkların ortaya konulması amaçlanmıştır. Üçüncü bölümde Mimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinden galerisi olan 13 adet yapı çeşitli mimari özelliklerine göre kapsamlı biçimde incelenmiştir. Bu camilerdeki galeriler türlerine, bulundukları duvarlara, sürekliliklerine, caminin taşıyıcı sistemi ile ilişkilendirilmesine, girişlerine, iç mekan planlaması ve merkezi mekan anlayışına, yapı elemanlarına, kapladıkları alanlara, işlevlerine, tasarım özelliklerine ve görsel olarak mimariye etkilerine göre ele alınmıştır. Yapılan incelemeler sonucunda elde edilen temel bilgilere kataloglarda da yer verilmiştir. Dördüncü bölümde Mimar Sinan Dönemi'nde İstanbul dışındaki camilerde yer alan galeriler incelenerek İstanbul'daki benzer örneklerle karşılaştırılmış, kapsamlı ve bütüncül bir çalışmayla galeri kullanımındaki genel özellikler saptanmıştır. Beşinci bölümde önceki kısımlarda yer alan tüm incelemelere göre Mimar Sinan'ın İstanbul camilerindeki galeri uygulamalarının genel bir değerlendirmesi yapılmıştır. Yapım tarihleri birbirlerine yakın olan bazı camilerdeki galerilerin benzer mimari özellikler gösterdiği tespit edilmiştir. Galeri uygulamalarında kendi içerisinde dört döneme ayrılan kronolojik bir gelişim ya da değişim süreci ortaya çıkarılmıştır. Altıncı bölümde galerilerle ilgili tüm incelemeler ve değerlendirmeler sonucunda elde edilen temel bulgulara yer verilmiştir. Tez kapsamında yapılan çalışmalardan sağlanan veriler doğrultusunda ortaya çıkan sonuçlar açıklanmıştır. Bu çalışma sonucunda Mimar Sinan Dönemi Mimarisi'nde çok araştırılmamış bir konu olan galeriler çeşitli yönleriyle incelenmiş, galerilerin mimariye ve tasarıma etkileri açıklanmıştır. Mimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde galerilere özel bir önem verdiği ve galerileri mimari bir öğe olarak başarıyla kullandığı tespit edilmiştir. Galerilerin farklı plan, mekân ve kütle tasarımları oluşturmada etkin olarak kullanıldığı, yer aldıkları camilerin genel tasarım ve taşıyıcı sistemleriyle yoğun ilişkileri olduğu sonucuna varılmıştır. Mimar Sinan'ın kendinden önceki dönemlerdeki örneklerden farklılaşan galeri tasarımları yaptığı, bu tasarımlarla cami mimarisine bir yenilik kazandırdığı ve galeri kullanımında kendine özgü bir üslup oluşturduğu saptanmıştır. Galeriler hem bütüncül olarak, hem de yapı detaylarına göre ele alındığında Mimar Sinan'ın galeri kullanımında sürekli bir yenilik elde etme çabası içerisinde olduğu anlaşılmıştır. Buna karşılık yapım tarihleri birbirlerine yakın olan camilerindeki galerilerin mimari özelliklerine göre bazı benzerlikler gösterdiği saptanmış, galeri uygulamalarında kendi içerisinde dört döneme ayrılan kronolojik bir gelişim ya da değişim sürecinin bulunduğu tespit edilmiştir. İşlevleriyle ilgili olarak yapılan araştırmalar sonucunda galerilerin kadınlar için yapılmadığı tespit edilmiş ve bu mimari öğeleri kadınlar mahfili olarak değerlendirmenin yanlış olduğu ortaya konmuştur. Galerilerin tasarımında bazı işlevler göz önünde tutulmuş olsa bile mimari kaygının işlevin önünde yer aldığı saptanmıştır. Mimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde iç ve dış mekân galerilerini daha çok mimari öğeler olarak üst düzey tasarımları elde etmede bir araç olarak kullandığı anlaşılmıştır. Mimar Sinan galerileri etkin bir biçimde kullanarak cami mimarisine yeni bir üslup katmış ve bu üslup kendi döneminde genel olarak kabul görmüştür. Bu kabul sonucunda ise İstanbul dışında da çok sayıda galerili cami yapılmış ve İstanbul'da cami mimarisine getirilen yeni üslup ya da beğeni İstanbul dışına taşınmıştır. Mimar Sinan'ın Edirne Selimiye Camisi haricindeki İstanbul dışındaki camilerindeki galerilerin genel olarak İstanbul'daki örneklere göre biçim ve tasarım özelliklerinin daha sade olduğu saptanmıştır. Yapılan tüm çalışmalar sonucunda ise Mimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde yer alan galerileri mimari bir öğe olarak kullanmadaki yeteneği ve bu galerilerin daha önce ortaya konmamış çeşitli özellikleri açığa çıkarılmıştır.
-
ÖgeOsmanlı estetizmi ve Aşiyan(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-04) Demirgüç, Ufuk ; Kuban Tokgöz, Zeynep ; 502092110 ; Mimarlık TarihiBu tez, Osmanlı modernleşmesinin edebiyattaki öncü isimlerinden Tevfik Fikret'in (1867-1915) kendisinin tasarladığı, tamamlandığı 1906 yılından 1915'e kadar ailesi ile yaşadığı ve Aşiyan olarak adlandırdığı evi üzerinedir. Tevfik Fikret'in evi üzerine yapılan inceleme, evin kendisi hakkında bilgi üretirken yüzyıl dönümü Osmanlı kültürel seçkinlerinin yeni yaşam ortamı arayışlarındaki yönelişler ile son dönem Osmanlı toplumunun ev kavrayışındaki değişimin bir yönü araştırılmaktadır. Tevfik Fikret, edebiyatı ve kendisi hakkında çok çalışma yapılmış ve hala yapılan edebiyatçılardan birisidir. Tevfik Fikret'in evi hakkında yapılmış ayrıntılı bir çalışma ise bulunmamaktadır. Doktora çalışmasında, Fikret'in evi, mevcut durumu, eşyaları, Fikret zamanında çekilmiş az sayıdaki fotoğraf ve onun hakkındaki anılar desteğiyle tarihsel bağlam ile kültürel referansları dikkate alınarak disiplinlerarası bir yaklaşımla değerlendirilmektedir. Aşiyan, İstanbul kent merkezinden uzak bir yerde; Rumelihisarı, Kayalar mevkiinde Boğaziçi ve Anadolu kıyılarına hâkim bir yamaç üzerinde inşa edilmiştir. İnşaatı 1905'te başlamış ve 1906'da tamamlanmıştır. Eve, Fikret'in ölümünden sonra bazı kısımlarını kiraya vermek üzere eşi Nazime Hanım tarafından ekler yaptırılmıştır. Tevfik Fikret'in yaşadığı dönemde çekilmiş az sayıdaki fotoğraf ve evdeki bazı izler yapıdaki değişikliklerin kısmen görülebilmesine imkân vermektedir. Ev, 1945 yılında müzeye dönüştürülmüştür. Aşiyan, kâgir bodrum kat üzerinde iki katı ahşap olan üç katlı bir evdir. Bahçedeki eğim, evin oturduğu alanda düzenlenmiş ve eğimi kesen bir istinat duvarı ile evin düz bir zemine oturması sağlanmıştır. Bodrum katta servis mekânları ve yemek salonu bulunur. Zemin katta şairin edebi toplantılarına ev sahipliği yapan salon, günlük bir oturma odası ve merdiven holünün arka kısmında diğer odalar yer alır. Üst katta yatak odası ve Fikret'in çalışma odası yer alır. Salon ve çalışma odasının mekân kurgusu Arts and Crafts (Sanatlar ve Zanaatlar) mimarlığından izler taşır. Fikret, bu mekânları kendi yaşam deneyimine uygun biçimde tasarlamıştır. Evin cephelerinde yine İngiltere kökenli mimari unsurlar yer almaktadır. Bahçe kapısından girildiğinde karşılaşılan büyük taş duvar evin dikkat çekici unsurudur. Taş duvar, Fikret'in "Sokrates Penceresi" olarak adlandırdığı pencerenin çevresindeki taşlar ile birleşerek onun yer ile ilişkisini güçlendirir. Doğal nitelikleri korunarak düzenlenmiş bahçede yerindeki bir kaya çevresine yapılmış havuz ve bahçedeki taş mobilyalar Fikret'in kayalara duyduğu ilginin işaretleri olduğu kadar evin ve bahçenin bütünlüklü algılanmasına destek olurlar. Evin mekân kurgusu ve cephelerindeki unsurlarda İngiltere kökenli hareketlerin izler görülürken bunlar Fikret'in yaşam dünyası hakkında da bilgi vermektedir. Fikret'in ev eşyalarında ise İngiltere kökenli Estetik Hareket'in izleri görülür. İngiltere'de 19. yüzyılda toplumsal dönüşümlerle beraber davranış biçimleri, kıyafetten konuta ve tasarıma, tefrişten kentsel düzenlemeye uzanan bir alanda yerel ve gelenekselden uzaklaşan, yeni yaşam biçimlerine kendini açan orta sınıf seçkinleri, Romantizm doğrultusunda edebi bir tavır olarak başlayan Estetizm'i, fiziksel görünürlüğü olan bir "Hareket"e dönüştürmüşlerdir. İngiltere'de 19. yüzyılın ikinci yarısında, hemen hemen eş zamanlı gelişen Estetik Hareket ve Arts and Crafts akımlarının en önemli katkıları içmekâna ve dekoratif sanatlara olan etkidir. Edebiyat, resim, heykel gibi güzel sanatlardan içmekân tasarımı, gündelik yaşamın nesnelerine kadar etki eden bu değişimler, endüstri devrimi sonrasında ortaya çıkan üst ve orta sınıflar için yeni yaşam biçimleri getirmiştir. Özellikle sanatçıların evleri ve yaşam biçimleri orta sınıfın estetik beğenisi üzerinde etkili olmuştur. 1896-1901 arasında Tevfik Fikret'in yayın yönetmenliğini üstlendiği dönemde Servet-i Fünûn dergisi çevresinde toplanan edebiyatçılar, edebi başlangıcı Fransa'da olan Estetizm'in temel sloganı haline dönüşmüş "Sanat, sanat içindir" görüşünü desteklemiştir. Şiiri "lisân-ı rûh" kabul ettiğini söyleyen Fikret için ev kavramı, yaşanılan mekânın ötesine işaret eder. Ev, Fikret için, deneyimleri, kişiliği ve dünya algısı ile bütünleşen şiirsel imgelerle yüklüdür. Aşiyan, bu şiirsel imgelerin fiziki tezahürüdür. Evinin şiirselliği imgelerle tasarlamasından kaynaklanır. Evinin tasarımını üstlenen şair, mimari unsurların işlevlerinin ötesinde onların anlam yüklenmesini sağlar, imgelerini mimarlığa taşır. Geleneksel konut niteliklerinden uzaklaşan yapısıyla Aşiyan, modernleşen Osmanlı'daki konut örneklerinden birini sergilediği gibi modernleşen toplumdaki bir modernleştirici aktörün kendi seçimlerini yansıtması açısından da dikkate değer veriler sunmaktadır. Fikret'in bütüncül sanatçı kişiliğini anlamak açısından kendisinin tasarladığı, tefriş ettiği evi ona dair portreyi tamamlar niteliktedir. Edebiyattaki modernleşmeye katkısı evinin mimarisinde de kendini gösterir. Batılı unsurları ve kendi yaşam dünyasını estetik bir duyarlılıkla olağan bir şekilde birleştirmiş olması onun Osmanlı Estetizmi'nin bir aktörü olarak tanımlanmasına imkân verir. Aşiyan, mimarisi, mekân organizasyonu, dekorasyonu, eşyaları ve bahçesi ile bir bütün olarak Osmanlı modernleşmesinin bir yönünü ortaya koymakta ve yüzyıl dönümü İstanbulu'nda Osmanlı Estetizmi'nin mimari bir örneğini sergilemektedir. "Osmanlı Estetizmi ve Aşiyan" başlığını taşıyan tez ile biri diğerini kapsayan iki konuda sonuçlara ulaşılmıştır. İlk sonuç, Fikret'in edebiyat alanındaki modernleştirici etkileri ile kendi tasarladığı evi Aşiyan'ın bir bütün olarak görülmesine imkân yaratma çabasıdır. Aşiyan, fiziki bir varlık olarak Fikret'teki estetizmi ortaya koymakta ve yüzyıl dönümü kültürel seçkinlerinin yaşam ortamlarındaki değişime bir örnek sergilemektedir. İkinci sonuç ise Osmanlı modernleşmesi içerisindeki bir yaklaşıma, "Osmanlı Estetizmi"nin tanımlanmasına olan katkıdır. Aşiyan, henüz tekil bir örnek olarak dursa da hem sahibinin kimliği hem de evin ve bahçenin tasarımındaki nitelikler, iç mekân ve ev eşyalarındaki seçimler ile Osmanlı Estetizmi'nin görünürlüğüne güçlü bir katkı sağlamıştır.
-
ÖgePergamon'daki sekizgen yapı ve kent gelişim tarihi bağlamındaki yeri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-05) Altay Tezer, Seçil ; Saner, Turgut ; Pirson, Felix J. ; 502142103 ; Mimarlık TarihiTezin konu aldığı çalışma, arşivlerdeki belgeleri ortaya çıkararak, Sekizgen Yapı'nın aslında daha önce keşfedildiğini ve çok geçmeden unutulduğunu ortaya çıkarmıştır. Yapıya ilişkin az sayıda yazılı ifade ve mimari çizimlerin bir bölümü arşivlerde korunmuştur. En sonunda, bu tezin ön çalışması olarak 2013'te yeniden 'keşfedilen' Sekizgen Yapı, tekrar belgelenerek güncel dijital Pergamon haritasında yerini almıştır. Korunmuş kalıntılarının tamamı, -kendisinden çok daha genç- tarihî bir konut dokusu altında kalmış olan Sekizgen Yapı'dan günümüze alt yapısının büyük bölümü ve üst yapısının olduğunu kanıtlayan çok küçük bir kalıntı ulaşmıştır. Üst yapıya dair tespit edilen kalıntı, yalnızca üst yapının dış kontürüne dair varsayımsal bir ipucu verir. Malzeme ve yapım tekniğine dair ayrıntılı gözlemler, Sekizgen Yapı'nın Roma İmparatorluk dönemine tarihlendirilebileceği noktasında buluşur. Bu savı güçlendirmek üzere analojik bir yaklaşım izlenmiş ve yapım tekniği ile plan tipolojisi bağlamlarında, tercihen yakın coğrafyadan seçilen örneklerle karşılaştırmaya gidilmiştir. Sekizgen Yapı'nın inşasından günümüze gelene kadar geçirmiş olabileceği dönüşüm, ve bu dönüşümün Pergamon-Bergama tarihi ve kentsel gelişimi bağlamındaki analizi, bu tezin son konusudur. Bu değerlendirme ile Sekizgen Yapı'nın bütüncül bir biyografisi çıkarılmıştır.
-
ÖgeSedad Hakkı Eldem'in çeşitlenen mimarlığını yumak metaforu bağlamında okumak: Alternatif bir anlatının ilk sarmalları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-30) Tekin, Ömer Faruk ; Gül, Murat ; 502162102 ; Mimarlık TarihiSedad Hakkı Eldem, 1930'ların başında başlayan ve ömrünün sonuna dek sürdürdüğü verimli meslek kariyeri boyunca kimisi inşa edilmemiş çok sayıda yapı tasarlamış, çeşitli ölçeklerdeki sivil mimari örneklerini belgeleyerek kitaplar halinde yayınlamış ve mimarlık üzerine düşüncelerini içeren bazı metinler yazmıştır. Bunun yanı sıra 1930 yılı öncesindeki çocukluk ve gençlik yıllarında tuttuğu defterlere sayısız çizim yapmış ve kimisi günlük biçiminde çok sayıda not almıştır. Daha önce çok az bir kısmının yayınlandığı bu çizim ve notlarla birlikte Eldem'in meslek yaşamına ait fotoğraf, proje, yazışma, mekup, çizim vs içeren binlerce evrakın bir bölümü, ilk kez 2008 ve 2009 yıllarındaki sergi ve kitap çalışmaları kapsamında taranarak sergilenmiş ve ilerleyen yıllarda da erişime açılmıştır. Sedad Hakkı Eldem'in kişiliğiyle birlikte alabildiğine çeşitlilik içeren tüm bu notlar, çizimler, projeler, defterler, evraklar Eldem mimarlığının bütününü oluşturmaktadırlar. Günümüze değin Sedad Hakkı Eldem ve mimarlığı, çeşitli yönleriyle ele alınarak tezler, sempozyumlar, kitaplar, makaleler ve söyleşilerle zengin bir literatür oluşturulmuş ancak bu literatür genellikle onun 1930 yılı sonrası üretimlerine odaklanmıştır. Bununla birlikte görece az sayıda olsa da Eldem'in çocukluk ve gençlik dönemi üretimlerini merkeze alan çalışmalara da rastlanılmakla ancak tez literatüründe bu üretimler üzerine bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma özellikle tez literatüründeki bu boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Bu hedefle ilişkili olarak, bu üretimleri ve bu üretimlere değinen çalışmaları ele alarak, Eldem'in çocukluk ve gençlik dönemi çalışmalarının Eldem literatürünü zenginleştirme yönündeki potansiyeline dikkat çekmek çalışmanın ikincil hedefi olarak belirlenmiştir. Çalışmanın nihai amacı ise, Eldem mimarlığının hayat öyküsüyle birlikte süreklilik arz eden bir bütün olduğunu söyleyerek bu süreklilikleri ve Eldem mimarlığının oluşumundaki etkilenme güzergahlarını ortaya çıkaran alternatif bir Eldem mimarlığı anlatısı kurgulamaktır. Bu amaçla Carlo Emilio Gadda'nın bir romanında geçen yumak metaforu ve Italo Calvino'nun bu metafor üzerine yorumlarını kullanarak bir anlatı kurgusu oluşturulmuş ve Eldem mimarlığı bir yumak olarak ele alınmıştır. Çalışmanın kapsamı ve sınırları dolayısıyla bu yumak kurgusunu, Sedad Hakkı Eldem'in çocukluk ve gençlik döneminde tuttuğu defterlerde bulunan sayısız çizim ve notlar ve bu döneme ait hatıralarıyla birlikte 1985 ve 1986 yıllarında yapılan ancak oldukça geç bir tarihte, 2014'te kitap şeklinde yayınlanan söyleşiler üzerinden oluşturur. Eldem'in mimarlık hakkındaki düşüncelerinin, yapıları üzerine söylemlerinin ve anılarının yer aldığı ve Eldem literatüründe yeteri kadar referans verilmemiş bu kitap, bu tez çalışmasında kullanılacak özgün veriler sağlamaktadır. Tez çalışması belirli bir döneme ve üretimlere odaklansa da yumağı hissettirecek biçimde çeşitli zamansal ve mekânsal sıçramalarla, bu üretimleri Eldem'in çeşitli projeleriyle ilişkilendirir. Yumak kurgusu, meslek yaşamındaki üretkenliği ve üretimlerindeki çeşitliliği Eldem'in çocukluk yıllarından itibaren sürdürdüğünü ve bu süreklilik içerisinde giderek rafineleşen bir yorumlama pratiği geliştirerek ve çocukluktan itibaren geleneksel olanı çağdaş bir biçimde yorumlama gayreti içerisinde olduğunu ortaya çıkarır. Çalışma, çok boyutlu bir yumak olarak ele aldığı Eldem mimarlığını, yine başka bir çok boyutluluk sergilediğini söylediği eleştirel bölgeselcilik kuramı üzerinden çözmeden, olağan çokluğu içerisine yerleştirmeye çalışarak alternatif bir okuma denemesi yapar. 1980'lerde ortaya atılan ancak temelleri 1920'lere uzanan tartışmalarla atılan bu kuramın tartışageldiği bölgeselcilik, modernizm, yerellik, evrensellik gibi olguların, Eldem'in yazıları ve yapılarıyla örtüşen ve ayrışan noktalarına kuramın söylemi ve altmetni bağlamında değinir. Çalışmanın kendisine çizdiği tarihsel sınırlar çerçevesinde ele aldığı bu iki olguyla, Eldem mimarlığının, bu kuramın geleneksel olanın taklide ve yersizleştirici modernizme düşülmeden güncel bir biçimde yeniden üretilmesi yönündeki söylemiyle örtüştüğü ancak tarihsel olanın muhafaza edilmesi noktasında ayrıştığını ifade eder. Bu çalışma boyunca defterler üzerindeki odakla, bir yandan Eldem mimarlığının oluşumundaki temel etkilenme güzergahları açığa çıkarılırken diğer yandan da literatürde henüz yeteri kadar ilgi görmemiş Eldem'in çocukluk ve gençlik dönemi üretimlerini yeniden gündeme getirilir. Bunun yanı sıra eleştirel bölgeselcilik kuramı üzerine Türkçe literatürün zenginleştirilmesi ve bu kuramın Eldem'in üretimlerini tartışmada taşıdığı potansiyele değinilmesi gibi bir misyon yüklenilir.
-
ÖgeThe architectural decorations of Ilkhanid period in Iranian and Anatolian geography from selected monuments(Graduate School, 2021-11-11) Soltani, Ghazal ; Ağır, Aygül ; Rezaei, Davood ; 502152101 ; History of ArchitectureIn the 13th century, nomadic steppe tribes who could be regarded as a Mongol family began to move across Asia under the leadership of Genghis Khan. They created a large empire under their government in the regions they became governor as Iran, Anatolia, and the neighborhoods. They also changed the cultural and geographic situations by their attack from the place they started to move to the west of Asia, but they were influenced by the Islamic culture as well in their path like Central Asia toward Iran and Anatolia. The Mongolians who are famous as Ilkhanids were stated in Iran about 1256-1335 (or 1353) and in Anatolia between 1243-1335. When Ilkhanids encountered with Iran and Anatolia's rich culture, they created the works through the architectural activity that obtained and united with their cultures, which the signs of these efforts became observed. During the Ilkhanid period, the branches of art related to decorations become apparent. This thesis involves a selection of architectural works during the Ilkhanid period that are cited in this thesis according to selected monuments from Iran and Anatolia exhibit the traditional methods of local artists/craftspeople who learned from their ancestors. Moreover, there are also sources of some Chinese and European influences, which were combined with traditional approaches of Mongols. The Ilkhanids gave importance to the decorations of architectural works to a high degree; likewise, it is recognizable that they also paid attention to the decoration of manuscripts, such as Great Mongol Shahnama (Book of Kings) and Quran manuscripts. It is possible to discern some similarities in terms of vegetal, geometric, and calligraphic decorations between the manuscripts and architectural decorations work. Although the Ilkhanids were from a nomadic culture, they could build monumental-scale mosques, tombs, madrasas, caravanserais, and palaces in the geographic locations they lived. It can be seen in the richly decorated features of their monuments mainly in terms of stone, brick, stucco, and tile materials. Metal and wood decoration objects are more noticeable in small fine artworks. The architectural works from selected monuments in the thesis are first introduced with their decorative features; there are also tables including the list, the categorization, and the details related to them at the end of the thesis. Regarding the data, by means of historical documents that are originating from Iran, Anatolia, and Central Asia prepared the sources in the Ilkhanids manuscripts, and the motifs, along with the evaluation notes of the author for the architectural, historical, cultural, and political backgrounds. In addition to a literature review, maps and notes of travelers were also consulted. The method section analyzes the criteria of the monuments. The highly representative monumental samples from Iran and Anatolia by considering the balanced selection of monuments in these two regions (Iran and Anatolia) were chosen. This thesis evaluates the analysis through patterns of decorations, materials, and even their architectural locations. The decorations observed in the mosque, madrasa, and tomb monuments are grouped as vegetal, geometrical, calligraphic, figural, and stylized patterns. The architectural decoration with considering their materials are discussed in terms of their similarities inside the existing monuments and their references to historical decorative designs. The analyses (drawing) of some of the geometric patterns by the author are observable too. At the end of each section of the thesis, there are short summaries. The total result of the thesis was done by summarized section's evaluation together. In the evaluation and conclusion parts of the thesis, the reasons that led to the formation of the decorations of the Ilkhanid period in the 13th and 14th centuries with considering the questions of introduction were emphasized by following an analytical and comparative path. As the result of the thesis information about the decorative patterns/designs, materials, types of the monuments, and the artisan's information, the employment of traditional materials and the decorations schemes are believed to be continued during the Ilkhanids period. The influence of the Seljuk period in the decoration schemes of the Ilkhanids architectural works is obvious. However, there is also the connection with the Pre-Islamic decoration. Totally, it results about the decorations in the monumental structures such as mosques, madrasas, and tombs reflect the time they were built.