LEE- Mimarlık Tarihi-Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 12
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Akropolü'nü çevreleyen geç arkaik surlar(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-26)Günümüz Buruncuk mahallesi sınırlarındaki Larisa, Batı Anadolu'nun önemli antik yerleşimlerinden biridir. Prehistorik dönemlerden izler taşımakla birlikte MÖ 7.-4. yüzyıllara yoğunlaşan kalıntılarıyla Aiolis bölgesinin Arkaik-Erken Hellenistik kültürüne önemli veriler sunmaktadır. 20. yüzyılın başında İsveç-Alman ortaklığında yürütülmüş kazıların sonuçları 1940'lı yıllarda mimari, pişmiş toprak levhalar ve küçük buluntulara odaklanan yayınlarla literatüre kazandırılmıştır. Prof. Dr. Turgut SANER (İTÜ) başkanlığında 2010 yılında başlatılan mimari odaklı yüzey araştırmasıyla cevaplanmayı bekleyen sorular yeniden ele alınmıştır. Kentin batısına odaklanmış kazıların ötesinde, bu araştırmada yerleşimin tüm bileşenleriyle beraber bütüncül bir peyzajı ortaya çıkarılmıştır. Larisa Batı, akropol, ön kale ve yerleşim dokusuyla yönetici ve elit kesimin yaşadığı bir çevre izlenimi sunmaktadır. Larisa Doğu ise korunaklı kalesi ve güney yamaç teraslarındaki konut birimleriyle üreten sınıf ya da askeri amaca hizmet eden bir mahalle görünümündedir. İki alan ise birbirine çok sayıda tümülüsün konumlandığı nekropol ve yapılarla bütünlük kazanan tarım teraslarıyla bağlanmaktadır. Kazı ekibince akropol olarak tanımlandırılan alan deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikte yer almaktadır; temenosu ve saray yapılarıyla yöneticinin özel mülkü görünümündedir. Geç Arkaik-Erken Klasik Devirlerde kulelerle desteklenen bir sur hattıyla çevrilmiştir. Bu tez çalışmasında 20. yüzyılın ilk yarısındaki metodolojilerle okunmuş bu tahkimatın hikayesi yeniden ele alınmaya çalışılmıştır. Alandaki mevcut kalıntılar geleneksel ve modern teknikler -3D tarama, Drone ile fotoğraflama ve GNSS- eşliğinde belgelenmiştir. Elde edilen veriler 1902, 1932-1934 kazılarının sonuçlarının paylaşıldığı yayınlarla karşılaştırılmıştır. Biçimleniş ve yapım teknikleri yeni tespitlerle yeniden yorumlanmış; öneriler bu tezle literatüre kazandırılmıştır. Akropol suru topografyanın belirleyiciyle bu çalışmada "kuzey" ve "güney" olmak üzere iki ayrı hat olarak ele alınmıştır. Dikdörtgen biçimindeki planlı iki kule -Kule I ve Kule VI- yamaçtaki sur hattının tasarımında iki uç sınırı oluşturmakta ve aynı zamanda hatları birbirine bağlayan birer "düğüm" görevi üstlenmektedir. Günümüze ulaşan kalıntılarda güney hattın biçimlenişi bir bütünlük içinde izlenebilmektedir. Kule I'den doğuya doğru dik bir hat üzerinde uzanan sur duvarı kare planlı Kule III ile sonlanır. Kule III'ün kuzeydoğusunda kırılmalar yaparak dört farklı yönlenme ile akropolün güneydoğu ucuna ilerler. Burada neredeyse dik açılı -yaklaşık 83o- bir köşe oluşturarak kuzeybatıya doğru yönelir; dik bir doğrultu üzerinde ilerleyerek kuzey hattın diğer bir ucunu oluşturan Kule VI'ya ulaşır. Güney ve doğudaki beden duvarları benzer bir kurguda tasarlanmıştır; parçalar orta kısımlarında kare planlı Kule II ve Kule V ile güçlendirilmiştir. Kuzey hattın günümüze ulaşan kısımları arazinin eğimi ve MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda alanda gerçekleştirilmiş inşaat faaliyetlerinden -Yeni Saray ve A Burcu- kaynaklanan tahribat dolayısıyla güney hatta kıyasla daha azdır. Hattın doğudaki başlangıcı Kule VI yüksek bir kaya kütlesinin üzerinde yer alır. Kule VII duvar örgüsü ve biçimlenişiyle farklı bir evreye işaret eder. Beden duvarı kalıntılarına yer yer "Yeni Saray" yapısının içinde rastlanmaya devam edilir. Arazideki izini bu bölümden sonra kaybettiren hat, batıda, Kule VIII, Kule I ve bu iki kulenin arasında konumlanan üç adet odanın tanımladığı güçlendirilmiş tahkimat yapısıyla yeniden belirir. Kule VIII dolaylarında erken tarihli bir tahkimatın burcuna -B8'- ait bir blok dizisi uzanır. Bu burç güneyinde uzanan hafif kavisli bir duvar parçasıyla berber akropolün Orta-Geç Tunç Çağları tahkimatının günümüze ulaşan kalıntılarıdır. Akropole ulaşımın kuzeyden, kıvırılarak yükselen taş döşeli bir yolun sonlandığı bir kapıyla sağlandığını görülmektedir. Kapı, Batı Anadolu'nun Tunç Çağlarından bu yana, Troia VI'da da karşımıza çıkan bindirmeli tiptedir. Yamaç kısmında günümüze ulaşamamış bir kule ile desteklenmiş olmalıdır. Alan MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda yoğun tadilat gördüğünden özgün biçimleniş tam olarak hayal edilememektedir. Seyirdim yerlerine ulaşan merdivenlerin temelleri yalnızca güney hattı boyunca görülmektedir. Beden duvarlarının iç cidarlarından 1 m'lik taşmalarla belirginlik kazanmaktadır; tasarım dış cidarda ise ayna simetriğinde geri çekilmeyle karşılık bulmuştur. Kule II, Kule III ve Kule V'te iç mekana ulaşımı sağlayan kapıların basamak izleri mekan kullanımına dönük kanıtlar sunmaktadır. Arazideki kalıntılar temel ve kaide düzeyindeki kısımlara ait taş bloklardan oluşur. Yapı malzemesi olarak kullanılan kızıl-kahverengi ve mavi-gri tonlarında çeşitlilik gösteren andezit bloklar inşaat alanında yer alan kaya öbekleri ve platonun yamaçları boyunca konumlanan taş ocaklarından temin edilmiştir. Akropol surlarının iç dolgu, temel ve tesviye sırası bloklarında bu pratikle ilişkili 24 noktada tespit edilen kanallar ve kama izleri başta İyonya olmak üzere yakın çevredeki Arkaik Devir taş ocağı örnekleriyle paralellik gösterir. Güçlendirilmiş tahkimat yapısının temellerindeki spolia malzemeler farklı bir uygulamayla evreleşmeye dönük bir işaret sunar. Duvarlar, ana kaya üzerine yerleştirilmiş temeller üzerinde yükselir. Temellerin üzerinde yer yer duvardan 3 - 5 cm öne taşan düzleme sıraları yer alır. Sur duvarlarının yükselen kısımları iki cidarlıdır. Güney sur hattı 2,48 - 2,54 m, kuzey hat ise 2,20 m duvar kalınlığına sahiptir. Cidarların arası büyük taşlar, moloz ve toprak ile doldurulmuştur. Duvar örgüsü kavisli kenarlara sahip çokgen bloklardan oluşur. Literatürde Lesbos biçimli örgü olarak da karşılık bulan bu arkaik örgü, başta Aeolis olmak üzere Kuzeybatı Anadolu'da tanımlı bir koinéye tanıklık eder. Çokgen bloklar yatayda sıralı bir kurguda konumlanmış topografyaya bağlı kalarak tanımlı alanlara ayrılmıştır. Çoğunlukla dikdörtgen bir görünüm sunan bu alanların yatay bantlarla bölümlenmiştir. Kalıntılar Larisalı yapı ustalarının inşaat pratiklerine ilişkin birçok veriyi de barındırır. Kulelerde keski ya da Skeparnon kullanımı ile oluşturulmuş, köşe bantları göze çarpar. Hatıl sıralarına yönelik yerleştirme oyukları ve kenet yuvalarına Kule I, Kule V ve güçlendirilmiş tahkimat yapısının batı duvarında rastlanır. Taşıma ve olası iskele kurulumuna yönelik mahmuzlar da hatıl bloklarının ön yüzeylerinde yer alır. Duvarlar yüzey işçiliği açısından çeşitlilik sergiler. Temeller dış yüzeyleri kaba bırakılmış taşlardan oluşur. Tesviye sıralarının ön yüzeyleri çekiç darbeleriyle düzlenmiştir. Beden duvarlarında murç kullanımıyla "noktalı" bir doku yaratılırken, ustalara serbestlik tanıyan bu vuruşlar yüzeylerde derin oyuklar oluşturmuştur. Hatıl sıraları ise çentikli çerçeveleri ve ince kalem uçlu murçla işlenmiş ayna yüzeyleriyle dekorasyon amaçlı bir uygulamayı işaret eder. Akropol surları biçimlenişi ve sergilediği bu işçilik detaylarıyla çağının ötesinde, "yabancı" bir görünüm sergiler; bu durum literatürde tarihlendirmeye dönük şüpheleri doğurmaktadır. Kazı yayınlarında sur hattıyla ilişkilendirilen konteks malzeme yok denecek kadar azdır. Peşi sıra gerçekleşen yapım faaliyetlerinde ana kayaya kadar inen düzleme çalışmaları günümüz metodolojisinde alanda stratigrafik bir okumayı engellemektedir. Çalışma kapsamında en belirgin seramik buluntuları erken döneme ait siyah tabaka içerisinde tespit edilmiş üç adet gri seramik fragman oluşturur. Kap formları güncel çalışmalardaki Kuzeybatı Anadolu Gri seramiği içerisinde, Orta-Geç Tunç Çağları kronolojisinde bir karşılık bulur. Bu tespit akropolün Geç Tunç Çağında burçlu bir tahkimatla çevrelendiğine yönelik bir kanıt sunar. Bu tahkimat beden duvarları ve burçlarıyla geç arkaik hattın tasarımını etkilemiş gözükmektedir. Geç arkaik surun üzerinde konumlandığı ve kerpiç kalıntılarından adını alan sarı tabaka ise, seramik açısından kuvvetli bir veri sunmaz. Tapınağın güneyindeki rampanın akropol suruyla kurduğu biçimsel ilişki dikkat çekicidir; bir yıkım tabakası olarak tanımlanan dolgu malzemesi MÖ 5. yüzyılla ilişkilendirilir. Bu durum ne yazık ki akropol surları için bir inşaat tarihi belirlemede yeterli değildir. Kule I derz aralığında kazı ekibi tarafından tespit edilmiş bir ok ucu güncel çalışmalardaki MÖ 6. - 5. yüzyılın ilk yarısındaki benzerleriyle hattın kullanım sürecine dönük bir kanıt sunar. Güçlendirilmiş tahkimatın temellerindeki profilli duvar etek profilleri akropoldeki saray yapılarında yaşanan bir yıkım sonrasında inşaat sürecine dahil edilmiştir. Bu durum duvar hattının tek bir seferde oluşturulmadığı, güney hattın inşaatının ardından kuzeyde birtakım düzenlemelere gidildiğini göstermektedir. Larisa'nın bulunduğu konum Demir Çağından Klasik Devir sonuna kadar bölgedeki güçlü, merkezi yönetimlerle kurduğu ilişkinin de kanıtlarını barındırır. Frig medeniyeti kendini metal taklidi gri hamurlu seramik kaplarda gösterir. MÖ 7. yüzyıldan itibaren Lidyalı yaşamın yansımaları Larisa'da gözle görülmeye başlar. Lidya seramiğine refere edilebilen süsleme dili ve renk tercihi aynı zamanda yerel üretim olduğu görülen Doğu Esinli bir seramik grubunun Larisa'da üretildiğini gösterir. Mimaride özellikle taş blokların temin ve işlenme süreçlerinde Lidyalı ve İyonyalı ustaların MÖ 6. yüzyılda beraber çalıştığı Sardis, Ephesos ve Smyrna'daki teknikler Larisa'ya da taşınır. Phokaia'lı ustaların eseri olduğu öne sürülen pişmiş toprak mimari levhalar da dönemin mimari zenginliğini yansıtır. Bu levhalar aynı zamanda Phokaia'dan Sardis'e uzanan hatta bir uğrak yeri olarak Larisa'da ustaların birikimlerini eserleriyle paylaştıklarını gösterir. Bu etkileşim yerel inşaat pratiğini akropol surların ve ardından tüm Larisa'da üst kademelere çıkarır. Yakın çevredeki anıtsal ölçekli yapıların oluşturduğu bölgesel dil, Larisa mimarisine simgesel bir anlam taşımıştır. Geç arkaik surlar Sardis'teki anıtsal teraslar gibi Larisa'nın görünen bir yüzü olmuştur. Tüm bu dönüşümler Larisa'nın gelişim hikayesini tek bir odak ve kültürel kimlik üzerinden oluşturmadığını göstermektedir. Kurulumundan itibaren konumuyla kıyı ve iç kesimler arasında bir köprü olmuştur. Bölgedeki kozmopolit dinamiklerden de faydalanarak, üretimini her daim melezlikler taşıyan, "yerel" kimliğin ağır bastığı bir biçimde geliştirmiştir. Akhamenid egemenliği altındaki inşaatına kesin gözüyle baktığımız bu akropol surları da materyal kültür verileriyle doğrudan desteklenemese de Batı Anadolu kıyılarından Pasargad ve Susa'ya kadar uzanacak bu kollektif üretim ortamının bir sonucu olarak tarihteki yerini almıştır.
-
ÖgeİTÜ mimarlık fakültesi'nin kuruluş yılları ve mimarlık eğitimi (1928-1954)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-03)Bu tez İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarının tarihini anlatmayı ve nasıl bir mimarlık eğitimi sunduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır. Fakülte, 1950'lerin ortalarına kadar Türkiye'de mimarlık eğitimi veren iki kurumdan biri olarak mensupları ve mezunları acılığıyla Türkiye mimarlık ortamının şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. Bu önemine rağmen fakülteyi odağına alan bir çalışma yapılmamıştır. Fakültenin kökenine, kuruluş sürecine ve sunduğu mimarlık eğitimine yer veren sınırlı sayıda çalışma İTÜ tarafından yayınlanmış kurumsal tarihçeler, Türkiye mimarlığını farklı bağlamlarda ele alan çalışmalar, mimar monografileri ve kişisel hatıralardan oluşur. Bu çalışmalar toplu halde değerlendirildiğinde birbiriyle çelişen tarihler ve yorumlar, belirli isimler üzerinden anlatılan olaylar ve varsayımlar içeren, bu nedenle pek çok soru barındıran bir tarih oluşturur. Bu tezde İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kurum ve eğitim tarihi, tekrarlana gelmiş kabuller, yorumlar ve varsayımlardan oluşan anlatı bir kenara bırakılarak, arşiv belgeleri ve döneme tanıklık etmiş kişilerin aktardıklarına yakından bir bakışla yeniden inşa edilmektedir. Tezde fakültenin kuruluş yıllarının 1928'de, mimarlık eğitiminin bir uzmanlık alanı olarak özerkleştiği Yüksek Mühendis Mektebi Mimari ve İnşaat Şubesi'nin oluşturulmasıyla başladığı, 1954'te fakültenin kuruluş kadrosunu oluşturan ve mimarlık eğitimini tayin eden büyük isimlerin, Emin Onat ve Paul Bonatz'ın ayrılışıyla bittiği kabul edilmektedir. Diğer iki önemli isim Clemens Holzmeister ve Gustav Oelsner ise bu tarihten önce fakülteden ayrılmışlardır. 1954 sonrasında eğitimin bu isimlerin yardımcıları olan doçentler ve asistanlar tarafından devralınması fakültenin kurumlaştığına ve kuruluş sürecinin tamamlandığına işaret eder. Fakültenin kuruluş anlatısı 1928-1954 arasında Yüksek Mühendis Mektebi ve Yüksek Mühendis Okulu Tedris Meclisi/Kurulu kayıtları, İTÜ Senato Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi Profesörler Kurulu Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi mensuplarının dosyaları, dönemde çıkarılan kanun teklifleri, kanunlar ve nizamnameler, TBMM tutanakları, Yüksek Mühendis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu ve İTÜ tarafından yayınlanan öğretim kılavuzları, İTÜ Mimarlık Fakültesi arşivinde bulunan öğrenci projeleri, başarı listeleri, ders defterleri, sınav belgeleri, döneme tanıklık edenlerin yazıları, anma konuşmaları, mektupları ve anıları üzerine inşa edilmiştir. İTÜ Mimarlık Fakültesi konu edilen süreçte aktörler tarafından inşa edilen ve sürekli değişen bir yapı, mimarlık eğitimi ise bu yapının oluşturduğu bir ürün olarak kurgulanmıştır. Arşiv belgeleri ve tanıklıklar, bu dönemde kurumun bağlı bulunduğu ve devleti temsil eden Nafıa Vekaleti ve Maarif Vekaleti'nin, çıkarılan kanun ve kararnamelerin, eğitimin yönetimi için oluşturulmuş kurum içi yapıların, mimarlık eğitiminin aktarıcıları olan kurum mensuplarının ve eğitimin gerçekleştiği binaların fakülteyi ve eğitimi şekillendiren aktörler olduğunu gösterir. Bu aktörlerin hepsi zaman içerisinde değişen, kimi zaman birbiriyle uzlaşan ya da çatışan, farklı güçte ve nitelikte etkilere sahiptir. Aktörlerin, memleketin inşasında görev alacak mimarı yetiştirmek gibi ortaklaşan amaçlarından ya da "milli mimari"yi yaratmak gibi tekil etkilerinden söz etmek mümkündür. Tezde mimarlık eğitiminin niteliğini belirlemek amacıyla öncelikle mimarlık eğitiminin betimlenmesi yapılmaktadır. Kurum tarafından üretilen arşiv belgeleri ve yayınlar aracılığıyla mimarlık eğitiminin omurgasını oluşturan program ve zaman içerisindeki değişimi anlatılmaktadır. Öğretim üyelerinin geriye az sayıda yazılı belge bırakması ve öğrencilerin üretimlerinin çoğunun arşivlenmemiş olması nedeniyle eğitim sürecine ve içeriğine dair bilgiler dönemde öğrenci olmuş kişilerin anlatımlarıyla şekillenir. Buna göre mimarlık eğitiminde ağırlığı oluşturan dersler, bu derslerde öğretim üyelerinin yaklaşımları, önemsenen ve aktarılan bilgi, dersler dışında eğitimin bir parçasını oluşturan stajlar, geziler, öğretim görevlileri ile birlikte mimari yarışmalara katılım, büro çalışmaları ve eğitimi destekleyen yazılı ve görsel kaynaklar ortaya konmaktadır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'ni ve fakültedeki eğitimi şekillendiren aktörlerin mimarlık eğitimindeki etkilerinin yansımasını eğitim programında, sürecinde ve içeriğinde görmek mümkündür. Aktörler değiştikçe eğitim de değişir, yine de tüm kuruluş süreci boyunca öne çıkan karakteristiklerden bahsetmek mümkündür. Devletin memleketi inşa etme arzusu mimarlık eğitimine memleketin ihtiyaç duyduğu mimarı yetiştirme sorumluluğu olarak yansır. Mimarlık eğitiminin mühendis yetiştiren bir kurum içerisinde verilmesi mühendis-mimar yetiştirme geleneğini yaratır ve eğitimdeki teknik-sanat dengesini etkiler. Kalkınma ve ilerleme davası Batı ülkelerindeki mimarlık eğitimi ile sürekli temasta olmayı beraberinde getirir. Eğitimi verenlerin mimar kimlikleri ve eğitim yaklaşımları, mimarlığın fonksiyon, konstrüksiyon, estetik ve ekonomi gibi parçalarının eğitimdeki ağırlıklarında kişisel farklılıklar yaratır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarını, ulaşılabilen bilgiler ve belgelerin ortaya çıkardığı aktörler üzerinden anlatmak ve aktörlerin etkileriyle şekillenen mimarlık eğitimini değerlendirmek Türkiye'de mimarlık eğitiminin kurumlaşmasını ve mimarlık ortamının oluşmasını anlamada yeni bakış açıları sunmaktadır.
-
ÖgeKaybolan geçmişin izini sürmek: Adapazarı kent tarihi (1923-1980)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02)Çalışmanın amacı, en genel ifadesiyle; 1923-1980 tarihleri arasında değişen sosyo-kültürel, ekonomik ve politik süreçlerin ulusal ve yerel yansımalarına paralel bir şekilde Adapazarı kentinin, fiziksel değişimini/gelişimini/dönüşümünü takip ederek, kentleşme deneyiminin dönemlerini ortaya koymak ve incelemektir. Çalışma kapsamında olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir araştırma süreci izlenmiş ve tarih araştırması yöntemi benimsenmiştir. Adapazarı kenti 20. yüzyılda deneyimlediği beş büyük depremle kent tarihi araştırmaları içerisinde özgün bir araştırma alanına işaret etmektedir. Söz konusu depremlerde kent tarihi araştırmalarının en önemli araçları olan yapılı çevrelerin büyük bir kısmı ve kentin gelişiminin kayıtlarını tutan yerel kurumların arşivlerinin tamamı yıkılmıştır. Dolayısı ile yapılı çevreleri merkezine alan kent tarihi araştırmalarının iki temel aracından yoksun olan Adapazarı kent tarihi araştırması, bilgi üretme araçlarının alışılagelmiş sınırları üzerine yeniden düşünmeyi ve bilgiyi inşa edebilmek için yeni beslenme kanalları açabilmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda Milli Kütüphane rezervinde bulunan yerel gazete arşivlerinden faydalanılmıştır. On dokuz yerel gazete kesintisiz zaman akışı sağlayacak şekilde organize edilerek incelenmiştir. Araştırmanın zaman ağını kapsayacak her bir sene iki farklı yerel gazeteden takip edilmiş fakat gerekli görülen dönemlerde bu sayı arttırılmıştır. İncelenen yerel gazeteler içerisinde tespit edilen, kent tarihi hakkında veri sağlayacak haberler öncelikle ölçüt örnekleme yöntemi ile temalara ayrılmıştır. Tespit edilen temaların kartografik materyaller üzerinden gelişimi izlenmiş, söz konusu gelişim ulaşılan fotoğraf arşivleri ve yarı yapılandırılmış görüşmelerle teyit edilerek aktarılmıştır. Adapazarı kentinin belirlenen tarih aralığı içerisinde ve araştırma yönteminin temelini oluşturan temalar kapsamında incelenmesi sonucunda kentleşme deneyiminin üç farklı dönemi içerdiği görülmüştür. 19. yüzyılın sonunda demiryolu ilave bir hatla Adapazarı merkezine ulaşmış ve yine aynı yıllarda Uzun Çarşı ve civarında yapılaşan ticari ve bürokratik merkez çeperlerinden sıyrılarak yeni bir bölgeye yerleştirilmiştir. Adapazarı'nda devletin kamusal görünürlüğünü temsil eden yapılar Uzun Çarşı ile tren istasyonu arasında yeni bir bürokratik merkez oluşturacak şekilde bir araya getirilmiştir. Osmanlı'nın son yıllarından 1943 depremine kadar uzanan ilk evre özellikle kent merkezinde önemli değişimlerin izlenmesi ile ön plana çıkmaktadır. Adapazarı kentleşme deneyiminin ikinci döneminin başlangıcını oluşturan 1943 Adapazarı depremi araştırmaya konu edilen Adapazarı kent tarihi izleğinde takip edilen en yıkıcı depremdir. Dolayısı ile ulusal ve yerel bürokrasinin karar alma süreçlerine yansıyan önemli kırılma noktalarını temsil ettiği görülmektedir. Ulusal ölçekte; 1943 yılından itibaren Çark Deresi ve demiryolu güzergahı üzerinde kent formuna eklenen sanayi tesisleri, depremde önemli derecede hasar almış yerleşimin yeniden kalkınmasını hedefleyen kararlar bütünü ile ilişkilenmektedir. Yerel ölçekte ise 1943 depremi kent merkezinde 19. yüzyılın sonunda inşa edilen yeni bürokratik merkezle kurulan yeni ilişkilerin çözülmesinden söz konusu bölgenin yıkılarak geniş bulvar aksı açılmasına kadar giden bir sürecin başlangıç noktasına işaret etmektedir. 1967 yılı ile sınırlanan kent tarihinin ikinci evresi tez çalışmasının zaman aralığında en hızlı gelişmelerin izlendiği dönem olarak öne çıkmaktadır. 1967-1980 yılları arasını kapsayan kent tarihinin son dönemi kent merkezinden geçen İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına alınması ile başlamaktadır. Adapazarı kenti için son derece önemli olan karayolunun kent dışına alınması, Erenler bölgesinin kentin yeni sanayi bölgesi ilan edilmesi, kente Erenler üzerinden yeni bir girişin eklemlenmesi ve yeni karayolu ile Erenler bölgesi arasında kalan alanların yeni sanayi sahaları olarak imara açılması ile kentin gelişiminin yeni dinamiklerle yeniden şekillenmesine neden olmuştur. İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına taşınması dönemin önemli tartışma konularından olan İstanbul sanayisinin doğu koridoruna desanstralizasyonu fikrini temel alan Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı ile ilişkilendirilmeye müsait bir zemin hazırlasa da çalışma kapsamında elde edilen veriler yeni karayolu güzergahının İstanbul sanayinin desanstralizasyonu tartışmalarından önce belirlendiğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak söz konusu plan karayolunun kent dışına taşınmasında belirleyici bir aktör olmasa da tüm bölgeyi tehdit eden sismik risklere rağmen özellikle Adapazarı için yeni karayolu çevresinde kentleşmenin artmasına neden olacak sanayi gelişimini önermiştir. Adapazarı'nın tarımsal özelliğine rağmen, şehir daha fazla sanayi yatırımı çekebilecek bölgesel bir merkez olarak desteklenmiştir. 1980 yılına kadar verilen bu kararın yıkıcı etkilerinin gözle görünür olduğu söylenemese de aralanan bu kapıdan, 1980 sonrasında yapılacak yeni imar planı ile yoğun yapılaşmaya dair kararlar geçecek, Adapazarı kentleşmesini 1999 depreminde büyük yıkımlarla yüzleştirecek yeni bir dönemin oluşmasına zemin hazırlanacaktır.
-
ÖgeSedad Hakkı Eldem'in çeşitlenen mimarlığını yumak metaforu bağlamında okumak: Alternatif bir anlatının ilk sarmalları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-30)Sedad Hakkı Eldem, 1930'ların başında başlayan ve ömrünün sonuna dek sürdürdüğü verimli meslek kariyeri boyunca kimisi inşa edilmemiş çok sayıda yapı tasarlamış, çeşitli ölçeklerdeki sivil mimari örneklerini belgeleyerek kitaplar halinde yayınlamış ve mimarlık üzerine düşüncelerini içeren bazı metinler yazmıştır. Bunun yanı sıra 1930 yılı öncesindeki çocukluk ve gençlik yıllarında tuttuğu defterlere sayısız çizim yapmış ve kimisi günlük biçiminde çok sayıda not almıştır. Daha önce çok az bir kısmının yayınlandığı bu çizim ve notlarla birlikte Eldem'in meslek yaşamına ait fotoğraf, proje, yazışma, mekup, çizim vs içeren binlerce evrakın bir bölümü, ilk kez 2008 ve 2009 yıllarındaki sergi ve kitap çalışmaları kapsamında taranarak sergilenmiş ve ilerleyen yıllarda da erişime açılmıştır. Sedad Hakkı Eldem'in kişiliğiyle birlikte alabildiğine çeşitlilik içeren tüm bu notlar, çizimler, projeler, defterler, evraklar Eldem mimarlığının bütününü oluşturmaktadırlar. Günümüze değin Sedad Hakkı Eldem ve mimarlığı, çeşitli yönleriyle ele alınarak tezler, sempozyumlar, kitaplar, makaleler ve söyleşilerle zengin bir literatür oluşturulmuş ancak bu literatür genellikle onun 1930 yılı sonrası üretimlerine odaklanmıştır. Bununla birlikte görece az sayıda olsa da Eldem'in çocukluk ve gençlik dönemi üretimlerini merkeze alan çalışmalara da rastlanılmakla ancak tez literatüründe bu üretimler üzerine bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma özellikle tez literatüründeki bu boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Bu hedefle ilişkili olarak, bu üretimleri ve bu üretimlere değinen çalışmaları ele alarak, Eldem'in çocukluk ve gençlik dönemi çalışmalarının Eldem literatürünü zenginleştirme yönündeki potansiyeline dikkat çekmek çalışmanın ikincil hedefi olarak belirlenmiştir. Çalışmanın nihai amacı ise, Eldem mimarlığının hayat öyküsüyle birlikte süreklilik arz eden bir bütün olduğunu söyleyerek bu süreklilikleri ve Eldem mimarlığının oluşumundaki etkilenme güzergahlarını ortaya çıkaran alternatif bir Eldem mimarlığı anlatısı kurgulamaktır. Bu amaçla Carlo Emilio Gadda'nın bir romanında geçen yumak metaforu ve Italo Calvino'nun bu metafor üzerine yorumlarını kullanarak bir anlatı kurgusu oluşturulmuş ve Eldem mimarlığı bir yumak olarak ele alınmıştır. Çalışmanın kapsamı ve sınırları dolayısıyla bu yumak kurgusunu, Sedad Hakkı Eldem'in çocukluk ve gençlik döneminde tuttuğu defterlerde bulunan sayısız çizim ve notlar ve bu döneme ait hatıralarıyla birlikte 1985 ve 1986 yıllarında yapılan ancak oldukça geç bir tarihte, 2014'te kitap şeklinde yayınlanan söyleşiler üzerinden oluşturur. Eldem'in mimarlık hakkındaki düşüncelerinin, yapıları üzerine söylemlerinin ve anılarının yer aldığı ve Eldem literatüründe yeteri kadar referans verilmemiş bu kitap, bu tez çalışmasında kullanılacak özgün veriler sağlamaktadır. Tez çalışması belirli bir döneme ve üretimlere odaklansa da yumağı hissettirecek biçimde çeşitli zamansal ve mekânsal sıçramalarla, bu üretimleri Eldem'in çeşitli projeleriyle ilişkilendirir. Yumak kurgusu, meslek yaşamındaki üretkenliği ve üretimlerindeki çeşitliliği Eldem'in çocukluk yıllarından itibaren sürdürdüğünü ve bu süreklilik içerisinde giderek rafineleşen bir yorumlama pratiği geliştirerek ve çocukluktan itibaren geleneksel olanı çağdaş bir biçimde yorumlama gayreti içerisinde olduğunu ortaya çıkarır. Çalışma, çok boyutlu bir yumak olarak ele aldığı Eldem mimarlığını, yine başka bir çok boyutluluk sergilediğini söylediği eleştirel bölgeselcilik kuramı üzerinden çözmeden, olağan çokluğu içerisine yerleştirmeye çalışarak alternatif bir okuma denemesi yapar. 1980'lerde ortaya atılan ancak temelleri 1920'lere uzanan tartışmalarla atılan bu kuramın tartışageldiği bölgeselcilik, modernizm, yerellik, evrensellik gibi olguların, Eldem'in yazıları ve yapılarıyla örtüşen ve ayrışan noktalarına kuramın söylemi ve altmetni bağlamında değinir. Çalışmanın kendisine çizdiği tarihsel sınırlar çerçevesinde ele aldığı bu iki olguyla, Eldem mimarlığının, bu kuramın geleneksel olanın taklide ve yersizleştirici modernizme düşülmeden güncel bir biçimde yeniden üretilmesi yönündeki söylemiyle örtüştüğü ancak tarihsel olanın muhafaza edilmesi noktasında ayrıştığını ifade eder. Bu çalışma boyunca defterler üzerindeki odakla, bir yandan Eldem mimarlığının oluşumundaki temel etkilenme güzergahları açığa çıkarılırken diğer yandan da literatürde henüz yeteri kadar ilgi görmemiş Eldem'in çocukluk ve gençlik dönemi üretimlerini yeniden gündeme getirilir. Bunun yanı sıra eleştirel bölgeselcilik kuramı üzerine Türkçe literatürün zenginleştirilmesi ve bu kuramın Eldem'in üretimlerini tartışmada taşıdığı potansiyele değinilmesi gibi bir misyon yüklenilir.
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Athena kutsal alanı( 2024-05-16)Larisa antik kenti Batı Anadolu'da yer alan önemli bir güney Aiolis yerleşmesidir. Kalıntılar, Hermos (Gediz) ovasına hakim konumda, volkanik Sardene (Dumanlı) dağından güneydoğuya doğru yönelen yaklaşık 2 km'lik bir uzantının üzerine yayılmış durumdadır. Dumanlı Dağ'a yakın konumdaki yüksek tepe ve yamaçları (Larisa Doğu) ile uzantının ucundaki daha alçak tepe ve yakın çevresi (Larisa Batı) temel yerleşim kurgusunu belirlemektedir. Deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikteki Larisa Batı'da tepe üzerinde akropol, güneydoğu ve kuzey eteklerinde yerleşim alanı, kuzey, kuzeydoğu ve doğu yamaçlarına yönelen nekropol bulunmaktadır. Larisa Doğu'nun zirvesinde bir kale ve güneydoğu eteklerinde yerleşim alanı bulunurken, iki tepe birbirine nekropol ve tarım alanını içeren yoğun bir yapılaşmayla bağlıdır. Kutsal alan; akropolün en üst noktasındaki kayalık bölgede yer alırken, batıya doğru azalan eğim üzerinde ise yönetim ve temsil yapıları sıralanmaktadır. Ovaya hakim bir tepenin zirvesinde konumlanması çevreden görünürlüğe ve alana hakimiyete önem verildiğini göstermektedir. Larisa'da yürütülen en erken kazı çalışmaları 1902 sezonda Lennart Kjellberg (Uppsala) ve Johannes Boehlau (Kassel) tarafından yürütülmüştür. Kutsal alanın büyük bir kısmı bu sezonda açığa çıkarılmıştır. 1902'deki kazıların sonunda, yapılar tamamen temizlenemeden bırakılmış, kaynakların azalması nedeniyle de arazi çalışmaları hemen izleyen yıllarda devam edememiştir. Dünya savaşlarının yarattığı ekonomik ve politik güçlükler sebebiyle kazılar ancak 1932'de yeniden başlayabilmiştir. 1934'teki dördüncü ve son seferden sonra yeterli finansal kaynak bulunamadığı için kazılar durmuştur. Kazı çalışmaları Larisa Batı'daki akropole odaklanmıştır. Buna ek olarak nekropolde ve şehir alanlarındaki beş deneme açması ile çalışmalar desteklenmiştir. 20. yüzyıl kazılarının sonucu olarak üç ciltlik "Larisa am Hermos" yayını hazırlanmıştır. Kutsal alan ile ilgili en kapsamlı kaynak olan kazı yayını kutsal alanın taş planı, yapıların mimari analizleri ve kutsal alandaki buluntular hakkında bilgiler verilmektedir. Ancak buluntu yerlerinin belirsizliği, stratigrafik verilerin eksikliği ve yapıların tarihsel olaylar, yönetim biçimi ve akropoldeki diğer yapılar ile ilişkili olarak değerlendirilmemiş olması yayının temel eksiklikleri olarak değerlendirilmektedir. Yayına ek, Kjellberg, Boehlau ve Karl Schefold'un kazı raporları ve Göttingen kazı arşivinde bulunan kazı günlüklerindeki bilgiler önem arzetmektedir. 2010-2021 yılları arasında alanda Prof. Dr. Turgut Saner'in yürütücülüğünde mimari yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Akropol'deki yapıların büyük kısmının belgelenmiş, şehir alanlarında, kırsal alanlarda ve nekropolde çalışmalar yürütülmüştür. 20. yüzyıl kazılarının ardından kutsal alandaki yapılar çeşitli yayınlarda değerlendirilmiş ve katalog çalışmalarında yer almıştır. Yapılan değerlendirmelerin çoğunlukla kazı yayınındaki verilere bağlı kaldığı görülmektedir. Mimari parçalar ve pişmiş toprak elemanlar ile ilgili detaylı çalışmalar yürütülmüş ancak bu çalışmalarda parçaların buluntu yeri olan kutsal alan ile ilişki kurulmamıştır. Kutsal alanı tüm bulguları ve sorunları ile ele alarak bütüncül değerlenme sunan bir çalışmanın eksikliği tespit edilmiştir. Larisa'nın yerleşim tarihi Neolitik Dönem'e kadar inmektedir. En erken buluntular Son Neolitik-İlk Kalkolitik döneme tarihlenir. Tunç Çağı'nda da yerleşim devam etmiştir, buluntuların niteliği ve yapı kalıntıları İlk Tunç Çağı'nı öne çıkarmaktadır. Tapınak temellerinin altında İlk Tunç Çağı'na tarihlenen L şeklindeki bir yapının kalıntıları bulunmaktadır. Sonraki dönemlerde alan kaya düzenlemelerinden oluşan açık hava kült alanınına dönüşmüştür. Buluntular ele alınırken Yunan kültür dairesi içinde görülen kutsal alanının oluşumu ile ilgili güncel tartışmalara yönelerek, kutsal alanın "Yunan" kimliği sorgulanmış ve Tunç Çağı mirası ile kurduğu somut ilişkinin gösterilmesine gayret edilmiştir. Ana Tanrıça ile ilişkilendirilen kaya çanakları ve kaya kutsal alanı ("baitylos" ve çevresindeki kayalar) kültünün devamlılığı sorgulanmıştır. Küçük buluntular Ana Tanrıça/Kybele'ye işaret ederken, alanın kuzeyinde ortaya çıkan ve MÖ 7. yüzyıla tarihlenen Athena'ya adanmış buluntuların mevcudiyeti tapınağın bu tanrıçaya da adanmış olabileceğini düşündürmektedir. Tunç Çağı'ndan Arkaik Dönem'e kadar kutsal alandaki buluntular kısıtlıdır. MÖ 8. yüzyıl ile birlikte küçük buluntuların artışa geçtiği ve günümüze ulaşan mimari kalıntıların da bunu takiben ortaya çıktığı söylenebilir. MÖ 7. yüzyılın sonlarında kutsal alanda tapınak, stoa ve olasılıkla bir sunak inşa edilmiştir. Tapınağın doğusundaki sunak doğal kayanın düzlenmesi ile oluşturulmuş terasta yer alırken, stoa alanın kuzey sınırını oluşturur. Aynı döneme tarihlenen çok sayıda nitelikli adak buluntusu, kutsal alanın önemini ve zenginliğini göstermektedir. Mimari kalıntılar ve seramik buluntulardan anlaşıldığı üzere MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında tapınak yenilenmiş olmalıdır. Yenilenen tapınağa atfedilebilecek pişmiş toprak buluntu grubu Batı Anadolu'daki en zengin ve nitelikli koleksiyonu oluşturmaktadır. Atfedilen mimari parçalar ile birlikte değerlendirildiğinde tapınağın o dönemde küçük boyutlu ancak gösterişli olduğunu düşündürmektedir. Larisa'nın MÖ 5. yüzyılda büyük bir yıkıma uğratıldığı anlaşılmaktadır. Tapınağın güneyinden ve batısından temellerine kadar yıkılmış yapılara atfedilen moloz tabakası ele geçmiştir. Moloz, tapınak ve stoa ile ilişkilendirilebilecek çok sayıda mimari pişmiş toprak eleman içermektedir. Onarılan temellerde ise yıkılan tapınak ile ilişkilendirilen mimari parçalar bulunmuştur. Ancak molozun içeriği ve buluntuların tarihlenmesi tartışmalıdır ve detaylı şekilde ele almayı gerektirmiştir. Yıkımı takip eden dönemde akropolde kapsamlı inşa faaliyeti başlatıldığı dikkat çekmektedir. Yıkılan Eski Saray yapısı yenilenirken aynı bölgeye yine yönetimle ilişkilendirilen Megaron ve Güneybatı Yapısı inşa edilmiştir. Aynı dönemde güçlü sur duvarları ile tahkim edilen akropol, şehir alanlarından yalıtılmıştır. Yıkımın sebep olduğu moloz ise tapınağın çevre düzenlemeleri için bir dolgu niteliğinde kullanılmıştır. Tapınağın güneyine sunağa doğru yükselen bir rampa inşa edilirken, temenosun diğer kısımları döşeme levhaları ile kaplanmıştır. Tüm bu düzenlemeler, kutsal alanı himayesi altına alan Pers yönetimine bağlı güçlü bir tiranın varlığını düşündürmektedir. MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında Atinalılar'ın sebep olduğu bir yıkım tabakasından daha söz edilebilir. Ancak kutsal alandaki yapıların hasar görmediği, yalnızca kutsal alanın doğu ve güneyini çeviren sur duvarlarının temel seviyesine kadar yıkıma uğradığı düşünülmektedir. Bu yıkım faaliyetleri Atina merkezli bir yönetim değişikliği ile açıklanabilir. Kutsal alanın doğusundaki girişin yerine Propylon inşa edilmiştir. Temenosun kuzeyine de kült işlevi sorgulanan ancak kutsal alan ile ilişkili olduğu düşünülen Kuzeydoğu Yapısı yapılmıştır. MÖ 4. yüzyılla birlikte yeniden Pers yönetimine giren yerleşimde yeni surlar ve büyük bir saray yapısının inşa edildiği görülmektedir. Kutsal alanda ise bu dönemde kapsamlı bir inşa faaliyetinden söz edilememektedir. Larisa'nın MÖ 3. yüzyılın başında terkedildiği ve bir daha yerleşim görmediği düşünülmektedir. Çalışmada, mimari yüzey araştırmaları ve yapılan arazi çalışmaları sırasında belgelenen tapınak, sunak ve stoa yapılarından yola çıkılarak kutsal alan değerlendirilmektedir. Tapınak doğu-batı yönünde eğime oturan üç temel kalıntısından oluşur. Temel kalıntılarının işlevleri ve yapının evreleri detaylı şekilde ele alınmıştır. Tartışmalara eşlik etmek ve bazı önerileri irdeleyebilmek üzere restitüsyon denemeleri yapılmıştır. Ayrıca tapınağa atfedilen mimari parçalar ve pişmiş toprak levhaların restitüsyon denemeleri yapılmıştır. Sunağın ana kaya üzerindeki kalıntıları ancak yapının dış sınırlarını belirlemeye olanak sunar. Anıtsal sayılabilecek boyutları, tapınağın doğu cephesine olan yakınlığı ve yönlenmesi tartışılarak öneriler sunulmuştur. Tapınağın kuzeyinde yer alan stoa, güneye açılan, iç içe düzenlenmiş iki Π biçimli temel kalıntısından oluşur. Her iki temel kalıntısının da güney kalıntıları sınırlıdır. Dıştaki temelin kuzey duvarında kare biçimli kaidelerinin oturacağı düzenlemelerin mevcudiyeti, stoanın tipoloji ve evre tartışmalarının temelini oluşturmaktadır. Ayrıca yapı, atfedilen mimari parçalar ve pişmiş toprak levhalar ile yeniden değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, Larisa'daki kutsal alan ile ilgili yapılan çalışmalar, tartışmalar ve görüşlerin bir arada sunulması hedeflenmiştir. Alanın Tunç Çağı mirası ve bağlamı ile ilişkileri yeniden ele alınmıştır. Mimari kalıntıların eksikliğine ve 20. yüzyıl kazılarının getirdiği problemlere karşın, tarihsel olaylar ve yakın yerleşimler ile karşılaştırmalar, kutsal alanın inşa faaliyetleri hakkında daha fazlasını söyleyebilmeyi mümkün kılmıştır. Yöneticilerin önce Lidya sonrasında Pers güçleri ile kurdukları olası ilişkilerin alana yansımaları irdelenmiştir. Özellikle Yunan-Pers savaşları boyunca yönetimdeki dinamiklerin kutsal alana etkisi açık şekilde görülebilmektedir. Alanda yapılan gözlemler ve belgeleme çalışmaları da yapıların yeniden değerlendirilebilmesine fırsat sağlamıştır. Yapıların literatürde tartışmalı kısımları ele alınarak tüm bu değerlendirmelerin ve güncel araştırmaların yeni bakış açıları eşliğinde öneriler sunulabilmiştir.