LEE- Mimarlık Tarihi-Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 14
-
ÖgeErken klasik dönem Osmanlı kroniklerinde Ayasofya anlatısının tarihsel değişimi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-05-28)Bu çalışma, fetihten sonraki yaklaşık yarım asırlık zamanda, Ayasofya kavrayışlarını Osmanlı erken klasik dönem kronikleri bağlamında tartışmakta ve Ayasofya'nın mimari kavrayışının oluşum ve değişim süreçlerini analiz etmektedir. Ayasofya, yaklaşık bin yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra 1453'te Osmanlı'nın İstanbul'u fethiyle birlikte, yeni bir kültürel ve siyasi bağlama dâhil olmuştur. Fetihten sonra mabed, yeni iktidar için anlamını mimari, siyasi ve dini açılardan büyük ölçüde korumuştur. Bu tarihten başlayarak eser, düşünsel ve biçimsel açılardan İslami imge ile yeniden inşa edilmiştir. Osmanlı'da Ayasofya ile ilgili Diegesis gibi 9. yüzyıl Bizans dönemi metinlerinin de etkisiyle mabedin farklı müellif ve aktörler tarafından benimsenen münferit kavrayışları ortaya konulmuştur. 15. yüzyılda Osmanlı erken klasik dönemiyle başlayan bu süreçte Ayasofya ile ilk fiziksel temas gerçekleşmiş ve sonrasında oluşan kavrayışlar, kronikler başta olmak üzere metinler aracılığıyla ifade edilmiştir. Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Tursun Bey, Oruç Bey, İdrîs-i Bitlisî ve İbn Kemal'in kroniklerinin yanısıra Anonim Tevârih-i Âl-i Osman gibi metinleri temel alan araştırma, Ayasofya'nın Osmanlı tarih yazımındaki temsillerini mimari kavram ve yaklaşımlar bağlamında analiz etmektedir. Araştırmanın temel problemi şöyledir: Ayasofya, Osmanlı kroniklerinde mimari kavram ve yaklaşımlar vasıtasıyla nasıl tarihselleştirilir? Çalışmanın bağlamı, fütuhat anlayışıyla Ayasofya'nın Osmanlı ibadethanesine devşirilme sürecinde yapıya dair münferit kavrayışların açığa çıkmasıyla ilgilidir. Ayasofya anlatılarını geniş bir perspektifle değerlendirebilmek amacıyla fetih öncesi 15. yüzyıldaki bazı siyasi gelişmeler ve 1512-1603 aralığında yazılmış bazı önemli kronikler ve eserler çalışma bağlamına dâhil edilmiştir. Bu bağlamda Ayasofya algısının şekilllenmesinde yalnızca yöneticilerin politik tercihleri değil, aynı zamanda müelliflerin patronaj ilişkileri ve entelektüel pozisyonları da belirleyici olmuştur. Osmanlı Ayasofya'sı, Bizans döneminde üretilmiş efsanevi tarih anlatıları etkileşime girerek yeni bir form kazanmış ve Osmanlı tarih yazımında farklı bağlamlarda yeniden yorumlanmıştır. Kroniklerde binaya dair tasvir ve değerlendirmeler, doğrusal olmayan girift ilişkiler ağı içinde şekillenmiştir. Çalışma, üç odak noktası muhteva etmektedir. İlk olarak 15. yüzyıl Bizans ve Avrupa'sındaki Ayasofya kavrayışları üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda mabedin Katolik Avrupa ve Ortodoks Bizanslılar tarafından nasıl tanımladığı ortaya konulmaktadır. İstanbul'un fethine tanıklık eden Bizanlı tarihçilerin gözüyle Ayasofya anlatıları analiz edilmektedir. Fetihten önce ve sonra tarihçiliklerinin yanı sıra bürokrat, üst düzey yönetici, şair gibi çeşitli görevlerde bulunan Bizanslıların bakış açısıyla mabedin anlamı ve önemi ortaya konulmaktadır. Bununla birlikte fetih sonrası Avrupa'daki tarihçi ve mimarlar tarafından Ayasofya'nın tarihsel ve tasarımsal nasıl temsil edildiği ve dönemin inşa edilen mimari yapılarına etkisi ifade edilmektedir. Bu bilgiler ışığında Avrupa ve Osmanlı'da siyasi gelişmeler ve politik tercihlerin etkisiyle Ayasofya'ya karşı verilen sahiplik mücadelesi aktarılmaktadır. Çalışmanın ikinci odağı, Osmanlı'da fetih öncesi ve sonrasında Ayasofya'nın kavrayışının tarihsel gelişimini incelemektir. Bu bağlamda Osmanlı'nın fetih öncesi dönemden başlayarak İstanbul'u yeni imparatorluk başkenti ve Ayasofya'yı, bu başkentin dini merkezi yapma amacına ve bu yöndeki siyasi ve politik gelişim süreçlerine yer verilmektedir. Devamında Osmanlı kroniklerinde 1451-1512 tarihleri arasında Ayasofya'nın nasıl tarihselleştirildiği, içerik analizi yöntemiyle incelenmektedir. Bu bağlamda Osmanlı'da tarih metinlerinin üretim biçimi ve kaynakları, bu metinleri ortaya koyan müelliflerin patronaj ilişkilerinin kroniklerdeki Ayasofya kavrayışını nasıl şekillendirdiği üzerinde durulmaktadır. Ayrıca Ayasofya ile "boy ölçüşen" Fatih Cami gibi anıtsal yapıların müelliflerin algılarını nasıl değişime uğrattığı ve bu algı değişikliğinin kroniklere nasıl yansıdığı değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda 15. yüzyıldaki Ayasofya anlatılarının 16. yüzyıl tarihçilerinin kroniklerinde nasıl bir tarihsel değişime uğradığı tartışılmakta; farklı tarihsel dönemlerdeki anlatılar arasında ne tür benzerlik ve farklılıkların söz konusu olduğu üzerinde durulmaktadır. Çalışmanın üçüncü odağında erken klasik dönem kroniklerinde yer verilen Ayasofya'nın tanımı, tasviri, tarihselleştirilmesi gibi ortak anlatı konuları analiz edilmekte; Ayasofya banisi, mabedin ismi, mimarı, planı, malzemeleri, maliyeti, inşa süreci, mabed ile ilişkili kutsal şahsiyetler ve kutsal kitaplar gibi mimari kavram ve unsurlar merkeze alınarak bu temaların nasıl işlendiği açıklanmaktadır. Böylelikle ilgili temaların Osmanlı ve İslâm düşüncesine göre nasıl devşirildiği ortaya konulmaktadır.
-
ÖgePergamon'daki sekizgen yapı ve kent gelişim tarihi bağlamındaki yeri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-05)Tezin konu aldığı çalışma, arşivlerdeki belgeleri ortaya çıkararak, Sekizgen Yapı'nın aslında daha önce keşfedildiğini ve çok geçmeden unutulduğunu ortaya çıkarmıştır. Yapıya ilişkin az sayıda yazılı ifade ve mimari çizimlerin bir bölümü arşivlerde korunmuştur. En sonunda, bu tezin ön çalışması olarak 2013'te yeniden 'keşfedilen' Sekizgen Yapı, tekrar belgelenerek güncel dijital Pergamon haritasında yerini almıştır. Korunmuş kalıntılarının tamamı, -kendisinden çok daha genç- tarihî bir konut dokusu altında kalmış olan Sekizgen Yapı'dan günümüze alt yapısının büyük bölümü ve üst yapısının olduğunu kanıtlayan çok küçük bir kalıntı ulaşmıştır. Üst yapıya dair tespit edilen kalıntı, yalnızca üst yapının dış kontürüne dair varsayımsal bir ipucu verir. Malzeme ve yapım tekniğine dair ayrıntılı gözlemler, Sekizgen Yapı'nın Roma İmparatorluk dönemine tarihlendirilebileceği noktasında buluşur. Bu savı güçlendirmek üzere analojik bir yaklaşım izlenmiş ve yapım tekniği ile plan tipolojisi bağlamlarında, tercihen yakın coğrafyadan seçilen örneklerle karşılaştırmaya gidilmiştir. Sekizgen Yapı'nın inşasından günümüze gelene kadar geçirmiş olabileceği dönüşüm, ve bu dönüşümün Pergamon-Bergama tarihi ve kentsel gelişimi bağlamındaki analizi, bu tezin son konusudur. Bu değerlendirme ile Sekizgen Yapı'nın bütüncül bir biyografisi çıkarılmıştır.
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Akropolü'nü çevreleyen geç arkaik surlar(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-26)Günümüz Buruncuk mahallesi sınırlarındaki Larisa, Batı Anadolu'nun önemli antik yerleşimlerinden biridir. Prehistorik dönemlerden izler taşımakla birlikte MÖ 7.-4. yüzyıllara yoğunlaşan kalıntılarıyla Aiolis bölgesinin Arkaik-Erken Hellenistik kültürüne önemli veriler sunmaktadır. 20. yüzyılın başında İsveç-Alman ortaklığında yürütülmüş kazıların sonuçları 1940'lı yıllarda mimari, pişmiş toprak levhalar ve küçük buluntulara odaklanan yayınlarla literatüre kazandırılmıştır. Prof. Dr. Turgut SANER (İTÜ) başkanlığında 2010 yılında başlatılan mimari odaklı yüzey araştırmasıyla cevaplanmayı bekleyen sorular yeniden ele alınmıştır. Kentin batısına odaklanmış kazıların ötesinde, bu araştırmada yerleşimin tüm bileşenleriyle beraber bütüncül bir peyzajı ortaya çıkarılmıştır. Larisa Batı, akropol, ön kale ve yerleşim dokusuyla yönetici ve elit kesimin yaşadığı bir çevre izlenimi sunmaktadır. Larisa Doğu ise korunaklı kalesi ve güney yamaç teraslarındaki konut birimleriyle üreten sınıf ya da askeri amaca hizmet eden bir mahalle görünümündedir. İki alan ise birbirine çok sayıda tümülüsün konumlandığı nekropol ve yapılarla bütünlük kazanan tarım teraslarıyla bağlanmaktadır. Kazı ekibince akropol olarak tanımlandırılan alan deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikte yer almaktadır; temenosu ve saray yapılarıyla yöneticinin özel mülkü görünümündedir. Geç Arkaik-Erken Klasik Devirlerde kulelerle desteklenen bir sur hattıyla çevrilmiştir. Bu tez çalışmasında 20. yüzyılın ilk yarısındaki metodolojilerle okunmuş bu tahkimatın hikayesi yeniden ele alınmaya çalışılmıştır. Alandaki mevcut kalıntılar geleneksel ve modern teknikler -3D tarama, Drone ile fotoğraflama ve GNSS- eşliğinde belgelenmiştir. Elde edilen veriler 1902, 1932-1934 kazılarının sonuçlarının paylaşıldığı yayınlarla karşılaştırılmıştır. Biçimleniş ve yapım teknikleri yeni tespitlerle yeniden yorumlanmış; öneriler bu tezle literatüre kazandırılmıştır. Akropol suru topografyanın belirleyiciyle bu çalışmada "kuzey" ve "güney" olmak üzere iki ayrı hat olarak ele alınmıştır. Dikdörtgen biçimindeki planlı iki kule -Kule I ve Kule VI- yamaçtaki sur hattının tasarımında iki uç sınırı oluşturmakta ve aynı zamanda hatları birbirine bağlayan birer "düğüm" görevi üstlenmektedir. Günümüze ulaşan kalıntılarda güney hattın biçimlenişi bir bütünlük içinde izlenebilmektedir. Kule I'den doğuya doğru dik bir hat üzerinde uzanan sur duvarı kare planlı Kule III ile sonlanır. Kule III'ün kuzeydoğusunda kırılmalar yaparak dört farklı yönlenme ile akropolün güneydoğu ucuna ilerler. Burada neredeyse dik açılı -yaklaşık 83o- bir köşe oluşturarak kuzeybatıya doğru yönelir; dik bir doğrultu üzerinde ilerleyerek kuzey hattın diğer bir ucunu oluşturan Kule VI'ya ulaşır. Güney ve doğudaki beden duvarları benzer bir kurguda tasarlanmıştır; parçalar orta kısımlarında kare planlı Kule II ve Kule V ile güçlendirilmiştir. Kuzey hattın günümüze ulaşan kısımları arazinin eğimi ve MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda alanda gerçekleştirilmiş inşaat faaliyetlerinden -Yeni Saray ve A Burcu- kaynaklanan tahribat dolayısıyla güney hatta kıyasla daha azdır. Hattın doğudaki başlangıcı Kule VI yüksek bir kaya kütlesinin üzerinde yer alır. Kule VII duvar örgüsü ve biçimlenişiyle farklı bir evreye işaret eder. Beden duvarı kalıntılarına yer yer "Yeni Saray" yapısının içinde rastlanmaya devam edilir. Arazideki izini bu bölümden sonra kaybettiren hat, batıda, Kule VIII, Kule I ve bu iki kulenin arasında konumlanan üç adet odanın tanımladığı güçlendirilmiş tahkimat yapısıyla yeniden belirir. Kule VIII dolaylarında erken tarihli bir tahkimatın burcuna -B8'- ait bir blok dizisi uzanır. Bu burç güneyinde uzanan hafif kavisli bir duvar parçasıyla berber akropolün Orta-Geç Tunç Çağları tahkimatının günümüze ulaşan kalıntılarıdır. Akropole ulaşımın kuzeyden, kıvırılarak yükselen taş döşeli bir yolun sonlandığı bir kapıyla sağlandığını görülmektedir. Kapı, Batı Anadolu'nun Tunç Çağlarından bu yana, Troia VI'da da karşımıza çıkan bindirmeli tiptedir. Yamaç kısmında günümüze ulaşamamış bir kule ile desteklenmiş olmalıdır. Alan MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda yoğun tadilat gördüğünden özgün biçimleniş tam olarak hayal edilememektedir. Seyirdim yerlerine ulaşan merdivenlerin temelleri yalnızca güney hattı boyunca görülmektedir. Beden duvarlarının iç cidarlarından 1 m'lik taşmalarla belirginlik kazanmaktadır; tasarım dış cidarda ise ayna simetriğinde geri çekilmeyle karşılık bulmuştur. Kule II, Kule III ve Kule V'te iç mekana ulaşımı sağlayan kapıların basamak izleri mekan kullanımına dönük kanıtlar sunmaktadır. Arazideki kalıntılar temel ve kaide düzeyindeki kısımlara ait taş bloklardan oluşur. Yapı malzemesi olarak kullanılan kızıl-kahverengi ve mavi-gri tonlarında çeşitlilik gösteren andezit bloklar inşaat alanında yer alan kaya öbekleri ve platonun yamaçları boyunca konumlanan taş ocaklarından temin edilmiştir. Akropol surlarının iç dolgu, temel ve tesviye sırası bloklarında bu pratikle ilişkili 24 noktada tespit edilen kanallar ve kama izleri başta İyonya olmak üzere yakın çevredeki Arkaik Devir taş ocağı örnekleriyle paralellik gösterir. Güçlendirilmiş tahkimat yapısının temellerindeki spolia malzemeler farklı bir uygulamayla evreleşmeye dönük bir işaret sunar. Duvarlar, ana kaya üzerine yerleştirilmiş temeller üzerinde yükselir. Temellerin üzerinde yer yer duvardan 3 - 5 cm öne taşan düzleme sıraları yer alır. Sur duvarlarının yükselen kısımları iki cidarlıdır. Güney sur hattı 2,48 - 2,54 m, kuzey hat ise 2,20 m duvar kalınlığına sahiptir. Cidarların arası büyük taşlar, moloz ve toprak ile doldurulmuştur. Duvar örgüsü kavisli kenarlara sahip çokgen bloklardan oluşur. Literatürde Lesbos biçimli örgü olarak da karşılık bulan bu arkaik örgü, başta Aeolis olmak üzere Kuzeybatı Anadolu'da tanımlı bir koinéye tanıklık eder. Çokgen bloklar yatayda sıralı bir kurguda konumlanmış topografyaya bağlı kalarak tanımlı alanlara ayrılmıştır. Çoğunlukla dikdörtgen bir görünüm sunan bu alanların yatay bantlarla bölümlenmiştir. Kalıntılar Larisalı yapı ustalarının inşaat pratiklerine ilişkin birçok veriyi de barındırır. Kulelerde keski ya da Skeparnon kullanımı ile oluşturulmuş, köşe bantları göze çarpar. Hatıl sıralarına yönelik yerleştirme oyukları ve kenet yuvalarına Kule I, Kule V ve güçlendirilmiş tahkimat yapısının batı duvarında rastlanır. Taşıma ve olası iskele kurulumuna yönelik mahmuzlar da hatıl bloklarının ön yüzeylerinde yer alır. Duvarlar yüzey işçiliği açısından çeşitlilik sergiler. Temeller dış yüzeyleri kaba bırakılmış taşlardan oluşur. Tesviye sıralarının ön yüzeyleri çekiç darbeleriyle düzlenmiştir. Beden duvarlarında murç kullanımıyla "noktalı" bir doku yaratılırken, ustalara serbestlik tanıyan bu vuruşlar yüzeylerde derin oyuklar oluşturmuştur. Hatıl sıraları ise çentikli çerçeveleri ve ince kalem uçlu murçla işlenmiş ayna yüzeyleriyle dekorasyon amaçlı bir uygulamayı işaret eder. Akropol surları biçimlenişi ve sergilediği bu işçilik detaylarıyla çağının ötesinde, "yabancı" bir görünüm sergiler; bu durum literatürde tarihlendirmeye dönük şüpheleri doğurmaktadır. Kazı yayınlarında sur hattıyla ilişkilendirilen konteks malzeme yok denecek kadar azdır. Peşi sıra gerçekleşen yapım faaliyetlerinde ana kayaya kadar inen düzleme çalışmaları günümüz metodolojisinde alanda stratigrafik bir okumayı engellemektedir. Çalışma kapsamında en belirgin seramik buluntuları erken döneme ait siyah tabaka içerisinde tespit edilmiş üç adet gri seramik fragman oluşturur. Kap formları güncel çalışmalardaki Kuzeybatı Anadolu Gri seramiği içerisinde, Orta-Geç Tunç Çağları kronolojisinde bir karşılık bulur. Bu tespit akropolün Geç Tunç Çağında burçlu bir tahkimatla çevrelendiğine yönelik bir kanıt sunar. Bu tahkimat beden duvarları ve burçlarıyla geç arkaik hattın tasarımını etkilemiş gözükmektedir. Geç arkaik surun üzerinde konumlandığı ve kerpiç kalıntılarından adını alan sarı tabaka ise, seramik açısından kuvvetli bir veri sunmaz. Tapınağın güneyindeki rampanın akropol suruyla kurduğu biçimsel ilişki dikkat çekicidir; bir yıkım tabakası olarak tanımlanan dolgu malzemesi MÖ 5. yüzyılla ilişkilendirilir. Bu durum ne yazık ki akropol surları için bir inşaat tarihi belirlemede yeterli değildir. Kule I derz aralığında kazı ekibi tarafından tespit edilmiş bir ok ucu güncel çalışmalardaki MÖ 6. - 5. yüzyılın ilk yarısındaki benzerleriyle hattın kullanım sürecine dönük bir kanıt sunar. Güçlendirilmiş tahkimatın temellerindeki profilli duvar etek profilleri akropoldeki saray yapılarında yaşanan bir yıkım sonrasında inşaat sürecine dahil edilmiştir. Bu durum duvar hattının tek bir seferde oluşturulmadığı, güney hattın inşaatının ardından kuzeyde birtakım düzenlemelere gidildiğini göstermektedir. Larisa'nın bulunduğu konum Demir Çağından Klasik Devir sonuna kadar bölgedeki güçlü, merkezi yönetimlerle kurduğu ilişkinin de kanıtlarını barındırır. Frig medeniyeti kendini metal taklidi gri hamurlu seramik kaplarda gösterir. MÖ 7. yüzyıldan itibaren Lidyalı yaşamın yansımaları Larisa'da gözle görülmeye başlar. Lidya seramiğine refere edilebilen süsleme dili ve renk tercihi aynı zamanda yerel üretim olduğu görülen Doğu Esinli bir seramik grubunun Larisa'da üretildiğini gösterir. Mimaride özellikle taş blokların temin ve işlenme süreçlerinde Lidyalı ve İyonyalı ustaların MÖ 6. yüzyılda beraber çalıştığı Sardis, Ephesos ve Smyrna'daki teknikler Larisa'ya da taşınır. Phokaia'lı ustaların eseri olduğu öne sürülen pişmiş toprak mimari levhalar da dönemin mimari zenginliğini yansıtır. Bu levhalar aynı zamanda Phokaia'dan Sardis'e uzanan hatta bir uğrak yeri olarak Larisa'da ustaların birikimlerini eserleriyle paylaştıklarını gösterir. Bu etkileşim yerel inşaat pratiğini akropol surların ve ardından tüm Larisa'da üst kademelere çıkarır. Yakın çevredeki anıtsal ölçekli yapıların oluşturduğu bölgesel dil, Larisa mimarisine simgesel bir anlam taşımıştır. Geç arkaik surlar Sardis'teki anıtsal teraslar gibi Larisa'nın görünen bir yüzü olmuştur. Tüm bu dönüşümler Larisa'nın gelişim hikayesini tek bir odak ve kültürel kimlik üzerinden oluşturmadığını göstermektedir. Kurulumundan itibaren konumuyla kıyı ve iç kesimler arasında bir köprü olmuştur. Bölgedeki kozmopolit dinamiklerden de faydalanarak, üretimini her daim melezlikler taşıyan, "yerel" kimliğin ağır bastığı bir biçimde geliştirmiştir. Akhamenid egemenliği altındaki inşaatına kesin gözüyle baktığımız bu akropol surları da materyal kültür verileriyle doğrudan desteklenemese de Batı Anadolu kıyılarından Pasargad ve Susa'ya kadar uzanacak bu kollektif üretim ortamının bir sonucu olarak tarihteki yerini almıştır.
-
ÖgeİTÜ mimarlık fakültesi'nin kuruluş yılları ve mimarlık eğitimi (1928-1954)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-03)Bu tez İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarının tarihini anlatmayı ve nasıl bir mimarlık eğitimi sunduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır. Fakülte, 1950'lerin ortalarına kadar Türkiye'de mimarlık eğitimi veren iki kurumdan biri olarak mensupları ve mezunları acılığıyla Türkiye mimarlık ortamının şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. Bu önemine rağmen fakülteyi odağına alan bir çalışma yapılmamıştır. Fakültenin kökenine, kuruluş sürecine ve sunduğu mimarlık eğitimine yer veren sınırlı sayıda çalışma İTÜ tarafından yayınlanmış kurumsal tarihçeler, Türkiye mimarlığını farklı bağlamlarda ele alan çalışmalar, mimar monografileri ve kişisel hatıralardan oluşur. Bu çalışmalar toplu halde değerlendirildiğinde birbiriyle çelişen tarihler ve yorumlar, belirli isimler üzerinden anlatılan olaylar ve varsayımlar içeren, bu nedenle pek çok soru barındıran bir tarih oluşturur. Bu tezde İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kurum ve eğitim tarihi, tekrarlana gelmiş kabuller, yorumlar ve varsayımlardan oluşan anlatı bir kenara bırakılarak, arşiv belgeleri ve döneme tanıklık etmiş kişilerin aktardıklarına yakından bir bakışla yeniden inşa edilmektedir. Tezde fakültenin kuruluş yıllarının 1928'de, mimarlık eğitiminin bir uzmanlık alanı olarak özerkleştiği Yüksek Mühendis Mektebi Mimari ve İnşaat Şubesi'nin oluşturulmasıyla başladığı, 1954'te fakültenin kuruluş kadrosunu oluşturan ve mimarlık eğitimini tayin eden büyük isimlerin, Emin Onat ve Paul Bonatz'ın ayrılışıyla bittiği kabul edilmektedir. Diğer iki önemli isim Clemens Holzmeister ve Gustav Oelsner ise bu tarihten önce fakülteden ayrılmışlardır. 1954 sonrasında eğitimin bu isimlerin yardımcıları olan doçentler ve asistanlar tarafından devralınması fakültenin kurumlaştığına ve kuruluş sürecinin tamamlandığına işaret eder. Fakültenin kuruluş anlatısı 1928-1954 arasında Yüksek Mühendis Mektebi ve Yüksek Mühendis Okulu Tedris Meclisi/Kurulu kayıtları, İTÜ Senato Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi Profesörler Kurulu Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi mensuplarının dosyaları, dönemde çıkarılan kanun teklifleri, kanunlar ve nizamnameler, TBMM tutanakları, Yüksek Mühendis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu ve İTÜ tarafından yayınlanan öğretim kılavuzları, İTÜ Mimarlık Fakültesi arşivinde bulunan öğrenci projeleri, başarı listeleri, ders defterleri, sınav belgeleri, döneme tanıklık edenlerin yazıları, anma konuşmaları, mektupları ve anıları üzerine inşa edilmiştir. İTÜ Mimarlık Fakültesi konu edilen süreçte aktörler tarafından inşa edilen ve sürekli değişen bir yapı, mimarlık eğitimi ise bu yapının oluşturduğu bir ürün olarak kurgulanmıştır. Arşiv belgeleri ve tanıklıklar, bu dönemde kurumun bağlı bulunduğu ve devleti temsil eden Nafıa Vekaleti ve Maarif Vekaleti'nin, çıkarılan kanun ve kararnamelerin, eğitimin yönetimi için oluşturulmuş kurum içi yapıların, mimarlık eğitiminin aktarıcıları olan kurum mensuplarının ve eğitimin gerçekleştiği binaların fakülteyi ve eğitimi şekillendiren aktörler olduğunu gösterir. Bu aktörlerin hepsi zaman içerisinde değişen, kimi zaman birbiriyle uzlaşan ya da çatışan, farklı güçte ve nitelikte etkilere sahiptir. Aktörlerin, memleketin inşasında görev alacak mimarı yetiştirmek gibi ortaklaşan amaçlarından ya da "milli mimari"yi yaratmak gibi tekil etkilerinden söz etmek mümkündür. Tezde mimarlık eğitiminin niteliğini belirlemek amacıyla öncelikle mimarlık eğitiminin betimlenmesi yapılmaktadır. Kurum tarafından üretilen arşiv belgeleri ve yayınlar aracılığıyla mimarlık eğitiminin omurgasını oluşturan program ve zaman içerisindeki değişimi anlatılmaktadır. Öğretim üyelerinin geriye az sayıda yazılı belge bırakması ve öğrencilerin üretimlerinin çoğunun arşivlenmemiş olması nedeniyle eğitim sürecine ve içeriğine dair bilgiler dönemde öğrenci olmuş kişilerin anlatımlarıyla şekillenir. Buna göre mimarlık eğitiminde ağırlığı oluşturan dersler, bu derslerde öğretim üyelerinin yaklaşımları, önemsenen ve aktarılan bilgi, dersler dışında eğitimin bir parçasını oluşturan stajlar, geziler, öğretim görevlileri ile birlikte mimari yarışmalara katılım, büro çalışmaları ve eğitimi destekleyen yazılı ve görsel kaynaklar ortaya konmaktadır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'ni ve fakültedeki eğitimi şekillendiren aktörlerin mimarlık eğitimindeki etkilerinin yansımasını eğitim programında, sürecinde ve içeriğinde görmek mümkündür. Aktörler değiştikçe eğitim de değişir, yine de tüm kuruluş süreci boyunca öne çıkan karakteristiklerden bahsetmek mümkündür. Devletin memleketi inşa etme arzusu mimarlık eğitimine memleketin ihtiyaç duyduğu mimarı yetiştirme sorumluluğu olarak yansır. Mimarlık eğitiminin mühendis yetiştiren bir kurum içerisinde verilmesi mühendis-mimar yetiştirme geleneğini yaratır ve eğitimdeki teknik-sanat dengesini etkiler. Kalkınma ve ilerleme davası Batı ülkelerindeki mimarlık eğitimi ile sürekli temasta olmayı beraberinde getirir. Eğitimi verenlerin mimar kimlikleri ve eğitim yaklaşımları, mimarlığın fonksiyon, konstrüksiyon, estetik ve ekonomi gibi parçalarının eğitimdeki ağırlıklarında kişisel farklılıklar yaratır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarını, ulaşılabilen bilgiler ve belgelerin ortaya çıkardığı aktörler üzerinden anlatmak ve aktörlerin etkileriyle şekillenen mimarlık eğitimini değerlendirmek Türkiye'de mimarlık eğitiminin kurumlaşmasını ve mimarlık ortamının oluşmasını anlamada yeni bakış açıları sunmaktadır.
-
ÖgeKaybolan geçmişin izini sürmek: Adapazarı kent tarihi (1923-1980)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02)Çalışmanın amacı, en genel ifadesiyle; 1923-1980 tarihleri arasında değişen sosyo-kültürel, ekonomik ve politik süreçlerin ulusal ve yerel yansımalarına paralel bir şekilde Adapazarı kentinin, fiziksel değişimini/gelişimini/dönüşümünü takip ederek, kentleşme deneyiminin dönemlerini ortaya koymak ve incelemektir. Çalışma kapsamında olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir araştırma süreci izlenmiş ve tarih araştırması yöntemi benimsenmiştir. Adapazarı kenti 20. yüzyılda deneyimlediği beş büyük depremle kent tarihi araştırmaları içerisinde özgün bir araştırma alanına işaret etmektedir. Söz konusu depremlerde kent tarihi araştırmalarının en önemli araçları olan yapılı çevrelerin büyük bir kısmı ve kentin gelişiminin kayıtlarını tutan yerel kurumların arşivlerinin tamamı yıkılmıştır. Dolayısı ile yapılı çevreleri merkezine alan kent tarihi araştırmalarının iki temel aracından yoksun olan Adapazarı kent tarihi araştırması, bilgi üretme araçlarının alışılagelmiş sınırları üzerine yeniden düşünmeyi ve bilgiyi inşa edebilmek için yeni beslenme kanalları açabilmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda Milli Kütüphane rezervinde bulunan yerel gazete arşivlerinden faydalanılmıştır. On dokuz yerel gazete kesintisiz zaman akışı sağlayacak şekilde organize edilerek incelenmiştir. Araştırmanın zaman ağını kapsayacak her bir sene iki farklı yerel gazeteden takip edilmiş fakat gerekli görülen dönemlerde bu sayı arttırılmıştır. İncelenen yerel gazeteler içerisinde tespit edilen, kent tarihi hakkında veri sağlayacak haberler öncelikle ölçüt örnekleme yöntemi ile temalara ayrılmıştır. Tespit edilen temaların kartografik materyaller üzerinden gelişimi izlenmiş, söz konusu gelişim ulaşılan fotoğraf arşivleri ve yarı yapılandırılmış görüşmelerle teyit edilerek aktarılmıştır. Adapazarı kentinin belirlenen tarih aralığı içerisinde ve araştırma yönteminin temelini oluşturan temalar kapsamında incelenmesi sonucunda kentleşme deneyiminin üç farklı dönemi içerdiği görülmüştür. 19. yüzyılın sonunda demiryolu ilave bir hatla Adapazarı merkezine ulaşmış ve yine aynı yıllarda Uzun Çarşı ve civarında yapılaşan ticari ve bürokratik merkez çeperlerinden sıyrılarak yeni bir bölgeye yerleştirilmiştir. Adapazarı'nda devletin kamusal görünürlüğünü temsil eden yapılar Uzun Çarşı ile tren istasyonu arasında yeni bir bürokratik merkez oluşturacak şekilde bir araya getirilmiştir. Osmanlı'nın son yıllarından 1943 depremine kadar uzanan ilk evre özellikle kent merkezinde önemli değişimlerin izlenmesi ile ön plana çıkmaktadır. Adapazarı kentleşme deneyiminin ikinci döneminin başlangıcını oluşturan 1943 Adapazarı depremi araştırmaya konu edilen Adapazarı kent tarihi izleğinde takip edilen en yıkıcı depremdir. Dolayısı ile ulusal ve yerel bürokrasinin karar alma süreçlerine yansıyan önemli kırılma noktalarını temsil ettiği görülmektedir. Ulusal ölçekte; 1943 yılından itibaren Çark Deresi ve demiryolu güzergahı üzerinde kent formuna eklenen sanayi tesisleri, depremde önemli derecede hasar almış yerleşimin yeniden kalkınmasını hedefleyen kararlar bütünü ile ilişkilenmektedir. Yerel ölçekte ise 1943 depremi kent merkezinde 19. yüzyılın sonunda inşa edilen yeni bürokratik merkezle kurulan yeni ilişkilerin çözülmesinden söz konusu bölgenin yıkılarak geniş bulvar aksı açılmasına kadar giden bir sürecin başlangıç noktasına işaret etmektedir. 1967 yılı ile sınırlanan kent tarihinin ikinci evresi tez çalışmasının zaman aralığında en hızlı gelişmelerin izlendiği dönem olarak öne çıkmaktadır. 1967-1980 yılları arasını kapsayan kent tarihinin son dönemi kent merkezinden geçen İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına alınması ile başlamaktadır. Adapazarı kenti için son derece önemli olan karayolunun kent dışına alınması, Erenler bölgesinin kentin yeni sanayi bölgesi ilan edilmesi, kente Erenler üzerinden yeni bir girişin eklemlenmesi ve yeni karayolu ile Erenler bölgesi arasında kalan alanların yeni sanayi sahaları olarak imara açılması ile kentin gelişiminin yeni dinamiklerle yeniden şekillenmesine neden olmuştur. İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına taşınması dönemin önemli tartışma konularından olan İstanbul sanayisinin doğu koridoruna desanstralizasyonu fikrini temel alan Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı ile ilişkilendirilmeye müsait bir zemin hazırlasa da çalışma kapsamında elde edilen veriler yeni karayolu güzergahının İstanbul sanayinin desanstralizasyonu tartışmalarından önce belirlendiğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak söz konusu plan karayolunun kent dışına taşınmasında belirleyici bir aktör olmasa da tüm bölgeyi tehdit eden sismik risklere rağmen özellikle Adapazarı için yeni karayolu çevresinde kentleşmenin artmasına neden olacak sanayi gelişimini önermiştir. Adapazarı'nın tarımsal özelliğine rağmen, şehir daha fazla sanayi yatırımı çekebilecek bölgesel bir merkez olarak desteklenmiştir. 1980 yılına kadar verilen bu kararın yıkıcı etkilerinin gözle görünür olduğu söylenemese de aralanan bu kapıdan, 1980 sonrasında yapılacak yeni imar planı ile yoğun yapılaşmaya dair kararlar geçecek, Adapazarı kentleşmesini 1999 depreminde büyük yıkımlarla yüzleştirecek yeni bir dönemin oluşmasına zemin hazırlanacaktır.