Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Çıkarma tarihi ile Lisansüstü Eğitim Enstitüsü'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeBoyutsal standartlar açısından Türkiye'de üretilen konut oturma ekipmanı tasarımı ve üretim teknolojileri ile ilişkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1992) Tatlısöz, Nilüfer ; Ünügör, Mete ; 39345 ; Endüstri Ürünleri TasarımıBu çalışmada; konut oturma ekipmanı tasarımında etkili olan faktörler içinde, önemli etkinliğe sahip olan, kullanıcının temel ve kritik boyutsal gereksinimleri incelenmiş, Ürünün gerek boyutsal, gerekse fonksiyonel açılardan performansı göz önünde tutularak, Türkiye' de üretilen konut oturma ekipmanlarında, belli bir standartlaşma olup olmadığı; varsa bu standartlaşmanın ne düzeyde olduğu saptanmaya çalışılmıştır. Ayrıca bugün ülkemizde konut oturma ekipmanı üretiminde geçerli olan üretim teknolojileri araştırılarak, bu teknolojilere göre, ürünün niteliksel ve niceliksel değerlendirmeleri yapılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde; mobilyanın çağlar boyunca, toplumların yaşam koşullarına, uygarlık anlayışlarına ve estetik görüşlerine paralel olarak değişik aşamalar gösterdiği, farklı biçimler aldığı; bu farklı biçimleri alırken kullanıcı gereksinimlerine de yanıt vermesi gerektiği vurgulanmaktadır. Buna bağlı olarak, günümüz deki hızlı konut yapımı sonucu, belli standartların ortaya konması zorunluluğunun doğduğu, konutlardaki standartlaşmanın yanı sıra, mekanın boyutlandırılmasına etki eden konut iç donatımında da standartların belirlenmesi gerektiği anlatılmaktadır. İkinci bölümde; günümüze kadar olan gelişimin tarihi perspektif içinde betimlenip, somut olarak sergilenebilmesi için, oturma ekipmanı tasarımına ilişkin tanım ve tarihçesi sistematik biçimde ele alınmaktadır. üçüncü bölümde; oturma ekipmanı tasarımında öncelikle kullanıcının boyutsal gereksinmelerinin belirlenmesi gerektiği, problem alanı olarak ortaya konulmaktadır. Boyutsal gereksinmelerin belirlenmesinde gerekli olan, oturma ile ilgili statik vücut ölçülerinin tanımları ve bu ölçüleri etkileyen genel faktörler ile oturma ekipmanı ta sarımında; anatomik, fizyolojik ve psikolojik prensipler anlatılmakta, belirlenen boyutsal standartlarla üretim teknolojileri arasında iliş ki kurulmaktadır. Dördüncü bölümde; "Türkiye genelinde örnekleme alanı olarak seçilen istanbul'daki üretim yapan firmalara uygulanılan bir anket araştırması yer almaktadır. Bu araştırmada firmalara üretim özellikleri, ürün özellikleri ve ürüne yönelik standartlaşma düzeyinin belirlenme si ile ilgili sorular sorulmakta ve bunların değerlendirmeleri yapıl maktadır. Beşinci bölümde; bu çalışma ile tez amaçlarına ne derecede ulaşıldığı tartışılmakta ve Türkiye'deki standartlaşma hedeflerinin belli bir oranda gerçekleştirilebilmesi doğrultusunda çeşitli öneriler ortaya konulmaktadır.
-
ÖgeÇocukla birlikte gelişen çok amaçlı bebek bakım masası üzerine bir uygulama çalışması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1992) Baylan, Filiz ; Alphan, Ahmet ; 21841 ; Endüstri Ürünleri TasarımıGelişen teknoloji ve sanayileşme toplumumuzda, düşünce tarzının değişmesi, kültür düzeyinin yükselmesi, yaşma seviyesinin farklılışması gibi olumlu gelişmelere neden olmuştur. Gittikçe küçülen aile yapısı nedeniyle de aile içinde çocuğa verilen önem ve sunulan imkanlar da fazlalaşmıştır. Çocuğun fiziksel ve psikolojik gelişimlerine paralel olarak ihtiyaçları da daha dikkatli incelenmeye başlanmıştır. Dolayısıyla bu ihtiyaçlara cevap verebilen çocuk ekipmanlarının sayısında artış ve farklılaşmalar olmuştur. Ancak piyasada kullanılan ekipmanların içinde çocuğun ve annenin tüm ihtiyaçlarına aynı anda cevap verebilen, çocukla birlikte gelişip büyüyen ve ailelerin ekonomik durumunu zorlamadan alabilecekleri çok fonksiyonel bir ekipman açığı olduğu gözlemlenmiştir. Bu açığa cevap verebilen bir ekipman tasarımına geçilmeden önce, çocuğun fiziksel ve psikolojik gelişimleri, bu gelişimler sırasındaki ihtiyaçları, annenin çocuk bakımı sırasındaki ihtiyaçları boyutları gibi birçok konunun incelenmesi gerekmektedir. Tüm bu araştırmaların tasarımda hedeflenen amaçlara ulaşmak için yardımcı olacağı kararından yola çıkılarak, elde edilen verilerin dikkatlice değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bilgiler ışığında ekipmanın içermesi gereken özellikleri, yapılacak eylemlerin nerede ve nasıl çözümlenmesi gerektiğine karar verilmektedir. Tasarımın çizimleri tamamlandıktan sonra uzman yardımı ile hazırlanan anket formalarının doldurtulması ve maket atelyesinde yaptırılan prototipin denetilmesi ve sonuçların değerlendirilmesine geçilmiştir. Bilgisayar yardımıyla yapılan değerlendirmeler sonucu bu ekipmanın endüstri ürünü tasarımı olabileceğine ve seri üretim sonucu geniş bir kitleye hitap edebileceğine karar verilmiştir.
-
ÖgeÇeşitli fonksiyon alanlarında kullanılması amaçlanan dönel tuvalet masası üzerine bir uygulama çalışması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1992) Süzer, Didem ; Alphan, Ahmet ; 21842 ; Endüstri Ürünleri TasarımıBu tez kapsamında amaç; "Tuvalet masası" ekipmanının tarih içinde gelişimi, kullanım amaçlarının yanısıra günümüz koşulları içerisinde mevcut teknolojileri kullanmaya çalışarak farklı fonksiyonların kullanıcı yaklaşımları açısından araştırılarak dönel tuvalet masası tasarımının ortaya konmasıdır. I. bölümde ilk olarak; yatak odalarının önemli bir ekipmanı olan tuvalet masasının tanımı yapılarak tarihsel süreç içindeki gelişimi, kullanımı incelenmiştir. Daha sonra tuvalet masası kullanıcısı belirlenip tanımlanarak kullanıcı özellikleri incelenerek tuvalet masasında yapılan eylemlerle günümüz tuvalet masası kullanım yerleri ve şekilleri örneklenmiştir. Bölüm sonunda ise kullanıcı açısından tuvalet masası mobilyasının etkileyen faktörler araştırılmıştır. II. bölümde I. bölüm sonuçlarına dayandırılarak Dönel Tuvalet Masası tasarımı ilk eskiz ve çizimleri ile birlikte anlatılmış ve bu tasarımı etkileyen faktörler belirlenmiştir. Proje aşamasından sonra 1/1 ölçekte, ilk prototip İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi maket atölyesinde imal edilmiştir. III. bölümde Dönel Tuvalet Masası tasarımına kullanıcı yaklaşımını belirleyebilmek amacıyla deney ve anket çalışmaları yapılmıştır. Deneysel çalışmalar gözlemlerle birlikte sürdürülmüştür, anket çalışmaları ile desteklenmiştir. Yaklaşık 100 kullanıcı ile görüşülmüş çalışmaları değerlendirilmesi yapılarak sonuçlar ortaya konmuştur. Sonuçta ise bu çalışma ile tez amaçlarına ne derece ulaşıldığı tartışılmıştır.
-
ÖgeEndüstri ürünlerinde tasarımın değerlendirilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1995) Teker, Murat ; Öke, Altan ; 46608 ; Endüstri Ürünleri TasarımıDeğerlendirme günümüzde tasarlama sürecinin bölünmez bir parçası haline gelmiştir. Değer verme, değerIendirme ve karar verme tasarımcı için bir yöntem sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüzde 19.YYın el işçiliğine dayanan üretimine yönelik tasarım anlayışından vazgeçilmiş kitlesel üretime yönelik endüstri ürünlerinin tasarımına geçilmiştir. Endüstri tasarımı bugün artık dünya ekonomisinde önemli bir güç olmuştur. Endüstri tasarımının önem kazanması, ürünün ne şekilde değerlendirileceği kavramını gündeme getirmiştir. Endüstri ürününde aranan temel nitelikler işlevsellik, ekonomi ve estetiktir. Tasarımcının amacı insana uygun bir çevre yaratmaktır. Bu yapay çevreyi oluşturan tasarlanmış ürünler olduğuna göre tasarımcıya düşen görev gerek ürünlerin işlevselliğini, kullanışlılığını gerekse görsel niteliklerini geliştirmektir. Bu gelişimi ürünün tasarlanıp, üretilmesi, satılması ve kullanılması aşamalarında yapılacak değerlendirmeler sağlayacaktır. Değerlendirme ürünün özelliklerinin ortaya konması ve bu özelliklerin amaca uygunluğunun araştırılmasıdır. Endüstri tasarımı alanında ortaya konmuş bir ürünün başarısının değerlendirmesi tasarım, üretim ve satışın sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi açısından yararlı olabileceği düşüncesi ile bu çalışma hazırlanmıştır.DeğerIendirme ile elde edilecek bilgiler ürünün geliştirilmesinde kullanılabileceği gibi aynı konuda ortaya konulacak başka bir ürünün özelliklerinin amaca daha uygun olmasını sağlayabilir.
-
ÖgeState density in one dimensional ferromagnetic spin system with impurity(Institute of Science and Technology, 1995) Alp, Murat ; Erzan, Ayşe ; 46467 ; Institute of Science and TechnologySpin sistemleri katıhal fiziğinin önemli çalışma alanlarından birisidir. Atomlar, katıhalde madde içinde örgü noktalarına yerleşirler ve atomların çekirdeği bir elektron bulutu ile sanlıdır., Yalıtkan maddelerde atoma bağlı elektronun potensiyelinin V(r) dönmeye göre simetrisi olmadığı için özdurumları net bir açısal momentuma sahip değildir. Açısal momentumu manyetik moment kaynağı olarak ele almadığımızda geriye elektronun iç spini kalır. Elektronlar arası etkileşmeler ile atomdaki elektronların spinleri tek bir toplam spin yapacak şekilde birleşir. Örgü noktalarındaki toplam spinier ise birbirleri ile aralarındaki uzaklığın fonksiyonu olarak etkileşirler. Yalıtkan maddelerde Hamiltonyen, spin spin etkileşmeleri türünden Heisenberg Hamiltonyeni ile her örgü köşesine yerleşmiş spinlerin bir etkileşme matris elemanının fonksiyonu olarak yazabiliriz. Etkileşmeyi sağlayan değiş tokuş integrali, elektron dalga fonksiyonlarının uzaklığa bağlı olarak üst üste kesişmesinin bir fonksiyonudur. Bu çalışmada ve benzeri çalışmalarda da genellikle en yakın komşu spin etkileşmeleri alınarak çalışılır. Hamilton denklemi en genel halde kristal simetrisinden gelebilen spinlerin uzayda ağırlıklı olarak yönelmek istedikleri yönler olabileceği durumda anizotropik Hamiltonyen denklemi alınır.
-
ÖgeKuzey Marmara Denizi'nde tsunami simülasyonları için gereken batımetrik datanın oluşturulması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2001) Özmen, Binnur ; Beji, Serdar ; 104082 ; Gemi ve Deniz Teknolojisi MühendisliğiGüncelliği nedeniyle depremle ilgili çalışmaların önem kazanması, olası bir tsunami tehlikesini incelemek açısından Marmara Denizi'nde, özellikle Adalar bölgesinde, tsunami simülasyonlarını gündeme getirmiştir. Bu amaçla, Marmara Denizi'nin Çınarcık Çukuru' nu ve Adalar' ı içine alan kuzeydoğu bölgesinin batimetrisi eğrisel yüzeylerle ifade edilerek istenen noktalarda derinliklerin elde edilmesi sağlanmıştır. Tsunamiler konusunda yapılan çalışmalar, özellikle sığ su bölgelerinde, tsunamilerin kıyılara yaptığı etkilerde dip formunun belirleyici olduğunu göstermektedir. Bir kıyıda ayrı ölçüm noktalarında tsunaminin farklılıklar gösterdiği, fakat aynı ölçüm noktasında farklı tsunamilerin aynı özellikler gösterdiği saptanmıştır. Bu durum da, hassas batimetrik değerler kullanmanın dalga simülasyonlarındaki önemini açıkça ortaya koymaktadır. Marmara Denizi'nin kuzeydoğu kesimleri ve Adalar civarının batimetrisi, matematiksel olarak eğrisel yüzeylerle ifade edilmiştir. Batimetrik haritalardan okunan nispeten sınırlı sayıdaki derinlik değerleri kullanılarak, küçük alt bölgeler için en küçük kareler yöntemi yardımıyla eğrisel yüzeyler oluşturulmuştur. Matematiksel olarak tanımlanan alt bölge yüzeylerinde su derinlikleri istenilen sıklıktaki noktalar için elde edilebilmektedir. Böylece, sınırlı sayıdaki noktalarda okunan derinlik değerlerinin çok daha sık noktalar için elde edilmesi sağlanmıştır. Bu değerler bir dalga modelinde data olarak kullanılmıştır. Beji ve Aldoğan (2001) tarafından geliştirilen dalga modeli kullanılarak Marmara Denizi'nde Çınarcık Çukuru'nda bulunan fay hattının kırılmasıyla oluşabilecek su dalgalarının yayılması konuma ve zamana bağlı olarak simüle edilmiştir. Simülasyonda deprem büyüklüğü M=7.5 kabul edilerek belirlenen fay düzlemi parametreleri kullanılmıştır. Hesaplamalar sonucu elde edilen maksimum dalga yükseklikleri ve bu dalgaların belirli yerlere varma süreleri tespit edilerek sonuçlar hakkında genel değerlendirmeler yapılmıştır.
-
ÖgeAğır taşıtlarda ayna titreşimlerinin incelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-09-09) Er, İsmail Oğuz ; Erol, Haluk ; 503111404 ; Makina Dinamiği, Titreşim ve Akustik ; Machine Dynamics, Vibration and AquisticsOtomotiv sektöründeki rekabet, araç ağırlıklarının azaltılması konusunda firmaları zorlamakta, hafif tasarım yapılırken ise aracın yapısal rijidliği düşmekte ve titreşim hassasiyeti artmaktadır. Araç alt sistemlerinden biri olan ayna sisteminin titreşimlere duyarlı olması, aynanın yüksek genlikli titreşim yapmasına sebep olur. Yüksek genlikli titreşimler sonucunda ayna üstündeki görüntü bulanıklaşarak kaybolur ve bu görüntü kaybı trafik kazalarıyla sonuçlanabilir. Diğer bir değişle ayna sistemindeki aşırı titreşimler aktif güvenlik zafiyetine yol açmaktadır. Aynadaki görüntü kaybının sebep olduğu problemleri çözmek için ayna titreşimlerinin incelenmesi gerekmektedir. Tez kapsamında yapılan literatür araştırmaları, deneysel çalışmalar ve tecrübelerden yararlanarak titreşim duyarlılığı düşük bir aynanın sağlaması gereken dört adet kriter oluşturulmuştur. Bu kriterler ağır taşıtlar hedef alınarak belirlenmiştir. Kriterler modların ayrılması, modal sönüm, dinamik rijidlik ve araç çalışırken ayna üstündeki maksimum ivme değeri ile ilişkilidir. Titreşim performansı subjektif olarak değerlendirildiğinde geliştirilebilir seviyede olan geri görüş aynası, belirlenen kriterler doğrultusunda incelenmiştir. İnceleme çeşitli sonlu elemanlar analizleri ve fiziksel testlerle gerçekleştirilmiştir. Yapılan analiz ve testler sonucu aynanın kriterleri sağlamadığı görülmüştür. Sonlu elemanlar modeli ile çalışılarak aynanın kriterleri sağlaması için gerekli özellikleri bulunmuş ve öneriler oluşturulmuştur. Bu önerilere uyan bir ayna temin edilmiş ve gerekli analiz ve testler yapılmıştır. Analiz ve test sonusunda ayna, modal sönüm haricindeki tüm kriterleri sağlamıştır. Prototip ayna subjektif olarak değerlendirildiğinde de titreşim problemi görülmemiştir. Prototip aynanın, modal sönüm kriterini sağlamamasına rağmen subjektif değerlendirmelerde problemsiz olarak görülmesi, bu kriterin tekrar ele alınmasını gerektirmiştir. Maksimum ivme kriteri sonlu elemanlar metodu ile de incelenebilir. Ancak ayrıntılı sonlu elemanlar modeli ve motor yüklerine ihtiyaç duyulur.
-
ÖgeWhat justifies resistance? Resistance as the necessity of freedom(Institute of Science and Technology, 2016-06-02) Giray, Görkem ; Koçan, Gürcan ; 419131004 ; Political StudiesThe present thesis zeroes in directly on resistance and the question of how to justify resistance. In this study, resistance as a basic relational element is discussed not only as a political event but also as a natural becoming. In sovereignty theory, the boundaries of the right of resistance are drawn in accordance with law. However, since Power spreads beyond the frame defined by law, resistance overflows this frame. Thus we face a question of justification that is not determined by legitimization. To be able to focus on an extralegal right, going back to power relations is essential. The main argument of the present thesis is that the right of resistance is an effort to stay in being naturally and to affirm its power; that it can never be handed over or limited by law and that it is opposed to all forms of Power. A natural right is preserved in civil state, as well. That is why resistance as an expression of power is first separated from the domination of the fictional subject and laid within the framework of power relations. The subjective elements of resistance are worked through on epistemological terms and its objective elements on ontological terms and these terms form the basis respectively of speculative -based on consciousness- and actual -based on power- components. A resistance, considering the way it manifests itself, can be classified according to its quantitative, contextual and instrumental features. The types are decided upon considering affirmation and negation functions independently of form. What renders resistance meaningful and valuable is its affirmative and negative role in power relations. While handling bodies and becomings in, neglecting their affections or defining them as utopic subjects lead us to fall into some kind of a fallacy incompatible with the human nature. Therefore, a body strives to stay in being and increase its power of acting to the extent that its power as its essence defines its right. Negation has to be reduced to being a speculative and secondary element of resistance in regard to increment of power. As for the right of resistance, it is justified to the extent it can lead to that and it can produce life while refraining from nihilism –which is affirming difference in other words.
-
ÖgeÜretim sistemlerinde valf-nokta etkili konveks olmayan dinamik ekonomik yük dağıtımı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2017) Pürlü, Mikail ; Türkay, Belgin Emre ; Elektrik Mühendisliği Anabilim DalıTeknolojinin elektrik mühendisliğine sağladığı en büyük getirilerinden biri de dünya üzerinde enerji tüketimi artışıdır. Elektrikli aletlerin sayısında ve kullanım süresinde artışlar yaşandığı gibi daha ileri teknoloji sağlayabilmesi amacıyla tükettiği güçte de artışa gidilmiştir. Bu artışlar ve yazılım sistemlerinin daha çok tercih edilir hale gelmesi fazladan enerji ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Enerji ihtiyacındaki artış elektrik enerjisi üretim sistemlerinin yeterliliğini gün geçtikçe zorlamakta ve bizim daha fazla sayıda ve daha nitelikli elektrik enerjisi üretim santralleri kurmamızı gerektirmektedir. Üretilen elektrik enerjisi miktarındaki artışla birlikte üretimde optimizasyon işlemlerinden biri olan ekonomik yük dağıtımı da daha önemli bir hale gelmişir. Ekonomik yük dağıtımı, üretim sisteminde kullanılan tüm generatörlerin yakıt-güç eğrilerinin toplamından oluşturulan maliyet kullanarak talep edilen enerjiyi minimum yakıt maliyetiyle karşılayabilmek için hangi generatörün ne kadar yükleneceğinin hesaplanmasıdır. Generatörler arasında ekonomik yük dağıtımı yapılmasıyla aynı miktardaki enerji, ekonomik yük dağıtımı yapılmayan tesislere göre daha düşük yakıt maliyetiyle elde edilir. Güç sistemlerinden tüketiciler tarafından talep edilen elektrik enerjisi miktarının gün içersindeki belirli zaman periyotlarında farklılık göstermesi ekonomik yük dağıtım problemlerininin yetersiz kalmasına sebep olmuştur. Değişen talep güç değerlerine göre hangi zaman periyodunda, hangi generatörlerin ne kadar çıkış gücünde üretim yapacağının belirlenmesi amacıyla dinamik ekonomik yük dağtım problemleri oluşturulmuştur.
-
ÖgeProtein engineering applications on industrially important enzymes(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özgün, Gülşah ; Karagüler, Nevin Gül ; Moleküler Biyoloji-Genetik ve Biyoteknoloji ; Molecular Biology-Genetics and BiotechnologyBüyüyen biyoteknoloji marketi, beraberinde biyokatalizörlerin geliştirilmesi ve yeni özellikler kazandırılmasına yönelik çalışmaların artmasına yol açmıştır. Endüstriyel ortamlar genellikle doğal enzimlerin kullanımı için uygun olmayan ekstrem şartlar barındırmaktadır, yüksek sıcaklık, basınç ve çok yüksek veya düşük pH gibi koşullarda, çoğunlukla doğal enzimler istenilen performansı sağlayamamaktadır. Başta protein mühendisliği olmak üzere birçok disiplin farklı endüstriyel alanlarda enzimlerin etkili bir şekilde kullanımına yönelik stratejiler geliştirmektedirler. Protein mühendisliği, endüstriyel sektörün özelliklerine ve enzimin kullanılacağı ortama bağlı olarak istenilen özelliklerin geliştirilmesinde, örneğin aktivite ve stabilitenin arttırılması, substrat veya koenzimin spesifisitesinin değiştirilmesi veya geliştirilmesi, optimum pH nın değiştirilmesi gibi stratejilere yönelik rasyonel tasarım, yönlendirilmiş evrim ve kombinasyonel uygulamaları kullanmaktadır. Protein mühendisliği stratejilerinin belirlenmesinde aynı zamanda enzime ait (yapı-fonksiyon) bilgilerin varlığı veya yokluğu etkili olmaktadır. Protein mühendisliği, moleküler biyoloji temeline dayanarak proteinin yapı fonksiyon ilişkisinin anlaşılmasına olanak sağlayarak, proteinin genetik düzeyde yeniden dizayn edilmesini ve istenilen özellikte biyokatalizörlerin oluşturulmasını mümkün kılar. Bu kapsamda tez, endüstriyel öneme sahip Bacillus subtilis lipazA (bsLipA) ve Candida methylica format dehidrogenaz (cmFDH) enzimlerinin üç farklı stratejinin kullanıldığı protein mühendisliği uygulamalarına odaklanmıştır. i) Optimum pH nın ii) ve koenzim spesifitesinin değiştirilmesi iii) termal stabilitenin arttırılması hedeflenen stratejiler olmuştur. Deneysel çalışmalar üç bölümde detaylandırılmıştır. Tezin birinci kısmında, bsLipA enziminin optimum pH'sının değiştirilmesi amacıyla rasyonel tasarım uygulamalarından bölgeye özel mutasyon yöntemi uygulanmıştır. Lipazlar (EC 3.1.1.3) trigliseridlerin serbest yağ asitleri ve gliserole hidrolizini gerçekleştirirlerken, aynı zamanda transesterifikasyon, aminoliziz ve asidoliziz reaksiyonlarını da katalizlerler. Mikrobiyal lipazların susuz ve az-sulu ortamlardaki potansiyeli, enzimin çok yönlü biyoteknolojik bir araç haline gelmesini sağlamıştır. Farklı endüstriyel alanlarda uygulama imkanı bulan lipazlar, son yıllarda sıvı veya süperkritik karbon dioksit (LCO2/SCCO2) gibi hijyen sistemlerinde hidrolitik enzim katkısı olarak kullanım potansiyeline sahiptir. LCO2/SCCO2 sistemlerinin temizleme etkisinin hidrolitik enzim ilavesi ile arttırılması mümkün olmasına karşın, çözgen olarak kullanılacak olan LCO2 / SCCO2' in polar olmayan bir çözgen olması ve düşük su içeriği sebebiyle, kullanılacak enzim sisteminin az sulu ve düşük pH' ya sahip çözgen sistemlerinde aktif olması beklenmektedir. Bacillus subtilis lipaz (bsLipA), geniş bir pH (4-11) aralığına sahip olmasına karşın optimum pH'sı 10'dur, bu sebeple LCO2 / SCCO2 çözgen sistemlerinde kullanımı için modifikasyonu gerekmektedir. Bacillus subtilis lipaz A (PDB ID: 1ISP) kristal yapısı ve Insight II programı kullanılarak enzimin optimum pH değişimini sağlayacak hedef mutantlar belirlenmiştir. Proteinin aktif bölgesinde katalitik özellikteki amino asitlerin pKa değerlerini etkileyebileceği düşünülen, yaklaşık 9 Å'luk mesafe içerisinde olan ve katalitik amino asitler ile doğrudan ilişkili olan amino asitlerin, bölgeye özel mutasyon tekniği ile tekli G11E, N18R, L102R, G103R, G104R, I157R mutantları oluşturulmuştur. N18R ve G103R mutantlarının template olarak kullanılması ile ikili (G11E-N18R, G103R- N18R, G103R- G11E, and G103R- G104R) mutantların da, bölgeye özel mutasyon tekniği ile oluşturulması planlanmıştır. Tezin ikinci kısmı cmFDH enziminin koenzim spesifitesinin değiştirilmesine yönelik yarı-rasyonel tasarım uygulamalarından bölge saturasyon mutagenez yöntemini kapsamaktadır. Tezin üçüncü kısmında ise cmFDH enziminin termal stabilitesinin arttırılmasına yönelik, , rasyonel tasarım uygulaması olan bölgeye özel mutasyon yöntemi uygulanmıştır. NAD+-bağımlı format dehidrogenaz enzimi (EC 1.2.1.2, FDH), format iyonunun karbondiokside dönüşümünü katalizlerken, NAD+ molekülünün NADH'e indirgenmesini sağlamaktadır. Gerçekleşen reaksiyonun basitliği, kullanılabilirliği, düşük maliyeti, termodinamik özellikleri ve son ürün olan CO2' in reaksiyondan kolaylıkla uzaklaştırılabilmesi gibi avantajlarından dolayı FDH, kimya endüstrisindeki kiral bileşiklerin sentezi için çok önemli olan NAD(P)H rejenerasyonunda potansiyel bir sistemdir. Fakat, doğada bulunan FDH'lerin çoğunluğunun NAD+ koenzimine spesifik olması ve düşük termal stabiliteye sahip olması, FDH'in kullanımını kısıtlamaktadır. Bu sınırlandırmaların aşılması amacıyla, tezin ikinci kısmında, cmFDH enziminin koenzim spesifitesinin değiştirilmesi için koenzim bağlama bölgesinde, koenzim spesifitesinden sorumlu amino asitler, Pseodomonas. sp.101 ve Candida boidinii FDH kristal yapıları baz alınarak, Insight II (Accelrys) programı ile oluşturulan cmFDH homoloji modeli yardımıyla belirlenmiştir. Belirlenen D195, Y196 ve Q197 bölgelerine ait dejenere primerler ile uygulanan bölge saturasyon mutagenez çalışması sonucunda her bölge için mutant kütüphaneleri oluşturulmuştur. NADP+ koenzimi ile aktivite gösteren aday mutantlar kolorimetrik tarama metoduyla belirlenmiştir. İki nesil oluşturulan adayların protein üretimi ve saflaştırılması neticesinde NADP+ koenzimine karşı olan ilgisi test edilmiştir. Yapılan çalışma sonucunda ikili mutantlardan D195S / Q197T ve D195S / Y196L mutant cmFDH enzimlerinin NADP+` ye karşı katalitik etkinlikleri yabanıl tip cmFDH enzimine kıyasla, sırasıyla 56000 ve 50000 kat artmıştır. Çalışmanın son kısmında, cmFDH enziminin termal stabilitesinin geliştirilmesi amacıyla, protein yüzeyindeki esnekliği yüksek olan oyuklar ve bu oyuklarda bulunan esnek amino asit kalıntıları hedef alınmıştır. Pseodomonas. sp.101 ve Candida boidinii FDH kristal yapıları baz alınarak, ExPASy programı ile cmFDH homoloji modeli elde edilmiştir. Oluşturulan model üzerinde FIRST algoritması kullanılarak, proteinin esnek oyukları ve hedef amino asit kalıntıları belirlenmiştir. Yapılan bilgisayar çalışmaları neticesinde belirlenen 12 aday; M131A, V133I, V139W, P140R, D158N, I162V, F186L, V219M, F247A, E272W, R277N ve K301R bölgeye özel mutasyon yöntemi ile oluşturulmuştur. Mutant adayların protein üretimi ve saflaştırılması neticesinde gerçekleştirilen kinetik ve sıcaklık çalışmaları sonucunda, birinci oyukta yer alan M131A mutant enziminin, rekombinant yabani tip cmFDH enzimine kıyasla yarı ömründe 4 °C'lik bir artışla diğer mutantlar arasında en iyi termal stabilite profili gösterdiği belirlenmiştir. Bu tez kapsamında yapmış olduğumuz tüm çalışmalar, endüstriyel kullanım için enzimlerin modifikasyonunda, doğru stratejiler kullanıldığında protein mühendisliği uygulamalarının, başarı sağladığını göstermektedir.
-
ÖgeCombined Axial Load and Bending Moment Interaction Diagrams for Steel-Concrete Composite Columns in Tall Buildings( 2019-06-14) Fidanboy, Hazal ; Çelik, Oğuz Cem ; 0000-0002-2106-1115 ; Çevre Kontrolü ve Yapı Teknolojisi
-
ÖgeHigh cycle fatigue life estimation in frequency domain using multi input multi output Q-T matrix method(Graduate School, 2019-12-19) Topak Kula, Emel ; Mugan, Ata ; 503171502 ; Solid Mechanics ; Katı Cisimlerin MekaniğiComponent failures due to vibrational fatigue damage is a common problem in automotive industry. There are many studies in literature to predict the fatigue life of vehicle components. It is reported that frequency domain fatigue life estimation methods (FDFEMs) have advantages over time domain approaches. In this study, FDFEMs are applied to vibrational fatigue problems having multi inputs and multi outputs (MIMO). In particular, high cycle fatigue life estimation problem was considered and S-N diagrams were mainly employed in analyses. Input-output relations are obtained in frequency domain using the Q-T matrix method that enables using a reduced order model in frequency domain. The Q-T matrix method for MIMO system representation is convenient to obtain transfer functions between selected input and output degrees of freedom (DOFs) considering the cross-correlations among the DOFs. Following, popular FDFEMs such as Narrow Band Approximation, Tovo- Benasciutti, Zhao and Baker, and Dirlik Methods are applied to some critical components in a truck chassis based on MIMO Q-T matrix models. The FDFEMs considered in this study can be classified as narrow band (namely, Narrow Band Approximation) and wide band (namely, Tovo- Benasciutti, Zhao and Baker, and Dirlik Methods) processes. Comparisons are made with the Ncode solutions and experimental results. It is concluded that the FDFEMs associated with the MIMO Q-T matrix method yield accurate fatigue life estimations and their CPU times are much less than those of full order models. In this thesis, it is analyzed how to get the transfer functions between accelerations of input DOFs and accelerations of critical DOFs of some critical parts. Q-T matrix method is a convenient method to obtain transfer functions of critical locations on a vehicle using some chassis input locations, from inputs' power spectral density (PSD) to outputs' PSD. Acceleration values at each input point are measured by an accelerometer. Output PSDs are obtained by Q-T matrix method and turned into stress values. Q-T matrix method which is entegrated with FDFEMs can be applied to random excitation and MIMO problems in frequency domain. Due to the accuracy of results and consideration of cross-coupling effects, Q-T matrix method was preferred in this study. Due to the fact that knowledge of input force is not neccesary, operational modal analysis can be implemented. Therefore, it is cheaper and faster compared to experimental modal analyses. The Frequency Response Functions (FRFs) used in the formulations of Q-T matrix method were obtained by finite element models. To this end, Nastran software was used to obtain FRFs. Nonetheless, the FRFs could be obtained by experimental modal tests in which multiple shakers should be employed. Applicability of this study is in real-time and on-board for heavy duty truck is investigated. The instrumentation of a heavy duty truck produced by Otosan was completed, accelerometers were attached to the critical locatons of the truck chassis. Then, the Raspberry Pi controller was used for computational tasks. The thesis was a part of a Tubitak Ardeb project focusing on merely vibrational fatigue damage. Besides the truck use case, this study is feasible also for other complicated structures such as airplanes, ships, buses and otomobiles. All algorithms for this study, first, was written in Matlab for Ardunio. Later, this algorithms were converted to Python codes for Raspberry Pi as Python is free software, which means cost reduction. The developed approach was applied to a heavy duty truck chassis. The critical components that were examined in this study were the exhaust muffler bracket and fuel tank bracket. Experimental verifications were made on test roads and vibration test bench excited by shakers. The validation of computational models, mathematical derivations and programs were made by making comparisons with numerical results of Ncode software and experimental tests. It is observed that although the input excitations (namely, forces) were wide band processes, the chassis dynamic behaves like a filter and the PSDs of stresses at selected locations on the chassis were found to be narrow band processes. It was surprising that the fatigue life estimations at critical locations obtained by the Dirlik method which was originally developed for wide band processes yielded larger errors than those of the Narrow Band Approximation which was originally developed for narrow band processes. It is also noteworthy that the computational load of the Narrow Band Approximation is lower than that of the Dirlik method.
-
ÖgeDesign and modelling of urban development areas with reference to historical settlements: case of Korça( 2020) Zeka, Egin ; Yüzer, Mehmet Ali ; 629122 ; Şehir ve Bölge PlanlamaThe city is a very complex phenomena, comprised of dynamic and non-linear relationships among various components. History shows the development of different concepts of urbanism in various contexts. Some of them reach successful compositions while some others fail in terms of providing a proper interrelationship between different environments. This depends mostly on two different approaches in the process of developing cities. The first one is a bottom-up approach, which provides ground for many actors in the process of generating settlements. On the other side, there is the top-down approach, which imposes the willpower of designers, technocrats or governors. The first one is based on a complex adaptive and flexible system that gives importance to the process, while the other considers the design as an end product, based on master planning. Especially after the industrial revolution, many cities around the world developed in a top-down approach based on the modern planning principles, producing very standard, static and monotonous urban typologies, far away from rich, dynamic and complex traditional patterns. In this context, there is a broad literature and discourse that suggests that historic cities are more successful in many aspects and there are many lessons we can learn from these settlements. The concept of this thesis is based on this approach, trying to identify the ways of learning from vernacular, self-organized settlements. It supports the idea that traditional cities are very successful on embracing a much more comprehensive and complex process, which includes many actors, is respectful to local values, and responds to the needs of the communities. This approach claims that vernacular urbanism was capable to establish a complex set of relationships, producing a coherent, good working system, and creating an 'organized complexity', a 'spontaneous order'. In this context, the main aim of this research is to emphasize the importance of bottom-up and inclusive approach in the process of building cities, by analyzing the complexity of non-planned settlements and extracting some features of their rich and dynamic patterns. Moreover, it tries to develop a method that proposes a guideline for interpreting these principles in the process of designing and building new settlements. The thesis raises the following hypothesis: Hypothesis 1: The spatial elements that determine the structure of historic settlements have a systematic relationship within themselves and among each-other. Hypothesis 2: The features of spatial composition in traditional settlements can be measured and used as design parameters for possible future urban developments. Hypothesis 3: Taking references from traditional settlements in the planning and design process of new urban areas is very significant to maintain (sustain) the urban memory of a place The study area is located in the city of Korça and consists of an historic neighborhood near the central zone. The neighborhood is used as a unit for the above-mentioned analyses. This settlement started to develop and consolidate during the Ottoman period. It is built in a spontaneous process, as a product of many individual actions that form a complex and coherent whole. Nowadays, although gone through some transformations and adaptations, it maintains many features of the traditional urban fabric. The neighborhood is organized in an organic pattern of streets and plots. It consists mainly of low-rise courtyard houses, forming a compact urban texture. The morphological elements provide a dynamic pattern and a rich spatial experience with narrow curvilinear streets, fragmented by small plazas and surrounded by small compact housing units. In order to elaborate further the hypotheses, the study uses a hybrid methodology which is implemented in the analyses of a historic neighborhood in the city of Korça, as the case study. This methodology includes three different types of analyses: pattern language analyses, fractal dimension analyses, and geometrical measurements of physical morphology in the study area. Firstly, the study uses some of the pattern language principles, developed by Christopher Alexander. These analyses are helpful to find out if study area possess 'the quality without a name', as defined by Alexander (1979). This quality is very fundamental to create a living, rich, dynamic, coherent, complex environment which responds to the user needs. The second analysis focuses on a procedure that implements the measurement of the fractal dimension of various morphological units in the study area. The fractal dimension concept is very useful to analyze the organic settlements and understand if there is an order and a coherence in their spatial organization. The final section of analysis deals with geometrical measurements in order to identify some physical features related with spatial organization in the neighborhood. These measurements are important not only to identify some spatial attributes of urban space but also, they are very useful to establish a set of rules that can be integrated in any possible future model for urban development. The main results and outputs of this research can be summarized in the following statements: The historic neighborhood in the city of Korça is a typical example of a settlement generated through a long process of self-regulation. Like many other vernacular settlements, it possesses many qualities that create a sustainable, working and efficient environment. Through pattern analyses the study shows that the neighborhood has 'the quality without a name', as defined by Alexander, which establishes an urban habitat that is generative, living, dynamic, rich, beautiful, authentic, systematic and is close to human and nature. Fractal analyses in the settlement show clearly that there is a systematic relationship within and among different morphological units. Similar values of fractal dimension extracted from analyses are evidence of this systematic relationship and the strong coherence in the urban fabric. Some physical features of the spatial composition in the study area can be measured, although it has an organic pattern. These measurements cane be used as parameters in the design process of new urban zones. These parameters can act just as a helping tool in the complex and long process of designing and building new settlements which should include many other actors such as: planners, architects, designers, engineers, other professionals, stakeholders, community etc. These parameters can be integrated in a computed model that can produce many alternatives with high complexity and systematic relationship among different parameters. The study proposes a guideline (framework) by explaining the steps that can be followed for building a possible computational model. The results of analyses and the parameters used in the guideline are contextual to the city of Korça, but the same methodology can be implemented also in other contexts that can produce different results. This research tries to identify firstly the way of understanding the features of vernacular settlements and then using these parameters as reference for generating new settlements. This is an important issue for being contextual and sustaining the urban memory in a city.
-
ÖgeYapısal sürdürülebilirlik bağlamında BIM koordinasyonu ile yapı elemanı tasarımı yaklaşımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Soylu, Pınar ; Tavil, Aslıhan Ünlü ; Çevre Kontrolü ve Yapı TeknolojisiGünümüzde yapısal atıklar kaynaklı doğal çevre kirliliği, ham madde tüketimi, enerji tüketimi kontrol edilemez boyutlara varmaktadır. Yapılar sonsuz varlıklar değildir, yapının öngörülen yaşam ömrünü tamamlamasıyla beraber yıkımı kadar estetik kaygılar, değişen ihtiyaçlarla da yapının ömrü sonlandırılmaktadır ve yıkım sonrası büyük yapısal atık problemleri ortaya çıkmaktadır. Sebep ne olursa olsun bir yapının plansız ve kontrolsüz yıkımı pek çok açıdan çevresel yük oluşturduğu kadar maliyet yüküne ve enerji kaybına da neden olmaktadır. Bu nedenle bina yaşam döngüsünün her evresini dikkate alan tasarımlar daha önemli hale gelmektedir. Bu amaç doğrultusunda bir yapının tüm katılımcıları kendi profesyonel alanlarına göre stratejiler geliştirmektedir. Mimar, mühendis ve diğer profesyonel proje paydaşları bu strateji doğrultusunda bütüncül şekilde çalışarak yapısal atık miktarını azaltacak, enerji, ham madde, zaman ve ekonomik kaybı da düşürecek alternatif yollara, seçimlere yönelmektedir. "Design for Deconstruction" (DfD) söküme dayalı, kullanım ömrünü daha verimli bir şekilde yönetmeyi amaçlayan, yapısal sürdürülebilirliği yapı, yapı elemanı, bileşen ve malzeme ölçeklerinde geri kazanımı ele alan ve bina yaşam döngüsünü dikkate alan bir tasarım stratejisidir. Bir yapının tasarım aşamasında bu stratejiler ile tasarlanması, atık oluşumunun azalmasına, yapının kullanımının değişmesinde esnekliğe ve yapı elemanlarında, bileşenlerde ve malzemelerde yeniden kullanım için sökme, geri dönüşüm için nitelikli geri kazanım gibi olanaklara imkan veren tasarım anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle yapısökümü için tasarımda mevcut yapı gelecekteki yapının yapı elemanları, bileşenleri ve/veya malzemeleri için kaynak olabilmektedir; enerji, ham madde, zaman ve ekonomik kaybı azaltmaktadır. Bu stratejinin verimli işlemesi tasarımın doğru şekilde yapılmasına ve "yıkım" sürecinin tamamen planlı ve verimli yönetilmesine bağlıdır. Yapının tasarım aşamasında yıkım sürecini belirleyen söküm stratejileri ve değişkenlik gösteren kullanıcı ihtiyaçlarına yönelik uyarlanabilirliği de göz önüne alındığında yapı üretim - yıkım süreci karmaşıklaşarak koordinasyonu gittikçe zorlaşan bir faaliyete dönüşmektedir. Süreç bütünlüğünü korumak, verimli şekilde yönetebilmek ve sağlıklı şekilde koordinasyonunu sağlamak amacıyla geleneksel tasarım yöntemlerinin yetersiz kaldığı noktada BIM (Yapı Bilgi Modelleme Sistemi) devreye girmektedir. Sahip olduğu avantajlar ve yazılımın gelişime açık olması nedeniyle güncel çalışmaların pek çoğu BIM da üzerinden yürütülmektedir ve büyük bir fırsat alanıdır. BIM ile beraber karmaşık yapı üretim sürecinin inşasından önce sayısal ortamda koordine etme, net veriler elde etme, inşa etme ve bu verileri saklama seçeneği sağlanmıştır. BIM'in gelişimi ile beraber tasarımcıya ve diğer proje paydaşlarına proje yapım sürecinin bina yaşam döngüsüyle beraber her evrede beraber değerlendirilme imkanı sağlanmıştır. Bu durum ayrıca problemleri önceden görme ve inşa etmeden önce stratejik olarak sürdürülebilirlik kararlarını uygulayarak süreci verimli şekilde yönetmeye ve uygulamaya dair bilgileri sayısal model içerisinde biriktirmeye de imkan vermektedir. Bu amaçla tez çalışmasında "Yapısal Sürdürülebilirlik Bağlamında BIM Koordinasyonuyla Söküme Uygun Yapı Elemanı Tasarımı Yaklaşımı" geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda tasarlanan yapı elemanının yaşam süreci boyunca muhtemel onarım, değişim, dönüşüm, söküm, yıkım ve yenileme gibi müdahalelerde esneklik sağlayacak ve ömrünü tamamladığında minimum yapısal atık üretimi ve üretilen bu yapısal atıkların da ne şekilde dönüştürüleceğinin tasarımda planlanması ile çevresel zararları düşürmeyi hedeflemektedir. Bu üretilen sökülebilir yapı elemanının BIM aracılığı ile bir veritabanı haline getirilerek saklanabileceği ve başka projelerde kullanılabileceği düşünülmektedir. Bu sonucunda ise inşaat endüstrisinin alternatif yöntemlere yönelmesine ve atık çevriminin kapalı döngüde kalmasına destek olunacağı düşünülmektedir.
-
ÖgeSergileme mekânlarının aydınlatılması ve yapı kredi kültür sanat binasının incelenmesi( 2020) Özgür, Pınar Ceren ; Mimarlık, Çevre Kontrolü ve Yapı TeknolojisiSergi; halkın gezip görmesi, tanıması için uygun biçimde yerleştirilmiş ürünlerin, sanat eserlerinin tümü olarak tanımlanmaktadır. Müze ve sergi mekânları, sanat eserlerinin sürekli ya da geçici bir zaman diliminde sergilenmesini ya da korunmasını amaçlar. Sergileme mekânlarının aydınlatılması, hem sergilenen nesnelerin ziyaretçi tarafından algılanmasını kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Ayrıca bu tasarım, eserin ışıktan zarar görmesini önlenmeye de yöneliktir. Sergileme mekânları aydınlatılırken mekânın özellikleri, sergilenecek eserin özellikleri, kullanıcının özelliklerinin değerlendirilmesi ve en makul tasarımın uygulanması gerekmektedir. Yapılan bu tez çalışmasında birinci bölüm giriş bölümüdür. Bu bölümde çalışmanın amacı ve kapsamı belirlenmiştir. İkinci bölümde sergi kavramı ve sergi mekânlarının günümüze kadarki gelişim süreci üzerine bilgi verilmiştir. Ayrıca bu bölümde, sergi mekânlarının sınıflandırılması konusunda bilgi verilip yakın zamanda ziyaretçiye açılan sergi ve müze mekânlarından örnekler incelenmiştir. Üçüncü bölümde sergileme mekânlarında aydınlatmanın önemi ve temel ilkeleri hakkında literatür çalışması yapılmıştır. Sergileme mekânlarındaki ziyaretçinin görsel konfor koşulları ve sergilenen eserlerin zararlı ışıktan korunması konusunda araştırma yapılmıştır. Dördüncü bölümde sergi mekânlarının iç mekân aydınlatması; doğal aydınlatma ve yapma aydınlatma olarak incelenmiştir. Doğal aydınlatmaya bağlı gelişebilecek sorunları engelleme amaçlı kullanılabilecek güneş kontrolü hakkında da bilgiler verilmiştir. Beşinci bölümde örnek sergi mekânı olarak Yapı Kredi Kültür Sanat yapısı ele alınmıştır. Yapıda bulunan Galeri 1 mekânında bulunan nesne aydınlatması ve mekân aydınlatması ayrı ayrı incelenmiştir. Yapı Kredi Kültür Sanat Binası incelenirken gözlem ve simülasyon çalışmaları kullanılmıştır. Bu bölümde ek olarak, Yapı Kredi Kültür Sanat binası Galeri 1 mekânı aydınlatma standartları açısından incelenip standartlara uygun olmayan bölümler için iyileştirme önerleri yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda, sergilenen nesne çeşidi, sergilenme biçimi ve mekânın mimari özelliklerinin aydınlatma tasarımı ile ilişkisi değerlendirilmiştir.
-
ÖgeFinancing urban rail investments via urban development( 2020) Cengiz, Elif Can ; Çelik, Hüseyin Murat ; Alpkökin, Pelin ; 635585 ; Şehir ve Bölge Planlama Ana Bilim DalıThe impact of railway stations on the housing prices in the surrounding area has been investigated by numerous studies. Literature suggests that railway stations have significant impact on the surrounding land values. However, there is no agreement amongst these studies as to whether this impact is positive or negative. Some scholars claim that due to increase in accessibility railway stations have a positive impact on the surrounding property prices. On the contrary some claim that due to the nuisance effect rail stations have a negative impact on the properties in close vicinity of the station. The common part of these studies is that the impact varies depending on the type of the transit system. The nuisance effect is generally experienced in LRT corridors, since their stations and routes are mostly on the surface. The nuisance effect such as noise, vibration and visual pollution created by these systems can be seen in many cities. However, elements of heavy rail systems are generally located underground, so the nuisance effect is only experienced during the construction stage of the system which can be tolerated for the sake of the service it will provide after completion. The studies conducted on the impact of metro systems on the housing market of the surrounding area concluded that the impact is positive even at very close locations to stations. In this study the selected rail corridor is a metro project, therefore the impact of stations is accepted as a positive one. The case study area selected is Istanbul, because it has the largest rail network of all the cities in Turkey. Furthermore, Istanbul has not been studied in this context before. The city needs further rail investments and has projects lined up for future rail network extensions. However, it has no money to realize these projects. In the first part of the study the monetary impact of stations on the housing market is calculated. In the second part a methodology is developed how this increase in property value can be retrieved from property owners for the financing of rail projects. This study is designed as a comparative study with a 'before' and 'after' analysis of the same area. One survey should be collecting the selling prices of apartments in the surrounding area before the rail system is built and the other after the rail system is in place. However, with the data available it was not possible to carry out a before and after analysis. Thus two case study areas with similar characteristics were selected: the after case being a metro system in operation, the other a proposed metro project which is currently under construction. A similarity check was conducted in order to demonstrate that in terms of this analysis these two cases are identical. Lastly, the before and after analyses were conducted on the basis of the selected study areas. In this study the hedonic price model is used. There are many studies which investigate the impact of railway stations on the surrounding housing market, and different models are used to conduct these calculations. However, the hedonic price model is one of the prominent models amongst them. The data available made the use of the hedonic price model more suitable for this study. Other studies use difference-in-differences for the calculations, and the GWR model uses a public database. The public data on housing is unfortunately not reliable; therefore the necessary data for this study was obtained by conducting on-site questionnaire surveys. Due to budget and time constraints the questionnaires were conducted with real estate agents working in areas around the stations of the rail system instead of property owners who are selling their apartments. The case study was selected on the basis of certain criteria. Firstly, rail system projects in Istanbul were listed. Out of these only the metro projects were chosen, the rest was eliminated, and only metro projects of 10 to 20 km lengths were selected as potential case studies. Metro projects with a length of less than 10 km were eliminated from the study since they would not provide sufficient data for the analysis. Similarly, metro projects longer than 20 km were also eliminated, since it would be very hard to handle them. Out of the remaining projects a project was selected on the basis of potential ridership figures per km, namely the Ataköy-İkitelli metro project which has a 13 km route length and 11 stations. In order to perform the before and after analysis, another rail system corridor, the Esenler-Kirazlı corridor was selected. This case study area was demonstrated to be similar with the Ataköy-İkitelli metro corridor in terms of housing and population characteristics. The questionnaire contained questions on apartment selling prices and characteristics of the apartments. As the questionnaire was conducted with real-estate agents and not the owners themselves, the social data on the owners and their family structure, education level, socio-economic status and family characteristics was not collected. The data obtained was modeled using the hedonic price model, then the coefficient of distance was used to estimate the value increase around the Ataköy-İkitelli metro stations. After calculating the estimated value increase around the Ataköy-İkitelli metro corridor, as the second part a methodology was developed to collect some part of this increased value from property owners in the form of a tax. This is not a new form of tax; it has long been used in the world under different names such as special assessment, betterment tax, LVT and value increment tax. The names are different but the aim is the same. If after a public investment a property owner has a financial gain on his/her property, he is expected to share the profit with the community by contributing to the capital cost of other projects. One of the main reasons for collecting this tax from property owners is to create money for funding further rail investments in Turkey. Without such a tax, the property owners will profit from a public investment funded by all citizens' taxes. Taxation of such capital gains will also help limiting urban rent.
-
ÖgeSualtı kültürel peyzajının dokümantasyonu ve haritalanması: Likya antik bölgesi - Kaş( 2020) Gürevin, Sinem ; Yasin Çağatay Seçkin ; 615602 ; Peyzaj Mimarlığı ; Landscape ArchitectureSualtı kültürel peyzajının dokümantasyonu ve haritalandırılması konusunun kapsamı, peyzaj mimarlığı, arkeoloji, tarih, geomatik ve sualtı araştırmaları gibi farklı disiplinlerden oluşmaktadır. Binlerce yılın izlerini döndüğünüz her köşe başında karşınıza çıkaran Likya, geçmişe ait taşıdığı izler açısından oldukça zengin, Türkiye'nin en turistik bölgelerinden biridir. Likya'nın oldukça önemli bir parçası olan Kaş, eski uygarlıklara tanık olmuştur, keşfedilmiş ve keşfedilmeyi bekleyen çok sayıda kalıntıya sahiptir. Bu araştırmanın asıl amacı bu kalıntıları ortaya çıkarmak ve onları akademik literatürün bir parçası haline getirmektir. Kaş, araştırma alanı olarak belirlenmiştir. Bölgenin kültürü ve denizle etkileşimi antik dönemlere kadar dayanmaktadır. Bu çalışma alanı, sualtı kültürel peyzajı yaklaşımı ile değerlendirmektedir. Bu araştırmanın amacı, sualtı kültürel peyzaj alanlarının araştırılması ve ortaya çıkarılması, sualtı kültürel miraslarının tespit edilmesi, bilimsel bir yaklaşımla haritalandırılması ve belgelenmesidir. Bu kültürel peyzaj alanları ortaya çıkarıldığında, kültür miraslarımızın korunması mümkün olacaktır. Bu araştırma aynı zamanda sualtı kültür peyzaj alanlarının yönetim planının altyapısı olarak da kullanılabilir. Peyzaj mimarlığı disiplininin ana konularından biri olan kültürel peyzaj bu çalışmanın kapsamını tanımlar. Peyzaj zamana, kültüre ve mekâna göre birçok farklı anlam barındırabilen karmaşık bir kavramdır. Peyzaj mimarlığı coğrafya ve turizmden, arkeoloji ve antropolojiye kadar çeşitli disiplinleri içerebilir. Kültürel kaynaklar ve doğa arasındaki mesafe ancak kültürel peyzaj yaklaşımıyla kapanabilir. Kültürel miraslar yenilenemeyen kültürel kaynaklardır ve geçmişin antropojenik ve doğal değişiklikleriyle kültürel peyzaja ışık tutar. Kültürel miras, kentsel ve kırsal alanların niteliğinin ve kimliğinin geliştirilmesinde ve aynı zamanda turizm için bir kaynak oluşturmada etkilidir. Kaş sınırları içindeki karasal alanlarda çok sayıda arkeolojik kalıntı bulunmuştur ve daha fazlası için araştırmalar devam etmektedir. Bölgenin tarihi, insanların denizle etkileşimi ve hatta bölgedeki bazı antik kentlerin sular altında olması, karadaki araştırmalara kapsamlı bir sualtı araştırmasının eklenmesi gerektiğini göstermektedir. Dalgıçların ve balıkçıların yıllar boyunca karşılaştığı kalıntılar ve gemi enkazları bölgenin önemli bir sualtı kültürel mirasına sahip olduğunu doğrulamaktadır. Ancak, bu değerler zamanla fırtınalar ve akıntılar tarafından aşınmaya devam etmektedir. Ayrıca, dalış teknikleri ve dalış teknolojilerinin gelişmesi nedeniyle son yüz yılda hırsızlığa da maruz kalmaktadırlar. Kaş'taki sualtı kültürel mirasını koruyabilmek ve bunları kültürel değerlerimize ekleyebilmek için, bu alanda bulunan eserleri haritadaki kalıntıların bilgisiyle sunmak çok önemlidir. Böyle bir çalışma Türkiye'de daha önce hiç yapılmamıştır ve bu araştırmanın asıl önemi bu noktada ortaya çıkmaktadır. Sualtı araştırma alanının kültürel miraslarının harita üzerinde kesin koordinatları ve mevcut durumu ile gösterilmesi, kültürel değerlerimizi korumamıza ve tanımamıza yardımcı olacaktır. Araştırmanın kapsamı gereği, bugüne kadar bulunan kültürlerin devam etmekte olan çalışmalarını desteklemek ve yeni bilgilere ulaşmak mümkün olacaktır. Kapsam dahilinde izlenen yöntemde, araştırmaya literatür çalışması yapılarak başlanmıştır. Temel teoriler araştırıldıktan sonra bölgenin tarihi, coğrafyası, fiziki koşulları ve ekonomik koşulları gibi özellikleri incelenmiştir. Bir sonraki aşama bölgedeki pilot noktaların seçilmesidir. Pilot bölgelerdeki kalıntıların oluşma sebeplerinin neler olabileceği ve neden kalıntıların belirli bölgelerde toplandığı üzerine çalışılmıştır. Alanın genelinde kalıntıların yaklaşık dönemsel haritaları çıkarılmıştır. Araştırma bölgelerinde kullanılacak ölçüm yöntemleri belirlenerek ekip oluşturulmuş ve sualtı kültürel peyzaj alanların da ulaşılabilen belirli örnekler seçilerek belgelenmiş, koordinatları ile harita üzerine işlenmiştir. Bu araştırma, bölgenin tarihini, gelişimini ve değişimini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Harita üzerinde yer alan bulgular tarihsel bilgileri ile belirtildiği için, araştırma alanının tamamını kronolojik sıraya göre anlamaya yardımcı olur. Sualtında çok fazla kültürel kalıntı bulunmaktadır. Bunlar çoğunlukla gemi enkazları ve doğal, teknik veya kazayla ilgili sebeplerden dolayı batan yükleridir. Eşsiz bir değere sahip olan bu kalıntılar, yalnızca ait oldukları medeniyet dönemini değil, aynı zamanda ait oldukları kültürün nasıl yayıldığını da gösterir. Geçmişi incelemek geniş ve kapsamlı bir konudur ve geçmişin izleri karada veya su altında bulunabilir. Kalıntıların önemli kültürel varlıklar olabilmesi için bu izlerin tarihi, mimari veya bilimsel bir değeri olmalıdır. Bulunan kalıntılar bir disipline dayanan bir sosyo-kültürel düzene dahil edilebildiğinde, kültürel değeri olan kalıntılar haline gelir. İnsan kültürünün tarihi, bilimsel veya mimari izlerini taşıyan kalıntılar sualtı kültür kaynağı olarak kabul edilir. Bu tanımda, en küçüğünden en büyüğüne kadar deniz taşıtları ve batık hava taşıtları ve bunların kargoları, sualtı şehirleri ve yapıları ve hatta insan kalıntıları sualtı kültürel kaynağı olabilir. Toplumların kimliklerini tanımlamak için kullanılan tüm kültürel kaynaklar, insanlığa ait değerlerdir. Kültürel miras, bir toplumdaki bireylerin ortak tarihlerini ifade eden ve aralarındaki birlik duygusunu güçlendiren bir faktördür. İnsanların tarih boyunca biriktirdikleri deneyim ve geleneklerin sürekliliğini sağlar. İnsan etkisinin bir sonucu olarak, sualtı kültürel mirasları deniz tabanının tümünü kaplar. Bu nedenle, sualtı kültürel peyzaj alanları ayrıca sualtı kültürel miraslarını da içerir. Her ne kadar toplumların ve bireylerin denizle ilişkileri insanlık tarihi kadar eski olsa da denizciliğin gelişimi özellikle 1500'lerden bu yana ivme kazanmıştır. Sualtı kültür mirasları yüzlerce yıldır dünyaya yayılmıştır. Dünya tarihi boyunca, doğal afetler, binlerce geminin denize batmasına neden olmuş ve kıyı bölgelerindeki pek çok şehri sular altında bırakmıştır. Bu gemilerin, yapıların ve diğer kültürel unsurların çoğu su yüzeyinden görülemediğinden bu kalıntılar göllerin, denizlerin ve okyanusların altında güvenli bir şekilde korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Günümüze kadar gelmeyi başarmış olan bu sualtı kültür miraslarının bir parçası Kaş ilçesinde belirlenen pilot bölgelerde yapılan bir çalışma ile ortaya çıkarılmıştır. Çalışmada karşılaşılan belirli zorluklar sebebi ile sadece bölgedeki dalış bölgelerinde bulunan amfora, çapa ve batık kalıntıları belgelenmiş ve harita üzerinde koordinatları belirtilmiştir. Bu aşamaya kadar öncesinde gerek teorik gerek ise çalışma alanın ön araştırması olarak pek çok inceleme yapılmış bölgenin mevcut koşullarının haritaları oluşturulmuştur. Bu araştırma, Kaş'ta sular altında kalan alanlara yapılan kültürel peyzaj analizinin bir uygulamasıdır. Sonuçlar, sualtı kültür peyzajlarının bizi bilgilendirmek ve ilerletmek için oldukça yüksek potansiyele sahip olduğunu göstermiştir. Sosyal kimliğin oluşması için geçmişin farkındalığı yadsınamaz. Sosyal duygular toplumla birlikte anlam kazanmış ve toplumun devamlılığı hissi toplumu oluşturan her birey için değerlidir. Kültürel değerler, toplumun geçmişini oluşturan bir bütünün parçalarıdır. Bu nedenle, sosyal hafızayı oluşturan ve bölgede yaşayan insanların genel kültürüne dayanan kültürel kaynaklar çok önemlidir. Sualtı dünyasındaki kültürel değerlere erişim, onları zararlı eylemlere karşı savunmasız bırakmak ile birlikte tarihi, kültürleri ve medeniyetleri anlamamıza yardımcı olur. Bu nedenle, sualtı kültür mirasının korunması, tarihsel değerlerimizin korunması anlamına gelir. Sualtı kültürel peyzaj alanlarını korumak için en yararlı yöntem kalıntıları belgeledikten sonra bölgedeki yerel halkı bilgilendirmek ve değerlerinin takdir edilmesini sağlamaktır. Bununla birlikte, doğanın tehlikelerine karşı hiçbir şey yapılamaz. Peyzaj alanları ister tasarlanmış ister doğal olarak mevcut olsa da sürekliliğini korumak için hava, su ve toprak gibi doğal kaynaklara ihtiyaç duyar. Çevresindeki doğal sistemler ile yıkılmaz bir bağlantı içindedir. Bu bağlantı kültürel peyzaj alanlarını diğer kültürel miraslardan ayıran temel özelliktir. Neredeyse tüm kültürel mirasların taşınamamasının nedeni budur. Kültürel peyzaj alanların çevreleri ile olan ilişkisinin bazen onarılması gerekir, ancak her zaman yönetilmesini gerektir. Birçok farklı disiplinin bir arada çalışmasıyla kültürel alanların yönetimi ve planlanması sağlanabilir. Peyzaj mimarları, tarihçiler, arkeologlar, ormancılık profesyonelleri, tasarımcılar, mimarlar, mühendisler, kültürel coğrafya uzmanları, yaban hayatı uzmanları, tohum poleni uzmanları, peyzaj bakım ve yönetim uzmanlarının iş birliği ile kültürel peyzaj alanlarının yönetimi için stratejiler geliştirilebilir. Her kültürel alanın yönetimi farklı bir yöntem, farklı bir strateji gerektirir. Çünkü çevre, iklim, coğrafi ve tarihi özellikler değişebilir. Bazı kültürel peyzajlar bir metropolün ortasındaki küçük bir bölge olsa da bazıları sualtında, diğerleri ise binlerce dönüm alana yayılmış bir kırsal alan olabilir. Kültürel peyzaj alanlarının yönetimi, kültürel bir peyzaj alanı olarak kabul edilen bölgenin tanımlanması ile başlar. Bundan sonra, en önemli adım, hasara neden olabilecek faktörleri önlemektir. Alanların devamlılığını sağlamak için iyi bir yönetim planı hazırlanmalıdır. Yapılan tüm bu araştırmalar sonucunda Kaş'taki kültürün topografya tarafından şekillendirildiği ve geliştiği açıktır. Bölgenin değerlerini ortaya çıkarmak ve herkesle paylaşmak için, önceki kültürlerin tüm izlerini ortaya çıkarmak ve anlamak önemlidir. Mevcut kültürü, kendimizi ve içinde yaşadığımız ortamı anlamak için kültürümüzün gelişimini ve tarihini sebepleri ve sonuçları ile anlamamız gerekir.
-
ÖgeKonutlarda akustik performansın mevzuat ve subjektif etki bağlamında değerlendirilmesi için bir yaklaşım( 2020) Şentop Dümen, Ayça ; Bayazıt, Nurgün ; 636098 ; Mimarlık Ana Bilim DalıGünlük hayatta maruz kalınan gürültülerin insan sağlığı ve psikolojisi üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. 1970'lerden bu yana dünyada gürültü konusunda farkındalığın artması ile yapılan mevzuat düzenlemeleri öncelikle ulaşım ve sanayi gürültüsü gibi dış çevre gürültülerini, ardından bina içi komşuluk gürültülerini gündeme taşımıştır. Bu düzenlemeler konut yapılarında sağlıklı yaşam koşullarının sağlanabilmesi adına iç gürültü düzeyleri için ve yapı elemanlarının ses yalıtımı değerleri için bir takım sınır değerleri şart koşmaktadır. Uluslararası standart olarak önerilen ve güncel durumda teknik şartnameye çevrilen ISO/NP TS 19488, konut yapılarının akustik sınıflandırmasında kullanılacak ses yalıtımı ve gürültü göstergeleri, sınır değerler ve uygulanacak yöntemleri tanımlamakta, ülkeler arasında ortak bir dil oluşturmayı hedeflemektedir. Buna paralel olarak Türkiye'de 2017 yılında yayınlanan 'Binaların Gürültüye Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik' konut binalarının yanı sıra pek çok diğer işlev için de gereklilikleri tanımlamakta ve binalarda gürültüden korunma adına önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Yönetmeliğe göre binalarda sağlanan akustik koşullar, akustik performans sınıflandırma sistemi ile değerlendirilmektedir. Yapı elemanlarının ses yalıtım değerlerinin yanı sıra, iç gürültü düzeyleri, servis ekipmanlarına bağlı gürültü düzeyleri ve reverberasyon süresi değerleri için de düzenlemeler mevcuttur. Temel dayanağı 'insan sağlığı ve iyiliği' olan mevzuatlar, gürültünün insan tarafından algısını ve etkilerini en doğru şekilde temsil edecek gereklilikleri tanımlamalı ve toplumun yalnızca bir kesimini değil genelini korumayı hedeflemelidir. Bu sebeple ulusal ve bölgesel düzeyde çalışmalar yürütülerek tanımlanan gerekliliklerin subjektif algı ile ne derecede örtüştüğünün araştırılması oldukça önem taşımaktadır. Alan çalışmaları ile kişilerin maruz kaldıkları gürültüye karşılık yaşadıkları rahatsızlık, memnuniyet, sağlık sorunları ve eylemlerin etkilenmesi hakkında veri toplanması mümkündür. Buna karşılık binaların akustik performansının mevzuat gereklilikleri ile karşılaştırılarak değerlendirilmesi ve sonuçta yapılan ilişki analizleri subjektif etki oluşumunun bağlı olduğu parametreleri açıklayabilmektedir. Bir diğer yandan alan çalışmaları ile mevzuatın uygulanabilirliğinin süreç, yönetim, kaynaklar ve sektörün bilgi seviyesi yönlerinden değerlendirilmesi ve desteklenmesi veya iyileştirilmesi gereken yönlerin ortaya konulması önem taşımaktadır. Tüm bu sebeplerle, gürültünün subjektif etkisinin araştırılması ve binalarda akustik performansın değerlendirilmesi konusunda yürütülecek alan çalışmaları tezin ana eksenini oluşturmaktadır. Tezin birincil amacı gürültüden rahatsızlığın bağlı olduğu akustik ve akustik olmayan parametrelerin Türkiye koşulları için ortaya konması ve bina içi farklı gürültü kaynaklarının bütünleşik etki analizidir. İkincil olarak Yönetmelik'te tanımlanan sınır değerlerin ve bina akustik performansı değerlendirme metodunun alan çalışması bulguları ile uygulanabilirlik yönünden değerlendirilmesidir. Komşuluk gürültülerinden rahatsızlığın araştırılması Türkiye'de çok çalışılmamış bir konu olduğundan bu konuda ileride yapılacak ulusal ölçekli araştırmalara dayanak oluşturulması ve izlenecek yöntemlerin kurgulanması çalışmanın üçüncü amacını oluşturmaktadır. Tez kapsamı çok katlı konut yapıları olarak belirlenmiş, bu tip yapılarda akustik memnuniyeti etkileyebilecek tüm mevcut gürültü sorunları (komşuluk gürültüleri, daire içi gürültüler, servis ekipmanları, dış çevre gürültüleri) kapsama dahil edilmiştir. Tezin amaç ve kapsamı doğrultusunda çalışma yöntemi alan ölçümü ve sosyo-akustik anket araştırması olarak belirlenmiştir. Sosyo-akustik araştırmalar kullanıcıların zaman içerisinde edinilmiş gürültü tecrübelerine bağlı olarak 'biriken' rahatsızlık düzeylerini ölçtüğünden sonuçların gerçek durumu temsil etme gücü yüksektir. Bu araştırmalarda kullanılacak anket sorularının kullanıcı algısını en doğru şekilde ortaya koyabilmesi için soru üslubu, cevap ölçeği ve değerlendirme yönteminin doğru kurgulanması ve literatür ile uyumlu olması gerekmektedir. Bu sebeple çalışmada öncelikle dünya literatüründe yer alan çalışmaların yöntem analizi yapılmış, kullanılacak anket formatı ve anket yöntemi oluşturulmuştur. İkinci aşamada alan çalışmalarının gerçekleştirileceği örnek binalar belirlenmiş ve akustik ölçüm ve anket çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Yapılan ön analizlerle farklı akustik koşullar sunduğu düşünülen altı konut binası tespit edilmiştir. Bu binalarda öncelikle uluslararası standartlara uygun olarak akustik ölçümler yapılmıştır. Ölçüm ve hesaplamalar Yönetmelik sınır değerlerinin tanımlandığı frekans aralığının (hava doğuşlu sesler: 100-3150 Hz, darbe sesi 100-2150 Hz) yanı sıra, 50 Hz'e kadar inen düşük frekans aralığında da gerçekleştirilmiştir. Sonuçlar hem Yönetmelik hem de ISO/TS NP 19488'e göre değerlendirilerek akustik performans sınıfları atanmıştır. Binalarda ayrıca sosyo-akustik anket çalışması yürütülerek konut kullanıcılarının bina memnuniyeti, farklı gürültü kaynaklarına bağlı rahatsızlıkları ve etkilenme düzeyleri ölçülmüştür. Toplam 136 kişi ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirilmiş, kişilerin görüşmeler esnasındaki sözel yorumları nitel veri olarak kaydedilmiştir. Uç değer ve tutarlılık analizleri sonucunda toplam 130 anket sonucu değerlendirmeye uygun bulunmuştur. Rahatsızlık verileri ile bina akustik performans verilerinin ilişkisi önem performans matrisinden uyarlanan analiz yöntemi ile incelenmiştir. Katılımcıların genel memnuniyet değerlendirmeleri rahatsızlık ve diğer parametreler ile ele alınmış ve bina içi farklı gürültü kaynaklarının bütünleşik etkisi analiz edilmiştir. Bu aşamada istatistiki analiz yöntemlerinin yanı sıra literatürde çevresel gürültü rahatsızlığı için yer alan bütünleşik etki modelleri araştırmaya uyarlanmıştır. Bu çalışma sonucunda, 1.Yönetmelik ve ISO/NP TS 19488 gerekliliklerinin uygulanabilirliği hakkında geri bildirim sağlanarak yoruma açık noktalar vurgulanmış ve iyileştirme önerileri geliştirilmiştir. Özellikle ek açıklamalar ve kılavuzlar ile desteklenmesi gerektiği görülen örneklem seçim yöntemi bu tezde ele alınarak mevzuattan yorumlandığı şekliyle açıklanmıştır. Bu kapsamda ulusal ve uluslararası mevzuatın hedef aldığı inşaat sektörü (yeni yapılacak ve mevcut binalar) ve akustik uygulamalar çalışmanın yaygın etkisi alanını oluşturmaktadır. 2.Türkiye koşulları için binalarda gürültüye bağlı rahatsızlık ve ilişkili olduğu parametreler hakkında orijinal alan verisi sağlanmıştır. Rahatsızlığın ses yalıtımı ve akustik performans sınıfı ile ilişkisi bazı istisnalar (daire içi gürültüler) hariç tutarlı bulunmuştur. Sonuçlar genel rahatsızlık eğilimi hakkında fikir verse de doz-tepki grafiklerinin oluşturulması için daha çok sayıda alan çalışması ile desteklenmelidir. Ölçüm ve anket sonuçlarının paralelliğinin kontrolü ve alan çalışmasının doğruluk testi için 'uyarlanmış önem-performans analizi' yöntemi önerilmiştir. 3.Tekil gürültü kaynaklarına bağlı rahatsızlığın genel akustik memnuniyete etkisi, regresyon analizleri ile incelenmiştir. Gürültü kaynaklarını düşünerek yapılan genel memnuniyet derecelendirmesi üzerinde en yüksek etkiye sahip parametrelerin apartman holünden gelen sesler, komşulardan gelen konuşma sesleri, kişinin kendi dairesinden gelen su sesi ve trafik gürültüsü olduğu görülmüştür. Bu çalışmada seçilen binalar arasında darbe sesi yalıtımı yeterli farklılık göstermediğinden darbe sesinin genel memnuniyete etkisi daha çok sayıda çalışma ile değerlendirilmelidir. Nitel veri analizleri sonucunda 'işitilme endişesi'nin ve 'pencere açık iken hissedilen rahatsızlığın' önemi ortaya konmuş ve bu parametrelerin analize dahil edilmesinin ilişkiyi yükselttiği görülmüştür. Genel 'sessizlik' sorusuna verilen yanıtların bina içi gürültülerin algısı ile bina dışı gürültülerden daha ilişkili olduğu bulunmuştur. Son olarak, tekil gürültü kaynaklarının genel memnuniyet algısına etkisi için çevresel gürültüden rahatsızlık literatüründe yer alan bütünleşik etki modellerinin uygulanabilirliği test edilmiştir. Tekil gürültü kaynaklarından rahatsızlıkların zihinde toplanmasına dayanan 'bağımsız etkiler modeli'nin, genel rahatsızlığın en yüksek rahatsızlığa sebep olan gürültü kaynağı ile ilişkili olduğunu öneren 'baskın kaynak modeli'ne ve tez kapsamında geliştirilen 'kümeleme modeli'ne kıyasla daha iyi sonuç vermiştir. Ancak genel memnuniyeti temsil kuvveti 'ortalama' olarak değerlendirilmiştir. Bu sonuç a) memnuniyetin bağlı olduğu ilave parametrelerin olduğu, b) memnuniyetin bilişsel oluşumunun rahatsızlıktan farklı olması ve rahatsızlık ile sınırlı derecede açıklanabilmesi, c) memnuniyeti ölçmeye yönelik tek bir soru sorulmasının sınırlı kısa dönem hafızası sebebi ile doğru sonuç vermemesi şeklinde yorumlanabilmektedir. 4.İleride yürütülecek rahatsızlık araştırmaları için izlenecek yöntem ve analizler kurgulanmış, önerilerde bulunulmuştur. Toplanan nitel verilerden yararlanarak anket formuna dahil edilebilecek ve detaylı araştırmalara konu olabilecek yeni başlıklar saptanmıştır. Mevcut çalışmada hem beşli kelime ölçeği hem de 0-10 arası sayısal ölçek kullanılmış, elde edilen memnuniyet değerlendirmesi (n:162) ve rahatsızlık değerlendirmesi (n:2417) verilerinden yola çıkarak ölçekler arası çevrim tabloları hazırlanmıştır. Türkçe dilindeki alan çalışmalarının birbiri ile karşılaştırmasında bu tablolardan yararlanmak mümkündür. İleriki çalışmalarda bu ölçeklerden yalnızca birisinin tercih edilmesi anket süresini kısaltacaktır. 5.Son olarak, tezin ana amaçlarından birisi olmamasına karşın, alan çalışmalarının yürütüldüğü binalarda karşılaşılan yapısal hataların altı çizilmiştir. Türkiye'de inşaat uygulamalarında karşılaşılan genel hatalar ve iyileştirilmesi konusunda çalışmalar yürütülmeli, eğitsel kılavuzlar hazırlanarak yapı elemanı ve servis sistemlerinin doğru detaylandırılması ve inşaat kalitesinin artırılması hedeflenmelidir.
-
ÖgeTürk inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine hizmet verecek bir kurum önerisi( 2020) Arıcı Üstüner, Yaprak ; Taş, Elçin Filiz ; 634540 ; Mimarlık Anabilim Dalıİnşaat sektörü, genellikle ülke ekonomilerinin yapıtaşlarını oluşturmaktadır. Dünyadaki teknolojik gelişmeler, değişen ekonomik ve sosyal ilişkiler, inşaat sektöründe de gelişmelerin yaşanmasını sağlamakta; buna bağlı olarak, hayata geçirilen projelerin kapsamı, ölçeği, taraflarının sayısı ve karmaşıklığı artmaktadır. İnşaat projeleri, farklı katılımcıların bir araya gelerek, ortak bir menfaat için çabalarken, aynı zamanda kendi menfaatlerini olabildiğince korumaya çalıştıkları, planlı ancak karmaşık bir süreci tanımlamaktadır. Bu projelerin karmaşık yapısı ve söz konusu menfaat, proje tarafları arasında çeşitli sorunların yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. İnşaat proje süreçleri esnasında, taraflar arasında çatışma, her zaman belli bir düzeyde vardır. Bu çatışmalar çözüme ulaştığında, inşaat proje süreçlerini olumlu yönde etkileyebilmektedir. Ancak bu çatışmaların çözülemediği ve görünür hale geldiği durumlarda, uyuşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. İnşaat projelerinde yaşanan uyuşmazlıklar üzerine yapılan literatür araştırmalarında, uyuşmazlıkların yaşanması "kaçınılmaz" olarak tanımlanmaktadır. İnşaat projelerinde yaşanan uyuşmazlıklar, projelerin belirlenen süre, maliyet ve kalite hedefine ulaşmasını engelleyen ve onları başarısızlığa sürükleyen en büyük etkenlerden biridir. Ayrıca bu uyuşmazlıklar, taraflar arasındaki iş ilişkilerini zedeleyerek, tarafların, sektördeki itibarlarının zarar görmesine ve dolayısıyla gelecekteki iş fırsatlarını da kaybetmelerine neden olabilmektedir. Bu nedenle, inşaat projelerinde yaşanan uyuşmazlıklarda yapılabilecek en doğru hamle, uyuşmazlıklar ortaya çıktığı anda, onları en kısa sürede, düşük maliyetle ve dostane bir biçimde çözmek olacaktır. Ancak dünyada ve inşaat sektöründe, genellikle bir uyuşmazlığın çözümü için ilk akla gelen yol, mahkeme yargılaması ve tahkimdir. Bu yolların otoriter, her zaman bir kaybedeni olan, sonuçları açısından bağlayıcı, uzun süreli ve maliyetli süreçleri tanımlaması, inşaat sektörünün hızlı ve dinamik yapısıyla bağdaşmamaktadır. Bunun sonucunda, son yüzyılda, dünyayla beraber inşaat sektöründe, yeni uyuşmazlık çözümlerine ihtiyaç duyulmaya başlamış ve Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları (Alternative Dispute Resolution-ADR) önem kazanmıştır. ADR, hızlı, düşük maliyetli, dostane, gizliliği yüksek ve kazan-kazan anlayışında çözüm yollarını tanımlamaktadır. Bu yollar hızlı ve pratik süreçleriyle, inşaat sektöründeki uyuşmazlıkların çözümünde ihtiyaç duyulan dinamizmi sağlamaktadır. Bu nedenle, son yıllarda, inşaat sektöründe ADR'a yönelim giderek artmaktadır. Pratikte uygulanan ve literatürde tanımlanan birçok ADR yolu vardır. Arabuluculuk da bu ADR yolları arasında, inşaat sektöründe en çok kullanılanlardan biridir. Arabuluculuk, tarafsız bir üçüncü kişinin sürece dâhil olduğu, hızlı, kazan-kazan anlayışında ve düşük maliyetli bir ADR yoludur. Özellikle yurtdışına bakıldığında, ülkelerin inşaat sektörlerinde, arabuluculuğun aktif olarak kullanıldığı, mahkeme bağlantılı arabuluculuk sistemlerinin olduğu, bazı standart sözleşmelerde uyuşmazlık çözüm yolu olarak arabuluculuğun gösterildiği ve bu konuda çalışan önemli kurumların hizmet verdiği göze çarpmaktadır. Yapılan araştırmalar, bu tür hamlelerin, inşaat sektöründe arabuluculuk kullanımını arttırdığını göstermektedir. Türkiye'ye bakıldığında ise arabuluculuk, 2012 yılında Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu (HUAK)'nun kabul edilmesiyle beraber hayatımıza girmiştir. O günden sonra Türkiye'de, arabuluculuğa dair çalışmalar hız kazanmış ve en son 2019 yılında, ticari uyuşmazlıklarda arabuluculuk, mahkeme ön koşulu olarak, inşaat projelerinde yaşanan uyuşmazlıklarda, mahkemeye gitmeden uygulanması zorunlu bir yol haline gelmiştir. Bu doktora tez çalışmasında, ülkemizde kullanımı artan arabuluculuğun, yurtdışında olduğu gibi, Türk inşaat sektöründe kullanımının yaygınlaşması için yapılabilecekler araştırılmış ve konuya yönelik üç önemli eksiklik tespit edilmiştir. Bunlar, yurtdışında olduğu gibi, Türk inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine hizmet veren bir kurumun olmaması, Türk inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine literatür eksikliği ve yurtdışında olduğu gibi, inşaat sektöründe kullanılan standart sözleşmelerde arabuluculuğun çözüm yolu olarak gösterilmemesidir. Tespit edilen bu eksikliklere karşın, bu doktora tez çalışmasının amacı, Türk inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine hizmet verecek bir kurum önerisi ortaya koyarken, aynı zamanda, inşaat sektöründe arabuluculuğa dair önemli bir literatür eksikliğini gidermektir. Ayrıca bu çalışmada, inşaat sektöründe kullanılan standart sözleşmelerde arabuluculuğun çözüm yolu olarak gösterilmemesine yönelik tespit edilen eksiklik için önerilerde bulunulacaktır. Söz konusu amaçlara ulaşabilmek için, hazırlanan bu doktora tez çalışmasının ilk bölümü, giriş bölümüdür. Bu bölümde, çalışmaya konu olan problem tanımlanarak, tezin amacı, kapsamı ve yöntemi ortaya konmaktadır. Tezin ikinci bölümünde, inşaat projelerinde yaşanan uyuşmazlık nedenleri ve çözüm yollarının açıklamalarına yer verilmiştir. Bu bölümde öncelikle, yurtiçi ve yurtdışı açısından, inşaat projelerinde hangi sebeplerle uyuşmazlıkların yaşandığı araştırılmıştır. Daha sonra ise, bu uyuşmazlıkların çözüldüğü yollar detaylandırılmıştır. Ayrıca bu bölümün sonunda, uyuşmazlık çözüm yollarının özellikleri karşılaştırılarak, bu doktora tez çalışmasında arabuluculuk yolunun incelenmesinin nedenleri sıralanmıştır. Tezin üçüncü bölümünde, bu doktora tez çalışmasının ana konularından birini oluşturan arabuluculuk çözüm yolu, tüm detaylarıyla incelenmektedir. Bu bölümde arabuluculuk kavramı, uygulama yöntemleri, arabuluculuğun tarihsel gelişimi, arabulucunun özellikleri ve sorumlulukları, arabuluculuk sürecinin temel aşamaları, bu yolun avantajları ve dezavantajlarıyla beraber arabuluculuk modelleri açıklanmaktadır. Tezin dördüncü bölümünde ise yine bu doktora tez çalışmasının ana konularından birini oluşturan, inşaat sektöründe arabuluculuk kavramı incelenmektedir. Bu bölümde, öncelikle bu konuya yönelik yurtiçi ve yurtdışında yapılan literatür araştırmaları, detaylarıyla incelenerek analiz edilmektedir. Daha sonra, dünyadaki farklı ülkelerin inşaat arabuluculuk sistemleri irdelenmektedir. Dünyanın farklı yerlerinden seçilen ülkelerin incelenmesinden sonra, Türk inşaat sektöründe arabuluculuk sisteminin araştırıldığı bu bölümde, son olarak sistemler açısından, incelenen ülkeler ve Türkiye arasındaki farklar karşılaştırılmaktadır. Tezin beşinci bölümünde, bu doktora tez çalışmasının çekirdeğini oluşturan, inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine hizmet veren kurumların incelenmesi yer almaktadır. Öncelikle yurtdışında arabuluculuk hizmeti veren kurum yapılarının irdelendiği bu bölümde, daha sonra, inşaat sektörüne özel bir hizmeti olmasa da, kurumsal yapısı yurtdışındaki kurumlara benzer olan, Türkiye'de arabuluculuk üzerine hizmet veren İstanbul Tahkim Merkezi (ISTAC) incelenerek, bu kurumun verdiği hizmetler, yurtdışındaki kurumlarla karşılaştırılmaktadır. Böylece ISTAC'ın, verdiği arabuluculuk hizmetlerine yönelik eksiklikler ortaya konmaktadır. Tezin altıncı bölümünde ise, bu doktora tez çalışması kapsamında ortaya konan "Türk inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine hizmet verecek bir kurum" modelinin ortaya konma çalışmaları ve son modele ulaşana kadar yapılan analizler anlatılmaktadır. Bu bölümde öncelikle, bu çalışmada, neden böyle bir model önerilme ihtiyacı duyulduğu tartışılmakta, daha sonra ise modelin kurgusunu oluşturan faktörler incelenmektedir. Modelin kurgusunu oluşturan faktörler incelenirken, bu doktora tez çalışması kapsamında yapılan, üç farklı anketin sonucu paylaşılmaktadır. Yapılan tüm bu araştırmalarla beraber, bu bölümde, ortaya bir taslak model önerisi konmaktadır. Daha sonra, bu taslak model önerisinin, varsa uygulamadaki eksikliklerinin giderilmesi ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu (HUAK) ile uyumlu hale gelmesi için yapılan geçerlilik analizi anlatılmaktadır. Bu bölümde, modelin geçerlilik analizi kapsamında, modelin revizyonu ve doğrulamasıyla beraber, Türk inşaat sektöründe arabuluculuk üzerine hizmet verecek bir kurum yapısı ve arabuluculuk süreç adımının nihai hali paylaşılmaktadır. Tezin yedinci ve son bölümü ise sonuç ile öneriler bölümüdür. Bu bölümde, bu doktora tez çalışması kapsamında ortaya konan model çalışmasının sonuçları tartışılmaktadır. Bu çalışmanın hazırlanması sırasında karşılaşılan kısıtların açıklandığı bu bölümde, inşaat sektöründe arabuluculuğun yayılması için yapılabilecekler irdelenmekte ve geleceğe yönelik önerilere yer verilmektedir. Ayrıca son olarak, bu doktora tez çalışmasının, kişilere, inşaat sektörüne ve yüklenici firmalara sağlayacağı faydalar açıklanmaktadır.
-
ÖgeYerel jeodezik GNSS CORS ağları ve bilimsel çalışmalara katkıları: İSKİ UKBS örneği(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Gökdaş, Ömer ; Özlüdemir, Mustafa Tevfik ; 652824 ; Geomatik Mühendisliği Ana Bilim Dalıİstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ), dünyadaki teknolojik gelişmeleri takip ederek ve kurumun ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak tüm İstanbul metropoliten alanını kapsayan ve ağ RTK (NRTK) prensibi ile çalışan Sürekli Çalışan Referans İstasyonları (Continuously Operating Reference Stations-CORS) ağını 2008 yılı sonunda kurmuş, ağ 'Uydulardan Konum Belirleme Sistemi (UKBS)' olarak isimlendirilmiştir. İSKİ UKBS Ağı ilk olarak 8 istasyon ile kurulmuş olup daha sonra ağın baz mesafeleri kısaltılarak geometrisi değiştirilmiştir. Mevcut durumda 10 istasyonu bulunmaktadır. Tez kapsamında, İSKİ UKBS Ağı'nın ülkemize ve bilime olan katkıları ifade edilerek, ağın sağladığı 10 yılı aşkın süredir devam eden statik veri ve düzeltme yayımı değerlendirilerek dört adet farklı senaryo ile uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Birinci bölümde İSKİ UKBS Ağı hakkında genel bir bilgi verilerek, tezin amaçlarını ifade eden araştırma soruları, kullanılan yöntem ve materyaller ve literatür çalışması başlıklarına yer verilmiştir. İkinci bölümde İSKİ UKBS Ağı'nın kuruluş aşamasında gerçekleştirilen faaliyetler ele alınmıştır (Kurulum aşaması, istasyonların hassas konumlarının belirlenmesi, test yayım aşamaları, istatistik veriler). Ayrıca, İSKİ UKBS Ağı'nın kullanıcılara yayımlamış olduğu düzeltme modellerinin hesaplandığı iki sunucuda var olan, biri 2009-2015 yılları arası kullanılan ve şu an pasif olan GnSmart CORS yazılımı, diğeri 2015 yılından itibaren aktif olarak kullanılan Topnet Live CORS yazılımı incelenip analiz edilmiştir. Bu aşamada kullanıcıların sistemde kayıtlı tutulan logları, sistemin ürettiği düzeltme modelleri, çalışma saatleri ve ölçü kalitesi gibi farklı parametreler irdelenmiştir. Üçüncü bölümde, tezin amaçları doğrultusunda gerçekleştirilen, İSKİ UKBS Ağı düzeltme yayımı ve statik veri seti kullanılarak gerçekleştirilen dört farklı senaryoya ilişkin uygulamalar mevcuttur. Yapılan ilk uygulamada, istasyon hızları araştırılmıştır. Tektonik plaka ile uyumluluğu irdelenmiştir. İstasyon hızlarında yıllık trend dışında, mevsimsel, yarıyıllık ve yıllık salınım hareketinin varlığı araştırılmıştır. İstasyon hızlarının karşılaştırması yapılmıştır. Ayrıca, Global Navigasyon Uydu Sistemleri (Global Navigation Satellite System-GNSS) online değerlendirme servislerinin (Automatic Precise Positioning Service-APPS ve Australia Positioning Service-AUSPOS) konum belirleme performansı ve istasyon hızlarının belirlenmesinde kullanılabilirlikleri İSKİ UKBS Ağı istasyonları kullanılarak araştırılmıştır. İkinci çalışmada, İSKİ UKBS Ağı ve CORS-Türkiye (TR) Ağı baz mesafelerinin Sanal Referans İstasyonları (Virtual Reference Stations-VRS) çözümlerindeki belirsizlik çözüm süresi (Time to Fix Ambiguity-TTFA), tamsayı belirsizlik çözüm oranı (Fix rate), presizyon ve konum belirleme doğruluklarında ürettiği sonuçlar karşılaştırılmıştır. Üçüncü çalışmada, NRTK gözlemlerinde baz mesafesinin doğruluk ve presizyona etkisi araştırılmış ve yeni bir matematiksel model ile ifade edilmiştir. Ayrıca bu çalışma ile, Alan Düzeltme Parametreleri (Flaechen Korrektur Parameter-FKP) ve VRS yöntemlerinin farklı baz mesafelerindeki performansları analiz edilmiştir. Son çalışmada ise, İSKİ UKBS Ağı'nın Toplam Zenit Gecikmesi (Zenith Tropospheric Delay-ZTD) ve Bütünleşik Su Buharı (Integrated Water Vapour-IWV) kestiriminde kullanılabilirliği araştırılmıştır. ZTD ve IWV'nin lokal İSKİ UKBS Ağı'nda yükseklik ve mesafe farkına göre değişiminin incelendiği bu çalışmada, ayrıca IWV kestiriminde GNSS Analiz ve Konum Belirleme Yazılımı (GNSS Analysis and Positioning Software-GAPS) online servisinin performansı İSKİ UKBS Ağı istasyonları kullanılarak araştırılmıştır.