LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Sustainable Development Goal "Goal 11: Sustainable Cities and Communities" ile LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ile 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinin boylamsal analiz yöntemi ile karşılaştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-10-19) Fırat, Mine ; Kundak, Seda ; 502201862 ; Şehir Planlama21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın farklı noktalarında gerçekleşen çeşitli afetlerin sayısının her geçen gün arttığı görülmektedir. Bugüne kadar tecrübe edilen afet sayısındaki artış, afet risk yönetimi alanında teorik ve pratik olarak gerçekleşen birçok çalışmayı da beraberinde getirmektedir. Bilindiği üzere Türkiye bir deprem ülkesi olmakla beraber, aynı zamanda iklim değişikliğine bağlı gelişen çeşitli afetlerle farklı zamanlarda ve farklı lokasyonlarda yüzleşmek durumunda kalmaktadır. Ülkemiz bugüne kadar sayısız büyük depremle karşı karşıya kalmıştır. 1939 Erzincan Depremi'nin ardından etki alanı en büyük deprem bugüne kadar 1999 Marmara Depremi olmuştur. 6 Şubat 2023 04.17 de gerçekleşen ve merkez üssü Kahramanmaraş olarak belirlenen depremin ardından 13.24'te gerçekleşen ve merkez üssü tekrar Kahramanmaraş olan 2 büyük depremin bilançosu 1999 Marmara Depremi'nden daha büyük olmuş ve Türkiye tarihinin en yıkıcı depremlerinden birisi olarak kabul görmüştür. Depremin etkilediği 11 şehirin yaklaşık nüfusu 13.5 milyon olup; Marmara depremi ile karşılaştırılamayacak büyüklükte bir alan ve nüfus depremden etkilenmiştir. Tecrübe ettiğimiz bu deprem mekansal planlama standartlarının bölge özelinde belirlenmesi gerekliliğinin, afet risk yönetim öncesi ve sonrası planlarının hazırlanmasının, kurumsal organizasyon ve entegrasyonun önemini tekrardan gözler önüne sermiştir. Bu çalışmanın amacı, tecrübe edilen afetlerden sonra revize edilen yasal araç ve uygulamarın ve ulusal çalışmaların uygulamada başarılı ve başarız yönlerini belirlemektir. 1999 ve 2023 depremleri arasında geçen zamanda yürütülen uygulamalara bağlı olarak afet sonrası tecrübe edilen şeylerin ve yaşanan problemlerin tekrar edip etmediğini görmek ve elde edilen sonuçlar ışığında öneriler geliştirilmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ve 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri çeşitli başlıklar altında incelenerek afet risk yönetimi ve bu bağlamda uygulamada olan yasal araç ve uygulamaların süreç içerisindeki gelişimlerinde bulunan eksiklikleri ve başarılı olunan tarafları ortaya koyulacaktır. Çalışmanın yöntemi, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ve 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri'nin boylamsal analiz yöntemi ile karşılaştırmalı vaka analizinin yapılması olup; mekansal veriyi analiz edebilmek adına çeşitli parametreler belirlenmiştir. Mevcut kanun, mevzuat ve yönetmeliklerin uygulama araçları ve pratikleri ile depremlerden etkilenen bölgelerde arazi kullanımı, yapı performansı ve kentsel donatı elemanlarının deprem öncesi ve sonrasında ilişkisel bağlantıları incelenmiş ve boylamsal analiz yöntemi ile karşılaştırılması yapılmıştır. Aynı zamanda karşılaştırma çalışmaları esnasında çalışma alanlarının depremsellik açısından coğrafi özellikleri, meydana gelen depremlerin deprem karakteristikleri, demografik yapı ve depremlerin medya ve basına yansımaları değerlendirilen diğer başlıklar arasındadır. Yapılan çalışmadan elde edilen sonuç 1999 depreminden çıkarılan derslerin ve elde edilen sonuçların uygulamada yeterince geliştirilmemiş olduğu, mevzuat esas ve usullerinin uygulama eksikliklerinin olduğu ve mekansal planlama çalışmalarının etkin bir şekilde yürütülemediği, afet risk yönetim planları hazırlanırken daha detaylı çalışmaların yürütülmesi gerektiği, afet öncesi aksiyon planlarının geliştirilmesi ve kentsel dönüşüm çalışmalarının hızlandırılması gerektiği olmuştur.
-
ÖgeDüşük karbonlu hareketliliğin yönetişimi: Mersin örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-03) Bozkurt, Ömer Kürşat ; İnce Beyazıt, Eda ; 502161841 ; Şehir PlanlamaKüreselleşme ve sanayileşme sonucu hayatımıza dahil olan motorlu araç kullanımı ve her geçen gün artan kent nüfusları dünya genelinde olumsuz etkilerini giderek artırmaktadır. Küresel iklim krizi bu etkilerin en belirgin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma ile öncelikle düşük karbonlu kent içi hareketlilik ve kent yönetişimi kavramları üzerinden kent ulaşımında düşük karbon hedefinin nasıl ele alınması gerektiği incelenmiştir. Daha sonra başta çalışma alanı olarak seçilen Mersin'de yapılan uygulamalar konusunda bir yönetişim değerlendirmesi ortaya koymak ve çalışmanın bu alanda diğer kentlerde yerel yönetimlere rehber olması ve sonrasında hazırlanacak akademik çalışmalara yön vermek amaçlanmıştır. Ayrıca kentlerdeki yaşam kalitesini artırmak, sürdürülebilir ulaşım sistemleri oluşturmak ve ulaşımdan kaynaklanan karbon salımının azaltılması için alınacak önlemler kentsel hareketliliğe etki eden aktör ve paydaşların katılımı ile farklı bakış açılarının bir arada düşünüldüğü, çevreye duyarlı ve kapsayıcı bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Çalışma kapsamında düşük karbonlu kent içi hareketlilik ve kent yönetişimi konularında gerçekleştirilen mevcut literatür ve Shenzhen, Londra ve Cakarta kentlerinde düşük karbonlu hareketliliği sağlamaya yönelik gerçekleştirilen başarılı uygulamalar incelenerek düşük karbonlu hareketlilik yönetişimi kriterleri belirlenmiştir. Bu doğrultuda düşük karbonlu hareketliliğin yönetişiminde katılımın birincil kriter olduğu görülmektedir. Gerekli atılımların gerçekleştirilmesi için oluşturulacak yönetişim yapısının kapsayıcı, adil ve şeffaf olması gerekmektedir. Diğer bir kriter olarak bütçe – finansman olarak karşımıza çıkmaktadır. Düşük karbonlu hareketliliği sağlamaya yönelik projelerin kurulum maliyetleri yüksek olduğundan, bu konuda darboğazların yaşanmaması için iş birlikleri ve kamu-özel ortaklıkları hayata geçirilmelidir. Diğer bir kriter ise kurumsal kapasite olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurumsal kapasitenin geliştirilmesi için kentsel ulaşımı etkileyen aktörler arasında koordinasyon sağlanmalı, yerel yönetimlerin bu konuda aktif rol oynayabilmesi için gerekli politika ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Son olarak, yerel yönetimler kapsamlı projeler planlamalı ve bu süreçte hedeflerini uygulamada tutarlı olmalıdır. Bu yönetişim kriterlerini ölçmeye yönelik çalışma alanı olarak belirlenen Mersin İli kentsel hareketlilik aktörleri ile yapılan mülakatlar ve alana dair elde edilen bulgular üzerinden içerik analizi yöntemi kullanılarak bir değerlendirme yapılmıştır. Çalışma alanı üzerinden düşük karbonlu hareketlilik yönetişimi konusunda belirlenen kriterler ile Türkiye'de sera gazı emisyonlarını düşürmeye yönelik yapısal problemler göz önüne alınarak düşük karbonlu hareketlilik yönetişimine yönelik stratejiler belirlenmiştir. Kentsel ulaşım kaynaklı karbon kullanımını azaltma konusunda mevcut uygulamalarda bütüncül ve güvenilir bir yaklaşımın ele alınmaması ve düşük karbonlu hareketliliğin yönetişimi konusunda gerekli katılım ve kabul ortamından uzak olunması, çalışma kapsamında gözlemlenen temel problemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Alternatif ulaşım türlerinin gerekliliğinin hem yönetimsel hem de toplumsal boyutta benimsenmesi, toplu ulaşım araçlarının bütüncül olarak planlanıp, dezavantajlarının ortadan kaldırılarak bireysel araç kullanımına iyi bir alternatif olarak gerçekleştirilmesi ve katılım konusunun yalnızca yüzeysel olarak ele alınmasının ötesine geçilerek tüm paydaşların süreçlere dahil edilmesi gerekmektedir. Düşük karbonlu kent içi hareketliliği destekleyecek doğru stratejilerle geliştirilmiş kapsamlı ve katılımcı bir yönetişim yapısının ortaya koyulması ile iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi mümkün olacaktır.
-
ÖgeExploring the interplay between physical environment characteristics and place attachment: A case of Selimiye neighbourhood in İstanbul(Graduate School, 2024-02-09) Uyar, Sare ; Kubat, Ayşe Sema ; 502171836 ; Urban PlanningThe fundamental objective of urban planning and design is to consider the city as a living organism and to provide solutions that are in harmony with the needs of the inhabitants who live in and shape these dynamic places. When considering the human factor, it is essential not to ignore the fundamental role of emotions and perceptions. It is therefore crucial to approach urban planning and design in a way that brings together various disciplines. In recent years, urban research has focused not only on the physical aspects of the city, but also on its sociological and psychological dimensions. Studies in environmental psychology, such as the topic of place attachment, have gained prominence. The diversity of studies has increased in response to the emergence of monotonous, cities without any character and identity as a result of the industrial revolution. This approach has emphasised the importance of integrating different disciplines to deal with the complex and dynamic nature of urban environments and to deal with contemporary problems of rapid urbanisation. Given the negative results observed in current planning practices and large-scale urban transformation projects, there is still a need to address this issue. From an urban planning perspective, the recognition of psycho-social dimensions is crucial to the creation of functional, emotionally satisfying and sustainable environments. In this context, an interdisciplinary and holistic approach may be useful for urban planning studies. Layout, aesthetic elements, duration of residence, diversity of activities and the symbolic significance of a place are among the fundamental factors that influence perceptions and emotions. Each of these factors is strongly influenced by the conditions and character of the physical environment. Given that perceptions and emotions are expressed as place attachment through complex processes, a detailed examination of the integrity of the physical environment holds the potential to provide effective solutions to contemporary urban challenges. This thesis is an exploration of the complex interplay between the characteristics of the physical environment and place attachment among residents of the Selimiye Neighbourhood, Istanbul. In particular, the study explores the psycho-social mechanisms underlying these elements, emphasising the reciprocal nature of their interaction. Selimiye was chosen as a case study area due to its unique characteristics, adding a unique dimension to the research. By revealing the nuances of this relationship, the thesis aims to encourage an interdisciplinary research approach. It also seeks to provide insights that will contribute to the creation of sustainable, liveable and emotionally satisfying urban environments. In this study, a mixed-methods approach incorporating both qualitative and quantitative methods was adopted to explore individuals' attachment to the built and natural environment in the Selimiye Neighbourhood. The methodology included a detailed literature review for background and context, which guided the selection of research methods. Spatial configuration features, historical analysis, in-depth interviews, image maps, on-site observational analysis, and space syntax analysis were chosen to provide a holistic understanding of Selimiye Neighbourhood's physical characteristics and its inhabitants' attachment to place. The data obtained were evaluated according to the overall research objectives. The literature review provides an overview of the historical development of human-environment interaction within environmental psychology, emphasising the interdisciplinary nature of the field. The following section explores human-environment interaction, examining concepts such as place, sense of place, genius loci, place attachment and place identity. Contributions from different scholars are reviewed and their interrelationships explored, highlighting that positive emotions towards a place are shaped by characteristics of the physical environment, including spatial arrangement, aesthetic elements, diverse activities, memories, history, meaning, symbols, age, education and length of residence. The second section of the literature review focused on the definition of a city in different disciplines, theories related to physical form elements and spatial layout, and especially the Space Syntax Theory.
-
ÖgeGuiding place-based plans with local participation to address urban inequality: The case of İstanbul city council and its katilim kafe initiative(Graduate School, 2024-07-08) Malek, Saleh ; Özkul Demireş, Başak ; 502201865 ; Urban PlanningPlace-based plans are one of the established approaches of different sectors of governments in deprived neighborhoods. These plans can create tangible, fast, and low-cost solutions compared to, for instance, national or regional initiatives by central governments for education or housing. Although implementing place-based plans is controversial among scholars and practitioners due to their ineffectiveness in the long run to structural problems that are rooted in regional or national scales, such as unemployment, their potential to address contextual issues by emphasizing participatory planning promotes their implementation. In addition, local participation in planning processes can reflect inequalities that are (re)produced by urban spaces. This thesis refers to these contextual inequalities as urban inequality, which leads to unequal access to urban services and opportunities based on location. By facilitating place-based plans with participatory planning, there is a significant opportunity to guide place-based solutions and address urban inequality based on the knowledge, experience, and opinions of citizens. City Councils with an advisory role have been one of the formal governance mechanisms in Türkiye since the early 2000s. They act as a bridge between local governments, civil society organizations, citizens, and other stakeholders, pursuing the democratic participation of citizens in the framework of sustainable development. While some districts of Istanbul had already established City Councils, on the metropolitan scale, Istanbul City Council (ICC) was only established in 2019. This study aims to find out if place-based plans through participatory planning have been able to address urban inequality in the context of Istanbul by changing the physical development plans, which are prepared by the Istanbul Metropolitan Municipality (IMM) and district municipalities. To this end, a qualitative case study on ICC and outputs of its district-scale participatory planning initiative named Katılım Kafe, including the action plan of this initiative in line with the action plan of Istanbul Vision 2050 prepared by the Istanbul Planning Agency under IMM has been conducted through 10 semi-structured in-depth interviews and content analysis of reports and documents. This thesis offers a deep understanding of ICC's capability to affect place-based plans through participatory planning methods to address urban inequalities, based on both its institutional capacities and the outcomes of the Katılım Kafe Initiative (KKI). Although the initial recommendations of citizens through KKI meetings and in the action plan of its outcomes show promising and valuable insights coming from local participants in these meetings and the potential of such a platform to reflect urban inequality, their incorporation into short-term development plans of Istanbul by IMM or district municipalities faces many obstacles. Some of these challenges lie in the institutional aspects of ICC including its relationship with the municipality, its limited resources and funding, and its low recognition among citizens of Istanbul. Moreover, the institutional obstacles also affect the quality and quantity of KKI meetings, leading to limited input from the main local stakeholders. By addressing the limitations and obstacles of both ICC and KKI in the future, with the support of local and central governments, place-based planning guided by local participation can effectively offer more enhanced and contextual solutions for the issues regarding urban inequality.
-
ÖgeGıda sistemlerinde WEF Nexus yaklaşımının kentsel sürdürülebilirlik kapsamında değerlendirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Ala, Ebru ; Oruç, Gülden Demet ; 502201856 ; Şehir Planlama21. yüzyıl; küresel nüfusta hızlı artışa, krizlere, depremlere, tarımsal arazilerin yok olmasına, açlığa, siyasi iktidarsızlıklara, çevresel değişikliklere ve bozulmalara tanık olan bir dönemdir. Kentleşmenin hızlanan ivmesi, bununla birlikte kentsel nüfusun ve ihtiyaçların artması ise; kentsel alanları, doğal kaynakların kullanımı açısından sıcak noktalar haline getirmektedir. Bu gibi durumlar, kaynakların ve dolayısıyla kentlerin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Bu sebeple kaynakların veya sistemlerin sürdürülebilirliğini ele almak, kentsel sürdürülebilirlikle doğrudan ilişkilidir. Gıda sistemleri, su ve enerji başta olmak üzere birçok doğal kaynak girdisine ihtiyaç duyan ve bunlarla arasında doğrudan/dolaylı ilişkisellik bulunan sistemlerdir. Çevre ve bu sınırlı kaynaklar üzerindeki talepleri uzlaştırırken küresel gıda güvenliğini sağlamak ise, insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklardan biridir. Gıda güvenliği ve gıda sistemlerinin sürdürülebilirliği doğrudan bu kaynaklara bağlı/bağımlı olduğundan; su, enerji ve gıdayı bir sistemin birbirlerine son derece bağlı bileşenleri olarak ele almak mümkündür. Bu bileşenlerin ve gıda sistemlerinin sürdürülebilirliğinin 21. yüzyılın karşılaştığı zorluklar sebebiyle tehdit altında olması; bu kaynakların birlikte ele alınmasını, entegrasyonunu ve sürdürülebilir yönetimini gerekli kılmaktadır. Yeterli gıdaya erişemeyen insan sayısındaki artışın ve gıda krizinin gündemde olduğu son dönemlerde ise, gıda sistemleri özelinde bu bileşenlerin birbirleriyle olan ilişkiselliğinin politika kararlarında veya uygulamalarda ortaya konulması önemlidir. Çünkü bu bileşenler birbirleri üzerinde birçok etkilere sahip olabilmekte, bir bileşen için verilen karar diğer bileşenlerin sürdürülebilirliğini ve dolayısıyla kentsel sürdürülebilirliği tehlikeye atabilmektedir. WEF Nexus kavramı/yaklaşımı da bir sistemi oluşturan bu bileşenlerin entegrasyonunu ve ilişkiselliğini açıklamayı hedefleyen bir kavramdır. Bu çalışma, gıda sistemleriyle ilişkili veya gıda sistemlerinin içerdiği süreçleri etkileyebilecek politika kararlarının WEF Nexus yaklaşımı bağlamında ve kentsel sürdürülebilirlik kapsamında değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda değerlendirme yapılacak şehirler olarak Türkiye'nin üç büyük kenti olan İstanbul, Ankara ve İzmir seçilmiştir. Bu çalışmanın ilk adımında kapsamlı literatür araştıması ile yaklaşım ele alınmış, ardından bu yaklaşım bağlamında sistematik tarama yöntemi ile seçilen şehirlerde yerel yönetimler tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan politika belgeleri/planlar incelenmiştir. Bu belgelerde gıda sistemleri ve süreçlerinde etkili olan WEF (su, enerji ve gıda) bileşenleriyle ilişkili amaçlar/stratejiler, hedefler/eylemler belirlenmiştir. Bu inceleme ve analiz, Türkiye'nin üç metropolünde sürdürülebilirliği hedefleyen çeşitli ölçeklerdeki planlarda ve gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarında bileşenler arası ilişkiselliğin ve entegrasyonun ne ölçüde sağlandığına yönelik çıkarımda bulunulması açısından önemlidir. İkinci aşamada ise Birleşmiş Milletler tarafından 2015 yılında küresel sürdürülebilirlik zorluklarını ele almak ve sürdürülebilir kalkınmanın yollarını belirlemek için kabul edilen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi'nin gıda sistemlerinin içerdiği süreçlerde etkili olan 59 alt hedefi belirlenmiştir. Ardından birinci aşamada yapılan değerlendirme sonucu elde edilen hedefler ve eylemler ise, gıda sistemleri süreçlerinde etkili olan bu 59 alt hedefle eşleştirilmiştir. Üç metropol için yapılan bu değerlendirme ve karşılaştırmalı analiz yoluyla, WEF Nexus yaklaşımı bağlamında ele alınan gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarının Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleriyle yakınlaşma/ayrışma noktaları ortaya konulmuştur. Bu çıktılar ise WEF Nexus yaklaşımı bağlamında değerlendirmeye alınan gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarının kentsel sürdürülebilirliğe ne ölçüde katkı sağlayabileceğini ortaya koyma ve seçilen şehirlerin bu hedeflere uyum sağlama potansiyelini karşılaştırabilme noktasında önemlidir. Araştırma; gıda sistemleri ve süreçleriyle ilişkili WEF bileşenleri arasında sektörel ayrışmalar, politikalar arası entegrasyon sorunu ve şehirlerde bazı politika eksiklikleri olduğunu ortaya koymaktadır. Gıda sistemlerinin kentsel sürdürülebilirlikle kurduğu doğrudan ilişki göz önünde bulundurulduğunda ise, WEF bileşenlerinin "kentsel sürdürülebilirlik" için bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Araştırma sonuçlarının, gıda sistemlerinin ve dolayısıyla kentsel sürdürülebilirliğin sağlanması noktasında politika yapıcıların/uygulayıcıların entegre yönetişim anlayışını benimsemesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşma yolundaki politika eksikliklerini gidermesi gerekliliğini vurgulaması kaçınılmazdır.
-
ÖgeHierarchical health facility location model based on user demand: the case of Bursa(Graduate School, 2022-11-04) Gürsoy, Gökçen ; Yüzer, Mehmet Ali ; 502191877 ; Urban PlanningLocation theory has been studied in many disciplines such as economics, geography, statistics, industrial engineering and urban planning. The development of location theories has mostly been through the minimum cost-maximum profit targets of industrial areas. The public services are usually located considering the user demand, social benefit and construction cost. Therefore, increasing the efficiency of the public service is possible only by providing to as many people as possible and localizing the service. Accessibility, which does not have a single definition, can be defined as the capability to reach a service. Accessibility is a significant factor in both public and private sector's location decisions, and has different parameters within itself. Factors such as population growth and fast growth of cities make access to public health services difficult for users. Economic, political, cultural, spatial or physical barriers are factors that individualize accessibility. Accordingly, this study presents a hierarchical health facility model with users' hospital demand perspective. The aim is to develop a model based on spatial, economic and demographic data. In this context, four types of demand were calculated; based on age-gender, private and supplementary insurance, public transportation and distance. The study area is divided into nine zones based on district and neighborhood boundaries in order to determine the sub-regions where calculation of the hospital demand is made. A facility hierarchy was designed within the framework of current health legislation for facilities that are the general hospitals providing inpatient treatment. First of all, the age and gender-related inpatient treatment activities of each sub-region were calculated, and the number of inpatients was estimated for each sub-region as the demand value. Secondly, since the hierarchical system designed only includes public health facilities, economic measurement determines whether the demand is for private or public hospitals. For this reason, private and supplementary health insurance ownership ratios in the sub-regions were determined as parameters in the hospital demand based on economic measurement. In the hospital demand based on public transportation, the LRT network was determined as the reference transportation system. Firstly, sub-regions were scored considering the population ratio within walking distance of these LRT stops. Secondly, sub-regions were scored considering the LRT stops that are in the sphere of influence of the district centers. Finally, the total scores are multiplied by the estimated patient numbers in the sub-region. In the last demand type based on distance, Hansen's accessibility index based on hospital demand is calculated for each sub-region by using estimated patient numbers. The four different types of hospital demand must be weighted in order to be used in the location decision of the second and third stage facilities. In this part, the analytical hierarchy process (AHP) was used as a multiple criteria decision making method. The priorities of these criteria / demand types were determined through pairwise comparison. These demand values are the weight of each region in calculating the coordinates of the facilities in the model. The hierarchical health facility model designed within the scope of this thesis is compared with the current location and status of the facilities. In this study, the spatial equivalent of the health policies, the differences between current and model despite the same legal framework, the locality, and the sectoral distribution of the demand were also evaluated.
-
Ögeİstanbul metro sistemlerine engelsiz erişim analizi ve öneriler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-29) Gündoğdu, Büşra ; Çelik, Hüseyin Murat ; 502181867 ; Şehir PlanlamaKentsel erişilebilirliğin bağımsız ve kesintisiz olarak kişilerin ihtiyaçlarını karşılaması gerekmektedir. İç ve dış mekanlara erişimde engelli bireyler birçok zorluk yaşamakta olup mevcut yasa ve mevzuatlara rağmen günlük yaşama adapte olmakta sorunlar yaşamaktadırlar. Erişilebilirlik toplumda yaşayan engelli bireylerin günlük aktivite ve ihtiyaçlarının kesintisiz olarak sağlanması ile birlikte toplum içerisinde bağımsız olarak kendi ihtiyaçlarını giderebilmeleri ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için önemli bir rol oynamaktadır. Engelli bireyler için ulaşım araçlarına erişim daha düşüktür. Bu durum bireylerin seyahat davranışını sınırlamakta ve yapılan yolculuk sayısını azaltmaktadır. Günümüzde yaygın olarak tercih edilen metro sistemlerinde erişilebilirliğin zayıf olmasından dolayı engelli bireyler seyahat ederken ve toplu taşıma araçlarını kullanırken birçok zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Tüm dünyada ve ülkemizde çeşitli kanun ve tasarım kuralları olmasına rağmen standartlara uyulmaması toplumda yaşayan engelli bireylerin erişimini kısıtlamaktadır. Engellilere yönelik toplu ulaşımda yapılan düzenlemelerde bütüncül yaklaşımlar yerine genellikle yasal ve altyapısal olarak yetersiz çözümler getirilmektedir. Yüzeyi engebelli ve bozuk yollar, çok yüksek kaldırımlar ve merdivenler, engellilerin kullanımı için uygun olmayan sokak mobilyaları, engellilere hizmet edemeyen ulaşım araçlarının yer alması, sesli ve görsel uyarıcıların yetersiz olması kent ulaşımında engelli bireylerin yoğun olarak karşılaştıkları sorunlar arasındadır. Tez çalışması kapsamında hassas grupların ulaşım tercihlerinde metro ulaşım sistemlerinin kullanımının çok düşük olduğu saptanmıştır. Çalışma kapsamında İstanbul çalışma alanı özelinde yürüme, görme, işitme, ortopedik, dil ve konuşma, zihinsel yeti farklılığı bulunan 85 kişiyi kapsayan bireyler ile yapılan anket çalışmalarından elde edilen veriler analiz edilmiştir. Bireylerin sosyo- demografik özellikleri ve metro sistem ulaşım tercihlerini analiz etmek üzere örnekleme dahil olan engelli bireylerle yapılan görüşmelerde ve derneklerden alınan kişilerin iletişim bilgilerine ait listelerden rastgele seçilen kişiler ile telefon görüşmesi yapılmıştır. Çalışma içerisinde yeti farklılığı bulunan bireylerinde herkes gibi yaşamın tüm alanındaki hizmetlere ulaşabilmesi ve bu hizmetlerden yararlanabilmesi için metro araçları ile ilgili erişimi engelleyen durumlar detaylandırılmıştır. Çalışma kapsamında İstanbul'da metro sistemini kullanan ve hareket kısıtlılığı bulunan yolcuların ulaşım sistemine ilişkin bekledikleri ve algıladıkları erişilebilirlik problemlerini anlamak ve bu problemlerin hangi sebeplerden kaynaklandığı saptamak amaçlanmaktadır. Metro sistemlerinde erişim sorunu yaşayan engelli bireylerin karşılanamayan ihtiyaçları ve yaşadıkları erişim zorluklar ile yeti farklılığı bulunan bireyler için metro ulaşım sistemlerindeki erişiminin teşvik edilmesine yönelik stratejiler geliştirilmiştir. Tez çalışması belirtilen amaç ve yöntem kapsamında beş bölümden oluşmaktadır. Araştırma çalışmasının birinci bölümü "İstanbul Metro Sistemlerine Engelsiz Erişim Analizi Ve Öneriler" konusu özelinde hipotezin ortaya konulduğu, amaç, yöntem ve kapsamın yer aldığı giriş bölümünden oluşmaktadır. İkinci bölüm çalışma içerisine yayılmış olan literatür taramasının ele alındığı kısım olup; kentsel hareketlilik ve erişilebilirlik konusu literatüre göre açıklanmıştır. Genelden özele inilerek engelli bireylerde erişilebilirlik ve hareketlilik konusu bağlamında kavramsal çerçeve açıklanmıştır. Çalışmanın metodolojisinin ele alındığı üçüncü bölümde çalışma alanı olan İstanbul'daki mevcut durum, mekansal gelişim ve metro ulaşım sistemlerin tarihsel süreci incelenmiştir. Dördüncü bölüm İstanbuldaki metro sistemindeki karşılaşılan problemlerin saptanması üzerine engelli bireylerle yapılan anketlerin analiz ve sonuçlarını içermektedir. Son bölüm sonuç kısmı olup elde edilen bulgular doğrultusunda çalışmadaki hipotezin doğruluğu tartışılarak değerlendirmelerin yapıldığı kısımdır
-
ÖgeKaradeniz Ekonomik İşbirliği bölgesinde deniz ticareti perspektifinden limanların ve rotaların analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-12) Çifçi Değerli, Burcu ; Baycan, Tüzin ; 502181852 ; Şehir Planlama
-
ÖgeKent hakkı ve deprem politikaları: Dirençli İstanbul için tematik analiz(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-16) Erçin, Işıl ; Alkay, Elif ; 502191857 ; Şehir PlanlamaKentleşme sürecinin, küresel ölçekte hızlı ivme kazanmasıyla birlikte, nüfusun büyük bir bölümü kentsel alanlarda yaşamaya başlamıştır. Bu durum, kentlerdeki sınırlı kamusal kaynakların ve olanakların yetersiz kalmasına neden olmuştur. Kentlerde işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi sorunların kentsel krizlere dönüşmesi sonucunda kentliler harekete geçerek, sorunlarına çözüm aramışlardır. Kentlilerin, kentsel yaşama dair ihtiyaçlarını ve memnuniyetsizliklerini dile getirmesini ve bunları talep etmesini ise 'kent hakkı' sağlamıştır. 1968 yılında Henri Lefebvre tarafından literatüre kazandırılan kent hakkı kavramı, geçmişten günümüze kentlerde yaşanan sorunların içinde umutsuzluğa kapılan kentlilerin, kentsel yaşamın kendilerine bahşettiği hakları talep etmesinin sloganı olmuştur. Uluslararası birçok dokümanda ele alınarak politik karar vericilerin benimsemesi gerektiğinin vurgulandığı kent hakkı kavramı, değişen kentsel dinamiklerle birlikte gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Kent hakkı, kentlerde hangi koşullarda yaşadığı fark etmeksizin herkesin hakkıdır; daha güvenli, daha adil, daha iyi bir kentsel yaşamı gerçekleştirme hakkıdır; kar peşinde olmayan kentin hakkıdır. Geçmişten beri depremler Türkiye kentlerinde, doğa olayları arasındaki en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Depremler, yönetimler tarafından oluşturulan politikalara göre afetlere dönüşmektedir. Bu nedenle kentleri deprem riskine karşı dayanıklı hale getirmek ve kentlilere daha güvenli ve daha iyi bir kent yaşamı sunmak için doğru politikaların oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Güvenli kentsel yaşamın sağlanması için ise kent hakkının varlığına ve bilincine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bu tez, kent hakkını temel haklar kapsamında görmektedir ve siyasi otoriteler tarafından verilen kararlarla ve alınan tedbirlerle kentlerde deprem riski karşısında kent hakkımızın korunması gerektiğini savunmaktadır. Kente dair hak temelli taleplerin deprem politikalarının kaynağını oluşturduğu çalışma kapsamında aktarılmaktadır. Bu tez, depreme dayanıklı kentlerin yaratılması için politika geliştirme süreçlerinde kent hakkının gözetilmesine katkı sunmayı amaçlamaktadır. Tez kapsamında Türkiye'deki ve İstanbul'daki deprem politikaları kent hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir ve deprem politikalarının kent hakkı temelli geliştirilmesi gereken noktalarına değinilmiştir. Tezde Türkiye'deki deprem politikaları önemli kırılma noktaları üzerinden dönemlere ayrılmıştır. Bu kırılma noktaları; 1999 Marmara Depremleri, 2002 yılında siyasi otoritenin değişmesi, 2011 Van Depremi ve 2023 Kahramanmaraş Depremleri'dir. İstanbul'daki deprem politikaları ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin öne çıkan politikaları üzerinden değerlendirilmiştir. Deprem politikaları, kent hakkını gözetecek şekilde temalara ayrılmıştır. Bu temaların değerlendirilmesi için nitel araştırma yöntemi olarak yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Görüşmeler, deprem politikalarında rol alması gereken paydaşlarla yapılmıştır. Bu doğrultuda görüşmeler; İBB, ilçe belediyesi, meslek odası, STK, özel sektör temsilcileri ve akademisyenlerle yapılmıştır. Görüşmelerden, belirlenen temalar için çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu çıkarımlar ile kent hakkının deprem politikalarında nasıl gözetileceğine dair temeller belirlenmiştir. Çıkarımlar, 'kent hakkı ve güvenli yaşam hakkı', 'mevzuat', 'siyasi tutum', 'kurumsal yapı ve entegrasyon', 'STK'ların katılımı', 'toplumsal katılım', 'toplumsal bilinç', 'afet sonrası süreç' ve 'olası bir deprem karşısında İstanbul' temaları altında aktarılmıştır. Tezin sonucu bağlamında şunlar ortaya çıkmıştır: Kent hakkının izinde daha güvenli ve daha iyi yaşamın sağlanması merkezi ve yerel yönetimlerin doğru politikalarıyla mümkündür. Politikalar üretilirken deprem siyaset üstü bir mesele olarak görülmelidir ve kurumlar arası işbirliği yapılmalıdır. Doğa olaylarının afete dönüşmesinin nedenini kadere bağlayan yaklaşım terk edilmelidir. Yöneticiler ve kent toplumu deprem riskine karşı bilinçlendirilmelidir. Politika oluşturma süreçlerine kentlilerin, STK'ların ve meslek odalarının katılımı sağlanmalıdır. Geleneksel deprem politikalarından vazgeçilerek risk azaltma çalışmaları etkin şekilde hayata geçirilmelidir. Kentlilerin taleplerini önemseyen modeller uygulanmalı ve yapılı çevre ile birlikte kentlerdeki toplumsal ilişkileri kapsayan kararlar alınmalıdır. Kent hakkını gözeten deprem politikaları, dirençli kentlerin yaratılmasına ve direncin sürekliliğinin sağlanmasına doğrudan katkı sağlayacaktır.
-
ÖgeKültür ekonomisi: Bir kentin mirasının değerlendirilmesi, Diyarbakır örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02) Özgül, Deniz ; Kerimoğlu, Ebru ; 502211855 ; Şehir PlanlamaÇağdaş kentsel gelişim politikaları yerel dinamikler, özgün kaynaklar ve değerlere odaklanırken, rasyonel kentsel politikalar üretmek kentsel gelişimin temelini oluşturmaktadır. Küreselleşen dünya ve hızlıca değişen dinamiklerin etkileriyle kültürün yerel kalkınmadaki payı önem kazanarak artmaktadır (Dünya Bankası,2011; Kagan ve diğ,2018).Yeni ekonomik coğrafyada kentsel gelişimin yeniden kavramsallaştığı alanlardan biri olan kültür ekonomisini anlamak (Gibson ve Kong,2005),kültürden katma değer üretmek, kültürü kentin gelişimine entegre edebilmek kritik öneme sahiptir. Böylelikle kültür ve ekonomi iç içe geçmekte kentsel, bölgesel ve ulusal ölçeklerde kentsel ekonomik gelişime olanak tanıyan üretim girdisine dönüşmektedir (KEA,2006). Kentsel politikalara dahil olan somut ve somut olmayan miras varlıkları salt koruma algısından uzaklaşarak ekonomik katma değer üreten potansiyeller olarak ortaya çıkmaktadır (Perry ve diğ,2018).Bu çalışma tarih boyunca stratejik konumu sebebiyle etnik, toplumsal, politik, idari ve ekonomik açılardan önemli bir kent olan Diyarbakır'ın yerel kültürel kaynaklarını kültür ekonomisi perspektifinden değerlendirmektedir. Kent pek çok medeniyetin izlerini barındıran, kentsel kimlik için önemli somut miras varlıklarıyla ve somut olmayan mirasından sinema, edebiyat, geleneksel zanaatlar, festivaller, müzik ve gastronomisiyle kültürel açıdan oldukça güçlüdür. Bu çalışmada kültürün ekonomik katkı sağlaması ve kentin doğrudan miras potansiyelinden faydalanabilmesi için kültür temelli kentsel gelişim senaryoları ile kamu kurum kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademi, özel sektör, meslek odaları, yatırımcılar ve yerel için yol haritası oluşturmak amaçlanmıştır. Çalışma bütününde kentin edebiyat, sinema, geleneksel zanaatlar (çinicilik, çömlekçilik, bakırcılık, gümüşçülük, kuyumculuk, demircilik, dokumacılık),yerel festivaller/bayramlar, müzik ve gastronomisi ekonomik katkı sağlama potansiyelleri nedeniyle incelenmektedir. Kültürün bölge ve kentsel gelişme politikalarındaki rolü, kültür yaklaşımlarının sektörel ilişki biçimleri, ekonomik kalkınma politikalarında ve eylem planlarındaki kültürün işlevi, kentsel gelişim politikaları üreten kurumların kültürün ekonomik katkısına yaklaşım biçimleri, kararların uygulanma süreçlerindeki etkin iş birlikleri, ana ve kilit aktörlerin mirasın ekonomik potansiyeline yönelik farkındalığı kültür ekonomisi ekseninde incelenip ilişkili kamu kurum kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademi, meslek odaları gruplarıyla 23 adet aktör görüşmeleri yapılarak kentin en etkili kültür mirasının ne olduğu, sürdürülebilirlikle ilişkisi, konuya yönelik problemler/potansiyeller/öneriler nelerdir sorularına yanıtlar aranmıştır. En temeldeki sorunlar kültür odaklı ekonomik strateji, konuya ilişkin farkındalık, iş birliği ortamı, nitelikli iş gücü ve etkin çözüm eksikliği; ekonomik engeller, kent vizyonunun yenilikten uzak oluşu iken temeldeki fırsatlar; kültür ekosistemiyle özgün kentin varlığı, geleneksel uygulamaların sürdürülmeye çalışılması ve güncel kültürel projelerin planlanması olarak tespit edilip Diyarbakır için kültürün kentsel gelişimdeki ekonomik katkısını ortaya çıkaran kültür eksenli kentsel gelişim stratejiler geliştirilmiştir.
-
ÖgeMekan, toplum, iktidar: İstanbul'un duygusal mekansallığı üzerine(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-17) Yiğittürk, Sena ; Günay, Zeynep ; 502211859 ; Şehir PlanlamaDuygu kavramı bireylerin kendi iç dünyalarında ve bedenlerinde hislerin, duyumları, etki ve tepkilerin tamamının ifade etmektedir. Duygu üzerine yapılmış olan çalışmaların çoğu bu bireyselliğe ve bedenselliğe odaklıyken, duygular toplumsal ve kollektif düzeyde de şekillenmektedir. Bireysel deneyimlerinin ötesinde duygular, toplumsal ilişkiler, kültür de merkezinde yer almaktadır. Kentsel alanlar da farklı etnik grupların, eğitim düzeylerinin, kültür pratiklerinin karşılaşma alanları olarak kenti deneyimleyen insanların duygusal arka planları ve günlük hayatlarında deneyimledikleri duygular, kentsel mekanların fiziksel ve toplumsal üretimi ile ilişkilidir. Kentsel mekanların sadece fiziksel bir alan olmasının ötesinde toplumsal olarak bir etki ve etkilenme sürecinin parçasıdır ve sosyal bir alandır. Bu alanlarda gerçekleşen karşılaşmalar, etkileşimler, toplumun davranışları ve kimliklerini şekillendirmektedir. Özellikle kentsel mekanların sahip olduğu semboller, ritüeller, protestolar bu kentlerin duygusal atmosferini oluştururken kenti deneyimleyen bireylerin mekâna yönelik duygularını etkilemektedir. Toplumu oluşturan bireylerin duygusal deneyimlerini etkileyen ve günlük hayattaki etkileşim ve ilişkilerinin bir yansımalarını içeren bir varlık olarak kentsel mekanlar, iktidar için de kritik öneme sahiptir. Bunun önemli nedenlerinden biri iktidarın hükmettiği toplumu oluşturan bireyleri kontrol etme ve yönlendirme isteğinin önemli bir paydaşlarından birinin kentsel mekanlar olmasıdır. İktidar, kentlerin sürekli yeniden üretilmesinde ve dönüştürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Kentsel yenileme projeleri, altyapı yatırımları, şehir planlama politikaları gibi girişimler çoğunlukla belirli iktidar grup veya kurumların gücünü yansıtmaktadır. İktidarın politikalarının kentin kültürel ve sembolik alanlarda da etkisi bulunmaktadır. Mekân toplumsal duyguları üretirken, iktidar ise mekânı üretirken duyguları kullanmaktadır. Bu sebeple, duygu, mekân ve iktidarın birbirleri ile ilişkisi bulunmaktadır. Bu doğrultuda araştırma kentsel mekânı bu ilişkiler üzerinden okumaktadır. Son zamanlarda iktidarın kentsel mekânı, kendi gücünü kullanmak adına bir araç olarak görmesi ile özellikle Osmanlı'dan kültürel ve dini birçok mirası barından İstanbul bu duygusal yatırımın ve duygu siyasetinin önemli sembolik mekanlarından biri olmuştur. Araştırma eleştirel etnografi ile günümüzdeki iktidarın kent politikalarına duygu ve sembolik siyasetin dahil ederek, kent mekanlarını nasıl şekillendirdiğinin bir haritasını çıkarmayı hedeflemektedir. Kentsel mekânın duygularını eleştirel bir perspektif ile okumak, duyguların etki ve etkilenme sürecindeki sosyal ve ekonomik bağlamalarına da anlamlandırmaya yönelik bir yaklaşım sunmaktadır. Bu yaklaşım ile mekânın kollektif ve bireysel duyguları nasıl şekillendirdiğini, hangi kültürel, siyasi, etnik grupların ve kurumların etkisi altında olduğunu ve bu etkilerin toplumsal ve mekânsal sonuçlarını incelemeyi irdelemektedir. Sembolik iktidar ve duygu siyasetinin, kentsel mekandaki izlerini kollektif duygular üzerinden inceleyen bu araştırma İstanbul'un duygusal mekânsallığını ortaya koymaktadır. Araştırma, İstanbul'un Osmanlı mirası ile güçlü, ihtişamlı ve hükmedici geçmişi ile İslam dünyasında sahip olduğu önem doğrultusunda sağ iktidarlar, Taksim Meydan-İstiklal Caddesi hattı taşımakta olduğu Cumhuriyet'in izlerini toplumsal dinamikler ve güç hiyerarşileri ile bağlantısını, kültürel ve sembolik iktidarın bu mekandaki yansımasını, kentsel planlama ve politikalarının mekandaki yansımalarını aynı zamanda toplumsal hareketlerin ve protestoların mekandaki sosyal üretimi değerlendirilecektir. Bu değerlendirmeler doğrultusunda İstanbul'un duygusal mekânsallığını bir anlatı haritalaması ile yansıtarak, kentsel mekânın duygusal atmosferini, iktidar ilişkilerini ve toplumsal dengelerinin bir analizini sunmaktadır. Bu doğrultuda kentlerin duygusallığına yönelik yapılan tespitler ile duygu-mekân-iktidar ilişkisini tartışmaya açarak, ilişkileri açığa kavuşturmak adına eleştirel bir analiz sunmaktadır. Duyguların kolektifliğinden, mekânın duygusallığına, sembolik siyaset ve duygu siyasetinin kentsel mekânsallığına yönelik kuramsal okumalar ışığında İstanbul'un duygusal mekânsallığının incelemesini yapan bu çalışma sonucunda kent çalışmalarına duygu kavramını iktidar ile ilişkilendiren bir araştırma kazandırmak amaçlanmıştır. Özellikle duygu kavramına daha çok kentsel tasarım alanında odaklanan kent çalışmalara ek olarak literatürde görece daha eksik kalmış olan bir alana katkı sağlaması düşünülmektedir. Araştırmanın bu yaklaşımı duygu-mekân-iktidar ilişkisi kentsel mekânda sunarak, kentsel mekanların daha adil ve kapsayıcı üretimine yönelik bir katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
-
ÖgeOptimization in spatial planning from generative design approach: The application for Göktürk, Istanbul(Graduate School, 2023-06-07) Tak, Merve Deniz ; Gülümser, Aliye Ahu ; 502191886 ; Urban PlanningCities, especially with the rapid industrialization period, are facing many problems today. Generating solutions to the needs of cities that are constantly and rapidly changing, unpredictable, influenced by many different systems, and affecting them is challenging for urban planners. While providing fast solutions to the rapidly changing problems of the complex urban system is almost impossible with human power alone, today, with the help of new technological tools such as geographic information systems, artificial intelligence, and computational design, it has become easier for urban planners to manage this chaotic process. These tools assist decision-makers in various stages of the planning process. Still, due to the need to respond quickly to the rapidly changing city, alternative creation stage is often skipped in a long traditional planning process, and decisions are usually made based on a single outcome. Therefore, this thesis aims to provide a framework that facilitates scenario development and alternative selection, often skipped in traditional planning. In addition, this framework aims to enable decision-makers to manage the unpredictable and rapidly changing complexity efficiently. In this study, generative design, one of the subheadings of computational design, was used as the primary work tool. It was selected due to it can focus on the entire process rather than the output product, and it can quickly reach the desired result by making changes within the process when the expected output is not achieved. This feature prevents the urban planner from returning to the planning process's beginning and wasting time. Instead, the urban planner becomes a manager of the whole process rather than the person producing the final product. With these features, the rapidly changing needs of the complex urban system can be responded to quickly within the long conventional planning process, providing time and cost savings. In addition to reacting rapidly, generative design can generate far more alternatives in a short period than human power can handle and helps urban planners make ideal choices among these possibilities. Göktürk neighbourhood of Eyüpsultan county, Istanbul, was selected to implement this tool as the case study area. Göktürk, where demand is increasing rapidly, has both gated communities and rural characteristics. Although, at first, it may seem that the gated communities in this area provide adequate facilities, they do not respond to the needs of the rapidly changing city due to the privatization of services. Therefore, Göktürk, chosen due to its complexity, was first analyzed to see how much it meets the demands. In the first part, a population projection was made for the year 2041, and it was investigated how adequate it will be in 2041, assuming the current land use has not changed at all. The Spatial Plan Legislation (2014) determines the minimum area requirements and walking distances that were also the limit for the analysis. The results show that all the kindergarten, primary school, secondary school, high school, health areas, sociocultural areas and worship areas are below the standards regarding the area size. In addition, accessibility ratios are also lower than the ideal, except for high school (98,9%). For the second part, the same analyses were made for plan decisions, and it was seen that land use decisions don't meet the standards like in the current situation. In the second part of the case study, three basic scenarios were primarily determined to support the urban planner's decision-making process for Göktürk. The first scenario was made to fill the gaps in the current situation; the second was also made to fill the gaps between the ideal situation and plan decisions; the third scenario was made to see the area's full potential, assuming that there was no defined land-use decision before. For this purpose, the Rhino Grasshopper plug-in was used as a generative design interface to create the design algorithm. For the algorithm, random parcel selection within limits determined for kindergarten, primary school, secondary school, high school, children's playground, health area and religious areas were parametrically introduced. These aims defined 14 fitness objectives of the algorithm as minimizing the difference between ideal and existing area size and maximizing the accessible housing parcels for kindergarten, primary school, secondary school, high school, children's playground, health area and religious area. In total, 15000 solutions were generated and after, these solutions were optimized by using NSGA-2(non-sorted genetic algorithm 2), 2835 of them located on the Pareto front. Finally, to narrow the selection space, the fittest solutions of each fitness objective and the average fitness rank = 0 of each scenario were represented to the decision-maker. To sum up, this new framework attempted to adapt to the rapidly changing city's need and control the planning process with multiple alternatives within the limits of Turkish planning standards for areal adequacy and accessibility. It is believed that this tool will start further discussions about a collaboration of urban planning and new technological decision support tools, their implementation at municipal levels, and their contributions to participation in decision-making by representing the alternatives and helping to select via optimizing.
-
ÖgeSürdürülebilir kentsel ulaşım politikalarının sosyo-demografik bağlamda irdelenmesi: Sivas örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Özbek, İcran ; Berköz, Ayşe Lale ; 781931 ; Şehir Planlama Bilim Dalı1950'lerden sonra, hızlı sanayileşmeyle birlikte birçok kent, kontrolsüz kentleşme sonucu mekânsal, sosyal, ekonomik ve çevresel bağlamda ortaya çıkan pek çok kentsel problemle mücadele etmek durumunda kalmıştır. Söz konusu bu problemler, başlangıçta kendini yerel düzeyde hissettirmiş olsada zamanla, etki alanlarını genişleterek, küresel boyutta büyük önem arz eden sorunların kaynağı haline gelmişlerdir. Bu durumun, gelişmiş dünya ülkeleri tarafından fark edilmesiyle birlikte konuya yönelik çözüm bulma arayışları devreye girmiştir ve bu arayış sonucu "Sürdürülebilir Gelişme" kavramı gündeme gelerek önem kazanmıştır böylece hem pratikte hem de teoride kavrama yönelik pek çok girişim hâsıl olmuştur. Bu bağlamda, sürdürülebilir gelişmenin, kentsel yaşama dair problemleri çözme adına ortaya çıkmış bir kavram olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla, diğer birçok kentsel bileşende olduğu gibi (teknik altyapı adına önemli bir rol üstlenen) ulaşım sisteminde de kavramın emarelerine rastlamak kaçınılmaz olmuştur. Endüstriyle birlikte nüfus artışı sonucu kentlerin büyümesi, küreselleşme ve serbest ticaret sonucu insanların ve malların hareketinin artması dolayısıyla ulaşım sisteminde meydana gelen önemli ilerlemeler; kentsel gelişimi destekleyip sosyal yaşam adına birçok kolaylık sağlamakla beraber birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Ulaşımdan kaynaklı bu sorunların etkisinin, yerelle sınırlı kalmayıp özellikle çevresel bağlamda kendini küresel boyutta hissettirmeye başlamasıyla, diğer birçok alanda olduğu gibi, ulaşımında da "sürdürülebilirlik" olgusu önem kazanmıştır ve böylece hem alanyazında hem de sürdürülebilir gelişme adına düzenlenen girişimlerde "Sürdürülebilir Ulaşım" kavramı ele alınmıştır. Alanyazında kavramın tanımlanmasına yönelik pek çok yaklaşım mevcut olsa da sürdürülebilir ulaşım kavramı, genel olarak, sürdürülebilir gelişme anlayışının üç bileşeni olan ekonomi, çevre ve sosyal yaşam üzerindeki etkileri bağlamında değerlendirilmiştir. Böylece, kavrama yönelik bu üç bileşen dâhilinde ilkeler, amaçlar ve hedefler belirlenmiş olup politika yapıcıları tarafından, bu hedeflere ulaşmak için farklı alanlara yönelik sürdürülebilir ulaşım eylemleri ortaya konmuştur. Yukarıda ifade edilen bilgiler ışığında bu tez; Sivas ili özelinde, sürdürülebilir kentsel ulaşım politika araçlarına karşı tutumu sosyo-demografik bağlamda irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için, tez kapsamında, literatür taraması ve anket yönteminden faydalanılmıştır. Öncelikli olarak, derinlemesine yapılan literatür araştırması sonucu sürdürülebilir kentsel ulaşımda öncelikli politika alanları ve sürdürülebilir ulaşım kavramını operasyonel hale getirmek için bu politika alanları bağlamında belirlenen politika araçları hakkında kapsamlı bilgiler ortaya konmuştur. Eş zamanlı olarak, çalışma alanı olan Sivas ili hakkında da genel bilgiler edinilerek tezin araştırma soruları bu doğrultuda belirlenmiştir. Ayrıca, araştırma teknikleri dikkate alınarak hazırlanan anket formu aracılığıyla Sivas ili özelinde yapılandırılmış birebir görüşmelerle gerekli veriler toplanmıştır ve bu veriler, tezin araştırma sorularına cevap bulmaya yönelik, ilgili istatiksel analiz yöntemine tabi tutulmuştur. Akabinde, analizler sonucu elde edilen bulgular, araştırma kapsamında sistematik şekilde yapılmış olan literatür taraması bilgileri ışığında ele alınarak halkın, mevcut ulaşım davranışına ve sosyo-demografik bağlamda sürdürülebilir ulaşım politikalarına karşı tutumuna yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Belirtilen bu amaç ve yöntem kapsamında tez ana hatlarıyla 6 bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde (1. bölüm), tezin konusunun ana çıkış noktası tanımlanıp bu doğrultuda tezin amacı, yöntemi ve araştırma soruları ortaya konmuştur.
-
ÖgeSürdürülebilir kentsel ulaşımda yaya güvenliğini etkileyen fiziksel müdahalelerin İstanbul Kadıköy ilçesi örneğinde analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-03) Duman, Büşra Merve ; Ayataç, Hatice ; 502181854 ; Şehir PlanlamaKentin dört temel fonksiyonundan birisi olan ulaşım, şehirlerin işlev alanları arasında bağlantıyı kurar ve kentlerin gelişmesinde etkin rol oynar. Kentsel ulaşım şehirlerin denetimli büyümesi ve gelecekteki ulaşım ihtiyaçlarının önceden tespit edilmesi amacıyla şehir otoriteleri tarafından planlanmaktadır. 19. yüzyılda sanayi devriminin etkisi ile kent nüfusunun artması ve kentlerin genişlemesi hız kazanmıştır. Bu dönemde otomobilin icadı ile ulaşımda motorlu taşıt kullanımı yaygınlaşmaya başlamış, kentsel ulaşım planlamasında taşıtları odağına alan klasik ulaşım planlaması yaklaşımı hakim olmuştur. Bu yaklaşım ile kentlerde yolların genişletilmesi ve yeni yollar açılması yerleşim alanlarının daha fazla genişlemesine sebep olmuştur. Bu durum kentlerde fosil yakıt kullanan motorlu taşıtlara olan bağımlılığın artması ile sonuçlanmıştır. 1973'de petrol krizinin etkisi ile meydana gelen fiyat artışları ve enerji krizi enerjinin verimli kullanılması gerekliliğini ortaya koymuştur. 1987 yılında gerçekleşen Dünya Çevre ve Kalkınma komisyonunun ortaya koyduğu sürdürülebilirlik kavramı ile ulaşım planlama sürecinde çevre, sosyal adalet ve ekonomik tutarlılık konuları öne çıkmıştır. Sürdürülebilir ulaşım kapsamında kentlerin bugün ve gelecekteki hareketlilik ihtiyacının insani değerlere ve ekosisteme zarar vermeden karşılanması amaçlanmaktadır. Kentiçi ulaşımda bireysel otomobil kullanımını azaltmak ve talebi ekonomik, adil ve çevreye zarar vermeyen ulaşım türleri ile bütünsel bir yaklaşımla koordineli bir şekilde karşılamak sürdürülebilir ulaşımın temel prensibidir. Yaya ulaşımı, bisikletli ulaşım ve toplu ulaşım ile birlikte sürdürülebilir ulaşım türleri arasında yer almaktadır. İdeal ulaşım pramidine göre kentlerde sürdürülebilir ulaşımın sağlanması için en öncelikli ulaşım türü yaya ulaşımıdır. İnsanlığın varoluşundan beri en temel ulaşım türü olan yaya ulaşımı çevreye, sağlığa ve ekonomiye katkı sağlar, sosyal etkileşimi güçlendirir. Sürdürülebilir ulaşım kapsamında yayayı odağına alan yaya öncelikli ulaşım planlama yaklaşımı geliştirilmiştir. Ulaşımda artan fosil yakıt tüketiminin çevreye ve şehre verdiği zarar karşısında son derece önemli bir rolü olan yaya ulaşımı 1960'lı yıllardan itibaren trafik sıkışıklıklarına bir çözüm olarak trafiğe kapalı yayalaştırılmış bölgelerle desteklenmeye başlamıştır. Yaya ulaşımının kentlerdeki önemi 2020 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından Covid-19 salgını ilan edilmesi ile daha da artmıştır. Pek çok şehirde yollarda taşıt hızlarının düşürülmesi, yaya ve bisiklet öncelikli yol düzenlemeleri, yayalaştırma kararları gibi yaya ve bisiklet öncelikli kararlar alınmıştır. İnsanların günlük ihtiyaçlarını yürüme mesafesinde karşılayabilmeleri için planlama stratejileri geliştirilmiştir. Yürüme eyleminin gerçekleştiği çevre koşulları, bir kentin ne kadar yaya öncelikli ve yürünebilir olduğunu göstermektedir. Yürünebilir bir kent, sağlıklı, adil ve çevre dostu özellikleriyle, sürdürülebilir bir kenttir. Şehirlerde motorlu taşıtların artan sayısı ile yayalar ve taşıtlar sıklıkla karşılaşmaktadır. Bu durum yayaların yaralanma riskini artırmaktadır. Yaya güvenliği yürünebilir bir kentin en temel bileşenlerinden birini oluşturmaktadır. Literatür çalışması kapsamında yaya güvenliği açısından incelenen Londra, Kopenhag ve İstanbul yaya ulaşım planlarında sağlıklı sokaklar yaklaşımı, bütüncül sokaklar yaklaşımı ve trafik kaynaklı yaya ölümlerini sıfıra indirmeyi hedefleyen 'vizyon sıfır' yaklaşımları öne çıkmaktadır. Yaya ve taşıtın sık karşılaştığı toplu taşıma istasyonlarına yaya erişim mesafesinn, kavşak noktalarının ve kazaların sıkça tekrarlandığı kaza kara noktalarının yaya öncelikli olarak iyileştirilmesi ve trafik sakinleştirme öne çıkan ortak stratejilerdendir. Literatürde yaya ulaşımında güvenliğin sağlanması için sokak ölçeğinde etkili olan müdahaleler incelenmiş, yaya ulaşım altyapısının eksikliğinin ve araçların hızlanmasına olanak tanıyan yol tasarımlarının, yayaların yaralanma riskini artırdığı görülmüştür. Kent içi yollarda taşıt hızlarının düşürülmesi ve trafik sakinleştirme uygulamaları ile bu stratejinin desteklenmesi yaya güvenliği açısından önemlidir. Yayalar, kaldırım yetersizliği, evrensel tasarım uygulamalarında eksiklik ve bağlantı noktalarının yetersiz kalması gibi durumlarda taşıt yolundan yürümeyi tercih etmektedir. Yayalar görüşlerini engelleyen yol üstü parklanmalar gibi uygulamalarda da yolu görmek için taşıt yoluna çıkmayı göze almaktadırlar. Gece yaşanan kazalarda sürücülerin yayaları görmediklerini ifade etmeleri sokak aydınlatmasının yaya güvenliği için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kentsel ulaşımda yaya ulaşımına teşvik için ortam güvenliğinin sağlanması en temel gerekliliktir. Bu çalışma kapsamında ulusal ve uluslararası literatür bağlamında bir kriter analizi gerçekleştirildi. Belirlenen kriterler çerçevesinde veriler, yerinde veri toplama yöntemi ve İBB CBS web uygulamasından yararlanılarak elde edildi. Toplanan veriler CBS ortamında mekansallaştırıldı ve puanlama yöntemi ile değerlendirildi. Tablo ve haritalama yöntemi ile raporlanan çok aşamalı bir değerlendirme modeli ortaya kondu. Bu model kapsamında İstanbul'un ilçeleri yaya yoğunluğu, yayaya çarpma kaza oranları ve yaya ulaşım altyapısına yönelik şikayetler üzerinden değerlendirildi. Değerlendirme sonucunda Kadıköy ilçesinde bulunan Söğütlüçeşme Aktarma Merkezinin yaya erişim mesafesinde kalan Söğütlüçeşme ve Kurbağalıdere caddeleri yaya güvenliği açısından öncelikli müdahale alanı olarak belirlendi. Değerlendirme modeli kapsamında taşıt hızları, kaldırımlar, bağlantılar ve görünürlük ana kriterler olarak belirlendi. Çalışma alanı 400m'lik yol kesitlerinde ana kriterlerle ilişkilendirilen 15 alt kriter üzerinden değerlendirildi. Alt kriterler 'yeterli', 'kısmen yeterli' yada 'yetersiz' olarak sırasıyla 2, 1 ve 0 puanlarına karşılık gelecek şekilde puanlandı. Her bir kesitin yaya güvenliği açısından yeterlilik düzeyi kriterlerden aldıkları puanlar ile belirlendi. Çalışmanın sonunda yaya güvenliği açından yetersiz bulunan kesitin ortam koşullarının iyileştirilmesine yönelik önerilerde bulunuldu. Bu çalışma kapsamında yaya ulaşımının güvenli bir şekilde teşvik edilmesi için en gerekli olan temel fiziksel müdahale önlemleri analitik bir yaklaşımla değerlendirilmektedir. Bu modelin şehir otoriteleri tarafından yaya güzergahlarının değerlendirilmesi, iyileştirilmesi ve takip edilmesi bakımından farkındalık yaratması, literatüre katkı sağlaması, şehirlerde yaya güvenliğinin sağlanması açısından iyi uygulamalara zemin hazırlaması beklenmektedir.
-
ÖgeSürdürülebilir ulaşım bağlamında hizmet olarak hareketlilik (Mobılıty as a servıce – Maas): İstanbul(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-22) Çetiner, Vildan ; İnce Beyazıt, Eda ; 502191866 ; Şehir PlanlamaHareketlilik kişinin bir yerden bir yere gidebilme kolaylığı, imkânı ve özgürlüğüdür. Hareket etmek bir yerden bir yere ulaşmak için bir araç olduğu gibi, kimi zaman amacın kendisidir. Pek çok yönüyle hareketlilik ve ulaşım gündelik yaşamlarımızı doğrudan etkiler ve yaşamlarımızın önemli bir parçasıdır. Ulaşım, temelde bireysel olarak, toplu taşıma ile ve bununla birlikte kapıdan kapıya ulaşım için toplu taşımayı destekleyen sistemler çeşitli ulaşım sistemleri ile sağlanabilir. Hareketlilik kalıpları / rutinleri ve buna bağlı olarak ulaşım tercihleri, kişilerin kişisel talep, tercih ve zevkleri doğrultusunda oluşabildiği gibi, ulaşım sistemlerinin etkisi ve gelişmişliği bu tercihlerin oluşmasında önemli bir etkendir. Kentleşmenin etkisinde hareketlilik ihtiyacının artması, gelişen süreçte otomobile dayalı "sürdürülemez" ulaşımın gelişmesini tetiklemiştir. Bu durum çeşitli ekolojik, ekonomik ve sosyal problemleri ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan problemlerin küresel bir kaygı haline gelmesi, ortak çözüm arayışlarını gerekli kılmıştır. Sürdürülebilir hareketlilik mevcut ulaşım paradigmasından kaynaklanan sorunların çözümüne yönelik, değişime dayalı ideal bir konsept olarak ortaya çıkmıştır. Ulaşımda sürdürülebilirlik yaklaşımı için çok türlü ulaşım ve entegrasyon, eşitlik, kapsayıcılık, verimlilik ve bütüncüllük önemlidir. Sürdürülebilir ulaşım tüm ulaşım türlerinin en uygun şekliyle, entegre biçimde kullanılmasına, aktif ulaşımın ve toplu ulaşımın desteklenmesine dayanır. Sürdürülebilir ulaşımın sağlanması, kent içinde yapılan yolculuklar azaltılarak, yolculuk mesafe ve süreleri kısaltılarak, politika tedbirleri geliştirilerek, türler arası aktarma desteklenerek, teknoloji kullanımı ile ulaşım sistemleri daha verimli hale getirilerek mümkün olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ulaşımın sürdürülebilirliği anlamında, gelişmiş ülkelere kıyasla daha zor ve büyük problemler söz konusudur. Bu problemler yönetim yaklaşımı, ekonomik kısıtlar, toplumsal kalıplar, planlama yaklaşımı ve arazi kullanımı gibi çeşitli etkenlere bağlıdır. Buna karşın gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerde önceden deneyimlenmiş çözümleri yerel özelliklerine göre adapte etme avantajına sahiptir. Sürdürülebilir ulaşımın teknoloji ile ilişkisi vurgulanmakta ve teknolojinin bir araç olarak sürdürülebilir ulaşımı destekleyecek yeni çözümler sağlama potansiyeli tartışılmaktadır. Teknoloji temelli, potansiyel çözüm önerilerinden biri, "Hizmet olarak hareketlilik / Mobility as a service (MaaS)" yaklaşımıdır. MaaS günümüzde, dünyanın pek çok kentinde hala etki ve kapsamı incelenmekte olan güncel bir yaklaşımdır. Bununla beraber, daha sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin kentlerde var olabilmesi için gerekli "paradigma değişimi" kapsamında ihtiyaç duyulan aksiyonların uygulanabilmesi için potansiyel etkisi önemsenmektedir. MaaS bir akıllı ulaşım çözümü değildir fakat akıllı ulaşım çözümlerini kullanarak ulaşımda, ideal olarak, sürdürülebilirliği sağlamak adına bütüncül bir entegrasyonunun sağlanmasını vaat eder. MaaS yaklaşımı, talebe ve kullanıcı verilerine odaklı, kişiselleştirilmiş, pek çok anlamda çok türlü ulaşım sistemlerini entegre eden, farklı ödeme metotlarını ve avantajlarını kapsayan bir hizmeti ifade eder. Bunun yanı sıra ilgili aktörlerin ortak bir vizyonla hareket ettiği, organizasyonel ve kurumsal entegrasyonu gerektirir. MaaS, yalnızca bir mobil ulaşım uygulaması olmaktan öte, ulaşımla ilgili sürdürülebilirliği hedefleyen alternatif bir hareketlilik modeli olarak değerlendirilir. Çalışma kapsamında MaaS'ın temel özellikleri, sınıflandırma çalışmaları, aktörleri, gelişimi, sürdürülebilir ulaşım anlamında mevcut ve olası etkileri, vaatleri ve MaaS'a yönelik eleştiriler araştırılmaktadır. Son olarak hizmet olarak hareketlilik kavramı sürdürülebilir ulaşım ile ilişkilendirilmekte ve sürdürülebilir ulaşıma katkısı bakımından irdelenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde MaaS'ın, ulaşıma ilişkin sorunların çözümünde potansiyel çözümlerin oluşturabilmesi söz konusudur. Çalışma kapsamında gelişmekte olan ülkelerde MaaS üzerine yapılan araştırmalar ve bulgular incelenmiştir. Çalışma konusu olan İstanbul özelinde ulaşımın mevcut durumu, sorunları, sürdürülebilirliği ve ulaşımda dijital platformların kullanım durumu araştırılarak hizmet olarak hareketlilik anlamında potansiyeli irdelenmektedir. Bu anlamda İstanbul'da MaaS'a yönelik kullanıcı eğilimlerinin öğrenilebilmesi için farklı içeriklere sahip paketler kurgulanmış; anket çalışması ile bu paketlere olan tercihler kapsamında katılımcıların kişisel bilgileri ve ulaşım tercihleri analiz edilmiştir. Anket çalışması sahip olduğu kısıtlılıklar dolayısıyla pilot bir sana araştırması niteliğindedir. Buna karşın konuyla ilgili İstanbul'da öncül bir araştırma niteliğinde olup, MaaS'a ilişkin öngörünün oluşturulması ve gelecek çalışmalara yönelik fikir vermesi adına çıktılara sahiptir. Hareketlilik ihtiyaçlarına, kişisel özelliklere, ulaşımda teknoloji kullanım alışkanlıklarına göre farklı MaaS paket içeriklerinin tercih edildiği, MaaS paketleri oluşturularak ulaşım türlerinin entegre edilmesinin daha sürdürülebilir ulaşım türlerinin kullanımını, destekleyebileceği ve etkinleştirebileceği sonucuna varılmıştır. Bu çalışma gelişmekte olan ülkeler kapsamında ve İstanbul özelinde MaaS yaklaşımı ve sürdürülebilir ulaşım ilişkini araştırmakta, İstanbul'da sürdürülebilir ulaşım için MaaS uygulamasının geliştirilmesi için öneriler sunmaktadır.
-
ÖgeTomorrow's İstanbul: Adaptive urban flood mitigation planning for climate change-induced hydro- meteorological hazards(Graduate School, 2024-07-28) Guguk, Batuhan ; Tezer, Azime ; 502191851 ; Urban PlanningThe urban flooding hazard occurrences increasing around cities worldwide, which directly affects infrastructure, economies, and inhabitants. The large number of people exposed to flood risks, 1.81 billion directly facing the threat of 1-in-100-year flood events (Jafino et al., 2023). This reality highlights the urgency of proactive intervention, demanding both mitigation strategies and adaptive approaches to weather the urban flooding. Climate change stands as a main contributor in this growing crisis. Its influence alters precipitation patterns, intensifies extreme weather events like hurricanes and cyclones, and pushes sea levels ever higher (IPCC, 2022). The hydro-meteorological hazards resulting from climate change have concrete consequences on several aspects in our lives and can have negative impacts on inhabited locations. The study materials have assessed research on urban flooding at worldwide, regional, and national levels. An aspect of the study focused on the varying dispositions of countries in different geographical regions towards urban flooding. In this analysis, the criteria of the nations were evaluated based on legal, administrative, and planning principles. This study's findings will provide insight into urban flood risk mitigation strategies that focus on building-level through adaptive urban planning. Adaptive urban flood mitigation planning (ad-UFMP) is the method of using adaptive spatial planning as a tool for lessening the impacts of extreme climatic conditions creates major floods in urban areas more frequently. Two stages of analyses evaluated for detecting most vulnerable urban flooding areas for ad-UFMP. In first stage, the urban vulnerability levels find outs then spatial environmental indicator uses for superposing to designate the case area. After detecting the surface situation in terms of permeability ad-UFMP suggest nature-based solutions in spatial level. The thesis examines the escalating risk of urban flooding in Istanbul and emphasizes the necessity of adopting a comprehensive strategy to mitigate the impacts of enhanced rainfall, rising sea levels, and inadequate drainage capacity. The proposed approach emphasizes a multifaceted response, encompassing vulnerability assessments, flood risk management strategies, adaptive spatial planning, and community engagement. This dissertation aims to address the complex issues of climate change, hydro-meteorological hazards, and adaptive urban planning in order to develop strategies for making implementation area more robust and flexible in terms of adaptability. The goal is to ensure that the city is well-prepared to withstand any future challenges. This framework, with its potential for wider application, will be used in Istanbul. As the tide of urban flooding rises due to human-induced climate change altered hydro-meteorological hazards, this research urges us to build not just seawalls, but resilient communities, capable of not just mitigating the floods, but adapting to thrive in the face of a changing climate externalities. The thesis study focuses on hydro-meteorological investigations of Istanbul to choose a suitable sample region. By systematically analyzing various datasets, certain regions were identified inside the provincial boundary. These findings, when applied to the planning areas of Istanbul, will aid in mitigating urban risk by implementing ad-UFMP method with adaptive spatial planning across many scales, ranging from the macro level to the micro level.
-
ÖgeUrban dynamics of İstanbul: Exploring urban complexity via the spatial distribution of activities(Graduate School, 2024-06-17) Sandi Younesi, Reyhaneh ; Yücesoy, Eda ; 502201881 ; Urban PlanningUrban dynamics form a complex tapestry woven from the interplay of physical structures, socio-economic elements, and human activity patterns. With its rich history and evolving spatial landscape, Istanbul presents a compelling case for exploring these dynamics. Despite valuable insights, challenges remain in fully understanding Istanbul's complexity. The city's continuous population growth, polycentric development, and uneven distribution complicate the evaluation of segregation patterns. These challenges highlight the need for innovative methods to interpret diversity within Istanbul's evolving urban landscape. Using these innovative methods in the research keeps the reader engaged and opens up new avenues for understanding and interpreting urban dynamics. On the other hand, technological advancements have transformed urban studies, introducing methods such as mobile phone data and Points of Interest (POI) data to analyze human activities and land use dynamics. This research explores the spatial distribution of activities in Istanbul, aiming to unravel the city's complexity using big data. It addresses the following questions: How does the dispersion of activities across Istanbul contribute to the city's overall complexity? How does the dispersion of activity in different areas of Istanbul impact the character and dynamics of those regions? This study stands out in its approach, leveraging theoretical insights from the literature review and diversity and intensity indices findings to address the research queries. By examining activity distribution within different neighborhoods or districts, we gain insight into each region's unique characteristics and evolving nature, shedding light on the socio-economic, cultural, and spatial dynamics shaping Istanbul's urban landscape. The study's use of advanced spatial analysis tools and a comprehensive dataset enhances its robustness. By leveraging data from Foursquare, the research offers a detailed examination of human activities and their spatial distribution. Integrating multiple diversity indices allows for a nuanced analysis of activity patterns, capturing both the richness and evenness of activities across different regions of Istanbul. This multifaceted approach ensures the study provides a holistic view of the city's urban dynamics. The research also addresses the challenges of using big data in urban studies. While VGI-based POIs offer significant potential, data completeness, and accuracy issues must be carefully managed. The study's reliance on an official POI dataset ensures higher data reliability, setting a precedent for future research in urban studies. The methodological rigor of this research contributes to its credibility and potential impact on urban planning practices. The dataset, provided by Professor Dingqi Yang, is a comprehensive collection of long-term check-in data from Foursquare, spanning April 2012 to January 2014. This dataset, which includes over 33 million check-ins from approximately 267,000 users at more than 3.6 million venues across 415 cities in 77 countries, provides a robust foundation for analyzing urban dynamics. The study employs ecological methods to analyze activity diversity inspired by species counting in a forest. Diversity indices such as Simpson's Index and the Shannon-Weiner Diversity Index gauge the number and distribution of activities, while Pielou's Evenness Index measures activity distribution uniformity. The study also explores alpha, beta, and gamma diversity scales to assess activity diversity at local and citywide levels. Kernel Density Estimation is utilized to visualize activity intensity, highlighting high-concentration areas. This comprehensive dataset ensures the validity and reliability of the research, instilling confidence in the reader about the robustness of the study's findings. Istanbul, a city steeped in history and brimming with modern vibrancy, is a microcosm of urban complexity. This complexity is not simply due to its rich cultural heritage or geographic location spanning two continents but also because of the diverse array of activities across its varied neighborhoods. The intricate distribution of activities, encompassing their variety and intensity, weaves a complex tapestry that shapes Istanbul's unique character and contributes to its dynamism. The variety of activities throughout Istanbul is a testament to the city's multifaceted identity. From the vibrant commercial centers of Eminönü and Karaköy, where the echoes of centuries-old trade routes still resonate, to the modern art galleries and performance spaces of Beyoğlu, Istanbul offers a diverse array of experiences. Historical sites like the Hagia Sophia and Topkapı Palace stand alongside bustling bazaars and tranquil parks, creating a rich urban environment that caters to a wide range of interests and preferences. This diversity of activities, each with unique charm and appeal, will intrigue and fascinate the reader, providing a deeper understanding of Istanbul's urban landscape. A striking observation from the maps is the uneven distribution of activities across Istanbul. Central districts like Beyoğlu, Şişli, and Beşiktaş emerge as vibrant hubs, boasting a high concentration of diverse activities, including entertainment, culture, retail, dining, health services, and government institutions. This concentration aligns with Istanbul's historical core and its ongoing role as a significant cultural and economic center. However, as we move from the city center, the density and variety of activities decrease. Suburban areas like Kadıköy and Üsküdar offer a more moderate mix of amenities. At the same time, outer districts like Esenyurt and Avcılar exhibit a sparser distribution, particularly in sports and recreation, entertainment, and health categories. This unevenness reflects the complex interplay of historical development, socio-economic factors, and urban planning decisions that have shaped Istanbul's landscape over time. The intensity of activities in specific areas of Istanbul is another critical factor in understanding its complexity. Business districts like Levent and Maslak pulsate with activity during the workweek, while tourist hotspots like Sultanahmet and the Bosphorus shores experience a constant influx of visitors. Residential neighborhoods have their unique rhythms, with cafes, restaurants, and markets bustling with activity at different times of the day. This varying intensity creates a dynamic urban landscape, where the pace of life shifts from one neighborhood to the next. The contrast between the Princes' Islands' tranquil atmosphere and Taksim Square's frenetic energy exemplifies this diversity. Understanding the intensity of activities is crucial for urban planners and policymakers, as it can reveal areas that may require additional infrastructure or resources to support their demands. Moreover, the intensity of activities can also have social and cultural implications. High-density areas foster a greater sense of community and belonging, while lower-intensity areas may offer more opportunities for individual expression and creativity. This underscores the importance of urban planners and policymakers in managing and shaping the urban intensity, making the reader feel empowered and responsible for the city's development. Policies should focus on increasing activity diversity in more homogeneous regions like Esenyurt and Kagithane. Encouraging a mix of commercial, cultural, and residential developments can foster more dynamic and resilient urban environments. Conversely, ensuring adequate infrastructure and services in high-intensity areas such as Fatih and Şişli is crucial. These districts require continuous investment to support their dense activity concentrations and maintain their roles as critical urban centers. Ultimately, urban planning should aim to balance development across Istanbul, addressing disparities in activity intensity and diversity. This includes promoting equitable economic opportunities and improving amenities in peripheral areas like Tuzla and Şile to enhance their attractiveness and functionality. Moreover, incorporating green spaces and ecological elements in urban planning can enhance biodiversity and improve quality of life. This approach aligns with the theoretical emphasis on integrating natural elements into urban environments to support sustainability and resilience. Future research should build on the findings of this study to further explore the complexities of urban dynamics. Enhancing data quality and addressing the limitations associated with VGI-based POIs are critical steps for advancing urban studies. Comparative studies with other cities can validate the findings and identify contextual variations in urban dynamics. Temporal analysis can provide a dynamic perspective on the evolution of urban complexity, capturing trends and changes over time. Integrating diverse data sources, such as satellite imagery and transportation data, can enrich the comprehensiveness of urban analysis. Incorporating demographic data, such as age and nationality, can offer deeper insights into the patterns of activity dispersion and specialization across different neighborhoods. Matching activity data with land use information is another important avenue for future research. Understanding how different land uses correlate with activity diversity and intensity can provide a more holistic view of urban dynamics. Researchers can identify land-use types contributing to high activity diversity and intensity by overlaying activity data with land-use maps. This information can inform urban planning decisions, helping to create more vibrant and functional urban spaces. Investigating the factors influencing sustainable development within metropolitan areas is crucial for future research. Analyzing how activity diversity and intensity relate to environmental sustainability, social equity, and economic viability can help develop strategies to promote sustainable urban growth. Understanding the impact of diverse activities on sustainability can guide policymakers in creating balanced development plans supporting economic growth and environmental preservation. In conclusion, this research comprehensively analyzes Istanbul's urban dynamics, focusing on the spatial distribution of activities and their impact on urban complexity. The study highlights the importance of activity diversity and intensity in shaping the urban landscape, offering valuable insights for urban planning and development.
-
ÖgeUzaktan çalışmanın konut hareketliliğine etkisi: İstanbul- Kocaeli- Tekirdağ kent bölgesi örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2027-07-09) Gümüş, Hatice Nur ; Ayataç, Hatice ; Paköz, Muhammed Ziya ; 502211869 ; Şehir PlanlamaGeleneksel çalışma anlayışı, insanları mekansal ve zamansal kısıtlamalara hapseder. Uzaktan çalışmanın yeni bir çalışma modeli olarak ortaya çıkması bu kısıtlamaları büyük ölçüde ortadan kaldırarak bireylerin iş-yaşam dengesine ve mekânsal-zamansal boyutlarına yeni bir anlam kazandırmaktadır. Uzaktan çalışmanın belirli bir iş mekânından bağımsızlık imkânı sunması günlük işe gidiş geliş ihtiyacını önemli ölçüde azaltır ve beraberinde şu soruyu akıllara getirir: İnsanlar işyerinden bağımsız olarak herhangi bir yerden çalışabilirlerse nerede yaşamayı tercih ederler? Bu soru uzaktan çalışmanın tetiklediği 'konut hareketliliğini' belirlemeyi amaçlayan çalışmanın temelini oluşturmaktadır. Tez kapsamında, uzaktan çalışmanın yaygınlaştığı gelecek senaryosunda İstanbul, Tekirdağ ve Kocaeli kent bölgesinde insanların konut yer seçimi tercihlerindeki değişim ve bu eğilimlerin yaratacağı mekansallığın ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Uzaktan çalışmanın beklenen sonuçları arasında en güçlü tahmin, iş yerlerine daha az giden bireylerin, ev ile iş arasındaki mesafenin daha uzun olmasına tahammül etmeye istekli olabilecekleridir. Mevcut literatür, uzaktan çalışanların yer değiştirmeye istekli olduklarını ancak ofislerinden uzaklaşıp aynı bölgedeki daha az yoğun ve daha fazla otomobil odaklı banliyö mahallelerine doğru hareket etme eğiliminde olduklarını öne sürmektedir. Bu tez kapsamında 221K016 kodlu TÜBİTAK 1001 projesinde yürütülen saha araştırmasının bir parçası olan 'Tamamen uzaktan çalışma fırsatınız olsaydı nerede yaşamayı tercih ederdiniz? Sorusu ile konut yer seçimi tercihleri ile uzaktan çalışma arasındaki ilişki araştırılmaktadır. Çalışmanın ana veri kaynağını oluşturan bu soru için il ve ilçe olarak toplanan cevaplar isteğe bağlı konut yer değişikliğinin güzergahlarını belirlemek amacıyla yeniden kategorize edilmiştir. Sınıflandırma; aynı ilçe, aynı il farklı ilçe, aynı bölge farklı il, aynı ülke farklı bölge ve farklı ülke olarak yapılmıştır ve uzaktan çalışmanın neden olacağı konut hareketliliğinin planlama kademelerindeki etkisinin ölçülmesi hedeflenmiştir. 4519 kişiden oluşan örneklemin sonuçlarına göre uzaktan çalışma senaryosunda kent bölgede yaşayanların %33,7'si aynı ilçede, %19,3'ü aynı ilde farklı ilçede; %9,6'sı aynı coğrafi bölgede farklı ilde; %35,4'ü farklı coğrafi bölgede ve %2,1'i yurt dışında yaşamayı tercih etme eğilimindedir. Bu sonuçlara göre; uzaktan çalışmanın alışılmış iş modellerinin yerini alması halinde, kent bölgedeki nüfusun yarıya yakını farklı illere göç etmeyi tercih ederken yarıdan biraz fazlası ise ikamet etmekte olduğu kentte yaşamaya devam etmeyi planlamaktadır. Aynı ilçede yaşamayı tercih edenlerin genellikle İstanbul'un çeperlerinde yer alan ilçeleri barındıran kümelerde yaşamakta olduğunu söylemek doğru olacaktır. Aynı ilçede yaşama devam etme eğilimi en yüksek küme; Beykoz, Şile ve Sancaktepe ilçelerini kapsamaktadır. Uzaktan çalışmayla kent içinde oluşacak konut hareketliliğini ortaya koyan ve aynı ilde kalarak farklı bir ilçeye taşınmayı tercih eden kişilerin en çok kentsel olanaklara erişimi ve kentsel çekiciliği yüksek olan İstanbul Boğazı ilçelerine taşınmak istediği bulgusuna ulaşılmıştır. Kent bölge içindeki konut yer değişikliği akışlarında; sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi yüksek olan bu ilçeleri, İstanbul'un hinterlandında bulunan ilçeler takip etmektedir. Saha araştırması sonuçları, uzaktan çalışmanın kentsel yayılmayla sonuçlanma işaret etmektedir. Dikkat çekilmesi gereken bir nokta, erişim açısından avantajlı olsa da yüksek yoğunluklu ilçelerin kent bölge içinde tercih edilme yüzdesinin düşüklüğüdür. Kent bölgenin sınırlarının uzaktan çalışmayla Marmara Bölgesi için nasıl şekillenceğini ortaya koymak amacıyla 'aynı bölge farklı il' sınıflandırılması yapılmıştır. Burada öne çıkan üç ilin İstanbul, Bursa ve Balıkesir olması büyükşehirlerin çekiciliğinin devam ettiğinin altını çizmektedir. Araştırma bulgularına göre, işyerinde fiziki olarak bulunma zorunluluğu ortadan kalkarsa katılımcıların %45'i Türkiye'de başka bir şehirde yaşamayı tercih edecek gibi görünmektedir ve %45'lik dilimin %37'sini 78 ilden sadece üçü oluşturmaktadır. Bu üç kent Türkiye'nin Ege ve Akdeniz'de yer alan kıyı kentleri olan ve turistik cazibesi yüksek İzmir, Muğla ve Antalya'dır. İstanbul'da yaşamanın artan maliyetleri, trafik, deprem riski, güvenlik problemleri gibi olumsuz dışsallıklar sebebiyle 2015 sonrasında başlayan tersine göç eğiliminin, uzaktan çalışmanın yaygınlaşmasıyla hızlanması mümkün görünmektedir. İstanbul, Kocaeli ve Tekirdağ'dan Türkiye'deki farklı şehirlere doğru akışları incelediğimizde şunu söylemek mümkün olur: Kent bölge dışında kalan şehirlerin sunmakta olduğu kentsel hizmetlerin ve cazibesinin günden güne yükselmesi, uzaktan çalışmayla daha fazla yaşamak istenen yerleşimler olarak öne çıkmalarını sağlamaktadır. Güzergahların belirlenmesinin ardından yerleşim yeri değişikliklerinde varılmak istenen yerin YERSIS'in hizmet merkezi derecelerine göre merkezilik düzeyleri ölçülmüş ve bölgeler belirlenmiştir. Buna göre kentsel hizmet derecesi 2 olan yerleşim yerlerine olan ilgideki yoğunluk, uzaktan çalışmayla yerleşim yeri değişikliklerinin kırsal alan üzerinde bir konut talebi ve yapılaşma baskısı oluşturacağının sinyallerini vermektedir. Çalışma kapsamında, güzergahlar ve bölgeler haritalandırıldıktan sonra çıkarımsal istatistik sınamalarıyla sosyodemografik ve sosyomekansal çözümlemeler gerçekleştirilmiştir. Sosyodemografik yapı, konut ve çevresi beklentisi, boş zaman ilişkisi ve yaşanan yer memnuniyetinde; uzaktan çalışmayla yaşamak istenen yeri şekillendiren anlamlı farklılaşmalara işaret eden istatistiki bulgular mevcuttur. Son söz olarak, uzaktan çalışmanın yol açacağı potansiyel hareketlilik, uzun vadede göç modellerini şekillendirme ve dalgalanma etkileri yoluyla mekansal planlama politikalarını etkileme gücüne sahiptir.
-
ÖgeYeni yapılaşma çerçevesinde tarihi çevrenin kentsel kimliği: Beyoğlu örneğinde infill uygulamaları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Sarıkaya, Esra ; Eyuboğlu, Engin Eyüp ; 708717 ; Şehir Planlama Bilim DalıBu tez araştırması tarihi çevrede yeni yapılaşma sorunu çerçevesinde gelişmektedir. Dünya genelinde yaşanan teknolojik, ekonomik, toplumsal ve siyasi değişimlere paralel olarak kentler değişim, dönüşüm süreçleri yaşamaktadır. Tarihi çevrelerin de bu dinamik sürece uyum sağlaması ve çağdaş yaşamda kendine yer bulması gerekmektedir. Bu değişim süreci yeni talep ve ihtiyaçlar doğrultusuda eski yapıların yerini, yeni yapıların almasını da beraberinde getirmektedir. Günümüzün yeni yapıları, geleceğin eski yapılarını oluşturacak olması tarihsel sürekliliğin sağlanması adına önem taşımaktadır. Bu açıdan hem değişim ve dönüşüm süreçlerinin yönetilmesi hem de tarihi çevrenin sahip olduğu kentsel kimlik niteliklerini koruyabilmesi için yeni yapılaşmanın nasıl olması gerektiği önemsenmektedir. Araştırma dört bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın birinci bölümünde, araştırma hakkında genel bilgiler verilmiş; problem tanımı, hipotezi, araştırmayı şekillendiren outline soruları, amacı, kapsamı ve yöntemi belirtilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde, araştırmanın temel konu alanını oluşturan bileşenlerin tanımlandığı kuramsal ve kavramsal altyapı sunulmaktadır. Kavramsal çerçeve bölümü kendi içinde yedi alt başlıktan oluşturmaktadır. Bu kapsamda, ilk olarak kimlik ve kentsel kimlik kavramları ilişkisel olarak tanımlanmış; kentsel kimliğin katmanları (yer kimliği ve mimari kimlik) detaylandırılmıştır. Üçüncü alt başlık olan "Tarihi çevrede yeni yapı olgusu ve kimlik ilişkisi" bölümünde tarihi çevrede yeni yapılaşmanın kimlik, kentsel kimlik açısından önemi ilişkisel olarak değerlendirilmiştir. İlerleyen alt başlıklarda ise yeni yapı müdahale türleri, ulusal ve uluslararası yasal zeminde yeni yapı kavramına ilişkin tarihsel süreç tanımlanmıştır. Devamında Dünya'dan tarihi çevrede yeni yapılaşmaya ilişkin örnekler seçilerek yaklaşımlar ve uygulamalara ilişkin detaylı inceleme yapılmıştır. Dünya'dan seçilen yeni yapı tasarım rehberleri gruplandırılarak değerlendirilmiş ve üç kategoriden oluşan parametreler belirlenmiştir. Araştırmanın üçüncü bölümünde, saha araştırması yapılarak kavramsal kısımda elde edilen verilerin analizi ve sentezi yapılmıştır. Saha araştırması için İstanbul'un en eski tarihi semtlerinden ve önemli bir çekim merkezi olan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı sınırlarındaki on cadde/sokakta yeni yapı tasarım yaklaşımlarına göre tespit edilen münferit infill örnekleri eleştirel bir bakışla değerlendirilmiştir. Araştırmanın devamında Beyoğlu'nda on cadde/sokaktaki sokağa cephe veren tüm yeni yapılar (706) sayısallaştırılarak irdelenmiş; tarihsel izlerin kaybolmasına ve sıradanlaşmasına yol açan birçok bağlamından kopuk, tarihi dokudan izole yeni yapı olduğu görülmüştür. Son bölüm olan sonuç bölümünde, araştırmanın genel değerlendirmesi yapılmış çıkarımlarda bulunulmuş ve çalışma alanında tespit edilen sorunlar ortaya konularak çözüm önerileri getirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tarihi çevre, yeni yapılaşma, kentsel kimlik, infill
-
ÖgeYüzey kentsel ısı adası yoğunluğu ve kırılganlığının araştırılması: İstanbul metropoliten bölgesi için çok boyutlu bir yaklaşım(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-15) Eminoğlu, Yusuf ; Çelik, Hüseyin Murat ; 502191867 ; Şehir PlanlamaDünya genelinde metropol bölgelerdeki hızlı kentleşme ve nüfus artışı, küresel iklim değişikliğinin etkilerini şiddetlendiren ve kentsel ortamların bozulmasına yol açan bir olgu olan yüzey kentsel ısı adalarının (SUHI) meydana gelmesine neden olmuştur. Bu yüksek lisans tezi, hızla büyümesi ve gelişmesi nedeniyle önemli çevresel sorunlarla karşı karşıya olan İstanbul Metropoliten Bölgesi'nde SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan faktörleri araştırmaktadır. Araştırma, SUHI'lerin olumsuz etkilerini anlamak ve azaltmak için çok boyutlu bir yaklaşım benimsemekte ve şehir planlamacıları, politika yapıcılar ve araştırmacılar için bir dizi önemli bilgiler sunmaktadır. Çalışma, araştırma kapsamını ve hedeflerini özetleyen kavramsal bir çerçeve, çalışma alanının ve veri setinin ayrıntılı bilgilendirilmesini sağlayan üçüncü bölümü, parametrelerin elde edilmesi ve verilerin detaylı istatistiksel analizlerini içeren dördüncü bölümü, bulguların kapsamlı analizlerini, görselleştirilmesini ve değerlenedirmelerini içeren beşinci bölümü ve son olarak sonuçlar ve öneriler dahil olmak üzere altı ana bölüm halinde düzenlenmiştir. Araştırma, SUHI'lerin oluşumunda kentsel morfoloji, arazi örtüsü ve arazi kullanım şekilleri ve meteorolojik faktörler arasındaki karmaşık ilişkileri ve artan kentsel ısı adası yoğunluğuyla ilişkili potansiyel risk ve kırılganlıkları anlamaya odaklanmaktadır. Bu kapsamda, arazi yüzey sıcaklığı, vejetasyon varlığı, yapı yoğunluğu ve sosyo-demografik veriler gibi parametreleri kapsayan 17 SUHI kırılganlık indikatörünün derinlemesine bir analizi yapılmıştır. Veriler uydu görüntüleri, açık veri portalları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olmak üzere çok sayıda kaynaktan elde edilmiştir. Jeouzamsal bağlamda çalışmada, İstanbul'da SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan temel faktörleri belirlemek için çoklu imaj işleme, mekansal regresyon analizi ve coğrafi bilgi sistemi (CBS) araçları gibi çeşitli istatistiksel ve coğrafi teknikler kullanılmıştır. Bulgular, kentsel morfolojinin, özellikle de yapı yoğunluğu ve yeşil alan kapsamının, İstanbul'daki SUHI'ların yoğunluğunu ve kırılganlığını belirlemede önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Örneğin, yapı yoğunluğundaki %10'luk bir artışın arazi yüzeyi sıcaklığında 0,8°C'lik bir artışa katkıda bulunduğu tespit edilmiş ve kentsel formun kentsel ısı adası etkisini şekillendirmedeki kritik rolü vurgulanmıştır. Çalışma, yüksek yapı yoğunluğu, düşük vejetasyon varlığı ve düşük yüzey albedo değeri ile karakterize edilen yüksek SUHI yoğunluğuna sahip sıcak noktaları tanımlamaktadır. Bu alanlar ağırlıklı olarak şehir merkezinde ve yoğun nüfuslu bölgelerde yer almakta ve halk sağlığı, enerji tüketimi ve çevre kalitesi açısından önemli riskler oluşturmaktadır. Araştırma, soğutma için artan enerji tüketimi, daha yüksek kirletici konsantrasyonları nedeniyle azalan hava kalitesi ve özellikle yaşlılar, çocuklar ve düşük gelirli topluluklar gibi hassas nüfuslar için ısıya bağlı sağlık risklerinin artması gibi artan SUHI yoğunluğuyla ilişkili potansiyel riskleri ve kırılganlıkları vurgulamaktadır. Bununla birlikte çalışma, kentsel dayanıklılığı artırmaya yönelik hedefli müdahaleler ve politikalar geliştirmek için kritik önem taşıyan SUHI kırılganlığının sosyal ve çevresel boyutlarını anlamanın önemini de vurgulamaktadır. Bulgulara dayanarak tez, İstanbul'daki SUHI'lerin yoğunluğunu ve kırılganlığını azaltmak için bir dizi hafifletme stratejisi önermektedir. Bu stratejiler arasında yüksek yoğunluklu SUHI alanlarında yeşil alan kapsamının en az %20 oranında artırılması, enerji verimli bina tasarımı ve güçlendirmenin teşvik edilmesi ve kentsel yeşillendirme ve gölgeleme önlemlerinin benimsenmesi, karma kullanımlı gelişimin teşvik edilmesi ve mevcut yeşil koridorların korunması gibi SUHI'ların etkilerini dikkate alan sürdürülebilir kentsel planlama politikalarının uygulanması yer almaktadır. Çalışma ayrıca, İstanbul Metropoliten Alanı'nın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uzun vadeli dayanıklılığını sağlamak için SUHI azaltım stratejilerinin kentsel planlama ve politika oluşturma süreçlerine entegre edilmesini önermektedir. Araştırma, SUHI ile ilgili zorlukları ele almak için yerel yönetimler, şehir planlamacıları ve toplum kuruluşları gibi birden fazla paydaşın dahil olduğu işbirlikçi ve entegre bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Bu multidisipliner yaklaşım, kentsel ısı adalarının karmaşık dinamikleri ve bunların kentsel dayanıklılık ve sürdürülebilirlik üzerindeki etkileri hakkında kapsamlı bir anlayış geliştirmek için gereklidir. Çalışma, önerilen azaltım stratejilerine ek olarak, SUHI müdahalelerinin etkinliğinin zaman içinde izlenmesi ve değerlendirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Bu sürekli değerlendirme, değişen kentsel koşullara ve ortaya çıkan zorluklara yanıt vermek üzere stratejilerin uyarlanması ve iyileştirilmesi için çok önemlidir. Ayrıca araştırma, SUHI olgusunun ve kentsel çevreler üzerindeki etkilerinin anlaşılması ve farkındalığının artırılması için paydaşlar arasında kapasite geliştirme ve bilgi paylaşımına duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Tez, SUHI azaltım önlemleri ile sera gazı emisyonlarının azaltılması, hava kalitesinin iyileştirilmesi ve sosyal eşitliğin teşvik edilmesi gibi diğer kentsel sürdürülebilirlik hedefleri arasındaki potansiyel sinerji ve ödünleşimlerin araştırılması da dahil olmak üzere gelecekteki araştırmalar için çeşitli alanlar da tanımlamaktadır. Bununla birlikte gelecekteki araştırmalar, SUHI ile ilgili risklerin ve kırılganlıkların izlenmesinde ve yönetilmesinde kentsel dijital ikizler, uzaktan algılama ve makine öğrenimi gibi yenilikçi teknolojilerin ve yaklaşımların rolünü keşfedebilir. Hülasa, bu yüksek lisans tezi, İstanbul'da SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan faktörlerin kapsamlı bir incelemesini sunmakta ve SUHI'lerin kentsel çevreler üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için çok boyutlu bir yaklaşım önermektedir. Bu çalışmanın bulguları ve önerileri, hızla büyüyen kentsel bölgelerde SUHI'lerin ve iklim değişikliğinin yarattığı zorlukların üstesinden gelmek için etkili stratejiler ve müdahaleler geliştirmek isteyen şehir planlamacıları, politika yapıcılar ve araştırmacılar için önemli bilgiler sağlayarak, metropol alanlarda kentsel sürdürülebilirlik ve iklim direncine ilişkin daha kapsamlı söylemlere katkıda bulunmaktadır.