LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Çıkarma tarihi ile LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeTeknolojinin serbest zaman aktiviteleri ve kamusal mekân kullanımı üzerindeki etkileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-06-04) Bingöl, Hatice Buse ; Terzi, Fatih ; 502181871 ; Şehir Planlama ; Urban PlaningSerbest zaman insanların özgür iradesi ile kendi tercihlerini gerçekleştirdiği bir alan olması açısından değer verilen, tartışılan ve araştırılan bir konudur. Serbest zamanda gerçekleştirilen aktivitelerinin fiziksel ve ruhsal sağlığı desteklemek, toplumsal bağları güçlendirmek, yaşam kalitesini yükseltmek gibi bireysel ve toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında olumlu etkileri bulunmaktadır. Kent mekânı ise serbest zaman aktivitelerinin gerçekleştiği alan olmasının yanında sunduğu bağlam çerçevesinde aktiviteleri yönlendiren ve şekil veren bir alan olarak serbest zaman ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle serbest zaman alışkanlıklarında ve aktivitelerin gerçekleştirilme şeklinde meydana gelen değişimler kent mekânını da etkilemekte, doğrudan veya dolaylı olarak mekânların dönüşümüne neden olmaktadır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren hızlı bir gelişme içerisinde olan bilgi ve iletişim teknolojileri, bilimsel ve teknik alanlarda olduğu kadar insan yaşamı üzerinde yarattığı köklü değişimler nedeniyle sosyal alanlarda da sıklıkla tartışılan konulardan biri olmaktadır. Bugün günlük yaşamın birçok alanında gözlemlenebilir etkiler yaratan teknolojik gelişmeler insanların serbest zamanlarını değerlendirme şekillerinde de değişimlere neden olmaktadır. Mobil cihazlar, sosyal medya uygulamaları, dijital platformlar gibi araçların yarattığı interaktif ortam serbest zaman aktiviteleri için cazip bir alan sunmaktadır. Bu teknolojik araçlara erişim her geçen gün artmakta, zaman ve mekân açısından esneklik sunması, birçok alanda kolaylaştırıcı olması ise teknoloji kullanımının artmasını ve yaygınlaşmasını desteklemektedir. Bu durum bazı geleneksel serbest zaman aktivitelerinin gerçekleştirilme şeklinin değişmesine ve dijitalleşmesine neden olduğu gibi bu döneme özgü, dijital serbest zaman aktiviteleri ve deneyimleri de yaratmaktadır. Diğer bir ifade ile serbest zamanlar dijital araçlarla iç içe geçerek yeni bir yapılanma içerisine girmektedir. Teknoloji, sunduğu yeni araçlar ve uygulamalar ile serbest zamana yönelik birçok aktiviteyi fiziksel mekândan bağımsız gerçekleştirme imkânı sağlamaktadır. Serbest zaman aktivitelerinin gerçekleştiği kentsel mekânlar ise bu değişimlerden etkilenmekte, kullanımları değişmekte veya yeniden üretilmektedirler. Bu çalışmanın amacı bilgi ve iletişim teknolojilerinin serbest zaman alışkanlıkları ve bu aktiviteler ile ilişkili kamusal mekân kullanımları üzerinde yarattığı değişimleri ortaya koymaktır. Hem serbest zaman aktivitelerine katılım hem de teknoloji kullanımı çeşitli bireysel ve demografik özelliklere göre farklılaşan bir yapı göstermektedir. Bu nedenle çalışmada demografik yapıya göre serbest zaman aktivitelerine katılımın ve kamusal mekân kullanımının nasıl farklılaştığı araştırılan diğer konudur. Ayrıca Covid-19 salgınının serbest zaman alışkanlıkları ve kamusal mekân kullanımlarında yarattığı etkiler de çalışma kapsamında irdelenmektedir. Çalışmanın amacı doğrultusunda ortaya atılan ilişkileri incelemek için çevrimiçi anket yöntemi uygulanan alan araştırması gerçekleştirilmiştir. Anket çalışmasında gerekli veriler, amaçsal ve kartopu örneklem metotlarının kombinasyonu kullanılarak toplanmıştır. Türkiye genelinde gerçekleştirilen anket çalışmasında 531 birimlik örneklem büyüklüğüne ulaşılmıştır. Analizler sonucunda serbest zaman aktivitelerine katılımın ve serbest zaman mekân tercihlerinin cinsiyet, eğitim durumu, yaş, çalışma durumu ve yaşanılan şehrin büyüklüğüne göre farklılaştığı ortaya çıkmıştır. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin ise serbest zaman aktiviteleri ile ilişkili kamusal mekân kullanımlarını etkilediği, teknoloji kullanımı arttıkça açık kamusal mekân kullanımının azalttığı tespit edilmiştir. Ayrıca teknolojinin yüz yüze gerçekleştirilen serbest zaman aktivitelerinin azalmasında etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Covid-19 salgınının zorunlu aktiviteler, serbest zaman aktiviteleri ve kamusal mekân kullanımı üzerindeki etkileri kanıtlanmış, özellikle insanların, toplu olarak bir arada bulunmaları gereken etkinliklere katılımının ve kapalı kamusal mekân kullanımının ciddi oranda azaldığı gözlenmiştir.
-
ÖgeKaradeniz Ekonomik İşbirliği bölgesinde deniz ticareti perspektifinden limanların ve rotaların analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-12) Çifçi Değerli, Burcu ; Baycan, Tüzin ; 502181852 ; Şehir Planlama
-
ÖgeKentsel dönüşüm finansmanının stratejik yönetimi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Özben, Büşra ; Türk Şence, Şevkiye ; 721310 ; Şehir Planlama Bilim DalıKentsel dönüşüm; sosyal, ekonomik, fiziki ve yönetsel anlamda farklı boyutları içeren geniş kapsamını, zaman içinde yönetişim gibi küresel ölçekte ortaya çıkan değişim ve deneyimler ile zenginleştirerek günümüze kadar ulaşmış, güncelliğini koruyan ve gelişmeye devam eden bir kavramdır. Bu sebeple kentsel dönüşüm kapsamında oluşturulacak politikanın da kavramın kendisi gibi çok boyutlu ve kapsamlı bir yaklaşım içermesi gerekmektedir. Kentsel dönüşüm politikasının oluşmasında ve yönetiminde ön plana çıkan iki ana aktör olan merkezi ve yerel yönetimleri bütünleştiren kapsamlı ve bütünleşik yaklaşımlar daha başarılı ve iyi çözümlenmiş projeler ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'de kentsel dönüşüm konusundaki deneyimden öğrenme süreci devam etmektedir. Gelinen son aşamada merkezi yönetimin tek güçlü otorite olarak ilke ve kriter belirlemeden yaptığı uygulamaların büyük çoğunluğunun olumlu sonuçlar vermediği anlaşılmıştır. Bu sebeple Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı "Kentsel Dönüşüm Uygulamalarında Planlama İlke ve Kriterleri"nin belirlenmesi için İTÜ ile bir proje protokolü imzalamış ve çalışma sonucunda 16 bileşen, 50 planlama ilkesi ve 197 planlama kriteri belirlenmiştir. 19 Şubat 2019 tarihinde ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kentsel dönüşümün ilke ve esaslarını belirleyerek, bütün valilik ve yerel yönetimlere bildirmiş ve bu çerçevede belediyeler kentsel dönüşüm strateji belgesi hazırlamaya başlamışlardır. Bir yandan kentsel dönüşüme yönelik ilke ve kriterler belirlenmeye çalışılsa da, bu ilkelerin yerel yönetimlerden merkezi yönetime aktarılması sonucunda hangi amaç için ve nasıl kullanılacağı konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Bu anlamda kentsel dönüşümün ihtiyaç duyduğu bütüncül yönetişim yaklaşımı için, kentsel dönüşüm strateji belgeleri bir potansiyel olarak değerlendirilebilir. Kentsel dönüşümde başarılı uygulamaların ortaya çıkmasında önemli olan etkenlerden biri de finansal yapının iyi kurgulanmış olmasıdır. Finansal yapı; sistematik ve bütüncül bir yaklaşımı gerektiren kentsel dönüşüm politikasının en önemli bileşenlerindendir. Finansman ve kaynakların yönetimi; politikanın diğer bileşenlerini de doğrudan etkilediği için süreç içerisinde bir kilit taşı görevi üstelenmektedir. Yönetsel ve finansal yapı birlikte ele alındığında; kentsel dönüşüm finansmanının stratejik yönetimi önem kazanmaktadır. Yasal ve yönetsel açıdan iyi kurgulanmış bir kentsel dönüşüm politikası; finansal kaynakların dağılımını da olumlu yönde doğrudan etkileyecektir. Tez kapsamında, Türkiye'de finansmanın stratejik yönetimi çerçevesinde merkezi ve yerel yönetimi bütünleştiren kapsamlı bir kentsel dönüşüm politikası olmadığı kabul edilerek, mevcut kentsel dönüşüm finansman yönetiminin sürdürülebilir olup olmadığı tartışılmaktadır. Bu anlamda, hem merkezi yönetimin hem de yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm modelleri incelenerek; finansmanın yönetimi, öncelikli alanların belirlenme kriterleri ve elde edilen deneyimler üzerinden mevcut işleyişin SWOT analizi ile değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Çok fazla aktörü içerisinde barındıran kentsel dönüşüm süreçlerinde finansal olarak etkin olan aktörlerin daha baskın oldukları görülmektedir. Kentsel dönüşümün gerektirdiği yüksek maliyetler, politika geliştirme ve mevzuat oluşturma gibi gereksinimler sebebiyle devletin süreçteki en temel aktör olduğu göz önüne alındığında, dönüşümün ekonomik boyutu ile yasal-yönetsel boyutunun büyük ölçüde merkezi hükümet tarafından belirlendiği söylenebilir. Özel sektörün kentsel dönüşüme yatırım yapmasını sağlamak için hükümetin bazı teşvikler ile kentsel dönüşüm projelerini avantajlı hale getirmeye çalışması bu duruma örnek olarak verilebilir. Merkezi yönetimin kentsel dönüşümde üstlendiği belirleyici ve yön verici rol sebebiyle; sunduğu araçlar politika yaklaşımının anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Bu anlamda, merkezi ve yerel yönetimin yetki ve görev paylaşımı da ayrıca önem kazanmaktadır. Merkezi yönetim, kentsel dönüşümde finansmanının oluşumunda yönlendirme ya da bütçe ayırma yöntemleri ile direkt olarak katkı sağlamaktadır.
-
ÖgeYeni yapılaşma çerçevesinde tarihi çevrenin kentsel kimliği: Beyoğlu örneğinde infill uygulamaları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Sarıkaya, Esra ; Eyuboğlu, Engin Eyüp ; 708717 ; Şehir Planlama Bilim DalıBu tez araştırması tarihi çevrede yeni yapılaşma sorunu çerçevesinde gelişmektedir. Dünya genelinde yaşanan teknolojik, ekonomik, toplumsal ve siyasi değişimlere paralel olarak kentler değişim, dönüşüm süreçleri yaşamaktadır. Tarihi çevrelerin de bu dinamik sürece uyum sağlaması ve çağdaş yaşamda kendine yer bulması gerekmektedir. Bu değişim süreci yeni talep ve ihtiyaçlar doğrultusuda eski yapıların yerini, yeni yapıların almasını da beraberinde getirmektedir. Günümüzün yeni yapıları, geleceğin eski yapılarını oluşturacak olması tarihsel sürekliliğin sağlanması adına önem taşımaktadır. Bu açıdan hem değişim ve dönüşüm süreçlerinin yönetilmesi hem de tarihi çevrenin sahip olduğu kentsel kimlik niteliklerini koruyabilmesi için yeni yapılaşmanın nasıl olması gerektiği önemsenmektedir. Araştırma dört bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın birinci bölümünde, araştırma hakkında genel bilgiler verilmiş; problem tanımı, hipotezi, araştırmayı şekillendiren outline soruları, amacı, kapsamı ve yöntemi belirtilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde, araştırmanın temel konu alanını oluşturan bileşenlerin tanımlandığı kuramsal ve kavramsal altyapı sunulmaktadır. Kavramsal çerçeve bölümü kendi içinde yedi alt başlıktan oluşturmaktadır. Bu kapsamda, ilk olarak kimlik ve kentsel kimlik kavramları ilişkisel olarak tanımlanmış; kentsel kimliğin katmanları (yer kimliği ve mimari kimlik) detaylandırılmıştır. Üçüncü alt başlık olan "Tarihi çevrede yeni yapı olgusu ve kimlik ilişkisi" bölümünde tarihi çevrede yeni yapılaşmanın kimlik, kentsel kimlik açısından önemi ilişkisel olarak değerlendirilmiştir. İlerleyen alt başlıklarda ise yeni yapı müdahale türleri, ulusal ve uluslararası yasal zeminde yeni yapı kavramına ilişkin tarihsel süreç tanımlanmıştır. Devamında Dünya'dan tarihi çevrede yeni yapılaşmaya ilişkin örnekler seçilerek yaklaşımlar ve uygulamalara ilişkin detaylı inceleme yapılmıştır. Dünya'dan seçilen yeni yapı tasarım rehberleri gruplandırılarak değerlendirilmiş ve üç kategoriden oluşan parametreler belirlenmiştir. Araştırmanın üçüncü bölümünde, saha araştırması yapılarak kavramsal kısımda elde edilen verilerin analizi ve sentezi yapılmıştır. Saha araştırması için İstanbul'un en eski tarihi semtlerinden ve önemli bir çekim merkezi olan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı sınırlarındaki on cadde/sokakta yeni yapı tasarım yaklaşımlarına göre tespit edilen münferit infill örnekleri eleştirel bir bakışla değerlendirilmiştir. Araştırmanın devamında Beyoğlu'nda on cadde/sokaktaki sokağa cephe veren tüm yeni yapılar (706) sayısallaştırılarak irdelenmiş; tarihsel izlerin kaybolmasına ve sıradanlaşmasına yol açan birçok bağlamından kopuk, tarihi dokudan izole yeni yapı olduğu görülmüştür. Son bölüm olan sonuç bölümünde, araştırmanın genel değerlendirmesi yapılmış çıkarımlarda bulunulmuş ve çalışma alanında tespit edilen sorunlar ortaya konularak çözüm önerileri getirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tarihi çevre, yeni yapılaşma, kentsel kimlik, infill
-
ÖgeUnderstanding social disparities through the practice of public transportation in post Covid-19 period, lessons from Brussels, Belgium(Graduate School, 2022-02-08) Baluken, Cihat ; İnce Beyazıt, Eda ; 502181855 ; Urban PlanningThe COVID-19 pandemic has seriously affected mobility in cities around the world. From the first moment, the effects of this change in various parts of the world have been investigated and analyzed. Since the rapid decline trend of mobility during the pandemic has had a significant impact on almost every person, institution and sector in cities, the studies carried out are far from reaching the saturation point and are very diverse. In this process, to make observations faster and act more effectively, global companies such as Apple and Google have made their mobility data available to the public. Many scientists generally consider these data trustworthy and have already been part of many studies. In addition to providing activity reports from Apple and Google, Google has launched Google Popular Times. Popular times is a system in which people using public transportation can transfer the occupancy information of a vehicle or a stop to the user through a survey after their mobility is over. The system turns the data into graphs and informs the users at what times the current stop or bus line is busy or not busy. Acquiring Google popular times data, this study investigates the location of the activities during the pandemic when governments called for stay at home in Brussels. To do this, first, the mobility map of the city was created by processing Google popular times data into the GIS environment. The density data acquired from Google for each public transportation stop transferred in a day during the post COVID-19 period. Overlaying this map with socio-economic data that can be obtained from public institutions could help understand the impact of the pandemic on different social groups living in the same city. Income status data of the city of Brussels based on neighborhoods and the data of minority groups who later immigrated to Belgium were focused on in this study. This study assumes that the city's migrant concentrated neighborhoods are made up of lower-income groups who are more exposed to inequalities and argues that the urban poor were not lucky enough to comply with stay-at-home calls during the COVID-19 pandemic. It is estimated that the actual mobility is relatively less in the neighborhoods where people with no immigration background are concentrated in the past.
-
ÖgeDüşük karbonlu hareketliliğin yönetişimi: Mersin örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-03) Bozkurt, Ömer Kürşat ; İnce Beyazıt, Eda ; 502161841 ; Şehir PlanlamaKüreselleşme ve sanayileşme sonucu hayatımıza dahil olan motorlu araç kullanımı ve her geçen gün artan kent nüfusları dünya genelinde olumsuz etkilerini giderek artırmaktadır. Küresel iklim krizi bu etkilerin en belirgin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma ile öncelikle düşük karbonlu kent içi hareketlilik ve kent yönetişimi kavramları üzerinden kent ulaşımında düşük karbon hedefinin nasıl ele alınması gerektiği incelenmiştir. Daha sonra başta çalışma alanı olarak seçilen Mersin'de yapılan uygulamalar konusunda bir yönetişim değerlendirmesi ortaya koymak ve çalışmanın bu alanda diğer kentlerde yerel yönetimlere rehber olması ve sonrasında hazırlanacak akademik çalışmalara yön vermek amaçlanmıştır. Ayrıca kentlerdeki yaşam kalitesini artırmak, sürdürülebilir ulaşım sistemleri oluşturmak ve ulaşımdan kaynaklanan karbon salımının azaltılması için alınacak önlemler kentsel hareketliliğe etki eden aktör ve paydaşların katılımı ile farklı bakış açılarının bir arada düşünüldüğü, çevreye duyarlı ve kapsayıcı bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Çalışma kapsamında düşük karbonlu kent içi hareketlilik ve kent yönetişimi konularında gerçekleştirilen mevcut literatür ve Shenzhen, Londra ve Cakarta kentlerinde düşük karbonlu hareketliliği sağlamaya yönelik gerçekleştirilen başarılı uygulamalar incelenerek düşük karbonlu hareketlilik yönetişimi kriterleri belirlenmiştir. Bu doğrultuda düşük karbonlu hareketliliğin yönetişiminde katılımın birincil kriter olduğu görülmektedir. Gerekli atılımların gerçekleştirilmesi için oluşturulacak yönetişim yapısının kapsayıcı, adil ve şeffaf olması gerekmektedir. Diğer bir kriter olarak bütçe – finansman olarak karşımıza çıkmaktadır. Düşük karbonlu hareketliliği sağlamaya yönelik projelerin kurulum maliyetleri yüksek olduğundan, bu konuda darboğazların yaşanmaması için iş birlikleri ve kamu-özel ortaklıkları hayata geçirilmelidir. Diğer bir kriter ise kurumsal kapasite olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurumsal kapasitenin geliştirilmesi için kentsel ulaşımı etkileyen aktörler arasında koordinasyon sağlanmalı, yerel yönetimlerin bu konuda aktif rol oynayabilmesi için gerekli politika ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Son olarak, yerel yönetimler kapsamlı projeler planlamalı ve bu süreçte hedeflerini uygulamada tutarlı olmalıdır. Bu yönetişim kriterlerini ölçmeye yönelik çalışma alanı olarak belirlenen Mersin İli kentsel hareketlilik aktörleri ile yapılan mülakatlar ve alana dair elde edilen bulgular üzerinden içerik analizi yöntemi kullanılarak bir değerlendirme yapılmıştır. Çalışma alanı üzerinden düşük karbonlu hareketlilik yönetişimi konusunda belirlenen kriterler ile Türkiye'de sera gazı emisyonlarını düşürmeye yönelik yapısal problemler göz önüne alınarak düşük karbonlu hareketlilik yönetişimine yönelik stratejiler belirlenmiştir. Kentsel ulaşım kaynaklı karbon kullanımını azaltma konusunda mevcut uygulamalarda bütüncül ve güvenilir bir yaklaşımın ele alınmaması ve düşük karbonlu hareketliliğin yönetişimi konusunda gerekli katılım ve kabul ortamından uzak olunması, çalışma kapsamında gözlemlenen temel problemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Alternatif ulaşım türlerinin gerekliliğinin hem yönetimsel hem de toplumsal boyutta benimsenmesi, toplu ulaşım araçlarının bütüncül olarak planlanıp, dezavantajlarının ortadan kaldırılarak bireysel araç kullanımına iyi bir alternatif olarak gerçekleştirilmesi ve katılım konusunun yalnızca yüzeysel olarak ele alınmasının ötesine geçilerek tüm paydaşların süreçlere dahil edilmesi gerekmektedir. Düşük karbonlu kent içi hareketliliği destekleyecek doğru stratejilerle geliştirilmiş kapsamlı ve katılımcı bir yönetişim yapısının ortaya koyulması ile iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi mümkün olacaktır.
-
ÖgeYerel kapsayıcı politika ve uygulamaların Suriye kökenli göçmenlerin sosyal uyumu üzerindeki etkisi: Zeytinburnu örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-10-25) Bostancı, Papatya ; Erkut, Gülden ; 502171835 ; Şehir PlanlamaGöç, dünya üzerinde ilk yaşam örneklerinin ortaya çıktığı döneme kadar götürülerek, canlılarla ilgili bir amaç ya da zorunluluk dâhilinde özel veya genel bir hareketliliği ifade eden geniş bir çerçevede ele alınabilir. Bazı canlı türlerinin göçü insanlık tarihinden çok daha eskilere götürebilir ancak göç sürecinde şekillenen farklı dinamikler ve bu dinamiklerin ortaya çıkardığı sonuçlar spesifik olarak sadece insan hareketliliğinde çok yönlü olarak ortaya çıkmakta ve bugün için küreselleşmenin de etkisiyle bu sonuçlar, dünya genelinde göçü farklı bir boyuta taşımaktadır. Kent-site devletlerinden bugünün modern ulus-devletlerine varan süreçte göç ve göçmenlik olgusu da farklı form ve biçimler alarak hep var olagelmiş ve belirli tarihsel dönemlerde ciddi kırılmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Sadece yaşanılan yerin değişmesi olarak ele alınmaması gereken ve sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel değişim gibi birçok boyutu içinde barındıran göç olgusu; özelikle ulus-devlet sonrası şekillenen ve gittikçe sertleşen katı sınır politikalarıyla beraber, soyut bir kavram olan "sınır"; baskı, şiddet, savaş veya diğer kaygılarla yaşadıkları yerleri terk eden insanların hayatlarını doğrudan etkilemeye başlamıştır. Bu durum uyrukluğunun bulunmadığı diğer bir ülkeye geçen "göçmen" için hukuken ve gündelik hayat pratiği açısından yeni bir süreci başlatmakla beraber, göç alan toplumu ve göç alan ülkenin kurumsal kapasitesini farklı şekillerde etkileyebilmektedir. 2011 yılında Suriye'de patlak veren olaylar ve iç karışıklıklarla birlikte başlayan savaş, dünyanın son yıllardaki en büyük insani krizlerinden birinin yaşanmasına sebep olmuş ve burada yaşayan milyonlarca kişi evlerini, ülkelerini terk etmek zorunda kalarak başka ülkelere göç etmiştir. Türkiye de Suriye kaynaklı göç ile bulunduğu coğrafi konum ve izlediği açık kapı politikası gereği son yıllarda dünya üzerinde en fazla göçmen ve mülteci barındıran ülke haline gelmiştir. Uluslararası, zorunlu ve kitlesel özelliklere sahip bu göçle birlikte Türkiye'de göç politikası yeniden şekillenmiş, göç yönetim sürecine farklı aktörler dahil olmuştur. Suriye kaynaklı göçle gelen kişiler için 2013 yılına kadar uluslararası hukuki düzlemde herhangi bir karşılığı olmayan ve geçiciliği barındıran "misafir" tanımlaması kullanılmıştır. Ancak Suriye'deki savaşın ve çatışmaların uzun sürmesi sonucu nüfusun daha da artması ve ihtiyaçların çeşitlenmesi ile göç yönetiminde yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte alınan önlemlerle birlikte çeşitli yasal ve idari düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Türkiye'de yasal ve idari düzenlemelerden dolayı Suriyeliler "mülteci" olarak tanımlanmamış resmi söylemde geçici koruma statüsü altındaki yabancılar olarak tarif edilmiştir. Ancak Suriyeliler her ne kadar resmî söylemde bu şekilde ifade ediliyorsa da bu çalışmada mülteci olarak ifade edilecektir. Türkiye'de göçle ilgili politikaların üretilmesinde ve süreçlerin yönetiminde birincil sorumlu yapı merkezi yönetim olsa da deneyimlenen 11 sene içerisinde, yerel düzeyde farklı aktörlerin sürece dahil olduğu görülmektedir. Kentlerde merkezi yönetim dışında faaliyet gösteren aktörlere bakıldığında; uluslararası organizasyonlar, yerel, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları, belediyeler, dayanışma ağları, öz-örgütlenmeler, muhtarlıklar, üniversiteler ve daha birçok yapı görülmektedir. Türkiye'de mültecilerin büyük çoğunluğunun kentsel mekanlarda kent mültecileri olarak yaşadığı ve kentsel hayata dahil olmaya çalıştıkları göz önünde tutulduğunda, yerelde göç alanında çalışma yürüten aktörlerin varlığı hayati derecede önemli olabilmektedir. Kentin yeni aktörleri haline gelen, yabancı göçmen olarak Türkiye'ye giriş yapan Suriyeliler zorlu koşullar altında yaşamını sürdürürken çeşitli nedenlerden dolayı kentsel hak ve hizmetlere erişimde sıkıntılar yaşamaktadır. Yoksulluğun yanı sıra, işgücü piyasası, eğitim, sağlık, kentsel hizmetler, katılım ve sosyal ilişkiler gibi alanlarda sosyal dışlanmaya, ötekileştirme ve ayrımcılığa maruz kalan mültecilerin sosyal uyum ve toplumsal bütünleşmesinin sağlanması oldukça zor olmaktadır. Dolayısı ile yerelde göçmen ve mültecilerle birebir temas halinde olan, göç alanında çalışma yürüten aktörlerin kapsayıcı politika ve uygulamaları, mültecilerin sosyal uyumu ile oldukça ilişkili olmaktadır. Suriye göçünün on yılı aşkın bir süreyi tamamlaması mevcuttaki insani yardım politikalarının sosyal uyum politikalarına dönüşmesini bir bakıma zorunlu kılmıştır. Bu doğrultuda; barınma, sağlık, eğitim, istihdam, koruma gibi konularla birlikte sosyal uyum ve birlikte yaşam tartışmaları gündeme taşınmıştır. Bu çalışma kapsamında kentte ve toplumda sosyal dışlanma riskini en çok barındıran gruplardan biri olan zorunlu göçle İstanbul'a gelen Suriyelilerin yerel düzeyde sosyal içerilmesinin nasıl gerçekleştirildiği ele alınmış ve yerelde göç alanında çalışma yürüten kurum ve kuruluşların sosyal içerme politikaları ve uygulamaları ortaya konulmuştur. Bu doğrultuda on yılı aşkın bir süredir kent mültecileri olarak kent hayatına dahil olan Suriyelilerin sosyal uyumları yerelde yürütülen sosyal içerme çalışmalarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında yerel aktörlerin Suriye kökenli göçmenlerin sosyal olarak içerilmeleri ve sosyal uyumuna yönelik yaklaşımları, algıları, politikaları ve uygulamaları incelenmiş ve kapsayıcılık kavramı etrafında değerlendirilmiştir. Yerelde üretilen kapsayıcı politika ve uygulamaların sosyal uyumla ilişkisi ve Suriye kökenli göçmenler üzerindeki etkisinin incelenmesine zemin oluşturmak amacıyla sosyal içerme, sosyal dışlanma ve sosyal uyum kavramları ele alınmış, göç ve mültecilik ile ilgili yerel, ulusal ve uluslararası çerçevenin sunulması hedeflenmiştir. Ayrıca yerelde mülteci ve göçmenlerin kapsayıcılığı ve sosyal uyumu konusunda etkili olduğu genel kabul gören dünya örnekleri kapsamında; İsveç'ten Göteborg, Solna, Malmö şehirleri ve Almanya'dan Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Köln şehri ile Berlin ve Hamburg örnekleri de incelenerek Suriye kökenli göçmenlerin görece yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinin yerel düzeyde politika ve uygulamaları incelenmiştir. Araştırma sahası olarak geçmişten şimdiye kadar uluslararası göçmenlerin yoğun bir şekilde yaşam alanı olarak tercih ettiği ve İstanbul'da en fazla Suriyelilerin yaşadığı ilçelerden biri olan Zeytinburnu seçilmiştir. Araştırmanın örneklemi Zeytinburnu ilçesinde yerel düzeyde göç yönetimine dahil olan aktörler ve Zeytinburnu ilçesinde yaşayan Suriyeliler olmak üzere iki gruptan oluşmaktadır. Zeytinburnu ilçesinde göç alanında çalışma yürüten aktörlerle ilgili ön araştırma yapıldıktan sonra sahada birçok farklı aktörün de sürece dahil olduğu keşfedilmiştir. Zeytinburnu'nda faaliyet yürüten 3 sivil toplum kuruluşu, 2 uluslararası kuruluş, 4 mahalle muhtarlığı, İBB ve Zeytinburnu Belediyesi olmak üzere 11 kurumdan 13 temsilci ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda yerelde çalışan kurumların mültecilerin sosyal uyumunun sağlanmasına yönelik politika ve uygulamaları mevcut kapsayıcı araçları, çalışmaları ve algıları odağında analiz edilmiştir. Saha çalışmasının ikinci aşaması ise nitel araştırma kapsamında keşfe açık olarak tasarlanmıştır. Burada sosyal uyum ve sosyal içerme göstergelerinin doğrulanmasından ziyade, ilçe sınırları dahilinde yaşayan Suriyelilerin araştırmaya kapı aralayan yaşam öykülerinden yola çıkılmıştır. Suriyelilerin yaşam öykülerini anlatırken kendi sosyal uyumlarına dair sundukları açıklamaların tamamlayıcı mülakatlar yoluyla daha fazla irdelenmesi amaçlanmıştır. Bu minvalde kartopu yöntemi kullanılarak Zeytinburnu ilçesi sınırları dahilinde en az 5 yıl süre zarfında yaşamış, 19 kadın 6 erkek olmak üzere toplamda 25 Suriyeli ile görüşülmüştür. Gerçekleştirilen görüşmeler ışığında çalışma; "Yerelde Çalışma Yürüten Aktörlerin Göçmen ve Mülteci Kapsayıcılığı" ve "Suriyelilerin Sosyal Uyumları" başlıkları altında kapsayıcılık ve sosyal uyum ana temaları ile analiz edilmiştir. "Yerelde çalışma yürüten aktörlerin göçmen ve mülteci kapsayıcılığı" 5, "Suriyelilerin sosyal uyumları" 6 alt kategoriye ayrılarak başlıklar altında tartışılacak konuların çerçevesi çizilmiştir. Gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda Zeytinburnu ilçesinde göç alanında çalışma yürüten yerel aktörlerden belediyenin ön planda olduğu görülmekte, kamu kurumlarının taşra teşkilatları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının sahada etkili olduğu ve Suriyelileri kapsayan çalışmalar yürüttükleri anlaşılmaktadır. Uluslararası kuruluşlar ise yerel aktörlerin çalışmalarının gerçekleştirilmesi hususunda kaynak sağlamak açısından önemli olmaktadır. Özellikle sosyal uyum alanındaki faaliyetlerin proje bazlı ilerletilmesi ve uzun erimli olmaması yerelde göç çalışmalarında sürdürülebilirlik sorununun varlığına dikkat çekmektedir. Suriyelilerin kentsel hizmetlere erişimde en çok barınma, eğitim ve istihdam alanında sorun yaşandığı ve en fazla bu alanlarda dışlanmaya maruz kaldıkları görülmektedir. Suriyeli kadınların Türkçe dil becerilerinin Suriyeli erkeklere göre çok daha az olduğu fakat kadınların kentteki hizmetlere erişim ve hizmetlerden yararlanma konusunda daha etkin olduğu görülmektedir. Görece daha genç ve eğitim seviyeleri daha yüksek olan Suriye kökenli göçmenlerin kentsel hizmetlerden yararlanma konusunda daha aktif olduğu görülmekle birlikte bu durum ihtiyaç durumuna bağlı olarak artabilmektedir. Sosyal uyumun sağlanmasındaki en büyük engellerin ise dil bilmeme, yerel halk tarafından maruz kalınan ayrımcılık/dışlanma ve mevcut geçicilik algısı olduğu anlaşılmaktadır.
-
ÖgeHierarchical health facility location model based on user demand: the case of Bursa(Graduate School, 2022-11-04) Gürsoy, Gökçen ; Yüzer, Mehmet Ali ; 502191877 ; Urban PlanningLocation theory has been studied in many disciplines such as economics, geography, statistics, industrial engineering and urban planning. The development of location theories has mostly been through the minimum cost-maximum profit targets of industrial areas. The public services are usually located considering the user demand, social benefit and construction cost. Therefore, increasing the efficiency of the public service is possible only by providing to as many people as possible and localizing the service. Accessibility, which does not have a single definition, can be defined as the capability to reach a service. Accessibility is a significant factor in both public and private sector's location decisions, and has different parameters within itself. Factors such as population growth and fast growth of cities make access to public health services difficult for users. Economic, political, cultural, spatial or physical barriers are factors that individualize accessibility. Accordingly, this study presents a hierarchical health facility model with users' hospital demand perspective. The aim is to develop a model based on spatial, economic and demographic data. In this context, four types of demand were calculated; based on age-gender, private and supplementary insurance, public transportation and distance. The study area is divided into nine zones based on district and neighborhood boundaries in order to determine the sub-regions where calculation of the hospital demand is made. A facility hierarchy was designed within the framework of current health legislation for facilities that are the general hospitals providing inpatient treatment. First of all, the age and gender-related inpatient treatment activities of each sub-region were calculated, and the number of inpatients was estimated for each sub-region as the demand value. Secondly, since the hierarchical system designed only includes public health facilities, economic measurement determines whether the demand is for private or public hospitals. For this reason, private and supplementary health insurance ownership ratios in the sub-regions were determined as parameters in the hospital demand based on economic measurement. In the hospital demand based on public transportation, the LRT network was determined as the reference transportation system. Firstly, sub-regions were scored considering the population ratio within walking distance of these LRT stops. Secondly, sub-regions were scored considering the LRT stops that are in the sphere of influence of the district centers. Finally, the total scores are multiplied by the estimated patient numbers in the sub-region. In the last demand type based on distance, Hansen's accessibility index based on hospital demand is calculated for each sub-region by using estimated patient numbers. The four different types of hospital demand must be weighted in order to be used in the location decision of the second and third stage facilities. In this part, the analytical hierarchy process (AHP) was used as a multiple criteria decision making method. The priorities of these criteria / demand types were determined through pairwise comparison. These demand values are the weight of each region in calculating the coordinates of the facilities in the model. The hierarchical health facility model designed within the scope of this thesis is compared with the current location and status of the facilities. In this study, the spatial equivalent of the health policies, the differences between current and model despite the same legal framework, the locality, and the sectoral distribution of the demand were also evaluated.
-
ÖgeSürdürülebilir kentsel ulaşım politikalarının sosyo-demografik bağlamda irdelenmesi: Sivas örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Özbek, İcran ; Berköz, Ayşe Lale ; 781931 ; Şehir Planlama Bilim Dalı1950'lerden sonra, hızlı sanayileşmeyle birlikte birçok kent, kontrolsüz kentleşme sonucu mekânsal, sosyal, ekonomik ve çevresel bağlamda ortaya çıkan pek çok kentsel problemle mücadele etmek durumunda kalmıştır. Söz konusu bu problemler, başlangıçta kendini yerel düzeyde hissettirmiş olsada zamanla, etki alanlarını genişleterek, küresel boyutta büyük önem arz eden sorunların kaynağı haline gelmişlerdir. Bu durumun, gelişmiş dünya ülkeleri tarafından fark edilmesiyle birlikte konuya yönelik çözüm bulma arayışları devreye girmiştir ve bu arayış sonucu "Sürdürülebilir Gelişme" kavramı gündeme gelerek önem kazanmıştır böylece hem pratikte hem de teoride kavrama yönelik pek çok girişim hâsıl olmuştur. Bu bağlamda, sürdürülebilir gelişmenin, kentsel yaşama dair problemleri çözme adına ortaya çıkmış bir kavram olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla, diğer birçok kentsel bileşende olduğu gibi (teknik altyapı adına önemli bir rol üstlenen) ulaşım sisteminde de kavramın emarelerine rastlamak kaçınılmaz olmuştur. Endüstriyle birlikte nüfus artışı sonucu kentlerin büyümesi, küreselleşme ve serbest ticaret sonucu insanların ve malların hareketinin artması dolayısıyla ulaşım sisteminde meydana gelen önemli ilerlemeler; kentsel gelişimi destekleyip sosyal yaşam adına birçok kolaylık sağlamakla beraber birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Ulaşımdan kaynaklı bu sorunların etkisinin, yerelle sınırlı kalmayıp özellikle çevresel bağlamda kendini küresel boyutta hissettirmeye başlamasıyla, diğer birçok alanda olduğu gibi, ulaşımında da "sürdürülebilirlik" olgusu önem kazanmıştır ve böylece hem alanyazında hem de sürdürülebilir gelişme adına düzenlenen girişimlerde "Sürdürülebilir Ulaşım" kavramı ele alınmıştır. Alanyazında kavramın tanımlanmasına yönelik pek çok yaklaşım mevcut olsa da sürdürülebilir ulaşım kavramı, genel olarak, sürdürülebilir gelişme anlayışının üç bileşeni olan ekonomi, çevre ve sosyal yaşam üzerindeki etkileri bağlamında değerlendirilmiştir. Böylece, kavrama yönelik bu üç bileşen dâhilinde ilkeler, amaçlar ve hedefler belirlenmiş olup politika yapıcıları tarafından, bu hedeflere ulaşmak için farklı alanlara yönelik sürdürülebilir ulaşım eylemleri ortaya konmuştur. Yukarıda ifade edilen bilgiler ışığında bu tez; Sivas ili özelinde, sürdürülebilir kentsel ulaşım politika araçlarına karşı tutumu sosyo-demografik bağlamda irdelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için, tez kapsamında, literatür taraması ve anket yönteminden faydalanılmıştır. Öncelikli olarak, derinlemesine yapılan literatür araştırması sonucu sürdürülebilir kentsel ulaşımda öncelikli politika alanları ve sürdürülebilir ulaşım kavramını operasyonel hale getirmek için bu politika alanları bağlamında belirlenen politika araçları hakkında kapsamlı bilgiler ortaya konmuştur. Eş zamanlı olarak, çalışma alanı olan Sivas ili hakkında da genel bilgiler edinilerek tezin araştırma soruları bu doğrultuda belirlenmiştir. Ayrıca, araştırma teknikleri dikkate alınarak hazırlanan anket formu aracılığıyla Sivas ili özelinde yapılandırılmış birebir görüşmelerle gerekli veriler toplanmıştır ve bu veriler, tezin araştırma sorularına cevap bulmaya yönelik, ilgili istatiksel analiz yöntemine tabi tutulmuştur. Akabinde, analizler sonucu elde edilen bulgular, araştırma kapsamında sistematik şekilde yapılmış olan literatür taraması bilgileri ışığında ele alınarak halkın, mevcut ulaşım davranışına ve sosyo-demografik bağlamda sürdürülebilir ulaşım politikalarına karşı tutumuna yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Belirtilen bu amaç ve yöntem kapsamında tez ana hatlarıyla 6 bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde (1. bölüm), tezin konusunun ana çıkış noktası tanımlanıp bu doğrultuda tezin amacı, yöntemi ve araştırma soruları ortaya konmuştur.
-
ÖgeSürdürülebilir kentsel ulaşımda yaya güvenliğini etkileyen fiziksel müdahalelerin İstanbul Kadıköy ilçesi örneğinde analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-03) Duman, Büşra Merve ; Ayataç, Hatice ; 502181854 ; Şehir PlanlamaKentin dört temel fonksiyonundan birisi olan ulaşım, şehirlerin işlev alanları arasında bağlantıyı kurar ve kentlerin gelişmesinde etkin rol oynar. Kentsel ulaşım şehirlerin denetimli büyümesi ve gelecekteki ulaşım ihtiyaçlarının önceden tespit edilmesi amacıyla şehir otoriteleri tarafından planlanmaktadır. 19. yüzyılda sanayi devriminin etkisi ile kent nüfusunun artması ve kentlerin genişlemesi hız kazanmıştır. Bu dönemde otomobilin icadı ile ulaşımda motorlu taşıt kullanımı yaygınlaşmaya başlamış, kentsel ulaşım planlamasında taşıtları odağına alan klasik ulaşım planlaması yaklaşımı hakim olmuştur. Bu yaklaşım ile kentlerde yolların genişletilmesi ve yeni yollar açılması yerleşim alanlarının daha fazla genişlemesine sebep olmuştur. Bu durum kentlerde fosil yakıt kullanan motorlu taşıtlara olan bağımlılığın artması ile sonuçlanmıştır. 1973'de petrol krizinin etkisi ile meydana gelen fiyat artışları ve enerji krizi enerjinin verimli kullanılması gerekliliğini ortaya koymuştur. 1987 yılında gerçekleşen Dünya Çevre ve Kalkınma komisyonunun ortaya koyduğu sürdürülebilirlik kavramı ile ulaşım planlama sürecinde çevre, sosyal adalet ve ekonomik tutarlılık konuları öne çıkmıştır. Sürdürülebilir ulaşım kapsamında kentlerin bugün ve gelecekteki hareketlilik ihtiyacının insani değerlere ve ekosisteme zarar vermeden karşılanması amaçlanmaktadır. Kentiçi ulaşımda bireysel otomobil kullanımını azaltmak ve talebi ekonomik, adil ve çevreye zarar vermeyen ulaşım türleri ile bütünsel bir yaklaşımla koordineli bir şekilde karşılamak sürdürülebilir ulaşımın temel prensibidir. Yaya ulaşımı, bisikletli ulaşım ve toplu ulaşım ile birlikte sürdürülebilir ulaşım türleri arasında yer almaktadır. İdeal ulaşım pramidine göre kentlerde sürdürülebilir ulaşımın sağlanması için en öncelikli ulaşım türü yaya ulaşımıdır. İnsanlığın varoluşundan beri en temel ulaşım türü olan yaya ulaşımı çevreye, sağlığa ve ekonomiye katkı sağlar, sosyal etkileşimi güçlendirir. Sürdürülebilir ulaşım kapsamında yayayı odağına alan yaya öncelikli ulaşım planlama yaklaşımı geliştirilmiştir. Ulaşımda artan fosil yakıt tüketiminin çevreye ve şehre verdiği zarar karşısında son derece önemli bir rolü olan yaya ulaşımı 1960'lı yıllardan itibaren trafik sıkışıklıklarına bir çözüm olarak trafiğe kapalı yayalaştırılmış bölgelerle desteklenmeye başlamıştır. Yaya ulaşımının kentlerdeki önemi 2020 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından Covid-19 salgını ilan edilmesi ile daha da artmıştır. Pek çok şehirde yollarda taşıt hızlarının düşürülmesi, yaya ve bisiklet öncelikli yol düzenlemeleri, yayalaştırma kararları gibi yaya ve bisiklet öncelikli kararlar alınmıştır. İnsanların günlük ihtiyaçlarını yürüme mesafesinde karşılayabilmeleri için planlama stratejileri geliştirilmiştir. Yürüme eyleminin gerçekleştiği çevre koşulları, bir kentin ne kadar yaya öncelikli ve yürünebilir olduğunu göstermektedir. Yürünebilir bir kent, sağlıklı, adil ve çevre dostu özellikleriyle, sürdürülebilir bir kenttir. Şehirlerde motorlu taşıtların artan sayısı ile yayalar ve taşıtlar sıklıkla karşılaşmaktadır. Bu durum yayaların yaralanma riskini artırmaktadır. Yaya güvenliği yürünebilir bir kentin en temel bileşenlerinden birini oluşturmaktadır. Literatür çalışması kapsamında yaya güvenliği açısından incelenen Londra, Kopenhag ve İstanbul yaya ulaşım planlarında sağlıklı sokaklar yaklaşımı, bütüncül sokaklar yaklaşımı ve trafik kaynaklı yaya ölümlerini sıfıra indirmeyi hedefleyen 'vizyon sıfır' yaklaşımları öne çıkmaktadır. Yaya ve taşıtın sık karşılaştığı toplu taşıma istasyonlarına yaya erişim mesafesinn, kavşak noktalarının ve kazaların sıkça tekrarlandığı kaza kara noktalarının yaya öncelikli olarak iyileştirilmesi ve trafik sakinleştirme öne çıkan ortak stratejilerdendir. Literatürde yaya ulaşımında güvenliğin sağlanması için sokak ölçeğinde etkili olan müdahaleler incelenmiş, yaya ulaşım altyapısının eksikliğinin ve araçların hızlanmasına olanak tanıyan yol tasarımlarının, yayaların yaralanma riskini artırdığı görülmüştür. Kent içi yollarda taşıt hızlarının düşürülmesi ve trafik sakinleştirme uygulamaları ile bu stratejinin desteklenmesi yaya güvenliği açısından önemlidir. Yayalar, kaldırım yetersizliği, evrensel tasarım uygulamalarında eksiklik ve bağlantı noktalarının yetersiz kalması gibi durumlarda taşıt yolundan yürümeyi tercih etmektedir. Yayalar görüşlerini engelleyen yol üstü parklanmalar gibi uygulamalarda da yolu görmek için taşıt yoluna çıkmayı göze almaktadırlar. Gece yaşanan kazalarda sürücülerin yayaları görmediklerini ifade etmeleri sokak aydınlatmasının yaya güvenliği için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kentsel ulaşımda yaya ulaşımına teşvik için ortam güvenliğinin sağlanması en temel gerekliliktir. Bu çalışma kapsamında ulusal ve uluslararası literatür bağlamında bir kriter analizi gerçekleştirildi. Belirlenen kriterler çerçevesinde veriler, yerinde veri toplama yöntemi ve İBB CBS web uygulamasından yararlanılarak elde edildi. Toplanan veriler CBS ortamında mekansallaştırıldı ve puanlama yöntemi ile değerlendirildi. Tablo ve haritalama yöntemi ile raporlanan çok aşamalı bir değerlendirme modeli ortaya kondu. Bu model kapsamında İstanbul'un ilçeleri yaya yoğunluğu, yayaya çarpma kaza oranları ve yaya ulaşım altyapısına yönelik şikayetler üzerinden değerlendirildi. Değerlendirme sonucunda Kadıköy ilçesinde bulunan Söğütlüçeşme Aktarma Merkezinin yaya erişim mesafesinde kalan Söğütlüçeşme ve Kurbağalıdere caddeleri yaya güvenliği açısından öncelikli müdahale alanı olarak belirlendi. Değerlendirme modeli kapsamında taşıt hızları, kaldırımlar, bağlantılar ve görünürlük ana kriterler olarak belirlendi. Çalışma alanı 400m'lik yol kesitlerinde ana kriterlerle ilişkilendirilen 15 alt kriter üzerinden değerlendirildi. Alt kriterler 'yeterli', 'kısmen yeterli' yada 'yetersiz' olarak sırasıyla 2, 1 ve 0 puanlarına karşılık gelecek şekilde puanlandı. Her bir kesitin yaya güvenliği açısından yeterlilik düzeyi kriterlerden aldıkları puanlar ile belirlendi. Çalışmanın sonunda yaya güvenliği açından yetersiz bulunan kesitin ortam koşullarının iyileştirilmesine yönelik önerilerde bulunuldu. Bu çalışma kapsamında yaya ulaşımının güvenli bir şekilde teşvik edilmesi için en gerekli olan temel fiziksel müdahale önlemleri analitik bir yaklaşımla değerlendirilmektedir. Bu modelin şehir otoriteleri tarafından yaya güzergahlarının değerlendirilmesi, iyileştirilmesi ve takip edilmesi bakımından farkındalık yaratması, literatüre katkı sağlaması, şehirlerde yaya güvenliğinin sağlanması açısından iyi uygulamalara zemin hazırlaması beklenmektedir.
-
ÖgeSürdürülebilir ulaşım bağlamında hizmet olarak hareketlilik (Mobılıty as a servıce – Maas): İstanbul(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-22) Çetiner, Vildan ; İnce Beyazıt, Eda ; 502191866 ; Şehir PlanlamaHareketlilik kişinin bir yerden bir yere gidebilme kolaylığı, imkânı ve özgürlüğüdür. Hareket etmek bir yerden bir yere ulaşmak için bir araç olduğu gibi, kimi zaman amacın kendisidir. Pek çok yönüyle hareketlilik ve ulaşım gündelik yaşamlarımızı doğrudan etkiler ve yaşamlarımızın önemli bir parçasıdır. Ulaşım, temelde bireysel olarak, toplu taşıma ile ve bununla birlikte kapıdan kapıya ulaşım için toplu taşımayı destekleyen sistemler çeşitli ulaşım sistemleri ile sağlanabilir. Hareketlilik kalıpları / rutinleri ve buna bağlı olarak ulaşım tercihleri, kişilerin kişisel talep, tercih ve zevkleri doğrultusunda oluşabildiği gibi, ulaşım sistemlerinin etkisi ve gelişmişliği bu tercihlerin oluşmasında önemli bir etkendir. Kentleşmenin etkisinde hareketlilik ihtiyacının artması, gelişen süreçte otomobile dayalı "sürdürülemez" ulaşımın gelişmesini tetiklemiştir. Bu durum çeşitli ekolojik, ekonomik ve sosyal problemleri ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan problemlerin küresel bir kaygı haline gelmesi, ortak çözüm arayışlarını gerekli kılmıştır. Sürdürülebilir hareketlilik mevcut ulaşım paradigmasından kaynaklanan sorunların çözümüne yönelik, değişime dayalı ideal bir konsept olarak ortaya çıkmıştır. Ulaşımda sürdürülebilirlik yaklaşımı için çok türlü ulaşım ve entegrasyon, eşitlik, kapsayıcılık, verimlilik ve bütüncüllük önemlidir. Sürdürülebilir ulaşım tüm ulaşım türlerinin en uygun şekliyle, entegre biçimde kullanılmasına, aktif ulaşımın ve toplu ulaşımın desteklenmesine dayanır. Sürdürülebilir ulaşımın sağlanması, kent içinde yapılan yolculuklar azaltılarak, yolculuk mesafe ve süreleri kısaltılarak, politika tedbirleri geliştirilerek, türler arası aktarma desteklenerek, teknoloji kullanımı ile ulaşım sistemleri daha verimli hale getirilerek mümkün olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ulaşımın sürdürülebilirliği anlamında, gelişmiş ülkelere kıyasla daha zor ve büyük problemler söz konusudur. Bu problemler yönetim yaklaşımı, ekonomik kısıtlar, toplumsal kalıplar, planlama yaklaşımı ve arazi kullanımı gibi çeşitli etkenlere bağlıdır. Buna karşın gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerde önceden deneyimlenmiş çözümleri yerel özelliklerine göre adapte etme avantajına sahiptir. Sürdürülebilir ulaşımın teknoloji ile ilişkisi vurgulanmakta ve teknolojinin bir araç olarak sürdürülebilir ulaşımı destekleyecek yeni çözümler sağlama potansiyeli tartışılmaktadır. Teknoloji temelli, potansiyel çözüm önerilerinden biri, "Hizmet olarak hareketlilik / Mobility as a service (MaaS)" yaklaşımıdır. MaaS günümüzde, dünyanın pek çok kentinde hala etki ve kapsamı incelenmekte olan güncel bir yaklaşımdır. Bununla beraber, daha sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin kentlerde var olabilmesi için gerekli "paradigma değişimi" kapsamında ihtiyaç duyulan aksiyonların uygulanabilmesi için potansiyel etkisi önemsenmektedir. MaaS bir akıllı ulaşım çözümü değildir fakat akıllı ulaşım çözümlerini kullanarak ulaşımda, ideal olarak, sürdürülebilirliği sağlamak adına bütüncül bir entegrasyonunun sağlanmasını vaat eder. MaaS yaklaşımı, talebe ve kullanıcı verilerine odaklı, kişiselleştirilmiş, pek çok anlamda çok türlü ulaşım sistemlerini entegre eden, farklı ödeme metotlarını ve avantajlarını kapsayan bir hizmeti ifade eder. Bunun yanı sıra ilgili aktörlerin ortak bir vizyonla hareket ettiği, organizasyonel ve kurumsal entegrasyonu gerektirir. MaaS, yalnızca bir mobil ulaşım uygulaması olmaktan öte, ulaşımla ilgili sürdürülebilirliği hedefleyen alternatif bir hareketlilik modeli olarak değerlendirilir. Çalışma kapsamında MaaS'ın temel özellikleri, sınıflandırma çalışmaları, aktörleri, gelişimi, sürdürülebilir ulaşım anlamında mevcut ve olası etkileri, vaatleri ve MaaS'a yönelik eleştiriler araştırılmaktadır. Son olarak hizmet olarak hareketlilik kavramı sürdürülebilir ulaşım ile ilişkilendirilmekte ve sürdürülebilir ulaşıma katkısı bakımından irdelenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde MaaS'ın, ulaşıma ilişkin sorunların çözümünde potansiyel çözümlerin oluşturabilmesi söz konusudur. Çalışma kapsamında gelişmekte olan ülkelerde MaaS üzerine yapılan araştırmalar ve bulgular incelenmiştir. Çalışma konusu olan İstanbul özelinde ulaşımın mevcut durumu, sorunları, sürdürülebilirliği ve ulaşımda dijital platformların kullanım durumu araştırılarak hizmet olarak hareketlilik anlamında potansiyeli irdelenmektedir. Bu anlamda İstanbul'da MaaS'a yönelik kullanıcı eğilimlerinin öğrenilebilmesi için farklı içeriklere sahip paketler kurgulanmış; anket çalışması ile bu paketlere olan tercihler kapsamında katılımcıların kişisel bilgileri ve ulaşım tercihleri analiz edilmiştir. Anket çalışması sahip olduğu kısıtlılıklar dolayısıyla pilot bir sana araştırması niteliğindedir. Buna karşın konuyla ilgili İstanbul'da öncül bir araştırma niteliğinde olup, MaaS'a ilişkin öngörünün oluşturulması ve gelecek çalışmalara yönelik fikir vermesi adına çıktılara sahiptir. Hareketlilik ihtiyaçlarına, kişisel özelliklere, ulaşımda teknoloji kullanım alışkanlıklarına göre farklı MaaS paket içeriklerinin tercih edildiği, MaaS paketleri oluşturularak ulaşım türlerinin entegre edilmesinin daha sürdürülebilir ulaşım türlerinin kullanımını, destekleyebileceği ve etkinleştirebileceği sonucuna varılmıştır. Bu çalışma gelişmekte olan ülkeler kapsamında ve İstanbul özelinde MaaS yaklaşımı ve sürdürülebilir ulaşım ilişkini araştırmakta, İstanbul'da sürdürülebilir ulaşım için MaaS uygulamasının geliştirilmesi için öneriler sunmaktadır.
-
ÖgeOptimization in spatial planning from generative design approach: The application for Göktürk, Istanbul(Graduate School, 2023-06-07) Tak, Merve Deniz ; Gülümser, Aliye Ahu ; 502191886 ; Urban PlanningCities, especially with the rapid industrialization period, are facing many problems today. Generating solutions to the needs of cities that are constantly and rapidly changing, unpredictable, influenced by many different systems, and affecting them is challenging for urban planners. While providing fast solutions to the rapidly changing problems of the complex urban system is almost impossible with human power alone, today, with the help of new technological tools such as geographic information systems, artificial intelligence, and computational design, it has become easier for urban planners to manage this chaotic process. These tools assist decision-makers in various stages of the planning process. Still, due to the need to respond quickly to the rapidly changing city, alternative creation stage is often skipped in a long traditional planning process, and decisions are usually made based on a single outcome. Therefore, this thesis aims to provide a framework that facilitates scenario development and alternative selection, often skipped in traditional planning. In addition, this framework aims to enable decision-makers to manage the unpredictable and rapidly changing complexity efficiently. In this study, generative design, one of the subheadings of computational design, was used as the primary work tool. It was selected due to it can focus on the entire process rather than the output product, and it can quickly reach the desired result by making changes within the process when the expected output is not achieved. This feature prevents the urban planner from returning to the planning process's beginning and wasting time. Instead, the urban planner becomes a manager of the whole process rather than the person producing the final product. With these features, the rapidly changing needs of the complex urban system can be responded to quickly within the long conventional planning process, providing time and cost savings. In addition to reacting rapidly, generative design can generate far more alternatives in a short period than human power can handle and helps urban planners make ideal choices among these possibilities. Göktürk neighbourhood of Eyüpsultan county, Istanbul, was selected to implement this tool as the case study area. Göktürk, where demand is increasing rapidly, has both gated communities and rural characteristics. Although, at first, it may seem that the gated communities in this area provide adequate facilities, they do not respond to the needs of the rapidly changing city due to the privatization of services. Therefore, Göktürk, chosen due to its complexity, was first analyzed to see how much it meets the demands. In the first part, a population projection was made for the year 2041, and it was investigated how adequate it will be in 2041, assuming the current land use has not changed at all. The Spatial Plan Legislation (2014) determines the minimum area requirements and walking distances that were also the limit for the analysis. The results show that all the kindergarten, primary school, secondary school, high school, health areas, sociocultural areas and worship areas are below the standards regarding the area size. In addition, accessibility ratios are also lower than the ideal, except for high school (98,9%). For the second part, the same analyses were made for plan decisions, and it was seen that land use decisions don't meet the standards like in the current situation. In the second part of the case study, three basic scenarios were primarily determined to support the urban planner's decision-making process for Göktürk. The first scenario was made to fill the gaps in the current situation; the second was also made to fill the gaps between the ideal situation and plan decisions; the third scenario was made to see the area's full potential, assuming that there was no defined land-use decision before. For this purpose, the Rhino Grasshopper plug-in was used as a generative design interface to create the design algorithm. For the algorithm, random parcel selection within limits determined for kindergarten, primary school, secondary school, high school, children's playground, health area and religious areas were parametrically introduced. These aims defined 14 fitness objectives of the algorithm as minimizing the difference between ideal and existing area size and maximizing the accessible housing parcels for kindergarten, primary school, secondary school, high school, children's playground, health area and religious area. In total, 15000 solutions were generated and after, these solutions were optimized by using NSGA-2(non-sorted genetic algorithm 2), 2835 of them located on the Pareto front. Finally, to narrow the selection space, the fittest solutions of each fitness objective and the average fitness rank = 0 of each scenario were represented to the decision-maker. To sum up, this new framework attempted to adapt to the rapidly changing city's need and control the planning process with multiple alternatives within the limits of Turkish planning standards for areal adequacy and accessibility. It is believed that this tool will start further discussions about a collaboration of urban planning and new technological decision support tools, their implementation at municipal levels, and their contributions to participation in decision-making by representing the alternatives and helping to select via optimizing.
-
Ögeİstanbul'da paylaşımlı e-scooter ve toplu taşıma sistemlerinin ilişkisi: Seyahat davranışları üzerinden bir inceleme(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-13) Çapan, Aysel Büşra ; İnce Beyazıt, Eda ; 502181851 ; Şehir PlanlamaÇalışma kapsamında, kullanım sıklığı ile kullanım amacı arasında ki-kare testi uygulanmış ve aralarında anlamlı bir fark elde edilmiştir. Buna göre kullanım amacı zorunlu yolculuğunun tamamı olan ve toplu taşımaya aktarma yapan e-scooter kullanıcılarının, kullanım sıklığının düzenli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İstanbul'da paylaşımlı e-scooterların kullanımıyla ilgili problemlere bakıldığında, kullanıcıların deneyimlerine göre yüksek oranda trafikte sürüş tehlikesi problemiyle karşı karşıya oldukları görülmektedir. Daha sonra ise altyapı eksikliği ve sürüşlerde güvensiz hissetme ikincil sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. E-scooterların toplu ve diğer ulaşım türleriyle arasındaki türel değişim durumuna bakıldığında, e-scooterlar yürümenin yerini ve yürümeye göre daha düşük bir oranda da taksilerin yerini almaktadır. Toplu taşıma araçlarının yerini alma durumuna bakıldığında, taksinin yerini alma oranına yakın seviyede paylaşımlı e-scooterların otobüs ve minibüslerin yerini aldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Hangi ulaşım türleriyle yolculuklarını birleştirdiklerine bakıldığında ise e-scooterların tek başına en yüksek oranda yürüme yolculukları ile birleştirildiği ortaya çıkmıştır. Toplu taşıma araçlarıyla yolculukların birleştirilmesi durumuna bakıldığında, e-scooterların yürümeyle olan ilişkisinin toplu taşıma ulaşım türlerine göre ilişkisinden daha yoğun olduğunu görülmektedir. Bu sonuçlar doğrultusunda, paylaşımlı e-scooterlar trafikteki diğer motorlu araçlara kıyasla daha az karbon salımı olan, olumsuz çevresel etkilerin azalmasına katkıda bulunan, hızlı, çevre dostu ve pratik bir ulaşım çözümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Paylaşımlı e-scooterlar toplu taşıma sistemlerine entegre edildiğinde kentsel hareketliliğe olumlu yönde katkılar sağlayabilir. Paylaşımlı e-scooterlar toplu taşıma sistemleriyle birlikte kullanıldığında ilk ve son kilometre sorununun olduğu kısa mesafelerde hızlı, pratik, esnek ulaşım imkânı sağlamaktadır. Bunun için toplu taşıma sistemleri ile e-scooterlar arasındaki ulaşım altyapısını düzenlemek ve e-scooter yolculuklarını güvenli hale getirmek önemlidir. Bu amaçla toplu taşıma duraklarındaki e-scooter park yerleri düzenlenmeli ve park halindeki e-scooterlar yayaların veya diğer kent sakinlerinin erişilebilirliğine engel olmamalıdır. İstanbul'da paylaşımlı e-scooter kullanım amacının daha çok eğlence amaçlı olmasının sebeplerine bakıldığında altyapı ve güvenlik eksikliğe çözüm bulunması sonucu, toplu taşımaya aktarma amacıyla kullananların ve zorunlu yolculuklarının tamamında e-scooter kullananların sayısı arttırılabilir. Paylaşımlı e-scooter kullanan ve kullanmayanların e-scooterlar hakkındaki olumsuz algılarının önüne geçmek, kullanıcı sayısını arttırmak, e-scooterların toplu taşıma ile kullanımını arttırmak, cinsiyet ve gelir eşitsizliği farkını kapatmak için en başta altyapı ve güvenlik problemlerinin önüne geçmek gerekmektedir. E-scooterların geleceği ile ilgili katılımcıların algılarına bakıldığında görüşler çoğunlukla olumludur. Bu olumlu görüşler e-scooterların toplu taşıma bağlantılarının güçlendirilmesi ve doğru stratejiler uygulanmasıyla e-scooterların gelişimi açısından daha da ileriye taşınabilir. Bu tez çalışması ile trafik sıkışıklığının yüksek olduğu İstanbul'da seyahat süresini kısaltan, hızlı ve esnek ulaşım imkânı sağlayan paylaşımlı e-scooterların toplu taşıma sistemleriyle entegre edilmesi sonucu e-scooterlar alternatif bir ulaşım çözümü olarak görülebilir.
-
ÖgeYüzey kentsel ısı adası yoğunluğu ve kırılganlığının araştırılması: İstanbul metropoliten bölgesi için çok boyutlu bir yaklaşım(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-15) Eminoğlu, Yusuf ; Çelik, Hüseyin Murat ; 502191867 ; Şehir PlanlamaDünya genelinde metropol bölgelerdeki hızlı kentleşme ve nüfus artışı, küresel iklim değişikliğinin etkilerini şiddetlendiren ve kentsel ortamların bozulmasına yol açan bir olgu olan yüzey kentsel ısı adalarının (SUHI) meydana gelmesine neden olmuştur. Bu yüksek lisans tezi, hızla büyümesi ve gelişmesi nedeniyle önemli çevresel sorunlarla karşı karşıya olan İstanbul Metropoliten Bölgesi'nde SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan faktörleri araştırmaktadır. Araştırma, SUHI'lerin olumsuz etkilerini anlamak ve azaltmak için çok boyutlu bir yaklaşım benimsemekte ve şehir planlamacıları, politika yapıcılar ve araştırmacılar için bir dizi önemli bilgiler sunmaktadır. Çalışma, araştırma kapsamını ve hedeflerini özetleyen kavramsal bir çerçeve, çalışma alanının ve veri setinin ayrıntılı bilgilendirilmesini sağlayan üçüncü bölümü, parametrelerin elde edilmesi ve verilerin detaylı istatistiksel analizlerini içeren dördüncü bölümü, bulguların kapsamlı analizlerini, görselleştirilmesini ve değerlenedirmelerini içeren beşinci bölümü ve son olarak sonuçlar ve öneriler dahil olmak üzere altı ana bölüm halinde düzenlenmiştir. Araştırma, SUHI'lerin oluşumunda kentsel morfoloji, arazi örtüsü ve arazi kullanım şekilleri ve meteorolojik faktörler arasındaki karmaşık ilişkileri ve artan kentsel ısı adası yoğunluğuyla ilişkili potansiyel risk ve kırılganlıkları anlamaya odaklanmaktadır. Bu kapsamda, arazi yüzey sıcaklığı, vejetasyon varlığı, yapı yoğunluğu ve sosyo-demografik veriler gibi parametreleri kapsayan 17 SUHI kırılganlık indikatörünün derinlemesine bir analizi yapılmıştır. Veriler uydu görüntüleri, açık veri portalları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olmak üzere çok sayıda kaynaktan elde edilmiştir. Jeouzamsal bağlamda çalışmada, İstanbul'da SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan temel faktörleri belirlemek için çoklu imaj işleme, mekansal regresyon analizi ve coğrafi bilgi sistemi (CBS) araçları gibi çeşitli istatistiksel ve coğrafi teknikler kullanılmıştır. Bulgular, kentsel morfolojinin, özellikle de yapı yoğunluğu ve yeşil alan kapsamının, İstanbul'daki SUHI'ların yoğunluğunu ve kırılganlığını belirlemede önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Örneğin, yapı yoğunluğundaki %10'luk bir artışın arazi yüzeyi sıcaklığında 0,8°C'lik bir artışa katkıda bulunduğu tespit edilmiş ve kentsel formun kentsel ısı adası etkisini şekillendirmedeki kritik rolü vurgulanmıştır. Çalışma, yüksek yapı yoğunluğu, düşük vejetasyon varlığı ve düşük yüzey albedo değeri ile karakterize edilen yüksek SUHI yoğunluğuna sahip sıcak noktaları tanımlamaktadır. Bu alanlar ağırlıklı olarak şehir merkezinde ve yoğun nüfuslu bölgelerde yer almakta ve halk sağlığı, enerji tüketimi ve çevre kalitesi açısından önemli riskler oluşturmaktadır. Araştırma, soğutma için artan enerji tüketimi, daha yüksek kirletici konsantrasyonları nedeniyle azalan hava kalitesi ve özellikle yaşlılar, çocuklar ve düşük gelirli topluluklar gibi hassas nüfuslar için ısıya bağlı sağlık risklerinin artması gibi artan SUHI yoğunluğuyla ilişkili potansiyel riskleri ve kırılganlıkları vurgulamaktadır. Bununla birlikte çalışma, kentsel dayanıklılığı artırmaya yönelik hedefli müdahaleler ve politikalar geliştirmek için kritik önem taşıyan SUHI kırılganlığının sosyal ve çevresel boyutlarını anlamanın önemini de vurgulamaktadır. Bulgulara dayanarak tez, İstanbul'daki SUHI'lerin yoğunluğunu ve kırılganlığını azaltmak için bir dizi hafifletme stratejisi önermektedir. Bu stratejiler arasında yüksek yoğunluklu SUHI alanlarında yeşil alan kapsamının en az %20 oranında artırılması, enerji verimli bina tasarımı ve güçlendirmenin teşvik edilmesi ve kentsel yeşillendirme ve gölgeleme önlemlerinin benimsenmesi, karma kullanımlı gelişimin teşvik edilmesi ve mevcut yeşil koridorların korunması gibi SUHI'ların etkilerini dikkate alan sürdürülebilir kentsel planlama politikalarının uygulanması yer almaktadır. Çalışma ayrıca, İstanbul Metropoliten Alanı'nın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uzun vadeli dayanıklılığını sağlamak için SUHI azaltım stratejilerinin kentsel planlama ve politika oluşturma süreçlerine entegre edilmesini önermektedir. Araştırma, SUHI ile ilgili zorlukları ele almak için yerel yönetimler, şehir planlamacıları ve toplum kuruluşları gibi birden fazla paydaşın dahil olduğu işbirlikçi ve entegre bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Bu multidisipliner yaklaşım, kentsel ısı adalarının karmaşık dinamikleri ve bunların kentsel dayanıklılık ve sürdürülebilirlik üzerindeki etkileri hakkında kapsamlı bir anlayış geliştirmek için gereklidir. Çalışma, önerilen azaltım stratejilerine ek olarak, SUHI müdahalelerinin etkinliğinin zaman içinde izlenmesi ve değerlendirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Bu sürekli değerlendirme, değişen kentsel koşullara ve ortaya çıkan zorluklara yanıt vermek üzere stratejilerin uyarlanması ve iyileştirilmesi için çok önemlidir. Ayrıca araştırma, SUHI olgusunun ve kentsel çevreler üzerindeki etkilerinin anlaşılması ve farkındalığının artırılması için paydaşlar arasında kapasite geliştirme ve bilgi paylaşımına duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Tez, SUHI azaltım önlemleri ile sera gazı emisyonlarının azaltılması, hava kalitesinin iyileştirilmesi ve sosyal eşitliğin teşvik edilmesi gibi diğer kentsel sürdürülebilirlik hedefleri arasındaki potansiyel sinerji ve ödünleşimlerin araştırılması da dahil olmak üzere gelecekteki araştırmalar için çeşitli alanlar da tanımlamaktadır. Bununla birlikte gelecekteki araştırmalar, SUHI ile ilgili risklerin ve kırılganlıkların izlenmesinde ve yönetilmesinde kentsel dijital ikizler, uzaktan algılama ve makine öğrenimi gibi yenilikçi teknolojilerin ve yaklaşımların rolünü keşfedebilir. Hülasa, bu yüksek lisans tezi, İstanbul'da SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan faktörlerin kapsamlı bir incelemesini sunmakta ve SUHI'lerin kentsel çevreler üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için çok boyutlu bir yaklaşım önermektedir. Bu çalışmanın bulguları ve önerileri, hızla büyüyen kentsel bölgelerde SUHI'lerin ve iklim değişikliğinin yarattığı zorlukların üstesinden gelmek için etkili stratejiler ve müdahaleler geliştirmek isteyen şehir planlamacıları, politika yapıcılar ve araştırmacılar için önemli bilgiler sağlayarak, metropol alanlarda kentsel sürdürülebilirlik ve iklim direncine ilişkin daha kapsamlı söylemlere katkıda bulunmaktadır.
-
ÖgeKent hakkı ve deprem politikaları: Dirençli İstanbul için tematik analiz(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-16) Erçin, Işıl ; Alkay, Elif ; 502191857 ; Şehir PlanlamaKentleşme sürecinin, küresel ölçekte hızlı ivme kazanmasıyla birlikte, nüfusun büyük bir bölümü kentsel alanlarda yaşamaya başlamıştır. Bu durum, kentlerdeki sınırlı kamusal kaynakların ve olanakların yetersiz kalmasına neden olmuştur. Kentlerde işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi sorunların kentsel krizlere dönüşmesi sonucunda kentliler harekete geçerek, sorunlarına çözüm aramışlardır. Kentlilerin, kentsel yaşama dair ihtiyaçlarını ve memnuniyetsizliklerini dile getirmesini ve bunları talep etmesini ise 'kent hakkı' sağlamıştır. 1968 yılında Henri Lefebvre tarafından literatüre kazandırılan kent hakkı kavramı, geçmişten günümüze kentlerde yaşanan sorunların içinde umutsuzluğa kapılan kentlilerin, kentsel yaşamın kendilerine bahşettiği hakları talep etmesinin sloganı olmuştur. Uluslararası birçok dokümanda ele alınarak politik karar vericilerin benimsemesi gerektiğinin vurgulandığı kent hakkı kavramı, değişen kentsel dinamiklerle birlikte gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Kent hakkı, kentlerde hangi koşullarda yaşadığı fark etmeksizin herkesin hakkıdır; daha güvenli, daha adil, daha iyi bir kentsel yaşamı gerçekleştirme hakkıdır; kar peşinde olmayan kentin hakkıdır. Geçmişten beri depremler Türkiye kentlerinde, doğa olayları arasındaki en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Depremler, yönetimler tarafından oluşturulan politikalara göre afetlere dönüşmektedir. Bu nedenle kentleri deprem riskine karşı dayanıklı hale getirmek ve kentlilere daha güvenli ve daha iyi bir kent yaşamı sunmak için doğru politikaların oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Güvenli kentsel yaşamın sağlanması için ise kent hakkının varlığına ve bilincine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bu tez, kent hakkını temel haklar kapsamında görmektedir ve siyasi otoriteler tarafından verilen kararlarla ve alınan tedbirlerle kentlerde deprem riski karşısında kent hakkımızın korunması gerektiğini savunmaktadır. Kente dair hak temelli taleplerin deprem politikalarının kaynağını oluşturduğu çalışma kapsamında aktarılmaktadır. Bu tez, depreme dayanıklı kentlerin yaratılması için politika geliştirme süreçlerinde kent hakkının gözetilmesine katkı sunmayı amaçlamaktadır. Tez kapsamında Türkiye'deki ve İstanbul'daki deprem politikaları kent hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir ve deprem politikalarının kent hakkı temelli geliştirilmesi gereken noktalarına değinilmiştir. Tezde Türkiye'deki deprem politikaları önemli kırılma noktaları üzerinden dönemlere ayrılmıştır. Bu kırılma noktaları; 1999 Marmara Depremleri, 2002 yılında siyasi otoritenin değişmesi, 2011 Van Depremi ve 2023 Kahramanmaraş Depremleri'dir. İstanbul'daki deprem politikaları ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin öne çıkan politikaları üzerinden değerlendirilmiştir. Deprem politikaları, kent hakkını gözetecek şekilde temalara ayrılmıştır. Bu temaların değerlendirilmesi için nitel araştırma yöntemi olarak yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Görüşmeler, deprem politikalarında rol alması gereken paydaşlarla yapılmıştır. Bu doğrultuda görüşmeler; İBB, ilçe belediyesi, meslek odası, STK, özel sektör temsilcileri ve akademisyenlerle yapılmıştır. Görüşmelerden, belirlenen temalar için çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu çıkarımlar ile kent hakkının deprem politikalarında nasıl gözetileceğine dair temeller belirlenmiştir. Çıkarımlar, 'kent hakkı ve güvenli yaşam hakkı', 'mevzuat', 'siyasi tutum', 'kurumsal yapı ve entegrasyon', 'STK'ların katılımı', 'toplumsal katılım', 'toplumsal bilinç', 'afet sonrası süreç' ve 'olası bir deprem karşısında İstanbul' temaları altında aktarılmıştır. Tezin sonucu bağlamında şunlar ortaya çıkmıştır: Kent hakkının izinde daha güvenli ve daha iyi yaşamın sağlanması merkezi ve yerel yönetimlerin doğru politikalarıyla mümkündür. Politikalar üretilirken deprem siyaset üstü bir mesele olarak görülmelidir ve kurumlar arası işbirliği yapılmalıdır. Doğa olaylarının afete dönüşmesinin nedenini kadere bağlayan yaklaşım terk edilmelidir. Yöneticiler ve kent toplumu deprem riskine karşı bilinçlendirilmelidir. Politika oluşturma süreçlerine kentlilerin, STK'ların ve meslek odalarının katılımı sağlanmalıdır. Geleneksel deprem politikalarından vazgeçilerek risk azaltma çalışmaları etkin şekilde hayata geçirilmelidir. Kentlilerin taleplerini önemseyen modeller uygulanmalı ve yapılı çevre ile birlikte kentlerdeki toplumsal ilişkileri kapsayan kararlar alınmalıdır. Kent hakkını gözeten deprem politikaları, dirençli kentlerin yaratılmasına ve direncin sürekliliğinin sağlanmasına doğrudan katkı sağlayacaktır.
-
ÖgeGıda sistemlerinde WEF Nexus yaklaşımının kentsel sürdürülebilirlik kapsamında değerlendirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Ala, Ebru ; Oruç, Gülden Demet ; 502201856 ; Şehir Planlama21. yüzyıl; küresel nüfusta hızlı artışa, krizlere, depremlere, tarımsal arazilerin yok olmasına, açlığa, siyasi iktidarsızlıklara, çevresel değişikliklere ve bozulmalara tanık olan bir dönemdir. Kentleşmenin hızlanan ivmesi, bununla birlikte kentsel nüfusun ve ihtiyaçların artması ise; kentsel alanları, doğal kaynakların kullanımı açısından sıcak noktalar haline getirmektedir. Bu gibi durumlar, kaynakların ve dolayısıyla kentlerin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Bu sebeple kaynakların veya sistemlerin sürdürülebilirliğini ele almak, kentsel sürdürülebilirlikle doğrudan ilişkilidir. Gıda sistemleri, su ve enerji başta olmak üzere birçok doğal kaynak girdisine ihtiyaç duyan ve bunlarla arasında doğrudan/dolaylı ilişkisellik bulunan sistemlerdir. Çevre ve bu sınırlı kaynaklar üzerindeki talepleri uzlaştırırken küresel gıda güvenliğini sağlamak ise, insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklardan biridir. Gıda güvenliği ve gıda sistemlerinin sürdürülebilirliği doğrudan bu kaynaklara bağlı/bağımlı olduğundan; su, enerji ve gıdayı bir sistemin birbirlerine son derece bağlı bileşenleri olarak ele almak mümkündür. Bu bileşenlerin ve gıda sistemlerinin sürdürülebilirliğinin 21. yüzyılın karşılaştığı zorluklar sebebiyle tehdit altında olması; bu kaynakların birlikte ele alınmasını, entegrasyonunu ve sürdürülebilir yönetimini gerekli kılmaktadır. Yeterli gıdaya erişemeyen insan sayısındaki artışın ve gıda krizinin gündemde olduğu son dönemlerde ise, gıda sistemleri özelinde bu bileşenlerin birbirleriyle olan ilişkiselliğinin politika kararlarında veya uygulamalarda ortaya konulması önemlidir. Çünkü bu bileşenler birbirleri üzerinde birçok etkilere sahip olabilmekte, bir bileşen için verilen karar diğer bileşenlerin sürdürülebilirliğini ve dolayısıyla kentsel sürdürülebilirliği tehlikeye atabilmektedir. WEF Nexus kavramı/yaklaşımı da bir sistemi oluşturan bu bileşenlerin entegrasyonunu ve ilişkiselliğini açıklamayı hedefleyen bir kavramdır. Bu çalışma, gıda sistemleriyle ilişkili veya gıda sistemlerinin içerdiği süreçleri etkileyebilecek politika kararlarının WEF Nexus yaklaşımı bağlamında ve kentsel sürdürülebilirlik kapsamında değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda değerlendirme yapılacak şehirler olarak Türkiye'nin üç büyük kenti olan İstanbul, Ankara ve İzmir seçilmiştir. Bu çalışmanın ilk adımında kapsamlı literatür araştıması ile yaklaşım ele alınmış, ardından bu yaklaşım bağlamında sistematik tarama yöntemi ile seçilen şehirlerde yerel yönetimler tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan politika belgeleri/planlar incelenmiştir. Bu belgelerde gıda sistemleri ve süreçlerinde etkili olan WEF (su, enerji ve gıda) bileşenleriyle ilişkili amaçlar/stratejiler, hedefler/eylemler belirlenmiştir. Bu inceleme ve analiz, Türkiye'nin üç metropolünde sürdürülebilirliği hedefleyen çeşitli ölçeklerdeki planlarda ve gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarında bileşenler arası ilişkiselliğin ve entegrasyonun ne ölçüde sağlandığına yönelik çıkarımda bulunulması açısından önemlidir. İkinci aşamada ise Birleşmiş Milletler tarafından 2015 yılında küresel sürdürülebilirlik zorluklarını ele almak ve sürdürülebilir kalkınmanın yollarını belirlemek için kabul edilen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi'nin gıda sistemlerinin içerdiği süreçlerde etkili olan 59 alt hedefi belirlenmiştir. Ardından birinci aşamada yapılan değerlendirme sonucu elde edilen hedefler ve eylemler ise, gıda sistemleri süreçlerinde etkili olan bu 59 alt hedefle eşleştirilmiştir. Üç metropol için yapılan bu değerlendirme ve karşılaştırmalı analiz yoluyla, WEF Nexus yaklaşımı bağlamında ele alınan gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarının Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleriyle yakınlaşma/ayrışma noktaları ortaya konulmuştur. Bu çıktılar ise WEF Nexus yaklaşımı bağlamında değerlendirmeye alınan gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarının kentsel sürdürülebilirliğe ne ölçüde katkı sağlayabileceğini ortaya koyma ve seçilen şehirlerin bu hedeflere uyum sağlama potansiyelini karşılaştırabilme noktasında önemlidir. Araştırma; gıda sistemleri ve süreçleriyle ilişkili WEF bileşenleri arasında sektörel ayrışmalar, politikalar arası entegrasyon sorunu ve şehirlerde bazı politika eksiklikleri olduğunu ortaya koymaktadır. Gıda sistemlerinin kentsel sürdürülebilirlikle kurduğu doğrudan ilişki göz önünde bulundurulduğunda ise, WEF bileşenlerinin "kentsel sürdürülebilirlik" için bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Araştırma sonuçlarının, gıda sistemlerinin ve dolayısıyla kentsel sürdürülebilirliğin sağlanması noktasında politika yapıcıların/uygulayıcıların entegre yönetişim anlayışını benimsemesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşma yolundaki politika eksikliklerini gidermesi gerekliliğini vurgulaması kaçınılmazdır.
-
Öge17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ile 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinin boylamsal analiz yöntemi ile karşılaştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-10-19) Fırat, Mine ; Kundak, Seda ; 502201862 ; Şehir Planlama21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın farklı noktalarında gerçekleşen çeşitli afetlerin sayısının her geçen gün arttığı görülmektedir. Bugüne kadar tecrübe edilen afet sayısındaki artış, afet risk yönetimi alanında teorik ve pratik olarak gerçekleşen birçok çalışmayı da beraberinde getirmektedir. Bilindiği üzere Türkiye bir deprem ülkesi olmakla beraber, aynı zamanda iklim değişikliğine bağlı gelişen çeşitli afetlerle farklı zamanlarda ve farklı lokasyonlarda yüzleşmek durumunda kalmaktadır. Ülkemiz bugüne kadar sayısız büyük depremle karşı karşıya kalmıştır. 1939 Erzincan Depremi'nin ardından etki alanı en büyük deprem bugüne kadar 1999 Marmara Depremi olmuştur. 6 Şubat 2023 04.17 de gerçekleşen ve merkez üssü Kahramanmaraş olarak belirlenen depremin ardından 13.24'te gerçekleşen ve merkez üssü tekrar Kahramanmaraş olan 2 büyük depremin bilançosu 1999 Marmara Depremi'nden daha büyük olmuş ve Türkiye tarihinin en yıkıcı depremlerinden birisi olarak kabul görmüştür. Depremin etkilediği 11 şehirin yaklaşık nüfusu 13.5 milyon olup; Marmara depremi ile karşılaştırılamayacak büyüklükte bir alan ve nüfus depremden etkilenmiştir. Tecrübe ettiğimiz bu deprem mekansal planlama standartlarının bölge özelinde belirlenmesi gerekliliğinin, afet risk yönetim öncesi ve sonrası planlarının hazırlanmasının, kurumsal organizasyon ve entegrasyonun önemini tekrardan gözler önüne sermiştir. Bu çalışmanın amacı, tecrübe edilen afetlerden sonra revize edilen yasal araç ve uygulamarın ve ulusal çalışmaların uygulamada başarılı ve başarız yönlerini belirlemektir. 1999 ve 2023 depremleri arasında geçen zamanda yürütülen uygulamalara bağlı olarak afet sonrası tecrübe edilen şeylerin ve yaşanan problemlerin tekrar edip etmediğini görmek ve elde edilen sonuçlar ışığında öneriler geliştirilmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ve 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri çeşitli başlıklar altında incelenerek afet risk yönetimi ve bu bağlamda uygulamada olan yasal araç ve uygulamaların süreç içerisindeki gelişimlerinde bulunan eksiklikleri ve başarılı olunan tarafları ortaya koyulacaktır. Çalışmanın yöntemi, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi ve 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri'nin boylamsal analiz yöntemi ile karşılaştırmalı vaka analizinin yapılması olup; mekansal veriyi analiz edebilmek adına çeşitli parametreler belirlenmiştir. Mevcut kanun, mevzuat ve yönetmeliklerin uygulama araçları ve pratikleri ile depremlerden etkilenen bölgelerde arazi kullanımı, yapı performansı ve kentsel donatı elemanlarının deprem öncesi ve sonrasında ilişkisel bağlantıları incelenmiş ve boylamsal analiz yöntemi ile karşılaştırılması yapılmıştır. Aynı zamanda karşılaştırma çalışmaları esnasında çalışma alanlarının depremsellik açısından coğrafi özellikleri, meydana gelen depremlerin deprem karakteristikleri, demografik yapı ve depremlerin medya ve basına yansımaları değerlendirilen diğer başlıklar arasındadır. Yapılan çalışmadan elde edilen sonuç 1999 depreminden çıkarılan derslerin ve elde edilen sonuçların uygulamada yeterince geliştirilmemiş olduğu, mevzuat esas ve usullerinin uygulama eksikliklerinin olduğu ve mekansal planlama çalışmalarının etkin bir şekilde yürütülemediği, afet risk yönetim planları hazırlanırken daha detaylı çalışmaların yürütülmesi gerektiği, afet öncesi aksiyon planlarının geliştirilmesi ve kentsel dönüşüm çalışmalarının hızlandırılması gerektiği olmuştur.
-
ÖgeExploring the interplay between physical environment characteristics and place attachment: A case of Selimiye neighbourhood in İstanbul(Graduate School, 2024-02-09) Uyar, Sare ; Kubat, Ayşe Sema ; 502171836 ; Urban PlanningThe fundamental objective of urban planning and design is to consider the city as a living organism and to provide solutions that are in harmony with the needs of the inhabitants who live in and shape these dynamic places. When considering the human factor, it is essential not to ignore the fundamental role of emotions and perceptions. It is therefore crucial to approach urban planning and design in a way that brings together various disciplines. In recent years, urban research has focused not only on the physical aspects of the city, but also on its sociological and psychological dimensions. Studies in environmental psychology, such as the topic of place attachment, have gained prominence. The diversity of studies has increased in response to the emergence of monotonous, cities without any character and identity as a result of the industrial revolution. This approach has emphasised the importance of integrating different disciplines to deal with the complex and dynamic nature of urban environments and to deal with contemporary problems of rapid urbanisation. Given the negative results observed in current planning practices and large-scale urban transformation projects, there is still a need to address this issue. From an urban planning perspective, the recognition of psycho-social dimensions is crucial to the creation of functional, emotionally satisfying and sustainable environments. In this context, an interdisciplinary and holistic approach may be useful for urban planning studies. Layout, aesthetic elements, duration of residence, diversity of activities and the symbolic significance of a place are among the fundamental factors that influence perceptions and emotions. Each of these factors is strongly influenced by the conditions and character of the physical environment. Given that perceptions and emotions are expressed as place attachment through complex processes, a detailed examination of the integrity of the physical environment holds the potential to provide effective solutions to contemporary urban challenges. This thesis is an exploration of the complex interplay between the characteristics of the physical environment and place attachment among residents of the Selimiye Neighbourhood, Istanbul. In particular, the study explores the psycho-social mechanisms underlying these elements, emphasising the reciprocal nature of their interaction. Selimiye was chosen as a case study area due to its unique characteristics, adding a unique dimension to the research. By revealing the nuances of this relationship, the thesis aims to encourage an interdisciplinary research approach. It also seeks to provide insights that will contribute to the creation of sustainable, liveable and emotionally satisfying urban environments. In this study, a mixed-methods approach incorporating both qualitative and quantitative methods was adopted to explore individuals' attachment to the built and natural environment in the Selimiye Neighbourhood. The methodology included a detailed literature review for background and context, which guided the selection of research methods. Spatial configuration features, historical analysis, in-depth interviews, image maps, on-site observational analysis, and space syntax analysis were chosen to provide a holistic understanding of Selimiye Neighbourhood's physical characteristics and its inhabitants' attachment to place. The data obtained were evaluated according to the overall research objectives. The literature review provides an overview of the historical development of human-environment interaction within environmental psychology, emphasising the interdisciplinary nature of the field. The following section explores human-environment interaction, examining concepts such as place, sense of place, genius loci, place attachment and place identity. Contributions from different scholars are reviewed and their interrelationships explored, highlighting that positive emotions towards a place are shaped by characteristics of the physical environment, including spatial arrangement, aesthetic elements, diverse activities, memories, history, meaning, symbols, age, education and length of residence. The second section of the literature review focused on the definition of a city in different disciplines, theories related to physical form elements and spatial layout, and especially the Space Syntax Theory.
-
ÖgeUrban dynamics of İstanbul: Exploring urban complexity via the spatial distribution of activities(Graduate School, 2024-06-17) Sandi Younesi, Reyhaneh ; Yücesoy, Eda ; 502201881 ; Urban PlanningUrban dynamics form a complex tapestry woven from the interplay of physical structures, socio-economic elements, and human activity patterns. With its rich history and evolving spatial landscape, Istanbul presents a compelling case for exploring these dynamics. Despite valuable insights, challenges remain in fully understanding Istanbul's complexity. The city's continuous population growth, polycentric development, and uneven distribution complicate the evaluation of segregation patterns. These challenges highlight the need for innovative methods to interpret diversity within Istanbul's evolving urban landscape. Using these innovative methods in the research keeps the reader engaged and opens up new avenues for understanding and interpreting urban dynamics. On the other hand, technological advancements have transformed urban studies, introducing methods such as mobile phone data and Points of Interest (POI) data to analyze human activities and land use dynamics. This research explores the spatial distribution of activities in Istanbul, aiming to unravel the city's complexity using big data. It addresses the following questions: How does the dispersion of activities across Istanbul contribute to the city's overall complexity? How does the dispersion of activity in different areas of Istanbul impact the character and dynamics of those regions? This study stands out in its approach, leveraging theoretical insights from the literature review and diversity and intensity indices findings to address the research queries. By examining activity distribution within different neighborhoods or districts, we gain insight into each region's unique characteristics and evolving nature, shedding light on the socio-economic, cultural, and spatial dynamics shaping Istanbul's urban landscape. The study's use of advanced spatial analysis tools and a comprehensive dataset enhances its robustness. By leveraging data from Foursquare, the research offers a detailed examination of human activities and their spatial distribution. Integrating multiple diversity indices allows for a nuanced analysis of activity patterns, capturing both the richness and evenness of activities across different regions of Istanbul. This multifaceted approach ensures the study provides a holistic view of the city's urban dynamics. The research also addresses the challenges of using big data in urban studies. While VGI-based POIs offer significant potential, data completeness, and accuracy issues must be carefully managed. The study's reliance on an official POI dataset ensures higher data reliability, setting a precedent for future research in urban studies. The methodological rigor of this research contributes to its credibility and potential impact on urban planning practices. The dataset, provided by Professor Dingqi Yang, is a comprehensive collection of long-term check-in data from Foursquare, spanning April 2012 to January 2014. This dataset, which includes over 33 million check-ins from approximately 267,000 users at more than 3.6 million venues across 415 cities in 77 countries, provides a robust foundation for analyzing urban dynamics. The study employs ecological methods to analyze activity diversity inspired by species counting in a forest. Diversity indices such as Simpson's Index and the Shannon-Weiner Diversity Index gauge the number and distribution of activities, while Pielou's Evenness Index measures activity distribution uniformity. The study also explores alpha, beta, and gamma diversity scales to assess activity diversity at local and citywide levels. Kernel Density Estimation is utilized to visualize activity intensity, highlighting high-concentration areas. This comprehensive dataset ensures the validity and reliability of the research, instilling confidence in the reader about the robustness of the study's findings. Istanbul, a city steeped in history and brimming with modern vibrancy, is a microcosm of urban complexity. This complexity is not simply due to its rich cultural heritage or geographic location spanning two continents but also because of the diverse array of activities across its varied neighborhoods. The intricate distribution of activities, encompassing their variety and intensity, weaves a complex tapestry that shapes Istanbul's unique character and contributes to its dynamism. The variety of activities throughout Istanbul is a testament to the city's multifaceted identity. From the vibrant commercial centers of Eminönü and Karaköy, where the echoes of centuries-old trade routes still resonate, to the modern art galleries and performance spaces of Beyoğlu, Istanbul offers a diverse array of experiences. Historical sites like the Hagia Sophia and Topkapı Palace stand alongside bustling bazaars and tranquil parks, creating a rich urban environment that caters to a wide range of interests and preferences. This diversity of activities, each with unique charm and appeal, will intrigue and fascinate the reader, providing a deeper understanding of Istanbul's urban landscape. A striking observation from the maps is the uneven distribution of activities across Istanbul. Central districts like Beyoğlu, Şişli, and Beşiktaş emerge as vibrant hubs, boasting a high concentration of diverse activities, including entertainment, culture, retail, dining, health services, and government institutions. This concentration aligns with Istanbul's historical core and its ongoing role as a significant cultural and economic center. However, as we move from the city center, the density and variety of activities decrease. Suburban areas like Kadıköy and Üsküdar offer a more moderate mix of amenities. At the same time, outer districts like Esenyurt and Avcılar exhibit a sparser distribution, particularly in sports and recreation, entertainment, and health categories. This unevenness reflects the complex interplay of historical development, socio-economic factors, and urban planning decisions that have shaped Istanbul's landscape over time. The intensity of activities in specific areas of Istanbul is another critical factor in understanding its complexity. Business districts like Levent and Maslak pulsate with activity during the workweek, while tourist hotspots like Sultanahmet and the Bosphorus shores experience a constant influx of visitors. Residential neighborhoods have their unique rhythms, with cafes, restaurants, and markets bustling with activity at different times of the day. This varying intensity creates a dynamic urban landscape, where the pace of life shifts from one neighborhood to the next. The contrast between the Princes' Islands' tranquil atmosphere and Taksim Square's frenetic energy exemplifies this diversity. Understanding the intensity of activities is crucial for urban planners and policymakers, as it can reveal areas that may require additional infrastructure or resources to support their demands. Moreover, the intensity of activities can also have social and cultural implications. High-density areas foster a greater sense of community and belonging, while lower-intensity areas may offer more opportunities for individual expression and creativity. This underscores the importance of urban planners and policymakers in managing and shaping the urban intensity, making the reader feel empowered and responsible for the city's development. Policies should focus on increasing activity diversity in more homogeneous regions like Esenyurt and Kagithane. Encouraging a mix of commercial, cultural, and residential developments can foster more dynamic and resilient urban environments. Conversely, ensuring adequate infrastructure and services in high-intensity areas such as Fatih and Şişli is crucial. These districts require continuous investment to support their dense activity concentrations and maintain their roles as critical urban centers. Ultimately, urban planning should aim to balance development across Istanbul, addressing disparities in activity intensity and diversity. This includes promoting equitable economic opportunities and improving amenities in peripheral areas like Tuzla and Şile to enhance their attractiveness and functionality. Moreover, incorporating green spaces and ecological elements in urban planning can enhance biodiversity and improve quality of life. This approach aligns with the theoretical emphasis on integrating natural elements into urban environments to support sustainability and resilience. Future research should build on the findings of this study to further explore the complexities of urban dynamics. Enhancing data quality and addressing the limitations associated with VGI-based POIs are critical steps for advancing urban studies. Comparative studies with other cities can validate the findings and identify contextual variations in urban dynamics. Temporal analysis can provide a dynamic perspective on the evolution of urban complexity, capturing trends and changes over time. Integrating diverse data sources, such as satellite imagery and transportation data, can enrich the comprehensiveness of urban analysis. Incorporating demographic data, such as age and nationality, can offer deeper insights into the patterns of activity dispersion and specialization across different neighborhoods. Matching activity data with land use information is another important avenue for future research. Understanding how different land uses correlate with activity diversity and intensity can provide a more holistic view of urban dynamics. Researchers can identify land-use types contributing to high activity diversity and intensity by overlaying activity data with land-use maps. This information can inform urban planning decisions, helping to create more vibrant and functional urban spaces. Investigating the factors influencing sustainable development within metropolitan areas is crucial for future research. Analyzing how activity diversity and intensity relate to environmental sustainability, social equity, and economic viability can help develop strategies to promote sustainable urban growth. Understanding the impact of diverse activities on sustainability can guide policymakers in creating balanced development plans supporting economic growth and environmental preservation. In conclusion, this research comprehensively analyzes Istanbul's urban dynamics, focusing on the spatial distribution of activities and their impact on urban complexity. The study highlights the importance of activity diversity and intensity in shaping the urban landscape, offering valuable insights for urban planning and development.
-
ÖgeKültür ekonomisi: Bir kentin mirasının değerlendirilmesi, Diyarbakır örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02) Özgül, Deniz ; Kerimoğlu, Ebru ; 502211855 ; Şehir PlanlamaÇağdaş kentsel gelişim politikaları yerel dinamikler, özgün kaynaklar ve değerlere odaklanırken, rasyonel kentsel politikalar üretmek kentsel gelişimin temelini oluşturmaktadır. Küreselleşen dünya ve hızlıca değişen dinamiklerin etkileriyle kültürün yerel kalkınmadaki payı önem kazanarak artmaktadır (Dünya Bankası,2011; Kagan ve diğ,2018).Yeni ekonomik coğrafyada kentsel gelişimin yeniden kavramsallaştığı alanlardan biri olan kültür ekonomisini anlamak (Gibson ve Kong,2005),kültürden katma değer üretmek, kültürü kentin gelişimine entegre edebilmek kritik öneme sahiptir. Böylelikle kültür ve ekonomi iç içe geçmekte kentsel, bölgesel ve ulusal ölçeklerde kentsel ekonomik gelişime olanak tanıyan üretim girdisine dönüşmektedir (KEA,2006). Kentsel politikalara dahil olan somut ve somut olmayan miras varlıkları salt koruma algısından uzaklaşarak ekonomik katma değer üreten potansiyeller olarak ortaya çıkmaktadır (Perry ve diğ,2018).Bu çalışma tarih boyunca stratejik konumu sebebiyle etnik, toplumsal, politik, idari ve ekonomik açılardan önemli bir kent olan Diyarbakır'ın yerel kültürel kaynaklarını kültür ekonomisi perspektifinden değerlendirmektedir. Kent pek çok medeniyetin izlerini barındıran, kentsel kimlik için önemli somut miras varlıklarıyla ve somut olmayan mirasından sinema, edebiyat, geleneksel zanaatlar, festivaller, müzik ve gastronomisiyle kültürel açıdan oldukça güçlüdür. Bu çalışmada kültürün ekonomik katkı sağlaması ve kentin doğrudan miras potansiyelinden faydalanabilmesi için kültür temelli kentsel gelişim senaryoları ile kamu kurum kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademi, özel sektör, meslek odaları, yatırımcılar ve yerel için yol haritası oluşturmak amaçlanmıştır. Çalışma bütününde kentin edebiyat, sinema, geleneksel zanaatlar (çinicilik, çömlekçilik, bakırcılık, gümüşçülük, kuyumculuk, demircilik, dokumacılık),yerel festivaller/bayramlar, müzik ve gastronomisi ekonomik katkı sağlama potansiyelleri nedeniyle incelenmektedir. Kültürün bölge ve kentsel gelişme politikalarındaki rolü, kültür yaklaşımlarının sektörel ilişki biçimleri, ekonomik kalkınma politikalarında ve eylem planlarındaki kültürün işlevi, kentsel gelişim politikaları üreten kurumların kültürün ekonomik katkısına yaklaşım biçimleri, kararların uygulanma süreçlerindeki etkin iş birlikleri, ana ve kilit aktörlerin mirasın ekonomik potansiyeline yönelik farkındalığı kültür ekonomisi ekseninde incelenip ilişkili kamu kurum kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademi, meslek odaları gruplarıyla 23 adet aktör görüşmeleri yapılarak kentin en etkili kültür mirasının ne olduğu, sürdürülebilirlikle ilişkisi, konuya yönelik problemler/potansiyeller/öneriler nelerdir sorularına yanıtlar aranmıştır. En temeldeki sorunlar kültür odaklı ekonomik strateji, konuya ilişkin farkındalık, iş birliği ortamı, nitelikli iş gücü ve etkin çözüm eksikliği; ekonomik engeller, kent vizyonunun yenilikten uzak oluşu iken temeldeki fırsatlar; kültür ekosistemiyle özgün kentin varlığı, geleneksel uygulamaların sürdürülmeye çalışılması ve güncel kültürel projelerin planlanması olarak tespit edilip Diyarbakır için kültürün kentsel gelişimdeki ekonomik katkısını ortaya çıkaran kültür eksenli kentsel gelişim stratejiler geliştirilmiştir.