LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 6
  • Öge
    İstanbul'da paylaşımlı e-scooter ve toplu taşıma sistemlerinin ilişkisi: Seyahat davranışları üzerinden bir inceleme
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-13) Çapan, Aysel Büşra ; İnce Beyazıt, Eda ; 502181851 ; Şehir Planlama
    Çalışma kapsamında, kullanım sıklığı ile kullanım amacı arasında ki-kare testi uygulanmış ve aralarında anlamlı bir fark elde edilmiştir. Buna göre kullanım amacı zorunlu yolculuğunun tamamı olan ve toplu taşımaya aktarma yapan e-scooter kullanıcılarının, kullanım sıklığının düzenli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İstanbul'da paylaşımlı e-scooterların kullanımıyla ilgili problemlere bakıldığında, kullanıcıların deneyimlerine göre yüksek oranda trafikte sürüş tehlikesi problemiyle karşı karşıya oldukları görülmektedir. Daha sonra ise altyapı eksikliği ve sürüşlerde güvensiz hissetme ikincil sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. E-scooterların toplu ve diğer ulaşım türleriyle arasındaki türel değişim durumuna bakıldığında, e-scooterlar yürümenin yerini ve yürümeye göre daha düşük bir oranda da taksilerin yerini almaktadır. Toplu taşıma araçlarının yerini alma durumuna bakıldığında, taksinin yerini alma oranına yakın seviyede paylaşımlı e-scooterların otobüs ve minibüslerin yerini aldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Hangi ulaşım türleriyle yolculuklarını birleştirdiklerine bakıldığında ise e-scooterların tek başına en yüksek oranda yürüme yolculukları ile birleştirildiği ortaya çıkmıştır. Toplu taşıma araçlarıyla yolculukların birleştirilmesi durumuna bakıldığında, e-scooterların yürümeyle olan ilişkisinin toplu taşıma ulaşım türlerine göre ilişkisinden daha yoğun olduğunu görülmektedir. Bu sonuçlar doğrultusunda, paylaşımlı e-scooterlar trafikteki diğer motorlu araçlara kıyasla daha az karbon salımı olan, olumsuz çevresel etkilerin azalmasına katkıda bulunan, hızlı, çevre dostu ve pratik bir ulaşım çözümü olarak karşımıza çıkmaktadır. Paylaşımlı e-scooterlar toplu taşıma sistemlerine entegre edildiğinde kentsel hareketliliğe olumlu yönde katkılar sağlayabilir. Paylaşımlı e-scooterlar toplu taşıma sistemleriyle birlikte kullanıldığında ilk ve son kilometre sorununun olduğu kısa mesafelerde hızlı, pratik, esnek ulaşım imkânı sağlamaktadır. Bunun için toplu taşıma sistemleri ile e-scooterlar arasındaki ulaşım altyapısını düzenlemek ve e-scooter yolculuklarını güvenli hale getirmek önemlidir. Bu amaçla toplu taşıma duraklarındaki e-scooter park yerleri düzenlenmeli ve park halindeki e-scooterlar yayaların veya diğer kent sakinlerinin erişilebilirliğine engel olmamalıdır. İstanbul'da paylaşımlı e-scooter kullanım amacının daha çok eğlence amaçlı olmasının sebeplerine bakıldığında altyapı ve güvenlik eksikliğe çözüm bulunması sonucu, toplu taşımaya aktarma amacıyla kullananların ve zorunlu yolculuklarının tamamında e-scooter kullananların sayısı arttırılabilir. Paylaşımlı e-scooter kullanan ve kullanmayanların e-scooterlar hakkındaki olumsuz algılarının önüne geçmek, kullanıcı sayısını arttırmak, e-scooterların toplu taşıma ile kullanımını arttırmak, cinsiyet ve gelir eşitsizliği farkını kapatmak için en başta altyapı ve güvenlik problemlerinin önüne geçmek gerekmektedir. E-scooterların geleceği ile ilgili katılımcıların algılarına bakıldığında görüşler çoğunlukla olumludur. Bu olumlu görüşler e-scooterların toplu taşıma bağlantılarının güçlendirilmesi ve doğru stratejiler uygulanmasıyla e-scooterların gelişimi açısından daha da ileriye taşınabilir. Bu tez çalışması ile trafik sıkışıklığının yüksek olduğu İstanbul'da seyahat süresini kısaltan, hızlı ve esnek ulaşım imkânı sağlayan paylaşımlı e-scooterların toplu taşıma sistemleriyle entegre edilmesi sonucu e-scooterlar alternatif bir ulaşım çözümü olarak görülebilir.
  • Öge
    Düşük karbonlu hareketliliğin yönetişimi: Mersin örneği
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-03) Bozkurt, Ömer Kürşat ; İnce Beyazıt, Eda ; 502161841 ; Şehir Planlama
    Küreselleşme ve sanayileşme sonucu hayatımıza dahil olan motorlu araç kullanımı ve her geçen gün artan kent nüfusları dünya genelinde olumsuz etkilerini giderek artırmaktadır. Küresel iklim krizi bu etkilerin en belirgin sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma ile öncelikle düşük karbonlu kent içi hareketlilik ve kent yönetişimi kavramları üzerinden kent ulaşımında düşük karbon hedefinin nasıl ele alınması gerektiği incelenmiştir. Daha sonra başta çalışma alanı olarak seçilen Mersin'de yapılan uygulamalar konusunda bir yönetişim değerlendirmesi ortaya koymak ve çalışmanın bu alanda diğer kentlerde yerel yönetimlere rehber olması ve sonrasında hazırlanacak akademik çalışmalara yön vermek amaçlanmıştır. Ayrıca kentlerdeki yaşam kalitesini artırmak, sürdürülebilir ulaşım sistemleri oluşturmak ve ulaşımdan kaynaklanan karbon salımının azaltılması için alınacak önlemler kentsel hareketliliğe etki eden aktör ve paydaşların katılımı ile farklı bakış açılarının bir arada düşünüldüğü, çevreye duyarlı ve kapsayıcı bir bakış açısı ile ele alınmıştır. Çalışma kapsamında düşük karbonlu kent içi hareketlilik ve kent yönetişimi konularında gerçekleştirilen mevcut literatür ve Shenzhen, Londra ve Cakarta kentlerinde düşük karbonlu hareketliliği sağlamaya yönelik gerçekleştirilen başarılı uygulamalar incelenerek düşük karbonlu hareketlilik yönetişimi kriterleri belirlenmiştir. Bu doğrultuda düşük karbonlu hareketliliğin yönetişiminde katılımın birincil kriter olduğu görülmektedir. Gerekli atılımların gerçekleştirilmesi için oluşturulacak yönetişim yapısının kapsayıcı, adil ve şeffaf olması gerekmektedir. Diğer bir kriter olarak bütçe – finansman olarak karşımıza çıkmaktadır. Düşük karbonlu hareketliliği sağlamaya yönelik projelerin kurulum maliyetleri yüksek olduğundan, bu konuda darboğazların yaşanmaması için iş birlikleri ve kamu-özel ortaklıkları hayata geçirilmelidir. Diğer bir kriter ise kurumsal kapasite olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurumsal kapasitenin geliştirilmesi için kentsel ulaşımı etkileyen aktörler arasında koordinasyon sağlanmalı, yerel yönetimlerin bu konuda aktif rol oynayabilmesi için gerekli politika ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Son olarak, yerel yönetimler kapsamlı projeler planlamalı ve bu süreçte hedeflerini uygulamada tutarlı olmalıdır. Bu yönetişim kriterlerini ölçmeye yönelik çalışma alanı olarak belirlenen Mersin İli kentsel hareketlilik aktörleri ile yapılan mülakatlar ve alana dair elde edilen bulgular üzerinden içerik analizi yöntemi kullanılarak bir değerlendirme yapılmıştır. Çalışma alanı üzerinden düşük karbonlu hareketlilik yönetişimi konusunda belirlenen kriterler ile Türkiye'de sera gazı emisyonlarını düşürmeye yönelik yapısal problemler göz önüne alınarak düşük karbonlu hareketlilik yönetişimine yönelik stratejiler belirlenmiştir. Kentsel ulaşım kaynaklı karbon kullanımını azaltma konusunda mevcut uygulamalarda bütüncül ve güvenilir bir yaklaşımın ele alınmaması ve düşük karbonlu hareketliliğin yönetişimi konusunda gerekli katılım ve kabul ortamından uzak olunması, çalışma kapsamında gözlemlenen temel problemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Alternatif ulaşım türlerinin gerekliliğinin hem yönetimsel hem de toplumsal boyutta benimsenmesi, toplu ulaşım araçlarının bütüncül olarak planlanıp, dezavantajlarının ortadan kaldırılarak bireysel araç kullanımına iyi bir alternatif olarak gerçekleştirilmesi ve katılım konusunun yalnızca yüzeysel olarak ele alınmasının ötesine geçilerek tüm paydaşların süreçlere dahil edilmesi gerekmektedir. Düşük karbonlu kent içi hareketliliği destekleyecek doğru stratejilerle geliştirilmiş kapsamlı ve katılımcı bir yönetişim yapısının ortaya koyulması ile iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi mümkün olacaktır.
  • Öge
    Yerel kapsayıcı politika ve uygulamaların Suriye kökenli göçmenlerin sosyal uyumu üzerindeki etkisi: Zeytinburnu örneği
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-10-25) Bostancı, Papatya ; Erkut, Gülden ; 502171835 ; Şehir Planlama
    Göç, dünya üzerinde ilk yaşam örneklerinin ortaya çıktığı döneme kadar götürülerek, canlılarla ilgili bir amaç ya da zorunluluk dâhilinde özel veya genel bir hareketliliği ifade eden geniş bir çerçevede ele alınabilir. Bazı canlı türlerinin göçü insanlık tarihinden çok daha eskilere götürebilir ancak göç sürecinde şekillenen farklı dinamikler ve bu dinamiklerin ortaya çıkardığı sonuçlar spesifik olarak sadece insan hareketliliğinde çok yönlü olarak ortaya çıkmakta ve bugün için küreselleşmenin de etkisiyle bu sonuçlar, dünya genelinde göçü farklı bir boyuta taşımaktadır. Kent-site devletlerinden bugünün modern ulus-devletlerine varan süreçte göç ve göçmenlik olgusu da farklı form ve biçimler alarak hep var olagelmiş ve belirli tarihsel dönemlerde ciddi kırılmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Sadece yaşanılan yerin değişmesi olarak ele alınmaması gereken ve sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel değişim gibi birçok boyutu içinde barındıran göç olgusu; özelikle ulus-devlet sonrası şekillenen ve gittikçe sertleşen katı sınır politikalarıyla beraber, soyut bir kavram olan "sınır"; baskı, şiddet, savaş veya diğer kaygılarla yaşadıkları yerleri terk eden insanların hayatlarını doğrudan etkilemeye başlamıştır. Bu durum uyrukluğunun bulunmadığı diğer bir ülkeye geçen "göçmen" için hukuken ve gündelik hayat pratiği açısından yeni bir süreci başlatmakla beraber, göç alan toplumu ve göç alan ülkenin kurumsal kapasitesini farklı şekillerde etkileyebilmektedir. 2011 yılında Suriye'de patlak veren olaylar ve iç karışıklıklarla birlikte başlayan savaş, dünyanın son yıllardaki en büyük insani krizlerinden birinin yaşanmasına sebep olmuş ve burada yaşayan milyonlarca kişi evlerini, ülkelerini terk etmek zorunda kalarak başka ülkelere göç etmiştir. Türkiye de Suriye kaynaklı göç ile bulunduğu coğrafi konum ve izlediği açık kapı politikası gereği son yıllarda dünya üzerinde en fazla göçmen ve mülteci barındıran ülke haline gelmiştir. Uluslararası, zorunlu ve kitlesel özelliklere sahip bu göçle birlikte Türkiye'de göç politikası yeniden şekillenmiş, göç yönetim sürecine farklı aktörler dahil olmuştur. Suriye kaynaklı göçle gelen kişiler için 2013 yılına kadar uluslararası hukuki düzlemde herhangi bir karşılığı olmayan ve geçiciliği barındıran "misafir" tanımlaması kullanılmıştır. Ancak Suriye'deki savaşın ve çatışmaların uzun sürmesi sonucu nüfusun daha da artması ve ihtiyaçların çeşitlenmesi ile göç yönetiminde yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte alınan önlemlerle birlikte çeşitli yasal ve idari düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Türkiye'de yasal ve idari düzenlemelerden dolayı Suriyeliler "mülteci" olarak tanımlanmamış resmi söylemde geçici koruma statüsü altındaki yabancılar olarak tarif edilmiştir. Ancak Suriyeliler her ne kadar resmî söylemde bu şekilde ifade ediliyorsa da bu çalışmada mülteci olarak ifade edilecektir. Türkiye'de göçle ilgili politikaların üretilmesinde ve süreçlerin yönetiminde birincil sorumlu yapı merkezi yönetim olsa da deneyimlenen 11 sene içerisinde, yerel düzeyde farklı aktörlerin sürece dahil olduğu görülmektedir. Kentlerde merkezi yönetim dışında faaliyet gösteren aktörlere bakıldığında; uluslararası organizasyonlar, yerel, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları, belediyeler, dayanışma ağları, öz-örgütlenmeler, muhtarlıklar, üniversiteler ve daha birçok yapı görülmektedir. Türkiye'de mültecilerin büyük çoğunluğunun kentsel mekanlarda kent mültecileri olarak yaşadığı ve kentsel hayata dahil olmaya çalıştıkları göz önünde tutulduğunda, yerelde göç alanında çalışma yürüten aktörlerin varlığı hayati derecede önemli olabilmektedir. Kentin yeni aktörleri haline gelen, yabancı göçmen olarak Türkiye'ye giriş yapan Suriyeliler zorlu koşullar altında yaşamını sürdürürken çeşitli nedenlerden dolayı kentsel hak ve hizmetlere erişimde sıkıntılar yaşamaktadır. Yoksulluğun yanı sıra, işgücü piyasası, eğitim, sağlık, kentsel hizmetler, katılım ve sosyal ilişkiler gibi alanlarda sosyal dışlanmaya, ötekileştirme ve ayrımcılığa maruz kalan mültecilerin sosyal uyum ve toplumsal bütünleşmesinin sağlanması oldukça zor olmaktadır. Dolayısı ile yerelde göçmen ve mültecilerle birebir temas halinde olan, göç alanında çalışma yürüten aktörlerin kapsayıcı politika ve uygulamaları, mültecilerin sosyal uyumu ile oldukça ilişkili olmaktadır. Suriye göçünün on yılı aşkın bir süreyi tamamlaması mevcuttaki insani yardım politikalarının sosyal uyum politikalarına dönüşmesini bir bakıma zorunlu kılmıştır. Bu doğrultuda; barınma, sağlık, eğitim, istihdam, koruma gibi konularla birlikte sosyal uyum ve birlikte yaşam tartışmaları gündeme taşınmıştır. Bu çalışma kapsamında kentte ve toplumda sosyal dışlanma riskini en çok barındıran gruplardan biri olan zorunlu göçle İstanbul'a gelen Suriyelilerin yerel düzeyde sosyal içerilmesinin nasıl gerçekleştirildiği ele alınmış ve yerelde göç alanında çalışma yürüten kurum ve kuruluşların sosyal içerme politikaları ve uygulamaları ortaya konulmuştur. Bu doğrultuda on yılı aşkın bir süredir kent mültecileri olarak kent hayatına dahil olan Suriyelilerin sosyal uyumları yerelde yürütülen sosyal içerme çalışmalarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Çalışma kapsamında yerel aktörlerin Suriye kökenli göçmenlerin sosyal olarak içerilmeleri ve sosyal uyumuna yönelik yaklaşımları, algıları, politikaları ve uygulamaları incelenmiş ve kapsayıcılık kavramı etrafında değerlendirilmiştir. Yerelde üretilen kapsayıcı politika ve uygulamaların sosyal uyumla ilişkisi ve Suriye kökenli göçmenler üzerindeki etkisinin incelenmesine zemin oluşturmak amacıyla sosyal içerme, sosyal dışlanma ve sosyal uyum kavramları ele alınmış, göç ve mültecilik ile ilgili yerel, ulusal ve uluslararası çerçevenin sunulması hedeflenmiştir. Ayrıca yerelde mülteci ve göçmenlerin kapsayıcılığı ve sosyal uyumu konusunda etkili olduğu genel kabul gören dünya örnekleri kapsamında; İsveç'ten Göteborg, Solna, Malmö şehirleri ve Almanya'dan Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Köln şehri ile Berlin ve Hamburg örnekleri de incelenerek Suriye kökenli göçmenlerin görece yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinin yerel düzeyde politika ve uygulamaları incelenmiştir. Araştırma sahası olarak geçmişten şimdiye kadar uluslararası göçmenlerin yoğun bir şekilde yaşam alanı olarak tercih ettiği ve İstanbul'da en fazla Suriyelilerin yaşadığı ilçelerden biri olan Zeytinburnu seçilmiştir. Araştırmanın örneklemi Zeytinburnu ilçesinde yerel düzeyde göç yönetimine dahil olan aktörler ve Zeytinburnu ilçesinde yaşayan Suriyeliler olmak üzere iki gruptan oluşmaktadır. Zeytinburnu ilçesinde göç alanında çalışma yürüten aktörlerle ilgili ön araştırma yapıldıktan sonra sahada birçok farklı aktörün de sürece dahil olduğu keşfedilmiştir. Zeytinburnu'nda faaliyet yürüten 3 sivil toplum kuruluşu, 2 uluslararası kuruluş, 4 mahalle muhtarlığı, İBB ve Zeytinburnu Belediyesi olmak üzere 11 kurumdan 13 temsilci ile görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda yerelde çalışan kurumların mültecilerin sosyal uyumunun sağlanmasına yönelik politika ve uygulamaları mevcut kapsayıcı araçları, çalışmaları ve algıları odağında analiz edilmiştir. Saha çalışmasının ikinci aşaması ise nitel araştırma kapsamında keşfe açık olarak tasarlanmıştır. Burada sosyal uyum ve sosyal içerme göstergelerinin doğrulanmasından ziyade, ilçe sınırları dahilinde yaşayan Suriyelilerin araştırmaya kapı aralayan yaşam öykülerinden yola çıkılmıştır. Suriyelilerin yaşam öykülerini anlatırken kendi sosyal uyumlarına dair sundukları açıklamaların tamamlayıcı mülakatlar yoluyla daha fazla irdelenmesi amaçlanmıştır. Bu minvalde kartopu yöntemi kullanılarak Zeytinburnu ilçesi sınırları dahilinde en az 5 yıl süre zarfında yaşamış, 19 kadın 6 erkek olmak üzere toplamda 25 Suriyeli ile görüşülmüştür. Gerçekleştirilen görüşmeler ışığında çalışma; "Yerelde Çalışma Yürüten Aktörlerin Göçmen ve Mülteci Kapsayıcılığı" ve "Suriyelilerin Sosyal Uyumları" başlıkları altında kapsayıcılık ve sosyal uyum ana temaları ile analiz edilmiştir. "Yerelde çalışma yürüten aktörlerin göçmen ve mülteci kapsayıcılığı" 5, "Suriyelilerin sosyal uyumları" 6 alt kategoriye ayrılarak başlıklar altında tartışılacak konuların çerçevesi çizilmiştir. Gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda Zeytinburnu ilçesinde göç alanında çalışma yürüten yerel aktörlerden belediyenin ön planda olduğu görülmekte, kamu kurumlarının taşra teşkilatları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının sahada etkili olduğu ve Suriyelileri kapsayan çalışmalar yürüttükleri anlaşılmaktadır. Uluslararası kuruluşlar ise yerel aktörlerin çalışmalarının gerçekleştirilmesi hususunda kaynak sağlamak açısından önemli olmaktadır. Özellikle sosyal uyum alanındaki faaliyetlerin proje bazlı ilerletilmesi ve uzun erimli olmaması yerelde göç çalışmalarında sürdürülebilirlik sorununun varlığına dikkat çekmektedir. Suriyelilerin kentsel hizmetlere erişimde en çok barınma, eğitim ve istihdam alanında sorun yaşandığı ve en fazla bu alanlarda dışlanmaya maruz kaldıkları görülmektedir. Suriyeli kadınların Türkçe dil becerilerinin Suriyeli erkeklere göre çok daha az olduğu fakat kadınların kentteki hizmetlere erişim ve hizmetlerden yararlanma konusunda daha etkin olduğu görülmektedir. Görece daha genç ve eğitim seviyeleri daha yüksek olan Suriye kökenli göçmenlerin kentsel hizmetlerden yararlanma konusunda daha aktif olduğu görülmekle birlikte bu durum ihtiyaç durumuna bağlı olarak artabilmektedir. Sosyal uyumun sağlanmasındaki en büyük engellerin ise dil bilmeme, yerel halk tarafından maruz kalınan ayrımcılık/dışlanma ve mevcut geçicilik algısı olduğu anlaşılmaktadır.
  • Öge
    Understanding social disparities through the practice of public transportation in post Covid-19 period, lessons from Brussels, Belgium
    (Graduate School, 2022-02-08) Baluken, Cihat ; İnce Beyazıt, Eda ; 502181855 ; Urban Planning
    The COVID-19 pandemic has seriously affected mobility in cities around the world. From the first moment, the effects of this change in various parts of the world have been investigated and analyzed. Since the rapid decline trend of mobility during the pandemic has had a significant impact on almost every person, institution and sector in cities, the studies carried out are far from reaching the saturation point and are very diverse. In this process, to make observations faster and act more effectively, global companies such as Apple and Google have made their mobility data available to the public. Many scientists generally consider these data trustworthy and have already been part of many studies. In addition to providing activity reports from Apple and Google, Google has launched Google Popular Times. Popular times is a system in which people using public transportation can transfer the occupancy information of a vehicle or a stop to the user through a survey after their mobility is over. The system turns the data into graphs and informs the users at what times the current stop or bus line is busy or not busy. Acquiring Google popular times data, this study investigates the location of the activities during the pandemic when governments called for stay at home in Brussels. To do this, first, the mobility map of the city was created by processing Google popular times data into the GIS environment. The density data acquired from Google for each public transportation stop transferred in a day during the post COVID-19 period. Overlaying this map with socio-economic data that can be obtained from public institutions could help understand the impact of the pandemic on different social groups living in the same city. Income status data of the city of Brussels based on neighborhoods and the data of minority groups who later immigrated to Belgium were focused on in this study. This study assumes that the city's migrant concentrated neighborhoods are made up of lower-income groups who are more exposed to inequalities and argues that the urban poor were not lucky enough to comply with stay-at-home calls during the COVID-19 pandemic. It is estimated that the actual mobility is relatively less in the neighborhoods where people with no immigration background are concentrated in the past.
  • Öge
    Gıda sistemlerinde WEF Nexus yaklaşımının kentsel sürdürülebilirlik kapsamında değerlendirilmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Ala, Ebru ; Oruç, Gülden Demet ; 502201856 ; Şehir Planlama
    21. yüzyıl; küresel nüfusta hızlı artışa, krizlere, depremlere, tarımsal arazilerin yok olmasına, açlığa, siyasi iktidarsızlıklara, çevresel değişikliklere ve bozulmalara tanık olan bir dönemdir. Kentleşmenin hızlanan ivmesi, bununla birlikte kentsel nüfusun ve ihtiyaçların artması ise; kentsel alanları, doğal kaynakların kullanımı açısından sıcak noktalar haline getirmektedir. Bu gibi durumlar, kaynakların ve dolayısıyla kentlerin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Bu sebeple kaynakların veya sistemlerin sürdürülebilirliğini ele almak, kentsel sürdürülebilirlikle doğrudan ilişkilidir. Gıda sistemleri, su ve enerji başta olmak üzere birçok doğal kaynak girdisine ihtiyaç duyan ve bunlarla arasında doğrudan/dolaylı ilişkisellik bulunan sistemlerdir. Çevre ve bu sınırlı kaynaklar üzerindeki talepleri uzlaştırırken küresel gıda güvenliğini sağlamak ise, insanlığın karşılaştığı en büyük zorluklardan biridir. Gıda güvenliği ve gıda sistemlerinin sürdürülebilirliği doğrudan bu kaynaklara bağlı/bağımlı olduğundan; su, enerji ve gıdayı bir sistemin birbirlerine son derece bağlı bileşenleri olarak ele almak mümkündür. Bu bileşenlerin ve gıda sistemlerinin sürdürülebilirliğinin 21. yüzyılın karşılaştığı zorluklar sebebiyle tehdit altında olması; bu kaynakların birlikte ele alınmasını, entegrasyonunu ve sürdürülebilir yönetimini gerekli kılmaktadır. Yeterli gıdaya erişemeyen insan sayısındaki artışın ve gıda krizinin gündemde olduğu son dönemlerde ise, gıda sistemleri özelinde bu bileşenlerin birbirleriyle olan ilişkiselliğinin politika kararlarında veya uygulamalarda ortaya konulması önemlidir. Çünkü bu bileşenler birbirleri üzerinde birçok etkilere sahip olabilmekte, bir bileşen için verilen karar diğer bileşenlerin sürdürülebilirliğini ve dolayısıyla kentsel sürdürülebilirliği tehlikeye atabilmektedir. WEF Nexus kavramı/yaklaşımı da bir sistemi oluşturan bu bileşenlerin entegrasyonunu ve ilişkiselliğini açıklamayı hedefleyen bir kavramdır. Bu çalışma, gıda sistemleriyle ilişkili veya gıda sistemlerinin içerdiği süreçleri etkileyebilecek politika kararlarının WEF Nexus yaklaşımı bağlamında ve kentsel sürdürülebilirlik kapsamında değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda değerlendirme yapılacak şehirler olarak Türkiye'nin üç büyük kenti olan İstanbul, Ankara ve İzmir seçilmiştir. Bu çalışmanın ilk adımında kapsamlı literatür araştıması ile yaklaşım ele alınmış, ardından bu yaklaşım bağlamında sistematik tarama yöntemi ile seçilen şehirlerde yerel yönetimler tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan politika belgeleri/planlar incelenmiştir. Bu belgelerde gıda sistemleri ve süreçlerinde etkili olan WEF (su, enerji ve gıda) bileşenleriyle ilişkili amaçlar/stratejiler, hedefler/eylemler belirlenmiştir. Bu inceleme ve analiz, Türkiye'nin üç metropolünde sürdürülebilirliği hedefleyen çeşitli ölçeklerdeki planlarda ve gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarında bileşenler arası ilişkiselliğin ve entegrasyonun ne ölçüde sağlandığına yönelik çıkarımda bulunulması açısından önemlidir. İkinci aşamada ise Birleşmiş Milletler tarafından 2015 yılında küresel sürdürülebilirlik zorluklarını ele almak ve sürdürülebilir kalkınmanın yollarını belirlemek için kabul edilen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi'nin gıda sistemlerinin içerdiği süreçlerde etkili olan 59 alt hedefi belirlenmiştir. Ardından birinci aşamada yapılan değerlendirme sonucu elde edilen hedefler ve eylemler ise, gıda sistemleri süreçlerinde etkili olan bu 59 alt hedefle eşleştirilmiştir. Üç metropol için yapılan bu değerlendirme ve karşılaştırmalı analiz yoluyla, WEF Nexus yaklaşımı bağlamında ele alınan gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarının Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleriyle yakınlaşma/ayrışma noktaları ortaya konulmuştur. Bu çıktılar ise WEF Nexus yaklaşımı bağlamında değerlendirmeye alınan gıda sistemleriyle ilişkili politika kararlarının kentsel sürdürülebilirliğe ne ölçüde katkı sağlayabileceğini ortaya koyma ve seçilen şehirlerin bu hedeflere uyum sağlama potansiyelini karşılaştırabilme noktasında önemlidir. Araştırma; gıda sistemleri ve süreçleriyle ilişkili WEF bileşenleri arasında sektörel ayrışmalar, politikalar arası entegrasyon sorunu ve şehirlerde bazı politika eksiklikleri olduğunu ortaya koymaktadır. Gıda sistemlerinin kentsel sürdürülebilirlikle kurduğu doğrudan ilişki göz önünde bulundurulduğunda ise, WEF bileşenlerinin "kentsel sürdürülebilirlik" için bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Araştırma sonuçlarının, gıda sistemlerinin ve dolayısıyla kentsel sürdürülebilirliğin sağlanması noktasında politika yapıcıların/uygulayıcıların entegre yönetişim anlayışını benimsemesi ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşma yolundaki politika eksikliklerini gidermesi gerekliliğini vurgulaması kaçınılmazdır.