LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 11
  • Öge
    Kent hakkı ve deprem politikaları: Dirençli İstanbul için tematik analiz
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-16) Erçin, Işıl ; Alkay, Elif ; 502191857 ; Şehir Planlama
    Kentleşme sürecinin, küresel ölçekte hızlı ivme kazanmasıyla birlikte, nüfusun büyük bir bölümü kentsel alanlarda yaşamaya başlamıştır. Bu durum, kentlerdeki sınırlı kamusal kaynakların ve olanakların yetersiz kalmasına neden olmuştur. Kentlerde işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi sorunların kentsel krizlere dönüşmesi sonucunda kentliler harekete geçerek, sorunlarına çözüm aramışlardır. Kentlilerin, kentsel yaşama dair ihtiyaçlarını ve memnuniyetsizliklerini dile getirmesini ve bunları talep etmesini ise 'kent hakkı' sağlamıştır. 1968 yılında Henri Lefebvre tarafından literatüre kazandırılan kent hakkı kavramı, geçmişten günümüze kentlerde yaşanan sorunların içinde umutsuzluğa kapılan kentlilerin, kentsel yaşamın kendilerine bahşettiği hakları talep etmesinin sloganı olmuştur. Uluslararası birçok dokümanda ele alınarak politik karar vericilerin benimsemesi gerektiğinin vurgulandığı kent hakkı kavramı, değişen kentsel dinamiklerle birlikte gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Kent hakkı, kentlerde hangi koşullarda yaşadığı fark etmeksizin herkesin hakkıdır; daha güvenli, daha adil, daha iyi bir kentsel yaşamı gerçekleştirme hakkıdır; kar peşinde olmayan kentin hakkıdır. Geçmişten beri depremler Türkiye kentlerinde, doğa olayları arasındaki en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Depremler, yönetimler tarafından oluşturulan politikalara göre afetlere dönüşmektedir. Bu nedenle kentleri deprem riskine karşı dayanıklı hale getirmek ve kentlilere daha güvenli ve daha iyi bir kent yaşamı sunmak için doğru politikaların oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Güvenli kentsel yaşamın sağlanması için ise kent hakkının varlığına ve bilincine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bu tez, kent hakkını temel haklar kapsamında görmektedir ve siyasi otoriteler tarafından verilen kararlarla ve alınan tedbirlerle kentlerde deprem riski karşısında kent hakkımızın korunması gerektiğini savunmaktadır. Kente dair hak temelli taleplerin deprem politikalarının kaynağını oluşturduğu çalışma kapsamında aktarılmaktadır. Bu tez, depreme dayanıklı kentlerin yaratılması için politika geliştirme süreçlerinde kent hakkının gözetilmesine katkı sunmayı amaçlamaktadır. Tez kapsamında Türkiye'deki ve İstanbul'daki deprem politikaları kent hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir ve deprem politikalarının kent hakkı temelli geliştirilmesi gereken noktalarına değinilmiştir. Tezde Türkiye'deki deprem politikaları önemli kırılma noktaları üzerinden dönemlere ayrılmıştır. Bu kırılma noktaları; 1999 Marmara Depremleri, 2002 yılında siyasi otoritenin değişmesi, 2011 Van Depremi ve 2023 Kahramanmaraş Depremleri'dir. İstanbul'daki deprem politikaları ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin öne çıkan politikaları üzerinden değerlendirilmiştir. Deprem politikaları, kent hakkını gözetecek şekilde temalara ayrılmıştır. Bu temaların değerlendirilmesi için nitel araştırma yöntemi olarak yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Görüşmeler, deprem politikalarında rol alması gereken paydaşlarla yapılmıştır. Bu doğrultuda görüşmeler; İBB, ilçe belediyesi, meslek odası, STK, özel sektör temsilcileri ve akademisyenlerle yapılmıştır. Görüşmelerden, belirlenen temalar için çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu çıkarımlar ile kent hakkının deprem politikalarında nasıl gözetileceğine dair temeller belirlenmiştir. Çıkarımlar, 'kent hakkı ve güvenli yaşam hakkı', 'mevzuat', 'siyasi tutum', 'kurumsal yapı ve entegrasyon', 'STK'ların katılımı', 'toplumsal katılım', 'toplumsal bilinç', 'afet sonrası süreç' ve 'olası bir deprem karşısında İstanbul' temaları altında aktarılmıştır. Tezin sonucu bağlamında şunlar ortaya çıkmıştır: Kent hakkının izinde daha güvenli ve daha iyi yaşamın sağlanması merkezi ve yerel yönetimlerin doğru politikalarıyla mümkündür. Politikalar üretilirken deprem siyaset üstü bir mesele olarak görülmelidir ve kurumlar arası işbirliği yapılmalıdır. Doğa olaylarının afete dönüşmesinin nedenini kadere bağlayan yaklaşım terk edilmelidir. Yöneticiler ve kent toplumu deprem riskine karşı bilinçlendirilmelidir. Politika oluşturma süreçlerine kentlilerin, STK'ların ve meslek odalarının katılımı sağlanmalıdır. Geleneksel deprem politikalarından vazgeçilerek risk azaltma çalışmaları etkin şekilde hayata geçirilmelidir. Kentlilerin taleplerini önemseyen modeller uygulanmalı ve yapılı çevre ile birlikte kentlerdeki toplumsal ilişkileri kapsayan kararlar alınmalıdır. Kent hakkını gözeten deprem politikaları, dirençli kentlerin yaratılmasına ve direncin sürekliliğinin sağlanmasına doğrudan katkı sağlayacaktır.
  • Öge
    Yüzey kentsel ısı adası yoğunluğu ve kırılganlığının araştırılması: İstanbul metropoliten bölgesi için çok boyutlu bir yaklaşım
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-06-15) Eminoğlu, Yusuf ; Çelik, Hüseyin Murat ; 502191867 ; Şehir Planlama
    Dünya genelinde metropol bölgelerdeki hızlı kentleşme ve nüfus artışı, küresel iklim değişikliğinin etkilerini şiddetlendiren ve kentsel ortamların bozulmasına yol açan bir olgu olan yüzey kentsel ısı adalarının (SUHI) meydana gelmesine neden olmuştur. Bu yüksek lisans tezi, hızla büyümesi ve gelişmesi nedeniyle önemli çevresel sorunlarla karşı karşıya olan İstanbul Metropoliten Bölgesi'nde SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan faktörleri araştırmaktadır. Araştırma, SUHI'lerin olumsuz etkilerini anlamak ve azaltmak için çok boyutlu bir yaklaşım benimsemekte ve şehir planlamacıları, politika yapıcılar ve araştırmacılar için bir dizi önemli bilgiler sunmaktadır. Çalışma, araştırma kapsamını ve hedeflerini özetleyen kavramsal bir çerçeve, çalışma alanının ve veri setinin ayrıntılı bilgilendirilmesini sağlayan üçüncü bölümü, parametrelerin elde edilmesi ve verilerin detaylı istatistiksel analizlerini içeren dördüncü bölümü, bulguların kapsamlı analizlerini, görselleştirilmesini ve değerlenedirmelerini içeren beşinci bölümü ve son olarak sonuçlar ve öneriler dahil olmak üzere altı ana bölüm halinde düzenlenmiştir. Araştırma, SUHI'lerin oluşumunda kentsel morfoloji, arazi örtüsü ve arazi kullanım şekilleri ve meteorolojik faktörler arasındaki karmaşık ilişkileri ve artan kentsel ısı adası yoğunluğuyla ilişkili potansiyel risk ve kırılganlıkları anlamaya odaklanmaktadır. Bu kapsamda, arazi yüzey sıcaklığı, vejetasyon varlığı, yapı yoğunluğu ve sosyo-demografik veriler gibi parametreleri kapsayan 17 SUHI kırılganlık indikatörünün derinlemesine bir analizi yapılmıştır. Veriler uydu görüntüleri, açık veri portalları, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olmak üzere çok sayıda kaynaktan elde edilmiştir. Jeouzamsal bağlamda çalışmada, İstanbul'da SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan temel faktörleri belirlemek için çoklu imaj işleme, mekansal regresyon analizi ve coğrafi bilgi sistemi (CBS) araçları gibi çeşitli istatistiksel ve coğrafi teknikler kullanılmıştır. Bulgular, kentsel morfolojinin, özellikle de yapı yoğunluğu ve yeşil alan kapsamının, İstanbul'daki SUHI'ların yoğunluğunu ve kırılganlığını belirlemede önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Örneğin, yapı yoğunluğundaki %10'luk bir artışın arazi yüzeyi sıcaklığında 0,8°C'lik bir artışa katkıda bulunduğu tespit edilmiş ve kentsel formun kentsel ısı adası etkisini şekillendirmedeki kritik rolü vurgulanmıştır. Çalışma, yüksek yapı yoğunluğu, düşük vejetasyon varlığı ve düşük yüzey albedo değeri ile karakterize edilen yüksek SUHI yoğunluğuna sahip sıcak noktaları tanımlamaktadır. Bu alanlar ağırlıklı olarak şehir merkezinde ve yoğun nüfuslu bölgelerde yer almakta ve halk sağlığı, enerji tüketimi ve çevre kalitesi açısından önemli riskler oluşturmaktadır. Araştırma, soğutma için artan enerji tüketimi, daha yüksek kirletici konsantrasyonları nedeniyle azalan hava kalitesi ve özellikle yaşlılar, çocuklar ve düşük gelirli topluluklar gibi hassas nüfuslar için ısıya bağlı sağlık risklerinin artması gibi artan SUHI yoğunluğuyla ilişkili potansiyel riskleri ve kırılganlıkları vurgulamaktadır. Bununla birlikte çalışma, kentsel dayanıklılığı artırmaya yönelik hedefli müdahaleler ve politikalar geliştirmek için kritik önem taşıyan SUHI kırılganlığının sosyal ve çevresel boyutlarını anlamanın önemini de vurgulamaktadır. Bulgulara dayanarak tez, İstanbul'daki SUHI'lerin yoğunluğunu ve kırılganlığını azaltmak için bir dizi hafifletme stratejisi önermektedir. Bu stratejiler arasında yüksek yoğunluklu SUHI alanlarında yeşil alan kapsamının en az %20 oranında artırılması, enerji verimli bina tasarımı ve güçlendirmenin teşvik edilmesi ve kentsel yeşillendirme ve gölgeleme önlemlerinin benimsenmesi, karma kullanımlı gelişimin teşvik edilmesi ve mevcut yeşil koridorların korunması gibi SUHI'ların etkilerini dikkate alan sürdürülebilir kentsel planlama politikalarının uygulanması yer almaktadır. Çalışma ayrıca, İstanbul Metropoliten Alanı'nın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uzun vadeli dayanıklılığını sağlamak için SUHI azaltım stratejilerinin kentsel planlama ve politika oluşturma süreçlerine entegre edilmesini önermektedir. Araştırma, SUHI ile ilgili zorlukları ele almak için yerel yönetimler, şehir planlamacıları ve toplum kuruluşları gibi birden fazla paydaşın dahil olduğu işbirlikçi ve entegre bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Bu multidisipliner yaklaşım, kentsel ısı adalarının karmaşık dinamikleri ve bunların kentsel dayanıklılık ve sürdürülebilirlik üzerindeki etkileri hakkında kapsamlı bir anlayış geliştirmek için gereklidir. Çalışma, önerilen azaltım stratejilerine ek olarak, SUHI müdahalelerinin etkinliğinin zaman içinde izlenmesi ve değerlendirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Bu sürekli değerlendirme, değişen kentsel koşullara ve ortaya çıkan zorluklara yanıt vermek üzere stratejilerin uyarlanması ve iyileştirilmesi için çok önemlidir. Ayrıca araştırma, SUHI olgusunun ve kentsel çevreler üzerindeki etkilerinin anlaşılması ve farkındalığının artırılması için paydaşlar arasında kapasite geliştirme ve bilgi paylaşımına duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Tez, SUHI azaltım önlemleri ile sera gazı emisyonlarının azaltılması, hava kalitesinin iyileştirilmesi ve sosyal eşitliğin teşvik edilmesi gibi diğer kentsel sürdürülebilirlik hedefleri arasındaki potansiyel sinerji ve ödünleşimlerin araştırılması da dahil olmak üzere gelecekteki araştırmalar için çeşitli alanlar da tanımlamaktadır. Bununla birlikte gelecekteki araştırmalar, SUHI ile ilgili risklerin ve kırılganlıkların izlenmesinde ve yönetilmesinde kentsel dijital ikizler, uzaktan algılama ve makine öğrenimi gibi yenilikçi teknolojilerin ve yaklaşımların rolünü keşfedebilir. Hülasa, bu yüksek lisans tezi, İstanbul'da SUHI yoğunluğuna ve kırılganlığına katkıda bulunan faktörlerin kapsamlı bir incelemesini sunmakta ve SUHI'lerin kentsel çevreler üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için çok boyutlu bir yaklaşım önermektedir. Bu çalışmanın bulguları ve önerileri, hızla büyüyen kentsel bölgelerde SUHI'lerin ve iklim değişikliğinin yarattığı zorlukların üstesinden gelmek için etkili stratejiler ve müdahaleler geliştirmek isteyen şehir planlamacıları, politika yapıcılar ve araştırmacılar için önemli bilgiler sağlayarak, metropol alanlarda kentsel sürdürülebilirlik ve iklim direncine ilişkin daha kapsamlı söylemlere katkıda bulunmaktadır.
  • Öge
    Sürdürülebilir kentsel ulaşımda yaya güvenliğini etkileyen fiziksel müdahalelerin İstanbul Kadıköy ilçesi örneğinde analizi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-03) Duman, Büşra Merve ; Ayataç, Hatice ; 502181854 ; Şehir Planlama
    Kentin dört temel fonksiyonundan birisi olan ulaşım, şehirlerin işlev alanları arasında bağlantıyı kurar ve kentlerin gelişmesinde etkin rol oynar. Kentsel ulaşım şehirlerin denetimli büyümesi ve gelecekteki ulaşım ihtiyaçlarının önceden tespit edilmesi amacıyla şehir otoriteleri tarafından planlanmaktadır. 19. yüzyılda sanayi devriminin etkisi ile kent nüfusunun artması ve kentlerin genişlemesi hız kazanmıştır. Bu dönemde otomobilin icadı ile ulaşımda motorlu taşıt kullanımı yaygınlaşmaya başlamış, kentsel ulaşım planlamasında taşıtları odağına alan klasik ulaşım planlaması yaklaşımı hakim olmuştur. Bu yaklaşım ile kentlerde yolların genişletilmesi ve yeni yollar açılması yerleşim alanlarının daha fazla genişlemesine sebep olmuştur. Bu durum kentlerde fosil yakıt kullanan motorlu taşıtlara olan bağımlılığın artması ile sonuçlanmıştır. 1973'de petrol krizinin etkisi ile meydana gelen fiyat artışları ve enerji krizi enerjinin verimli kullanılması gerekliliğini ortaya koymuştur. 1987 yılında gerçekleşen Dünya Çevre ve Kalkınma komisyonunun ortaya koyduğu sürdürülebilirlik kavramı ile ulaşım planlama sürecinde çevre, sosyal adalet ve ekonomik tutarlılık konuları öne çıkmıştır. Sürdürülebilir ulaşım kapsamında kentlerin bugün ve gelecekteki hareketlilik ihtiyacının insani değerlere ve ekosisteme zarar vermeden karşılanması amaçlanmaktadır. Kentiçi ulaşımda bireysel otomobil kullanımını azaltmak ve talebi ekonomik, adil ve çevreye zarar vermeyen ulaşım türleri ile bütünsel bir yaklaşımla koordineli bir şekilde karşılamak sürdürülebilir ulaşımın temel prensibidir. Yaya ulaşımı, bisikletli ulaşım ve toplu ulaşım ile birlikte sürdürülebilir ulaşım türleri arasında yer almaktadır. İdeal ulaşım pramidine göre kentlerde sürdürülebilir ulaşımın sağlanması için en öncelikli ulaşım türü yaya ulaşımıdır. İnsanlığın varoluşundan beri en temel ulaşım türü olan yaya ulaşımı çevreye, sağlığa ve ekonomiye katkı sağlar, sosyal etkileşimi güçlendirir. Sürdürülebilir ulaşım kapsamında yayayı odağına alan yaya öncelikli ulaşım planlama yaklaşımı geliştirilmiştir. Ulaşımda artan fosil yakıt tüketiminin çevreye ve şehre verdiği zarar karşısında son derece önemli bir rolü olan yaya ulaşımı 1960'lı yıllardan itibaren trafik sıkışıklıklarına bir çözüm olarak trafiğe kapalı yayalaştırılmış bölgelerle desteklenmeye başlamıştır. Yaya ulaşımının kentlerdeki önemi 2020 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından Covid-19 salgını ilan edilmesi ile daha da artmıştır. Pek çok şehirde yollarda taşıt hızlarının düşürülmesi, yaya ve bisiklet öncelikli yol düzenlemeleri, yayalaştırma kararları gibi yaya ve bisiklet öncelikli kararlar alınmıştır. İnsanların günlük ihtiyaçlarını yürüme mesafesinde karşılayabilmeleri için planlama stratejileri geliştirilmiştir. Yürüme eyleminin gerçekleştiği çevre koşulları, bir kentin ne kadar yaya öncelikli ve yürünebilir olduğunu göstermektedir. Yürünebilir bir kent, sağlıklı, adil ve çevre dostu özellikleriyle, sürdürülebilir bir kenttir. Şehirlerde motorlu taşıtların artan sayısı ile yayalar ve taşıtlar sıklıkla karşılaşmaktadır. Bu durum yayaların yaralanma riskini artırmaktadır. Yaya güvenliği yürünebilir bir kentin en temel bileşenlerinden birini oluşturmaktadır. Literatür çalışması kapsamında yaya güvenliği açısından incelenen Londra, Kopenhag ve İstanbul yaya ulaşım planlarında sağlıklı sokaklar yaklaşımı, bütüncül sokaklar yaklaşımı ve trafik kaynaklı yaya ölümlerini sıfıra indirmeyi hedefleyen 'vizyon sıfır' yaklaşımları öne çıkmaktadır. Yaya ve taşıtın sık karşılaştığı toplu taşıma istasyonlarına yaya erişim mesafesinn, kavşak noktalarının ve kazaların sıkça tekrarlandığı kaza kara noktalarının yaya öncelikli olarak iyileştirilmesi ve trafik sakinleştirme öne çıkan ortak stratejilerdendir. Literatürde yaya ulaşımında güvenliğin sağlanması için sokak ölçeğinde etkili olan müdahaleler incelenmiş, yaya ulaşım altyapısının eksikliğinin ve araçların hızlanmasına olanak tanıyan yol tasarımlarının, yayaların yaralanma riskini artırdığı görülmüştür. Kent içi yollarda taşıt hızlarının düşürülmesi ve trafik sakinleştirme uygulamaları ile bu stratejinin desteklenmesi yaya güvenliği açısından önemlidir. Yayalar, kaldırım yetersizliği, evrensel tasarım uygulamalarında eksiklik ve bağlantı noktalarının yetersiz kalması gibi durumlarda taşıt yolundan yürümeyi tercih etmektedir. Yayalar görüşlerini engelleyen yol üstü parklanmalar gibi uygulamalarda da yolu görmek için taşıt yoluna çıkmayı göze almaktadırlar. Gece yaşanan kazalarda sürücülerin yayaları görmediklerini ifade etmeleri sokak aydınlatmasının yaya güvenliği için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kentsel ulaşımda yaya ulaşımına teşvik için ortam güvenliğinin sağlanması en temel gerekliliktir. Bu çalışma kapsamında ulusal ve uluslararası literatür bağlamında bir kriter analizi gerçekleştirildi. Belirlenen kriterler çerçevesinde veriler, yerinde veri toplama yöntemi ve İBB CBS web uygulamasından yararlanılarak elde edildi. Toplanan veriler CBS ortamında mekansallaştırıldı ve puanlama yöntemi ile değerlendirildi. Tablo ve haritalama yöntemi ile raporlanan çok aşamalı bir değerlendirme modeli ortaya kondu. Bu model kapsamında İstanbul'un ilçeleri yaya yoğunluğu, yayaya çarpma kaza oranları ve yaya ulaşım altyapısına yönelik şikayetler üzerinden değerlendirildi. Değerlendirme sonucunda Kadıköy ilçesinde bulunan Söğütlüçeşme Aktarma Merkezinin yaya erişim mesafesinde kalan Söğütlüçeşme ve Kurbağalıdere caddeleri yaya güvenliği açısından öncelikli müdahale alanı olarak belirlendi. Değerlendirme modeli kapsamında taşıt hızları, kaldırımlar, bağlantılar ve görünürlük ana kriterler olarak belirlendi. Çalışma alanı 400m'lik yol kesitlerinde ana kriterlerle ilişkilendirilen 15 alt kriter üzerinden değerlendirildi. Alt kriterler 'yeterli', 'kısmen yeterli' yada 'yetersiz' olarak sırasıyla 2, 1 ve 0 puanlarına karşılık gelecek şekilde puanlandı. Her bir kesitin yaya güvenliği açısından yeterlilik düzeyi kriterlerden aldıkları puanlar ile belirlendi. Çalışmanın sonunda yaya güvenliği açından yetersiz bulunan kesitin ortam koşullarının iyileştirilmesine yönelik önerilerde bulunuldu. Bu çalışma kapsamında yaya ulaşımının güvenli bir şekilde teşvik edilmesi için en gerekli olan temel fiziksel müdahale önlemleri analitik bir yaklaşımla değerlendirilmektedir. Bu modelin şehir otoriteleri tarafından yaya güzergahlarının değerlendirilmesi, iyileştirilmesi ve takip edilmesi bakımından farkındalık yaratması, literatüre katkı sağlaması, şehirlerde yaya güvenliğinin sağlanması açısından iyi uygulamalara zemin hazırlaması beklenmektedir.
  • Öge
    Karadeniz Ekonomik İşbirliği bölgesinde deniz ticareti perspektifinden limanların ve rotaların analizi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-12) Çifçi Değerli, Burcu ; Baycan, Tüzin ; 502181852 ; Şehir Planlama
  • Öge
    Sürdürülebilir ulaşım bağlamında hizmet olarak hareketlilik (Mobılıty as a servıce – Maas): İstanbul
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-22) Çetiner, Vildan ; İnce Beyazıt, Eda ; 502191866 ; Şehir Planlama
    Hareketlilik kişinin bir yerden bir yere gidebilme kolaylığı, imkânı ve özgürlüğüdür. Hareket etmek bir yerden bir yere ulaşmak için bir araç olduğu gibi, kimi zaman amacın kendisidir. Pek çok yönüyle hareketlilik ve ulaşım gündelik yaşamlarımızı doğrudan etkiler ve yaşamlarımızın önemli bir parçasıdır. Ulaşım, temelde bireysel olarak, toplu taşıma ile ve bununla birlikte kapıdan kapıya ulaşım için toplu taşımayı destekleyen sistemler çeşitli ulaşım sistemleri ile sağlanabilir. Hareketlilik kalıpları / rutinleri ve buna bağlı olarak ulaşım tercihleri, kişilerin kişisel talep, tercih ve zevkleri doğrultusunda oluşabildiği gibi, ulaşım sistemlerinin etkisi ve gelişmişliği bu tercihlerin oluşmasında önemli bir etkendir. Kentleşmenin etkisinde hareketlilik ihtiyacının artması, gelişen süreçte otomobile dayalı "sürdürülemez" ulaşımın gelişmesini tetiklemiştir. Bu durum çeşitli ekolojik, ekonomik ve sosyal problemleri ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan problemlerin küresel bir kaygı haline gelmesi, ortak çözüm arayışlarını gerekli kılmıştır. Sürdürülebilir hareketlilik mevcut ulaşım paradigmasından kaynaklanan sorunların çözümüne yönelik, değişime dayalı ideal bir konsept olarak ortaya çıkmıştır. Ulaşımda sürdürülebilirlik yaklaşımı için çok türlü ulaşım ve entegrasyon, eşitlik, kapsayıcılık, verimlilik ve bütüncüllük önemlidir. Sürdürülebilir ulaşım tüm ulaşım türlerinin en uygun şekliyle, entegre biçimde kullanılmasına, aktif ulaşımın ve toplu ulaşımın desteklenmesine dayanır. Sürdürülebilir ulaşımın sağlanması, kent içinde yapılan yolculuklar azaltılarak, yolculuk mesafe ve süreleri kısaltılarak, politika tedbirleri geliştirilerek, türler arası aktarma desteklenerek, teknoloji kullanımı ile ulaşım sistemleri daha verimli hale getirilerek mümkün olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde ulaşımın sürdürülebilirliği anlamında, gelişmiş ülkelere kıyasla daha zor ve büyük problemler söz konusudur. Bu problemler yönetim yaklaşımı, ekonomik kısıtlar, toplumsal kalıplar, planlama yaklaşımı ve arazi kullanımı gibi çeşitli etkenlere bağlıdır. Buna karşın gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerde önceden deneyimlenmiş çözümleri yerel özelliklerine göre adapte etme avantajına sahiptir. Sürdürülebilir ulaşımın teknoloji ile ilişkisi vurgulanmakta ve teknolojinin bir araç olarak sürdürülebilir ulaşımı destekleyecek yeni çözümler sağlama potansiyeli tartışılmaktadır. Teknoloji temelli, potansiyel çözüm önerilerinden biri, "Hizmet olarak hareketlilik / Mobility as a service (MaaS)" yaklaşımıdır. MaaS günümüzde, dünyanın pek çok kentinde hala etki ve kapsamı incelenmekte olan güncel bir yaklaşımdır. Bununla beraber, daha sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin kentlerde var olabilmesi için gerekli "paradigma değişimi" kapsamında ihtiyaç duyulan aksiyonların uygulanabilmesi için potansiyel etkisi önemsenmektedir. MaaS bir akıllı ulaşım çözümü değildir fakat akıllı ulaşım çözümlerini kullanarak ulaşımda, ideal olarak, sürdürülebilirliği sağlamak adına bütüncül bir entegrasyonunun sağlanmasını vaat eder. MaaS yaklaşımı, talebe ve kullanıcı verilerine odaklı, kişiselleştirilmiş, pek çok anlamda çok türlü ulaşım sistemlerini entegre eden, farklı ödeme metotlarını ve avantajlarını kapsayan bir hizmeti ifade eder. Bunun yanı sıra ilgili aktörlerin ortak bir vizyonla hareket ettiği, organizasyonel ve kurumsal entegrasyonu gerektirir. MaaS, yalnızca bir mobil ulaşım uygulaması olmaktan öte, ulaşımla ilgili sürdürülebilirliği hedefleyen alternatif bir hareketlilik modeli olarak değerlendirilir. Çalışma kapsamında MaaS'ın temel özellikleri, sınıflandırma çalışmaları, aktörleri, gelişimi, sürdürülebilir ulaşım anlamında mevcut ve olası etkileri, vaatleri ve MaaS'a yönelik eleştiriler araştırılmaktadır. Son olarak hizmet olarak hareketlilik kavramı sürdürülebilir ulaşım ile ilişkilendirilmekte ve sürdürülebilir ulaşıma katkısı bakımından irdelenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde MaaS'ın, ulaşıma ilişkin sorunların çözümünde potansiyel çözümlerin oluşturabilmesi söz konusudur. Çalışma kapsamında gelişmekte olan ülkelerde MaaS üzerine yapılan araştırmalar ve bulgular incelenmiştir. Çalışma konusu olan İstanbul özelinde ulaşımın mevcut durumu, sorunları, sürdürülebilirliği ve ulaşımda dijital platformların kullanım durumu araştırılarak hizmet olarak hareketlilik anlamında potansiyeli irdelenmektedir. Bu anlamda İstanbul'da MaaS'a yönelik kullanıcı eğilimlerinin öğrenilebilmesi için farklı içeriklere sahip paketler kurgulanmış; anket çalışması ile bu paketlere olan tercihler kapsamında katılımcıların kişisel bilgileri ve ulaşım tercihleri analiz edilmiştir. Anket çalışması sahip olduğu kısıtlılıklar dolayısıyla pilot bir sana araştırması niteliğindedir. Buna karşın konuyla ilgili İstanbul'da öncül bir araştırma niteliğinde olup, MaaS'a ilişkin öngörünün oluşturulması ve gelecek çalışmalara yönelik fikir vermesi adına çıktılara sahiptir. Hareketlilik ihtiyaçlarına, kişisel özelliklere, ulaşımda teknoloji kullanım alışkanlıklarına göre farklı MaaS paket içeriklerinin tercih edildiği, MaaS paketleri oluşturularak ulaşım türlerinin entegre edilmesinin daha sürdürülebilir ulaşım türlerinin kullanımını, destekleyebileceği ve etkinleştirebileceği sonucuna varılmıştır. Bu çalışma gelişmekte olan ülkeler kapsamında ve İstanbul özelinde MaaS yaklaşımı ve sürdürülebilir ulaşım ilişkini araştırmakta, İstanbul'da sürdürülebilir ulaşım için MaaS uygulamasının geliştirilmesi için öneriler sunmaktadır.