LEE- Şehir Planlama-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 27
-
Ögeİstanbul'un çeperinde gıdayı müşterekleştirmek(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-04)Gıdanın kökeni, yerleşik tarım toplumlarının ortaya çıkışına kadar uzanır ve Gıdanın kökeni, yerleşik tarım toplumlarının ortaya çıkışına kadar uzanır ve toplumların beslenmesi ve ekonomik etkinlikler için temel oluşturmuştur. Ancak, zamanla kapitalizmin baskın hale geldiği dünya düzeninde, endüstriyel gıda sistemi tarımsal üretimi giderek daha fazla ticarileştirmiştir. Bu tez, İstanbul'un çeper bölgelerinde gıda üretimini inceleyerek, gıdanın bir müşterek olarak dönüştürücü potansiyelini araştırmaktadır. Çalışma, endüstriyel tarımsal üretim sistemine alternatif yaratma olasılığı sunan müşterekler kavramını temel almaktadır. Bu sebeple de endüstriyel tarımsal üretime yavaş yavaş hapsedilmeye çalışılan tarımsal üretim sürecinde alternatif yaratma olasılığı sunan müşterekler odak noktası olarak belirlenmiştir. Tezin tarımsal üretime odaklanarak kaleme alınması sebebiyle gıda müşterekleri kavramsal çerçevesi üzerinden konuya eğilinmiştir. Gıda müşterekleri, gıdanın sadece son tüketim ürünü değil, üretim sürecindeki soyut ve somut kaynakları da içeren bir yaklaşımla ele alınmıştır. Bu bağlamda, gıdanın tarımsal üretim boyutunda geleneksel tarımsal bilgi ve tohumların korunması ve paylaşılması önemli bir yer tutmaktadır. Araştırmanın çıkış noktası, İstanbul'daki gıda üretimidir. Gıdanın üretici motivasyonundan toprak mülkiyetine kadar geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gerekmektedir. Çeşitli kapatmalara ve özelleştirmelere maruz kalan çeper bölgelerdeki tarımsal üretim odak noktası olmuştur. İstanbul'un çeper bölgeleri, bu açıdan önemli bir bağlam sunmaktadır. İstanbul'un çeper bölgeleri, tarımsal üretimde bu bölgelerin kilit rolünü ve bu alandaki üreticilerin müştereklik imkânı yaratabilecek pratikleriyle birlikte karşılaştıkları zorlukları anlamak, yerel gıda sistemini daha geniş bir perspektiften değerlendirmek ve müşterek bir yaklaşımı temel alan gıda üretimine doğru bireysellikten kolektifliğe doğru atılacak önemli adımları keşfetmek amacıyla araştırma alanı olarak seçilmiştir. Kırsal kalkınma desteklerinin dışında kalan çeper bölgeler, ne tamamen kırsal ne de kent merkezi olarak tanımlanabilir; bu da daha detaylı bir inceleme gerekliliğini gösterir. Ayrıca kent merkezinde bireysel eylemlerin kolektif bir eyleme dönüşmesi sürecine yani bireylerin tek tek katkıda bulunduğu eylemlerin kolektif bir çaba olarak organize olup ve daha büyük bir politik eylem etkisine yol açtığı bir tarımsal üretim süreci hakimken çeperde bireylerin bağımsız olarak başlattıkları eylemlerin zamanla kolektif bir çaba haline nasıl gelebileceği daha zorlu bir süreçtir. Ancak, bireysel olarak inşa edilen gıda müşterekleri anlayışını bu ortak amaç etrafında toplayıp ve bu süreçte bireysel eylemlerin topluluk tarafından benimsenip genişlemesi yine de mümkündür. Bu nedenledir ki çeper bölgede gıdayı müşterekleştirmek adına bireyselleştirilmiş kolektif eylem başlatıp onu kent merkezlerindeki kent bostanları veya topluluk bahçeleri gibi "kollektifleştirilmiş bireysel eylemler" haline müşterekleştirme pratikleri ile dönüştürülebilir. Çeper bölgelerde, tüketici merkezli yaklaşımların aksine ürünlerin tarladan sofraya gitme hikayesinin başlangıç olan üretim süreçlerindeki sosyal ilişkileri ve dinamikleri ortaya çıkarmak için üreticilere odaklanılmıştır. Araştırma sorusu, "İstanbul'un çeper bölgelerinde gıdanın müşterekleştirilmesi, üreticilerin tarımsal üretim faaliyetlerini nasıl biçimlendirir?" olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, 19 üreticiyle yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakatlar yapılmış ve tematik analiz yöntemi kullanılmıştır. Analiz sonucu beş ana tema belirlenmiştir: İlk tema, çeperde tarımsal üretim hikayeleri olup, üreticilerin bu bölgelere geliş motivasyonlarını incelemektedir. İkinci tema, gıdanın çoklu anlamı üzerinde durarak, gıdanın yaşam kaynağı, ticari değer, geçim kaynağı, hak ve kültürel anlamları değerlendirilmiştir. Üçüncü tema, tarımsal üretim ve zorluklar olup, üreticilerin karşılaştığı zorluklar, yapılaşma baskısı, lojistik maliyetler ve endüstriyel tarımın küçük üreticilere etkisi gibi konuları ele almaktadır. Dördüncü tema, üreticilerin perspektifinden değerlendirmeler yaparak, yerel yönetimlerin teşvik ve destekleri ile üreticilerin memnuniyet ve eleştirilerini incelemektedir. Beşinci ve son tema ise, potansiyel müşterekler olup, üreticilerin geleneksel tarımsal bilgi ve tohumları paylaşma pratiklerini araştırmaktadır. Analizler aracılığıyla çeğer bölgelerde yer alan farklı üreticiler hakkında daha detaylı bilgi sahibi olunmuştur. Bu üreticilerin politika yapım süreçlerine aktif katılımlarını sağlamak amacıyla, üretici tiplerini daha sistematik bir şekilde belirlemek için araştırmada Weber'in ideal tiplerine referansla beş üretici tipi oluşturulmuştur. Bu tipler, çeper bölgelerdeki üretici çeşitliliğini yansıtmakta ve müşterek bir zeminde buluşmalarını kolaylaştırmak adına önemlidir. Bu ideal tipler şunlardır: Ekolojik Girişimciler, Çeper Bahçıvanları, Nesil Çiftçileri, Diversifikasyon Çiftçileri ve Verim Odaklı Üreticiler. Farklı tip aktörleri ve diğer paydaşları tamamen müşterek bir gıda sistemi alternatifine geçişte, mevcut endüstriyel gıda sisteminden heterojen bir üretici grubu için en yumuşak geçişi sağlamak üzere üç merkezli bir yönetim modeli önerilmektedir. Bu modelde gıdanın kamusal bir mal oluşunun temsilcisi olan devlet, gıdanın özel bir mal oluşunun temsilcisi olan özek sektör ve gıdanın bir müşterek oluşunun temsilcisi olan topluluklar yer alır. Bu model, devletin düzenleyici politikaları ve teşvikleri, özel sektörün yenilikçi gıda üretim teknolojileri ve verimliliği artırma çabaları ile koordine edilerek, müşterekliği ve müşterek ağı daha gerçekçi bir perspektifle yaratmayı hedefler. Topluluklar ise bu modele kolektif eylemler aracılığıyla katkıda bulunur. Toplulukların rolü açısından, çeper bölgelerde fiziksel olarak bir araya gelmenin zorluğu ve dijital platformlarda yaşanabilecek dijital eşitsizlikler göz önünde bulundurulduğunda, başlangıçta bireylerin gıda müşterekliği anlayışını benimsemeleri ve günlük tarımsal üretim pratiklerine bunu yansıtmaları önemlidir. Bu bireysel başlangıçlar, zamanla kolektif pratiklere dönüşebilir ve örgütlenmeler arasında bir ağ oluşturarak büyüyebilir. Bu süreç, bireyselleştirilmiş kolektif eylemlerden başlayarak kolektifleştirilmiş bireysel eyleme dönüşme süreciyle sağlanabilir. Kamu, özel sektör ve devlet işbirliği ile desteklenerek, sürdürülebilir ve etkili bir müşterek gıda yönetim modeli oluşturulabilir. Gıda müşterekleştirme ağları, gıda sisteminin tüm düzeylerinde faaliyet gösteren heterojen gıda ortak varlıklarını sistemik bir alternatife entegre etme fırsatları yaratır ve bu da gıda sisteminin tamamının (yeniden) müşterekleştirilmesi olasılığına işaret eder. Sonuç olarak, çeper bölgelerde gıdayı müşterekleştirmek ve tarımsal üretimin devamlılığını sağlamak için şu adımlar gereklidir: öncelikle üreticilerin dinlenmesi; ardından, mevcut tarımsal üretim pratiklerini sürdürülebilir, temiz ve adil gıda üretimini destekleyecek teşvikler hazırlamak; bu süreçte üreticiler arasındaki iletişimi sağlamak için yeni platformlar yaratmak ve bu platformlar arasında etkileşimi sağlayacak bir ağ kurmak. Bu mikro ölçekli nitel tez çalışması, çeper bölgelerde gıda müştereklerinin destekleyici niteliğini vurgulamaktadır.
-
Ögeİstanbul'daki üniversite öğrencilerinin konut şartları: Fenomenolojik bir yaklaşım(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023)Konut, en temel ihtiyaçlardan birisi olarak bireyler için önemli bir olgudur. Dolayısıyla konut ve konuta ilişkin meseleler eğitim hayatından, sağlığa, hayat memnuniyetinden, sosyalleşmeye kadar farklı şekillerde kişilerin hayatına dokunmaktadır. Bu yüzden konut; günlük hayatta, akademik ortamda ve politikada sıklıkla tartışılmaktadır. Öte yandan insan hayatı için önemine karşın konut, küresel çapta bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Farklı sosyo-ekonomik ve coğrafi özelliklere sahip çok sayıda ülkenin özellikle büyük şehirlerinde konut sorunlarıyla karşılaşılmaktadır. Büyük dünya kentlerinde kronikleşmiş yüksek barınma masraflarına bağlı sorunlar, Türkiye'de de gündemdeki yerini almış bulunmaktadır. Konuta erişimde zorluk, yüksek kiralar ve ücretler ekseninde gelişen tartışmalara ek olarak deprem gibi doğa olaylarına hazır olma seviyesi de sıklıkla tartışılmaktadır. Ülkemizde konut üzerine yapılan tartışmaların merkezinde İstanbul yer almaktadır. Hızlı nüfus artışı yaşanan kentte, konuta erişim giderek azalmakta ve barınma giderleri ödenebilir seviyeyi aşmaktadır. Bu durum İstanbul'da bulunan tüm sosyo-ekonomik gruplar tarafından farklı şekilde hissedilse de özellikle dar gelirli grupların artan barınma giderleri konusunda daha kırılgan bir yapıda oldukları söylenebilir. Bu açıdan ele alındığında kentteki en kırılgan gruplardan birisi olan üniversite öğrencilerinin durumu da dikkat çekicidir. İl dışından eğitim almaya gelen öğrenciler için barınma, çözülmesi gereken önemli bir hususu oluşturmaktadır. Bir yurtta kalmak veya ev kiralamak öğrenciler için en popüler seçenekler arasındadır. Ancak kentte artan konut masrafları barınma ihtiyacının karşılanmasını daha zor bir hale getirmektedir. Bu yüzden İstanbul'da barınma ihtiyacını karşılamaya çalışan üniversite öğrencilerinin, konut deneyimlerinin neler olduğu ile öğrencilerin barınma şartlarına ilişkin deneyimlerinin ve algılarının, İstanbul'da yaşama ilişkin bireylerin geleceğe yönelik beklentilerini nasıl etkilediği soruları bu araştırmanın sorunsallarını oluşturmaktadır. Sorunsaldan hareketle araştırmanın amacı İstanbul'da eğitim gören üniversite öğrencilerinin barınma deneyimlerinin ortaya konulmasıdır. Bu araştırma konutu barınma deneyiminin gerçekleştiği mekân olarak ele almakta ve fiziksel bir yapı olarak konuttan çok, konutun içinde yaşamını sürdüren kişilere mercek tutmaktadır. Araştırma amacına ulaşabilmek için nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırma yaklaşımı olarak ise fenomenoloji veri temini ve üretimi konusunda yapısal iskeleti oluşturmaktadır. Fenomenolojik yaklaşım gereği çok sayıda katılımcı ile yüzeysel görüşmeler yerine, az sayıda katılımcı ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Dolayısıyla yapılan analiz, İstanbul'da eğitim alan öğrencilerin tamamına yönelik genelleme yapmak gibi bir iddia taşımamaktadır. Araştırma sırasında veri ve bilgi temini için literatür taraması, rapor ve metin incelemeleri yapılmış olsa da araştırmadaki başlıca kaynağı katılımcılarla yapılan görüşmeler oluşturmaktadır. Görüşmeler 2022 yılının Nisan ve Temmuz ayları arasında 20 katılımcı ile İstanbul'da yüz yüze ve videokonferans yoluyla gerçekleştirilmiştir. Katılımcıları manipüle etmekten kaçınmak için önceden katı şekilde belirlenmiş sorular hazırlanmamıştır. Genel konu başlıkları belli olacak şekilde, sohbet arasında nispeten spontane şekilde sorulan yarı yapılandırılmış sorular tercih edilmiştir. Böylece katılımcı deneyimlerine doğrudan ulaşılmaya çalışılmıştır. Söz konusu görüşmelerde katılımcıların deneyimlerinin benzeşmeye başladığı görülmüş, tekrarın artmasıyla da görüşmeler bitirilmiştir. Alınan cevaplar ses kayıtları halinde depolanmış ve veriyi işlemek için Colaizzi'nin yöntemi kullanılmıştır. Bu işlem sonucunda İstanbul'a göç öncesi mekân algısı, İstanbul'a taşınma süreci, İstanbul'da barınma deneyimleri ve İstanbul'da barınma şartları konusundaki geleceğe yönelik beklentiler başlıkları üst-tema olarak kullanılmıştır. İstanbul'a göç öncesi üst-teması kendi içinde; tüm katılımcıların kent hakkında daha önceden beri bilgi sahibi oldukları görülmüştür. Bu durum İstanbul'un gerek ziyaretlerle gerek iletişim araçlarıyla sıklıkla görünür olmasıyla yakından ilişkilidir. Katılımcıların önceden ikamet ettiği kentlere kıyasla sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan dinamik olan İstanbul'u kaotik ve cazibeli olarak nitelendirdiği görülmüştür. İstanbul'a taşınma süreci üst-teması altında ise katılımcıların belleklerinde en çok yer tutan olgular kente varış aşaması ve onunla yakın zamanlarda deneyimlenen konut arama sürecidir. Yüksek konut fiyatlarının gündemde görünür olması, öğrencilerin önemli bir kısmının endişe duymasına neden olmaktadır. İstanbul'a taşınma sürecinde uygun fiyatlarda erişilebilir konut eksikliğinden kaynaklı olarak pek çok öğrenci kendilerine verilen süreyi yetersiz, yurtları ise alternatifsiz bulmaktadır. İstanbul'da barınma deneyimleri üst-teması altında ise pek çok alt-tema oluşmuştur. Bu alt-temalar genellikle konutların pahalılığı üzerinden şekillenmektedir. Ödenebilir fiyattaki konutlara erişimdeki zorluk, çoğu konutta kapasite üzeri kullanıma neden olmaktadır. Bu durum konut deneyimlerini etkileyen önemli bir noktadır. Nitekim kalabalık ortam; konutu paylaşma, gürültülü ortam, mutfak/yemekhane sıraları ve temizlik sorunları gibi yan sorunları beraberinde getirmektedir. Konut fiyatlarının yüksekliği öğrencilerin kampüs çevrelerinde bir konut bulmayı zorlaştırmakta yolda harcanan zamanı ve parayı arttırmaktadır. Konuttan etkilenen ve konutu etkileyen enflasyonist ekonomi, öğrencilerin sosyal ve kültürel yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir. Söz konusu durum öğrencilerin geleceğe bakışını da etkilemektedir. İstanbul'da barınma şartları konusundaki geleceğe yönelik beklentiler üst-temasında ise katılımcıların önemli bir kısmının İstanbul'daki kariyer fırsatlarının çeşitliliğine vurgu yaptığı görülmektedir. Öğrenciler için mezuniyet sonrası İstanbul'da geçirecekleri seneler, onların kişisel gelişiminde katkı yapacak bir fırsattır. Ancak konut fiyatlarının yüksekliği onların bu fırsattan yararlanmasını güçleştirmektedir. Bu araştırma sonucunda İstanbul'daki konut piyasasında görülen arzın ihtiyaçlarla uyumsuzluk gösterdiği görülmüştür. Konut arzında nitelik uyumsuzluğu sonucunda konut sorunları özellikle dar gelirli gruplar tarafından hissedilmektedir. İstanbul'daki üniversite öğrencileri açısından da barınma konusunun belleklerinde önemli bir yer edindiği, şartların son yıllarda ağırlaştığı, kira ve yurt ücretlerinin bütçelerinin üzerinde artış gösterdiği ve barınma memnuniyetinde olumsuz deneyimlerinin ağırlıkta olduğu görülmüştür. Ayrıca barınma masraflarının gelecekteki durumunun nasıl olacağı konusundaki belirsizliğin olumsuz etkisi de ifadelerde göze çarpmaktadır. Bu duruma karşın katılımcıların önemli bir kısmının İstanbul'da öğrenci olma deneyimiyle ilgili bir pişmanlık yaşamadığı, kentteki kaliteli üniversitelerden eğitim alma konusunda ve kentin imkânlarından yararlanma hususundaki kararlarından memnun oldukları görülmüştür.
-
ÖgeKültür ekonomisi: Bir kentin mirasının değerlendirilmesi, Diyarbakır örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02)Çağdaş kentsel gelişim politikaları yerel dinamikler, özgün kaynaklar ve değerlere odaklanırken, rasyonel kentsel politikalar üretmek kentsel gelişimin temelini oluşturmaktadır. Küreselleşen dünya ve hızlıca değişen dinamiklerin etkileriyle kültürün yerel kalkınmadaki payı önem kazanarak artmaktadır (Dünya Bankası,2011; Kagan ve diğ,2018).Yeni ekonomik coğrafyada kentsel gelişimin yeniden kavramsallaştığı alanlardan biri olan kültür ekonomisini anlamak (Gibson ve Kong,2005),kültürden katma değer üretmek, kültürü kentin gelişimine entegre edebilmek kritik öneme sahiptir. Böylelikle kültür ve ekonomi iç içe geçmekte kentsel, bölgesel ve ulusal ölçeklerde kentsel ekonomik gelişime olanak tanıyan üretim girdisine dönüşmektedir (KEA,2006). Kentsel politikalara dahil olan somut ve somut olmayan miras varlıkları salt koruma algısından uzaklaşarak ekonomik katma değer üreten potansiyeller olarak ortaya çıkmaktadır (Perry ve diğ,2018).Bu çalışma tarih boyunca stratejik konumu sebebiyle etnik, toplumsal, politik, idari ve ekonomik açılardan önemli bir kent olan Diyarbakır'ın yerel kültürel kaynaklarını kültür ekonomisi perspektifinden değerlendirmektedir. Kent pek çok medeniyetin izlerini barındıran, kentsel kimlik için önemli somut miras varlıklarıyla ve somut olmayan mirasından sinema, edebiyat, geleneksel zanaatlar, festivaller, müzik ve gastronomisiyle kültürel açıdan oldukça güçlüdür. Bu çalışmada kültürün ekonomik katkı sağlaması ve kentin doğrudan miras potansiyelinden faydalanabilmesi için kültür temelli kentsel gelişim senaryoları ile kamu kurum kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademi, özel sektör, meslek odaları, yatırımcılar ve yerel için yol haritası oluşturmak amaçlanmıştır. Çalışma bütününde kentin edebiyat, sinema, geleneksel zanaatlar (çinicilik, çömlekçilik, bakırcılık, gümüşçülük, kuyumculuk, demircilik, dokumacılık),yerel festivaller/bayramlar, müzik ve gastronomisi ekonomik katkı sağlama potansiyelleri nedeniyle incelenmektedir. Kültürün bölge ve kentsel gelişme politikalarındaki rolü, kültür yaklaşımlarının sektörel ilişki biçimleri, ekonomik kalkınma politikalarında ve eylem planlarındaki kültürün işlevi, kentsel gelişim politikaları üreten kurumların kültürün ekonomik katkısına yaklaşım biçimleri, kararların uygulanma süreçlerindeki etkin iş birlikleri, ana ve kilit aktörlerin mirasın ekonomik potansiyeline yönelik farkındalığı kültür ekonomisi ekseninde incelenip ilişkili kamu kurum kuruluşları, sivil toplum örgütleri, akademi, meslek odaları gruplarıyla 23 adet aktör görüşmeleri yapılarak kentin en etkili kültür mirasının ne olduğu, sürdürülebilirlikle ilişkisi, konuya yönelik problemler/potansiyeller/öneriler nelerdir sorularına yanıtlar aranmıştır. En temeldeki sorunlar kültür odaklı ekonomik strateji, konuya ilişkin farkındalık, iş birliği ortamı, nitelikli iş gücü ve etkin çözüm eksikliği; ekonomik engeller, kent vizyonunun yenilikten uzak oluşu iken temeldeki fırsatlar; kültür ekosistemiyle özgün kentin varlığı, geleneksel uygulamaların sürdürülmeye çalışılması ve güncel kültürel projelerin planlanması olarak tespit edilip Diyarbakır için kültürün kentsel gelişimdeki ekonomik katkısını ortaya çıkaran kültür eksenli kentsel gelişim stratejiler geliştirilmiştir.
-
ÖgeOptimization in spatial planning from generative design approach: The application for Göktürk, Istanbul(Graduate School, 2023-06-07)Cities, especially with the rapid industrialization period, are facing many problems today. Generating solutions to the needs of cities that are constantly and rapidly changing, unpredictable, influenced by many different systems, and affecting them is challenging for urban planners. While providing fast solutions to the rapidly changing problems of the complex urban system is almost impossible with human power alone, today, with the help of new technological tools such as geographic information systems, artificial intelligence, and computational design, it has become easier for urban planners to manage this chaotic process. These tools assist decision-makers in various stages of the planning process. Still, due to the need to respond quickly to the rapidly changing city, alternative creation stage is often skipped in a long traditional planning process, and decisions are usually made based on a single outcome. Therefore, this thesis aims to provide a framework that facilitates scenario development and alternative selection, often skipped in traditional planning. In addition, this framework aims to enable decision-makers to manage the unpredictable and rapidly changing complexity efficiently. In this study, generative design, one of the subheadings of computational design, was used as the primary work tool. It was selected due to it can focus on the entire process rather than the output product, and it can quickly reach the desired result by making changes within the process when the expected output is not achieved. This feature prevents the urban planner from returning to the planning process's beginning and wasting time. Instead, the urban planner becomes a manager of the whole process rather than the person producing the final product. With these features, the rapidly changing needs of the complex urban system can be responded to quickly within the long conventional planning process, providing time and cost savings. In addition to reacting rapidly, generative design can generate far more alternatives in a short period than human power can handle and helps urban planners make ideal choices among these possibilities. Göktürk neighbourhood of Eyüpsultan county, Istanbul, was selected to implement this tool as the case study area. Göktürk, where demand is increasing rapidly, has both gated communities and rural characteristics. Although, at first, it may seem that the gated communities in this area provide adequate facilities, they do not respond to the needs of the rapidly changing city due to the privatization of services. Therefore, Göktürk, chosen due to its complexity, was first analyzed to see how much it meets the demands. In the first part, a population projection was made for the year 2041, and it was investigated how adequate it will be in 2041, assuming the current land use has not changed at all. The Spatial Plan Legislation (2014) determines the minimum area requirements and walking distances that were also the limit for the analysis. The results show that all the kindergarten, primary school, secondary school, high school, health areas, sociocultural areas and worship areas are below the standards regarding the area size. In addition, accessibility ratios are also lower than the ideal, except for high school (98,9%). For the second part, the same analyses were made for plan decisions, and it was seen that land use decisions don't meet the standards like in the current situation. In the second part of the case study, three basic scenarios were primarily determined to support the urban planner's decision-making process for Göktürk. The first scenario was made to fill the gaps in the current situation; the second was also made to fill the gaps between the ideal situation and plan decisions; the third scenario was made to see the area's full potential, assuming that there was no defined land-use decision before. For this purpose, the Rhino Grasshopper plug-in was used as a generative design interface to create the design algorithm. For the algorithm, random parcel selection within limits determined for kindergarten, primary school, secondary school, high school, children's playground, health area and religious areas were parametrically introduced. These aims defined 14 fitness objectives of the algorithm as minimizing the difference between ideal and existing area size and maximizing the accessible housing parcels for kindergarten, primary school, secondary school, high school, children's playground, health area and religious area. In total, 15000 solutions were generated and after, these solutions were optimized by using NSGA-2(non-sorted genetic algorithm 2), 2835 of them located on the Pareto front. Finally, to narrow the selection space, the fittest solutions of each fitness objective and the average fitness rank = 0 of each scenario were represented to the decision-maker. To sum up, this new framework attempted to adapt to the rapidly changing city's need and control the planning process with multiple alternatives within the limits of Turkish planning standards for areal adequacy and accessibility. It is believed that this tool will start further discussions about a collaboration of urban planning and new technological decision support tools, their implementation at municipal levels, and their contributions to participation in decision-making by representing the alternatives and helping to select via optimizing.
-
ÖgeTomorrow's İstanbul: Adaptive urban flood mitigation planning for climate change-induced hydro- meteorological hazards(Graduate School, 2024-07-28)The urban flooding hazard occurrences increasing around cities worldwide, which directly affects infrastructure, economies, and inhabitants. The large number of people exposed to flood risks, 1.81 billion directly facing the threat of 1-in-100-year flood events (Jafino et al., 2023). This reality highlights the urgency of proactive intervention, demanding both mitigation strategies and adaptive approaches to weather the urban flooding. Climate change stands as a main contributor in this growing crisis. Its influence alters precipitation patterns, intensifies extreme weather events like hurricanes and cyclones, and pushes sea levels ever higher (IPCC, 2022). The hydro-meteorological hazards resulting from climate change have concrete consequences on several aspects in our lives and can have negative impacts on inhabited locations. The study materials have assessed research on urban flooding at worldwide, regional, and national levels. An aspect of the study focused on the varying dispositions of countries in different geographical regions towards urban flooding. In this analysis, the criteria of the nations were evaluated based on legal, administrative, and planning principles. This study's findings will provide insight into urban flood risk mitigation strategies that focus on building-level through adaptive urban planning. Adaptive urban flood mitigation planning (ad-UFMP) is the method of using adaptive spatial planning as a tool for lessening the impacts of extreme climatic conditions creates major floods in urban areas more frequently. Two stages of analyses evaluated for detecting most vulnerable urban flooding areas for ad-UFMP. In first stage, the urban vulnerability levels find outs then spatial environmental indicator uses for superposing to designate the case area. After detecting the surface situation in terms of permeability ad-UFMP suggest nature-based solutions in spatial level. The thesis examines the escalating risk of urban flooding in Istanbul and emphasizes the necessity of adopting a comprehensive strategy to mitigate the impacts of enhanced rainfall, rising sea levels, and inadequate drainage capacity. The proposed approach emphasizes a multifaceted response, encompassing vulnerability assessments, flood risk management strategies, adaptive spatial planning, and community engagement. This dissertation aims to address the complex issues of climate change, hydro-meteorological hazards, and adaptive urban planning in order to develop strategies for making implementation area more robust and flexible in terms of adaptability. The goal is to ensure that the city is well-prepared to withstand any future challenges. This framework, with its potential for wider application, will be used in Istanbul. As the tide of urban flooding rises due to human-induced climate change altered hydro-meteorological hazards, this research urges us to build not just seawalls, but resilient communities, capable of not just mitigating the floods, but adapting to thrive in the face of a changing climate externalities. The thesis study focuses on hydro-meteorological investigations of Istanbul to choose a suitable sample region. By systematically analyzing various datasets, certain regions were identified inside the provincial boundary. These findings, when applied to the planning areas of Istanbul, will aid in mitigating urban risk by implementing ad-UFMP method with adaptive spatial planning across many scales, ranging from the macro level to the micro level.