LEE- Mimari Tasarım Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Başlık ile LEE- Mimari Tasarım Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAfet sonrası geçici barınma amacıyla kullanılacak kamusal yapıların seçimi için bir model: Geçici İşlevsel dönüşüm (adaptive reuse)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-09-19) İdemen, Ayşe Esra ; Şener, Sinan Mert ; 502032002 ; Mimari TasarımAfet, "bir toplumun veya topluluğun işleyişini ciddi biçimde bozan ve kendi kaynaklarını kullanarak baş edebilme kapasitesinin üzerinde bir can kaybı, maddi, ekonomik veya çevresel kayba neden olan ani ve yıkıcı bir olay"dır. Bir afet sonrası meydana gelebilecek en önemli ve en büyük toplumsal hasarlardan biri de barınma ve konut sorunudur. Bu anlamda, afet sonrası devlet eliyle gerçekleşen müdahale stratejilerine bakıldığında, bu sorunun çözümü, genellikle hızlı ve esnek barınma çözümlerine (çadır kentler, kamplar, prefabrikler vb.) dayanmaktadır. Bununla birlikte, afet mağdurlarının acil barınma ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan çeşitli çözüm modelleri arasında mevcut binaların geçici "İşlevsel Dönüşümü" de (İng. adaptive reuse, AR), hem düşük maliyetli hem de pratik bir çözüm olarak değerlendirilebilir. İlgili literatürde, mevcut yapıların toplu barınma amaçlı işlevsel dönüşümü, bir "geçici yerleşke" seçeneği veya tipolojisi olarak da adlandırılabilecek "kolektif merkezler" kategorisi altında sınıflandırılmaktadır. Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) Aralık 2013 yılında yayınlanan Türkiye Afet Müdahale Planı'nda (TAMP Bölüm 1.8 Varsayımlar) "yiyecek, içecek, giyecek, barınma ve benzeri acil yardım ihtiyaçlarının belirlenmesinde ve temininde acil yardım süresinin 15 günden daha fazla olabileceği" varsayımı yapılmaktadır. Bu anlamda, afet sonrası normal yaşama geçiş sürecinin kısaltılmasına ve barınma konusunda devlet ve sivil toplum kuruluşlarının yükünün hafifletilmesine katkıda bulunabilecek çözümlerin araştırılması önem kazanmaktadır. Bu öngörü ile bu çalışmada AFAD tarafından İstanbul il sınırları dışında kurulması planlanan konteyner kent ve çadır kent çözümlerine ek olarak, yapılaşmış şehir dokusu içindeki alternatif barınma kaynaklarının da kullanılabilirlik potansiyelinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Afet hallerinde pek çok acil durum işlevine ihtiyaç duyulmakla birlikte, karar vericiler için hızlı, ekonomik ve sürdürülebilir bir çözüm olarak özellikle geçici barınma işlevi ve yapılarda geçici işlevsel dönüşüm (İng. temporary adaptive reuse) konusu ele alınmıştır. İşlevsel dönüşüm mimaride "tarihsel olarak önemli binaları yıkımdan korumak için bir yöntem" olarak adlandırılırken, gayrimenkul alanında "bir arazi veya yapı için yeni bir kullanım bulmak adına kapasitesini, işlevini ve performansını değiştirmek için bakımın ötesinde ve üzerinde herhangi bir işlem" olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda geçici bir süre için toplu barınma merkezi olarak hizmet verecek binalara yapılacak ve afetzedelerin yararına, olası riskleri azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir müdahale, işlevsel dönüşüm ile yeniden kullanım altında sınıflandırılabilir. Afet halinde okullar, kışlalar, toplum merkezleri, belediye hizmet binaları, spor salonları, oteller, depolar, kullanılmış fabrikalar gibi mevcut yapılar acil durumda afetzedeleri bir arada barındırmak üzere kullanılacak birer seçenek olarak düşünülebilir. Bununla birlikte, bu gibi yapıların afet sonrası kullanıma uygunlukları tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. Bu alanda farklı kırılgan gruplara odaklanan AFAD, 2015 yılından bu yana kamu ve özel sektör yapılarına yönelik çeşitli çalışmalar yapıyor olsa da, bu yapıları sistematik olarak değerlendirecek kapsamlı bir bina değerlendirme modeli yalnız Türkiye'de değil, dünyada da mevcut değildir. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada, Türkiye ve benzer afet riski altındaki ülkelerde de uygulanabilecek, pratik faydaları olması muhtemel "Geçici işlevsel dönüşüm potansiyeli (ARP) değerlendirme modeli" için bir çerçeve önerilmektedir. Afet sonrası yerinden olmuş kitleleri barındırmak için hızlı kararlar almak zorunda olan karar mercilerinin, sadece afet sonrasında değil aynı zamanda afet öncesi afete hazırlık aşamasında da böyle bir işlevsel dönüşüm modeli uygulamasından yararlanması muhtemeldir. Bu uzun vadeli süreçte mimarlara da önemli görevler düşmektedir. Bu tez çalışmasının birinci bölümünde çalışmanın amacı, yöntemi ve yapılan literatür çalışması üzerinde durulmuş; ikinci ve üçüncü bölümde, çalışma kapsamında gayrimenkul sektöründe kullanılan kar amaçlı geliştirilen uluslararası bina değerleme modelleri ile kamu yararı gözeten afet literatürü ve toplu barınma ile ilişkilendirilebilecek ilgili standartlar incelenmiş; dördüncü bölümde ölçütler ortaya konmuş, veto ölçütleri belirlenmiş; Çok kriterli karar verme (ÇKKV) yöntemlerinden AHP tanıtılarak, bu kriterlerin nasıl ağırlıklandırılabileceği üzerinde durulmuş; saha değerlendirme formları oluşturulmuş, modelin test edilmesi amacı ile barınma amaçlı kullanılabilecek 2 eğitim yapısı bu formlar aracılığı ile değerlendirilmiş; beşinci ve son bölümde karar vericiler için önerilen modelin kullanımı ve alt süreçlerine dair bir akış şeması tanıtılmış, modelin okul binalarına uygulanması neticesinde elde edilen bulgular ortaya konmuş ve sonuçlar tartışılmıştır. Bu çalışma ile afet öncesi süreçte yapıların acil ve geçici barınma halinde avantaj ve dezavantajlarının ortaya konması, varsa yapısal problemlerinin önceden belirlenmesi, muhtemel risklerin azaltılması ve bertaraf edilmesi hedeflenmiştir. Barınma problemi üzerinden kamu yapılarının afete cevap verebilirliğinin (resilience) artırılmasına dair bir model ve yöntem önerilmiş, normları ve yönetmelikleri esas alan değerlendirme kriterlerine dayalı tasarım yaklaşımı ve uygun yer seçimi ile kırılgan grupların maruz kalabileceği risklerin azaltılabileceğinin mümkün olduğunu ortaya koyan aydınlatıcı sonuçlar alınmıştır. Çalışma bulguları, okul, spor salonu, kültür merkezi, cami gibi çeşitli kamu yapılarının, bir afet veya acil durumda da kullanmaya elverişli esneklikte tasarlanmasını mümkün kılacak mevzuat değişikliklerine gidilmesi ve mevzuat içeriklerinin bu amaçla gözden geçirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Çalışma kapsamında ele alınan kriterler ve model önerisi, gerek afet sonrası barınma amaçlı hizmet vermesi planlanan mevcut binaların dönüştürülmesi, gerekse afet endişesi güden yeni tasarlanacak binalar için kolaylayıcı ve belirleyici bir bakış açısı sunmaktadır. Önerilen model, gelecekte kapsamlı bir proje dâhilinde geliştirilerek, çeşitli dijital araçlar aracılığı ile sivil toplum kuruluşları ve afet hallerinde yetkili karar verici mercilerin kullanabileceği bir veri tabanı, bir ara yüz ve uygulama ile bütünleştirilmek suretiyle daha erişilebilir ve yaygın kullanılır bir araç haline gelebilir. Bina değerlendirmelerinin disiplinler arası bir uğraş kapsamında uzmanlarca gerçekleştirilmesi gerekliliği, ilgili meslek alanlarından uzman yetiştirmek ve istihdam yaratmak adına da dolaylı bir fayda sağlayabilir. Bu çalışmanın hem ulusal hem de uluslararası düzeyde, afet öncesi ve afet sonrası süreçlerde, afete hazırlık ve afete cevap verebilirlik kapasitesinin güçlendirilmesine önemli katkıları olacağı umulmaktadır.
-
ÖgeAffordability and quality issues in social housing; a comparative study in selected European countries(Graduate School, 2022-02-17) Gharanfoli, Shilan ; Dülgeroğlu, Fazilet Yurdanur ; 502112010 ; Architectural DesignIn recent years, there has been an ever-greater demand for affordable housing in metropolitan regions. However, with rapid urbanization and population growth, housing people in decent conditions has become challenging. Access to affordable housing has become more critical, particularly in the global emergency posed by COVID-19. Despite all efforts to tackle housing shortages, the issue continuously increases. The quantity of housing is not the only issue; the quality of the living environment also plays an important role. Today, people's living conditions have changed, and social housing needs to accommodate a greater diversity. Social housing must be more inclusive and multigenerational to be sustained for a long time. This research examines the relationship between housing quality and affordability and the possibility of reconciling these seemingly contradictory concepts in social housing design. The study rethinks the role of architectural design principles and housing policies in transforming social housing. The study compares European attitudes toward social housing policies and implementations of their integration into global housing policies. It is based on multidimensional research that combines quality and affordability aspects. The literature review indicates that the attitude toward the concept of housing affordability has changed; it is not only assessed in terms of economic viability, but it extends to border issues related to housing quality, neighborhood quality, and quality of life. Lack of balance between quality and affordability will be economically and socially costly throughout the life-cycle of housing and directly impacts dwellers' life quality. While considering this balance, social housing design provides more potential for sustainable developments. The research also developed a social housing timeline model (1984–2018). A historical timeline of social housing provides a better perspective for creating a successful project. It examined the transformation of social housing in four selected European countries and five historical periods. The selected countries for research are the UK, the Netherlands, Austria, and France. They were chosen for analysis because they have a long history and the highest percentage of social housing in Europe. The timeline model presents the transformation of social housing from the 19th century to the present. The status of social housing has risen and fallen over time. Population, household size, ownership status, rents, the quality of indoor and outdoor public amenities, and crime rates have all changed, and these have affected social housing. Besides assessing its transformation as a whole process, the research also investigated sixteen projects from different countries and periods. In other words, the study indicates that changes and the extent of issues vary across projects and over time. It evaluated projects in the four countries during four periods, assessing transformations of concepts, practices, and policies throughout the history of social housing. In this sense, the thesis represents social housing transformation through those sixteen case studies in Europe. It examines the renovation of significant social housing projects, both completed and in development, at various urban scales, from the neighborhood and public spaces to blocks and residential units. Also, different periods of transformation and the main changes in housing design and policy that have affected social housing architecture are examined. For this purpose, the research developed a multicriteria framework to analyze the dynamic relationship between housing quality and affordability. The multicriteria set includes ten aspects: accessibility, identity, diversity, adaptability, density, privacy, safety, social interactions, energy efficiency, and cost-efficiency. The research applies this framework to case studies to explore aspects that enhance the design quality and housing affordability of renovated social housing. As a result, comparing case studies illustrates the success rate of social housing in terms of design principles and their contribution to designing more affordable housing. The case study analysis makes it possible to understand better each social housing regarding the defined set of criteria in terms of quality and affordability. Also, intervention methods used for the renovation of case studies are compared, and their effects on housing quality and affordability are investigated. The physical intervention strategies related to modifying existing units and adding new units help to improve housing diversity, adaptability, and density. The physical interventions related to renovating the facade offer several solutions and arrangements for promoting the physical identity. Enhancing the building's connection with its neighborhood through physical interventions promotes social interactions, enhances privacy, ensures safety for its tenants, and generates housing diversity and mixed-used developments. This research tries to bring together a remarkable selection of architectural case studies, from award-winning projects to thought-provoking speculation on housing redevelopment. It analyzes the transformation of social housing from the 1900s to the present and the complex social housing issues revolving around how authorities, in collaboration with architects and residents, can address profound social housing solutıons to create more high-quality and affordable housing. The findings from literature research and case study analysis are used to propose new social housing improvement strategies. This proposed framework includes physical, socio-cultural, and economic dimensions to improve housing quality, strengthen balanced communities, and create a more affordable housing. The proposed methods indicate that hybrid partnerships that create mixed-use projects are a new paradigm for successful social housing redevelopments. The future of social housing depends on partnerships, people-based design, and place-based planning that make mixed developments. According to the comparative analysis of selected countries and case studies, the redevelopment of most large-scale social housing projects has led to changes in tenure, typology, density, and delivery methods. The most significant shift in social housing is toward public-private partnerships, mixed-use development projects, sustainable architecture, and new forms of living. After many years of standard dwellings, some European countries began to experience a new era in social housing design. The research examined social housing from a new perspective to understand its aspects and interrelationships. In this sense, the research provided a holistic and transdisciplinary model based on planning, design, construction, social interaction, policy, and financing strategies. Indeed, the developed set of criteria for housing quality and affordability and the proposed integrated social housing model make it possible to redevelop social housing sustainability. This integrated social housing model can help designers, decision-makers, and university authorities better understand the relationship between housing quality and affordability to create sustainable social housing developments. It also provides opportunites. Further studies toward developing a more comprehensive and in-depth knowledge base are possible by adding new indicators to have a more detailed examination of sustainable social housing. Also, the study's findings are significant in transferring aspects to other contexts.
-
ÖgeBiophilic design efficiency on humans' well-being in daily life with an atmospheric approach(Graduate School, 2021-12-06) Bayatmaku, Shaghayegh ; 502181029 ; Architectural Design ; Mimari TasarımAccording to studies on the human-nature relationship, it was revealed that urbanization and urban transformation projects failed to protect and enrich natural elements in their designs. Instead, building construction grew significantly for more financial benefit. Therefore, people who lived in the buildings, which were themselves a part of nature and humans directly related to nature, became isolated in buildings with fewer signs of natural elements. This study aims to reveal how people compensate for the lack of nature in capitals and investigates humans' well-being in their preferred places. In fact, what puts a space in a way that can make us feel calm is the potential in space to experience with all of the five senses and not just the vision, which gives us the entire presence at the present moment in the space that is known as the source of calmness. Having such space is not possible with a place that is merely a physical entity, unlike it needs an attempt to improve the atmosphere of the place. Studies about nature turned out that the atmosphere of nature is an ideal one that has been experienced and tested by humans and resulted in calmness. Thus, to approach the thesis aim, a literature review was gathered that consists of several studies on "Biophilic Architecture" and "Atmosphere of the Place," which make an effort to define an architectural design framework that affects human experience pleasantly in daily life. These studies represent a framework that gives humans a multisensory experience that enables them to feel the entire presence at the present moment in space. This experience results in human well-being in terms of physical, psychological, and mental. Besides, it addresses the main questions of "What is the efficiency of biophilic design with an atmospheric approach on humans' well-being in their preferred spaces in daily life?" and "What is the correlation and intersection between biophilic design patterns and atmosphere optimization factors?" that have some sub-questions. These sub-questions include "What are Peter Zumthor's atmospheric patterns?", "Which atmospheric and biophilic patterns are used in people's preferred places in daily life?", "What is the relationship between people's biophilia measure and the preferred places?" and "Which patterns could result in humans' presence at the present moment in the preferred places?". This study is qualitative and quantitative and tries to provide answers to the questions by phenomenological content analysis, researcher triangulation using focus group discussion, and questionnaire. It embraces a phenomenological content analysis of Peter Zumthor's "Thinking Architecture" book to clarify the factors optimizing the atmosphere of a place. It tries to expose the correlation and intersection between them and biophilic design patterns to highlight the most critical factors. A researcher triangulation using focus group discussion was conducted with three senior architects working in this field to prove the validity of the content analysis and the found patterns. According to the findings, a questionnaire was designed and asked from 132 Iranian architects (25-40 years old) to prove the factors and express their efficiency in people's daily lives and their preferred places' design. The most efficient patterns extracted from the questionnaire are compared with the found patterns in the previous steps' results to prove them. Furthermore, the questionnaire asked about participants' Biophilia measure (affinity toward nature), their well-being in their preferred places, the function of the place, participants' satisfaction of the places, and their preferred places' architectural characteristics in terms of biophilic design patterns and found atmospheric factors. There were some questions about participants' feelings in their preferred places and their relationship with the place, such as the "Sense of belonging" level to investigate the relationship between these items with the considered biophilic and atmospheric patterns and the "Presence at the present moment" level. So, this research aimed to obtain findings related to the crucial impact of "Biophilic design" and the "atmosphere of the place" on human well-being. According to existing literature and participants' responses, it exposes the correlation and intersection between biophilic design patterns and atmosphere optimization factors to highlight the most critical factors to have the experience of "Presence at the present moment." Finally, it suggests several patterns to have a biophilic atmosphere in humans' preferred places that make people healthy and well in their daily lives.
-
ÖgeCinsiyetli mekânsal hareketlilikler: İş ve evin müzakere alanları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-18) Armağan, Oya Yeşim ; Aksugür Akpınar, İpek ; 502181027 ; Mimari TasarımBu araştırmanın sunduğu tartışma zeminine dayanarak şu sonuca varılabilir; ev ve iş hem kentsel alanda hem de evsel alanda bir müzakere halindedir ve bu alanlar karşılıklı kaymalar yoluyla tanımlansa da aslında toplumsal cinsiyet ve konumlar gözetildiğinde tek bir model çizilemeyecek kadar karmaşıktır. Bu bulgular mimarlığı mekanları sabitlikler üzerinden ele almak yerine; çoklu, öznel ve diferansiyel coğrafyalar aracılığında mekânsal hareketlilikler tarafından yeniden düşünmeye davet eder.
-
ÖgeCorrelations between composition attributes of architecture and music(Graduate School, 2021-02-17) Tayyebi, Seyed Farhad ; Demir, Yüksel ; 502132007 ; Architectural Design ; Mimari Tasarım"I call architecture frozen music" by Johann Wolfgang von Goethe vividly expresses the great linkage between architecture and music. The architects applying music in building design are increasing in numbers, and interrelated projects are getting progressively widespread. Interestingly, most of the interrelation between architecture and music, in various scales, are formed by some assumed correlated parameters regardless of the feeling arousal of the attribute to the listeners and observers, which are mostly based on the subjective artists' opinion or rooted in more-objective scientific issues. For instance, 'interval' in music has been arguably understood as 'proportion' in architecture; accordingly, the harmonic musical interval applied in architectural ratio with the hope of acquiring pleasant architectural proportion. But is there any correlation between the preferences of satisfactory musical intervals and their transformation into architectural proportions? From this perspective, this research aims to explore the correlations between the preferences of architectural and musical attributes from the subjective people's point of view rather than the artist's opinion or merely through an objective perspective. Thus, this study aims to answer the following questions. • Is there any correlation between the preferred architectural and musical attributes of people? What are the most frequently correlated attributes? • More specifically, on a small scale, which musical instruments preferences correlate with architectural material preferences? On a large scale, which musical attribute preferences correlate with architectural attributes preferences in general? At first, a pilot study has been conducted to examine the methodology through exploring the correlation between architectural attributes and musical attributes across limited demographic classes (S. F. Tayyebi & Demir, 2020). By learning from it, two other studies find an answer to the questions. The first study, as a small-scale investigation, has explored the preference correlations between the attributes related to architecture material and musical instruments. Another study, as a large-scale investigation, has scrutinized the correlation between the general attribute preferences of architecture and music across a wide range of demographic classes. Despite some tiny differences, the methodologies of the three papers have an identical structure. The methodology has three phases presented in Figure 4.1. The first phase provides a clear list of the considered attributes, based on two studies conducted during the dissertation progress (S. F. Tayyebi & Demir, 2019) (S. F. Tayyebi et al., 2020), though they can also be seen as part of the limitations of the dissertation. After examining eight different methods and discovering the most reliable method to extract the personal preferences of architectural attributes (Tayyebi & Demir, 2020), a survey is then prepared and distributed worldwide on the QuestionPro platform to collect the individual's demographic information, the musical attribute preferences, and architectural attribute satisfaction. In the second phase, the participants' responses were analyzed, and the unreliable responses were filtered to provide a complete set of attribute preferences of valid participants. Finally, in the third phase, Pearson's correlation coefficient analysis examined the correlations between every single attribute within different demographic categories. The outcomes of the analysis were then filtered by the correlation p-value, to skip the statistically invalid correlations. The second and third studies also integrated with Bonferroni correction, as a second filtering technique, to skim off the utmost reliable correlations. Clustering method has also applied to the third study to summarize the correlated attributes provide a holistic understanding of the correlation trends. As the first outcome, all the studies confirm the importance of demographic classes in the correlations exploration between the preferences of architectural and musical attributes. Not only the trace of age and gender apparently exists in the discovered correlations, the large-scale study considering the participants' education shows that even education more than age and gender impacts on the discovered correlations. It reinforces the importance of the three demographics. Along the same line, some demographic classes, attribute categories, and the attributes themselves reflect higher number of correlations. For example, females more than males, material color and material qualities more than material reflection and texture, symmetry more than indentation and stress, and genre more than psychological attributes of music show correlation. Furthermore, within genre category, rap and jazz, and within the psychological attributes of music, sophisticated and poetic/deep have higher number of correlation and thus may reflect better the preferences of some attributes in another field. Regarding the aim of the paper, Pearson's analysis results of the two main studies in small and large scale are indeed the outcome of the study, and thus presented in appendices. For example, the first study, concerning architectural material and musical instrument correlations, shows that preferences of cello for mature females reflect higher satisfaction for brick, full of texture materials, aluminum, reflective, and light-colored material. The results of the large-scale study show male musicians, mature musicians, and even architect-musicians who are interested in sophisticated music tend to prefer sophisticated architectural forms. Rock follower musicians are less satisfied with complicated architectural forms. Preferences for sad music for female architects tend to have a preference for horizontality in building forms. The outcomes of the large-scale study, exploring a large number of correlations, are also clustered to provide a holistic understanding of the correlations. On its basis, those who prefer Complicated music seems to have more positive opinions about Complicated architectural forms. There are strong correlations, albeit very few in number, that shows those who like Dance music seem to prefer Rhythmic and complicated buildings. Among the Mellow music followers, in general, Simple architectural forms were found more satisfactory. Joyful music followers seem to tend towards regular patterns in architecture. Those who enjoy Rap have a preference for either regular or irregular patterns that exude a sense of repetition in the formal structure. Finally, this explorative study confirms the existence of numerous correlations between architectural and musical attributes, thereby proving the potentials of applying the resulting insights into future building design and further investigations.
-
ÖgeDevelopment of BIM learning scenarios for architectural education( 2020) Hatidza, Çapkın ; Çolakoğlu, Meryem Birgül ; 630324 ; Mimari Tasarım Bilim DalıNowadays, tending towards the adoption of digital technologies and building information modeling (BIM), architectural education is going through transformation. BIM is a digital model-based technology linked with a database of project information which is led by the idea to reintegrate design, construction, and project management, reducing project delivery time and overall costs (AIA, 2007). BIM represents a large innovation in architecture, engineering, construction and operation (AECO) industry with significant upside potential, but it also represents, as most innovations do, a disruption to established culture and associated modes of practice and education. The inclusion of BIM in architecture, as well as engineering and construction academic curricula has gathered significant pace over recent years. The patterns of this inclusion vary significantly from country to country having different approaches, strategies, methods, and challenges associated with professional and academic environment. While schools in some contries have structured approaches to adopting BIM in education and develop methods for its improvement, in countries like Turkey, many architecture educators still ask: 'What is BIM and why do we need it?'. In past two decades, there has been a visible increase of publications in the area of BIM teaching in architectural education and signs that it is becoming a growing field of research. However, there is a lack of agreement among scholars and educators on how should it be done. While some see it as an opportunity to improve the existing education, others consider it a threat to the creative development of students and the disruption of long-established models of educating architects. In addition, there is a lack of agreement on whether BIM should be approached in architectural curricula as a tool/skill issue, a new form of design practice or a professional organizational method. As a consequence, the question of how and when to introduce BIM into architectural education remains to be opened and exploring innovative approaches is needed. Furthermore, this issue has not been studied with a significant level of depth locally. In order to improve the current practice in Turkey and better respond to the emerging requirements, there is an urgent need to raise the BIM awareness and knowledge in local AEC firms and schools. To address this need and to contribute to the aforementioned discussion, this thesis explores the ways of introducing BIM in architectural education with a specific focus on Turkey. In doing so, this study accomplished the following objectives: it provided an overview of global and local perspectives on BIM in architecture education; it conducted a multi-level case study to develop and test three BIM learning scenarios; assessed the case study results and discussed their contribution to the future development of a model for BIM adoption in architectural education in Turkey. This thesis proposes different 'BIM learning scenarios' for architecture schools without developed BIM tradition. The BIM learning scenario represents a flexible structure organized within the agenda of four basic questions: why (objectives), what (contents), how (methods), and who (management). It proposes a strategy for introducing BIM in architectural education which is defined by the means of an exchange of experience between the academic world and practice. It also prioritizes self-learning and student-centered approach which are one of the key requirements of 21st century curricula. To accomplish the main research goals, this study used a mixed-method research approach that combined quantitative and qualitative methods, such as literature review, survey, focus groups, interviews, and case study. The exploratory nature of the study necessitated a flexible research approach. Thus, action research strategy was adopted to design the research development process. Following the logic of action research, the development process of the case study was designed in three consecutive levels. This study provides valuable insights into the local perspectives on BIM which is generally lacking in the research literature. Data collected from observations, surveys, and interviews with local practitioners and educators can inform future initiatives for planning BIM in architectural education. The three BIM learning scenarios, developed and tested in this study, represent flexible structures for organizing objectives, contents, methods, and people involved in the learning process. They propose a strategy for introducing BIM in architectural education which is defined by the means of an exchange of experience between the academic world and practice to simulate professional practice in the university. This made the basis for creating a new culture in education which promises that the divergence between what is taught in architecture schools and what is practiced in real life can begin to transform into convergence through collaboration between education and practice. A practical implication of the research findings is the development of a strategy for BIM integration into the architectural curricula of the ITU Faculty of Architecture graduate program which is planned for the future. We hope that this will establish the basis for the formation and development of a new educational model for architectural education in which BIM will have the central role.
-
ÖgeEmploying Grids: A Discursive Account of Spatial and Performative Skills(Graduate School, 2022-08-08) Gürpınar Cürgen, Hatice Cansu ; Kahvecioğlu, Hüseyin ; 502142017 ; Architectural DesignAs a net thrown into the space, a curtain drawn to the eye, a method coded into the mind, grids are omnipresent and repetitive in every stage of spatial design and order. Grids are forms of repetition and are also repeatedly related to the most immanent discussions of architectural theory, as in originality, modernity, rationality, autonomy, typology, functionality, and temporality. This study focuses on grids' repetitive and operative employments and diverging roles in architectural and spatial design projects. Grids as concepts are problematised in this approach, generating interest due to blurring boundaries in their roles as both a design tool and a designed outcome. Grids are associated with a wide range of attributions, adjectives, and performative qualities for their design roles. Based on the findings of the preliminary genealogical study of what the word "grid" refers to, the research interest is directed towards grids' relation and contribution to the production of architectural knowledge. How do they become performative, thus operative in design processes and within a larger context of cultural, political, and social practices? Aiming to explore the interrelations of varying performances and skills of grids when they are employed in different stages of designing and maintaining spaces, the methodical trajectory of this research follows the principles of the grounded theory approach, starting by cultivating examples of spatial grids under various rubrics. I examine the literature throughout the second chapter in order to analyse it under the emergent categories in the following chapters. An extensive survey in geology and history of settlements, art and representation history, scientific and technological engagements, graphic design, philosophy, and architectural design guided the emergent categorisation of grids' operational capacities. Drawing upon two strands of their skill sets, the hard and soft skills, the third and fourth chapters aim to determine these emergent and divergent roles and attributions assigned to grids in designing and governing spaces. Accordingly, the hard skills cover an array of grids, operating in different stages of the design and envisioning spaces; they are employed for projection, composition, calculation, compilation, contemplation, and emancipation. Whereas the soft skills are concentrated on spatial conditions envisioned and created by the grids, the chapter focuses on their regulative, administrative, and captive roles, through which a particular spatial organisation is exercised. Critically engaging with grids through their spatial implications and theoretical reflections, I cross-read and position grids' agency in producing and affecting architectural knowledge and spaces in the last chapter. Examining spatial gridding practises in dialogue with power/knowledge structures, this dissertation discusses how and through which technologies the grid has become an available apparatus for forming and disciplining architectural thinking and its praxis. As a part of its findings, this study suggests evaluating grids as dispositifs, xx particularly in formations and validations of Western architectural conceptions and their dissemination.
-
ÖgeEtkileşimli dijital teknolojiler bağlamında beden mekan deneyimi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Ucay, Rabia ; Çebi Dursun, Pelin ; Mimari TasarımGünümüzde mektup, resim, maket gibi analog teknolojilerden mobil telefon, fotograf, üç boyutlu model gibi dijital teknolojilere doğru geçişler görülmektedir. Yaşanan bu değişim kültürü, alışkanlıkları, bilginin yapısını ve üretimini değiştirirken mimarlığın asıl çalışma alanı olan mekanı da dönüştürmektedir. Bu çalışma, 'Dijital teknolojiler, mekanın bedenle iletişim kurma biçimlerini ve mekan anlayışını nasıl etkiler?' sorusu ile başlamıştır. Dijital teknolojilerin bedene ve mekana kazandırdığı etkileşimli uzantılarla, mekansal algı ve bedensel deneyimi dönüştürmesi ve alternatif deneyimlere dair ipuçları sunması çalışmanın temel motivasyonunu oluşturmaktadır. Teknoloji, dijitalleşme ile birlikte bedensel verileri tanımlanabilir ve kontrol edilebilir hale getirmektedir. Bu çalışma, dijital teknolojilerin bedensel deneyim aracılığıyla mekan ve beden arasında karşılıklı etkileşim potansiyelini artırarak farklı bir gerçeklik katmanı ortaya koyması fikri üzerinden gelişmektedir. Bu yeni durumda, dijital teknoloji bedenle duyuları aracılığıyla iletişim kurmakta ve bu iletişimden elde ettiği bilgileri mekana aktararak mekansal öğelerin dönüşümünü sağlamaktadır. Tez beden, mekan ve teknoloji arasında kurulan bu ilişkiyi 'etkileşim' kavramı üzerinden tartışmaya açmaktadır. Beden ve mekan arasında teknolojinin sağladığı etkileşim, bedene ait duyular, bedenin duyularıyla mekana aktarılan veriler ve bu verilerle üretilen mekansal özellikler bağlamında ele alınmaktadır. Dijital teknolojilerle birlikte var olan deneyimsel mekanlar, bedenle ve bedensel deneyimin zihinsel süreçleri olan gerçeklik katmanlarıyla bütünleşerek mekansal deneyimi dönüştürmektedir. Beden artık fiziksel anlamda var olmadığı sanal mekanları da deneyimleyebilmekte ve dijital teknolojiler aracılığıyla bedenin deneyim süreçlerini oluşturan verileri mekanı oluşturan bilgi kaynağına dönüştürebilmektedir. Böylece dijital teknolojiler ile birlikte mekan ölçümsel ve geleneksel tanımlarından sıyrılmaktadır. Dijital olmayan 'geleneksel mekan', çoğunlukla kartezyen anlayış ve görme duyusu baskın tasarım yöntemleri ile oluşturulmakta, mekanın bedenle kurduğu etkileşimi ve mekanın kurucu öğelerinden biri olan bedenin duyumlarını yeterince önemsememektedir. Gelişen dijital teknolojiler ise mekanı yalnızca göz ile deneyimlenen estetik ve statik bir nesne olmaktan çıkarır; bedenin diğer duyularıyla da etkileşime geçerek bedensel deneyimin bütünlüğünü korur. Bu sayede mekan da nesne konumundan özne konumuna taşınır; gözlerin ve bedenin hareketi, zihinsel süreçleri gibi bedensel durumlara anlık yanıtlar verebilir hale evrilir. Tezin ana argümanı, duyusal algılara dayalı bedensel deneyimi amaçlayan ve dijital teknolojilerle kurgulanan etkileşimli mekanları konu edinen örnekler yardımıyla tartışmaya açılacaktır. Böylece etkileşimli dijital teknolojilerle tasarlanan deneyimlerin oluşturduğu durumlar tez kapsamında oluşturulan beden, mekan ve teknoloji ilişkisi üzerinden okunacaktır.
-
ÖgeEvcil pratikler: Seksenli yıllarda ev imgesi ve mekansal izdüşümler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-18) Kara, Büşra ; Uz, Funda ; 502181039 ; Mimari TasarımEv, kendine has fiziksel örgütlenmesinin ötesinde farklı anlam katmanlarıyla kuşanmış sosyo-kültürel bir ağ niteliği taşımaktadır. Bugün evle kurduğumuz ilişki, esnek bir zeminde ifade bulmakta ve süregelen bir dönüşüm içermektedir. Tezin amacı, ev olgusunun toplumsal dönüşümlerden etkilenme biçimini, hangi süreçlerle şekillendiğini, nasıl taktikler geliştirdiğini ve büründüğü yeni anlamları analiz etmektir.
-
ÖgeGüncel sanat pratiklerinde avangardın dönüşen yüzleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-08) Demireli, Zeynep Nur ; Sönmez, Nizam Onur ; 502181055 ; Mimari TasarımAvangardın toplumla sınırları başka güçler ve işleyişlerce belirlenmiş ilişki biçimlerine tabi olduğu ve toplum hayatından kopuk bir zümreye sınırlandığı düşüncesi kanıksanmıştır. Söz gelimi Debord (1967) Avangard eğilimlerin kültürel etkinliğin kontrolüne sahip ticari mekanizmalarca oluşturulan sınırlara tabi olarak kültür endüstrisi içinde erimiş bir eğilim olduğunu savunur. Bürger (1974) başta olmak üzere pek çok eleştirmen tarafından, Avangardın amaç edindiği eleştirel tutum ve yaşamı dönüştürerek onunla bir olma hayalinin 1968 olaylarıyla son bulduğu kabul edilmiştir. Avangard, kültür endüstrisi içinde erimiş ve sermayeye yeni alanlar açma yolunda kullanılmıştır (Thoburn, 2003). Bu iddialar karşısında, tez çalışmasının temel motivasyonu, sanatta 19. ve 20. yy'lar boyunca etkinliğini ve önemini sürdürmüş olan Avangard tavırların günümüzde tükenip ortadan kalkmadıkları, başka biçim ve yüzlerle sürdürüldükleri düşüncesidir. Poggioli (1968) için Avangardı incelemenin esas zorluğu, içindeki çeşitli hareketlerin tekil poetikalarının tek bir estetik kategori altında incelenmelerine izin vermemeleridir. Avangard tutumların dökümüne başvuruduğumuzda dönemsel olarak değişen çeşitli taktik setlerine tanık oluruz. Öte yandan, Avangard tavırların çoklukla içerdiği, sanatın neden ve aciliyetlerini sorgulamaya dönük ortak eğilim tezi sanatsal Avangardı bir dönem ya da akım olarak tanımlamaktan çok ortak bir tavır olarak araştırmaya yönlendirmiştir. Tez kapsamında, Avangard yaklaşımlarla ilişkilendirilen 'yaşamın sanat yoluyla yenilenmesi' arayışları odağında, sanata atfedilen yeni ve alternatif yaşam biçimlerinin oluşması yolundaki öncü potansiyelin günümüz koşullarında varlığını sürdürüp sürdürmediğine dair tartışmaları güncel sanat pratikleri üzerinden yeniden ele almak hedeflenmiştir. Avangardı tek bir dönem ya da akım olarak tanımlamak yerine çeşitli durum ve dönemlerde farklı Avangard grupların eleştirel yaklaşımlarını ve üretimlerini incelemek, Avangard grupların ideolojik konumlarını anlamlandırmak adına gerekli görülmüştür. Bu bağlamda tez, ilk olarak Avangard grupların dönemsel olarak dönüşen eleştirel tutumları ve taktiklerine dönük bir tarihsel okuma sunar. Bu okuma Schiller'in mektuplarından başlayarak geç 20. yy Avangard akımlarına kadar Avangardın tarihinden yapılan kritik seçmeler üzerinden Avangard tavrın çeşitli dönemler içindeki dönüşümlerinin kronolojik bir anlatımını içermektedir. Tez bu tarihsel okumayı Avangard kavramını anlamak ve tariflemek için kullanmayı hedeflemiştir. Tarihsel dökümün ardından, tezin merkezi sorusunu sorgulamak ve desteklemek üzere, farklı coğrafyalara yayılan güncel sanat pratiklerinden bir seri örnek seçilerek bunların bir okuması gerçekleştirilmiştir. Bu inceleme Avangardın dönüşen biçim ve taktiklerini teşhis ederek önceki dönemlerdeki kanonik kuramcıların Avangarda dair kavramlaştırmalarını da bir eleştiriye tabi tutarak genişletmeyi denemektedir. Seçilen örnekler, sanatın, belirli kurumsal çerçevelere, ayrıcalıklı kesimlere, ya da güncel sanatın organik zemini olduğu iddia edilen gelişmiş demokratik ülkelere bağlı kalmadan yeniden tanımlanabildiğini ortaya koymaktadır. Günümüzde farklı koşullarda ve coğrafyalarda Avangard tavrın tezahürü olarak nitelenen örnekler politik, toplumsal, ekonomik, yaşamsal ve sanatsal olanı toplumla etkileşimli halde sunarak Avangardın hayatla bir arada var olma arzusuna yakınlaşırlar. Bahsi geçen tarama Ranciere'in deyimiyle, sanatın duyulur paylaşımlı haliyle var olmak adına izlediği çeşitli taktiksel yollar olarak tanımlanabilir. Örnek pratikler; politik, toplumsal veya bireysel sorunlara ''yaratıcı'' çözümler olarak karşılık bulan bir ortak payda içindedir. Bu pratikler tezde vurgulanacağı üzere çeşitli baskın ya da otoriter tutumlara çözüm bulma stratejisi olarak okunabilir. Avangardın amacı olarak nitelendirilen sanat ve hayatı bir araya getirme isteği, örneklenen pratikler içinde sanat, hayat, siyaset ve gündelik olan ile bir çok farklı disiplinin farklı durumlar ve akışlar çerçevesinde kurdukları ilişkiler yoluyla canlanır. Okumaların ortaya koyduğu gibi, ele alınan yeni sanatsal muhalefet biçimleri, yeni ve karmaşık neoliberal küreselleşme politikalarına karşı duruş örnekleri sergilerken, sanatın ve Avangardın gerçeklik ve tanımlarına yönelik kalıplaşmış anlayışların karşısına yeni ve çoklu bir manzara çıkarır ve Avangard tavrın süregeldiğine dair bir çıkarımı desteklerler.
-
Ögeİç olmayan: Mimarlık ve sinema kesişiminde eleştirel bir mekansal üretim(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-01-24) Balaban, Büşra ; Şenel, Aslıhan ; 502191003 ; Mimari TasarımBu tez çalışması, gündelik hayatta, bilimsel üretimlerde ve mimarlıkta sıklıkla karşılaşılan ikili karşıtlıklardan temellenen düşünme biçimini tartışarak bu ikili düşünmenin ötesinde olabilecek kuramsal ve pratik bir üretimi araştırır. Tezin Mimarlık Teorisinde ve Tarihinde İç Meselesi isimli ilk bölümü, ikili karşıtlıkları mesele edinen eleştirel düşünceyi ve feminist çalışmaları inceleyerek mekanın kurulumu, üretimi, yaşanışı, algılanışı konusundaki ikilikleri eleştiriye açmaktadır. Mimarlık düşüncesi ve pratiği, baskın güçleri ayrıcalıklı kılan ve eril çağrışımlara sahip olan özel/ kamusal, kadın/ erkek, iç/ dış gibi bir dizi cinsiyetlendirilmiş ikilik etrafında yapılandırılırken "iç" (interior/ity) meselesi dezavantajlı olarak konumlanır. Bu araştırmaya, mimarlığın dışladığı konuları keşfetmeye ilişkin bir motivasyonla başlıyor ve cinsiyetlendirilmiş güç ilişkilerini anlamak üzere iç/ dış ikili karşıtlığının ötesindeki mekansal ihtimalleri tartışıyorum. Bu tartışmayı yapmak üzere Robert Smithson'ın (1996) "yerin var olan anlamlarını yeniden kurmanın aksine iki karşıt kavram ortaya koymadan yerin yeni anlamlarını üreten" olarak tanımladığı "yer olmayan"a atıfla, sahip olduğu özellikleri neticesinde ikili karşıtlıklara sığmayan "iç olmayan" kavramını öneriyorum. Tez boyunca iç olmayanı, birbirine paralel olarak kuram ve pratik aracılığıyla araştırıyorum. İç Olmayanın Kuramsal Üretimi başlıklı ikinci bölümde, mimarlık ve sinema kuramlarını ve üretimlerini, topografik pratikler kapsamında bir arada ele alarak kuramsal bir çerçeve kuruyor ve eleştirel mekansal bir pratik geliştirmeyi amaçlıyorum. Bu kuramsal araştırma, iç olmayanın hangi koşullarda üretildiğini keşfetmeyi sağlıyor. İç olmayan, içe ilişkin bir temsilin bedenli deneyimi ve hareketliliği aracılığıyla üretilir. Bu sebeple "yazarın ölümü"nü gerektirir; alışılmış ikili özne/ nesne ilişkilerini sorgulayarak muğlaklaştırır ve "anlam"ı üreten, sürece dahil olan bir okuyucu/ izleyici/ kullanıcı tarifler. Mekanın bütünsel bir temsilini, kesin tanımlı bir halini sunmak yerine konumlu ve kısmi üretim(ler) olduğu için parçalı bilgi sağlar ve böylece muğlaklıklar içerir. İç olmayan, bu belirsizlikleri ortaya çıkarır ve beklenmedik ilişkiler üretir. Dolayısıyla iç olmayan, sabit bir temsili veya mekanı ifade etmez ve performatif olarak "haritalama" aracılığıyla ortaya çıkar. Haritalama, tezde hem bir araştırma yöntemi olarak hem de iç olmayanın pratikteki üretiminin bir koşulu olarak yer bulur; böylece kuram ve pratiği bir araya getirerek eleştirel mekansal bir çalışmayı mümkün kılar. İç olmayanın barındırdığı muğlaklıkları ortaya koymak üzere, İç Mekanın Maddesel Belirsizlikleri bölümünde, iç ve dış arasındaki karşıtlığın aksine geçişkenliğe ve performatifliğe odaklanan güncel eleştirel mekansal pratikler üzerinden çeşitli materyal durumlar araştırılır. Balkon, pencere, kapı gibi çeperde konumlanan "iç"ler, iç mekanın "iç"leri olarak gizemlileştirilen banyo, yatak odası, mutfak gibi muğlak alanlar, bu içlerin de içinde eşya ölçeğinde içler üreten yatak, dolap, koltuk, masa gibi alanlar ve otel odası veya araba içi gibi iç mekanı "dış"a taşıran ve ikisi arasında farklı bir ilişki ortaya koyan ara durumlar keşfedilir. Farklı ölçeklerde karşılaşılan bu maddesel durumlar üzerinden kurulan tartışmalar, içi ikili zıtlıklar dahilinde kurmaya yarayan kavramların ötesinde başka türlü bir bakış önermektedir. İncelemeler gösterir ki; bu tür bir bakış kazanmak, ancak iç mekana disiplinler arası bir alandan yaklaşarak ve yaratıcı eylemler dahilinde mekanı yeniden okuyarak ve de farklılaşan izleyici veya kullanıcı pozisyonunu yaratıcı bir konum olarak benimseyerek mümkün olabilmektedir. Bir film izleyicisi ile bir yerde (site) gezinen veya bir mekanı deneyimleyen bir ziyaretçi de benzer deneyimleri paylaşır; her ikisi de yerle bedenli bir buluşma gerçekleştirir. Tezin dördüncü bölümünde, iç olmayanın pratik üretiminin bir koşulu olan bu bedenli buluşma önemsenir ve iç mekanın maddesel belirsizliklerinin izi, filmdeki "iç" temsili üzerinden gerçekleştirilen haritalamalarla sürülürken İç Olmayanın Film Aracılığıyla Üretimi sağlanır. Bu kapsamda iç olmayanın pratik üretimini gerçekleştirmek üzere Chantal Akerman'ın Les Rendez-vous d'Anna (1978), Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles (1975) ve News from Home (1976) ve No Home Movie (2015) filmleri çalışma kapsamına dahil edilmiştir. Bu filmler, izleyici ve üretici konumlarını sorguya açması, otobiyografik etkiler barındırarak bu konumları eleştirip dönüştürüyor olması, iç mekanı geleneksel olarak kurmak yerine aykırı ve/ya özgün bir bakışı benimseyerek o yeri üretmesi gibi meseleler ve bu kapsamda iç mekana ve kadın karakterlere ilişkin sunduğu derinlikli araştırmalar da gözetilerek iç olmayan araştırmasını sürdürmek üzere önemli bulunmuştur. Bu araştırmada, araştırmacı olarak film izleme aracılığıyla "seyahat ederek" filmin dokunsal alanını haritalayan hareketli bir izleyici olarak konumlanmamın, iç mekanın ikili karşıtlıklara "sığmayan" bir tartışmasına olanak sağlayacağı düşünülmektedir. Sözü edilen iç mekanın belirsiz materyal hallerinin disiplinler arası bir alandan araştırılması, iç mekanda ikili zıtlıkları eleştiren ve başka türlü olasılıkları görmeye olanak veren "iç olmayan"ın kuram ve pratik aracılığıyla keşfedilmesini sağlamıştır.
-
Ögeİlişkisel bir şey olarak mimari temsil(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Asar, Hande ; Dursun Çebi, Pelin ; 645126 ; Mimari Tasarım Bilim DalıBu tez çalışmasında, "mimari temsil, sözünü tüketmiş bir 'nesne' olmanın ötesinde, öznenin sürekli etkileşime geçebildiği ilişkisel bir 'şey' olarak nasıl tartışılabilir?" sorusunun izi sürülmektedir. Bir nesne olarak mimari temsil, kendi bilgisi bağlamında varlık alanını korur. Onun bir 'şey' haline dönüşmesi ise, özne ile etkileşime geçtiği ya da öznenin dünyasında bir şeyleri tetiklediği noktada gerçekleşir. Böylesi bir etkileşim farklı bilgi katmanlarını bir araya getirerek üretici ve yaratıcı bir tartışma alanı üretir. Bu yaratıcı alan mekan ya da mekan düşüncesi bağlamında kişisel bir dili ve alternatif tasarlama biçimlerini açığa çıkarır. Bu dil çalışma kapsamında 'katmanlı temsiller' olarak ifade edilmiştir. Çünkü her biri farklı bilgiler içeren şeylerin üst üste getirilmesiyle oluşturulan katmanlı temsiller başka türlü bir bilgi, algılama boyutu, mekansal düşünce ya da hissiyat üretirler. Hatta bazen katmanlaşma için mekanın kendisine dair bir temsil de söz konusu olmayabilir. Bu noktada katmanlaşma hissiyat ile de gerçekleşebilir. Böylesi bir katmanlaşma yaklaşımı ise tez çalışmasının çıkış noktasını oluşturur. Mimari temsilde katmanlaşma tasarım düşüncesi ve tasarlama eylemi arasındaki ilişkiden beslenir. Bahsi geçen ilişki özne ve nesnenin birbirine yaklaşmasına olanak sağlar. Bu yakınlaşma ile mimari temsil 'nesne' konumundan sıyrılarak 'şey' olmaya doğru yol alır. Dolayısıyla tez çalışması mimari temsilin ilişki kurulabilecek bir 'şey' olarak ele alınmasının onu katmanlaştıracağı ve bu katmanlaşmalar aracılığıyla da özne ve nesnenin sürekli diyaloğa girmesiyle açığa çıkan 'şeyleşmelerin' tartışılabileceği hipotezine dayanmaktadır. Çalışma kapsamında ele alınış şekliyle 'şeyleşme', dışımızda olanlar ile kurduğumuz ilişki biçimlerine dair bir yaklaşım olarak ifade edilebilir. Bu yaklaşım ise özne ve şey arasındaki ilişkisellik olarak 'şeyleşme'ye işaret eder. Dolayısıyla 'şeyleşme', mimari temsilin kişisel bir dil kazanması ve mekansal kavrayışlarımızı beslemesi anlamında mimari temsil üzerinden yaratıcı bir alan oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel mimari temsil aracılığıyla mimarın özgün anlatısını nasıl oluşturabileceğini sorgulayabilmek adına değerlidir. Böyle bir aralıktan beslenen tez çalışması, mimari temsilde katmanlaşma aracılığıyla şeyleşmeleri sorgulamayı hedeflemektedir. Bu sorgulama sonunda ise mimar(özne) olarak şeylerle kurduğumuz temas biçimleri, mimari temsil(şey) yaklaşımları ve mekansal kavrayışlarımız tartışılmaktadır. Mimari temsili katmanlaşmalar üzerinden ele alan bu tez çalışması en temelde ilişkilere odaklanır. Dolayısıyla çalışma kapsamında faydalanılan tüm teorik yaklaşımlar arasında ikili bir düşünce sistemi ve bir okuma biçimi oluşturulmuştur. İkili okuma ifadesinin düşünsel altyapısı her bir tarafın birbirini beslediği ve birbirinden beslendiği bir ilişki biçimi anlamında bir 'buzdağı örneği' ile benzerlik kurularak ifade edilebilir. Dolayısıyla söz konusu kurgu yapısı gereği 'hem... hem de...' ilişkisine işaret eder ve bu ilişki ara-bölgeleri açığa çıkarır. Ara-bölgeler ise Deleuze ve Guattari'nin (1987) 'arada olma' kavramından faydalanılarak tartışılmıştır. Bu noktada çalışma kapsamında kurgulanan ikilik ve ara-bölge ifadeleri açılabilir. İlk olarak mimari temsili oluşturan tasarım düşüncesi ve tasarlama eylemi arasında ikili bir ilişkiden söz edilebilir. Düşünce ve eylem ikiliğinden beslenen mimari temsilin açığa çıkması ise özne ve nesne arasındaki ilişkiye işaret eder. Bu ilişki özne ve nesne ikiliğini oluşturur. Ancak çalışmada mimari temsilin 'şey' olarak ele alınışı söz konusu ikiliği 'özne ve şey' ikiliğine dönüştürür. Bu ikilik de kendi içinde yeniden katmanlaşır ve özne ve şeye dair yeni ikiliklerin oluşturulmasını sağlar. Buradan hareketle tez çalışması kapsamında özne, açık bilgi ve örtük bilgi ikiliği; şey ise temsili teoriler ve temsil edilemeyenlerin teorileri ikiliği aracılığıyla tartışılır. Böylesi bir kurgu tüm bu ikilikler arasındaki ilişkilerden açığa çıkan ara-bölgeler ile özelleşmeye başlar. Dolayısıyla özne ve şey ara-bölgesi 'şeyleşmeyi'; açık bilgi ve örtük bilgi ara-bölgesi 'kişisel bilgiyi'; temsili teoriler ve temsil edilemeyenlerin teorileri ara-bölgesi ise 'nesne-şeyi' açığa çıkarır. Teorik kurguyu anlatan tüm bu ikili okumalar aynı zamanda tez çalışmasının metodolojisini oluştururlar. Altı bölüm olarak kurgulanan tezin giriş (birinci) bölümünde araştırmanın problemi, hipotezi, amacı ve yöntemi açıklanmıştır. İkinci bölümde tez çalışmasının kavram setini oluşturan 'özne, nesne, şey, şeyleşme' kavramları ve bu kavramların birbirleri ile nasıl ilişkilendirildikleri tartışılmıştır. Bunun için Heidegger'in (1971; 1977) 'çerçeveleme, yakınlaşma, şey, hypokeimenon' kavramlarından ve özne-nesne ilişkisini tartıştığı metinlerinden, ayrıca Harman'ın (2020) 'Nesne Yönelimli Ontoloji' felsefesinden faydalanılmıştır. Bu bağlamda özne ve nesne ilişkisi 'çerçeveleme' kavramı, özne ve 'şey' ilişkisi 'yakınlaşma' kavramı, 'şeyleşme' ise özne ve şey arasında kurulan ilişki üzerinden tartışılmıştır. Tüm bu kavramlar ve aralarında kurulan ilişkiler tez çalışmasının üst kavram seti olarak kullanılmıştır. Üçüncü bölümde çalışmanın kuramsal yaklaşımı, oluşturulan ikilikler ve ara-bölgeler üzerinden ifade edilmiştir. Katmanlaşma aracılığıyla şeyleşmenin tartışıldığı bu bölümde katmanlaşmanın inşası ikilikler üzerinden, şeyleşmenin oluşumu ara-bölgeler üzerinden ele alınmıştır. Mimari temsilde katmanlaşma mimarın söylemine eğilen, o söylemi somutlaştıran, görünen ve duyumsanan arasındaki ilişkiden beslenen, başka türlü bir bilgi, algılama boyutu, mekansal düşünce ya da hissiyat ürettiren yaratıcı bir alan olarak ifade edilmiştir. Mimari temsilin şeyleşmesi ise her eylem anında içinde çözümlenemeyen bir taraf bırakan, anlık değişimlere gebe, özne ve nesne arasında farklı karşılaşma biçimlerini türeten ve hem öznenin hem de nesnenin karşılıklı olarak birbirinin farkına varmasını sağlayan bir ilişkisellik olarak değerlendirilmiştir. Dördüncü bölümde bir önceki bölümde tartışılan kuramsal yaklaşımlardan faydalanılarak mimari temsil örneklerini tartışabilmek üzere teorik bir model kurgulanmıştır. Model 'kavramsal ikilikler' ve 'şeyleşme tipleri' olmak üzere iki veri setinden oluşmaktadır. Kavramsal ikilikler her bir örneğin nasıl katmanlaştığına, şeyleşme tipleri ise bu katmanlaşmalar aracılığıyla temsilin nasıl şeyleştiğine dair bir okuma yapabilmek için kullanılmıştır. Beşinci bölümde tezin argümanının pratikteki karşılıklarını tartışabilmek üzere model aracılığıyla seçili mimari temsil örnekleri üzerinden bir okuma denenmiştir. Bu okuma sonucunda açığa çıkarılan kavramsal ikilik(ler) ve şeyleşme tip(ler)i arasında kurulan ilişkiler temsil nesnesinin 'şey'e dönüşme yolculuğuna (şeyleşme hali) dair bir deneme olarak ifade edilmiştir. Çünkü özne ve nesne etkileşime geçerek birbirlerine yaklaştıkları ve şeyleşmeleri açığa çıkardıkları an'(lar)ın içinde kendilerine değişip, dönüşebilen bir aralık bulurlar. Şeyleşmeler ise 'hem yol hem de yolculuğu' aynı an'da açığa çıkaran bir ortam kurarlar. Dolayısıyla şeyleşme potansiyellerine dair söz konusu aralıklar tez çalışması kapsamında 'tasarım kaçış çizgileri' (Deleuze ve Guattari'nin (1987) 'kaçış çizgileri' kavramından faydalanılarak) olarak ifade edilmiştir. Bu bakışın öznenin sürekli etkileşime geçebildiği ilişkisel bir 'şey' olarak mimari temsili tartışmaya olanak sağlayabileceği düşünülmektedir. Son olarak altıncı bölümde araştırmanın sonuçlarının özne ve nesnenin birbirine yakınlaşması ve bir ilişki kurması bağlamında mimar(özne) kavrayışına katkısı, kendi bilgisini üreten ve tartışma alanını kuran mimari temsil(şey) kavrayışına katkısı ve algısal sınırlarımızı zorlayan mekansal kavrayışlara katkısı üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Sonuç olarak mimari temsil ilişkiler ve bu ilişkilerin yarattıkları ortamlar üzerinden ele alındığında, farklı bakış açılarının, kavrayışların ya da farkındalıkların yolunu açar. Tüm bu olasılıklar ise tasarımın yaratıcı yönüne işaret eder. Nitekim bu olasılıklardan biri olarak değerlendirilebilecek bu çalışma, mimari temsilde katmanlaşma aracılığıyla şeyleşmeleri açığa çıkararak bahsi geçen yaratıcı alana dair bir bakış açısı sunar. Bu bağlamda tez 'şeyleşme'yi bir potansiyel olarak ele alır, onu 'hem yol hem de yolculuk' olarak değerlendirir ve nihayetinde 'tasarım kaçış çizgilerini' tartışmaya açar. Bir açık kaynak olarak sunulan bu 'tasarım kaçış çizgileri' ise şey'ler ile karşılaşma ve etkileşime geçme biçimlerimize dair kişisel bir okuma ve bir izlek olarak ifade edilir. Böylece mimari temsil, farklı bakış açıları üzerinden, kendisine özgün bir aralık bulur ve özne ve nesne ilişkisi bağlamında her seferinde yeni bir söz söyleyebilmemize katkı sağlar.
-
Ögeİzlek ve hareket etkileşiminde göstergelerin topolojisi: Öznel bir kentsel mekan deneyimi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Dabancı, Deniz ; Arı, İffet Hülya ; 502191005 ; Mimari TasarımKent mekanı ile deneyimi merkeze alan bir çalışma deneyimin koşullarından kopmamalı, deneyimin içinde gerçekleştiği süreklilik içinde hareket etmelidir. Böyle bir bakış açısı gerçekliğin düzenleyici kutuplara tabi olmadığı koşulların ana ve mekana özgü olarak sürekli yeniden üretildiği ve deneyimi değiştirdiği içkin bir yaklaşımı ifade eder. Kent mekanını deneyim merkezinde ele alarak, kent mekanı ve mimarlık ile etkileşim lehine ilerlemek istersek bu etkileşimin zenginleşebileceği ve deneyimin olanaklarını arttırabileceği aralıklardan bahsetmek gerekir. Elbette bu kent mekanının günümüzdeki koşullarından bağımsız olarak yapılırsa deneyim bütün yönleriyle ele alınmamış olur ve tabi olduğu koşullardan kopar. Bu kapsamda Rem Koolhaas'ın atık-mekan (2006)'da ele aldığı kent mekanı tasavvurunun günümüz mekanının deneyimleme şeklini somutlaştırdığı kabul edilmiştir. İçinde bulunulan çağ sunduğu sürekliliklerle ve mekanı organize etme şekliyle mekanın arzulanan deneyimlenme şeklini de aynı zamanda beraberinde getirir. Mekan içinde bulunan zamanın koşullarını dışa vurur. Günümüz kentinde bu koşullardan en baskını içinde bulunulan sosyal, ekonomik ve politik gerçekliği oluşturarak mekana da şekil veren global sermaye ekonomisidir. Kapitalizm kendi doğrultusunda hizalanan deneyimlenme veya semiyotikleştirme şeklini kendine has bir semiyotik makine oluşturarak özneleşme süreçlerine sızmasıyla gerçekleştirir. Mekanın üretimi ve deneyimi kapitalizmin düzenleyiciliğinden bağımsız olarak düşünülemez. Ancak materyal bir ortam olan kent, baskın kuvvetler tarafından üretimi bağlamında şekillense de, deneyimi bağlamında kenti yalnızca bir uzantı olarak düşünmek kentin içinde açılan hayata dair pek az şey söyler. Deneyimin zenginliği baskın semiyotikleştirme şeklinin verili homojen gerçekliği içinde direnç noktaları sunma olanağı taşır. Kent mekanı bu kapsamda deneyimin zenginleşmesine imkan veren kapasiteleri takip edilerek ekolojik olarak ele alınmıştır. Fransız filozof ve psikanalist Felix Guattari'nin ortaya koyduğu ekolojik yaklaşım gerçekliği kendine içkin olarak ele alarak özne ve ortam ilişkisinin sürekli olarak olanaklarını ve kapasitelerini arttırabilmesini içerir. Kent deneyiminin bu yaklaşımla göstergelerle eşlenerek yeni özneleşme aralıkları açabilecek bir etkilenimsel ilişkililik içinde gerçekleştiği kabul edilir. Söylemsel olan göstergelerin semiyotik akışları bir tutarlılık olan öznenin içsel gerçekliğinde her zaman farklı şekillerde belirlenebilecek kapasiteler barındırırlar. Bunun için etkilenimsel ilişkililiğe göstergenin şiddetinin belli bir eşik durumunu aşırması ve dışa açılan bir nakarat olarak davranarak etkilenimsel ilişkililiği yeniden organize etmesi gerekir. Böylece deneyimin sürekliliğini oluşturan bileşenler verili işlevlerinden koparlar. Dünyada yankılanabilecekleri başka yerler bularak yeniden belirlenirler. Kent deneyimi kentin materyal kapasiteleriyle temas halinde olunduğunda sürekliliği değiştirerek deneyimi yeniden organize edebilecek olanaklara sahiptir. Kent alışılmış bir durum olarak kendini sergileyen materyal bir ortam olarak halihazırda bir belirlenimin ürünü olan ilişkililiklerle doludur. Kente dair mevcut imajımız olarak anlaşılan ilişkililikler karşılaşma anlarında aktüel (mevcut) materyal kapasiteleri sahip olunan imajların gölgesini de taşırlar. Kent mekanındaki ilişkililikler olarak mimarlık dolayısıyla dünyadaki değişimlerle, mekandaki hareketlerle, ışıktaki ve perspektifteki değişimlerle her zaman kendini kendinden farklı gösterir. Gösterge oluşturduğunda mekandaki ilişkililiklerin keşfedilmesine imkan vererek homojen bir gerçeklik içinde yerel destek noktaları sunabilir. Böylece kent mekanı dinamik bir alan içinde sürekli değişen göstergelerden oluşan bir topoloji olarak anlaşılır. Kent mekanının göstergelerin topolojisi olarak anlaşılmasıyla kente dair mevcut imajlarla karşılaşma anını sağlayan geçiş mekanları bu kapsamda merkeze alınır. İlişkililikleri deneyime içkin olarak ele alınmaya çalışarak, ilişkililiklerin kent deneyiminde sağladığı kendinden farklı görünmesini sağlayan ve yeni olanaklara kapı açarak deneyimi zenginleştiren oynama payları irdelenir. Bu kapsamda mevcut ilişkililikleriyle Taksim Meydanı'nda mekanın sağladığı oynama payları görselleştirmeler oluşturarak kendi içinde göstergeler oluşturan değişim halinde dünya dışlanmadan test edilir. İlişkililikler oynama paylarını sağlar. Oynama payları ise yeni ilişkililiklere imkan verir. Kent deneyimi kısıtlar içinde ve içinde bulunan koşullardan koparılmadan ekolojik anlayışla ilişkililikler ve oynama payları olarak ele alınmış, bu sayede materyal kapasiteler merkezinde bir bakış açısı sunulmuştur.
-
ÖgeKentsel mekanda görünen ve görünmeyen sınırlar arasındaki ilişkinin çözümlenmesi: Tarlabaşı üzerine bir inceleme(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Çatalbaş Çiltaş, Merve ; Yıldız Özkan, Dilek ; 502181034 ; Mimari TasarımSınır kavramını, kent, toplum ve mekan kavramları çerçevesinde disiplinler arası bir yaklaşımla ele alan çalışmanın amacı kent içinde zamanla oluşmuş veya oluşturulmuş görünen ve görünmeyen sınırları kentsel pratikler, mekansal dönüşümler ve toplumsal değişimler eşliğinde deşifre etmektir. Çalışmaya görünen sınırların yani fiziksel ve mekansal sınırların kent içinde görünmeyen sınırlar olarak adlandırılan sembolik ve sosyal sınırları derinleştirdiği ve dönüştürdüğü varsayımı ile yola çıkılmıştır. Sınır mefhumu çok boyutlu bir yapıya sahip olduğundan net bir neden sonuç ilişkisi içinde indirgemeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışmaktan ziyade sınır olgusunu tümevaran bir yaklaşımla incelemek daha yerinde görünmektedir. Bu nedenle çalışmanın literatür araştırması kısmında sınır kavramına ve kavramın yapı sökümüne odaklanılmıştır. Çeşitli sınır türleri ve yapısal özelliklerine değinildikten sonra kentsel ve mekansal ölçekte sınır örneklerine yer verilmiştir. Çalışma alanı olarak katmanlı toplumsal ve mekansal yapısıyla Tarlabaşı Semti belirlenmiştir, katmanlı yapı içerisinde yaşanan sosyal ve fiziksel dönüşümler semt içinde çeşitli sınırlar yaratırken, sınırlara karşı uygulanan kentsel müdahaleler mevcut sınırları dönüştürmüştür ve bazı durumlarda daha da derinleştirmiştir. Tarlabaşı'nda sınırlar ilk olarak kozmopolit toplumsal dokuda belirmiş ve gayrimüslimlerin zorunlu göç ettirilmesi ile yerini farklı dinamiklere bırakmıştır. 1970 sonrası aldığı yeni göçlerle Tarlabaşı'nda çöküntüleşme süreci başlamıştır. Çöküntüleşme sürecine ek olarak; suçla anılan bir mekan haline gelmesine neden olan çeşitli kentsel politikalar vardır. Bu politikalardan biri ise 1980'li yılların ikinci yarısında başlayan bulvar yıkımlarıdır. Tarlabaşı Bulvarı inşaatı gibi net bir sınır, semti Beyoğlu'ndan tamamen koparmıştır. Çizilen bu kentsel sınırla çöküntüleşme süreci kaçınılmaz olarak hızlanırken yapısal ve toplumsal iyileştirme adına müdahaleler yapılmamıştır. 2005 yılında İstanbul'un ilk yenileme alanı ilan edilen semtte dokuz yapı adasında kentsel dönüşüm projesi başlamıştır. Semt içinde sokakları ve kentsel pratikleri kesintiye uğratan mekansal bir sınır olarak kentsel dönüşüm alanı, kullanıcıların da değişmesi ile toplumsal bir dönüşüm yaratmış olup mevcut sosyal ve sembolik sınırları derinleştirmiştir. Tarlabaşı semti, sınırları doğrultusunda kamusal yüz ve mahrem yüz olarak ayrılmıştır, mahrem yüz semtin içini ve sokaklarını tariflerken, Tarlabaşı Bulvarı ve Kurtuluş Deresi Caddesi'nin fiziksel sınır çizdiği yerler kamusal yüzü tarifler. Kamusal ve mahrem yüz ayrımının yapılmasındaki nedense görünmeyen sınır türlerinin bu yüzlerde farklı özelliklere sahip olmasıdır. Mahrem yüzde sosyal ve sembolik sınırlar bulanık ve etkileşime açıktır, net bir ayrım tariflemez, semt içinde toplumsal ayrım ve eşitsizlik hissedilmez, kamusal yüzde ise sınırlar nettir, etkileşime açık değildir; mekansal ve toplumsal dışlanmayı besler. Sınır bilgisinin inşa edilmesinde önemli rol oynayan anlama ve açıklama arasındaki ilişki üzerinden sınırların deşifre edilmesi amaçlanmıştır, ancak görünmeyen bir mefhum olarak sınırın nasıl görünür kılınabileceği yönteme dair sorulan bir soru olmuştur. Bu soru doğrultusunda yöntem Tarlabaşı'nın kentsel yıkım ve toplumsal dönüşüm süreçlerini ele alan belgesel türünde üç filmin analiz edilmesi üzerine kurulmuştur. Mekansal ve toplumsal değişimlerin okunmasında bir arayüz görevi görecek olan filmler üç farklı film analizine tabi tutulmuştur. İlk analiz çeşidi kentsel mekanın ritmi, ritim içinde gözlemlenen sınırlara dair analizler; ikincisi filmin görsel malzemelerinden üretilen kentsel anlatı temelli analizler ve son olarak filmlerde Tarlabaşı'na ve toplumsal yapısına dair söylemlerden elde edilen eleştirel söylem analizleridir. Bu analizlerden elde edilen verilerle görünmeyen sınır mefhumu değişen kentsel pratiklerde, kent aktörlerinin söylemlerinde ve kamusal alan kaybında gözlemlenebilmiş ve yorumlanmıştır. Filmlerde Tarlabaşı'nın bulvar yıkımları ve kentsel dönüşüm yıkımlarına değinilmiş; bu süreçlerden etkilenen toplumsal dokunun değişimine vurgu yapılmıştır. Elde edilen bulgularda toplumsal eşitsizlik, mekansal ayrışma, sosyal dışlanma ile sonuçlanan toplumsal problemler ortaya çıkarken; fiziksel ve mekansal sınırların görünmeyen sınırları ne denli derinleştirdiği de açığa çıkmıştır.
-
ÖgeKültür politikaları ve mekân üretimleri ilişkisi: İstanbul'daki belediye kültür merkezleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-11) Albayrak, Sedanur ; Aksagür Akpınar, İpek ; 502181028 ; Mimari TasarımKültürün politikleşmesi, erişilebilir ve gelişebilir olması için ona bir yönetim mekanizması kurma ve mekân biçme ile başlar. Kurulan yönetim ve mekânlar, kültürün yaşayan ve gelişme gösteren bir pozisyon aldığı durum ile sembolleştiği ve iktidar göstergesi olarak kaldığı durum arasında ince bir çizgide yer alır. Bu çizginin hangi tarafında, ne gibi etmenlerle ve nasıl olunduğunu sorgulamak kültür politikalarına yeni bir tartışma aralığı açma potansiyeline sahiptir. Çalışmanın kavramsal çerçevesini kültür-iktidar ilişkisi, kültür politikaları ve mekân üretimleri oluşturur. Bireylerin sahip olduğu kültür haklarından yararlanabilmesini sağlayan ve kültürü seçkin azınlığın tekelinden çıkarıp demokratikleştiren kültür politikaları, kültür-iktidar ilişkisinin bir ürünüdür. Sosyoloji ve yönetişim alanlarında yoğun çalışmalar yürütülen kültür politikalarının, mekânsal ve kentsel tasarım perspektifinden ele alınması çokça tartışılan kültürel hareketliliğin sağlanması meselesine katkıda bulunma potansiyeline sahiptir. Kültür politikalarının mekân üretimleri, kentte kamusal alan tanımlama ve toplum için ortak değer yaratma potansiyelleri ile sosyal ve kültürel kalkınmada rol oynar. Çalışma kapsamında, tüm ilçelerde kültüre erişim ve katılımın artması için yerel kültür politikalarında mekân ve kent odaklı ne gibi stratejiler geliştirilebileceği sorusuna yanıt aranır. İstanbul'da 2000'li yıllardan itibaren iktidarın kültürel alandaki girişimciliği ile orantılı olarak, kültür ve sanatı tüm ilçelere yaymak adına belediye kültür merkezleri sayıca artış göstermektedir. Birçok belediye kültür merkezi inşa etmeyi bir tanıtım ve rekabet aracı olarak görmekte; sosyal hizmet anlayışından gelen bir üslup ile kültür ve sanatı desteklemeye çalışmaktadır. Bu desteğin, her şeyden biraz mantığı ile nitelik yerine nicelik odaklı olması sebebiyle işlevini tam olarak gösteremediğini söylemek mümkündür. Yapıların işlevsel ve mekânsal özelliklerinde, bulunduğu bölge ve belediyenin sosyo-kültürel alt yapısının etkileri bazen bir sınıra dönüşebilmektedir. Mekân üretim sürecinin belirleyici aktörleri olan belediye başkanlarının kişisel vizyon ve ideolojileri kültür politikalarına, mekânlara ve doğal olarak kente yansır. Bu nedenle, İstanbul'daki kültür yapılarının kent üzerinde büyük etkiler yaratması hedeflenen simgesel örnekleri veya özel kurumların nitelikli mekânları dikkat çekerken, belediye kültür merkezleri ait olduğu belediyeye göre farklılık gösterse de genel anlamda niteliksel olarak geri planda kalmaktadır. Çalışmanın amacı, belediye kültür merkezlerini kentsel ilişkileri, mekânsal ve işlevsel kimlikleri üzerinden inceleyerek gündelik hayata katılımlarını sorgulamak ve görünür kılmaktır. Çalışmada kültüre biçilen bu kemikleşmiş mekân tipolojisinin iktidar ilişkileri, ideolojiler ve kentsel tasarım yaklaşımları çerçevesinde benzeşen ve ayrışan yönleri ele alınır. Yöntem olarak kavramsal okumaların ışığında farklı bağlamlarda, farklı mekânsal ilişkilere sahip dört örnek projenin (Beylikdüzü Atatürk K.S.M., Şişli Nazım Hikmet K.S.M., Kartal Bülent Ecevit K.M. ve Zeytinburnu K.S.M.) incelemesi yapılır. Yapıların projelendirilme süreçleri, programları ve ait oldukları belediyelerdeki (ideolojilerdeki) farklılık seçilmelerinde belirleyici olmuştur. Seçilen örneklerin gündelik yaşama katılabilme ve canlılık yaratabilme düzeyleri; çevre ile kurduğu ilişkileri, mekânsal-işlevsel kimlikleri ve aktörlerinin söylemleri üzerinden bütüncül bir inceleme ile anlamlandırılmaya çalışılır. Yöntem ile yapılmaya çalışılan, kültür politikaları ve mekân üretimi ilişkilerini tekil yapılar üzerinden tespit etmek değil; İstanbul genelinde gözlenen durumların yapılar üzerinde nasıl incelenebileceği ve somutlaştırılabileceği üzerine bir öneri sunmaktır. Kültür politikaları ile mekân üretme pratikleri arasındaki ilişkileri ortaya koyan çalışma; yerel ölçekte kültür merkezlerinin var olma biçimlerini sorgularken, belediyelere ve bireylere kültürel mekân üretimine bütüncül ve eleştirel bir bakış açısı sunmaya çalışır.
-
ÖgeMekanın kendi varoluşunu inşa edebilmesi için eş varoluşsal hak arayışı; hetero-fenomenolojik oluş(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-24) Atukeren, Ayçin ; Erkök, Fatma ; 502181004 ; Mimari TasarımTez, her oluşun ortaklaşan işleyişine, eş varoluşsal hakka ve her oluşun kendine has varoluşsal sürecini inşa edebilmesine dayanan varsayımsal farkındalıklara odaklanır. Tezin bu varsayımsal farkındalıklar ile türeyen araştırma odağı, mekanın edilgen ya da araçsal pozisyonundan sıyrılmasına yönelik, insan ve mimar egemen dünya görüşünün aksine söz konusu varsayımları mekan için araştırılabilmek [mekanın kendi varoluşunu inşa edebilmesi] ve tüm bunların farkındalığının getirdiği çıkarımlar [mimarın otorite kaybı ve mekana kadar genişleyen sorumluluğu] doğrultusunda mimarın bu sürece dahiliyetinin tekrar sorgulamak üzerinedir. Tez, bu varsayımların temellendirilmesi, odaklandığı bu soruşturma için inşa edilen merkezsiz ve çok boyutlu bir araştırma zemini ve beraberinde zemin bulgularıyla birlikte mimari edim için türeyen melez ve ağsı yönelim stratejisi denemesinden oluşur. Tez, odağını üreten ve post-hümanist düşünce ile örtüşen bu varsayımları temellendirmeden araştırmaya koyulmanın ortak işleyiş ve eş değerlik düşüncesinin sindirilemeyeceği; araştırmanın var olan ile açıklanamayan ütopik söylemlere evrilebileceği ve yönünü kuru analojilere çevirerek varoluşal ifadelerin [eylem, kendi, istek vs] yüzeysel metaforlarla araştırılma tehlikesi taşıyacağına yönelik savı üzerine, varsayımlarını gerekçelendiren kuramsal örtüşmelere yaslanarak, doğrudan mekanın varoluşsal süreci odağında araştırmaya koyulmaz. Bunun yerine, kuram ve varsayımlara eleştirel mesafesini gözeterek ve -olgusal durumlar üzerinden fark edilebilir olmalarına rağmen bu arayışların güncel niteliğinin ürettebileceği yanılsamalara mahal vermemek üzere- güncel olanın insan-insan olmayan arası ayrımın ortadan kalkması yerine bu ayrımın hiç olmadığının fark edilmesi meselesi olmasını vurgulayarak, tez, varsayımların temellendirilmesi ile birlikte süreç boyunca eş ve art zamanlı birbirini üreten ilerletici açılım ve çıkarımlarla söz konusu varsayımları [her oluşun varoluşsal ortaklığı, eş varoluşsal hakkı, sorumluluk] mekanın varoluşsal süreci için kavrayabilmeye ve mimari bağlamda edimselleştirebilmeye yönelik hem düşünsel hem pratik olanaklar ve dayanaklar üretebilmeye odaklanarak çok yönlü, kontrollü ve açık uçlu bir araştırma yürütebilmek üzerine kurgulanır. Tezin ikinci bölümde, her oluş için ortaklaşan varoluşsal işleyişi ve beraberinde gelen eş varoluşsal hak ve sorumluluğu kavrayabilmek üzere, evrim teorisinden başlayarak varoluşsal işleyişe dair merkezin gittikçe genişlediği ve işleyişin dağıldığı farklı perspektiflerin görünür hale geldiği bir izlek ile doğal-yapay arası ayrım kalmayana kadar her oluşun içkin olduğu çok boyutlu ve her oluş için ortaklaşan işleyiş [varsayımları] temellendirilir. Bu süreç, bölümün ucu açık ve üretken olabilmesi için, ortaklaşan varoluşsal yeti ve nitekiler, bunların farklı karmaşıklık eşiklerinde her oluş için nasıl araştırılabileceğine yönelik çıkarımlar ve söz konusu varsayımlar ile türeyebilen, dolayısıyla varsayımların kapsam ve önemini görünür hale getiren, farklı soru açılımları türetilerek ilerletilir. Tezin üçüncü bölümünde, odaklanılan varsayımları araştırabilmek üzere, ortak niyetli mimari arayışlar ve bu varsayımları temellendiren kuramsal izlek ve çıkarımlar gözetiminde merkezsiz ve çok boyutlu işleyiş düzenine yeniden ve derinlemesine yönelerek her oluşun ve dolayısıyla mekanın kendine has varoluşsal sürecinin sorgulanabileceği bir araştırma zemini inşa edilir. Zeminin inşa süreci için türeyen tezin yönelim stratejisi, post-hümanist düşünceye paralel olarak, mekanın varoluşsal süreci için sorgulanabilirliğinin ve bu sorguyu mümkün kılan içerik ve gerekliliklerinin temellendirildiği hümanizmde insana has kabul edilen varoluşsal sürecin [kendi varoluşunu inşa edebilme] yapı sökümüne ve fenomenolojik yönelim stratejilerine [askıya alma, indirgemcilik, çoklu perspektifler gözetiminde sürece yönelim] dayanır. Bu süreçte fenomenolojinin odaklandığı üretken kavramlar [yönelimsellik ve özdeşi ilişkisellik] eşliğinde, bu varoluşsal sürecin [kendi varoluşunu inşa edebilme] iç içe ilişkili içeriklerini [kendi, ebilme, akıl, özgürlük vs.] doğallaştırarak [canlı-cansız, doğal-yapay her oluş için sorgulanabilir hale getirerek] post-hümanist kuramların cansız ya da materyal olan için kabul edilebildiği varoluşsal yeti ve nitekiler [etkenlik, içsellik, ilişkisellik, fark] ile işleyişin çoklu boyutlarına dağınık halde anlamlandırılmaya çalışılır. Fenomenolojinin post-hümanist varsayımların sindirilmesi için bu merkezsiz dünya görüşü ile revize edilmesinin üretken olanaklarını görünür hale getiren bu yönelim stratejisi ile farklı karmaşıklık eşiklerindeki her oluşu, aynı inşai süreç ve birbirleriyle iç içe ilişkileriyle sorgulanabilir hale gelecek olan çok boyutlu araştırma zemini ile, mekanın varoluşsal sürecinin, eş varoluşsal hakkın ve sorumluluğunu yerine getirebilmek üzere mimarın bu sürece yönelimimin eş zamanlı ve çok yönlü sorgulanabilmesi hedeflenir. Zemin, "kendi varoluşunu inşa edebilme" halinin çok yönlü, dinamik ve devingen bir izlek oluşturabilmesi üzerine kontrollü bir biçimde çözümlenebilmesi için "ebilme" ve "kendi" kavramlarına parçalanarak strüktüre edilir. Bu süreçte, ilk olarak "ebilme" ekinin etkenliği bağımlı olduğu değişkenlerle birlikte sorgulamaya yönelik kapsayıcı içeriği aracılığıyla her oluş için oraklaşan varoluşsal yeti ve niteliklerin işleyişsel süreçleri, birbirleri ile iç içe ilişkileriyle özgürlük ve olanak başlıkları altında açılmaya başlanır. Olanağın henüz olmayan [içsel olan, bilinemez] ve gerçek [mevcut olan] arası varoluşsal düzlemi; özgürlüğün ise oluşun diğerleriyle ilişkisine refere eden kolektif düzlemi soruşturmayı gerektirdiği için "ebilme" eki, araştırma zemininin işleyişin farklı perspektifleriyle açılmasını; işleyişin çok boyutlu soruşturulabilmesini kendiliğinden getirir. Olanağın işleyişi, Simondon'un bireyleşme süreçleri ile oluşun içerdiği ilişkisel düzlemlerden I. Düzlem altında çözümlenir. Özgürlük ise Dennett'in özgürlük kuramı ve Luhmann'ın sosyal sistem teorisi ile tezde II. Düzlem olarak ifade edilen kolektif düzlem işleyişinde çözümlenir. Her iki düzlem işleyişinde "ebilme", 'eş varoluşsal hak', "kendi" ve ortak işleyişe dair yönelim ve ilişkiler aralarındaki denge, devinim ve dinamikliğin ürettiği açılımlar ile mekanın "kendi varoluşunu inşa edebilme" hali ve sorunun farklılaşan ifadeleri için ortaklaşan bulgulara ulaşılır. "Kendi" bölümünde ise ontolojik, varoluşsal ve fenomenolojik açılımlarla "kendi" olmanın, "kendi"ye dönüşmenin ve sürdürmenin işleyişsel karşılıkları ve gereklilikleri çözümlenir. Bölümde "kendi"nin tekilliğini yitirmesi, ortak işleyişten bağımsız sorgulanamazlığı fakat bir yandan da tekilliğinin ve faklılaşmasının işleyiş için öneminin görünür hale gelmesi, "kendi"nin hem bütün, parça, diğeri olarak hem de yönelimlerin ve ilişkilerinin soyut işleyişi olarak sorgulanması gerektiği fark ettirir. Nihayetinde teze yönelten farkındalıkların çözümlemede türeyen bulgularla genişlemesi ile mekanın "kendi varoluşunu inşa edebilme" halini, hem yönelim ve ilişkiler sisteminin soyut işleyişini hem de mekanın kendisini eş zamanlı araştırmaya müsaade eden hetero-fenomenolojik oluş ile örtüştürür. Bu örtüşme, fenomenolojinin tez sürecine insan odaklı olmak yerine mekanın fenomenolojisi odağında dahil oluşunu anlamlandırır. Bu süreçte sorumluluğu yerine getirmek üzere eş varoluşsal hakkın önemi, eş zamanlı olarak, var olan her şey -parça- ve soyut işleyiş için kritikleşirken araştırma zemininde her oluş için ortaklaşan rol açılımları ile mimarın sürece dahiliyetine dair bulgular hetero-fenomenolojik arabulucu yönelim çatısı altında bir araya getirilir. Bu sayede araştırma zemini ile morfolojik, sosyolojik, psişik süreçleri eş zamanlı sorgulamaya müsaade eden ve mekanın fenomenolojisi odağında otoriteden arınmış ve sorumluluğunu araştırmak üzere, post-hümanist varsayımlar mimari bağlamda araştırabilmek üzere güncel bir fenomenoloji kuramı altında bir arada görülebilir hale gelir. Tezin dördüncü bölümünde, hetero-fenomenolojik arabulucu yönelim başlığı altında, söz konusu arayışta kuramsal ve olgusal arası kopukluğa mahal vermemek üzere, tezin odaklandığı varsayımlara yönelik araştırma zemini bulguları, mevcut mimari örnek ve yöntemler ile açılarak anlamlandırılır. Bu süreçte, hem söz konusu arayışın henüz olmayan, yeni bir edim, süreç keşfetmek yerine işleyişe dair farkındalığı artımaya yönelik olduğu ve dolayısıyla işleyişsel bulguların var olanla açıklanabilir olması hem de tezin odaklandığı varsayımsal farkındalıklara [her oluşun içkin olduğu soyut işleyişe ve eş varoluşsal hakka] yönelik türettiği çok boyutlu ve ağsı bulgularıyla araştırma zemininin, mekanın varoluşsal süreci için edimselleşebilmek üzere olanak ve dayanak üretebilme potansiyeli görünür hale getirilir. Nihayetinde, soyut, çok boyutlu ve her oluşun içkin olduğu işleyişi ve sürece ilişkin her oluşun kendisini [parçayı, tekili], eş varolusal hakkını gözetebilmek üzere hetero-fenomenolojik arabulucu yönelim, hem söz konusu işleyişsel farkındalıklarla sürece yönelebilmeye hem de bu niyetle türeyen zemin ile düşünebilmeye yönelik ilerletilebilmek üzere [mevut mimari örnek ve yöntemlerle] melez, ağsı ve çok boyutlu bir yöntem denemesi olarak üretilir. Tezin varoluşsal inşası, her oluşun sorgusuna müsaade eden araştıma zemini bulguları gözetiminde ilerler. Dolayısıyla, tezin varoluşu hem içerdiği düşünsel arayışın pratik bir karşılığı olarak hem de bu arayış için türettiği araştırma zeminini bulgularını kullanmaya ve zeminin işlerliğini test etmeye yönelik bir deneme olarak değerlendirilebilir. Tüm bunlarla beraber, tez, kendine has varoluşsal serüveni ile, her oluşun varoluşsal ortaklıklarını, işleyişsel süreci ve eş varoluşsal hakkı gözetmeye yönelik türeyebilecek ortak niyetli arayışlar için çok boyutlu, [hem içeriği hem yapısı itibariyle] hem düşünsel hem de pratik anlamda üretken bir zemin olabilmeyi hedefler.
-
ÖgeMekân kavram üretir: Mimarlık kuramına yeni-materyalist bakış(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-06) Çırak, Betül ; Kahvecioğlu Paker, Nurbin ; 502191002 ; Mimari TasarımBu çalışma, yeni materyalist diskurun tariflediği ontolojik zeminden köklenerek, mimarlığı bir asamblaj olarak ortaya koymakta; mekânı ise bu asamblajı işleten soyut makine olarak tanımlamaktadır. Mekân bu niteliğiyle, mimarlık asamblajından çıkan tüm unsurlar için üretim diyagramlarını içinde bulundurmaktadır ki bu durum, mekânın gerçeklik üretme kudretini açığa çıkarır. Mekâna üretici bir güç atfetmek, yeni materyalist okumaya ihtiyaç duyar. Çalışmanın amacı, mimarlığın bir asamblaj olarak nasıl çalıştığını ve mekânın üretken bir fail olduğunu ortaya çıkararak, yeni materyalist mimarlık diskuruna katkıda bulunmaktır. Yeni materyalizm, başta doğa ve kültür olmak üzere anlam ve madde, özne ve nesne gibi ikiliklerinin epistemolojik değil ontolojik ayrımlar olduğunu ortaya koyarak reddeder; tüm şeylerin içkinlikleriyle ve tekillikleriyle var olduğu yatay bir ontolojik zemin tanımlar. Bu anlamda yeni materyalizmin ontolojik iddiaları, mimarlık ontolojisi (yaygın kabuller üzerinden "mimarlık nesnesi" ve "mimarlık öznesi" statüleri) için de bir araştırma programı sunar. Yeni materyalist zemin, hâlihazırda mimarlık içerisinde olan ve kimi noktalarda çakışan iki çizgiyi belirgin hâle getirir. İlk olarak, mimarlıkta mevcut olan özne ve nesne kabullerinin reddedilmesi ve eleştirinin nihai sonucu olarak nesnenin yeniden tanımlanması karşımıza çıkar. Bu çizgide mimarlık nesnesinin statüleri tartışılır, en radikal nesne tanımları yapılır; fakat mimarlık içerisindeki özne – nesne ayrımı tartışmaya açılmaz; bu sebeple de söz konusu olan, bölünmüş bir mimarlık ontolojisinin kendi kendini eleştirisidir. İkinci olarak ise, mimarlığın hâlihazırda müellifsiz bir akış arayışında olduğunu savunarak yeni materyalist madde anlayışına dâhil edilebilecek görüşler vardır. Çalışma kapsamında ele alınan mimarlık asamblajı da ikinci çizginin bir parçası olarak görülmelidir. Böylece özne ve nesne ayrımının kaybolduğu bir mimarlık okuması, çalışma boyunca kendisini örneklemektedir. Asamblaj teorisi, yatay ilişkilerinden koparılarak bilimsel araçlarla tasnif edilmiş ve birbirinden soyutlanmış fenomenleri yeniden bir araya getirmeye olanak verir. Asamblaj, heterojen unsurlardan oluşan bir çokluktur; ancak önemli olan unsurlar arasındaki ilişkiler ve ilişkilerin tanımladığı süreçtir. Bu anlamda asamblaj teorisi, mimarlığı sabit biçime odaklanmaktan çok, süreç ve dönüşüme doğru açar; mimarlığın ifadesini dünyada var olmaktan, dünyada oluş olmaya taşır. Mimarlığı bir asamblaj olarak nitelendirebilmek için, ilk olarak bir çokluğu "asamblaj" olarak nitelendirmemize olanak veren kurallar ve durumlar tespit edilmiştir; ikinci olarak bu kurallar ve durumlar, mimarlık özelinde araştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda, Deleuze ve Guattari'nin kavramları olan "içerik ve ifade", "yeryurd ve yersizyurdsuzlaşma", "kaçış çizgileri" ve "tutarlılık düzleminin" mimarlık asamblajında nelere karşılık geldiği, mimarlık pratiğinden örneklerle, net bir biçimde ortaya konulmuştur. Soyut makinalar, somut asamblajların içinde işleyen dördüncü boyutudur. Soyut makine, maddeleri ve işlevleri bir biçime kavuşturmak üzere çalışır. Mekân, mimarlığın içerik ve ifadesinin birbirlerine eklemlenerek somut gerçeklikler inşa edeceği tutarlılık zeminidir ve bu eklemlenme işleminin diyagramları/kartografisi de mekânı karakterize eden şeydir. Bu nedenle de, bir mekân tasarlamak üzere çalışan her bir mimarlık asamblajı için soyut makine, mekânın kendisidir. Soyut makine mekân, mimarlığın içerik ve ifadesinin "ikili eklemlenmelerini" yaratır ve ufkunu tayin eder. İkili eklemlenmeyle birlikte, henüz biçimlenmemiş maddeler ve maddede somutlaşmamış işlevler, virtüel hâlden edimsel hâle geçer; mekânsal ögelere doğru zuhur eder; gerçekleşir. Bu anlamda üretilen gerçeklik, mimarlık asamblajından çıkan her bir unsur ve bu unsurlar arasındaki ilişkidir: Her bir yapı, temsil, metin vs. bir gerçeklik üretimidir. Mekânın ürettiği gerçeklikler arasında ise kavramlar özel bir yere sahiptir. Mekânsal kavramlar (program, bağlam, kullanıcı, şeffaflık, biçim gibi) hakkında tasarım kararları vermek, aynı zamanda ilgili kavramsal alandan bir takım bileşenlerin seçilerek birbirleriyle ilişkilendirilmesi sürecidir. Artık, bir form yaratmak, bir form kavramı da yaratmaktır. Bu nokta, çalışmanın esas sonucu olan, mekânın kavram üretme yetisi açığa çıkarmaktadır.
-
ÖgeMimari çizimin görünmeyen içeriği ve eylemselliği( 2020) Tanrıverdi Çetin, Çağın ; Dülgeroğlu, Fazilet Yurdanur ; 629139 ; Mimari Tasarım Bilim DalıBu araştırmanın konusu mimari tasarım alanında çizim ile ilgilidir. Çizim, tasarım süreci boyunca düşünceler ve üretimler arasında bağlaç görevi görüp sürece yön veren, dönüştürücü ve yaratıcı etkileri olan bir pratiktir. En eski iletişim araçlarından biri olan çizim, bedensel ve zihinsel bir etkinlik olarak çizerin kendiyle de bir diyalog zemini kurmasını sağlar. Ayrıca, fiziksel gerçeklikten beslendiği gibi, gerçekleşmesi mümkün olmayan sanal dünyalar tasarlamayı mümkün kılarak yaratıcılığı besler. Mimarlık araştırmalarında önemli bir yer tutan çizim, mimarlığın zanaatkarlıktan ayrı bir disiplin olarak kabul görmesinde anahtar role sahip olup yüzyıllardır mimarlık kavrayışı ve üretim biçimleriyle etkileşim halinde dönüşmektedir. Mimari çizimin tarihsel sürecine bakıldığında, çizimin optik sistemler ve onların ürettiği araçların belirlediği düşünce setleri doğrultusunda nesneleştiği gözlenmektedir. Son yıllarda ise, görsel bir nesne olarak çizim paradigmasından, eylem olarak çizim paradigmasına geçiş olduğu düşünülmektedir. Tasarım sürecinde pasif ve koşullanan yapısıyla nesneleşmiş çizimin araçsallığı, aktif ve koşullayan bir role dönüşmüştür. Bu dönüşüm tezi yönlendiren, "mimari çizimin görselliği ve eylemselliği arasında bir ilişki kurulabilir mi?" sorusunu doğurmuştur. Çizim, görünen ve görünmeyen katmanlar içerir. Görünen katmanlar çizimin fiziksel karşılığı olup görünmeyen katmanların etkisine açıktır. Çizimin görünmeyen içeriği ise gizli, silinmiş izler, yardımcı veya ikincil çizgiler olarak tanımlanabilir. Bir forma bürünerek görünür hale gelen çizim, sabitlenmiş, terk edilmiştir. Bitmişlik, sürekli değişen, dönüşen koşullardan uzaklaşarak çizimin nesneleşmesine sebep olur, ki bu durum çizimin katlarını örterek yüzeyselleşmesine yol açar. Bu bağlamda tez, çizimin eylemsel bir oluşum olduğu savını ortaya koyarak bu eylemselliği çizimin görünmeyen içeriğiyle ilişkilendirmektedir. Eylemsel bir oluşum olarak çizimin görsel dökümanlar üzerinden tanımlanması kendi içinde bir tutarsızlık içermektedir. Bu sebeple tezin amacı, mimari çizimin göz merkezci yapısını eleştirerek, eylemsel niteliğini açığa çıkarmanın yollarını araştırmaktır. Çalışmanın hedefi ise, mimari tasarımda olası yeni çizim kavrayışlarının izini sürerek, çizimin anlamı ve potansiyelini günümüz olanaklarıyla değerlendirmektir. Tezin, mimari çizimin görünen unsurları dışında kalan içeriğine yoğunlaşması noktasında, Stan Allen'ın, mimarlıkta nesne-süreç, görünen-görünmeyen ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına olanak sağlayan "alan kuramı" kuramsal temel oluşturmuştur. Bütünü oluşturan parçaların ilişkileriyle ilgilenen alan kuramı aracılığıyla, tasarımcı ve çizim arasındaki ilişkinin çizgisel anlamda dışavurumu olarak, arka planda kalan, ikincil olan, yardımcı çizgiler veya varsayılan çizgiler olarak kavramsallaştırılabilecek çizim unsurlarının, bir başka deyişle çizimin görünen bileşenlerinin arasında-dışında-arkasında kalan unsurların çizimdeki kurucu etkisi araştırmaya değer bulunmaktadır. Tezin yöntemi, tasarım disiplininin doğrusal olarak birbirini izleyen ilerlemeci bir yapıda olmadığı düşüncesini de göz önüne alarak, Horst Rittel'in öncülüğünü yaptığı tartışmacı yaklaşım olarak belirlenmiştir. Bu yaklaşımda tasarım düşüncesinin, "kötü" (wicked) doğası gereği, eşsiz ve karmaşık olduğu, kesin bir şekilde formüle edilemeyeceği savunulur ve ortaya konulan savın sorgulanması için tartışmaya açılması gerekir (Rittel & Webber, 1973). Buna göre araştırma, tartışmaya dayanan bir süreç olarak görülerek, mantıksal muhakeme, gözlemlerin yorumlanması ve konuya ilişkin yapılan diğer bilimsel çalışmaların oluşturduğu kanıtlama üçgeninden yararlanır (Metcalfe & Powell, 2000). Çizimi kuram ve pratik arasında konumlandıran çalışma, tasarım içeren kuramsal araştırma (design inclusive research) süreci olarak ele alınmıştır. Mimari tasarım sürecine ilişkin olarak, çizim pratiği üzerine kuramsal bir araştırma yapma noktasında bu yaklaşımın katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Buradan yola çıkarak, konuyla ilgili yapılan yazın taraması ve tez kapsamında çizim üzerine yapılan deneysel çalışmaların yorumlanması aracılığıyla, mimari çizimin eylemsel niteliğini açığa çıkarmanın yolları araştırılmakta; günümüz olanaklarıyla çizim kavramı yeniden ele alınmaktadır. Mimari çizime ilişkin yazın incelendiğinde, görme biçimiyle yapma biçiminin çift yönlü bir etkileşim içerisinde olduğu görülmüştür. Bu sebeple ele alınan çalışma, çizimi "yazmak", "görmek" ve "yapmak" olmak üzere üç eksende ele almıştır. Çizimi "yazmak", onun görsel bir dilden alınıp yazılı bir dilin koşullarına çevrilmesi girişimi olarak, çizimi metinselliğin koşullarında yeniden üretmek demektir. Çizimi "görmek", çizimin nasıl ele alındığını / anlamlandığını belirlerken, çizimi "yapmak" ise, çalışmanın odağını çizimin nesnesinden sürecine yöneltmektedir. Çizim sürecinde "yapmak" eylemi, çizim düzleminde vücut bulup nesneleşmiş ve dondurulmuş bir düşüncenin, içsel ilişkilerini açığa çıkararak onu canlı, değişime açık, düşünsel derinliği olan bir varlığa dönüştürür. Bu açıdan çizim, eylem ile ilgili olup, düşünme ve yapma arasında bütünleştirici bir lehim olarak iş görür. Eylemler arasındaki her arakesit yeni bir ilişki açığa çıkarır. Çizimi diri tutan, sürekli güncelleyen, oluş halinde bir varlığa dönüştüren, bu ilişkiler olmaktadır. Bu sorgulamalar aracılığıyla, çizimin eylemselliğinin tüm bedensel duyular gibi, görselliği de ilgilendirdiği, ancak "eylem olarak çizimin" görünenden / gösterilenden fazlasını içeren bir potansiyeli olduğu sonucuna varılmıştır. Çizim, noktalar ve çizgiler gibi çizim düzlemindeki izler aracılığıyla vücut buluyor olsa da, bu unsurlar çizim sürecinin yalnızca bir bölümüne işaret eder. Çizimin görünmeyen içeriği, farklı zihinsel yapılanmaları, gerçeklikleri, çağrışımları ve henüz cisimleşmemiş tezahürleri açığa çıkarır. Bu yönüyle, mimari çizim aracılığıyla görünmeyeni fark etmeye çalışmak başlı başına eleştirel bir eylemdir. Bu bağlamda, günümüz koşullarında mimari çizimin görünen-görünmeyen ilişkilerinin yeniden ele alınması, mimari çizim alanında yaratıcı sonuçlar açığa çıkarabilir.
-
ÖgeMimari imkanlar olarak altyapı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-08-31) Ateş, Serkan ; Sönmez, Nizam Onur ; 502181054 ; Mimari TasarımTez kapsamında altyapıyı mimari anlamda geniş bir biçimde ele alarak yapılan tartışmalar üzerinden yeni bir mimari söylemin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Modern kentlerde ortaya çıktığı günden beri altyapılar gelenek ve kültüre dair izleri taşımıştır. İçerdikleri süslemeler, mekânsal organizasyonları gibi detaylar bize bunun ipuçlarını vermektedir. Fakat günümüzde küreselleşme ve medyanın da etkisiyle telekomünikasyon, geniş-bant yayıncılığı ve interneti ele alacak olursak, altyapının kültürel aktarım yönü hiç olmadığı kadar yoğunlaşmıştır. Giderek karmaşık toplumsal ilişkiler türeten modern toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için altyapı sistemleri hem tasarım hem de işlerlik açısından daha girift hale gelmiştir. Artık yalnızca sağlığa uygunluk ve belli lojistik ihtiyaçlara cevap veren statik bir yapı olmanın ötesinde enformasyonun da işlenerek aktarımını sağlayan kültürel bir organ olmasıyla kent yaşantısının sosyal bir ara yüzünü de temsil eden dinamik bir yapıya dönüşmüştür. Manuel Castells akışlar uzamının elektronik devreler ve hızlı ulaşım koridorları temelinde uzak yerellikleri birbirine bağlayarak geleneksel mekan algısının önüne geçtiği görüşünü ileri sürmektedir (2000). Tez kapsamında geleneksel anlamdaki yerlerin aslında kaybolmadığı, hatta akışlar mekânı üzerinden bu yerlere farklı anlam katmanları eklendiği savunulmaktadır. Konum bilgisi geri plana itilirken yerin ağ üzerinde tanımlı diğer yerler ile olan bağı ve orayı daha geniş bir oluşumun parçası haline getirecek jenerik altyapılar ile olan ilişkisi ortaya konmuştur. Altyapı fikrinin kavramsal çerçevesi Stan Allen, Keller Easterling, Gilles Delalex ve Manuel Castells gibi düşünür ve mimarlara atıfla oluşturulmuş; düşüncelerin farklılaştıkları veya örtüştükleri noktalar üzerinden tartışma genişletilmiştir. Kentin içinde kendi kurallarıyla yeni "dış"lar yaratabilen, mekân anlayışımızı görebildiğimizin ötesinde dönüştürebilen bir olgu olarak altyapı kavramının açılması denenmiştir. Bu bağlamda fabrika, okul, sandalye, baraj, demiryolu, uçak, araba, motosiklet, bilgisayar ve köprü mercek altına alınıp küresel akışlar ağının iz düşümleri olarak incelemek ve altyapı mekânı ve mimarisini tartışmak tezin odağına alınmıştır. Altyapı elemanlarından tekil nesneler olarak bahsetmenin güçlüğü ortaya konduktan sonra, ağ toplumunun altyapı mekânlarında ortaya çıkan melez durumlar mercek altına alınmıştır. Bunlar Stan Allen'ın olguları bölge, nokta ve çizgi kavramları ile açıklamasını takiben; bölge, kamp ve sınır şeklinde üst başlıklar aracılığı ile tartışma geliştirilmiştir. Altyapı böylelikle fiziksel bağlamdan kopuk işleyen küresel akışların yer ile birleşerek mekânsal deneyimler sunması ile mimarlık adına ayrıcalıklı bir müdahale alanı yarattığı ortaya konmuştur. Mimarların, tekil binalar ve kentlerin yanında altyapı ve bileşenleri üzerinde odaklanması çağrısında bulunulmuştur.
-
ÖgeMimari temsilde eleştiri oluş farklanmalarını sorunsallaştırmak(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-12-07) Mortaş, Mustafa ; Çebi Dursun, Pelin ; 502162009 ; Mimari TasarımDünya görüşleri, dünyayı ve evreni görme halleri farklılıklar gösterdikçe, çağlar boyunca mimari temsilin özne, nesne, imge, bilinç, düşünce, yargı ve eleştiri gibi kavramlarla olan ilişkisellikleri de farklılıklar gösterdiler. Mimari temsilin inşa edilme amacı güden baskın pratikleri aynı temsil kodlarını yapılarına aktarırlarken, inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil ortamı kendi sözlükleriyle farklı mekansallıklara işaret ettiler. Bu tez iddiasını mimari temsilin inşa edilmeye yönelik olmayan alanındaki bu farklılıklar içinde/boyunca kuruyor. Bu alanda edimsel, edimselleşme ve virtüel kavramlarının mimari temsildeki anlamları ile görsel hallerini/olaylarını eleştiri, oluş ve fark bağlamlarında tartışıyor. Tezin tartışma strüktürünü ören yöntemsel yaklaşım, Deleuzecü oluş ve fark felsefesi ile Braidottici insan sonrası eleştirel kuram arakesitinde kurgulanıyor. Tez, üst başlığının içeriğini parçalarına ayırarak bu parçalardan kritik kavramsal kelimeler çıkarıyor. Tezin araştırdığı mimari temsil dönemleri boyunca içerikleri çıkarımlanan kelimeler, o dönemde açığa çıkan ve kavranan özne, kriz, ortam, reaksiyon ve eleştiri olarak ele alınabilirler. Eş zamanlılıkta bu çıkarımlar boyunca sorunsallaştırmaya tabi tutulan kavramlar ise nesne, imge, mimari temsil ve virtüel/edimsel olarak düşünülebilirler. Tezin üst başlığını parçalarına ayırarak çıkarımlama ve sorunsallaştırma pratiklerini açığa çıkardığım tüm bu kavramsal kelimeleri ise, oluş ve fark mefhumlarının mimari temsildeki çeşitlenen hallerinin izlerini sürmek adına tartışıyorum. Bu anlamda tez içeriğinde dört farklı özne kurulumu ile dört farklı epokhal ontolojik krize yer veriyorum. Klasik öznede mimari temsili nesneleştirme edimselliğini, öznenin imgeyi bilinç içi araçsallaştırması bağlamında izdüşüm ve perspektif pratikleriyle çıkarımlıyorum. Nesneyi bilinci içerisinde psişik bir şey olarak konumlandıran klasik öznenin mimari temsilde yargı veren ve yöneten eleştirel dualitesini, başı ve sonu belirlenebilir edimsel alanda tartışıyorum. Klasik öznenin imge, nesne ve mimari temsilde yargı veren, tek odaklı dualistik araçsallığının birinci epokhal ontolojik krizi doğurduğunu keşfediyorum. Birinci epokhal ontolojik krizin kritik reaksiyonunu bir modernlik itirazı bağlamında fenomenolojik yönelimsellikle anlamlandırarak tez çalışmasında mimari temsil ve imgeyi bilincin dışında bir tür edim olarak kavramaya geçiyorum. İkinci özne kurulumu olan yönelimsel öznede epokhe kavramının eleştirelliği eleştiri oluşa açtığını, mimari temsil nesnesini bilincin dışında bir bilinçlilik türüne dönüştürdüğünü savunuyorum. Yönelimsel öznenin inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil alanında, montajın çok odaklı bitimsiz gezinti kurgusunda edimselin virtüelleşmesini, aksonometrik avangardın saydamlaşma ve yönelim kaybı atmosferinde edimselleşmenin virtüelleşmesini, sürreal imgenin ise bilinçaltı arzularda öznenin nesneleşmesi, nesnenin de özneleşmesi bulanıklığında virtüel-edimsel karışmasını karşılayabileceklerini iddia ediyorum. Fenomenolojik öznenin edimselliği terk ettiği mimari temsil alanında oluşun izlerini daha çok farklılaşma izleğiyle çıkarımlıyorum. İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru mimari temsil ve özne kurulumunda da radikal kopuşlar ve parçalanmalar açığa çıkmasıyla birlikte üçüncü özne hali olan postmodern özne ve onun eleştirel mimari temsil alanını açımlamaya yöneliyorum. Bu alanda çıkarımlanan ikinci epokhal ontolojik krizin reaksiyonunu modernlikten radikal bir kopuş bağlamında postizmlerin dekonstrüktivist anti-şehir ütopyaları ile tartışıyorum. Anti-şehir ütopyalarının kolektif bir sosyal bilinçlilikle mimari temsilde eleştiri oluşu değil, eleştirel geleneği devam ettirdiklerini, böylelikle temsilde edimselleşmenin edimseli arzulamaya geri dönmüş olabileceğini iddia ediyorum. Bu bağlamda postmodern özne ve onun anti-şehir edimselliği, oluş meselesinden koptukları için tezin çalışma alanına girmiyor. Seksenli yılların ortalarına gelindiğinde ise inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil ortamında radikal bir kırılmanın vuku bulduğunu savunuyorum. Bu kırılmanın, seksenli yılların ortalarında başlayan enformasyon ve görüntünün hızlı dolaşımı ile birlikte mimarlık kuramının sonunun gelmeye başladığını haber eden hiperepokhal ontolojik krize karşı bir reaksiyon olabileceğini açığa çıkarıyorum. Lebbeus Woods mimarlığı ile çıkarımladığım bu radikal kırılma, mimari temsilde eleştiri oluşun virtüel olay farklanmalarını tetikleyen insan sonrası bir alana geçişi kurguluyor. Tezin iddiasına göre bu dönemde baskın bir insan merkezli eleştirellik, parametrisizm ve eleştirel sonrası sonuç odaklılığı savunmasıyla yeni bir tür krize sebebiyet veriyor. Bu krize epokhal-ötesi ontolojik kriz ismini veriyorum. Böylelikle tez, dördüncü özne hali olan insan sonrası oluş ile epokhal-ötesi ontolojik krizin reaksiyonu bağlamında montaj-oluş, organsız-beden oluş ve protez-oluş olaylarının mimari temsildeki virtüel farklanmalarını sorunsallaştırma alanında genişleyerek açımlanıyor. Tez, inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil alanındaki insan sonrası oluşun virtüelliğinde farklılaşmanın hiçbir haliyle yer alamayacağını, temsilde olay farklanmalarının açığa çıkıp duruyor olduğunu iddia ediyor. Bu iddia, Woods mimarlığını yanına alarak, yirmibirinci yüzyıldaki iki örnek olay olan Bryan Cantley ve Ryota Matsumoto temsilleri ile kapma-oluşun yaratıcılığı bağlamında sorunsallaştırılarak virtüel farklanma kavramında tartışmaya açılıyor. Oluş farklanmaları ve insan sonrası düşüncedeki kuramsal kavrayışların, hayallemeye, tarihselci doğrusallıktan kaçmaya ve kavramsal eleştiri oluş temsilleri yaratmaya imkan tanıdığı savunularak, Cantley'nin mechudzu veya eşiksel-sonrası bulanma gibi kavram yaratımları makinik-prostetik kapma-oluş atmosferlerinde tartışılıyor. Cantley'nin atmosferindeki oluş farklanmaları, olayın içinde kalarak, protez ve organsız bedenin olanaklarıyla gerçekleşenlerin aralarına ve çatlaklarına sızarak, aşinalığımızın tersyüz edilmesi ve yersizyurtsuzlaşma aracılığıyla araştırılıyor. Ryota Matsumoto'nun mimari temsil atmosferi ise, kentsel biyoteknolojik ve morfogenetik oluş farklanmalarının virtüel alanda kalan yaratıcı olayları etrafında ve boyunca çıkarımlanıyor. Bu temsil alanında mimarın klasik özne alışkanlıklarını benimsemeyişi, teknolojiden teknoloji aracılığıyla çıkan bir insan sonrası alanın eleştirelliğini olumlaması, edimselleşmenin farklılaşan sonlu olumlamaları yerine virtüelliğin farklanan saf olumlamalarındaki kapma-oluşlarında yaratıcılığa uğruyor olduğu açığa çıkarılıyor. Tez, inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil alanında edimselleşmenin farklılaşmaları pratiklerinde yaratıcılıktan bahsedilemeyeceğini, yaratıcılığın bilindik öznesiz virtüel olay farklanmalarındaki montaj-oluş, organsız beden-oluş ve protez-oluşlardaki kapma-oluş dinamiklerinde açığa çıkabileceğini, bunun da özne ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını iddia ediyor. Çalışmanın kendi yönetimsel kodları ve geleneksel konformizmiyle güvenli sularda gezinen bilinçli mimarlık öğrencisi ve mimar personasının temsil dilindeki felsefi/politik aktarımını yeniden gözden geçirmesi ve sorunsallaştırmasına olanak tanıyacağını düşünüyorum. Daha da kritik olanı, yaratıcılık olduğu düşünülen mimari temsildeki edimselleşme farklılaşmalarının kendisini edimselin olumsuzuna doğru hazırlıyor olduğunun; bunun yaratıcılık ve farklanma ile ilgisinin olmadığının anlaşılması gerekliliğini mimari temsilde eleştiri oluş farklanmaları bağlamında gündeme getirme niyeti taşıyorum.