LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Başlık ile LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; RestorasyonKilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamında Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-10-15) Pulat Sönmez, Ece ; Mazlum, Deniz ; 502142202 ; Restoration ; Restorasyon18. yüzyılda batı ile etkileşimi artan Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ile birlikte idari, sosyo-kültürel ve ekonomik alanda birçok değişim yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler kentsel düzene ve mimariye de etki etmiş, kent içinde yeni yapı tipleri ve yeni mimari üsluplar görülmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile söz konusu değişimlerin Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçlerine nasıl etki ettiği ele alınmıştır. Özellikle Tanzimat ve Islahat fermanları ile eşitlik olgusunun vurgulanması ve gayrimüslim kesimin yeni haklar elde etmesi, kilise mimarisi için de yeniliklere sebep olmuştur. İstanbul kent merkezinde bulunan tüm Rum Ortodoks kiliselerinin ön çalışma olarak izlenmesi ve onlara dair envanter fişleri oluşturulması ile başlanan bu tezin ana kaynaklarını da Osmanlı arşiv belgeleri oluşturmaktadır. Osmanlı Arşivi dışında, kilise vakıflarına ait arşivlerde ve bazı özel arşivlerde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen belgelerin gün ışığına çıkarılması amaçlanmıştır. Bu belgeler ile seçilen Rum Ortodoks kiliselerinin onarım ve yapım süreçlerindeki, idari işleyiş ve mimari teknik bilgiler incelenmiştir. Onarımlarda kullanılan yapı malzemeleri, çalışan meslek grupları, yapım teknikleri, kullanılan ölçü birimleri, görev alan kurum ve kuruluşlar gibi bilgiler arşiv belgelerinden öğrenilmektedir. Bu belgeler aracılığı ile geçmiş dönem restorasyon uygulamaları ile ilgili bilgi edinmek gelecekteki müdahaleler için yol gösterici niteliktedir. Çalışma sırasında İstanbul'da bulunan 96 adet Rum Ortodoks kilisesi için ön araştırma ve inceleme yapılmıştır. Tüm bu kiliseler için Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Kiliselerin tarihî ve mimari özelliklerine, eski fotoğraf ve haritalardaki varlıklarına ve haklarında yapılan detaylı çalışmalara yer verilen envanter fişleri hazırlanmıştır. Arşiv belgelerinin niteliğine göre şekillenen bu tezde Galatasaray Panayia Kilisesi'nin genişletilmesi, Şişli Metamorfosis Kilisesi'nin yapımı, Kumkapı Panayia (Elpida) Kilisesi'nin ve Gedikpaşa Ayia Kiryaki Kilisesi'nin yeniden yapım süreçleri detaylı olarak ele alınmıştır. Örnek incelemelerinden önce 19. yüzyılda İstanbul'da mimarlık ve kültür ortamının nasıl olduğu; kent dokusunda, toplumsal ve kültürel alanda yaşanan değişim ve dönüşümler, İstanbul'daki gayrimüslimler ve mimarlık etkinlikleri, gayrimüslimler içinde Rumların yeri alt başlıkları ile ele alınmıştır. 19. yüzyıl İstanbul'unda yapım ve onarım faaliyetleri ise; anıtsal yapıların yapım ve onarım süreçleri, idari yapılanma, yasal süreçte yaşanan değişimler, Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri alt başlıkları ile aktarılmıştır.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul'unda tarihî camilerin ihyası, örnekler ve arşiv belgeleri üzerinden bir tespit ve araştırma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-25) Çiçek Ünal, Özlem ; Mazlum, Deniz ; 502082207 ; Restorasyon ; Restoration19. yüzyılda İstanbul'da çok sayıda tarihî cami ve mescit; yaşanan yangınlar, 1894 depremi, bakımsızlık ve imar faaliyetleri gibi nedenlerle kullanılamaz duruma gelmiş ve yeniden inşa/ ihya edilmiştir. O dönemde imparatorluğun Batı ile gelişen ilişkileri, değişen mimari beğeniler, yaşanan maddi sorunlar ve İstanbul'da yaşanan değişim ve dönüşümler yeniden inşa faaliyetlerinin ölçek ve niteliğini etkilemiştir. İstanbul'un artan nüfusu ile orantılı fiziki büyümesi imar hareketlerini beraberinde getirmiş; yeni ulaşım ağları, rıhtımlar, meydanlar gibi düzenlemeler hız kazanmıştır. Üst üste yaşanan yangınlar, pek çok kayba neden olmanın yanında, sonrasında getirilen yeni düzenlemelerle Batılı bir kent görünümüne kavuşmak için fırsat sunmuştur. Yangınlar ve 1894 depremi sonrası pek çok yapının aynı anda hasar görmesi, gerekli onarımların ve inşaatların yapılabilmesi için kaynak bulunmasını güçleştirmiş ve kimi durumlarda yapıların ayakta tutulabilmesi için gerekli olan müdahaleler gecikmiştir. Osmanlı arşivinde bulunan; yangınlar sonrasında hasarlı yapılar ve bağlı bulundukları vakıfların maddi durumları hakkında hazırlanmış defterler yaşanan sorunları ortaya koymaktadır. Vakıf yapısı olan tarihî cami ve mescitler, vakıfların yönetimindeki bozulma ve suistimaller neticesinde düzenli bakım ve onarımları için gereken ödeneklerden mahrum kalmış; yangın ve deprem gibi ani hasarların yanında kimi zaman geçen zaman içinde gelişen hasarların onarım bedellerini de karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bu durumun önüne geçebilmek için vakıf yönetimleri ve bütçelerini tek bir çatı altına toplamak için idari adımlar atılsa da yaşanan maddi sorunların önüne geçmek kolay olmamıştır. Sonuç olarak kentteki tarihî cami ve mescitler hem bağlı oldukları vakıfların sorunları hem de içinde bulundukları kentte yaşanan afetler ve değişimler neticesinde ayakta tutulamayarak ihya edilmişlerdir. Tez kapsamında yapılan ve selâtin camilerini kapsam dışında bırakan araştırma, 1780-1920 zaman aralığında İstanbul'da 153 cami ve mescidin çeşitli nedenlerle kısmi ya da bütüncül olarak yeniden inşa edildiğini ortaya koymuştur. Gerçekleşen bu ihyalarda yapıların tarihî kimlikleri değil vakıf kimlikleri önde tutulmuştur. Genel olarak ihyalarda amaçlanan hedef vakfedilen işlevi uzun süre yerine getirebilecek sağlam bir yapı elde etmektir. 19. yüzyılda Batı'da gelişen anıt eser ve koruma kavramları Osmanlı'da gecikmeli olarak yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında tartışılmaya başlanmıştır. Batının etkisiyle antik eserler üzerinde oluşan ilk ilgi zaman içinde daha geç dönem eserlerine kaymıştır. Çoğu vakıf yapısı olan, anıt niteliğindeki eski eserlerin onarımları yaşanan afetler nedeniyle 19. yüzyılda da gerçekleştirilmiş; önemli eserlerin uygulamalarında dönemin genel pratiklerine uygun olarak yabancı ya da yurt dışında eğitim almış mimarlar ağırlıklı olarak görevlendirilmiştir. Yapılan yasal düzenlemelerle onarımların uzman kişilerce ve denetim altında yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Osmanlı arşiv belgeleri; gerçekleştirilen ihyaların nedenleri, ihya kararının alınması, yapıları ihya ettiren kurum ve kişiler, ihya bedellerinin belirlenmesi ve karşılanması, ihya uygulamalarında izlenen süreç ve ihyalarda kullanılan yeni mimari üsluplar konusunda bilgi vermektedir. Yapıların ihyasında yukarıda sıralanan konular her yapının kendi koşulları ve hasar durumu özelinde değişebilmektedir. Yapılar kimi zaman kısmen ayakta tutularak, kullanılabilir durumdaki mevcut malzemesi ile ihya edilirken kimi zaman ise ihya edilecek yapı tamamen ortadan kalktığı için yeni baştan bir yapı inşa edilmektedir. Yapıların ihyasında bunun gibi değişkenlik gösteren durumları ortaya koyan örnekler tez çalışması içinde detaylı olarak aktarılmıştır. Kelime olarak "yeniden canlandırma" ve "diriltme" anlamına gelen "ihya" koruma biliminde rekonstrüksiyon (yeniden yapım) eylemine karşılık gelmektedir. 19. yüzyılda gerçekleştirilen ihyaların amacı yapıyı yaşatmaktan çok vakfedilen işlevi ve vakfedenin adını yaşatmaktır. Bu nedenle yapı tamamen değişse bile adı ve işlevi değişmemektedir. Cami ve mescitlerin, kendi arsalarında yeniden inşa edilmiş olmaları nedeniyle, konumları sabit kalmakta böylece kent tarihinde değişmeyen noktalar olarak günümüze ulaşmaktadırlar. Her ne kadar ihyalarda zamanın ihtiyaç ve yönelimlerine göre; üslup, malzeme, teknik ve ek işlevler değişebilse de yapının adı, işlevi ve konumu korunarak vakıf hizmeti yeniden canlandırılmakta ve devam ettirilmektedir. Rekonstrüksiyon koruma alanında tartışılmaya başlandığı günden itibaren belli sınırlar ve kurallar koyulmaya çalışılan bir uygulamadır. Çoğu zaman maksadını aşan bu uygulama; özellikle ani eser kayıplarına neden olan savaş ve afet gibi durumlarda, toplumun hafızasının devam edebilmesine ve iyileşmesine yönelik olarak başvurulabilir bir uygulama olarak tanımlanmakta ve sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde koruma için neredeyse bir problem haline gelen rekonstrüksiyon; toplumsal iyileşme ve kültürel devamlılık gibi nedenlerin dışında; eski eser-turizm ilişkisinin getirdiği ekonomik kazanç, yapılaşma kısıtlaması olan tarihî yerleşimlerde inşaat yapma fırsatı ve simge yapıların hizmet edeceği politik çıkarlar gibi motivasyonlarla uygulanabilmekte, hatta kültür varlıklarının kaybını telafi edebilen bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Bu tezin, günümüzde moda bir tabir ve uygulama olan "ihya"nın koruma tarihimizdeki gerçek yerini anlamaya katkıda bulunması ve incelediği örneklere yapılacak olası müdahalelere ışık tutması umulmaktadır.
-
Öge1920-1960 arası dönemde planlanan çok katmanlı Batı Anadolu yerleşimlerinin modern mimarlık mirası değerlerinin korunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-13) Atala Önsel, Zeren ; Salman, Yıldız Sakine ; 502112203 ; RestorasyonOn dokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde endüstrileşme hareketleri ile birlikte eski kent merkezlerindeki nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun sonucunda sağlıksız ve konforsuz yaşam alanları oluşmuş ve bu yoğun nüfusu barındırma sorunu ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni yaşam biçiminin gerekliliklerini karşılayacak konut tasarımı ve üretiminin yoğun olduğu bir dönem başlamıştır. Konut alanlarının çevresinde ise yine değişen ihtiyaçlara cevap verecek eğitim, sağlık, spor, eğlence, ulaşım ve endüstri yapıları ile açık alan düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni hükümet, millileştirme programı kapsamında kapsamlı ve bütüncül bir kalkınma politikası izlemiştir. Ana ideoloji ve fikirler İzmir İktisat Kongresi'nde açıklığa kavuşturulmuş ve kalkınma planlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politika, Anadolu'da köylüleri özgürleştirmeyi, tarım ve sanayiyi geliştirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde yeni planlı bir ülke kurma ve ulusal bir peyzaj oluşturma hedefi benimsenmiştir. Kırsal, kentsel, üretim ve ulaşım konularında yapılan düzenlemelerle ulusal peyzaj yeniden tasarlanmıştır. Planlı şehirler, demiryolları, devlet fabrikaları, köy enstitüleri ve devlet çiftlikleri ile kır-kent entegrasyonu sağlanmış ve sanayinin tarım üzerindeki ilerici etkisinden yararlanılmıştır. Ankara'nın Cumhuriyet'in başkenti seçilmesi ulus devletin en önemli mekansal stratejisidir. Dolayısıyla Ankara, yeni Cumhuriyet'in modernleşme projesinin model şehri olmuştur. Bu dönemde kentsel planlama faaliyetleri daha çok on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen demiryolu ağı ile Ankara'ya bağlantısı olan Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Yeni Cumhuriyet'in millileştirme idealine uygun olarak üretilen imar planları da bu idealin gerçekleştirilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bu imar planlarının bileşeni olan tasarlanan mekânlar, modernist ve yerel değerleri yansıtmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihi merkezler dünya çapında korumaya konu olmuş; ancak modern kent katmanları görece daha az sayıda olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra miras olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 2001 yılında Helsinki'de ICOMOS Finlandiya tarafından bir konferans düzenlenmiş, 2002 yılı 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü ise yirminci yüzyıl mirasına adanmış ve aynı yılın Tehdit Altındaki Miras Raporu'nda da yine bu dönem yapıları vurgulanarak akademik çevrede uluslararası farkındalık arttırılmıştır. ICOMOS tarafından 2008 yılında Quebec'te gerçekleştirilen toplantıda yerin ruhu-genius loci kavramı mirasa yönelik olarak geliştirilmiş, 2011 yılında kabul edilen Valetta İlkeleri'nde ise somut ve somut olmayan değerleri de içeren çok yönlü bir yaklaşım oluşturulmuştur. 2011'de ICOMOS ISC20C tarafından kabul edilen ve somut değerlere ek olarak somut olmayan değerlerin de altını çizen Madrid Belgesi, 2017 tarihinde Yeni Delhi'de gerçekleştirilen ICOMOS Genel Kurulu sonrasında, Madrid-Yeni Delhi Belgesi olarak güncellenerek kentsel alanlar ve peyzajları da içerecek şekilde güncellenerek yapılı çevrenin farklı dönem ekleriyle bir katman olarak korunması gerekliğinin altını çizer. Öte yandan, Türkiye'deki mevzuat çerçevesi hiçbir zaman yirminci yüzyıl mirasını kapsayacak şekilde güncellenmemiştir. Korumanın anıtsal yapılardan kentsel ölçeğe genişletilmesi yolunda ilk adım, 1972'de İmar Kanunu'nun revizyonu ile atılmıştır. Bu kanun, anıtlarla bir bütün oluşturan çeşme, sokak ve meydanların korunması gerekliliğini vurgulamıştır. "Koruma alanı" terimi ise ilk kez 1973 tarihli ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu'nda kullanılmıştır. 1973-1983 yılları arasında yapılan planlama çalışmalarında geleneksel kent merkezleri protokol alanı olarak tanımlanmış ve imar kapsamına alınmamıştır. Mevzuattaki bu eksiklik, Batı Anadolu yerleşimleri için bir süreklilik değeri barındıran ve bu yerleşimlerin bütünlüğünü oluşturan modern katmanların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mevcut koruma planlarının hiçbiri modern kent peyzajı değerlerini korumayı amaçlamamakta, bunun yerine 1980'lerin koruma planlaması anlayışını takip etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve Batı Anadolu yerleşimlerine odaklanan tez çalışması, 1920-1960 yılları arasında, DPT kurulmadan ve planlı büyüme dönemine geçilmeden önceki dönemde planlanan yerleşimlerde inşa edilen ve o yerleşimin önemli bir tarihsel katmanını oluşturan modern mimarlık mirasını konu edinmiştir. Çalışmanın ana hatlarının çizildiği giriş bölümünün ardından modern kent planlama çalışmalarının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki tarihsel gelişimi ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'de koruma ve planlama pratiğinin gelişimi koruma planlaması kavramı üzerinden, koruma amaçlı imar planı çalışmaları öncesi ve sonrası dönemdeki değişimlerle birlikte ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca Osmanlı'dan Cumhuriyet'e planlamaya ilişkin kurumlar ve yasal düzenlemeler irdelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, çalışmanın odağı olan Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde gerçekleştirilen planlama çalışmaları ve bu çalışmalardaki koruma boyutu açıklanmıştır. Tezin beşinci bölümü, Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde yürütülen planlama çalışmalarının söz konusu yerleşimler üzerinden değerlendirildiği bölümüdür. Bu değerlendirme, Batı Anadolu'da detaylı irdelenen yerleşimler olan Afyon Merkez, Aydın Merkez, Aydın Nazilli, Aydın Söke, Balıkesir Merkez, Burdur Merkez, Denizli Merkez, Denizli Buldan, İzmir Bergama, İzmir Ödemiş, İzmir Tire, Kütahya Merkez, Manisa Akhisar, Manisa Alaşehir, Manisa Kula ve Uşak Merkez üzerinden gerçekleştirilmiştir. Her bir yerleşimin planlama tarihçesi ve miras değerleri irdelenerek, yürütülmekte olan koruma çalışmaları ve mevcut durum değerlendirilmesi yapılarak, günümüzde bu değerlerin korunmasında karşılaşılan sorunların dökümü yapılmıştır. Tezin altıncı ve son bölümünde, Batı Anadolu yerleşimleri özelinde değerlendirilen yirminci yüzyıla ilişkin kentsel katmanın korunması ve karşılaşılan tehditlerin azaltılmasına yönelik benimsenmesi gereken yaklaşım açıklanmıştır.
-
ÖgeAmasra kale kenti: Ceneviz ticaret yolundaki Karadeniz surlu yerleşimleri bağlamında değerlendirilmesi ve koruma önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-01-25) Burak, Nurhilal ; Tanyeli, Gülsüm ; 502132204 ; RestorasyonKaradeniz'in kıyı hattı, eski çağlardan itibaren müsait iklimi ve coğrafi yapısı ile çok sayıda yerleşim merkezine sahip olmuştur. Uygun toprakları ve iklim özellikleri, bu kıyıları özellikle tercih edilir kılmıştır. Karadeniz, doğu ve batı arasında işleyen deniz ticaret aksının önemli bir belirleyicisi olmuştur. Bu kıyılarda yer alan ticaret limanları da tüm tarih boyunca önemini korumuştur. Roma İmparatorluğu döneminde karayolu bağlantılarının da güçlendirilmesi ile iç kesimlerin kıyıya, kıyıdakilerin ise başka kıyılara ulaşması kolaylaştırılmıştır. Anadolu'nun kuzey hattı boyunca bulunan ticaret limanları Kuzey Karadeniz kıyıları ile bağlantılıdır. Öte yandan kuzey kıyılarının da Akdeniz'e ulaşması ve deniz yoluyla sürdürülecek alışveriş için Güney Karadeniz hattı ile Marmara Denizi kıyılarındaki bağlantıya ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlantılar deniz ticareti için belirli rotaları oluşturmaktadır. Deniz ticaretinin Karadeniz'de en yoğun olduğu yüzyıllar ise 13.-15. yüzyıllardır. Belirtilen bu tarihlerde İtalyan Denizci Cumhuriyetleri, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti ile bazı sınırlandırmalar ve özgürlükler çerçevesinde Karadeniz ve devamında Akdeniz kıyılarında yer alan ticaret limanlarını kullanmıştır. Kullandıkları limanların bazıları halihazırda bulunan yerleşimler ve onları çevreleyen savunma yapılarından oluşmaktaydı. Bazı kıyı bölgelerinde ise elde ettikleri haklar çerçevesinde yıllar içinde yaptıkları yatırımlar ile yeni savunma yapıları inşa etmişlerdir. Liman kentlerinin hepsinde gemilerin güvenle yanaştırılacağı korunaklı bir limana, saldırılardan korunacak bir savunma yapısı bütünlüğüne ve ticaretin gerçekleşeceği bir çarşıya ihtiyaç duyduklarından bazı bölgelerin diğer bölgelere nazaran önem arz ettikleri görülmektedir. Bu limanların önemi, doğal koşulların oluşturduğu limanların coğrafi ve iklimsel koşulları ile ilişkili olduğu kadar iç kesimlerden ulaştırılacak ticari mallar ile de ilgilidir. Amasra, günümüzde Bartın iline bağlı ve yukarıda bahsi geçen önemli ticaret limanlarından biri olarak öne çıkmış kentlerdendir. Venedik ve Ceneviz Cumhuriyeti'nin çoğunlukla farklı kentleri kullanarak sürdürdüğü deniz ticaretinin en yoğun olduğu 13.-15. yüzyıllar arasında Amasra'nın da önemi, portolanlardan takip edilebilmektedir. Amasra, Latin işgalinin bittiği yıldan sonra (1261) Ceneviz Cumhuriyeti'nin özerk bölgesi olmuştur. Amasra Kalesi'nde de bazı inşa faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Amasra bir berzah 1 üzerine kuruludur ve köprü ile bağlantı sağlanan bir adadan oluşmaktadır. Berzahın iki yanında yılın farklı dönemlerindeki rüzgârlardan korunan doğu ve batıya yönelen limanlara sahiptir. Batıya taraf olan koy Küçük Liman'dır ve antik liman kalıntıları bu koyda bulunmaktadır. Doğu tarafındaki ise Büyükliman'dır. Zindan Mahallesi ve onu çevreleyen savunma duvarları bu berzahın kuzeyinde bulunmaktadır. Boztepe Adası'na Kemere Köprüsü ile bağlantı sağlanmaktadır. Bu adanın üzerinde Boztepe/Amasra Kalesi bulunmaktadır. Amasra Kalesi için bugüne kadar birkaç akademik çalışma yapılmıştır. Fakat kalenin yapım teknikleri, ilçe merkezi tarihi, tarihsel olayların savunma yapısı bütünlüğündeki etkileri yeterince araştırılmamıştır. Bu sebepten bu tez çalışması öncelikle Bizans Dönemi'ne ait olan ve Cenevizliler tarafından kritik yenilemelerin yapılmış olduğu bu savunma yapısının tarihlendirilmesine odaklanmıştır. Tez çalışması kapsamında önemli diğer bir husus Amasra Kalesi'nin 2013 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne "Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri - Trading Posts and Fortifications on Genoese Trade Routes. From the Mediterranean to the Black Sea" isimli seri adaylık dosyası ile dâhil edilmiş olmasıdır. Bu sebeple Amasra Kalesi hakkında bir koruma modeli geliştirilebilmesi ve UNESCO bağlamında değerlendirilerek ele alınabilmesi için Cenevizliler ile Amasra'nın ilişkisi ayrıntılı olarak irdelenmelidir. Yapım teknikleri ile tarihî bilgilerin birleştirilebilmesi için Ceneviz Cumhuriyeti'nin aynı yüzyıllar içinde kullanmış olduğu ya da kullandığı düşünülen diğer savunma yapılarının da incelenmesi gerekmektedir. Bu sebeple öncelikle coğrafi bütünlük sağlayan Karadeniz kıyı kaleleri genelinde bir araştırma yürütülmüştür. Cenevizlilerin kullandığı Anadolu Karadeniz kıyı kalelerinden elde edilen veriler ile Amasra Kalesi'nin yapım teknikleri kıyaslanmıştır. Literatürden elde edilen Karadeniz'in diğer kıyı kaleleri ile de tarihsel bütünlük içinde kıyaslama yapılmıştır. Ardından Amasra ilçe merkezi için detaylı bir tarihsel araştırma tamamlanmıştır. Birincil kaynaklardan Amasra'nın kronolojik olarak önemli tarihsel olayları araştırılmıştır. Seyahatnameler, belgeler, fotoğraflardan da yararlanılarak Amasra Kalesi'ne yansımış olabilecek tüm önemli olaylar irdelenmiştir. Son yüzyılda yapılan yasal düzenlemelerin ilçe merkezinde bulunan kültür varlıkları üzerindeki etkisi yoğundur. Bu sebeple ilçedeki koruma alanı tespitleri ve belgelemesi de tamamlanmıştır. Koruma alanında yapılan tespitler, bahsi geçen sınırlar içindeki tüm yapıların analiz edilmesi ile başlamıştır. Ardından koruma alanı içinde yer alan tüm kültür varlıkları belgelenmiştir. İlçe merkezi genelinde tamamlanan bu çalışmaların tamamı, Amasra Kalesi hakkında alınacak kararlar açısından büyük önem taşımaktadır. Tez çalışmasının dördüncü bölümü Amasra Kalesi'ne odaklanmaktadır. Öncelikle mevcut durumu tespit edilerek ulaşılabilir tüm savunma duvarları belgelenmiştir. Genel ve detay ölçümleri ile gözlemler yapılarak tarihsel bilgilerin savunma yapısı üzerindeki yansımaları dönem analizleri olarak çizimlere aktarılmıştır. Dönem analizi tüm kalenin 1/100 ölçekli plan ve görünüş çizimleri üzerinden yapılmıştır. Amasra Kalesi'ndeki Ceneviz dönemi inşa faaliyetleri yukarıda bahsi geçen yöntemler ile tespit edilmiştir. Bu sayede Ceneviz döneminde yapılmış olan duvarların yapım teknikleri ortaya konulmuştur. Çizimler Anadolu'nun Karadeniz kıyı kalelerinden toparlanan diğer duvar yapım teknikleri ile kıyaslanabilmiştir. Bu sayede asıl soru bu bölümde cevaplanmış olmaktadır: Cenevizlilerin kendine ait bir inşa tekniği var mıdır ve varsa bu tekniği tüm savunma yapılarında kullanmış mıdır? Cenevizliler Karadeniz kıyılarındaki savunma yapılarının bazılarını hiç değiştirmeden kullanmış ve bazılarını sıfırdan inşa etmiştir. Bu kıyaslamalar sonucunda Amasra Kalesi ile diğer kalelerin arasında bir bağ olup olmadığı irdelenmiştir. Tezin son bölümü Amasra Kalesi ve kentinin korunmasına yönelik değerlendirmeler ve önerilerden oluşmaktadır. Öncelikle mevcut durumda yönetsel, yapısal, kültürel ve ekonomik analizlerin dökümü yapılmıştır. Bu sayede ilçe merkezini her yönden ele almak mümkün olmuştur. Aynı başlıklar kapsamında öneriler geliştirilmiştir. İlçe merkezinde bulunan tüm kültür varlıklarıyla bir bütün içinde ele alınan Amasra Kalesi'nin korunması ve geleceğe aktarılabilmesi için öneriler geliştirilmiştir. Tez kapsamında yalnızca kent merkezi ölçeğinde kalmadan UNESCO'nun seri adaylık dosyasında yer alan diğer kalelerin de mevcut durumları incelenmiştir. Önce seri adaylıklar, ardından sınır ötesi adaylıklar ile birleştirilmesi hedeflenen Ceneviz ticaret yolundaki savunma yapıları çerçevesinde Amasra Kalesi'nin yeri tartışılmıştır.
-
ÖgeÇoruh Vadisi'nde Tao-Klarjeti bölgesi) bir gürcü manastırı: Dörtkilise manastır kilisesi (Otkha Eklesia) ve ek yapılarının belgelenmesi ve koruma önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-02-26) Türkmen, Gizem ; Tanyeli, Gülsüm ; 502161205 ; Restorasyon ; RestorationÇoruh Vadisi'nde yapılan araştırma gezisinde bölgede Ortaçağ Manastır komplekslerinde koruma sorunlarının olduğu gözlenmiştir. Plan tipi, yapım sistemi ve taş işçiliği bakımından zengin yapıya sahip manastırlar araştırılmaya başlanmıştır. Artvin'de bulunan Dörtkilise Manastırı tez konusu olarak seçilmiştir. Tao Klardjeti olarak adlandırılan coğrafya, Anadolu'nun kuzeydoğusunda yer almakta olup 9-11. yüzyıllar arasında Gürcü Tao Klardjeti Krallığı hâkimiyeti altında kalmıştır. Gürcü Tao Klardjeti Krallığı'na başkentlik eden Artvin ili, Ardanuç ilçesi merkez olmak üzere çevre il ve ilçelerde manastırlar yapılarak coğrafya din, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel açıdan zenginleştirilmiştir. Günümüzde Çoruh Vadisi olarak adlandırılan Tao Klardjeti bölgesinin batısında yer alan manastırlardan biri olan Dörtkilise Manastırı'nın (Otkhta Eklesia) yapımı el yazmalarına ve kitabelere dayanılarak 10. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Dörtkilise Manastır Kilisesi ve ek yapıları Artvin ili, Yusufeli ilçesi, Tekkale Mahallesi'nde yer almaktadır. Manastır kompleksi dik bir arazide bir kısmı günümüze ulaşan çevre duvarlarıyla sınırlandırılmış olan bir alana oturmaktadır. Manastır kompleksi merkezinde kilise olmak üzere el yazmaları odası, yemekhane, oda 01, oda 02 ve üç adet şapelden oluşmaktadır. Kilisenin batısında el yazmaları odası, mutfak olduğu düşünülen oda 01, kiler olduğu düşünülen oda 02, kuzeybatısında yemekhane, güneydoğusunda bir adet şapel yer almaktadır. Djobadze'ye göre kilisenin 1 km kuzeyinde ve batı yamacında iki adet şapel bulunmaktadır. Kilise üç nefli bazilikal bir plan tipine sahiptir. Kilisenin dış cepheleri dolu kemer dizileriyle hareketlendirilmiştir. Kuzey ve güney cepheleri orta nefin yan neflerden yüksek olması nedeniyle iki kademelidir. El yazmaları odası kiliseye bitişik dikdörtgen planlı, payeler tarafından desteklenen beşik tonozlu kaba yonu taş örgüye sahip bir yapıdır. Yemekhane yapısı iki nefli dikdörtgen planlı, örtüsü günümüze ulaşamamış olan yapıdır. Mutfak olduğu düşünülen oda 01 yapısı dikdörtgen planlı, beşik tonoz örtülü olup kaba yonu taş örgüye sahiptir. Kiler olduğu düşünülen oda 02 yapısı dikdörtgen planlı, örtüsü günümüze ulaşmamış olan kaba yonu taş örgülü bir yapıdır. Oda 02 yapısının batı cephesi toprağa gömülü durumdadır. Mezar odası dikdörtgen planlı, iki katlı, bir kısmı günümüze ulaşmış beşik tonoz örtülü, kaba yonu taş ve tuğla malzemeyle almaşık düzende örülmüş olan bir yapıdır. Dörtkilise Manastırı'nın 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarından sonra terk edildiği tahmin edilmektedir. Yapının terk edilmesi sahipsizlik ve bakımsızlığa, arazi olarak dağlık bir bölgede bulunması heyelan gibi doğa olaylarına maruz kalmasına yol açmıştır. Heyelan sonucu yapının içine dolan toprak yığını yapı beden duvarlarında nem oluşumuna, kesit kayıplarına, örtü sistmeminde bitki oluşumlarına neden olmuştur. Zaman içerisinde çevre duvarları belirsizleşen yapının etrafında çevrede yaşayan halk tarafından meyve bahçeleri ve tarlalar oluşturulmuştur. Çoruh Vadisi'nde tez konusuyla benzerlik gösteren birçok yapı bulunmaktadır. Tez kapsamında yapıların sadece isimlerinden ve benzerliklerinden söz edilmiştir. Ancak tez konusu olan "Dörtkilise Manastırı"na plan yönüyle benzeyen manastırlar üzerinde daha detaylı durulmuştur. Yapının tarihçesi yapılan çalışmalardan referans alınarak oluşturulmuştur. Manastır yapılarının restitüsyon dönem çalışmaları sırasında yapılardaki izler, yazıtlar, tarihi fotoğraflar, manastıra dair yazılmış olan kaynaklar incelenmiştir. Kilise ve ek yapıların malzeme ve yapım teknikleri incelenerek dönem analizi yapılmıştır. Bu bağlamda iki dönem restitüsyon çalışılmıştır. 10. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ilk dönem restitüsyonu kilise ve kilisenin güneydoğusunda bulunan şapelden oluşmaktadır. Kilisenin cephesindeki izler doğrultusunda orta nef ve yan nef kalkan duvarlarının yüksekliğinin günümüzdeki halinden daha alçak olduğu tespit edilmiştir. Orta nef beşik tonozunu destekleyen payelerin konumları ilk dönem restitüsyonunda günümüzdeki konumundan farklı çizilmiştir. İkinci dönem restitüsyonu 10.yy.ın ikinci yarısını kapsamaktadır. Bu dönemde kilise yüksekliği arttırılmış, iki adet haçvari payenin yeri değiştirilmiş ve yemekhane, oda 01, oda 02 yapıları eklenmiştir. Restorasyon önerisinde kilise ve ek yapılarının terk edilmesinden kaynaklanan sorunların çözümü için öneriler geliştirilmiştir. Çevre koşullarına doğrudan maruz kalan yapılarda gözlenen bozulmalara ilişkin konservasyon önerilerinde bulunulmuştur. Yapıların günümüzdeki haliyle geleceğe aktarılması için konservasyon ve bakım sürekliliğinin sağlanması ana ilke olarak belirlenmiştir. Yusufeli Barajı yapımıyla tehdit altında olan yapının kendini sergileyen müze olarak işlevlendirilmesi öngörülmüştür. Manastır kompleksinde çözülmesi gereken sorunlara yönelik müdahaleler öncelik sırasına göre aşamalara ayrılmıştır.Yapılarda gözlenen strüktürel problemlerin araştırılması, acil müdahale ile gereken kısımların askıya alınması, yapıdaki neme yönelik laboratuar ortamında malzeme testlerinin yapılması gerekmektedir. Kilisede bulunan freskler uygulama yapılırken koruma altına alınarak daha fazla zarar görmesi engellenmelidir. Manastır kompleksinin sürekli bakımı sağlanarak yapılarda gözlenecek bozulmalara uzman ekipler acil müdahale etmelidir. Manastır kompleksine ulaşım planlaması yapılmış, araziye ulaşım için ise ahşap gezi yolları tasarlanmıştır. Manastır kompleksinde müze ihtiyaçları doğrultusunda arazinin girişinde müze satış birimi ve helalar, yemekhane yapısının üzerine sökülebilir malzemeyle uygulanacak şekilde bir koruma çatısı önerilmiştir. Kilisenin özgün döşemesinin korunması için orta nef ve yan neflerde ahşap döşeme, yemekhane, el yazmaları odası, şapel, oda 01 ve oda 02 yapılarında bitki temizliği ve malzeme tamirleri yapılarak yapıların günümüzdeki haliyle korunması planlanmıştır.
-
ÖgeImpacts of modernization process on conservation and restoration of traditional wooden religious buildings; a comparative study between Turkey and Japan(Graduate School, 2021-02-18) Koç, Süheyla ; Mazlum, Deniz ; Fujii, Keisuke ; 502122209 ; Restoration ; RestorasyonThe modernization period, which reveals similar characteristic features in Turkey and Japan started with Tanzimat Edict (1839) in Turkey and Meiji Revolution (1868) in Japan. Turkey and Japan had the same reasons to be modernized, to be strong and not colonized. They used the same methods such as sending delegations and students abroad, inviting foreign experts mostly from Europe. While politics, military, standardization, and new architecture follow a similar path, when it comes to the preservation of cultural heritage, there are quite distinct features observed in the architectural conservation history of Turkey and Japan. The religious architecture was chosen to analyze the impacts of modernization because they have been preserved with traditional methods before the modernization period and continued to be preserved with modern conservation methods after the modernization period in both cultures. While in Turkey, most of the studies on conservation and religious buildings are focused on masonry monumental buildings, the research on conservation of wooden religious heritage is quite scarce. On the other hand, Japan is known for good conservation practices on wooden heritage. Thus, the subject of the thesis is determining the impacts of the modernization process on the conservation and restoration of traditional wooden religious buildings in Turkey and Japan and the development of suitable conservation approaches for this building type. The case studies were determined according to being oldest, unique examples with available archival data. These are wooden pillared mosques from the 13th century, Beyşehir Eşrefoğlu Mosque, Ankara Arslanhane Mosque, Afyon Great Mosque, Sivrihisar Great Mosque and Kastamonu Kasabaköy Mosque from Turkey, and wooden Buddhist temples from the 8th century in Japan, Shinyakushi-ji Main Hall, Hokki-ji 3-story pagoda and Toshodai-ji Golden Hall. All the case studies have outstanding universal value, while case studies in Japan are already in WHL, the case studies from Turkey are in the WH tentative list. The study consists of six chapters in total. In the first chapter, the aim, scope, and methodology, as well as the related literature review and terminology, are explained. In the second chapter, the modernization process is explained, along with developments in the world in the 19th century. The political, economic, social, and architectural aspects of Turkey and Japan are compared in terms of similarities and differences in developments. In the 19th century, conscious efforts and legislation became widespread in the Ottoman world and Japan. From this point, in the third chapter, the development of conservation concepts in the 19th century with applications in different countries, along with a focus on the legal process in Turkey and Japan are outlined. The fourth chapter gives an overview of the architectural features of wooden religious structures in Turkey and Japan. The fifth chapter examines selected sample structures in line with the methodology developed. In the sixth and last chapter, all the investigations are evaluated as a whole, and the results and recommendations for policies and methods for the conservation of wooden religious buildings are presented, especially for wooden pillared mosques in Turkey. As a comparative study, first of all, the topics that need to be compared were determined starting from terminology, similarities, and differences of modernization period on political, social, economic, technological, architectural fields and so forth. Likewise, the development of legal texts, responsible organizations, and training of architects, masters, and carpenters were compared. A methodology was developed for the analysis and evaluation of these case studies. While comprehensive repair reports were used for the analysis of case studies in Japan, an in-situ assessment model was needed to be developed for the case studies in Turkey. All wooden components were marked with connection details, traces, and deteriorations on them. Along with site works, archival studies were conducted in the Ottoman Archives, the General Directorate of Foundations, the Regional Directorates of Foundations in Konya, Kütahya, and Kastamonu, the Regional Conservation Boards in Konya, Ankara, and Eskişehir, and different libraries. After collecting all the data, three main analyses were prepared for evaluation, namely repair year-repair approach analysis, authenticity analysis, and IIWC principles analysis. The repair year – repair approach analysis reveals the preferred conservation methods in certain periods. Although similar methods were used in Turkey and Japan, the triggered reasons and details of implementations are quite different due to cultural and traditional contexts. The impacts of these methods on the preservation of wooden components are determined with the help of authenticity analysis. In all the case studies, the interior components are naturally among the most preserved elements whereas the roof structure which is exposed to weathering contains the most replaced materials. The species, sizes, and treatments on wood have a vital impact on the authenticity level. The IIWC principles analysis reflects on the appropriate implementations which are corresponding to the latest principles. The implementations based on tradition are mostly corresponding to the principles, while modern materials especially irreversible cement and concrete cause a loss in fulfilling the criteria. Furthermore, project and implementation phases are also compared to reveal the administrative aspects including the context of projects. While in Japan, project and implementation phases are planned and executed together, in Turkey, there is a problem with the planning of conservation policy including budget and contents of the project. All these analyses reveal that the success of Japan is due to using traditional knowledge, traditional tools, and traditional practices as well as preserving historic forests. Likewise, the success of the Ottoman Empire before the modernization period is also about the use of traditional techniques. For better conservation of wooden pillared mosques, some recommendations were developed according to the results of these analyses by taking into account the international charters. The preservation of forests and traditional wood species are crucial for the material supply of conservation works. Training of carpenters with traditional methods is another important issue. For wooden pillared mosques, first of all, traditional methods should be defined with the help of archives and carpenters. Likewise, the designation of special units under the General Directorate of Foundations is a necessity to give to the wooden pillared mosques the value and care they deserve.
-
Ögeİstanbul konut mimarlığında ahşap-kâgir yapım sistemlerinin seçiminde belirleyici etkenler (1800-1930)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-16) Yeşim, Erdal ; Mazlum, Deniz ; 502162204 ; Restorasyon19. yüzyıl başlarında İstanbul'un yerleşim dokusunda dolgulu ahşap çatkılı konutların yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen haritalarda kentin bazı bölgelerinde ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların, bazı bölgelerinde ise yığma kâgir konutların yaygınlaştığı görülür. Literatürde genellikle kâgir konutların yaygınlaşması yangınlara karşı önlem alma çabası ile, ahşap konut geleneğinin terk edilememesi ise ahşabın düşük maliyetli olması, hızlı ve kolay yapıma imkân sağlaması gibi gerekçeler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu gerekçeler, neden kentin bazı bölgeleri tamamen kâgirleşirken bazı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların bir arada bulunduğu bir yerleşim dokusunun oluştuğuna tatmin edici bir yanıt vermez. Bu nedenle Osmanlı'nın son döneminde başkent konutunun yapım tekniği bağlamındaki değişimi, politika, ekonomi, teknoloji gibi pek çok alanda gerçekleşen yenilik ve değişikliklerin yarattığı dinamikler göz önünde bulundurularak geniş bir perspektiften incelenmelidir. Bu çalışma, 19. yüzyıl İstanbul konutunda ahşap ve kâgir yapım sistemlerinin seçimini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen, dönemin siyasî, ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerinin belirlenmesine odaklanmaktadır. Ağırlıklı olarak literatür ve arşiv araştırmasına dayanan bu çalışmada birincil kaynak olarak Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, dönemin gazeteleri ve konutlarla ilgili matbu kitaplarından faydalanılmış; arşiv araştırmasından elde edilen veriler günümüze ulaşan konut örnekleri ile desteklenmiştir. Çalışmada, konutlarda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmeler üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Bunlardan ilki, doğrudan konut inşa pratikleri ile ilgili olmayan ancak sonuçları itibariyle konutlarda yapım tekniği ve malzeme seçimini etkileyen imparatorluk ölçeğindeki gelişmelerdir. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında hak ve sorumluluklar bakımından bir fark gözetilmeyeceği yönünde taahhüdde bulunulan Tanzimat Fermanı'nın ilanı bu gelişmeler arasındadır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile yalnızca müslümanlara yarı kâgir konut inşa etme izni verilmesi ve bazı yapı malzemelerinin üretiminde gayrimüslim tebaanın vergi yükümlülüğü karşılığında çalıştırılması gibi uygulamalara son verilmiş; konutlarda yapı malzemesi ve yapım tekniği tercihleri bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiştir. Benzer şekilde, 1838 yılından itibaren bazı Avrupalı devletlerle serbest ticaret antlaşmalarının imzalanması ve 1856 yılında Islahat Fermanı'nın ilanı, doğrudan konutlarda yapı malzemesi seçimine etki etmeyen ancak yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine yön verecek koşullara zemin hazırlaması bakımından önemli gelişmelerdir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmelerin ikinci alt başlığında kente özgü dinamikler yer almaktadır. Bunların başında, 19. yüzyıl başlarından itibaren devlet yönetiminin, başkent konutunun yangınlara karşı korunmasını sağlamak amacıyla yapı malzemesi ve yapım tekniğini değiştirmeye yönelik attığı adımlar gelir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) konutlarda cephe malzemesinin kâgirleşmesi için çıkarılan fermanlarla başlayan süreç, Sultan II. Mahmud döneminde yarı kâgir konut inşasının teşvik edilmesi ile devam etmiş; Tanzimat'ın ilanı sonrasında çıkarılan nizamnamelerle birlikte kâgir yapılaşmanın yaygınlaştırılması bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Öte yandan gerek kâgir yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine ilişkin kısıtlamalar, gerek sosyo-kültürel dinamikler kâgir konutların kısa vadede yaygınlaşmasını güçleştirmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında kâgir konut inşasına bölgesel olarak ivme kazandıran iki büyük yangın felaketi (Hocapaşa ve Pera yangınları) yaşanmıştır. Özellikle Hocapaşa yangınının ardından, kâgir yapı malzemelerinin teminini kolaylaştıracak kararların uygulamaya konması ile yangın alanında kâgir yapılaşma hızına ivme kazandırılabilmiştir. Bununla birlikte, hem Hocapaşa hem de Pera yangın alanlarının yeniden inşa sürecinde yapım tekniği bağlamındaki dönüşüm, mülkiyet durumlarının ve dolayısıyla sosyal çevrenin değişimini de beraberinde getirmiştir. Tanzimat döneminin (1839-1876) bitişi ile başkentte ahşap yapılaşma konusunda daha esnek bir yaklaşım sergilenmesine neden olacak gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan biri, kent içinde boş ve terk edilmiş durumda imar edilmeyi bekleyen yangın alanlarının sayısının artmasıdır. Buna karşılık, Tanzimat dönemindeki yaklaşım ile çelişen ve yangın alanlarında ahşap konut inşasının önünü açan 1882 tarihli Ebniye Kanunu yürürlüğe konmuştur. İstanbul halkının ahşap konutlara yönelimini arttıran bir diğer gerekçe, kentte salgın hastalıkların çok sayıda can kaybına neden olması ve bununla ilişkili olarak yüksek nem oranına sahip sayfiye yerleşimlerinde rutubetten korunmayı sağlamak üzere ahşap konut inşasının yasal hale gelmesidir. Bu durum Boğaziçi köyleri ve Adalar'da ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Yüzyılın sonlarında konutlarda yapım tercihlerini etkileyen bir diğer faktör ise, 1894 depremidir. Deprem sonrasındaki yeniden inşa sürecinde ahşap yapım sistemi, deprem dayanımının yüksek olması, düşük maliyetli olması ve hızlı konut inşa etmeye imkân sağlaması gibi gerekçelerle tercih edilmiştir. Başkent konutunda malzeme ve yapım sistemi seçimini etkileyen diğer kentsel ölçekli parametreler arasında mimarlık hizmetlerinin örgütlenme biçiminin değişmesi; apartman, sıra ev gibi yeni konut tiplerinin yaygınlaşması ve 20. yüzyıl başlarından itibaren geleneksel yapım sistemlerinin terk edilmesinde etkili olan betonarme yapım sisteminin tercih edilmeye başlaması sayılabilir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine yön veren gelişmelerin son alt başlığı yapı malzemesi ölçeğindeki gelişmeler ile ilgili olup, bu kısımda yapı malzemelerinin temininde karşılaşılan olanak ve kısıtlamalar irdelenmiştir. 1840'lı yıllardan itibaren ormanların tahribatını engellemek üzere yasal ve kurumsal bir alt yapı oluşturma yönündeki çabalar, yüzyılın ikinci yarısında kent halkının yerli ahşap tedarikini güçleştiren sonuçlar doğurmuştur. Buna karşılık, çok sayıda devletle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının da etkisi ile İstanbul piyasasında standart ölçülerde üretilmiş olan ithal ahşaba erişim kolaylaşmıştır. Ahşap malzemenin teminini etkileyen bu gelişmelerin neredeyse tam tersi, tuğla malzemenin temininde yaşanmıştır. 1840'lı yıllarda devletin kâgir konutları yaygınlaştırma politikasına paralel olarak modern ölçülerdeki tuğlanın endüstriyel üretimini hızlandırmaya yönelik çalışmaları, yüzyılın son çeyreğinde sonuç vermeye başlamıştır. Başlangıçta ithal tuğlanın hakim olduğu İstanbul piyasasında, yıllar içinde yerli üretim kapasitesinin artması ile yerli tuğlaya ucuz fiyatlarla erişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyıl başlarından itibaren uluslararası ticarî etkinliklerin savaş ve ekonomik krizler gibi sebeplerle sekteye uğraması, neredeyse tamamen ithal ürünlerle karşılanan ahşap tüketimini yavaşlatmıştır. Buna karşılık piyasadaki tuğla ihtiyacının yerli üretim imkânları doğrultusunda karşılanıyor olması, kâgir yapım sisteminin tercih edilmesi bakımından avantajlı bir durum yaratmıştır. 19. yüzyılda taş malzemenin konut sahipleri tarafından tedarikini etkileyen en önemli gelişme ise, aktif durumda olan büyük taş ocaklarının ve kireç imalathanelerinin büyük ölçekli kamu yapılarının inşası için tahsis edilmesidir. Üç farklı ölçekte meydana gelen tüm bu gelişmeler, hem kentin farklı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların dağılımlarının değişkenlik göstermesine, hem de başkent konutunda yapım tekniği ve malzeme seçimi bağlamında alternatif yapısal çözümlerin üretilmesine katkı sağlamıştır. İstanbul konutunun malzeme ve yapım teknikleri bakımından geçirdiği süreçleri aydınlatmak, günümüze ulaşan ve kültür varlığı değeri taşıyan örneklerde özgün öğelerle dönem eklerini anlamada ve ayırt etmede yardımcı olacaktır. Bu bilginin restorasyon uygulamalarında dikkate alınarak değerlendirilmesi ve alınan kararlara yön vermesi de bu tezin bir dileğidir.
-
Ögeİzmir-Foça Sazlıca mevkii kırsal yerleşimini koruma önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Atay, Çağıl ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502191201 ; RestorasyonGünümüzde Kartdere Vadisi olarak geçen bölgede, Eski Foça-Yeni Foça yolu üzerinde yer alan Sazlıca Mevkii, kırsal yerleşime adını veren koyun ardında, iki dere arasındaki yamaçta 19. yüzyılın ortalarında kurulmuştur. 1923'teki Türk-Yunan nüfus mübadelesine kadar ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, sosyal ve altyapısal eksiklikleri zaman içinde yerleşen mübadillerin de buraya uyum sağlayamayıp köyü terk etmesine neden olmuştur. Günümüzde aktif kullanıcısı olmayan yerleşim, mevsimlik yaşayan bir çoban ile yakın çevrede yaşayan emekli bir öğretmen tarafından kullanılmaktadır. Nüfusun yitirilmesi, yapıların niteliksiz ekler almasını önleyip özgünlüğünün korunmasını sağlasa da doğa şartlarında bakımsız kalan yapılar yıpranmış ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Yerleşimin mimari karakterini kökeni antik bir geleneğe dayanan yüksekliği eninden fazla olan kule evler oluşturmaktadır. Kule yapılar ilk bakışta savunma, haberleşme ve gözetleme amaçlı gibi görünse de yüzyıllar boyunca farklı amaçlara hizmet etmiştir. Ortadoğu'dan Britanya'ya çok geniş bir coğrafyada yöresine özgü teknik ve malzemede inşa edilmiş; önemli rotalar, kavşaklar ve stratejik bölgelerde görülmüşlerdir. Foça Yarımadası'nın mimari tipolojisinde yer edinen kule evler, Kartdere (Kartera) ve Sazlıca'da toplu halde bir doku oluştururken, Aliağa'ya kadar olan kuzey yolu üzerinde ve şehir içlerinde tekil olarak bulunmaktadırlar. Merkezlerden uzakta, tarım alanlarını koruyarak kule ev işlevlerini, mimari biçimlenişlerinde de sürdürürken, kullanım açısından daha çok bağ evi niteliğine yaklaşmışlardır. Literatür araştırmaları sonucunda daha önce detaylı bir çalışma yapılmadığı saptanan Sazlıca Mevkii'nde; Hagios Ioannes Kilisesi ve çevresindeki yedi geleneksel yapı mimari açıdan ele alınıp belgelenmiştir. Doğal, kültürel ve mimari nitelikleriyle çalışmaya değer görülen yerleşim ve çevresi 2020-2022 yıllarında izlenmiş, aralıklarla fotoğraflanmıştır. İzmir ve Foça Belediyelerinden alınan halihazır haritalar güncellenmiş, güncellenen haritalarda yapılan üst ölçekli analiz- sentez çalışmaları ile yapıların çevre ilişkileri, temel mimari özellikleri, sorunları ve potansiyelleri ortaya çıkarılmıştır. Çalışma alanı olarak seçilen odaktaki sekiz yapı Faro scanner ve geleneksel yöntemlerle ölçülmüştür. Sonrasında, çekilen yakın açı fotoğraflar Agisoft Metashape programında orthophotolara dönüştürülerek yapıların 1/1 ölçekte belgelenmesi sağlanmıştır. Harita Genel Müdürlüğü'nden alınan 1957, 1970, 1975 ve 1995 uydu fotoğrafları incelenmiş, güncel haritalarla çakıştırılmıştır. Sonucunda 1957 yılı ve günümüzle karşılaştırma haritaları oluşturularak, kule evlerin yakınlarındaki kurutulmuş dere, evleri çevreleyen tarla ve bağlar ile yok olan yapıların sınırları işaretlenmiştir. Rölöve ve restitüsyon çizimleri hazırlanan yapıların Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kırsal mimarlık envanter fişleri de yapıları kısaca tanıtmak için doldurulmuştur. Birinci bölümde çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemiyle beraber yararlanılan ana kaynaklar, fiziksel alan çalışmaları ve belgeleme yöntemleri belirtilmiştir. Yazılı kaynakların yeterli olmadığı konularla ilgili Foça araştırmaları yapan uzman ve yerel halktan kişilerle sözlü bilgi çalışmaları yapılmıştır. Çalışma alanının bulunduğu, kuruluşu tarih öncesi çağlara dayanan Foça Yarımadası'nın genel özellikleri ikinci bölümün konusunu oluşturmuştur. Doğal, kültürel ve mimari açıdan İzmir'in önemli ilçelerinden olan Foça'nın coğrafi ve iklimsel özellikleri, sosyo-ekonomik yapısı, tarihi ve mimari gelişimi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde çalışma alanı Sazlıca Mevkii'nin coğrafyası, sosyal yaşantısı, kültürel değerleri, ekonomik faaliyetleri ve mimarisi hakkında bilgi verilirken dokunun ana karakterini oluşturan kule evlerden bahsedilmiştir. Oldukça köklü bir geleneğin parçası olan kule evlerin özellikleri, ilk ortaya çıkışları hakkında bilgi verilirken, Akdeniz ve Ege coğrafyasındaki örnekleri ile Foça Yarımadası örneklerine değinilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümü, odak olarak belirlenen, doku oluşturan bölgenin yakın çeperinde yapılan analiz ve sentez çalışmalarıdır. 1/1000 ölçekte çevresel durum anlatılırken, 1/500 ölçekte 10 adet yerleşim alanı analizi yapılmış; pasta grafiklerle durum açıklanmıştır. Yerleşimin sorun ve potansiyellerini ortaya çıkarmak ve öneriye hazırlamak adına 1/500 ölçekli iki adet sentez çalışması, seçilen özgün işlev, kullanım durumu ve sağlamlık durumu analizlerinden yararlanılarak yapılmıştır. Bunun sonucunda terk edildiği için işlevsiz ve bakımsız kalan yapıların sağlam olmadığı da açıkça görülmüştür. Yerleşim ölçeğinden, tek yapı ölçeğine geçilen beşinci bölümde; dokuyu oluşturan yapılar kilise, kule evler ve daha geç dönem olduğu düşünülen geleneksel tek katlı yapılar olarak gruplandırılmış; 1/50 ölçekli plan, kesit ve görünüş rölöveleri üzerinden açıklanmıştır. Rölöveleri oluşturulan yapıların mimari gelişimini anlamak ve koruma önerilerine zemin oluşturmak üzere 1/100 ölçekli plan, kesit ve cephe restitüsyon çizimleri oluşturulmuştur. Restitüsyon çalışmasında yapılardan gelen izler, yerleşimdeki ve çevredeki az da olsa korunmuş konut örnekleri ile eski fotoğraf ve çizimlerden yararlanılmıştır. Ayrıntılı incelenen konut yapılarını ve dokudaki mimari gelişimi anlamak üzere yapıların plan, cephe ve düşey ilişkileri incelenmiştir. İlk inşa edildiğinde kare planlı, her katında tek mahal olan, zemini kapı açıklığı dışında sağır olan düz damlı kule evlerin, yakın dönemde yanlarına bitişik ek yapı aldıkları farklılaşan duvar örgülerinden de saptanmıştır. Günümüzde ender de olsa çağdaş ekler alan yapıların gelişimleri kronolojik olarak üç döneme ayrılmıştır. Ayrıca ele alınan konutların düz dam, döşeme ve duvar gibi yapı ögeleri incelenmiş, merdiven, kapı, pencere, bezeme, ocak, dolap nişleri, ikona nişleri, seng-endaz, çörten gibi mimari elemanları ile ağıl ve hela mekanları boyut, biçim ve çeşitleri ayrıntılandırılmıştır. Döşeme, üst örtü ve ahşap merdivenlerini kaybeden yapıların gelen izlerden ve çevre örneklerden hareketle 1/20 restitüsyon detayı, duvar örgülerinin ve bezemelerin de 1/20 ve 1/10 ölçekli rölöve detayları verilmiştir. Altıncı bölümde terk edilen yapıların ve yerleşimin korunma sorunlarına değinilmiştir. Mübadele sonrası kullanıcıları değişen yapıların yeni ailelere uygun olmaması, gelen mübadillerin geçim kaynakları ve uğraşlarının farklılığı, köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, altyapı ve sosyal donatı yetersizlikleri ve Foça'nın askeri yasak bölge olması gibi sorunlarla birlikte köy yaşamının albenisini kaybetmesi, şehir merkezlerine göçleri hızlandırmış; köy 1960'lı yıllarda bütünüyle terk edilmiştir. Köy altı yerleşim niteliğindeki dokunun ikinci derece doğal sit alanında olması ile konutların geç de olsa 2017 yılında tescillenmesi koruma adına önemli bir adım olsa da koruma amaçlı bir imar planı olmaması, ören yeri haline gelen yerleşimin turizm baskısı altında yok olmaya terk edilmesi ve yasal sorunlara da değinilmiştir. Yedinci bölümde, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan yerleşimin bütüncül bir şekilde korunması için önerilen açık hava müzesi senaryosu açıklanmıştır. Nüfusunu yitirmiş yerleşimlerin tekrar kalkınmasının çok disiplinli bir konu olduğu göz önüne alınarak, mimari ve koruma çerçevesinde, ekonomik sürdürülebilirliğinin de sağlanmasına yönelik üst ve alt ölçekte tavsiyeler yapılmıştır. Sonuç olarak, ülkemizde koruma bilinci kentlerde bile yeterince gelişememişken, kolaylıkla gözden çıkarılan kırsal doku ve buradaki geleneksel yapıların korunmasının önemine dikkat çeken çalışmada; Sazlıca Mevkii'nin doğal, arkeolojik, kültürel ve mimari değerlerinin korunarak, insanlık mirasının bir parçası olarak kalması ve kültürel rotalara eklemlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Foça'nın bir dönemine tanık yerleşim ziyaret edilebilecek ve köy hayatı deneyimlenebilecektir.
-
ÖgeKurtuluş (Tatavla) semti kentsel koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-15) Artuç, Çağlasu ; Salman, Sakine Yıldız ; 502171203 ; RestorasyonTarihi birçok doku ve değer ile günümüze ulaşan İstanbul'da, yaşanmış her olayın kentsel dokuda bir ize dönüşmesi zamanla katmanlaşmaya neden olmuştur. Tüm katmanları ile günümüze ulaşan İstanbul'daki birçok tarihi semt gibi Kurtuluş (Tatavla) Semti de zamanla kazandıkları yanında değişme ve dönüşme baskısı ile kentsel dokuya zarar veren müdahaleler, ekler ve niteliksiz yapılaşmadan da etkilenmiştir. Kökleri çok eskiye dayanan ve günümüzde değişim baskısı altında olan Kurtuluş (Tatavla) Semti, bir önlem alınmazsa geçirdiği dönüşüm ile sahip olduğu değerlerle ilişkili 19. ve 20. yüzyıllara ait kentsel, tarihsel, sosyal ve kültürel dokuyu kaybetme riski altındadır. Tatavla günümüzdeki adı ile Kurtuluş; Bomonti, Osmanbey, Nişantaşı, Harbiye, Elmadağ, Dolapdere, Beyoğlu, Kasımpaşa, Feriköy Semtleri ve tarihi mezarlıklar ile çevrelenmiştir. İstanbul'un merkezinde, tarihi Kanuni Sultan Süleyman dönemine dayanan, bütün milletlerin bir arada yaşadığı kozmopolit İstanbul'da sadece Rum-Ortodoks halkın yaşamasına izin verildiği özerk bir bölge olarak kendine ait gelenekleri, kültürleri hatta 500 yıllık bir karnavalı olan bir semttir. Atların otlak ve barınma yeri olarak kullanılan Tatavla Semti'ne ilk yerleşim Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde başlamıştır. İlk yerleşenler ise Kaptan-ı Derya olarak görev alan Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa'nın Ege, Akdeniz, İyonya Adaları ve Mora Yarımadası'na düzenledikleri deniz seferleri sırasında Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırmak için esir alınan gemicilikte, denizcilikte yetenekli savaş tutsakları ve kölelerdir. Bu semtin zamanla başarıları ile özgürleşen halkı, Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa gibi önemli Kaptan-ı Deryaların himayesi ve teşviki ile gelişmeyi sürdürmüştür. Zamanla gelişen semt, Padişah III. Selim'in 1793 yılındaki bir fermanı sayesinde İstanbul'da farklı semtlerde beraber yaşayan Müslüman, Süryani, Ermeni ve Yahudilerin semte girişini yasaklamakla kalmayıp, bu duruma Protestan ve Katolik mezhebine bağlı olan Avrupalı Hristiyanları (Frenk) bile dahil edip Rum-Ortodoks olmayan birinin yerleşmesini engelleyerek hem köken hem de din ile bağlantılı çok özel bir alan oluşturulmuştur. 19. yüzyılda meydana gelen 1821 tarihli Mora İsyanı semtin Kaptan Paşaların himayesini kaybetmesi ile 1854-1855 tarihli Kırım Savaşı ise Çarlık Rusyası'nın bu himayeliği üstlenmesi ile sonuçlanmıştır. 1831 Pera Yangını, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1870 Büyük Pera Yangını gibi önemli olaylar ve afetler Kaptan-ı Deryaların korumasının kaybedilmesi ile birleşince 1793 yılındaki fermanın geçersiz olmasına sebep olmuştur. Bu duruma, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra semtin yakın çevresinde Sinemköy, Pangaltı, Harbiye, Feriköy, Bomonti ve Nişantaşı gibi önemli semtlerin oluşması da eklenince semtin hem kentsel gelişimi hızlanmış hem de farklı etnik kökene sahip Ermenilerin, Rumların ve Levantenlerin semte yerleşmesine neden olmuştur. Tatavla, 20. yüzyıla sahip olduğu özerk ve özgür bir ortam sayesinde İstanbul'un diğer semtleri arasında Pera'dan sonra en fazla Rum kökenli halkın yaşadığı semt olarak girmiştir. Tersanelilerin yaşadığı yoksul köy; kiliseleri, ayazmaları, mezarları, okulları, tiyatroları, hayır dernekleri, spor kulüpleri, hamamı, kökeni Venedik ve Rio karnavalına dayanan yurt dışında dahi ünlü olan karnavalı, panayırları, meyhaneleri, tavernaları, önemli meslek erbabı insanları ile "Küçük Atina" olarak da isimlendirilmiştir. Bu süreçte Tatavla; kentsel, kültürel ve sosyal birikimini artırarak Pera'dan sonra ünlü olmasının hakkını vermiştir. Tramvay hattının son durağı olarak gelişen ünlü Kurtuluş (Tatavla) Caddesi, üzerinde yükselen evler ile zamanla Beyoğlu Caddesi gibi bir siluete sahip olmuştur. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Tatavla zorunlu göçe dahil edilmeyen yerler arasına girerek önemini tekrar ortaya koymuştur. Mübadele ile göç eden Rumların Yunanistan'da çektiği sıkıntılar da öğrenildikçe Tatavla İstanbul'un birçok semtinde yaşayan Rum ailelerin güvende yaşamak için göç ettiği bir semt konumuna gelmiştir. Tüm bu nüfus artışı sadece kültürü etkilememiş birçok tarihi binanın inşa edilmesini sağlamıştır. Ancak 21 Ocak 1929 gecesi yaşanan 212 evin, 17 dükkanın ve 1 eczanenin kül olduğu Büyük Tatavla Yangını ise sadece büyük maddi kayıplar verilmesi ile sonuçlanmamış, kent dokusunun değişimine de neden olmuştur. Yurt içi ve yurt dışında yayınlanan birçok gazetede gün gün takip edilen 1929 Büyük Tatavla Yangını sadece eski tarihi doku yerine tamamen farklı bir kent dokusunun ortaya çıkmasına sebep olmamış, yüzyıllardır kullanılan "Tatavla" isminin "Kurtuluş" olarak değiştirilmesine de etken olmuştur. 1939-1945 II. Dünya Savaşı'nın etkileri ile ortaya çıkan 1941 Yirmi Kur'a Nafia Askerleri ve 1942 Varlık Vergisi olaylarına, Kıbrıs Sorunu'nun tetiklediği 1955 6-7 Eylül Olayları ve 1964 Zorunlu Mübadele de eklenince Rum halkın göç etmesi semtin kimlik erozyonu yaşamasına neden olmuştur. Boş kalan yerlerin ise Anadolu'dan alınan iç göçler ile dolması, 20. yüzyılın başında sahip olduğu sosyal, kültürel ve kentsel yaşantısından elde ettiği, doğal bir zenginlik olan "özerk kozmopolit yapısını" kaybetmesine sebep olmuştur. 1980 ve 1990 döneminde ise iş bulma umudu ile doğudan batıya göç eden insanlar yakın çevrelerini ve akrabalarını da yanlarına alarak semte yerleşmeye devam etmişlerdir. 2000'li yıllarda ise bu göç, dış ülkelerde yaşanan savaşlar ve ülkelerin ekonomik durumları nedeni ile uluslararası bir boyuta ulaşmıştır. Semtin tarih boyunca birçok afet yaşaması ve Cumhuriyet Dönemi sonrasında yaşanan kontrolsüz göç sebebiyle artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için apartmanlaşmanın hızlanması tarihsel ve kültürel birikimin yok olmaya başlamasına sebep olmuştur. Bu tez; Osmanlı'dan günümüze kadar uzanan tarih boyunca yaşanan kentsel, kültürel, siyasal, sosyal etkileri ve meydana gelen doğal afetleri tarihi belgelere dayandırarak semtin zaman içindeki kentsel değişimini ve tarihsel-kültürel tüm değerlerini inceleyip, günümüze ulaşmayı başarmış tüm tarihi yapıların envanter listesini oluşturarak yapılan analizler sonucunda bu tarihi semti gelecek kuşaklara aktararak kalkınmasını sağlayacak kentsel koruma projesini oluşturmayı hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda tez altı bölümden olmuştur. Tezin birinci bölümü olan Giriş bölümünde tezin konusu, amacı, kapsamı ve uygulanan yöntemler anlatılmıştır. Semtin kültürel, siyasal, sosyal ve fiziksel değişimini ve tarihini detaylı olarak birçok basılı kaynak, tarihi haritalar ve arşiv belgeleri ile kronolojik bir düzende anlatan tezin ikinci bölümü ise üç kısma bölünmüştür. Bu üç bölümde semtin 19. yüzyıla kadar, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda geçirdiği kentsel gelişim ve değişim anlatılmıştır. Bu bölümde, semtin iki döneminin olduğu ve bu iki dönemi yansıtan farklı kent dokularının oluştuğu anlaşılmıştır. Tezin üçüncü kısmında, 19. yüzyıl sonu ve Cumhuriyet Dönemi kent dokusunu yansıtan çalışma sınırı içinde yapılan saha çalışmaları sonrasında mevcut durumunu anlatmak ve bozulmaları belirlemek için hazırlanan analizler, grafikler, tablolar ve fotoğraflar kullanılmıştır. Tüm bu süreçte alanda bulunan kültür varlığı yapılar tespit edilmiş olup bu yapılar için detaylı envanter listesi oluşturulmuştur. Tezin dördündü kısmı olan sentez bölümünde, alanda bulunan tüm bozulma tehditlerini belirleyerek öne çıkarmak için yapılan tüm fiziksel analizler ve sayısal veriler aynı anda değerlendirilmiştir. Tezin beşinci kısmı olan öneriler bölümünde, sentez çalışmasından elde edilen veriler, fiziksel analizler ve tarihsel araştırmalar göz önüne alınarak Kurtuluş (Tatavla) Semti için yapısal, kullanım durumu ve dijitalleşme önerileri hazırlanmıştır. Tezin sonuç bölümü olan altıncı bölümde, Kurtuluş (Tatavla) Semti Kentsel Koruma Projesi'nin bütüncül koruma ilkeleri ile sağlıklaştırma, sürekli kullanım ile canlandırılma ve teknolojiye adapte edilerek geleceğe aktarma prensipleri ile hazırlandığı açıklanmıştır.
-
ÖgeKültürel mirasın bir bileşeni olarak eğitim mirası: Trakya eğitim yapıları (1839-1923) ve korunmalarına yönelik öneriler(Graduate School, 2023-01-13) Çinko Arslan, Merve ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502152206 ; Restorasyon18. yüzyılda dünyada başlayan yenileşme hareketleri, askeriye başta olmak üzere çeşitli sosyal, idari ve ekonomik alanlarda etkisini göstermeye başlamış, pek çok değişimi beraberinde getirmiştir. Modernleşme adımlarının etkileri Osmanlı Devleti'nde de görülmeye başlamış, eğitim ise önemli uygulama sahalarından birisi olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısında geleneksel eğitim devam ederken modern eğitim sisteminin de temelleri atılmaya başlamıştır. İlk uygulamalar başkent İstanbul'da görülmekle beraber modern eğitim sistemi, 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke geneline yayılmıştır. Sıbyan mektepleri ve medreselerde görülen geleneksel eğitimin yanı sıra iptidai, rüşdiye, idadi, sanayi okulu, meslek okulu, öğretmen okulu gibi yeni eğitim kurumları faaliyete geçmiştir. Modern eğitim sisteminin oturtulmaya çalışıldığı ilk yıllarda mevcut mektep, ev ve benzeri yapılarda eğitim verilse de bir süre sonra modern eğitim sistemine göre yeni eğitim yapıları inşa edilmeye başlanmıştır. Ülke genelinde tüm çocuklar için eğitimin zorunlu hale getirilmesi ile okullardaki öğrenci sayısı artmış, mevcut binalar yetersiz gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte, mevcut binaların modern eğitim sisteminin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yeni eğitim yapılarının inşasına ağırlık verilmiştir. Böylece, modern eğitim veren yeni eğitim kurumlarının sayısı ülke genelinde artmaya başlamıştır. Bu dönemde inşa edilen yapıların önemli bir bölümü, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yapıların bir bölümü hala özgün işlevini sürdürüyorken bir bölümü farklı işlevlerle kullanılmaktadır. Günümüze ulaşan yapıların bazıları da harap durumdadır. Bu çalışmada, eğitim ile ilgili taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının tümü eğitim mirası olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'de eğitim mirası kavramının yaygın bir kullanımı olmasa da hem dünyada hem de ülkemizde bu kavramın gelişmesine ICOMOS öncülük etmiştir. 2013 yılında ICOMOS'un düzenlemiş olduğu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Günü kapsamında, 'Eğitim Mirası' temasının belirlenmesi bu konuda etkili olmuş, yapılan etkinlikler ile eğitim yapılarının korunmasına yönelik çalışmaların yapılması tavsiye edilmiştir. Avrupa'da ve Amerika'da son yıllarda bu kapsamda çalışmalara ağırlık verilmiştir. Türkiye'de ise tekil düzeyde yapılan koruma çalışmaları ve bilimsel araştırmalar dışında eğitim mirasının korunmasına ilişkin önerilerin geliştirilmediği tespit edilmiştir. Bu çalışma ile kültür ve eğitim mirasımızın önemli unsurları olan eğitim yapılarının tespit çalışmalarının yanı sıra korunmasına yönelik öneriler geliştirilmiştir. Kültürel mirasın bir bileşeni olarak tanımlanabilecek eğitim mirasının tespitine yönelik yapılacak çalışmalar için öncelikle bir çalışma bölgesi ve zaman aralığı tanımlanmıştır. Bu kapsamda, hem başkent İstanbul'a hem de reformların merkezi Avrupa'ya yakınlığı ile önemli bir uygulama sahası olan ve çok sayıda okul yapısının inşa edildiği Trakya seçilmiştir. Osmanlı Devleti'nde 1839 yılı Tanzimat Fermanı ile başlayan eğitimde modernleşme adımları başlarda kurumsal düzeyde kalsa da 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke genelinde eğitim yaygınlaşmış, okul yapılaşması artmıştır. Bu nedenle, modern eğitim sistemini ve mimariye yansımasını anlayabilmek için 1839 yılı Tanzimat Fermanı'nın ilanından başlayarak 1923 yılı Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen süreç, çalışılacak dönem aralığı olarak tanımlanmıştır. Belirlenen dönem aralığı içerisinde Trakya'nın ana vilayeti olan Edirne'nin sınırları ile günümüz Türkiye sınırları dikkate alınarak çalışma alanının sınırları çizilmiştir. Buna göre Edirne, Kırklareli, Tekirdağ il, ilçe ve köyleri ile birlikte Çanakkale iline bağlı Eceabat ve Gelibolu ilçeleri ve köyleri (Gelibolu Yarımadası) incelenmiştir. Çalışma kapsamında, 1839-1923 yılları arasında Trakya'da inşa edilen eğitim yapılarının tespiti aşamasında T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri başta olmak üzere çeşitli arşivlerde incelemeler yapılmış, çok sayıda yazılı kaynak taranmış, sözlü görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nda yapılan kapsamlı incelemeler ile tespit edilen yapıların koruma sürecine ilişkin detaylı bilgilere ulaşılmıştır. Bölgede yapılan alan araştırmaları ile yapıların mevcut durumuna yönelik tespitler yapılmıştır. Elde edilen veriler doğrultusunda eğitim mirasının korunabilmesi için önerilerin sunulduğu bu çalışma, yedi ana başlıktan oluşmaktadır. Çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemine dair bilgiler ile çalışmada kullanılan temel kaynaklar tezin ilk bölümünde detaylı olarak aktarılmıştır. İkinci bölümde, eğitim mirası kavramına yer verilerek dünyada ve Türkiye'de eğitim mirasına yönelik yapılan çalışmalar incelenmiştir. Yurtiçinde ve yurtdışında yapılan çalışmalar, çalışma kapsamında geliştirilen koruma önerileri için örnek olmuştur. Bununla birlikte, bu bölümde Türkiye'de eğitim yapılarının tasarım, kullanım ve onarım sürecine ilişkin yasal metinler incelenmiştir. Hem bir kültür varlığı olarak eğitim yapılarının koruma mevzuatındaki yeri hem de bir eğitim yapısı olarak kullanımı devam eden yapıların Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatında yer alan yasal metinlerdeki yeri incelenmiş ve sorunlar tespit edilmiştir. Üçüncü bölümde, geleneksel eğitim sisteminden başlayarak modern eğitim sistemine doğru geçiş süreci ve eğitim sistemindeki gelişmeler sırayla aktarılmıştır. Bununla birlikte, eğitim yapılarının inşa süreci, bu süreçte yer alan kişi ve kurumlar incelenmiştir. Bu bölümde, çalışma bölgesi içerisinde 19. yüzyılda inşa edilen eğitim yapıları ve onların fiziksel durumlarına ilişkin bilgiler, çeşitli arşiv belgeleri ile ortaya çıkarılmıştır. Dördüncü bölümde, Trakya'da 1839-1923 yılları arasında inşa edilen eğitim yapılarına yönelik tespitlere yer verilmiştir. Bu yapılar ile ilgili olarak inşa tarihi, kimler tarafından inşa edildiği/ettirildiği, inşa edildiği dönemdeki eğitimin seviyesi, yapıların büyüklüğü, günümüzdeki işlevi ve korunmuşluk durumuna ilişkin analizler yapılmıştır. Günümüze ulaştığı tespit edilen 37 yapı içerisinden farklı değerlere sahip olduğu tespit edilen 16 yapı belirlenmiş ve bu yapıların ayrıntılı çalışılmasına karar verilmiştir. Bu bölümde, aynı zamanda ayrıntılı çalışılmayacak yapılar ile günümüze kadar geçen zamanda yıkıldığı tespit edilen yapılar ile ilgili bilgiler paylaşılmıştır. Beşinci bölümde, ayrıntılı çalışılmasına karar verilen yapılar ile ilgili olarak tarihsel süreç, mimari özellikleri ve koruma sorunlarına ilişkin bilgiler ayrı başlıklar altında aktarılmıştır. Yapılan tespit çalışmaları sonucunda elde edilen verilere ilişkin değerlendirmelere altıncı bölümde yer verilmiştir. İki ana başlık altında yapılan değerlendirmelerde, ilk olarak eğitim mirası yapılarının mimari gelişim süreçlerine yer verilmiştir. Bu kapsamda, yapıların yerleşim durumu ve fiziksel özelliklerine yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Bu bölümde yer verilen diğer önemli konu ise eğitim mirasının korunmasına dairdir. Öncelikle çalışma bölgesindeki tarihi eğitim yapılarında görülen sorunlara yer verilmiştir. Eğitim sistemindeki değişimler, önleyici korumanın eksikliği, niteliksiz müdahaleler, vandalizm, işlev değişiklikleri, bürokratik sorunlar, bütçe yetersizlikleri, yapıların yıkılması ve eğitim mirasının topluma aktarımı konusunda tespit edilen sorunlar, bölgedeki yapılar üzerinden örneklerle aktarılmıştır. Belirlenen sorunlar ve dünyada yapılan uygulamalar dikkate alınarak hem bölgesel hem de ulusal ölçekte hayata geçirilmek üzere öneriler geliştirilmiştir. Bu bölümde aynı zamanda sürdürülebilirlik konusuna değinilerek bir tarihi eğitim yapısının korunmasının sürdürülebilir bir yaşama nasıl katkı sağlayacağı irdelenmiştir. Tezin son bölümü olan yedinci bölümde eğitim mirası, çalışma bölgesinde ve belirlenen zaman aralığında inşa edildiği tespit edilen eğitim yapıları, onların mimari değerlendirmesi, koruma sorunları ve günümüze ulaşan yapıların korunmasına yönelik geliştirilen önerilere dair çıkarımlar aktarılmıştır. Arşiv araştırmaları, alan çalışmaları, yazılı ve sözlü kaynak incelemeleri doğrultusunda tespit edilen eğitim yapılarının mimari biçimlenişine yönelik yapılan değerlendirmeler ile koruma sorunlarına yönelik geliştirilen öneriler bu araştırmanın özgün çıktılarını oluşturmaktadır.
-
ÖgeLikya arkeolojik peyzajı: Korumaya bölge ölçeğinde yaklaşmak(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-07) Tekin Bellibaş, Nevin Esin ; Tanyeli, Gülsüm ; 502132201 ; RestorasyonKoruma yaklaşımları, her zaman bütünü ve bağlamı gözeterek biçimlenmelidir. Arkeolojik varlıkların karmaşık ve bazı yönleriyle bilinmeyene dayalı doğaları, onları koruma bakımından anlaşılması, bütünlük ve bağlamlarının çözümlenmesi zor nesneler haline getirmektedir. Çalışma, 21. yüzyılda gelişen güncel koruma söylemlerinin ve peyzaj kavramının geliştirdiği deneyimlerden faydalanarak, öncelikle literatür araştırmaları ile sınırları yaklaşık olarak belirginleştirilen bu kültürel coğrafya tanımlanmış, ardından arkeoloji literatürünün ortaya koyduğu, Paleolitik dönemden Bizans devrine kadar tarihsel derinlik taşıyan Likya Bölgesi'nin arkeolojik varlıklarını bir bütünlük içinde envanterlemiş, arkeolojik peyzaj analizi yöntemi üretmiş ve analizlerle tespit edilen değer ve önemlilikleri plan yapıcılara tercüme edecek bir ifade önerisi geliştirmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan 'Kuramsal Arka Plan', geliştirilen arkeolojik peyzaj yönteminin temel aldığı kavram ve yaklaşımları literatür taramasına dayalı olarak incelemekte ve çalışmanın teorik dayanaklarını netleştirmektedir. Öncelikle 21. yüzyılda gelişen çağdaş koruma anlayışını, bu anlayışın temellendiği kökenleri de irdeleyerek değerler, faydalar, ifadeler bağlamında miras kavramının toplumsal yaşantıdaki yerini araştırarak, çalışmanın neyi, neden, hangi yaklaşımla korumayı hedeflediğinin çerçevesi çizilmiştir. Bu çerçeve, korumanın ilk adımı olarak derinlikli ve bütüncül bir anlama yöntemi ihtiyacı olduğunu göstermiş, kültürel peyzaj teori ve deneyimlerine dayanan bir arkeolojik peyzaj analiz yöntemi geliştirilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Ardından, arkeolojik unsurların değerleri, arkeolojik peyzajlar ve arkeolojik varlıkların bilinmezleri üzerine gelişen fikirler de tartışılarak, bir kültürel peyzaj yaklaşımının arkeolojik varlıkları ele alması halinde nasıl farklılaşması gerektiğinin üzerinde durulmuştur. Sonrasında ise çalışma kapsam, ölçek ve bağlamına uygun olarak kültürel peyzaj kavramının çevresinde gelişen yaklaşımlar, bakış açıları, bazı ulusal yasal çerçeveler, teorik analiz yaklaşımları, farklı hedefler üzerine kurgulanmış geniş alanları konu alan araştırmalar değerlendirilerek, geliştirilen arkeolojik peyzaj yönteminin ölçütlerini belirlemekte yol gösterici, deneyimlere dayalı dersler çıkarılmıştır. Yöntemin uygulanabilirlik sınırları ve koruma alanı ile kurması gereken ilişkinin kriterlerini belirlemek için de, çalışma alanının ve unsurlarının tâbi olduğu ulusal yasal çerçeve irdelenmiş, geliştirilen yöntemin mevcut durum ile nasıl mesnetlenmesi gerektiği tartışılmıştır. Bölüm sonunda, belirlenen kriterlere, coğrafyanın ve arkeolojik malzemenin doğasına göre biçimlenen bir yöntem önerisi geliştirilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümü, yine literatür tabanlı olarak Likya Bölgesi'nin kültürel-tarihsel bağlamını ve temel değerlerini anlamak üzeredir. Likya Bölgesi'nin kültür tarihi ve coğrafyası, arkeolojik devirlerin aktivitelerinin ürettiği bölgeye has tipoloji ve örgütlenmelerinin tanımlanması, geliştirilen olan analiz yönteminin arkeolojik varlıklara dayalı veritabanını kurgulamak konusunda yol gösterici olmuştur. Bölgenin 19. yüzyıldan itibaren gelişen araştırma tarihi, sürmekte olan güncel araştırmalar ve kapsamları incelenerek çalışmanın konusu olan Likya Bölgesi'nin fiziksel, tarihsel ve bilimsel altyapısı tanımlanmıştır. Çalışmanın temel veri kaynağı olarak kullanılmak üzere bölge ile ilgili üretilmiş, 19. yüzyıl başından itibaren kayda girmeye başlamış yüklü miktarda arkeolojik araştırma verisinin mevcut olduğu görülmüştür. Bölümün son kısmında ise, çağdaş deneyimlerin yarattığı değerlere dikkat çekmek, arkeolojik varlıklar ile bölgede süregelen yaşam arasındaki etkileşim arayüzlerini belirlemek ve böylece Teke Yarımadası'nın farklı kültürel miras katmanlarına ilişkin gelecekte ele alınabilecek diğer tamamlayıcı araştırma alanlarına işaret etmek hedeflenmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümü, çalışmanın temel hedefi olan tespit, envanterleme, analiz ve ifade yöntemi olarak belirlenen Likya Arkeolojik Peyzajı'nın bölge varlıklarını ele aldığı bölümdür. Özetle, arkeolojik araştırma literatürü, güncel CBS ve ortofoto verileri, görsel bilgiler, alan araştırmaları, tescil ve plan bilgileri gibi, bölgeye dair bilgi üretmiş tüm kaynakların tanımlanması ile sürece başlanmıştır. Bu süreçteki araştırmanın yöntemi, elde edilen bulgu ve verilerin içerik ve tipolojilerine göre çalışma süreci boyunca revize edilerek yerleştirilmiştir. Envanter yapısı, veri kaynaklarından sistematik olarak üretilebilen niteliksel veya niceliksel bilgi türlerinin tanımlanması üzerine kurulmuş, CBS altyapısı ile alanlara ilişkin niteliksel arkeolojik bilgiler ve niceliksel bilgi sınıflarının coğrafyayla ilişkilerini bir araya getiren bir arkeolojik alan envanteri geliştirilmiştir. Bölgenin arkeolojik araştırma seviyesinin derinliği de göz önünde bulundurularak, envanter belirli bir veri doygunluğuna ulaşılana kadar genişletilmiştir. Arkeolojik anlatılardan edinilen bilgilerin geliştirilen yöntem üzerinden değerlendirilmesi, bölgede yer almış tarihsel-kültürel aktivitelere dayalı olarak, dönem karakteristikleri, doku alanları ve döneme dair özelleşmiş yer, anıt ve sitleri tespit etmeyi mümkün kılmıştır, arkeolojik varlıkların taşıdığı kültürel-tarihsel önemlilikler belirlenmiştir.. Önemliliklerin bir kompozit harita formunda görselleştirilmesi ve veritabanı üzerinden yansıtılması ise peyzaj analizlerinin bulgularının idari süreçlere yansıtılmasının yöntemi olarak önerilmiştir. Bölüm içerisinde bu yöntem önerisinin uygulama adımları gerekçelendirilerek tanımlanmaktadır. Beşinci bölüm, öncelikle çalışmaya konu olan coğrafyadaki planlama süreçlerini ele alarak, coğrafyanın kalkınması için belirlenen senaryoları araştırmıştır. Ulusal ölçekten bölge ölçeğine kadar üretilen çeşitli stratejik ve mekansal planlar, plan hedefleri, gelişme eksenleri ve bu eksenlerin Teke Yarımadası'na hangi aktivitelerle yansıyacağını anlamak üzere karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır. Envanter araştırması sürecinde araştırmacılar ya da tescilden sorumlu birimler tarafından ifade edilen insan kaynaklı sorunlar da kategorize edilerek bu sorunların çalışma alanına dağılımı irdelenmiştir. Böylece dördüncü bölüm kapsamında ortaya konan envanter bilgileri ve önemlilikler, coğrafyanın gelişim süreçleri ve güncel yaşantısının ürettiği bozulmalarla karşılaştırılabilmiştir. Bölgesel değerlendirmenin bir sonraki adımı olarak da, kültürel-tarihsel katmanlaşmaların ürettiği değerlerlerin oluşturduğu kompozisyonlara bağlı olarak alt peyzaj idari bölgeleri önerileri geliştirilmiş, bu alt peyzaj idari bölgelerinin farklı niteliklere sahip üç tanesi incelenerek analiz ve envanter verilerinin planlama süreçleri ile bir araya getirilerek değerlendirmesinin örnekleri çalışılmıştır. Alt peyzaj idari bölgelerine yönelik olarak tarihsel değerler, güncel anlam ve etkileşim alanları, araştırma durumu ve potansiyeli, korunma potansiyeli ve koruma sorunları araştırılmış, ardından bu bulguların Çevre Düzeni Planları kararları ile etkileşimleri üzerinden planlama önerileri ve alt peyzaj alanının ortaya koyduğu niteliklere uygun ilkesel öneriler belirlenmiştir. Çalışmanın altıncı ve son bölümü, araştırmanın yöntem ve bulgularının tartışıldığı bölümdür. Çalışmanın hemen her bölümün kendi iç değerlendirmesi olmakla birlikte, bu bölümde genel anlamda çalışmanın hedefleri ile tutarlı olarak elde edilen sonuçlar değerlendirilmiş, böylece çalışmada önerilen yöntemin geçerliliği ve işlerliği, çalışma bulgularının kullanım alanları üzerine çıkarımlarda bulunulmuştur. Bölgesel bir yaklaşımın faydalarını ve kullanım alanlarını değerlendirmek üzere, Likya Arkeolojik Peyzajı bir yöntem önerisi, bir bölgesel bilgi katmanı, bir koruma ve yönetim aracı, ve uyarlanabilir bir model olarak farklı yönleri ile tartışılmıştır. Çalışmanın diğer çıktıları olarak, arkeolojik mirasın korunması ile ilgili değerlendirme ve öneriler, bu alanlarda ihtiyaç duyulan diğer çalışmalar ve araştırma alanları gibi konuların da üzerinde durulmuştur.
-
ÖgeOrhaneli ve çevresinde geleneksel konut mimarisinin analizi ve koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-10) Kaya Güneş, Zahide Sena ; Eyüpgiller, Kutgün K ; 502152205 ; RestorasyonTarih öncesi dönemlerden itibaren yerleşim alanlarının bulunduğu bilinen Bursa bölgesi arkeolojik, doğal ve kültürel miras açısından zengin bir coğrafyadır. Bursa'nın pek çok bölgesinde arkeolojik, kültürel ve doğal mirasa yönelik tespit, tescil, koruma, sergileme çalışmaları yapılmaktadır. Bu tür çalışmalar Bursa'nın ulaşımı daha kolay veya daha popüler alanlarına yoğunlaşmaktadır. Özellikle yüksek kesimler, Bursa Ovası'nın güneyinde ve Uludağ'ın eteklerinde kalan bölgeler hem ekonomik hem de kültürel açıdan, kentin diğer bölgelerine kıyasla geri plandadır. Dağ Yöresi olarak anılan Bursa'nın güneyindeki Orhaneli, Keles, Harmancık ve Büyükorhan ilçeleri ihmal edilen ilçelerin başında gelmektedir. Yakın zamanlarda bu dört yerleşim, sahip oldukları doğal varlıkların sunduğu imkanlar ile çeşitli alternatif turizm aktiviteleri geliştirerek ekonomiden aldıkları payları artırmaya çalışmaktadır. Geleneksel mimariye yönelik koruma girişimleri ise henüz başlangıç düzeyindedir. Tez çalışmasına başlandığında Orhaneli ilçesi geleneksel mimarisinin sistematik ve akademik şekilde incelenmediği görülmüş, bu nedenle çalışma alanı olarak Orhaneli ilçe merkezi ve çevre köyleri seçilmiştir. Tüm köyleri incelemek mümkün olmadığı için köy dokusunu ve özgünlüğünü büyük ölçüde koruyan, ilçe merkezine yakın köylerden Sadağı, Serçeler ve Kusumlar köyleri seçilerek detaylı şekilde incelenmiştir. Diğer köyler konut örnekleri toplamak ve geleneksel dokular arasında kıyaslama yapabilmek amacıyla ziyaret edilmiştir. Belgelemeler sonucu elde edilen veriler; plan şeması, cephe düzeni, yapım tekniği ve malzeme kullanımı bakımından tasnif edilerek analiz grafiklerine dönüştürülmüştür. Aynı zamanda konutların strüktür, kullanım ve korunmuşluk durumları, yerleşimlerin nüfus durumları ve ekonomik faaliyetleri irdelenmiştir. Mevcut durum tespitlerinin ardından Orhaneli ve çevresindeki yerleşimlerin koruma sorunları tespit edilmiştir. Sağlıklı bir değerlendirme için Orhaneli'nin güçlü ve zayıf yönleri ile sahip olduğu fırsatlar ve tehditler GZFT analizleri ile incelenmiştir. Güçlü yönler ve fırsatlar kültürel, doğal, ekonomik ve sosyal; zayıf yönler ve tehditler ise yönetimsel, fiziksel, ekonomik ve sosyal açılardan ele alınmıştır. Bursa, Türkiye'nin dışardan göç alan büyükşehirlerinden biri olmasına rağmen Orhaneli dahil dört Dağ Yöresi ilçesinin nüfusu azalmaktadır. Bu bakımdan Orhaneli ve çevresinin en önemli koruma sorunu nüfus kaybına bağlı terk ve bakımsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Nüfusunu kaybeden köylerde terk edilen konutlar bakımsız kalmakta, bakımsız kalan konutların bozulması hızlanmakta ve yapılar kaybedilmektedir. Yapıların kaybedilmesiyle geleneksel doku da belgelenemeden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Kırsal alanların yok olmasının önlenmesi ve korunması için uluslararası adımlar ilk olarak 18. yüzyılda atılmıştır. Geleneksel yaşam biçimlerinin hızla değiştiği bu dönemde geleneksel çevrelerin korunması için ortaya atılan en erken fikirlerden biri açık hava müzeleri olmuştur. İsveç'te başlayan ilk uygulamanın ardından bu fikir dünyanın çeşitli yerlerinde uygulama alanı bulmuştur. İngiltere ise köy tasarım rehberlerini üretmesi ve başarıyla uygulaması açısından önemlidir. Almanya ve Avusturya alternatif turizm türlerini çeşitlendirerek geliştirme konusunda yol katetmiştir. Ayrıca kırsal yerleşimlerde dokuya uyumlu çağdaş tasarım uygulamaları da incelenmeye değerdir. İtalya'nın gündeme getirdiği "bir Euro'luk evler" projesi hedeflerine ulaşamasa da, yine İtalya'da ortaya çıkan cittaslow hareketi dünyada yerel kültürün tanıtımında marka haline gelmiştir. Slovakya ise geleneksel çevrelerde turizm tehdidine karşı henüz bozulma başlamadan önlem almıştır. İncelenen örnekler değerlendirildiğinde Orhaneli'de yerel halkın yerinde tutulmasının gerektiği görülmüş, bunun da ancak ekonomik süreklilik ve fiziksel altyapı yeterliliği sağlandığı takdirde gerçekleşeceği anlaşılmıştır. Yerleşim doku analizleri, gzft tespitleri ve incelenen örnekler bir araya getirildiğinde Orhaneli ve çevresindeki geleneksel dokunun korunabilmesi için turizm bir araç olarak önerilmiştir. Kırsal turizm, doğa turizmi ve kültür turizmi özelinde düzenlemeler yapılarak, alternatif kültür rotaları oluşturularak doğal ve kültürel değerlerin sunulması uygun görülmüştür. Turizmin tek geçim kaynağı haline gelmemesi için ise öncelik kırsal kalkınmaya verilmelidir. Bu nedenle yerleşimlerin geleneksel tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin barındırdığı potansiyellere çağdaş ekonomik düzen içinde yer bulmak önemlidir. Tarımsal üretimin, hayvancılığın ve çiftçinin desteklendiği, halkın katılımının sağlandığı, yaşam koşullarının iyileştirildiği, çevrenin sürdürülebilir şekilde kullanıldığı ve kırsal mimarinin yaşatıldığı bütüncül bir yaklaşım geliştirilmelidir. Kırsal mimarinin korunması ve yaşatılması içinse yerel halkın bilgilendirilmesine yönelik köy tasarım rehberleri hazırlanmalıdır. Köy karakterini anlatan rehberler aynı zamanda yerel halkın katılımıyla hazırlanmalı, kalkınmayla bağlantılı olmalı ve planlama kararlarını etkilemelidir. Rehberin hazırlanması disiplinler arası bir çalışma gerektirdiğinden, tez çalışması kapsamında sadece rehberin içermesi gereken mimari nitelikler detaylı şekilde ele alınmıştır. Tespit, tedarik ve kullanıma yönelik tavsiyeler maddelenmiş, örnek bir köy tasarım rehberi içeriği oluşturulmuştur. Çağdaş yaşamın getirdiği ihtiyaçları karşılamak amacıyla altyapı ve konfor koşullarının geliştirilmesi, kırsal yerleşimlerin yaşamasını sağlayacak başlıca adımlardır. Kırsal yerleşimlerin tamamen geleneksel yapılardan oluşması ise gerçekçi bir yaklaşım olarak görülmemiş, çağdaş yapıların inşa edilmesinin kaçınılmaz olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle çağdaş yapılar için hazırlanacak tasarım ve uygulama sınırlarının belirlenmesine önem verilmiştir. Tescil, geleneksel yapıya müdahaleyi zorlaştırmakta, yapı sahiplerini tescilden kaçınmak için yapıyı yıkmak gibi eylemlere teşvik etmektedir. Bu nedenle tescillemek, Orhaneli ve çevresi için bir koruma önerisi olarak gündeme getirilmemiştir. Sonuç olarak, geleneksel bir yerleşimin korunabilmesinin ilk şartı ekonomik refahın temin edilerek yerleşimin yaşatılması ve sürekli bakım onarımın sağlanmasıdır. Orhaneli ve çevresi için gerçekçi olmayan turizm gibi tek faaliyete bağlı ekonomik gelir düzenlemeleri yerine, kırsal kalkınma ile ekonomik faaliyetler çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi gereklidir. Gelir düzeyinin yükseltilmesi ve sürekliliğinin sağlanması ise kırsal çevrelerin korunması için yeterli değildir. Yapı malzemesi ve yapı ustası desteğinin ulaşılabilir hale getirilmesi, dokuların fiziksel kalitesini koruyacak girişimlerdir. Yine de yerleşimler, insanlarla birlikte var olurlar. Tüm öneriler; kırsal yerleşimlerdeki halkın sürekli, konforlu ve kaliteli yaşamasını ana hedef alan yaklaşımlar olmalıdır.
-
ÖgeSilahlı çatışma/savaşlar sonrasında kentsel alanlarda kültürel mirasın korunması ve yönetimi: Beyrut ve Saraybosna deneyimleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-08-19) Bilgili, Bilal ; Tanyeli, Gülsüm ; 502142201 ; RestorasyonKentler ve mimari yapılar tarih boyunca savaşlarda tahrip olmuş veya bilinçli olarak yok edilmiştir. Yıkmak ve yeniden inşa etmek zafer ve güç ifadesi olmuştur. Milliyetçilik akımlarının güçlendiği 18'inci ve 19'uncu yüzyılda miras kavramı, ulusal kimliğin yaratılmasını ve ulus varlığının pekiştirilmesini sağlamıştır. Yapılar ve mekânlar ulus kimliğinin inşasında önemli rol üstlenmiştir. Kültür varlıklarına yüklenen sembolik anlamlara bağlı olarak savaşan taraflar kültür varlıklarını bilinçli ve sistematik bir şekilde hedef almaya başlamıştır. 20'nci yüzyılda savaş teknolojisindeki gelişmeler savaşların geniş coğrafyalara ve nüfus kitlelerine yayılmasına neden olmuştur. Ülkelerin politik, ekonomik ve kültürel merkezleri olan kentleri hedef alınmıştır. 20'nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren sıcak çatışmalar yeni bir aşamaya gelmiş ve 21'inci yüzyılın başından itibaren bu süreç hızlanmıştır. Toplumlar arası silahlı çatışmalar, devlet dışı aktörlerin birbirlerine veya devletlere karşı silahlı mücadeleleri devletlerarası savaşlardan hızlı yayılmıştır. Kentler, yeni savaşlar olarak tanımlanan bu çatışmalarda savaş alanlarına dönmüştür. Dahası şehirler ve kültürel miras, hedefe bir an önce ulaşmak amacıyla çatışmalarda taraflarca silah gibi kullanılmıştır. Birbirlerini sosyal açıdan reddeden toplumlar veya gruplar arası mücadelelerde ötekine ait olanın yok edilmesi istenmektedir. Bu durum, çoğunlukla 20'nci yüzyılın başına kadar büyük imparatorluklar tarafından idare edilen bölgeleri ve bu bölgelerde yaşayan çoklu kültür, çoklu etnik, çoklu dinsel yapıya sahip toplumları tehdit etmektedir. 19'uncu yüzyıldan itibaren her çatışmalı ve çatışma sonrası süreçte, siyasi değişimlere bağlı olarak kentsel alanlarda bazı müdahaleler gerçekleştirilmiştir. Kültürel katmanların temizlenmesi, kentsel peyzajın değiştirilmesi, yok edilen veya tahrip edilen kültürel mirasın onarımı, tahrip edilen kentlerin yeniden inşası bu müdahalelerden bazılarıdır. Çatışma öncesinde çatışmanın kaynağı haline gelen kimlik ve bellek, silahlı çatışma döneminin ve çatışma sonrasındaki sürecin de odağında yer almaktadır. Savaş sonrası süreç kentsel büyüme ve yenileme rejimleri için hem fırsatlar hem de zorluklar yaratmaktadır. Tahrip ya da yok olan bütün değerlerin onarım süreci savaş/çatışma sonrası iyileşme sürecinde başlamaktadır. Kültürel mirasın kimlik ve hafıza ile ilişkisi sadece şehirlerin veya kültürel mirasın restorasyonunu ve yeniden inşasını değil, aynı zamanda somut olmayan mirasın, sosyal yaşamın, fikirlerin ve kimliklerin iyileştirilmesini ve yeniden inşasını da gerektirir. Planlama çalışmalarıyla, yeni yapı inşaatlarıyla, kültürel mirasa müdahale biçimleriyle kentlerin dokusu yeniden ele alınır. Kentsel doku korunabilir, değiştirilebilir, yok edilebilir ya da yeniden inşa edilebilir. Yıkım, onarım ve yeniden yapım süreçlerinin uzun vadeli sonuçları vardır. Bunlar, toplumların yaşamaya devam ettiği ve hissettiği sonuçlardır. Yıkım, onarım ve yeniden yapım süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan durumlar toplumlar tarafından benimsenmekte ya da reddedilmektedir. Bu çalışmada savaş sırasında kültür varlıklarına yönelik saldırılar ve etkileri araştırılmıştır. Savaş sonrası kültür varlıklarının korunmasına yönelik çalışmalar, süreçler, yaklaşımlar incelenmiş; sorunlar tespit edilmiştir. Müdahale yaklaşımlarının tarihi kentsel dokuya etkileri ve sonuçları değerlendirilmiş; kimlik ve bellek ile ilişkisi yorumlanmıştır. Savaş sonrası kültürel mirasın korunmasını etkileyen olası sorunlar tespit edilmiş ve yeni savaşların tehdidi altındaki ülkeler için uzun vadeli planlama önerileri yapılmıştır. Tez çalışması giriş ve sonuç bölümleriyle birlikte beş ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tez çalışmasının amacı, kapsamı, yöntemi, önemi ve hedefleri, tanımlanmıştır. Çalışma konusuna ve sürecine ilişkin sınırlılıklar ve zorluklar belirtilmiştir. İkinci bölümde kültürel miras, savaşlar ve silahlı çatışmalar konusu irdelenmiştir. Kültürel mirasın kimlikle ve bellekle olan ilişkisi; savaşların ve silahlı çatışmaların nedenleri ve türleri araştırılmıştır. Eski ve yeni savaşlar incelenerek yeni savaşların hangi coğrafi bölgeleri tehdit ettiği belirlenmiştir. Yeni savaşların kapsamı ve etkileri, eski savaşlardan farklı yönleri ve kültürel miras ile ilişkisi değerlendirilmiştir. Yeni savaşların gerçekleştiği alanlarda kültür varlıklarını hedef alan saldırı yöntemleri araştırılmıştır. Saldırıların genellikle konvansiyonel silahlarla gerçekleştirildiği ve kültürel miras için yıkıcı boyutlarda olduğu tespit edilmiştir. Buna göre savaşların ve silahlı çatışmaların kentlere ve kültürel mirasa maddi ve manevi etkileri değerlendirilmiştir. Kültür varlıklarına ve şehirlere saldıranların eylemleri, hedefleri ve motivasyonları tarihi ve güncel örneklerle analiz edilmiştir. Soykırımın, kentkırımın ve kültürkırımın kültür mirasının yıkımı ile ilgisi değerlendirilmiştir. Son olarak savaş ve silahlı çatışma durumlarında kültürel mirasın korunmasında yasal çerçevenin tarihsel gelişimi anlatılmıştır. Uluslararası yasal düzenlemelerin yeni savaşlarda yetersiz kalmasının nedenleri yorumlanmıştır. Böylece, kentsel çatışma bölgelerinde çatışma sonrası yeniden inşa/iyileşme ve kültürel mirasın korunması çalışmalarının incelenmesi için zemin hazırlanmıştır. Üçüncü bölümde 20'nci yüzyılın son çeyreğinde silahlı çatışmaların ve kentsel şiddet olaylarının yaşandığı Lübnan/Beyrut ve Bosna-Hersek/Saraybosna incelenmiştir. 19'uncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren siyasi ve idari değişimlere bağlı olarak politik, ideolojik, etnik ve dini anlaşmazlıkların yaşandığı Beyrut'ta ve Saraybosna'da kentsel dokunun tarihsel değişimi incelenmiştir. Beyrut ve Saraybosna'nın savaş öncesi kentsel gelişimleri, savaş dönemi durumları ve savaş sonrası rekonstrüksiyon çabaları araştırılmıştır. Kentlerin mevcut durumları değerlendirilmiştir. Böylece çatışma döneminde kentsel yıkımın anlamları ve sonuçları; savaş sonrası kentsel rekonstrüksiyon sürecinde planlama, koruma, yönetim yaklaşımları araştırılmıştır. Mevcut tartışmalı durumların ve savaş sonrası kentsel rekonstrüksiyon çalışmalarının sonuçlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Dördüncü bölümde Beyrut'un ve Saraybosna'nın savaş sonrası iyileşme ve yeniden inşa süreçlerinde kültürel mirası koruma sorunları karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Kültürel mirasın ve tarihi kentsel dokunun korunmasında yönetim, planlama ve uygulama sorunları tespit edilmiş ve iki ana başlık altında incelenmiştir. Dördüncü bölümün ilk başlığı beş alt başlıktan oluşmaktadır. Göçler ve demografik değişim, mülkiyet hakları, yasal sorunlar, finansman ve paydaş yönetimi gibi sorunlar savaş sonrası rekonstrüksiyon sürecinde ortaya çıkan ve kültürel mirası etkileyen başlıca yönetsel sorunlardır. Lübnan/Beyrut ve Bosna-Hersek/Saraybosna'nın savaş sonrası yönetim sorunları, çözüm yöntemleri, tartışmalı durumları ve idari sorunların kültürel mirasa etkileri dördüncü bölümün ilk bölümünde incelenmiş ve karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Dördüncü bölümün ikinci başlığında ise planlama ve uygulama süreçleri araştırılmıştır. Bu bağlamda belgeleme, hasar tespitleri ve acil müdahaleler, önceliklerin belirlenmesi, iş planlaması, plan ve yapı ölçeğinde koruma yaklaşımlarının belirlenmesi, moloz temizliği, kullanılabilir yapı malzemelerinin ayrıştırılması, hasarlı yapıların onarımı, tarihi kentsel alana ve kültür varlıklarına müdahale yaklaşımları gibi süreçler incelenmiştir. Kültürel mirası etkileyen sorunlar tespit edilmiştir. Beşinci bölümde araştırmalardan elde edilen bulgulara doğrultusunda iki ana tema üzerinden genel değerlendirme yapılmıştır. Birincisinde kültürel mirasın korunmasında yönetim ve uygulama süreçlerinin değerlendirilmesidir ve silahlı çatışma bölgeleri için öneriler getirilmiştir. İkincisi ise tarihi kentsel alanlara ve kültür varlıklarına müdahalelerin semiyoloji ve fenomenoloji bağlamında değerlendirilmesidir. Savaş sonrası kentsel alana müdahale yaklaşımları kimlik ve bellek bağlamında tartışılmıştır. Sonuç bölümünde ise Lübnan/Beyrut ve Bosna-Hersek/Saraybosna örneklerinden elde edilen bulgular ışığında yeni savaşların ortaya çıktığı bölgeler için olası sonuçlar belirlenmiştir. Tarihi kentsel alanlarda çatışma sonrası koruma ve yönetim sorunları çatışma öncesi ve çatışma döneminin sorunlarına da bağlı olan, çözümü zor ve karmaşık bir dizi problemi barındırmaktadır. Kültürel miras koruma yaklaşımlarının ve müdahale ölçeklerinin ülkelerin ve kentlerin savaştan sonraki durumlarına göre şekillendiği vurgulanmıştır. Çatışma sonrası iyileşme ve kentsel rekonstrüksiyon süreçleri, ülkelerin çatışma sonrasındaki politik, ekonomik, sosyolojik durumlarına; devletlerin kurumsal yapılarına; paydaşların teknik kapasitelerine, kentlerin fiziksel durumlarına göre belirlenmektedir. Çatışma sonrası politik, ekonomik, sosyolojik ve kültürel ortam mekânsal dönüşümleri etkilemektedir. Toplumu iyileştirme, bozulan ya da yeniden kurulması gereken düzeni tesis etme, kimliği yeniden yapılandırma hedefleri koruma sorunlarını yönetim, projelendirme ve uygulama süreçlerine ilişkin teknik problemlerin ötesine taşımaktadır. Tarihi kentsel alanlara ve kültür varlıklarına yönelik müdahalelerle bir ideal peyzaj yaratılmaktadır. Mekân üzerinden coğrafi sınırları, kimliği ve gücü tanımlamak üzere sembolik müdahaleler gerçekleştirilmektedir. Kentsel rekonstrüksiyon süreçleri fiziksel iyileşmenin yanı sıra çatışma döneminin somut kazanımlarını pekiştirme, uluslaşma ve kimlik tanımlama programının parçası haline gelmektedir.
-
ÖgeTürkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı: Kimyahane(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-01-27) Yarlıgaş, Vildan ; Mazlum, Deniz ; 502142204 ; Restorasyon ; RestorationTürkiye'de taşınabilir kültür varlıklarının bilimsel yöntemlerle restorasyon ve konservasyonun yapılması ilk olarak Erken Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir ve bu konudaki araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Osmanlı Devleti döneminde ise Müze-i Hümayûn'da Müze'deki eserlere yapılan onarımları inceleyen hiçbir çalışma bulunmamaktadır. Bu tez erken Cumhuriyet döneminde İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde kurulan ve Türkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı olan Kimyahane'nin kuruluşu, çalışmaları ve kadrosunda barındırdığı uzmanları odak noktasına alarak, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden itibaren bu topraklarda yapılmış ilk taşınabilir eser onarımı tarihini, bu onarımları yapan mekân, kişi ve kurumlar üzerinden ortaya koymayı ve koruma yaklaşımının yıllar içindeki değişimini-gelişimini aktarmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde tezin amacı, kapsamı ve araştırma yöntemlerine yer verilmiş ve büyük oranda arşiv araştırmalarına dayanan tezin ana çalışma kaynakları tanıtılmıştır. Bu kaynaklar özetle İstanbul Arkeoloji Müzeleri arşivi, Koç Üniversitesi, Suna Kıraç Kütüphanesi'nde bulunan Hadi Tamer Belgeleri Koleksiyonu, Boğaziçi Üniversitesi'nde bulunan Aziz Ogan Koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllıkları, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde Asurolog olarak çalışmış Fritz Rudolf Kraus'un "Dreizehn Jahre Istanbul (1937-1949) Der deutsche Assryriologe Fritz Rudolf Kraus und sein Briefwechsel im türkischen Exil" ismiyle yayımlanmış mektupları, Kimyahane'de çalışmış eski uzmanlar ve ailelerinin arşivleri ile Berlin Devlet Müzeleri Merkez Arşivi'dir. Tezin ikinci bölümünde Müze-i Hümayûn'daki ilk restorasyon faaliyetleri incelenmiş, restorasyonların nitelikleri Satrap Lahdi onarımı üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca arşiv belgelerine dayanarak onarımların yapıldığı ilk mekânlar ve onarımları gerçekleştiren kişiler ortaya konmuştur. Onarımlarla ilgili olarak Sanâyi-i Nefîse Mektebi ile Müze-i Hümayûn işbirliği anlaşılmaya çalışılmıştır. Müzenin ilk onarımlarını gerçekleştiren Heykel Atölyesi'nin çalışmaları ve uzmanları tanıtıldıktan sonra Mimarlık Atölyesi ile ilgili bilgiler verilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı olan Kimyahane'nin kurulduğu dönemde devletin kültür ve eğitim politikası mercek altına alınmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için Erken Cumhuriyet döneminde kültür ve eğitim politikalarını etkileyen iki önemli olay olarak Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşu ve Atatürk'ün Üniversite Devrimi incelenmiş, devletin kültür politikasının bir ürünü olarak Kimyahane'nin kuruluşuna giden süreç aktarılmıştır. Bunun yanında Kimyahane binasının yer seçimi ve mimari özellikleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Kimyahane'nin kuruluş döneminde yöntem ve cihazlarda baskın etkisi olan Alman ekolü ile Friedrich Rathgen ve onun kurduğu Berlin Kraliyet Müzeleri Laboratuvarı'na yönelik bilgiler bu bölümde verilmiş, Kimyahane ile Berlin Kraliyet Müzeleri Laboratuvarı arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışılmıştır. Kimyahane'nin yürüttüğü konservasyon çalışmaları, laboratuvarda hâkim olan çalışma yaklaşımı ve bünyesinde barındırdığı uzmanlar tezin dördüncü bölümünde yer almaktadır. Kimyahane'nin kuruluşunda büyük etkisi olduğu düşünülen İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çivi Yazılı Kil Tablet Koleksiyonu'nda bulunan tabletlere uygulanan restorasyon ve konservasyon yöntemleri bu bölümde anlatılmaktadır. Kimyahane'nin ilk konservatörü Kimyager Nurettin Akbulut ve Kimya Yüksek Mühendisi Hadi Tamer ile ayrıntılı bilgilere bu bölümde yer verilmektedir. Bu bölümde son olarak Kimyahane'nin İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden ayrılmasına yönelik girişimler aktarılmış, Kimyahane'nin son dönemleri ile ardılı olan İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı'nın kuruluşuyla ilgili bilgiler verilmiştir. Tezin sonuç bölümünde öncelikle Müze-i Hümayûn döneminde eserlere yapılan onarımlar kısıtlı bulgular üzerinden değerlendirilmeye ve Sanâyi-i Nefîse Mektebi öğrencileri ile Müze-i Hümayûn'da onarımları gerçekleştiren ekip arasındaki bağlantı anlaşılmaya çalışılmıştır. Sonuç bölümünün devamında İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde tesis edilen Kimyahane'nin kuruluşunda ve ilk kurulduğu dönemde kullandığı yöntemlerde Alman etkisi irdelenmiştir. Ayrıca Kimyahane'de çalışan uzmanların nitelikleri ve eğitimlerine paralel olarak kullanılan yöntem ve benimsenen yaklaşımın zaman içindeki değişimi analiz edilmiştir ve Kimyahane'nin Türkiye'de konservasyon biliminin gelişimine katkıları incelenmiştir. Kimyahane'nin hizmet verdiği dönemden başlayıp günümüze kadar Türkiye'de koruma alanında varlığını sürdüren ve olumlu-olumsuz değişimler gösteren bazı sorunlar üzerinde durulmuş ve bu sorunlara çözümler aranmaya çalışılmış, son olarak da Kimyahane'nin güncel durumu hakkında bilgiler verilmiştir.
-
ÖgeZonguldak-ırmak demiryolu hattı ve yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-03) Akbulut, Elif ; Tanyeli, Gülsüm ; 502112206 ; Restorasyonİlk olarak 19. yüzyılda İngiltere'de gelişen demiryolu taşımacılığı hızla Amerika Birleşik Devletleri, Belçika, Avusturya, İtalya, Fransa, gibi birçok ülkede popüler bir ulaşım şeklini almış, ulusal ölçekten evrensel ölçeğe ulaşarak kitlesel gelişimin ve modernizasyonun altyapısını oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu gelişmeye katılmış, ülke genelinde demiryolu inşaat faaliyetleri yürütmüştür. Demiryolu ulaştırma sistemi gelişerek ve ilerleyerek Erken Cumhuriyet döneminde de uygulanmaya devam etmiştir. Demiryolu hammadde ve sanayi ürünlerinin taşınmasına, askeri taşımacılığa, insan ve bilgi aktarımına olanak tanıyarak, ülkenin mimari, mühendislik, kentsel, sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarındaki değişikliklere önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda sermaye, bilgi, teknik ve teknolojinin yetersizliği nedeniyle demiryolu inşa faaliyetleri İngiliz, Fransız, Alman ve Rus girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti kendi imkanlarıyla demiryolu inşa etmek için girişimlerde bulunmuş ancak Hicaz demiryolları hariç girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde ise demiryolu yapım faaliyetleri daha çok yerli girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Erken Cumhuriyet döneminin en önemli demiryolu projelerinden birisi olan ve kömür yolu olarak adlandırılan 415 km uzunluğundaki Zonguldak-Irmak demiryolu hattı tez çalışması kapsamında incelenmektedir. Demiryolunun eğitim ve inşa faaliyetlerindeki yerelleşmesini somut olarak yansıtan hattın tasarım ve inşa süreci çalışmada detaylı olarak anlatılmaktadır. Demiryolu mirası istasyonlardaki yapılar ile güzergah üzerindeki köprü ve viyadükleri kapsamaktadır. Ayrıca teknik elemanlar, donatılar ve taşınır tüm varlıklar da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Tez çalışmasında Zonguldak-Irmak demiryolu mirası köprüler, viyadükler, yolcu istasyon yapıları, şeflik yapıları, alimantasyon ve pompa istasyon yapıları, lokomotif depoları, lojmanlar gibi taşınmaz varlıklarının yanı sıra taşınır değerleriyle birlikte bütüncül bir şekilde ele alınmaktadır. Tespit ve belgeleme çalışmaları da Zonguldak-Irmak demiryolu mirasını tüm çeşitliliğiyle ortaya koymaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası aynı zamanda mimari, mühendislik, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte de incelenmektedir. İsveç ve Danimarka şirketler grubuna ait planlı bir yapılanmanın ve tasarımın ürünü olan hattın ulus aşırı önemine de vurgu yapılmaktadır. Ayrıca çalışmada hattın özgünlük ve bütünlüğü de tartışılmaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası yasal ve yönetsel kaynaklı koruma sorunlarına sahiptir. Tez çalışması kapsamında taşınır ve taşınmaz demiryolu mirasını tehdit eden tüm unsurlara detaylı olarak değinilmektedir. Sorunlar tespit ve tescil kararları ile koruma ve kullanıma yönelik müdahaleler başlığında ele alınmaktadır. Ayrıca yenileme, yeni kullanım ve yeniden işlevlendirme mirası tehdit eden diğer unsurlardır. Bu kapsamda Irmak, Çankırı ve Çatalağzı istasyon yapılarının yeniden kullanım projeleri, Çankırı istasyonu yenileme projesi ve Filyos Vadisi Projesi'ne de değinilmektedir. Ayrıca demiryolu mirasının korunmasında örnek ve öncü olan İngiltere'nin demiryolu ile ilgili koruma yasalarına ve uygulamalarına yer verilerek bütüncül bakış açısıyla Zonguldak-Irmak demiryolu mirasının korunmasına yönelik öneriler sunulmaktadır.