LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Başlık ile LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; RestorasyonKilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.
-
Öge1865 Hocapaşa yangını sonrası Piyer Loti-Peykhane caddeleri ve çevresinin gelişimi ve koruma-sergileme önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Saka, Cansu ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 725691 ; Restorasyon Bilim Dalı1865 Hocapaşa yangını Tarihi Yarımada'nın büyük bir kısmını harap etmiş, yangın sonrası yeniden düzenlemeler sonucunda kent dokusu değişmiş ve yeni akslar ortaya çıkmıştır. Hocapaşa yangın bölgesinde yer alan çalışma alanı, iki önemli aks olan Piyer Loti-Peykhane Caddelerini ve kesişiminde kalan bölgeyi kapsamaktadır. Günümüzde, konum olarak önemli bir kentsel boşluk olan Sultanahmet Meydanı çeperinde olmasına rağmen tarihsel önemi fark edilmemektedir. Piyer Loti-Peykhane Caddelerinin niteliğinin yansıtılması için yangın sonrası değişen kent dokusu, dönemin modern imar uygulamaları kapsamında incelenerek alanın kültürel değerlerinin topluma sunulmasına yönelik çalışmalar yapılması gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nda, 19. Yüzyıl'ın ikinci yarısına kadar yangın sonrası yeniden düzenlemelerde yerleşim dokusu ve sokaklar korunmuştur. Ancak Tanzimat Dönemi'nde çeşitli nizamnamelerle kentin sokak örüntüleri Batılı kentlere öykünerek değiştirilmeye çalışılmıştır. 1848-1882 yılları arasında çıkan altı adet Ebniye Nizamnamesi'nde yerleşim dokusu, sokak genişlikleri ve yapı inşa teknikleri belirlenmiştir. Nizamanmelerde, İstanbul'un Avrupa başkentleri gibi birbirini dik kesen geniş ve ferah sokaklara sahip olması amaçlanmaktadır. Harap olan yangın bölgeleri nizamnamelerin uygulanabileceği alanlar olarak görülmüş ve Osmanlı Dönemi modern imar uygulamalarına ev sahipliği yapmıştır. Bu bağlamda Hocapaşa yangını sonrası ilk kapsamlı uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Kentsel dokunun değişimi yangın öncesi ve sonrasına tarihlenen haritalardan görülmektedir. Tez kapsamında, yeniden düzenlemelerin saptanması amacıyla eski haritalar dijital ortamda sayısallaştırılarak karşılaştırılmıştır. Çalışma alanının büyük bir bölümünde çıkmaz sokakların kaldırıldığı, yeni yol akslarının oluştuğu ve sokak genişliklerinin nizamnamelere göre düzenlendiği görülmektedir. Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi'nin batısında ahşap yapıların çoğunlukta olduğu organik yerleşim dokusu, Divanyolu Caddesi'nin güneyinde ise kagir yapıların çoğunlukta olduğu ızgara yerleşim dokusu belirginleşmiştir. Izgara dokuyu kavisli geometrisiyle kesen Piyer Loti Caddesi, nizamnamelere uygun genişliği ile diğer caddelerden ayrışmaktadır. Çevresinde bulunan kagir ve bahçeli yapıların yerine günümüzde modern üslupta inşa edilmiş apartmanlar bulunmaktadır. Caddenin niteliği göz önüne alındığında günümüzde olduğu gibi yeni açıldığı dönemde de önemli bir aks olduğu anlaşılmaktadır. Piyer Loti Caddesi'ni kesen diğer aks olan Peykhane Caddesi, Divanyolu Caddesi ve Sultanahmet Meydanı arasında bağlantı kurmaktadır. Yangın öncesine tarihlenen haritalarda izi görülmektedir. Çevresinde günümüze ulaşmış Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi yapıları bulunmaktadır. Çalışma alanının yangın sonrası değişen kentsel dokusu içinde tarihsel süreklilik gösteren tek akstır. 20. Yüzyılın ortalarında konut ihtiyacının artması ile kagir ve ahşap yapı stoğu farklılaşmış ve 4-6 katlı betonarme apartmanlar inşa edilmiştir. Bu değişime rağmen çalışma alanının niteliğini tanımlayan yerleşim dokusu 19. Yüzyılın sonundan itibaren değişmemiştir. Aynı zamanda yapı parsel büyüklükleri ve cephe genişlikleri korunarak günümüze ulaşmıştır. Somut öğelerin yanı sıra süreklilik gösteren sokak isimleri, manzarayı içeren bakı noktaları çalışma alanının tarihsel önemini vurgulamaktadır. Kentsel miras değerinin ortaya çıkarılması ve tanımlanması amacıyla 2011 tarihli Valetta İlkeleri incelenmiş, bu bağlamda ilke ve stratejiler belirlenmiştir. Sultanahmet Meydanı'na sınırı olan çalışma alanı, turizm açısından değerlendirildiğinde de merkezi bir konumda yer almaktadır. Yerli, yabancı turistlere ve İstanbullulara alanın miras değerlerinin sunulmasına yönelik öneri geliştirilmiştir. Müdahale ve koruma projeleri, konumunun potansiyeli değerlendirilerek, mevcut bilgiler ışığında bölgenin tarihi öneminin vurgulanmasını amaçlamaktadır. Piyer Loti- Peykhane Caddeleri ve çevresinin tarihi kimliğini yansıtabilmek ve bütüncül şekilde topluma sunulmasına yardımcı olmak ümit edilmektedir.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamında Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-10-15) Pulat Sönmez, Ece ; Mazlum, Deniz ; 502142202 ; Restoration ; Restorasyon18. yüzyılda batı ile etkileşimi artan Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ile birlikte idari, sosyo-kültürel ve ekonomik alanda birçok değişim yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler kentsel düzene ve mimariye de etki etmiş, kent içinde yeni yapı tipleri ve yeni mimari üsluplar görülmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile söz konusu değişimlerin Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçlerine nasıl etki ettiği ele alınmıştır. Özellikle Tanzimat ve Islahat fermanları ile eşitlik olgusunun vurgulanması ve gayrimüslim kesimin yeni haklar elde etmesi, kilise mimarisi için de yeniliklere sebep olmuştur. İstanbul kent merkezinde bulunan tüm Rum Ortodoks kiliselerinin ön çalışma olarak izlenmesi ve onlara dair envanter fişleri oluşturulması ile başlanan bu tezin ana kaynaklarını da Osmanlı arşiv belgeleri oluşturmaktadır. Osmanlı Arşivi dışında, kilise vakıflarına ait arşivlerde ve bazı özel arşivlerde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen belgelerin gün ışığına çıkarılması amaçlanmıştır. Bu belgeler ile seçilen Rum Ortodoks kiliselerinin onarım ve yapım süreçlerindeki, idari işleyiş ve mimari teknik bilgiler incelenmiştir. Onarımlarda kullanılan yapı malzemeleri, çalışan meslek grupları, yapım teknikleri, kullanılan ölçü birimleri, görev alan kurum ve kuruluşlar gibi bilgiler arşiv belgelerinden öğrenilmektedir. Bu belgeler aracılığı ile geçmiş dönem restorasyon uygulamaları ile ilgili bilgi edinmek gelecekteki müdahaleler için yol gösterici niteliktedir. Çalışma sırasında İstanbul'da bulunan 96 adet Rum Ortodoks kilisesi için ön araştırma ve inceleme yapılmıştır. Tüm bu kiliseler için Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Kiliselerin tarihî ve mimari özelliklerine, eski fotoğraf ve haritalardaki varlıklarına ve haklarında yapılan detaylı çalışmalara yer verilen envanter fişleri hazırlanmıştır. Arşiv belgelerinin niteliğine göre şekillenen bu tezde Galatasaray Panayia Kilisesi'nin genişletilmesi, Şişli Metamorfosis Kilisesi'nin yapımı, Kumkapı Panayia (Elpida) Kilisesi'nin ve Gedikpaşa Ayia Kiryaki Kilisesi'nin yeniden yapım süreçleri detaylı olarak ele alınmıştır. Örnek incelemelerinden önce 19. yüzyılda İstanbul'da mimarlık ve kültür ortamının nasıl olduğu; kent dokusunda, toplumsal ve kültürel alanda yaşanan değişim ve dönüşümler, İstanbul'daki gayrimüslimler ve mimarlık etkinlikleri, gayrimüslimler içinde Rumların yeri alt başlıkları ile ele alınmıştır. 19. yüzyıl İstanbul'unda yapım ve onarım faaliyetleri ise; anıtsal yapıların yapım ve onarım süreçleri, idari yapılanma, yasal süreçte yaşanan değişimler, Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri alt başlıkları ile aktarılmıştır.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul'unda tarihî camilerin ihyası, örnekler ve arşiv belgeleri üzerinden bir tespit ve araştırma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-25) Çiçek Ünal, Özlem ; Mazlum, Deniz ; 502082207 ; Restorasyon ; Restoration19. yüzyılda İstanbul'da çok sayıda tarihî cami ve mescit; yaşanan yangınlar, 1894 depremi, bakımsızlık ve imar faaliyetleri gibi nedenlerle kullanılamaz duruma gelmiş ve yeniden inşa/ ihya edilmiştir. O dönemde imparatorluğun Batı ile gelişen ilişkileri, değişen mimari beğeniler, yaşanan maddi sorunlar ve İstanbul'da yaşanan değişim ve dönüşümler yeniden inşa faaliyetlerinin ölçek ve niteliğini etkilemiştir. İstanbul'un artan nüfusu ile orantılı fiziki büyümesi imar hareketlerini beraberinde getirmiş; yeni ulaşım ağları, rıhtımlar, meydanlar gibi düzenlemeler hız kazanmıştır. Üst üste yaşanan yangınlar, pek çok kayba neden olmanın yanında, sonrasında getirilen yeni düzenlemelerle Batılı bir kent görünümüne kavuşmak için fırsat sunmuştur. Yangınlar ve 1894 depremi sonrası pek çok yapının aynı anda hasar görmesi, gerekli onarımların ve inşaatların yapılabilmesi için kaynak bulunmasını güçleştirmiş ve kimi durumlarda yapıların ayakta tutulabilmesi için gerekli olan müdahaleler gecikmiştir. Osmanlı arşivinde bulunan; yangınlar sonrasında hasarlı yapılar ve bağlı bulundukları vakıfların maddi durumları hakkında hazırlanmış defterler yaşanan sorunları ortaya koymaktadır. Vakıf yapısı olan tarihî cami ve mescitler, vakıfların yönetimindeki bozulma ve suistimaller neticesinde düzenli bakım ve onarımları için gereken ödeneklerden mahrum kalmış; yangın ve deprem gibi ani hasarların yanında kimi zaman geçen zaman içinde gelişen hasarların onarım bedellerini de karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bu durumun önüne geçebilmek için vakıf yönetimleri ve bütçelerini tek bir çatı altına toplamak için idari adımlar atılsa da yaşanan maddi sorunların önüne geçmek kolay olmamıştır. Sonuç olarak kentteki tarihî cami ve mescitler hem bağlı oldukları vakıfların sorunları hem de içinde bulundukları kentte yaşanan afetler ve değişimler neticesinde ayakta tutulamayarak ihya edilmişlerdir. Tez kapsamında yapılan ve selâtin camilerini kapsam dışında bırakan araştırma, 1780-1920 zaman aralığında İstanbul'da 153 cami ve mescidin çeşitli nedenlerle kısmi ya da bütüncül olarak yeniden inşa edildiğini ortaya koymuştur. Gerçekleşen bu ihyalarda yapıların tarihî kimlikleri değil vakıf kimlikleri önde tutulmuştur. Genel olarak ihyalarda amaçlanan hedef vakfedilen işlevi uzun süre yerine getirebilecek sağlam bir yapı elde etmektir. 19. yüzyılda Batı'da gelişen anıt eser ve koruma kavramları Osmanlı'da gecikmeli olarak yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında tartışılmaya başlanmıştır. Batının etkisiyle antik eserler üzerinde oluşan ilk ilgi zaman içinde daha geç dönem eserlerine kaymıştır. Çoğu vakıf yapısı olan, anıt niteliğindeki eski eserlerin onarımları yaşanan afetler nedeniyle 19. yüzyılda da gerçekleştirilmiş; önemli eserlerin uygulamalarında dönemin genel pratiklerine uygun olarak yabancı ya da yurt dışında eğitim almış mimarlar ağırlıklı olarak görevlendirilmiştir. Yapılan yasal düzenlemelerle onarımların uzman kişilerce ve denetim altında yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Osmanlı arşiv belgeleri; gerçekleştirilen ihyaların nedenleri, ihya kararının alınması, yapıları ihya ettiren kurum ve kişiler, ihya bedellerinin belirlenmesi ve karşılanması, ihya uygulamalarında izlenen süreç ve ihyalarda kullanılan yeni mimari üsluplar konusunda bilgi vermektedir. Yapıların ihyasında yukarıda sıralanan konular her yapının kendi koşulları ve hasar durumu özelinde değişebilmektedir. Yapılar kimi zaman kısmen ayakta tutularak, kullanılabilir durumdaki mevcut malzemesi ile ihya edilirken kimi zaman ise ihya edilecek yapı tamamen ortadan kalktığı için yeni baştan bir yapı inşa edilmektedir. Yapıların ihyasında bunun gibi değişkenlik gösteren durumları ortaya koyan örnekler tez çalışması içinde detaylı olarak aktarılmıştır. Kelime olarak "yeniden canlandırma" ve "diriltme" anlamına gelen "ihya" koruma biliminde rekonstrüksiyon (yeniden yapım) eylemine karşılık gelmektedir. 19. yüzyılda gerçekleştirilen ihyaların amacı yapıyı yaşatmaktan çok vakfedilen işlevi ve vakfedenin adını yaşatmaktır. Bu nedenle yapı tamamen değişse bile adı ve işlevi değişmemektedir. Cami ve mescitlerin, kendi arsalarında yeniden inşa edilmiş olmaları nedeniyle, konumları sabit kalmakta böylece kent tarihinde değişmeyen noktalar olarak günümüze ulaşmaktadırlar. Her ne kadar ihyalarda zamanın ihtiyaç ve yönelimlerine göre; üslup, malzeme, teknik ve ek işlevler değişebilse de yapının adı, işlevi ve konumu korunarak vakıf hizmeti yeniden canlandırılmakta ve devam ettirilmektedir. Rekonstrüksiyon koruma alanında tartışılmaya başlandığı günden itibaren belli sınırlar ve kurallar koyulmaya çalışılan bir uygulamadır. Çoğu zaman maksadını aşan bu uygulama; özellikle ani eser kayıplarına neden olan savaş ve afet gibi durumlarda, toplumun hafızasının devam edebilmesine ve iyileşmesine yönelik olarak başvurulabilir bir uygulama olarak tanımlanmakta ve sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde koruma için neredeyse bir problem haline gelen rekonstrüksiyon; toplumsal iyileşme ve kültürel devamlılık gibi nedenlerin dışında; eski eser-turizm ilişkisinin getirdiği ekonomik kazanç, yapılaşma kısıtlaması olan tarihî yerleşimlerde inşaat yapma fırsatı ve simge yapıların hizmet edeceği politik çıkarlar gibi motivasyonlarla uygulanabilmekte, hatta kültür varlıklarının kaybını telafi edebilen bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Bu tezin, günümüzde moda bir tabir ve uygulama olan "ihya"nın koruma tarihimizdeki gerçek yerini anlamaya katkıda bulunması ve incelediği örneklere yapılacak olası müdahalelere ışık tutması umulmaktadır.
-
Öge1920-1960 arası dönemde planlanan çok katmanlı Batı Anadolu yerleşimlerinin modern mimarlık mirası değerlerinin korunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-13) Atala Önsel, Zeren ; Salman, Yıldız Sakine ; 502112203 ; RestorasyonOn dokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde endüstrileşme hareketleri ile birlikte eski kent merkezlerindeki nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun sonucunda sağlıksız ve konforsuz yaşam alanları oluşmuş ve bu yoğun nüfusu barındırma sorunu ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni yaşam biçiminin gerekliliklerini karşılayacak konut tasarımı ve üretiminin yoğun olduğu bir dönem başlamıştır. Konut alanlarının çevresinde ise yine değişen ihtiyaçlara cevap verecek eğitim, sağlık, spor, eğlence, ulaşım ve endüstri yapıları ile açık alan düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni hükümet, millileştirme programı kapsamında kapsamlı ve bütüncül bir kalkınma politikası izlemiştir. Ana ideoloji ve fikirler İzmir İktisat Kongresi'nde açıklığa kavuşturulmuş ve kalkınma planlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politika, Anadolu'da köylüleri özgürleştirmeyi, tarım ve sanayiyi geliştirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde yeni planlı bir ülke kurma ve ulusal bir peyzaj oluşturma hedefi benimsenmiştir. Kırsal, kentsel, üretim ve ulaşım konularında yapılan düzenlemelerle ulusal peyzaj yeniden tasarlanmıştır. Planlı şehirler, demiryolları, devlet fabrikaları, köy enstitüleri ve devlet çiftlikleri ile kır-kent entegrasyonu sağlanmış ve sanayinin tarım üzerindeki ilerici etkisinden yararlanılmıştır. Ankara'nın Cumhuriyet'in başkenti seçilmesi ulus devletin en önemli mekansal stratejisidir. Dolayısıyla Ankara, yeni Cumhuriyet'in modernleşme projesinin model şehri olmuştur. Bu dönemde kentsel planlama faaliyetleri daha çok on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen demiryolu ağı ile Ankara'ya bağlantısı olan Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Yeni Cumhuriyet'in millileştirme idealine uygun olarak üretilen imar planları da bu idealin gerçekleştirilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bu imar planlarının bileşeni olan tasarlanan mekânlar, modernist ve yerel değerleri yansıtmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihi merkezler dünya çapında korumaya konu olmuş; ancak modern kent katmanları görece daha az sayıda olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra miras olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 2001 yılında Helsinki'de ICOMOS Finlandiya tarafından bir konferans düzenlenmiş, 2002 yılı 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü ise yirminci yüzyıl mirasına adanmış ve aynı yılın Tehdit Altındaki Miras Raporu'nda da yine bu dönem yapıları vurgulanarak akademik çevrede uluslararası farkındalık arttırılmıştır. ICOMOS tarafından 2008 yılında Quebec'te gerçekleştirilen toplantıda yerin ruhu-genius loci kavramı mirasa yönelik olarak geliştirilmiş, 2011 yılında kabul edilen Valetta İlkeleri'nde ise somut ve somut olmayan değerleri de içeren çok yönlü bir yaklaşım oluşturulmuştur. 2011'de ICOMOS ISC20C tarafından kabul edilen ve somut değerlere ek olarak somut olmayan değerlerin de altını çizen Madrid Belgesi, 2017 tarihinde Yeni Delhi'de gerçekleştirilen ICOMOS Genel Kurulu sonrasında, Madrid-Yeni Delhi Belgesi olarak güncellenerek kentsel alanlar ve peyzajları da içerecek şekilde güncellenerek yapılı çevrenin farklı dönem ekleriyle bir katman olarak korunması gerekliğinin altını çizer. Öte yandan, Türkiye'deki mevzuat çerçevesi hiçbir zaman yirminci yüzyıl mirasını kapsayacak şekilde güncellenmemiştir. Korumanın anıtsal yapılardan kentsel ölçeğe genişletilmesi yolunda ilk adım, 1972'de İmar Kanunu'nun revizyonu ile atılmıştır. Bu kanun, anıtlarla bir bütün oluşturan çeşme, sokak ve meydanların korunması gerekliliğini vurgulamıştır. "Koruma alanı" terimi ise ilk kez 1973 tarihli ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu'nda kullanılmıştır. 1973-1983 yılları arasında yapılan planlama çalışmalarında geleneksel kent merkezleri protokol alanı olarak tanımlanmış ve imar kapsamına alınmamıştır. Mevzuattaki bu eksiklik, Batı Anadolu yerleşimleri için bir süreklilik değeri barındıran ve bu yerleşimlerin bütünlüğünü oluşturan modern katmanların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mevcut koruma planlarının hiçbiri modern kent peyzajı değerlerini korumayı amaçlamamakta, bunun yerine 1980'lerin koruma planlaması anlayışını takip etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve Batı Anadolu yerleşimlerine odaklanan tez çalışması, 1920-1960 yılları arasında, DPT kurulmadan ve planlı büyüme dönemine geçilmeden önceki dönemde planlanan yerleşimlerde inşa edilen ve o yerleşimin önemli bir tarihsel katmanını oluşturan modern mimarlık mirasını konu edinmiştir. Çalışmanın ana hatlarının çizildiği giriş bölümünün ardından modern kent planlama çalışmalarının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki tarihsel gelişimi ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'de koruma ve planlama pratiğinin gelişimi koruma planlaması kavramı üzerinden, koruma amaçlı imar planı çalışmaları öncesi ve sonrası dönemdeki değişimlerle birlikte ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca Osmanlı'dan Cumhuriyet'e planlamaya ilişkin kurumlar ve yasal düzenlemeler irdelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, çalışmanın odağı olan Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde gerçekleştirilen planlama çalışmaları ve bu çalışmalardaki koruma boyutu açıklanmıştır. Tezin beşinci bölümü, Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde yürütülen planlama çalışmalarının söz konusu yerleşimler üzerinden değerlendirildiği bölümüdür. Bu değerlendirme, Batı Anadolu'da detaylı irdelenen yerleşimler olan Afyon Merkez, Aydın Merkez, Aydın Nazilli, Aydın Söke, Balıkesir Merkez, Burdur Merkez, Denizli Merkez, Denizli Buldan, İzmir Bergama, İzmir Ödemiş, İzmir Tire, Kütahya Merkez, Manisa Akhisar, Manisa Alaşehir, Manisa Kula ve Uşak Merkez üzerinden gerçekleştirilmiştir. Her bir yerleşimin planlama tarihçesi ve miras değerleri irdelenerek, yürütülmekte olan koruma çalışmaları ve mevcut durum değerlendirilmesi yapılarak, günümüzde bu değerlerin korunmasında karşılaşılan sorunların dökümü yapılmıştır. Tezin altıncı ve son bölümünde, Batı Anadolu yerleşimleri özelinde değerlendirilen yirminci yüzyıla ilişkin kentsel katmanın korunması ve karşılaşılan tehditlerin azaltılmasına yönelik benimsenmesi gereken yaklaşım açıklanmıştır.
-
ÖgeAmasra kale kenti: Ceneviz ticaret yolundaki Karadeniz surlu yerleşimleri bağlamında değerlendirilmesi ve koruma önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-01-25) Burak, Nurhilal ; Tanyeli, Gülsüm ; 502132204 ; RestorasyonKaradeniz'in kıyı hattı, eski çağlardan itibaren müsait iklimi ve coğrafi yapısı ile çok sayıda yerleşim merkezine sahip olmuştur. Uygun toprakları ve iklim özellikleri, bu kıyıları özellikle tercih edilir kılmıştır. Karadeniz, doğu ve batı arasında işleyen deniz ticaret aksının önemli bir belirleyicisi olmuştur. Bu kıyılarda yer alan ticaret limanları da tüm tarih boyunca önemini korumuştur. Roma İmparatorluğu döneminde karayolu bağlantılarının da güçlendirilmesi ile iç kesimlerin kıyıya, kıyıdakilerin ise başka kıyılara ulaşması kolaylaştırılmıştır. Anadolu'nun kuzey hattı boyunca bulunan ticaret limanları Kuzey Karadeniz kıyıları ile bağlantılıdır. Öte yandan kuzey kıyılarının da Akdeniz'e ulaşması ve deniz yoluyla sürdürülecek alışveriş için Güney Karadeniz hattı ile Marmara Denizi kıyılarındaki bağlantıya ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlantılar deniz ticareti için belirli rotaları oluşturmaktadır. Deniz ticaretinin Karadeniz'de en yoğun olduğu yüzyıllar ise 13.-15. yüzyıllardır. Belirtilen bu tarihlerde İtalyan Denizci Cumhuriyetleri, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti ile bazı sınırlandırmalar ve özgürlükler çerçevesinde Karadeniz ve devamında Akdeniz kıyılarında yer alan ticaret limanlarını kullanmıştır. Kullandıkları limanların bazıları halihazırda bulunan yerleşimler ve onları çevreleyen savunma yapılarından oluşmaktaydı. Bazı kıyı bölgelerinde ise elde ettikleri haklar çerçevesinde yıllar içinde yaptıkları yatırımlar ile yeni savunma yapıları inşa etmişlerdir. Liman kentlerinin hepsinde gemilerin güvenle yanaştırılacağı korunaklı bir limana, saldırılardan korunacak bir savunma yapısı bütünlüğüne ve ticaretin gerçekleşeceği bir çarşıya ihtiyaç duyduklarından bazı bölgelerin diğer bölgelere nazaran önem arz ettikleri görülmektedir. Bu limanların önemi, doğal koşulların oluşturduğu limanların coğrafi ve iklimsel koşulları ile ilişkili olduğu kadar iç kesimlerden ulaştırılacak ticari mallar ile de ilgilidir. Amasra, günümüzde Bartın iline bağlı ve yukarıda bahsi geçen önemli ticaret limanlarından biri olarak öne çıkmış kentlerdendir. Venedik ve Ceneviz Cumhuriyeti'nin çoğunlukla farklı kentleri kullanarak sürdürdüğü deniz ticaretinin en yoğun olduğu 13.-15. yüzyıllar arasında Amasra'nın da önemi, portolanlardan takip edilebilmektedir. Amasra, Latin işgalinin bittiği yıldan sonra (1261) Ceneviz Cumhuriyeti'nin özerk bölgesi olmuştur. Amasra Kalesi'nde de bazı inşa faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Amasra bir berzah 1 üzerine kuruludur ve köprü ile bağlantı sağlanan bir adadan oluşmaktadır. Berzahın iki yanında yılın farklı dönemlerindeki rüzgârlardan korunan doğu ve batıya yönelen limanlara sahiptir. Batıya taraf olan koy Küçük Liman'dır ve antik liman kalıntıları bu koyda bulunmaktadır. Doğu tarafındaki ise Büyükliman'dır. Zindan Mahallesi ve onu çevreleyen savunma duvarları bu berzahın kuzeyinde bulunmaktadır. Boztepe Adası'na Kemere Köprüsü ile bağlantı sağlanmaktadır. Bu adanın üzerinde Boztepe/Amasra Kalesi bulunmaktadır. Amasra Kalesi için bugüne kadar birkaç akademik çalışma yapılmıştır. Fakat kalenin yapım teknikleri, ilçe merkezi tarihi, tarihsel olayların savunma yapısı bütünlüğündeki etkileri yeterince araştırılmamıştır. Bu sebepten bu tez çalışması öncelikle Bizans Dönemi'ne ait olan ve Cenevizliler tarafından kritik yenilemelerin yapılmış olduğu bu savunma yapısının tarihlendirilmesine odaklanmıştır. Tez çalışması kapsamında önemli diğer bir husus Amasra Kalesi'nin 2013 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne "Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri - Trading Posts and Fortifications on Genoese Trade Routes. From the Mediterranean to the Black Sea" isimli seri adaylık dosyası ile dâhil edilmiş olmasıdır. Bu sebeple Amasra Kalesi hakkında bir koruma modeli geliştirilebilmesi ve UNESCO bağlamında değerlendirilerek ele alınabilmesi için Cenevizliler ile Amasra'nın ilişkisi ayrıntılı olarak irdelenmelidir. Yapım teknikleri ile tarihî bilgilerin birleştirilebilmesi için Ceneviz Cumhuriyeti'nin aynı yüzyıllar içinde kullanmış olduğu ya da kullandığı düşünülen diğer savunma yapılarının da incelenmesi gerekmektedir. Bu sebeple öncelikle coğrafi bütünlük sağlayan Karadeniz kıyı kaleleri genelinde bir araştırma yürütülmüştür. Cenevizlilerin kullandığı Anadolu Karadeniz kıyı kalelerinden elde edilen veriler ile Amasra Kalesi'nin yapım teknikleri kıyaslanmıştır. Literatürden elde edilen Karadeniz'in diğer kıyı kaleleri ile de tarihsel bütünlük içinde kıyaslama yapılmıştır. Ardından Amasra ilçe merkezi için detaylı bir tarihsel araştırma tamamlanmıştır. Birincil kaynaklardan Amasra'nın kronolojik olarak önemli tarihsel olayları araştırılmıştır. Seyahatnameler, belgeler, fotoğraflardan da yararlanılarak Amasra Kalesi'ne yansımış olabilecek tüm önemli olaylar irdelenmiştir. Son yüzyılda yapılan yasal düzenlemelerin ilçe merkezinde bulunan kültür varlıkları üzerindeki etkisi yoğundur. Bu sebeple ilçedeki koruma alanı tespitleri ve belgelemesi de tamamlanmıştır. Koruma alanında yapılan tespitler, bahsi geçen sınırlar içindeki tüm yapıların analiz edilmesi ile başlamıştır. Ardından koruma alanı içinde yer alan tüm kültür varlıkları belgelenmiştir. İlçe merkezi genelinde tamamlanan bu çalışmaların tamamı, Amasra Kalesi hakkında alınacak kararlar açısından büyük önem taşımaktadır. Tez çalışmasının dördüncü bölümü Amasra Kalesi'ne odaklanmaktadır. Öncelikle mevcut durumu tespit edilerek ulaşılabilir tüm savunma duvarları belgelenmiştir. Genel ve detay ölçümleri ile gözlemler yapılarak tarihsel bilgilerin savunma yapısı üzerindeki yansımaları dönem analizleri olarak çizimlere aktarılmıştır. Dönem analizi tüm kalenin 1/100 ölçekli plan ve görünüş çizimleri üzerinden yapılmıştır. Amasra Kalesi'ndeki Ceneviz dönemi inşa faaliyetleri yukarıda bahsi geçen yöntemler ile tespit edilmiştir. Bu sayede Ceneviz döneminde yapılmış olan duvarların yapım teknikleri ortaya konulmuştur. Çizimler Anadolu'nun Karadeniz kıyı kalelerinden toparlanan diğer duvar yapım teknikleri ile kıyaslanabilmiştir. Bu sayede asıl soru bu bölümde cevaplanmış olmaktadır: Cenevizlilerin kendine ait bir inşa tekniği var mıdır ve varsa bu tekniği tüm savunma yapılarında kullanmış mıdır? Cenevizliler Karadeniz kıyılarındaki savunma yapılarının bazılarını hiç değiştirmeden kullanmış ve bazılarını sıfırdan inşa etmiştir. Bu kıyaslamalar sonucunda Amasra Kalesi ile diğer kalelerin arasında bir bağ olup olmadığı irdelenmiştir. Tezin son bölümü Amasra Kalesi ve kentinin korunmasına yönelik değerlendirmeler ve önerilerden oluşmaktadır. Öncelikle mevcut durumda yönetsel, yapısal, kültürel ve ekonomik analizlerin dökümü yapılmıştır. Bu sayede ilçe merkezini her yönden ele almak mümkün olmuştur. Aynı başlıklar kapsamında öneriler geliştirilmiştir. İlçe merkezinde bulunan tüm kültür varlıklarıyla bir bütün içinde ele alınan Amasra Kalesi'nin korunması ve geleceğe aktarılabilmesi için öneriler geliştirilmiştir. Tez kapsamında yalnızca kent merkezi ölçeğinde kalmadan UNESCO'nun seri adaylık dosyasında yer alan diğer kalelerin de mevcut durumları incelenmiştir. Önce seri adaylıklar, ardından sınır ötesi adaylıklar ile birleştirilmesi hedeflenen Ceneviz ticaret yolundaki savunma yapıları çerçevesinde Amasra Kalesi'nin yeri tartışılmıştır.
-
ÖgeAntalya Gelidonya deniz feneri koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Ünal, Güneş ; Mazlum, Deniz ; 502181205 ; Restorasyon ProgramıBu tez çalışmasında Antalya ili, Kumluca ilçesine bağlı Karaöz Mahallesi'nde, Gelidonya Burnu'nda konumlanan Gelidonya (Taşlıkburnu) Deniz Feneri belgelenmiş ve yapıda belirlenen problemler doğrultusunda koruma önerileri geliştirilmiştir. Fener, Tersane-i Amire gözetimi altında kurulan, Blaise-Jean Marius Michel müdürlüğündeki Fenerler İdare-i Umumiyesi tarafından 1936 yılında inşa edilmiştir. 1855 yılından itibaren hizmet veren Osmanlı Fenerler İdaresi'nce inşa edilen fenerlerle yapım tekniği ve özellikle plan şeması bakımından benzerlik göstermektedir. Günümüzde Gelidonya Deniz Feneri, kullanımındaki değişimlere bağlı olarak müdahaleler görmüş olmasına rağmen mimari özgünlüğünü genel olarak koruyabilmiştir. Antalya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'ndan edinilen belgeye göre Gelidonya Deniz Feneri, 2010 yılında 2. derece kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Kurumdan öğrenildiği üzere, tescil sonrasındaki kontrollerde fenere yüklenen niteliksiz eklerin kaldırılmasıyla ilgili uyarılarda da bulunulmuştur. Buna rağmen deniz feneri ile ilgili herhangi bir belgeleme veya koruma çalışması yürütülmemiştir. Bu eksikliğin giderilmesi, yapının taşıdığı bilgilerin belgelenmesi ve aktarılması, problemlerin ortaya konması ve gerekli müdahalelerin tanımlanması gerekli görülmüştür. Tez yedi ana bölümden meydana gelmektedir. İlk bölüm olan girişte tezin amacı, çalışmanın kapsamı ve tüm süreçteki araştırma ve belgeleme yöntemlerine değinilmektedir. İkinci bölümde ise tarihteki deniz fenerlerinden Gelidonya Deniz Feneri'ne uzanan süreçte deniz feneri kavramının nasıl değişimler geçirdiği ve süreç içindeki mimari özellikleri ele alınmıştır. Ayrıca dünya genelindeki bu sürecin Türkiye sınırları içindeki gelişimini ve yönetilmesini anlatmanın, Gelidonya Deniz Feneri'nin mimari ve tarihî özelliklerine ışık tutacağı düşünülmektedir. Tezin üçüncü bölümünde, odak konusu Gelidonya Burnu olarak belirlenmiştir. Deniz fenerine de adını veren burnun karada ve denizde nasıl özellikler taşıdığı, deniz fenerinin bu özelliklerin neresinde rol aldığı irdelenmiştir. Günümüzde de Likya Yolu üzerinde konumlanan burnun hem tarihte hem bugün karşılaştığı olaylar, insanlar ve bunlara bağlı olarak yaşadığı değişiklikler ele alınmıştır. Ek olarak Gelidonya Burnu'nun açıklarındaki tarihî gemi batığı nedeniyle, sualtı arkeolojisi açısından da önemli bir lokasyon olduğundan bahsedilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümünde Gelidonya Deniz Feneri hakkındaki bilgi ve bulgularla ilgili açıklamalar yapılmıştır. Fenerin konumu, genel özellikleri, tarihsel süreci ve daha da detaylı olarak mimari özellikleri irdelenmiştir. Teker teker yapıdaki mahaller ve mekânsal özellikleri, cephe özellikleri, strüktürel sistemi ve güncel durumu, mimari elemanların nitelikleri anlatılmıştır. Yapının malzeme tespitleri ve sahip olduğu hasarların belirlenmesi üzerine, analitik rölöveler hazırlanmıştır. Beşinci bölümde yapıdaki tespit edilen izler, benzer tipolojiye sahip fenerlerin belgeleri ve Gelidonya Deniz Feneri sorumlusunun aile fotoğraf arşivinden edinilen veriler doğrultusunda yapının ilk durumu ve geçirdiği değişiklikler tespit edilmiştir. Altıncı bölümde ise deniz fenerinden edinilen tüm bilgiler ve yapılan araştırmalar, tespitler ile bir bütün halinde ele alınarak yapıya uygun işlev ve restorasyon önerileri geliştirilmiştir. Bu karar sürecinde özellikle Likya Yolu yürüyüşçülerine fayda sağlayacak ve sahip olduğundan farklı işlevlerle, günümüze özgün değerlerinin çoğunu koruyarak gelen feneri yormayacak önerilerde bulunulmuştur. Deniz fenerinin ana binası "hostel" olarak, yakınındaki ahır birimi ise internet, elektrik, bilgi gibi hizmetler verecek şekilde ele alınmıştır. Önerilen işlev ve müdahaleler sebepleri, potansiyelleri ve senaryoları ile detaylıca açıklanmıştır. Çalışmanın son bölümü olan yedinci bölümde yapılan tüm bu çalışmalar ve irdelenen başlıklar sentezlenmiş, Gelidonya Deniz Feneri'ne önerilen yeni konaklama işlevi doğrultusunda Likya Yolu, yürüyüşçüleri ve turizm kavramları üzerinden bir öngörüde bulunulmuştur. Fenerin cazibesini artırmadan, yürüyüşçülerin veya yalnızca feneri deneyimlemek isteyen ziyaretçilerin ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmıştır. Kültür rotaları ve duraklarının ele alınması konusunda farklı yöntemler izlenebileceğine vurgu yapılmıştır.
-
ÖgeArapgir'in geleneksel mimari dokusunun kentsel ve kırsal alan kapsamında incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-03-28) Kasapgil, Muhammed Oytun ; Eyüpgiller, Kemal Kutgün ; 502122203 ; RestorasyonAnadolu, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olmasıyla zengin bir kültürel mirasa ve özgün yerleşim dokularına sahip bir coğrafya olarak öne çıkmaktadır. Bu kültürel birikimin önemli bir parçasını oluşturan kırsal alanlar, doğal çevreyle uyum içinde gelişmiş yaşam biçimlerinin ve mimari çözümlerin somut yansımalarıdır. Kırsal mimari, yerel malzemelerin kullanımına ve işlevselliğe dayalı olarak gelişirken, toplumsal ihtiyaçlara ve bölgesel koşullara duyarlı çözümler üretmiş; böylece kültürel kimliği yansıtan özgün mekânlar ortaya koymuştur. Bu nedenle, kırsal mimarinin belgelenmesi ve korunması, hem tarihsel hafızanın muhafazası hem de sürdürülebilir bir gelecek kurgusu açısından önemli bir gereklilik olarak değerlendirilmektedir. Bu tez, Anadolu'nun geleneksel kırsal mimari mirasının önemli bir temsilcisi olan Malatya iline bağlı Arapgir ilçesinin kentsel ve kırsal alanlar bağlamında kapsamlı bir şekilde incelenmesini amaçlamaktadır. Arapgir, coğrafi konumu, tarihi derinliği ve kültürel çeşitliliğiyle öne çıkan bir yerleşim yeri olup, barındırdığı mimari miras ile hem sivil hem de anıtsal yapılar üzerinden bölgenin çok katmanlı geçmişine ışık tutmaktadır. Bu bağlamda tez, Arapgir'in mimari dokusunun tarihsel süreçteki gelişimini, geleneksel konutlarının fiziksel ve mekânsal özelliklerini, yapım tekniklerini ve mevcut koruma sorunlarını analiz etmeyi hedeflemiştir. Kırsal yerleşimlerin birer kültürel peyzaj öğesi olarak kavramsallaştırılması, bu alanların fiziksel, toplumsal ve kültürel özelliklerinin anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda, UNESCO'nun "kültürel peyzaj" kavramı, kırsal alanların değerlendirilmesinde uluslararası ölçekte kabul görmüş bir referans sunmaktadır. Bu yaklaşım, sadece yapıların fiziksel varlığına değil, aynı zamanda onların tarihsel bağlamı, toplumsal organizasyonu ve çevresel ilişkilerine de odaklanmaktadır. Malatya ili Arapgir ilçesinde yer alan geleneksel yerleşimler, bu kapsamda özgün örnekler sunmakta; coğrafi yapı, iklimsel koşullar ve yerel malzeme çeşitliliği, hem yapıların biçimlenişinde hem de yerleşim dokusunun oluşumunda belirleyici bir rol üstlenmektedir. Arapgir, Yukarı Fırat Havzası'nda yer alması sebebiyle tarih boyunca birçok medeniyetin etkisi altında kalmış ve farklı dönemlerin izlerini taşıyan zengin bir kültürel peyzaj ortaya koymuştur. Hititler, Urartular, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar gibi uygarlıkların etkisi altında şekillenen bölge, bu tarihsel birikimin somut yansımalarını mimari yapılarında da taşımaktadır. Özellikle Osmanlı döneminde önemli bir ticaret ve üretim merkezi hâline gelen Arapgir, kervan yolları üzerinde yer almasıyla birlikte han, hamam, cami gibi anıtsal yapıların yanı sıra işlevselliği yüksek sivil mimari örnekleriyle de dikkat çekmiştir. Bu bağlamda, hem anıtsal mimari hem de geleneksel konut dokusu üzerinden yapılan okumalar, kentin tarihsel ve sosyal dönüşümünü anlamaya katkı sağlamaktadır. Tezin kapsamını, Arapgir'in tarihi kent merkezi ile Eskişehir Vadisi ve Yeni Arapgir'in kentsel dokusu ve bu yerleşimlere bağlı olarak gelişen geleneksel sivil mimari örnekleri oluşturmaktadır. Ayrıca kırsal mimarlık örneklerinin detaylı bir şekilde belgelenebilmesi amacıyla, Arapgir'e bağlı Koru (Tebte), Ormansırtı (Cücügen), Selamlı ve Onar köyleri seçilmiş ve bu köylerdeki geleneksel konutlar çok boyutlu bir yaklaşımla incelenmiştir. Saha araştırmalarında; yerleşim dokusunun genel morfolojisi, sokak ve parsel ilişkileri, yapıların plan şemaları, malzeme ve yapım teknikleri, cephe karakteristikleri ve strüktürel sistemleri detaylandırılmış, bu unsurlar üzerinden mekânsal çözümlemeler yapılmıştır. Tez çalışmasında kullanılan yöntemler arasında literatür taramaları, arşiv belgelerinin incelenmesi, yerinde tespit ve belgeleme çalışmaları, plan analizleri ve yerel halktan alınan sözlü bilgiler yer almaktadır. 2012–2021 yılları arasında farklı akademik ekiplerle yürütülen saha araştırmaları sayesinde, geleneksel yapıların hem kentsel hem de kırsal ölçekte fiziksel belgelenmesi sağlanmış; bu süreçte elde edilen veriler, Arapgir'in mimari dokusuna ilişkin kapsamlı bir analiz yapmaya olanak tanımıştır. Arapgir evlerinin özgün mimari karakteri; eğimli topoğrafyaya uyumlu biçimde gelişen yerleşim düzeni, yöresel malzeme kullanımı, çok katlı yapı organizasyonları ve işlevsellik temelli iç mekân kurgularıyla şekillenmektedir. Evlerdeki taş zemin katlar ve üzerlerine oturan ahşap karkas kerpiç dolgulu üst katlar, yapısal sürekliliği ve malzeme uyumunu ortaya koymaktadır. Ayrıca geleneksel konutlarda yaygın olarak görülen toprak dam sistemi, ahşap kirişli döşemeler ve taş temel duvarları; yapıların iklimsel koşullara karşı dirençli ve sürdürülebilir bir yapıda tasarlandığını göstermektedir. Mekânsal olarak ise, avlu, taşlık, mutfak, sofa, baş oda ve eyvan gibi işlevsel mekânlar yer almakta; bu mekânlar, sosyal yaşam pratiklerinin konut içi organizasyon üzerindeki belirleyici etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Tez çalışmasının önemli katkılarından biri, Arapgir'e özgü geleneksel konut dokusunun günümüzde karşı karşıya olduğu fiziksel, sosyal ve ekonomik tehditlerin sistematik biçimde ortaya konulması ve bu tehditlere yönelik çözüm önerilerinin geliştirilmesidir. Araştırma sürecinde gerçekleştirilen saha gözlemleri ve belgeleme çalışmaları, çok sayıda yapının özgün niteliklerini kaybettiğini; özellikle onarım ve bakım eksikliklerinin yaygınlaştığını ve uygulanan müdahalelerin büyük oranda niteliksiz ve geleneksel yapım teknikleriyle uyumsuz biçimde gerçekleştirildiğini ortaya koymuştur. Bu bulgular, geleneksel yapı üretim bilgisinin kültürel aktarımında yaşanan kesintinin, mimari mirasın korunması açısından ciddi zorluklar doğurduğunu göstermektedir. Özellikle kırsal yerleşimlerde gözlemlenen nüfus kaybı, genç nüfusun büyük ölçekte göç etmesi ve tarımsal üretim faaliyetlerinden uzaklaşılması gibi demografik ve ekonomik dönüşümler, geleneksel yapıların terk edilmesine ve zamanla işlevsizleşmesine yol açmaktadır. Fiziksel yıpranmanın yanı sıra bu durum, geleneksel mimari mirasın kültürel sürdürülebilirliği açısından da ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Yapıların kullanım dışı kalması, yalnızca fiziksel dokunun değil, aynı zamanda bu yapılara içkin olan toplumsal ve kültürel birikimin de zamanla silinmesine neden olmaktadır. Saha verileri doğrultusunda yapılan değerlendirmelerde, geleneksel yapıların korunmasını zorlaştıran başlıca etkenler açık biçimde tanımlanmıştır. Yerel ve özgün yapı malzemelerinin temininde yaşanan zorluklar, geleneksel yapım tekniklerinin yeni kuşaklara aktarılamaması, mimari dokuyla uyumsuz yeni yapılaşmalar, yetersiz bakım-onarım uygulamaları ve niteliksiz müdahaleler bu sorunların başında gelmektedir. Tüm bu unsurlar, kırsal alanlardaki mimari mirasın hem fiziksel bütünlüğünü hem de toplumsal bellekteki sürekliliğini tehdit etmekte; bu nedenle, mirasın korunmasına yönelik politikaların sadece yapılı çevreye değil, aynı zamanda bu çevreyi var eden kültürel ve toplumsal dinamiklere de odaklanması gerektiğini ortaya koymaktadır.Bu çerçevede, koruma bilincinin yaygınlaştırılması, yerel halkın sürece etkin biçimde dahil edilmesi ve geleneksel yapı mirasının disiplinlerarası ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekliliği açık bir şekilde ortaya konmuştur. Söz konusu yaklaşım; yapısal, kültürel ve toplumsal boyutları içeren sürdürülebilir koruma stratejilerinin geliştirilmesini zaruri kılmaktadır. Tez çalışmasında elde edilen bulgular ışığında, Arapgir'in geleneksel mimari dokusunun korunması ve yaşatılması için bütüncül bir koruma stratejisi önerilmektedir. Bu strateji; yasal düzenlemelerin güncellenmesi, kırsal alanlara yönelik özel koruma statülerinin oluşturulması, yerel yönetimlerin yetki ve kaynaklarının artırılması, geleneksel yapı malzemelerine erişimin kolaylaştırılması, geleneksel ustalık bilgisinin sistematik biçimde aktarılması ve halkın koruma süreçlerine aktif katılımının sağlanması gibi çok boyutlu önlemleri içermektedir. Aynı zamanda, KUDEB gibi yerel koruma birimlerinin güçlendirilmesi, belgeleme ve restorasyon faaliyetlerine teknik ve finansal destek sağlanması da öneriler arasında yer almaktadır. Sonuç olarak, bu tez çalışması, Arapgir'in kentsel ve kırsal alanlarında yer alan geleneksel mimari dokunun çok katmanlı yapısını ortaya koyarak, bu özgün dokunun korunmasına yönelik akademik bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda, Arapgir'in zengin mimari mirası yalnızca estetik bir değer olarak değil; aynı zamanda tarihsel, kültürel ve toplumsal bir bilgi kaynağı olarak değerlendirilmiş, yerleşim düzeninden yapı tekniklerine, malzeme kullanımından mekânsal kurgulara kadar pek çok unsur sistematik biçimde analiz edilmiştir. Çalışmada önerilen koruma yaklaşımları, yalnızca Arapgir'e özgü değil, benzer coğrafi ve kültürel yapılara sahip diğer Anadolu yerleşimleri için de örnek teşkil edecek niteliktedir. Geleneksel yerleşim dokusunun yaşatılmasına yönelik olarak önerilen bütüncül koruma modeli; yapısal, kültürel ve toplumsal boyutları içeren sürdürülebilir politikaların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda tez, akademik alana bir katkı sunmayı amaçlamakta ve yerel yönetimler ile uygulayıcılar açısından faydalanılabilecek bir çerçeve oluşturmayı hedeflemektedir. Elde edilen verilerin, ileride yapılacak koruma çalışmaları ve mimari araştırmalarda dikkate alınabilecek bir kaynak niteliği taşıması ümit edilmektedir.
-
ÖgeAyatekla (Meryemlik) Ören Yeri Su Yapılarının Duvar Örgü Tekniklerinin Belgelenmesi ve Yapılarda Kullanılan Harç ve Sıvaların Karakterizasyonu(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Öztürk, Merve ; Pekmezci Polat, Işıl ; 769874 ; Restorasyon Bilim DalıArkeolojik alanlarda yürütülen belgeleme ve yapı malzemesi karakterizasyonu çalışmaları, alandaki mimari kalıntıların koruma projelerinde uygun kararlar alabilmek adına önemlidir. Antik dönem yapılarında kullanılan harç kompozisyonu, yapının fonksiyonu ve konumuna göre farklılık gösterebilmekte ve dönemin teknolojisini yansıtan önemli veriler sunmaktadır. Su yapılarında suyun iyi muhafaza edilebilmesi, yapıda su geçirmez sıva kullanımı ile mümkün olmakta, bu da su yapılarında kullanılan malzemenin üretim ve teknolojisinin özelleşmesine sebep olmaktadır. Su yapılarında duvar örgü tekniklerinin belgelenmesi ve malzeme karakterizasyonu üzerine yapılan araştırmalar, gelecekte uygulanacak restorasyon çalışmaları için gereklidir. Bu çalışmada Mersin/Silifke'de yer alan Ayatekla (Meryemlik) Ören Yeri'ndeki kapalı ve açık sarnıçların duvar örgü tekniklerinin belgelenmesi ve yapılarda kullanılmış olan harç ve sıvaların hammadde kompozisyonunun belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda yerinde inceleme ve belgeleme çalışmaları yapılmış, yapılardan farklı işlevlerde kullanılmış olan harç ve sıva örnekleri alınmıştır. Laboratuvarda uygulanan basit ve ileri analiz yöntemleri sonucunda örneklerin petrografik, minerolojik, kimyasal ve fiziksel özellikleri tespit edilmiştir. Çalışma sonucunda Meryemlik'teki sarnıçlarda kullanılmış olan duvar yapım teknikleri, malzeme kompozisyonu ve teknolojisine ilişkin veriler elde edilerek gelecekteki mimari koruma çalışmalarına yönelik koruma önerileri geliştirilmiştir. Tez altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm tezin amacı ve yöntemini içermektedir. İkinci bölüm, Antik Çağ'da suyun kullanımı ve su yapılarına ilişkin genel bilgiler içermektedir. Arkaik, Klasik, Helenistik dönem su yapıları incelenmiş ve antik dönemde su yapılarında görülen teknolojik gelişmeler üzerinde durulmuştur. Ardından Roma dönemi sarnıç yapılarında uygulanmış olan duvar örgü teknikleri ile harç ve sıvaların malzeme özellikleri incelenmiştir. Bizans sarnıç yapıları kapalı sarnıçlar ve açık sarnıçlar olmak üzere iki başlık altında incelenerek, literatürdeki bilgiler ışığında duvar yapım teknikleri ve kullanılan malzemelerin özellikleri belirtilmiştir. Üçüncü bölümde çalışma alanının tarihçesi kısaca anlatılarak, Meryemlik'in önemli bir hac merkezine dönüşme sürecine dair literatürdeki bilgilere yer verilmiştir. Bunun ardından ören yerinde bulunan arkeolojik kalıntılara dair genel bilgiler verilerek, tez çalışmasının ana konusu olan sarnıçlara dair incelemelere geçilmiştir. Bölgedeki kapalı ve açık sarnıçların duvar örgü teknikleri kapsamlı bir şekilde tanımlanmış, kullanılan taş ve tuğla malzemelerine yönelik detaylı bilgiler verilmiştir. Elde edilen veriler yerinde incelemeler esnasında çekilmiş olan fotoğraflar ve belgeleme çalışmalarıyla desteklenmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda elde edilen veriler doğrultusunda su yapılarında kullanılmış olan duvar yapım tekniklerine dair genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü bölümde, su yapılarından alınmış olan harç ve sıva örnekleri belirtilmiş, örneklerin yapı üzerinde alındığı noktalar fotoğraflar ve plan çizimleri üzerinden gösterilmiştir. Bunun ardından, örneklerin malzeme karakterizasyonunun bütüncül bir şekilde tespit edilebilmesi için uygulanmış olan deneysel çalışmalara yer verilmiştir. Bu yöntemler uluslararası literatürün taranması ve yürütülmüş olan çeşitli bilimsel çalışmaların incelenmesi sonucunda seçilmiştir. Deneylere görsel analizler, hammadde kompozisyonlarının belirlenmesi, petrografik ve minerolojik analizler ve suda çözünebilir tuzların analizi başlıkları altında yer verilmiş, çalışmalar sonucunda elde edilen sonuçlar çeşitli çizelge ve grafikler aracılığıyla paylaşılmıştır. Bunun ardından örneklerin hammadde kompozisyonlarının belirlenmesi için uygulanmış olan asit kaybı ve kızdırma kaybı analizleri gelmektedir. Deney yöntemleri açıklanarak, elde edilmesi istenen veriler formüllerle ifade edilmiş, asit kaybı ve kızdırma kaybı analizleri sonucu elde edilen bağlayıcı/agrega oranları gösterilmiştir. Agrega-boyut dağılımının belirlenmesi için uygulanmış olan elek analizi ve agrega yüzdelerinin belirlenmesi için stereo-mikroskop altında yürütülen gözlemler açıklanmıştır. Petrografik ve minerolojik analizler başlığı altında kalın kesitler üzerinden yürütülen petrografik analizlere yer verilmiş, örnekler elde edilen mikroskop görüntüleri üzerinden karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. X-Işınları Kırınımı (XRD), Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM-EDS) ve Termogravimetrik Analizler (TG-DTA) gibi ileri analiz yöntemleri uluslararası literatür aracılığıyla açıklanmış ve yapılan deney sonuçları çeşitli görseller, grafikler ve çizelgeler aracılığıyla paylaşılmıştır. Laboratuvarda yapılan tuz testleri sonucunda örneklerin içerdiği suda çözünebilir tuzların türleri ve miktarları tespit edilmiştir. Analiz çalışmaları sonucu elde edilen tüm veriler son bölümde karşılaştırmalı olarak incelenmiş, malzeme ve duvar yapım sistemi arasındaki ilişki bağlamında değerlendirilmiştir. Beşinci bölüm Meryemlik'te çalışılan sarnıçlarda görülen bozulma nedenlerine değinmekte ve bu sorunlara yönelik koruma önerilerini içermektedir. Alan çalışmasında yapılan gözlemler sonucunda bozulma nedenleri tespit edilmiş ve yapıların karşılaştığı bozulma türleri strüktürel bozulmalar, malzeme bozulmaları ve insan kaynaklı bozulmalar başlıkları altında incelenmiştir. Yapılara yönelik koruma önerileri malzeme ve yüzey temizliği, sağlamlaştırma, bütünleme, harç ve sıvaların onarımı ve bakım şeklinde belirtilmiş, seçilen onarım yöntemleri için literatürde geçen uygulamalardan yararlanılmıştır. Altıncı bölüm çalışmaya dair değerlendirme ve sonuçtan oluşmaktadır. Bu bölümde arkelojik alanlarda koruma çalışmalarının doğru uygulanabilmesi için yapıların yapım tekniği ve malzeme özelliklerinin iyi bir şekilde analiz edilmesi gerektiği yeniden vurgulanmıştır. Tez kapsamında Geç Antik dönemde önemli bir hac merkezi olan Meryemlik'teki sarnıçlar bu iki ana eksende değerlendirilmiş, bu amaçla alan çalışması esnasında yürütülen belgeleme çalışmalarının devamında çeşitli basit ve ileri analiz çalışmalarının gerçekleştirildiğinden bahsedilmiştir. Sarnıçlarda çeşitli bozulma türlerinin görüldüğünden ve bunlara yönelik farklı koruma önerilerinin geliştirildiğinden söz edilmiştir. Bununla birlikte bölgenin bütüncül bir şekilde korunabilmesi ve külürel mirasın daha iyi yönetilebilmesi için sit alanına yönelik öneriler sunulmuştur.
-
ÖgeBakırköy Meryem Ana Rosario (Notre Dame Du Rosaire Paroisse) kilisesi koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-24) Yalçınkaya, Kübra ; Almaç, Umut ; 502151211 ; RestorasyonTez çalışması kapsamında, İstanbul İli, Bakırköy İlçesi, Sakızağacı Mahallesi, 26 ada 29 parselde yer alan Meryem Ana Rosario (Notre Dame Du Rosaire Paroisse) Kilisesi ve kilise ile aynı parselde yer alan kagir apartman (lojman) ve müştemilat yapılarının mevcut durumlarının saptanması için belgeleme çalışması yapılmıştır. Koruma önerileri ile de kilise ve kâgir lojman yapıların yaşamlarına devam ederek gelecek nesillere aktarılması hedeflenmiştir. Aynı parselde yer alan mevcut durumda metruk durumda bulunan ahşap lojman yapısı çalışma kapsamına dahil edilmemiştir. Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 31.01.1986 tarih ve 1775 sayılı kararı ile kilise tescil edilmiştir. İstanbul VII Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 09.11.2010 tarih ve 359 sayılı kararı ile kilisenin koruma gurubu "I" olarak belirlenmiş, kagir lojman yapısı korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiş ve koruma gurubu "II" olarak belirlenmiştir. Kilise yapısı; Neo-Barok cephe mimarisi, giriş kapısının her iki yanında yer alan iyon başlıklı pilastrların üzerinde yükselen üçgen alınlığı, alınlığın ortasındaki Dominiken Tarikatı simgesi, saçak silmesi üzerinde yer alan büyük üçgen alınlığı ve ortasındaki dairesel penceresi, Latin haç plan şeması, haç kollarının kesişiminde iç yüksekliği 20.48'm olan kubbesi, kubbe kasnağı üzerindeki on adet kemerli penceresi, tavanlarında yer alan çeşitli geometrik form ve renklerden oluşan kalem işleri, kalem işleri üzerindeki kabartma motifleri, pandantiflerin üzerinde yer alan aziz betimlemeleri, batı beden duvarında yer alan yan sunağındaki Aziz Joseph ve Çocuk İsa tasvirinin yer aldığı tablosu, doğu beden duvarında yer alan yan sunağındaki Sacre Coeur de Jesus tablosu ve ana sunağında yer alan ve kilisenin kuruluşuna esas olan Tespihli Meryem Anayı tasvir eden 1886 tarihli ve Consoli Pinse imzasını taşıyan tablosu, presbiterium mekanını örten yarım kubbe üzerindeki duvar resimleri gibi sahip olduğu tarihi, mimari, yapım tekniği, sanatsal simgesel ve estetik özellikleri açısından bulunduğu bölgedeki diğer yapılardan farklılaşmıştır. İstanbul 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 2010 yılındaki tescil kararı ile de devlet malı niteliği taşıyan ve koruma altına alınan yapılardan olmuştur. Bu çalışma ile kilise, kagir lojman ve müştemilat yapılarının; mevcut durumlarının tespiti için rölöve çizimleri, özgün durumlarının tespiti için restitüsyonları ve restitüsyonları esas alan koruma ve müdahale önerilerini içeren restorasyon projeleri hazırlanmıştır. Yapıların yer aldığı Bakırköy ilçesi tarihte önemli bir yere sahiptir. Bu yerleşim yerinin bilinen ilk ismi Latincede yedinci manasına gelen Septemon'dur. Bizans döneminde ise yedinci anlamına gelen Hebdomon ismi kullanılmıştır. Bölgenin geçmişi büyük Roma İmparatorluğuna kadar gitmektedir. Bilinen ve önemli bir yer halini alması ise Bizans'ın ilk dönemi İmparator I. Konstantinos ile olur. Bu dönemde mimarisi ile dikkat çeken köşkler, saraylar, sarnıçlar gibi birçok anıtsal ve sivil mimari örneği ile bölge ön plana çıkmıştır. Latin işgali ile Hebdomon talan edilmiş ve önemini yitirerek Uzak Köy anlamına gelen Makri Hori olarak anılmıştır. 1925 yılından sonra Makri Köy Bakırköy olmuştur. Bakırköy bölgesi, geçmiş ile günümüz arasında, sosyal, kültürel ve dini değerler açısından önemli bir bağ oluşturmaktadır. Sakızağacı Mahallesi de bu bağı bünyesinde barındırdığı tescilli sivil yapı örneklerinin yanı sıra anıtsal bir mimarlık örneği olan Meryem Ana Rosairo Kilisesi ile sağlamaktadır. Bu kilise Dominiken cemaatine ait günümüze kadar ayakta kalan 3 Latin Katolik Kilisesinden birisidir. 19. yüzyılın ikinci yarısında inşasına başlanan ve yapımı üç yıl süren kilisenin mimari Cristo Goccio'dur. Kilise günümüzde Dominikenlere ait bir cemaat kalmadığı için Süryaniler tarafından kullanılmaktadır. Çalışma kapsamında 7 ana başlık oluşturulmuştur. Giriş bölümünde, çalışma yönelik incelenen kaynakların neler olduğu, tezin amacı, kapsamı ve yöntemi hakkında bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde, kilisenin bulunduğu Sakızağacı Mahallesi ve yakın çevresi anlatılmıştır. Kilise ile aynı adada yer alan diğer yapıların kat sayıları, fonksiyonları, konumlanma şekilleri ve Sakızağacı Mahallesinde yer alan yeşil alanlar hakkında bilgiler verilmiştir. Bakırköy İlçesi ve Sakızağacı bölgesinin yapı ölçeğinde geçmişten günümüze gerçekleşen değişimine kısaca değinilmiştir. Üçüncü bölümünde, geçmişte kalabalık bir cemaatin oluşturduğu, günümüzde ise az sayıda kişiden oluşan Dominiken tarikatına ilişkin; cemaatin oluşma süreci, kuruluş amaçları, nasıl ve kim tarafından kurulduğu, İstanbul'da hangi tarihten bu yana varlıklarını sürdürdükleri, İstanbul'da hangi kiliselere sahip oldukları gibi çeşitli bilgilere yer verilmiştir. Bu bölüm Galata Santi Pietro ve Paolo Kilisesi ve Yedikule Notre Dame de L'Assomption Kilisesi olmak üzere iki alt başlık altında incelenmiştir. Bu alt başlıklarda kiliselerin inşa tarihleri, mimarları, plan şemaları, cepheleri, bulundukları parsel içinde nasıl konumlandıkları kısaca anlatılmıştır. Dördüncü bölümde, Meryem Ana Rosairo Kilisesi ile onunla aynı parselde yer alan kagir apartman (lojman) ve de müştemilat yapısının; tarihçeleri, mülkiyet durumları, parsel içindeki konumları, yapılara yönelik alınan kurul kararları, bürokratik süreçler, yapılarda ne tarz onarımlar yapıldığı, basit onarım yapılıp yapılmadığı vb. bilgilere yer verilmiştir. Bu bilgiler dışında yine bu bölümde kilise kompleksinin mimari özellikleri; plan özellikleri, cephe özellikleri, strüktür özellikleri (duvarlar, döşeme ve merdivenler, sütunlar, örtü sistemi) mimari elemanlar (kapılar, pencereler), yapının dekoratif öğeleri (iç mekân, tablolar, duvar resimleri, liturjik öğeler) şeklindeki alt başlıklar ile açıklanmıştır. Ayrıca yapıda doğal yoldan gelişen ve bir müdahale sonucu oluşan hasarların neler olduğu açıklanmıştır. Söz konusu hasarların analiz paftalarına, hangi yöntemler kullanılarak işlendiği ifade edilmiştir. Yapıdaki hasarların; strüktürel, insan kaynaklı ve de malzeme bozulmaları şeklinde üç ana başlık altında ele alındığı ve söz konusu hasarların yapılardaki yerleri açıklanmıştır. Beşinci bölümde, parselde yer alan yapıların rölöve çizimleri ile restitüsyon çalışmasına esas olan; eski tarihli bilgi ve belgelerin, hava fotoğraflarının, yapıların üçüncü boyutlarına ilişkin elde edilen eski tarihli fotoğrafların, eski haritaların, kilisenin eski pederi Luca Refatti ve kâgir apartman yapısının eski sakini olan Jak Sak ile yapılan kişisel görüşmelerden elde edilen bilgilerin tamamı karşılaştırılarak yapılara yönelik bir restitüsyon önerisi hazırlanmıştır. Bu öneri hazırlanırken restitüsyona esas olan kaynaklar, kilise arşivi, İstanbul I Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü arşivi, hava fotoğrafları, Necip Bey Haritası ve kişisel görüşmeler alt başlıklarında ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Kilise arşivi; kitaplar (1884-1888 arası tarihlenen adsız kitap ile 1884-1887 arası tarihlenen Fabbrica Della Chiesa in Makriköy başlıklı kitap), zarflar (39-3, 39-4 ve 39-6 olarak numaralandırılan ve içinde çeşitli bilgilerin yer aldığı belgeler), eski tarihli fotoğraflar ve diğer (30 Mayıs 1866 tarihli çizim ve Osmanlıca yazılan metin) belgelerden oluşmaktadır. Kitap ve zarfta yer alan metinler, 19. yüzyılın ikinci yarısında el yazısı ile İtalyanca olarak yazılan belgelerdir. Kilisenin eski pederi Luca Refatti'den alınan izin ile belgeler ilk olarak fotoğraflanmış olup sonrasında çalışma için gerekli olan metinler Luca Refatti tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Kilise arşivinden elde edilen ve restitüsyona esas olan diğer önemli kaynak 20. yüzyılın ilk yarısında (1913-1920) çekilmiş olan kiliseye ait fotoğraflardır. Bu kaynaklar dışında başvurulan diğer kaynaklar; İstanbul I Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü arşivinden elde edilen kurul kararları, Harita Genel Müdürlüğü'nden elde edilen 1937-1982 tarihli hava fotoğrafları ve 1908 tarihli Necip Bey Haritasıdır. Ulaşılabilen tüm bu kaynaklar ile yapının mevcut durumu karşılaştırılarak restitüsyon sorunları belirlenmiştir. Sonraki aşamada restitüsyon önerisi açıklanarak vaziyet planı restitüsyonu, plan restitüsyonu ve cephe restitüsyonu alt başlıklarında sunulan restitüsyon önerilerine yönelik yapılan düzenlemeler detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Altınca bölümde restorasyon projesi kapsamında, kilise ve kagir apartman (lojman) yapısının özgün işlevleri ile korunarak yaşamlarına devam etmesi, günümüzde nikah/düğün/tören vb. uygulamalara ev sahipliği yapan ve kilise arşivindeki bilgi ve belgelerden özgün olmadığı anlaşılan müştemilat yapısının kaldırılarak bu alanın bir kısmının yeşil alan, kalan kısmında ise günümüzdeki müştemilat yapısından daha küçük bir oturum alanına sahip çok amaçlı salon olarak kullanılan bir yapının önerilmesi, tez kapsamı dışında kalan ahşap lojman yapısının da kiliseye gelir sağlayacak bir işlev ile restore edilmesi amaçlanmıştır. Bu hedefe yönelik kullanım ve müdahale önerilerinde bulunulmuştur. Yedinci bölüm sonuç bölümünü oluşturmaktadır. Bakırköy İlçesindeki hızlı değişimlerin yanı sıra Sakızağacı Mahallesinde azalan ve neredeyse bitme noktasına gelen Dominiken cemaati nedeniyle, kilise, kâgir apartman ve müştemilat yapılarının kullanım haklarının Süryanilerine verilmesinden bahsedilmiştir. Kullanıcı profilinin değişmesine rağmen kilise ve kâgir apartman (lojman) yapılarının özgün işlevleri ile aktif bir şekilde kullanıldığı, ahşap lojman yapısının kullanılmadığı ve metruk bir durumda olduğu, söz konusu yapının rölövesinin onaylanmasına rağmen ekonomik sebeplerden dolayı restorasyon aşamasına geçilemediği belirtilmiştir. Yapıların sürekli bakımlar ile özgün durumlarını koruyarak yaşamlarına devam etmelerinin sadece yapı kullanıcıları değil aynı zamanda çevreyi de ekonomik ve sosyal açılardan olumlu yönde etkileyeceğinden bahsedilmiştir. Alanda yapılan belgeleme çalışmaları sonucunda hazırlanan rölöve ile restitüsyon ve restorasyon projelerinin dışında, koruma kavramının bir yaşam biçimi haline gelmesi ile yapıların gerçek anlamda korunabileceği ifade edilmiştir. Bu konuda toplumun bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi gerektiği anlatılmıştır. Bilinçli kitleler ile anıtsal ya da sivil mimariye sahip olan tescilli ya da tescillenmeyi bekleyen birçok kültür varlığı korunarak gelecek nesillere aktarılabilecektir. Köklü bir geçmişe sahip olan yapıların; içinde bulunduğu yapı adası ile bir bütün olarak korunması ve insanların dini, kültürel ve sosyal amaçlarla bir araya geldiği bir çekim noktası haline gelmesi amaçlanmıştır.
-
ÖgeBirgi zeytinyağı fabrikası yerleşkesi koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-09) Demirbaşoğlu, Selin ; Tanyeli, Gülsüm ; 502181213 ; RestorasyonBu yüksek lisans tezi kapsamında İzmir ili Ödemiş İlçesi Birgi Mahallesi' nde 379 ada 90 ve 91 parselde bulunan yapılar çalışılmıştır. Bu doğrultuda, özel mülkiyete ve hazine arazisine ait iki farklı nitelikte parsellerde bulunmaları ve farklı dönemlerde inşa edilmelerine rağmen, yerleşkenin bir endüstri mirası niteliği taşıdığı bilinci ve bütüncül koruma yaklaşımıyla alandaki tüm yapıların mevcut durumları çizim ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Endüstri mirası yerleşkesinin belgelenmesi ve korunması öncelikli hedef olmakla beraber, yakın çevresinde bulunan ve Birgi Koruma Amaçlı İmar Planı'nda iki parselin birlikte değerlendirilmiş olması nedeniyle tavuk çiftlikleri de belgelenmiştir. Tezin metin kısmı, Giriş, Zeytinyağı Üretimi, Fabrikalar, Yağhaneler ve Sergileme Mekanları, Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi' nin Bulunduğu Konum, Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi ve Sonuç olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tezin amacı, yöntemi ve kapsamı açıklanmıştır. Tez kapsamında, endüstri mirası niteliğindeki bu yerleşkenin fotoğraflar ve çizimler ile belgelenmesi ve korunması hedeflenmiştir. Bu doğrultuda yapılan tüm saha çalışmaları ve elde edilen verilerin işlenmesi esnasında kullanılan araç ve teknikler açıklanmıştır. Zeytinyağı Üretimi, Fabrikalar, Yağhaneler ve Sergileme Mekanları bölümünde, kültür bitkisi zeytinin yayılımı, Türkiye'nin zeytincilikteki konumu, Birgi Zeytinyağı Fabrikası'nın bulunduğu İzmir ilinin 20. yüzyıl itibariyle zeytinlikleri, zeytin ağacı sayısı ve zeytinyağı üretimi kapasitesi ve zeytincilikteki konumu, 20. yüzyıl itibariyle Türkiye'deki zeytincilik faaliyetlerini düzenleyen yasalar ve kurumlar, İzmir' de geleneksel yöntemlerle üretim yapmış bazı yağhane ve fabrikalar, Batı Anadolu' da bulunan farklı niteliklerdeki zeytinyağı üretim ve sergileme mekanları açıklanmıştır. Araştırılan üretim ve sergileme mekanları, Birgi Zeytinyağı Fabrikası' nın restitüsyon çalışmalarında önemli rol oynamıştır. Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi' nin Bulunduğu Konum bölümünde, yerleşkenin bulunduğu konum ve yakın çevresi, bulunduğu tarihi dokudaki koruma çalışmaları ve yerleşkenin bu çalışmalardaki kültür ve endüstri mirası değeri incelenmiştir. Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi bölümünde, belgeleme çalışmaları kapsamında yapılan çizimler ve fotoğraflar detaylı biçimde açıklanmıştır. Bu doğrultuda, tez kapsamında Birgi Zeytinyağı Fabrikası ve işçi konutu için hazırlanan analitik rölöve, restitüsyon ve restorasyon, tavuk çiftliklerinin ise yaklaşık rölöve planları çizilmiştir. Yapılan araştırmalar neticesinde, fabrikada kullanılan zeytinyağı üretim tekniklerinin değişimine paralel olarak mekânsal ihtiyaçların da değiştiği anlaşılmıştır. Yerleşke ve yapıların yeniden kullanımına yönelik alınan kararlarda, yerleşim yerindeki siluetiyle yerel halkın görsel ve düdük sesiyle işitsel belleğinde yer edinmiş olması ve uluslararası örgütlerin tanımları ve hedefleri doğrultusunda, yerel halka ve ziyaretçilere, açık ve kapalı mekanlarıyla hizmet edecek bir yerleşkeye dönüştürülmesi ve halka geri kazandırılması hedeflenmiştir. Yerleşkenin, yapıların ve açık alanların kapasitesi göz önünde bulundurularak, Birgi Zeytinyağı Fabrikası için "Tadım Atölyesi", işçi konutu için "Butik Otel" ve tavuk çiftlikleri için yerleşkeye hizmet edecek ikincil yapılar olması önerilmiştir. Sonuç bölümünde, yerleşkenin sahip olduğu kültür ve endüstri mirası değeri doğrultusunda korunmasının önemi açıklanmıştır.
-
ÖgeÇoruh Vadisi'nde Tao-Klarjeti bölgesi) bir gürcü manastırı: Dörtkilise manastır kilisesi (Otkha Eklesia) ve ek yapılarının belgelenmesi ve koruma önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-02-26) Türkmen, Gizem ; Tanyeli, Gülsüm ; 502161205 ; Restorasyon ; RestorationÇoruh Vadisi'nde yapılan araştırma gezisinde bölgede Ortaçağ Manastır komplekslerinde koruma sorunlarının olduğu gözlenmiştir. Plan tipi, yapım sistemi ve taş işçiliği bakımından zengin yapıya sahip manastırlar araştırılmaya başlanmıştır. Artvin'de bulunan Dörtkilise Manastırı tez konusu olarak seçilmiştir. Tao Klardjeti olarak adlandırılan coğrafya, Anadolu'nun kuzeydoğusunda yer almakta olup 9-11. yüzyıllar arasında Gürcü Tao Klardjeti Krallığı hâkimiyeti altında kalmıştır. Gürcü Tao Klardjeti Krallığı'na başkentlik eden Artvin ili, Ardanuç ilçesi merkez olmak üzere çevre il ve ilçelerde manastırlar yapılarak coğrafya din, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel açıdan zenginleştirilmiştir. Günümüzde Çoruh Vadisi olarak adlandırılan Tao Klardjeti bölgesinin batısında yer alan manastırlardan biri olan Dörtkilise Manastırı'nın (Otkhta Eklesia) yapımı el yazmalarına ve kitabelere dayanılarak 10. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Dörtkilise Manastır Kilisesi ve ek yapıları Artvin ili, Yusufeli ilçesi, Tekkale Mahallesi'nde yer almaktadır. Manastır kompleksi dik bir arazide bir kısmı günümüze ulaşan çevre duvarlarıyla sınırlandırılmış olan bir alana oturmaktadır. Manastır kompleksi merkezinde kilise olmak üzere el yazmaları odası, yemekhane, oda 01, oda 02 ve üç adet şapelden oluşmaktadır. Kilisenin batısında el yazmaları odası, mutfak olduğu düşünülen oda 01, kiler olduğu düşünülen oda 02, kuzeybatısında yemekhane, güneydoğusunda bir adet şapel yer almaktadır. Djobadze'ye göre kilisenin 1 km kuzeyinde ve batı yamacında iki adet şapel bulunmaktadır. Kilise üç nefli bazilikal bir plan tipine sahiptir. Kilisenin dış cepheleri dolu kemer dizileriyle hareketlendirilmiştir. Kuzey ve güney cepheleri orta nefin yan neflerden yüksek olması nedeniyle iki kademelidir. El yazmaları odası kiliseye bitişik dikdörtgen planlı, payeler tarafından desteklenen beşik tonozlu kaba yonu taş örgüye sahip bir yapıdır. Yemekhane yapısı iki nefli dikdörtgen planlı, örtüsü günümüze ulaşamamış olan yapıdır. Mutfak olduğu düşünülen oda 01 yapısı dikdörtgen planlı, beşik tonoz örtülü olup kaba yonu taş örgüye sahiptir. Kiler olduğu düşünülen oda 02 yapısı dikdörtgen planlı, örtüsü günümüze ulaşmamış olan kaba yonu taş örgülü bir yapıdır. Oda 02 yapısının batı cephesi toprağa gömülü durumdadır. Mezar odası dikdörtgen planlı, iki katlı, bir kısmı günümüze ulaşmış beşik tonoz örtülü, kaba yonu taş ve tuğla malzemeyle almaşık düzende örülmüş olan bir yapıdır. Dörtkilise Manastırı'nın 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarından sonra terk edildiği tahmin edilmektedir. Yapının terk edilmesi sahipsizlik ve bakımsızlığa, arazi olarak dağlık bir bölgede bulunması heyelan gibi doğa olaylarına maruz kalmasına yol açmıştır. Heyelan sonucu yapının içine dolan toprak yığını yapı beden duvarlarında nem oluşumuna, kesit kayıplarına, örtü sistmeminde bitki oluşumlarına neden olmuştur. Zaman içerisinde çevre duvarları belirsizleşen yapının etrafında çevrede yaşayan halk tarafından meyve bahçeleri ve tarlalar oluşturulmuştur. Çoruh Vadisi'nde tez konusuyla benzerlik gösteren birçok yapı bulunmaktadır. Tez kapsamında yapıların sadece isimlerinden ve benzerliklerinden söz edilmiştir. Ancak tez konusu olan "Dörtkilise Manastırı"na plan yönüyle benzeyen manastırlar üzerinde daha detaylı durulmuştur. Yapının tarihçesi yapılan çalışmalardan referans alınarak oluşturulmuştur. Manastır yapılarının restitüsyon dönem çalışmaları sırasında yapılardaki izler, yazıtlar, tarihi fotoğraflar, manastıra dair yazılmış olan kaynaklar incelenmiştir. Kilise ve ek yapıların malzeme ve yapım teknikleri incelenerek dönem analizi yapılmıştır. Bu bağlamda iki dönem restitüsyon çalışılmıştır. 10. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ilk dönem restitüsyonu kilise ve kilisenin güneydoğusunda bulunan şapelden oluşmaktadır. Kilisenin cephesindeki izler doğrultusunda orta nef ve yan nef kalkan duvarlarının yüksekliğinin günümüzdeki halinden daha alçak olduğu tespit edilmiştir. Orta nef beşik tonozunu destekleyen payelerin konumları ilk dönem restitüsyonunda günümüzdeki konumundan farklı çizilmiştir. İkinci dönem restitüsyonu 10.yy.ın ikinci yarısını kapsamaktadır. Bu dönemde kilise yüksekliği arttırılmış, iki adet haçvari payenin yeri değiştirilmiş ve yemekhane, oda 01, oda 02 yapıları eklenmiştir. Restorasyon önerisinde kilise ve ek yapılarının terk edilmesinden kaynaklanan sorunların çözümü için öneriler geliştirilmiştir. Çevre koşullarına doğrudan maruz kalan yapılarda gözlenen bozulmalara ilişkin konservasyon önerilerinde bulunulmuştur. Yapıların günümüzdeki haliyle geleceğe aktarılması için konservasyon ve bakım sürekliliğinin sağlanması ana ilke olarak belirlenmiştir. Yusufeli Barajı yapımıyla tehdit altında olan yapının kendini sergileyen müze olarak işlevlendirilmesi öngörülmüştür. Manastır kompleksinde çözülmesi gereken sorunlara yönelik müdahaleler öncelik sırasına göre aşamalara ayrılmıştır.Yapılarda gözlenen strüktürel problemlerin araştırılması, acil müdahale ile gereken kısımların askıya alınması, yapıdaki neme yönelik laboratuar ortamında malzeme testlerinin yapılması gerekmektedir. Kilisede bulunan freskler uygulama yapılırken koruma altına alınarak daha fazla zarar görmesi engellenmelidir. Manastır kompleksinin sürekli bakımı sağlanarak yapılarda gözlenecek bozulmalara uzman ekipler acil müdahale etmelidir. Manastır kompleksine ulaşım planlaması yapılmış, araziye ulaşım için ise ahşap gezi yolları tasarlanmıştır. Manastır kompleksinde müze ihtiyaçları doğrultusunda arazinin girişinde müze satış birimi ve helalar, yemekhane yapısının üzerine sökülebilir malzemeyle uygulanacak şekilde bir koruma çatısı önerilmiştir. Kilisenin özgün döşemesinin korunması için orta nef ve yan neflerde ahşap döşeme, yemekhane, el yazmaları odası, şapel, oda 01 ve oda 02 yapılarında bitki temizliği ve malzeme tamirleri yapılarak yapıların günümüzdeki haliyle korunması planlanmıştır.
-
ÖgeEdremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-05) Ergül, Büşra Özge ; Mazlum, Deniz ; 502181212 ; RestorasyonTezin konusu olan Edremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası; Balıkesir'in Edremit ilçesinde Hekimzade Mahallesi'nde 69 pafta 66 ada 1 ve 2 parsellerinde bulunmaktadır. Çalışma kapsamında tarihî fabrikanın belgelenmesi, tarihiyle ilgili araştırma yapılması, koruma ve restorasyon amaçlı yapılacak müdahalelerin belirlenmesi ve yeni işlev verilerek geleceğe aktarılması amaçlanmıştır. Eski Bayramyeri Caddesi, 292.Sokak, 293.Sokak ve 294.Sokak kesişiminde yer alan avlulu fabrika kompleksi 1904 yılında Rumlar tarafından kurulmuş olup İhsan Eren'in fabrikayı satın aldığı 1919 yılından itibaren aynı aile tarafından işletilmektedir. 1950 senesinde yağhaneye ek yapılarak genişletildiği ve eski bacasının yıkılarak yeniden tuğla baca inşa edildiği anlaşılmıştır. Kurulduğu dönemde buhar enerjisiyle çalışan fabrikada günümüzde Ekim-Ocak ayları arasında kesintisiz (kontinü) sistemle üretim yapılmaktadır. Fabrikanın buhar enerjisiyle çalıştığı döneme ait üretim aletleri günümüze ulaşamamıştır. Yapının belgeleme çalışmasında lazer tarama yöntemiyle günümüzdeki durumu dijitalleştirilmiş, detaylar geleneksel yöntemlerle ölçülerek alınmıştır. Restitüsyon aşamasında yapının geçmişini aydınlatan bilgi ve belgelere ulaşmak amacıyla arşivler, kütüphaneler, müzeler taranmıştır. Bu aşamada Edremit'te bulunan tarihî zeytinyağı fabrikaları incelenerek analoji yapılmıştır. Çalışmanın son aşamasında yapıda uygulanacak müdahaleler belirlenmiş ve yeni işleve karar verilmiştir. Endüstri mirasının yeniden işlevlendirilerek kullanılması ve kente kazandırılması, yörede yaşayan halkın belleğindeki üretim ve bununla ilgili faaliyet ve donanımların da dönüştürülmesine ve bu şekilde geleceğe aktarılmasına hizmet etmelidir. Eski ve yeninin sürdürülebilir nitelikteki birlikteliği geçmişin izlerine saygılı ve günümüz koşullarına uygun olmalıdır. Bu anlayışla yeni işlev verilen Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası'nın Ekim-Ocak aylarında modern sistemle üretim yapması, yılın geri kalan döneminde de faal olarak gastronomi ağırlıklı kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği eğitim fonksiyonu ön planda olan bir müzeye dönüştürülmesi uygun görülmüştür. Bu şekilde fabrika yapısı hem yöre halkının gündelik hayatına eğitim ve kültürel anlamda katkı sağlayacak, hem de gastronomi turizmi anlamında çekici potansiyele sahip olacaktır. Zeytin ve zeytinyağı üretiminde önemli bir merkez olan Edremit'te eğitim ve gastronomi fonksiyonlarını barındıran bir müze fikrinden yola çıkarak hazırlanan Edremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası Koruma Projesi'yle, gerek somut kültürel miras kapsamına giren tarihî zeytinyağı fabrikasının gerek somut olmayan kültürel miras olarak zeytinciliğin yaşatılması hedeflenmektedir.
-
ÖgeImpacts of modernization process on conservation and restoration of traditional wooden religious buildings; a comparative study between Turkey and Japan(Graduate School, 2021-02-18) Koç, Süheyla ; Mazlum, Deniz ; Fujii, Keisuke ; 502122209 ; Restoration ; RestorasyonThe modernization period, which reveals similar characteristic features in Turkey and Japan started with Tanzimat Edict (1839) in Turkey and Meiji Revolution (1868) in Japan. Turkey and Japan had the same reasons to be modernized, to be strong and not colonized. They used the same methods such as sending delegations and students abroad, inviting foreign experts mostly from Europe. While politics, military, standardization, and new architecture follow a similar path, when it comes to the preservation of cultural heritage, there are quite distinct features observed in the architectural conservation history of Turkey and Japan. The religious architecture was chosen to analyze the impacts of modernization because they have been preserved with traditional methods before the modernization period and continued to be preserved with modern conservation methods after the modernization period in both cultures. While in Turkey, most of the studies on conservation and religious buildings are focused on masonry monumental buildings, the research on conservation of wooden religious heritage is quite scarce. On the other hand, Japan is known for good conservation practices on wooden heritage. Thus, the subject of the thesis is determining the impacts of the modernization process on the conservation and restoration of traditional wooden religious buildings in Turkey and Japan and the development of suitable conservation approaches for this building type. The case studies were determined according to being oldest, unique examples with available archival data. These are wooden pillared mosques from the 13th century, Beyşehir Eşrefoğlu Mosque, Ankara Arslanhane Mosque, Afyon Great Mosque, Sivrihisar Great Mosque and Kastamonu Kasabaköy Mosque from Turkey, and wooden Buddhist temples from the 8th century in Japan, Shinyakushi-ji Main Hall, Hokki-ji 3-story pagoda and Toshodai-ji Golden Hall. All the case studies have outstanding universal value, while case studies in Japan are already in WHL, the case studies from Turkey are in the WH tentative list. The study consists of six chapters in total. In the first chapter, the aim, scope, and methodology, as well as the related literature review and terminology, are explained. In the second chapter, the modernization process is explained, along with developments in the world in the 19th century. The political, economic, social, and architectural aspects of Turkey and Japan are compared in terms of similarities and differences in developments. In the 19th century, conscious efforts and legislation became widespread in the Ottoman world and Japan. From this point, in the third chapter, the development of conservation concepts in the 19th century with applications in different countries, along with a focus on the legal process in Turkey and Japan are outlined. The fourth chapter gives an overview of the architectural features of wooden religious structures in Turkey and Japan. The fifth chapter examines selected sample structures in line with the methodology developed. In the sixth and last chapter, all the investigations are evaluated as a whole, and the results and recommendations for policies and methods for the conservation of wooden religious buildings are presented, especially for wooden pillared mosques in Turkey. As a comparative study, first of all, the topics that need to be compared were determined starting from terminology, similarities, and differences of modernization period on political, social, economic, technological, architectural fields and so forth. Likewise, the development of legal texts, responsible organizations, and training of architects, masters, and carpenters were compared. A methodology was developed for the analysis and evaluation of these case studies. While comprehensive repair reports were used for the analysis of case studies in Japan, an in-situ assessment model was needed to be developed for the case studies in Turkey. All wooden components were marked with connection details, traces, and deteriorations on them. Along with site works, archival studies were conducted in the Ottoman Archives, the General Directorate of Foundations, the Regional Directorates of Foundations in Konya, Kütahya, and Kastamonu, the Regional Conservation Boards in Konya, Ankara, and Eskişehir, and different libraries. After collecting all the data, three main analyses were prepared for evaluation, namely repair year-repair approach analysis, authenticity analysis, and IIWC principles analysis. The repair year – repair approach analysis reveals the preferred conservation methods in certain periods. Although similar methods were used in Turkey and Japan, the triggered reasons and details of implementations are quite different due to cultural and traditional contexts. The impacts of these methods on the preservation of wooden components are determined with the help of authenticity analysis. In all the case studies, the interior components are naturally among the most preserved elements whereas the roof structure which is exposed to weathering contains the most replaced materials. The species, sizes, and treatments on wood have a vital impact on the authenticity level. The IIWC principles analysis reflects on the appropriate implementations which are corresponding to the latest principles. The implementations based on tradition are mostly corresponding to the principles, while modern materials especially irreversible cement and concrete cause a loss in fulfilling the criteria. Furthermore, project and implementation phases are also compared to reveal the administrative aspects including the context of projects. While in Japan, project and implementation phases are planned and executed together, in Turkey, there is a problem with the planning of conservation policy including budget and contents of the project. All these analyses reveal that the success of Japan is due to using traditional knowledge, traditional tools, and traditional practices as well as preserving historic forests. Likewise, the success of the Ottoman Empire before the modernization period is also about the use of traditional techniques. For better conservation of wooden pillared mosques, some recommendations were developed according to the results of these analyses by taking into account the international charters. The preservation of forests and traditional wood species are crucial for the material supply of conservation works. Training of carpenters with traditional methods is another important issue. For wooden pillared mosques, first of all, traditional methods should be defined with the help of archives and carpenters. Likewise, the designation of special units under the General Directorate of Foundations is a necessity to give to the wooden pillared mosques the value and care they deserve.
-
Ögeİnegöl tarihi kent merkezinin değişiminin incelenmesi Veeski hükümet konağı koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-11-08) Çakmak, Seda ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502141211 ; RestorasyonBursa'nın üçüncü büyük ilçesi olan İnegöl eski zamanlardan beri çeşitli toplumlara ev sahipliği yapmıştır. Bizans Dönemi'ndeki adı "angelacoma" olan İnegöl kentinin ilk yerleşim tarihinin yapılan kazı ve yüzey araştırma çalışmaları verilerine göre MÖ 3000'lere uzandığı bilinmektedir. 1299 yılında Osmanlı yönetimine geçen kentte, imar çalışmalarına önem verilmiş ve ilk çağlardan beri kentin orijin noktası olan meydan çevresinden başlayarak kentsel büyüme ve gelişim görülmeye başlamıştır. Çalışma alanının seçiminde kentin sahip olduğu fiziksel, kültürel değerler dikkate alınmış ve özgün mimari dokusundaki değişimin fark edilmesi etkili olmuştur. Aynı zamanda, İnegöl kent merkezi ile ilgili koruma alanında yapılan akademik çalışmaların sayıca yetersiz olması çalışmanın gelecek kuşaklara bilgi ve belge aktarımı açısından faydalı olması hedeflenmiştir. İnegöl'ün sahip olduğu toplumsal, kültürel yapıyı şekillendiren en önemli etkenlerden biri bölgeye yoğun bir şekilde yapılan göçler olmuştur. Bununla birlikte ekonomik olarak gelişen kent, yoğun bir yapılaşma baskısına maruz kalmıştır. Özellikle artan konut ihtiyacı ve geleneksel ulaşım ağının yeni oluşan koşulların ihtiyacını karşılayamaması çözülmesi gereken en önemli sorunlardan biri olmuştur. Bu süreçte imar planları yapılmış ancak tarihi kent dokusunu korumak konusunda bir adım atılmamıştır. Zaman içerisinde farklı etkilerle çeşitli demografik, fiziksel ve ekonomik değişimler yaşamış olan tarihi kent merkezi özgün dokusunu, mekansal kimliğini, tarihi kent parçalarının unsurlarını ve tekil yapıların varlığını korumakta zorlanmıştır. Günümüzde kentlerin modernleşme ve büyüme eylemleri tarihi doku için zarar verici sebeplerin başında gelmektedir. Planlama süreçlerinde üst ölçekli alınan kararlar ile alt ölçekte yapılan uygulamalar arasındaki farklar da bir sorun teşkil etmektedir. Bu süreçler göz önünde bulundurularak tez çalışması kapsamında İnegöl kent merkezinin değişimi incelenmiş ve koruma sorunları ele alınmıştır. Çalışmada, 20. yüzyıl başından günümüze yaşanan değişimler çeşitli haritalar aracılığıyla incelenmiştir. İncelenen alan, geleneksel konut ve ticaret dokusu ile anıtsal yapıların birleştiği tarihi kent dokusunun merkezini kapsamaktadır. Fransız mimar Alexandre Raymond'un 1924 tarihli halihazır haritası ile Harita Genel Müdürlüğü'nden satın alınan hava fotoğrafları kullanılarak 1953, 1973 ve 2021 yılı yerleşim durumları belgelenmiştir ve değişimler tespit edilmiştir. Halihazır harita ve kadastral paftalar üzerinden saha çalışması yapılarak sentez paftası hazırlanmış ve güncel durum tespiti yapılarak değişim süreci belgelenmiştir. Gözlemlenen değişimlerin nedenleri araştırılırken İnegöl'ün tarihi kent dokusu ile ilgili üretilen imar planları ve koruma kararları, Türkiye'deki imar ve koruma kanunları ve İnegöl'ün güncel imar planı ile birlikte değerlendirilerek yasal sorunlar ifade edilmiştir. Belgelenen değişimler, analiz ve sentez çalışmaları dikkate alınarak kentsel ölçekte ve tek yapı ölçeğinde koruma sorunları tespit edilmiştir. Kent merkezinin orijininde bulunan ve kuruluşundan bugün kadar odak noktası olma özelliğini sürdüren Eski Hükümet Konağı binasının koruma projesi hazırlanmıştır. Yapının ayrıntılı belgeleme çalışmaları sırasında, vaziyet planı ve cephe verileri için drone kullanılarak 3 boyutlu lazer tarama yapılmasının yanı sıra "total station" ile ölçüm yapılmış, ölçüm aletinin kullanılamadığı yerlerde ise geleneksel ölçüm yöntemleri uygulanarak tüm verilerin birleştirilmesiyle belgeleme tamamlanmıştır. Yapının çevresi ile birlikte gösterildiği vaziyet planı hazırlanmış, kat planları, açıklayıcı kesitler ve görünüşler çizilmiştir. Koruma kararlarının verilmesine yardımcı olması için yapıdaki hasarlar tespit edilmiş ve bu hasarların nedenleri araştırılmıştır. Yapının tarihsel süreci araştırılmış, mimari özellikleri incelenmiş, bu doğrultuda malzeme ve hasar analizi hazırlanmıştır. Yapılan bu çalışmalardan sonra yapının restitüsyon projesi hazırlanmıştır. Restitüsyon projesi yapıdaki izler, eski fotoğraflar ve sözlü görüşmeler ışığında hazırlanmıştır. Yapı ve yakın çevresi bütüncül olarak ele alınıp birlikte korunarak varlığını sürdürebilmesi ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için uygun öneriler geliştirilmiştir. Yapının ayrıntılı belgelenmesinin ardından belirlenen koruma sorunlarına öneriler getirilmiş, uygun müdahale yöntemleri belirlenmiş ve restorasyon projesi hazırlanmıştır. Günümüzde İnegöl Belediye Binası'nın yeni yapısında hizmet vermeye başlamasından dolayı işlevinin değiştirilmesi önerilmiştir. Yapının bütünlüğünü bozmayacak düzenlemelerle birlikte konumunu ve İnegöl'ün tarihini vurgulayacak nitelikte bir müze işlevi önerilmiştir. İnegöl kentinin demografik yapısının bugünkü haline ulaşmasında önemli bir payı bulunan ve İnegöl'ün "Göçmen Kenti" olarak nitelendirilmesi dikkate alınarak müze konseptinin göç olması düşünülmüştür. Geri dönüşü olmayan müdahalelerin engellenmesi ve mevcut kent dokusunun olabilecek en iyi şekilde gelecek kuşaklara aktarılması için yasal önlemlerin sıkılaştırılmasının yanı sıra yerel yönetimler ve bölge sakinleri bu konuda bilinçlendirilmelidir. Koruma kararlarının, mesleki yeterliliği olan uzman kişilerce alınması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
-
Ögeİstanbul konut mimarlığında ahşap-kâgir yapım sistemlerinin seçiminde belirleyici etkenler (1800-1930)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-16) Yeşim, Erdal ; Mazlum, Deniz ; 502162204 ; Restorasyon19. yüzyıl başlarında İstanbul'un yerleşim dokusunda dolgulu ahşap çatkılı konutların yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen haritalarda kentin bazı bölgelerinde ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların, bazı bölgelerinde ise yığma kâgir konutların yaygınlaştığı görülür. Literatürde genellikle kâgir konutların yaygınlaşması yangınlara karşı önlem alma çabası ile, ahşap konut geleneğinin terk edilememesi ise ahşabın düşük maliyetli olması, hızlı ve kolay yapıma imkân sağlaması gibi gerekçeler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu gerekçeler, neden kentin bazı bölgeleri tamamen kâgirleşirken bazı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların bir arada bulunduğu bir yerleşim dokusunun oluştuğuna tatmin edici bir yanıt vermez. Bu nedenle Osmanlı'nın son döneminde başkent konutunun yapım tekniği bağlamındaki değişimi, politika, ekonomi, teknoloji gibi pek çok alanda gerçekleşen yenilik ve değişikliklerin yarattığı dinamikler göz önünde bulundurularak geniş bir perspektiften incelenmelidir. Bu çalışma, 19. yüzyıl İstanbul konutunda ahşap ve kâgir yapım sistemlerinin seçimini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen, dönemin siyasî, ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerinin belirlenmesine odaklanmaktadır. Ağırlıklı olarak literatür ve arşiv araştırmasına dayanan bu çalışmada birincil kaynak olarak Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, dönemin gazeteleri ve konutlarla ilgili matbu kitaplarından faydalanılmış; arşiv araştırmasından elde edilen veriler günümüze ulaşan konut örnekleri ile desteklenmiştir. Çalışmada, konutlarda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmeler üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Bunlardan ilki, doğrudan konut inşa pratikleri ile ilgili olmayan ancak sonuçları itibariyle konutlarda yapım tekniği ve malzeme seçimini etkileyen imparatorluk ölçeğindeki gelişmelerdir. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında hak ve sorumluluklar bakımından bir fark gözetilmeyeceği yönünde taahhüdde bulunulan Tanzimat Fermanı'nın ilanı bu gelişmeler arasındadır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile yalnızca müslümanlara yarı kâgir konut inşa etme izni verilmesi ve bazı yapı malzemelerinin üretiminde gayrimüslim tebaanın vergi yükümlülüğü karşılığında çalıştırılması gibi uygulamalara son verilmiş; konutlarda yapı malzemesi ve yapım tekniği tercihleri bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiştir. Benzer şekilde, 1838 yılından itibaren bazı Avrupalı devletlerle serbest ticaret antlaşmalarının imzalanması ve 1856 yılında Islahat Fermanı'nın ilanı, doğrudan konutlarda yapı malzemesi seçimine etki etmeyen ancak yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine yön verecek koşullara zemin hazırlaması bakımından önemli gelişmelerdir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmelerin ikinci alt başlığında kente özgü dinamikler yer almaktadır. Bunların başında, 19. yüzyıl başlarından itibaren devlet yönetiminin, başkent konutunun yangınlara karşı korunmasını sağlamak amacıyla yapı malzemesi ve yapım tekniğini değiştirmeye yönelik attığı adımlar gelir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) konutlarda cephe malzemesinin kâgirleşmesi için çıkarılan fermanlarla başlayan süreç, Sultan II. Mahmud döneminde yarı kâgir konut inşasının teşvik edilmesi ile devam etmiş; Tanzimat'ın ilanı sonrasında çıkarılan nizamnamelerle birlikte kâgir yapılaşmanın yaygınlaştırılması bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Öte yandan gerek kâgir yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine ilişkin kısıtlamalar, gerek sosyo-kültürel dinamikler kâgir konutların kısa vadede yaygınlaşmasını güçleştirmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında kâgir konut inşasına bölgesel olarak ivme kazandıran iki büyük yangın felaketi (Hocapaşa ve Pera yangınları) yaşanmıştır. Özellikle Hocapaşa yangınının ardından, kâgir yapı malzemelerinin teminini kolaylaştıracak kararların uygulamaya konması ile yangın alanında kâgir yapılaşma hızına ivme kazandırılabilmiştir. Bununla birlikte, hem Hocapaşa hem de Pera yangın alanlarının yeniden inşa sürecinde yapım tekniği bağlamındaki dönüşüm, mülkiyet durumlarının ve dolayısıyla sosyal çevrenin değişimini de beraberinde getirmiştir. Tanzimat döneminin (1839-1876) bitişi ile başkentte ahşap yapılaşma konusunda daha esnek bir yaklaşım sergilenmesine neden olacak gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan biri, kent içinde boş ve terk edilmiş durumda imar edilmeyi bekleyen yangın alanlarının sayısının artmasıdır. Buna karşılık, Tanzimat dönemindeki yaklaşım ile çelişen ve yangın alanlarında ahşap konut inşasının önünü açan 1882 tarihli Ebniye Kanunu yürürlüğe konmuştur. İstanbul halkının ahşap konutlara yönelimini arttıran bir diğer gerekçe, kentte salgın hastalıkların çok sayıda can kaybına neden olması ve bununla ilişkili olarak yüksek nem oranına sahip sayfiye yerleşimlerinde rutubetten korunmayı sağlamak üzere ahşap konut inşasının yasal hale gelmesidir. Bu durum Boğaziçi köyleri ve Adalar'da ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Yüzyılın sonlarında konutlarda yapım tercihlerini etkileyen bir diğer faktör ise, 1894 depremidir. Deprem sonrasındaki yeniden inşa sürecinde ahşap yapım sistemi, deprem dayanımının yüksek olması, düşük maliyetli olması ve hızlı konut inşa etmeye imkân sağlaması gibi gerekçelerle tercih edilmiştir. Başkent konutunda malzeme ve yapım sistemi seçimini etkileyen diğer kentsel ölçekli parametreler arasında mimarlık hizmetlerinin örgütlenme biçiminin değişmesi; apartman, sıra ev gibi yeni konut tiplerinin yaygınlaşması ve 20. yüzyıl başlarından itibaren geleneksel yapım sistemlerinin terk edilmesinde etkili olan betonarme yapım sisteminin tercih edilmeye başlaması sayılabilir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine yön veren gelişmelerin son alt başlığı yapı malzemesi ölçeğindeki gelişmeler ile ilgili olup, bu kısımda yapı malzemelerinin temininde karşılaşılan olanak ve kısıtlamalar irdelenmiştir. 1840'lı yıllardan itibaren ormanların tahribatını engellemek üzere yasal ve kurumsal bir alt yapı oluşturma yönündeki çabalar, yüzyılın ikinci yarısında kent halkının yerli ahşap tedarikini güçleştiren sonuçlar doğurmuştur. Buna karşılık, çok sayıda devletle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının da etkisi ile İstanbul piyasasında standart ölçülerde üretilmiş olan ithal ahşaba erişim kolaylaşmıştır. Ahşap malzemenin teminini etkileyen bu gelişmelerin neredeyse tam tersi, tuğla malzemenin temininde yaşanmıştır. 1840'lı yıllarda devletin kâgir konutları yaygınlaştırma politikasına paralel olarak modern ölçülerdeki tuğlanın endüstriyel üretimini hızlandırmaya yönelik çalışmaları, yüzyılın son çeyreğinde sonuç vermeye başlamıştır. Başlangıçta ithal tuğlanın hakim olduğu İstanbul piyasasında, yıllar içinde yerli üretim kapasitesinin artması ile yerli tuğlaya ucuz fiyatlarla erişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyıl başlarından itibaren uluslararası ticarî etkinliklerin savaş ve ekonomik krizler gibi sebeplerle sekteye uğraması, neredeyse tamamen ithal ürünlerle karşılanan ahşap tüketimini yavaşlatmıştır. Buna karşılık piyasadaki tuğla ihtiyacının yerli üretim imkânları doğrultusunda karşılanıyor olması, kâgir yapım sisteminin tercih edilmesi bakımından avantajlı bir durum yaratmıştır. 19. yüzyılda taş malzemenin konut sahipleri tarafından tedarikini etkileyen en önemli gelişme ise, aktif durumda olan büyük taş ocaklarının ve kireç imalathanelerinin büyük ölçekli kamu yapılarının inşası için tahsis edilmesidir. Üç farklı ölçekte meydana gelen tüm bu gelişmeler, hem kentin farklı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların dağılımlarının değişkenlik göstermesine, hem de başkent konutunda yapım tekniği ve malzeme seçimi bağlamında alternatif yapısal çözümlerin üretilmesine katkı sağlamıştır. İstanbul konutunun malzeme ve yapım teknikleri bakımından geçirdiği süreçleri aydınlatmak, günümüze ulaşan ve kültür varlığı değeri taşıyan örneklerde özgün öğelerle dönem eklerini anlamada ve ayırt etmede yardımcı olacaktır. Bu bilginin restorasyon uygulamalarında dikkate alınarak değerlendirilmesi ve alınan kararlara yön vermesi de bu tezin bir dileğidir.
-
Ögeİstanbul minarelerinin (1453-1930) analizi, koruma sorunları ve çözüm önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-04-14) Kalle, Serpil ; Eyüpgiller, Kemal Kutgün ; 502862007 ; RestorasyonCamiler ve minareleri İslam Dünyasının tamamında olduğu gibi, İstanbul'da da şehrin siluetinin oluşumunda etkili mimari eserler olarak önem kazanmış, öne çıkmış, sembol olmuştur. Erken Dönem'deki fethinden I. Ulusal Dönem sonuna kadar (1453-1930) geçen 477 yıllık süreçte Osmanlı Devleti'ne başkentlik yapmış olan İstanbul, doğal olarak dönemin en çok ve en önemli mimari eserlerinin inşa edildiği şehir durumundadır. Tez çalışması kapsamında İstanbul minareleri ait olduğu cami-mescitlerin büyüklüklerine göre: birden çok minaresi olan camiler A grubu, tek minareli kubbeyle örtülü camiler B grubu, kırma çatıyla örtülü mescitler C grubu olarak ele alınmış buna kiliseden camiye dönüştürülenler D grubu eklenmiş, Osmanlı Mimarisinde dönemlere (Erken Dönem, Klasik Dönem, Batı Etkisinde Gelişen Dönemler (Lale Dönemi, Barok Dönem, Ampir Dönem, Seçmeci Dönem ve I. Ulusal Dönem)) göre sahip oldukları özellikler incelenmiştir. Tez çalışması kapsamında, İstanbul'da 422'si günümüze ulaşan, 7'si kısmen var olan, 241'i kaynaklarda fotoğrafları bulunan 670 minare incelenmiştir. Kaynaklarda fotoğrafları olan 241 minareden; 98'i günümüze ulaşmamış, 57'sinin rekonstrüksiyonu gerçekleştirilmiş, 86 minareyse farklı şekilde yeniden yapılmıştır. 1. bölümde; tezin amacı, kapsamı, yöntemi ve çalışmada kullanılan kaynaklar ele alınmıştır. Tez konusunun belirlenmesinde etken olan sebepler bu bölüm içerisinde değerlendirilmiştir. 2. bölümde; minarenin ortaya çıkışı, kökeni, terminolojisi, İslam ve Türk mimarisinde minareler ayrıntılı olarak incelenmiştir. Karahanlı Devleti'nden İstanbul'un fethine kadar Osmanlı Devleti'nde Türk minare mimarisinin gelişimi de tez kapsamında kısaca yer almıştır. 3. bölümde İstanbul minareleri kataloğunu oluştururken kullanılan yöntem anlatılmıştır. Katalog bölümlerinde hangi bilgilerin bulunacağının detayı verilmiştir. Katalog her yapı ve minaresi için ayrı bir sayfa olarak düzenlenmiş; kronolojik sırayla cami ve minarenin yapım bilgileri ve restorasyon çalışmaları belirtilmiş, yapı ve minareyle ilgili bilgiler; yapının ve minare bölümlerinin özellikleri başlıkları altında sistemli olarak doldurulmuştur. Minarelerin varlık durumları, korunmuşluk durumları ve minarelerin özgün, değişen ve tümlenen bölümleri belirlenmiş, değişen bölümlerdeki değişimin ne şekilde olduğunun ayrıntısı bilgi olarak verilmiştir. Minare ve bölümleriyle ilgili eski ve yeni fotoğraflar yerleştirilmiş, cami veya mescidin minare konumunu gösteren özgün şematik plan çizimi, minare pabucunun şematik plan ve görünüş çizimi yapılmıştır. 4. bölümde; İstanbul minarelerinin İstanbul içindeki yerleri, yapım teknikleri ve malzemeleri, minarelerin bulunduğu yöne ve yere göre minare konumu, cami kütlesine yerleşim durumu, minare girişlerinin konumu ve yönü, cami-mescit örtüsüyle minare şerefe ilişkisi, tipolojisi (minare tiplerinin mimari dönemlere göre dağılımı, yapım teknikleri ve malzemeleri, cami-mescit örtüsü ve minare şerefe ilişkisi), minarelerde bölümlerin özellikleri (temel, kaide, minare giriş üstü geçişi, pabuç, gövde, gövde bilezik, merdiven, şerefe, konsol (şerefe altı), taban (döşeme), korkuluk, petek, şerefe çıkışı üstü geçişi, külah geçiş, külah ve alem) katalogda verilen bilgilere göre şekil, malzeme, bezeme yönünden değerlendirilmiş, analizleri yapılmıştır. 5. bölümde; İstanbul Minarelerinin Koruma Sorunları başlığı altında: İstanbul minarelerinin taşıyıcı sistemleri ve malzemeleriyle ilgili koruma sorunları, ilk yapımından günümüze kadar yapılan onarım, yenileme, restorasyon, rekonstrüksiyon ve yeniden yapım çalışmaları ve bunlardan kaynaklanan koruma sorunları korunmuşluk durumları değerlendirilmiştir. Bu kapsamda; Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki minarelerde bozulmalara neden olan yangın ve doğal afetler, onarım, yenilenme ve yeniden yapım uygulamaları ve ulaşılabilen yazılı ve görsel arşiv belgeleri, ilk yapımından 1930 yılından günümüze kadar yapılan onarım, restorasyon, rekonstrüksiyon ve farklı şekilde yeniden yapım çalışmaları da incelenmiştir. Minarelerin varlık durumları, genelde ve bölümler özelinde korunmuşluk durumları değerlendirilmiş, geçirdiği değişimler çalışma kapsamındaki tüm minareler için örneklerle açıklanarak belirlenmiş, bu değişimlerin oluşmasında etken olan sebepler ve bu doğrultuda ortaya çıkan koruma sorunları saptanmıştır. 6. bölümde Koruma Önerileri başlığı altında; İstanbul minareleri için arşiv, proje, taşıyıcı sistem, malzeme, koruma kuramı, ekip, toplum bilinci, uygulama sorunları, düzenli koruyucu bakım yapılmasıyla ilgili geliştirilen koruma önerileri ele alınmıştır. 7. bölümde Değerlendirme ve Sonuç başlığı altında; bu tez kapsamında ele alınan minareler ve bölümlerinin gösterdiği özelliklerin analiz sonuçları ve korunmuşluk durumlarıyla ilgili tespit çalışmalarının; belirlenen koruma önerilerinin minare restitüsyon, onarım ve restorasyon çalışmalarına olabilecek etkileri ve literatüre katkısı konusu değerlendirilmiştir. Tez çalışması kapsamında, İstanbul minarelerinin tipolojisi, malzemeleri, şekilleri, süslemeleri, mimari özellikleri, korunma durumları ve korunma sorunları tespit edilmiş, çözüm önerileri geliştirilmiştir. Konunun uzmanları için; İstanbul minarelerinin araştırma, restitüsyon, restorasyon ve rekonstrüksiyon proje ve uygulama aşamalarında yararlanabilecekleri bir kaynak oluşturulmuştur. Tez çalışmasının; İstanbul minarelerinin mimari özelliklerini ve strüktürel durumlarını tespit etmesi, korunmuşluk durumlarına dikkat çekmesi, bu konuda var olan sorunları ortaya koyarak önemli tarihi ve kültür miraslarından biri olan minarelerin gelecek kuşaklara özgünlüklerinden kayıp vermeksizin güvenle aktarılmasının sağlanması ve minarelerdeki koruma anlayışını/kuramını geliştirmesi yönüyle restorasyon ve rekonstrüksiyon proje ve uygulama çalışmalarına katkısı olması, literatürdeki eksiklikleri gidermesi, bundan sonra yapılacak çalışmalara ışık tutması hedeflenmiştir.
-
Ögeİstanbul Tarihi Yarımadası'nda bulunan ayazmalar ve Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-31) Tuna, Merve ; Mazlum, Deniz ; 502201206 ; Restorasyonİstanbul tarihi boyunca su ile yakın ilişkisi olmuş bir şehirdir ve İstanbul'daki din ve su kültürü ilişkisini gösteren mimari ögelerden biri ayazmalardır. Ayazma, Ortodokslar tarafından kutsal sayılan su kaynaklarına verilen addır. Bu dinî kültür her ne kadar Hristiyanlıkla özdeşleşmiş olsa da geçmişi Pagan geleneklerine kadar dayanmaktadır. Bu çalışma ile İstanbul Tarihi Yarımadası'nda bulunan ayazmaların tespit edilmesi ve Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması'nın bölgedeki diğer ayazmalar içerisindeki yeri ve su kültüründeki rolü aydınlatılarak yapının ayrıntılı olarak belgelenmesi hedeflenmiştir. Ortodoks inancı ile suyun yakın ilişkisi, bu ilişkinin mimariye yansıması ve geçen süre içerisinde yapılarda yaşanan değişimlerin ortaya koyulması açısından ayazmalara ait toplu bir kaynak oluşturulmaya ve daha önce yapılan çalışmalar güncellenmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda İstanbul Tarihi Yarımadası'nda bulunan ayazmaların tespiti ve koruma sorunlarının belirlenmesi üzerine odaklanılmış ve bu doğrultuda ayazmaların bir listesi çıkarılmıştır. Bu çalışma yapılırken ayazmalar üzerine yapılan 1947 ve 1997 tarihli iki çalışma kıyaslanmış, ayazmaların güncel konumları tespit edilmiş, içine girilebilen ayazmalar fotoğraflanmış, günümüze ulaştığı haliyle mimari özelliklerine ve güncel durum bilgilerine yer verilmiştir. Vefa Meryem Ana Kilisesi ile Tarihi Yarımada'da yer alan diğer ayazmaların ortak özellikleri ve farklılaşan sorunları ele alınmıştır. Ayazmaların ilk inşa edildiği dönem tespit edilmeye çalışılmış; yapılar Bizans ve Osmanlı dönemleri olmak üzere iki ana başlık atında toplanmıştır. Tarihi tespit edilemeyen ayazmalar ise ayrı bir başlık altında sıralanmıştır. Bu tespitler sırasında ayazmalar ve ayazmaların içerisinde bulunduğu dinî yapılar hakkında yapılmış sanat tarihi ve mimarlık tarihi çalışmaları incelenmiştir. İstanbul Tarihi Yarımadası'ndaki 65 ayazma ele alınmış ve bunlar katalog haline getirilerek ekler bölümünde toplu bir şekilde sunulmuştur. İncelenen ayazmaların ağırlıklı olarak toprak kotunun altında olduğu görülmüş olup günümüze ulaşabilen ayazmaların dinî yapılarla ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Samatya, Kumkapı, Fener, Balat, Ayvansaray semtlerinde ayazmaların yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Günümüze ulaşmayan veya çeşitli sebeplerden dolayı tespiti yapılamayan ayazmalar ile ilgili literatür taraması sonucu edinilen bilgiler aktarılabilmiştir. Rum Ortodoks cemaatinin dinî ritüelleriyle ilişkilendirilmiş ayazma yapıları, İstanbul'un tarih boyunca ev sahipliği yaptığı farklı toplulukların mimarisini şekillendiren önemli unsurlardan biridir. Ancak, bu yapıların tespiti ve korunmasıyla ilgili bir dizi zorlukla karşılaşılmaktadır. Bu yapıların korunması için önerilen çözümler, bölgesel kalkınma, kültürel turizm ve bilinçlendirme faaliyetlerini içermektedir. İnceleme için ziyaret edilen ayazmaların büyük bölümünün ibadete kapalı olduğu görülmüştür. Bazıları bütçe yetersizliği gerekçesi ile onarılmamıştır. Sınırlı sayıda cemaati bulunan bu yapıların birçoğu kültürel turizm amaçlı ziyaretler için de kapalıdır. Bu ayazmaların günümüze kadar ulaşabilmiş olmasının ana nedeni ise bir kilisenin bahçesinde, içerisinde veya altında olmasından kaynaklanmıştır. Müstakil ayazmalar ise şehirleşmenin getirdiği yükün altında kalarak ya varlığını sürdürememiş ya da bina bodrumlarında kaderlerine terk edilmiştir. Tarihi Yarımada'daki ayazmaların korunarak gelecek nesillere aktarılması için gerekli bakım ve onarımın sürekli hale getirilmesi, bunun için de ihtiyaç olan gelirin çeşitlendirilmesi önerilmiştir. Bunu sağlayabilmek için ayazmaların bir kültür rotası çerçevesinde ziyaretinin organize edilmesi ve yapıların ziyarete kapalı tutulmaması önerilmiştir. Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması, cemaatinin halen var olması nedeniyle İstanbul Tarihi Yarımadası'nda önemli bir yer tutmaktadır. Halk arasında Ayın Biri Kilisesi olarak da bilinen Meryem Ana Kilisesi onlarca yıldır Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir. Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması, İstanbul'un tarihî ve kültürel bir mirası olmasının yanı sıra içerdiği anlam bakımından somut olmayan kültürel mirasın da önemli bir bileşenidir. Bugüne kadar kapsamlı bir araştırmaya konu olmayan Vefa Meryem Ana Ayazması için, Fener Rum Patrikhanesi'nin talebi sonrasında yine Patrikhane'den alınan izinle başlayan belgeleme çalışmasında, lazer tarama yöntemi ile yapı üç boyutlu olarak taranarak rölövesi hazırlanmış, restitüsyon denemesi çizilmiş, sonrasında içerisinde bulunduğu avlu ve diğer yapılarla birlikte bütüncül olarak restorasyon projesi hazırlanmıştır. Araştırmalar neticesinde kısıtlı literatür bilgisine ulaşılmış olup bu bilgiler tarihî haritalar ve yapıdaki izler ile birleştirilerek yapının geçirdiği süreçler anlaşılmaya çalışılmıştır. Yapının mülkiyet sorunları ve çevresi ile olan ilişkileri irdelenmiş, tarih boyunca üstlendiği dinî ve toplumsal roller araştırılmıştır. Kilise avlusunun ve avluda yer alan eski okul yapısının farklı parselde bulunması ve farklı mülkiyete sahip olması yapının bütüncül olarak ele alınmasını güçleştirmiştir. İstanbul İli, Fatih İlçesi, Hacı Kadın Mahallesi'nde bulunan, Meryem Ana'nın ölümüne adanmış ayazmalar arasında yer alan, Bizans dönemine tarihlenen Meryem Ana Ayazması'nın üzerinde; yapımı 1920'li yıllara tarihlenen Meryem Ana Kilisesi bulunmaktadır. İlk olarak 5. yüzyılda inşa edildiği düşünülen ayazma, 18. yüzyılda bir bostanın içinde yer almıştır. Toprak kotunun altında yer alan ayazmanın üzerine 19. yüzyıla kadar izi sürülebilmiş bir yapının inşa edildiği, bu yapının dönem içerisinde çeşitli değişikliklere uğradığı anlaşılmıştır. Vefa semtinde ciddi hasara yol açan 1918 yangınından etkilenmeyen ayazma, özellikle duvar ve taş ustaları ile mimarların faaliyet gösterdiği Makedon Eğitim Kardeşliği'nin katkılarıyla 1920'li yıllarda son halini almıştır. 1921 yılında avlunun içerisine bir okul yapısı inşa edilmiş; kısa bir süre sonra ise, mevcut kiliseyi genişletecek biçimde betonarme kolon-kiriş sistemine sahip kilise yapısının inşa edildiği anlaşılmıştır. 6-7 Eylül olaylarından etkilendiği bilinen yapının çevresinde yer alan diğer yapılar 1960'tan itibaren birer birer yıkılmış, imar çalışmaları neticesinde de yapının avlusunda çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Tez kapsamında yapının genel tanımı yapılmış, plan özellikleri, katlar arasındaki farklılıklar, kilisenin içinde bulunan litürjik ögeler ve dış cephe özellikleri açıklanmıştır. Ayrıca, kullanılan malzemeler ve yapım tekniği hakkında bilgiler sunulmuştur. Yapının hasarları incelenmiş, yapılacak müdahalelerin özgün malzeme ve yapım tekniğine uygun olmasına önem verilmiştir. Kilise, avlu ve günümüzde zemin katı lojman, bodrum katı bir spor kulübünün sosyal tesisi olarak kullanılan eski okul yapısı bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Bahse konu yapı ölçekli bir kroki şeklinde hazırlanmış olup işlevi değiştirilerek, ziyaretçi merkezine dönüştürülmesi önerilmiştir. Ayrıca, avluda peyzaj düzenlemesi ve avlu içerisinde dağınık duran sütun ve sütun başlıkları gibi ögelerin belli bir alanda toplanarak sergilenmesi planlanmıştır. Sonuç olarak; birçok farklı din ve milletten ziyaretçiler tarafından önemli bir kutsal mekân olarak kabul edilen ve bugün hala kültürel ve dinî merasimlere ev sahipliği yapan Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması'nın yanı sıra diğer ayazmaların korunması ve restore edilmesi için adımlar atılması, İstanbul'un dinî mimarisinin bir parçası olan ayazmaların gelecek nesillere aktarılması ve tarihî dokunun sürdürülebilir bir şekilde korunması için tespit ve önerilerde bulunulmuştur.
-
Ögeİzmir-Foça Sazlıca mevkii kırsal yerleşimini koruma önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Atay, Çağıl ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502191201 ; RestorasyonGünümüzde Kartdere Vadisi olarak geçen bölgede, Eski Foça-Yeni Foça yolu üzerinde yer alan Sazlıca Mevkii, kırsal yerleşime adını veren koyun ardında, iki dere arasındaki yamaçta 19. yüzyılın ortalarında kurulmuştur. 1923'teki Türk-Yunan nüfus mübadelesine kadar ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, sosyal ve altyapısal eksiklikleri zaman içinde yerleşen mübadillerin de buraya uyum sağlayamayıp köyü terk etmesine neden olmuştur. Günümüzde aktif kullanıcısı olmayan yerleşim, mevsimlik yaşayan bir çoban ile yakın çevrede yaşayan emekli bir öğretmen tarafından kullanılmaktadır. Nüfusun yitirilmesi, yapıların niteliksiz ekler almasını önleyip özgünlüğünün korunmasını sağlasa da doğa şartlarında bakımsız kalan yapılar yıpranmış ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Yerleşimin mimari karakterini kökeni antik bir geleneğe dayanan yüksekliği eninden fazla olan kule evler oluşturmaktadır. Kule yapılar ilk bakışta savunma, haberleşme ve gözetleme amaçlı gibi görünse de yüzyıllar boyunca farklı amaçlara hizmet etmiştir. Ortadoğu'dan Britanya'ya çok geniş bir coğrafyada yöresine özgü teknik ve malzemede inşa edilmiş; önemli rotalar, kavşaklar ve stratejik bölgelerde görülmüşlerdir. Foça Yarımadası'nın mimari tipolojisinde yer edinen kule evler, Kartdere (Kartera) ve Sazlıca'da toplu halde bir doku oluştururken, Aliağa'ya kadar olan kuzey yolu üzerinde ve şehir içlerinde tekil olarak bulunmaktadırlar. Merkezlerden uzakta, tarım alanlarını koruyarak kule ev işlevlerini, mimari biçimlenişlerinde de sürdürürken, kullanım açısından daha çok bağ evi niteliğine yaklaşmışlardır. Literatür araştırmaları sonucunda daha önce detaylı bir çalışma yapılmadığı saptanan Sazlıca Mevkii'nde; Hagios Ioannes Kilisesi ve çevresindeki yedi geleneksel yapı mimari açıdan ele alınıp belgelenmiştir. Doğal, kültürel ve mimari nitelikleriyle çalışmaya değer görülen yerleşim ve çevresi 2020-2022 yıllarında izlenmiş, aralıklarla fotoğraflanmıştır. İzmir ve Foça Belediyelerinden alınan halihazır haritalar güncellenmiş, güncellenen haritalarda yapılan üst ölçekli analiz- sentez çalışmaları ile yapıların çevre ilişkileri, temel mimari özellikleri, sorunları ve potansiyelleri ortaya çıkarılmıştır. Çalışma alanı olarak seçilen odaktaki sekiz yapı Faro scanner ve geleneksel yöntemlerle ölçülmüştür. Sonrasında, çekilen yakın açı fotoğraflar Agisoft Metashape programında orthophotolara dönüştürülerek yapıların 1/1 ölçekte belgelenmesi sağlanmıştır. Harita Genel Müdürlüğü'nden alınan 1957, 1970, 1975 ve 1995 uydu fotoğrafları incelenmiş, güncel haritalarla çakıştırılmıştır. Sonucunda 1957 yılı ve günümüzle karşılaştırma haritaları oluşturularak, kule evlerin yakınlarındaki kurutulmuş dere, evleri çevreleyen tarla ve bağlar ile yok olan yapıların sınırları işaretlenmiştir. Rölöve ve restitüsyon çizimleri hazırlanan yapıların Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kırsal mimarlık envanter fişleri de yapıları kısaca tanıtmak için doldurulmuştur. Birinci bölümde çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemiyle beraber yararlanılan ana kaynaklar, fiziksel alan çalışmaları ve belgeleme yöntemleri belirtilmiştir. Yazılı kaynakların yeterli olmadığı konularla ilgili Foça araştırmaları yapan uzman ve yerel halktan kişilerle sözlü bilgi çalışmaları yapılmıştır. Çalışma alanının bulunduğu, kuruluşu tarih öncesi çağlara dayanan Foça Yarımadası'nın genel özellikleri ikinci bölümün konusunu oluşturmuştur. Doğal, kültürel ve mimari açıdan İzmir'in önemli ilçelerinden olan Foça'nın coğrafi ve iklimsel özellikleri, sosyo-ekonomik yapısı, tarihi ve mimari gelişimi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde çalışma alanı Sazlıca Mevkii'nin coğrafyası, sosyal yaşantısı, kültürel değerleri, ekonomik faaliyetleri ve mimarisi hakkında bilgi verilirken dokunun ana karakterini oluşturan kule evlerden bahsedilmiştir. Oldukça köklü bir geleneğin parçası olan kule evlerin özellikleri, ilk ortaya çıkışları hakkında bilgi verilirken, Akdeniz ve Ege coğrafyasındaki örnekleri ile Foça Yarımadası örneklerine değinilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümü, odak olarak belirlenen, doku oluşturan bölgenin yakın çeperinde yapılan analiz ve sentez çalışmalarıdır. 1/1000 ölçekte çevresel durum anlatılırken, 1/500 ölçekte 10 adet yerleşim alanı analizi yapılmış; pasta grafiklerle durum açıklanmıştır. Yerleşimin sorun ve potansiyellerini ortaya çıkarmak ve öneriye hazırlamak adına 1/500 ölçekli iki adet sentez çalışması, seçilen özgün işlev, kullanım durumu ve sağlamlık durumu analizlerinden yararlanılarak yapılmıştır. Bunun sonucunda terk edildiği için işlevsiz ve bakımsız kalan yapıların sağlam olmadığı da açıkça görülmüştür. Yerleşim ölçeğinden, tek yapı ölçeğine geçilen beşinci bölümde; dokuyu oluşturan yapılar kilise, kule evler ve daha geç dönem olduğu düşünülen geleneksel tek katlı yapılar olarak gruplandırılmış; 1/50 ölçekli plan, kesit ve görünüş rölöveleri üzerinden açıklanmıştır. Rölöveleri oluşturulan yapıların mimari gelişimini anlamak ve koruma önerilerine zemin oluşturmak üzere 1/100 ölçekli plan, kesit ve cephe restitüsyon çizimleri oluşturulmuştur. Restitüsyon çalışmasında yapılardan gelen izler, yerleşimdeki ve çevredeki az da olsa korunmuş konut örnekleri ile eski fotoğraf ve çizimlerden yararlanılmıştır. Ayrıntılı incelenen konut yapılarını ve dokudaki mimari gelişimi anlamak üzere yapıların plan, cephe ve düşey ilişkileri incelenmiştir. İlk inşa edildiğinde kare planlı, her katında tek mahal olan, zemini kapı açıklığı dışında sağır olan düz damlı kule evlerin, yakın dönemde yanlarına bitişik ek yapı aldıkları farklılaşan duvar örgülerinden de saptanmıştır. Günümüzde ender de olsa çağdaş ekler alan yapıların gelişimleri kronolojik olarak üç döneme ayrılmıştır. Ayrıca ele alınan konutların düz dam, döşeme ve duvar gibi yapı ögeleri incelenmiş, merdiven, kapı, pencere, bezeme, ocak, dolap nişleri, ikona nişleri, seng-endaz, çörten gibi mimari elemanları ile ağıl ve hela mekanları boyut, biçim ve çeşitleri ayrıntılandırılmıştır. Döşeme, üst örtü ve ahşap merdivenlerini kaybeden yapıların gelen izlerden ve çevre örneklerden hareketle 1/20 restitüsyon detayı, duvar örgülerinin ve bezemelerin de 1/20 ve 1/10 ölçekli rölöve detayları verilmiştir. Altıncı bölümde terk edilen yapıların ve yerleşimin korunma sorunlarına değinilmiştir. Mübadele sonrası kullanıcıları değişen yapıların yeni ailelere uygun olmaması, gelen mübadillerin geçim kaynakları ve uğraşlarının farklılığı, köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, altyapı ve sosyal donatı yetersizlikleri ve Foça'nın askeri yasak bölge olması gibi sorunlarla birlikte köy yaşamının albenisini kaybetmesi, şehir merkezlerine göçleri hızlandırmış; köy 1960'lı yıllarda bütünüyle terk edilmiştir. Köy altı yerleşim niteliğindeki dokunun ikinci derece doğal sit alanında olması ile konutların geç de olsa 2017 yılında tescillenmesi koruma adına önemli bir adım olsa da koruma amaçlı bir imar planı olmaması, ören yeri haline gelen yerleşimin turizm baskısı altında yok olmaya terk edilmesi ve yasal sorunlara da değinilmiştir. Yedinci bölümde, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan yerleşimin bütüncül bir şekilde korunması için önerilen açık hava müzesi senaryosu açıklanmıştır. Nüfusunu yitirmiş yerleşimlerin tekrar kalkınmasının çok disiplinli bir konu olduğu göz önüne alınarak, mimari ve koruma çerçevesinde, ekonomik sürdürülebilirliğinin de sağlanmasına yönelik üst ve alt ölçekte tavsiyeler yapılmıştır. Sonuç olarak, ülkemizde koruma bilinci kentlerde bile yeterince gelişememişken, kolaylıkla gözden çıkarılan kırsal doku ve buradaki geleneksel yapıların korunmasının önemine dikkat çeken çalışmada; Sazlıca Mevkii'nin doğal, arkeolojik, kültürel ve mimari değerlerinin korunarak, insanlık mirasının bir parçası olarak kalması ve kültürel rotalara eklemlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Foça'nın bir dönemine tanık yerleşim ziyaret edilebilecek ve köy hayatı deneyimlenebilecektir.
-
ÖgeKapadokya bölgesinde kırsal yerleşmelerin koruma sorunlarına bir örnek: Ürgüp-Akköy(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Koyunlu Kurçenli, Sena ; Sayar Kahya, Yegan ; 881407 ; Restorasyon Bilim DalıKapadokya bölgesi geniş bir coğrafi bölgeyi tarif etmekle birlikte; doğal, kültürel ve arkeolojik varlıkların bir arada bulunmasıyla özgün dokusunu oluşan bir kültürel peyzaj alanıdır. Bölgedeki özgün yerleşim dokusu; farklı tabakaların organik bir bütünlük oluşturması, kaya oyma yapıların ve kagir yapıların birleşimiyle oluşan çok tabakalı yerleşim niteliği göstermektedir. Çok tabakalı yerleşmeler özelinde tanımlanmış yasal araçların ve planlama yaklaşımlarının bulunmaması; bu nitelikteki yerleşmelerin koruma süreçlerinin sekteye uğramasına sebep olmakta ve "bütüncül planlama yaklaşımının" alan özelinde tanımlanmasına engel olmaktadır. Bu sorun odağında Kapadokya'daki kırsal miras alanlarının koruma problemlerinin saptanması ve değerlendirilmesi tezin amaçlarından olmuştur. 2019 yılında Kapadokya Alan Başkanlığı'nın kurulmasını takiben tanımlanan "Kapadokya Alanı" sınırlarının çeperinde yer alan Akköy yerleşimi odak alan olarak seçilmiştir. Akköy yamaç yerleşimi niteliğinde olup, çevresi tarım arazileriyle çevrelenmektedir. Yerleşimin morfolojik özellikleri incelendiğinde; özgün topografyası ve mevcut volkanik tüf malzemenin alanın fiziksel coğrafyasının şekillenmesinde etkili olduğu görülmektedir. Yerleşim dokusu kaya oyma ve yerleşim çevresinden çıkarılan yığma taş yapım tekniklerinin birleşiminden oluşan kagir yapıların birleşimiyle özgün dokusunu oluşturmuştur. Yerleşimindeki envanter ve tespit çalışmaları sonucunda, alanın koruma problemlerine çözüm üretmek açısından yerleşimin farklı ölçeklerdeki problemlerine çözüm önerileri getirilmiştir. Bu kapsamda; yerleşimin tarımsal üretimi, kullanım kararları, kaya oyma mekanların kullanımına dair esaslar ve mülkiyet tayini gibi hususlar olmakla birlikte; ikinci aşamada da yapı ölçeğinde öneriler geliştirilmiştir. Son olarak alanın özgün niteliği olan çok tabakalılığın fiziksel mekândaki yansımalarının; henüz koruma çalışmaları öncesindeki aşamada tespitine yönelik bir model önerisi geliştirilmiştir. Üç aşamalı olarak gelişen bu model önerisiyle birlikte; farklı ölçeklerde koruma ve temsil sorunları olan kaya oyma mekânların kadastral sistemlere entegrasyonu hedeflenmiştir.