LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Çıkarma tarihi ile LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamında Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-10-15) Pulat Sönmez, Ece ; Mazlum, Deniz ; 502142202 ; Restoration ; Restorasyon18. yüzyılda batı ile etkileşimi artan Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ile birlikte idari, sosyo-kültürel ve ekonomik alanda birçok değişim yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler kentsel düzene ve mimariye de etki etmiş, kent içinde yeni yapı tipleri ve yeni mimari üsluplar görülmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile söz konusu değişimlerin Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçlerine nasıl etki ettiği ele alınmıştır. Özellikle Tanzimat ve Islahat fermanları ile eşitlik olgusunun vurgulanması ve gayrimüslim kesimin yeni haklar elde etmesi, kilise mimarisi için de yeniliklere sebep olmuştur. İstanbul kent merkezinde bulunan tüm Rum Ortodoks kiliselerinin ön çalışma olarak izlenmesi ve onlara dair envanter fişleri oluşturulması ile başlanan bu tezin ana kaynaklarını da Osmanlı arşiv belgeleri oluşturmaktadır. Osmanlı Arşivi dışında, kilise vakıflarına ait arşivlerde ve bazı özel arşivlerde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen belgelerin gün ışığına çıkarılması amaçlanmıştır. Bu belgeler ile seçilen Rum Ortodoks kiliselerinin onarım ve yapım süreçlerindeki, idari işleyiş ve mimari teknik bilgiler incelenmiştir. Onarımlarda kullanılan yapı malzemeleri, çalışan meslek grupları, yapım teknikleri, kullanılan ölçü birimleri, görev alan kurum ve kuruluşlar gibi bilgiler arşiv belgelerinden öğrenilmektedir. Bu belgeler aracılığı ile geçmiş dönem restorasyon uygulamaları ile ilgili bilgi edinmek gelecekteki müdahaleler için yol gösterici niteliktedir. Çalışma sırasında İstanbul'da bulunan 96 adet Rum Ortodoks kilisesi için ön araştırma ve inceleme yapılmıştır. Tüm bu kiliseler için Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Kiliselerin tarihî ve mimari özelliklerine, eski fotoğraf ve haritalardaki varlıklarına ve haklarında yapılan detaylı çalışmalara yer verilen envanter fişleri hazırlanmıştır. Arşiv belgelerinin niteliğine göre şekillenen bu tezde Galatasaray Panayia Kilisesi'nin genişletilmesi, Şişli Metamorfosis Kilisesi'nin yapımı, Kumkapı Panayia (Elpida) Kilisesi'nin ve Gedikpaşa Ayia Kiryaki Kilisesi'nin yeniden yapım süreçleri detaylı olarak ele alınmıştır. Örnek incelemelerinden önce 19. yüzyılda İstanbul'da mimarlık ve kültür ortamının nasıl olduğu; kent dokusunda, toplumsal ve kültürel alanda yaşanan değişim ve dönüşümler, İstanbul'daki gayrimüslimler ve mimarlık etkinlikleri, gayrimüslimler içinde Rumların yeri alt başlıkları ile ele alınmıştır. 19. yüzyıl İstanbul'unda yapım ve onarım faaliyetleri ise; anıtsal yapıların yapım ve onarım süreçleri, idari yapılanma, yasal süreçte yaşanan değişimler, Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri alt başlıkları ile aktarılmıştır.
-
ÖgeAmasra kale kenti: Ceneviz ticaret yolundaki Karadeniz surlu yerleşimleri bağlamında değerlendirilmesi ve koruma önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-01-25) Burak, Nurhilal ; Tanyeli, Gülsüm ; 502132204 ; RestorasyonKaradeniz'in kıyı hattı, eski çağlardan itibaren müsait iklimi ve coğrafi yapısı ile çok sayıda yerleşim merkezine sahip olmuştur. Uygun toprakları ve iklim özellikleri, bu kıyıları özellikle tercih edilir kılmıştır. Karadeniz, doğu ve batı arasında işleyen deniz ticaret aksının önemli bir belirleyicisi olmuştur. Bu kıyılarda yer alan ticaret limanları da tüm tarih boyunca önemini korumuştur. Roma İmparatorluğu döneminde karayolu bağlantılarının da güçlendirilmesi ile iç kesimlerin kıyıya, kıyıdakilerin ise başka kıyılara ulaşması kolaylaştırılmıştır. Anadolu'nun kuzey hattı boyunca bulunan ticaret limanları Kuzey Karadeniz kıyıları ile bağlantılıdır. Öte yandan kuzey kıyılarının da Akdeniz'e ulaşması ve deniz yoluyla sürdürülecek alışveriş için Güney Karadeniz hattı ile Marmara Denizi kıyılarındaki bağlantıya ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlantılar deniz ticareti için belirli rotaları oluşturmaktadır. Deniz ticaretinin Karadeniz'de en yoğun olduğu yüzyıllar ise 13.-15. yüzyıllardır. Belirtilen bu tarihlerde İtalyan Denizci Cumhuriyetleri, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti ile bazı sınırlandırmalar ve özgürlükler çerçevesinde Karadeniz ve devamında Akdeniz kıyılarında yer alan ticaret limanlarını kullanmıştır. Kullandıkları limanların bazıları halihazırda bulunan yerleşimler ve onları çevreleyen savunma yapılarından oluşmaktaydı. Bazı kıyı bölgelerinde ise elde ettikleri haklar çerçevesinde yıllar içinde yaptıkları yatırımlar ile yeni savunma yapıları inşa etmişlerdir. Liman kentlerinin hepsinde gemilerin güvenle yanaştırılacağı korunaklı bir limana, saldırılardan korunacak bir savunma yapısı bütünlüğüne ve ticaretin gerçekleşeceği bir çarşıya ihtiyaç duyduklarından bazı bölgelerin diğer bölgelere nazaran önem arz ettikleri görülmektedir. Bu limanların önemi, doğal koşulların oluşturduğu limanların coğrafi ve iklimsel koşulları ile ilişkili olduğu kadar iç kesimlerden ulaştırılacak ticari mallar ile de ilgilidir. Amasra, günümüzde Bartın iline bağlı ve yukarıda bahsi geçen önemli ticaret limanlarından biri olarak öne çıkmış kentlerdendir. Venedik ve Ceneviz Cumhuriyeti'nin çoğunlukla farklı kentleri kullanarak sürdürdüğü deniz ticaretinin en yoğun olduğu 13.-15. yüzyıllar arasında Amasra'nın da önemi, portolanlardan takip edilebilmektedir. Amasra, Latin işgalinin bittiği yıldan sonra (1261) Ceneviz Cumhuriyeti'nin özerk bölgesi olmuştur. Amasra Kalesi'nde de bazı inşa faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Amasra bir berzah 1 üzerine kuruludur ve köprü ile bağlantı sağlanan bir adadan oluşmaktadır. Berzahın iki yanında yılın farklı dönemlerindeki rüzgârlardan korunan doğu ve batıya yönelen limanlara sahiptir. Batıya taraf olan koy Küçük Liman'dır ve antik liman kalıntıları bu koyda bulunmaktadır. Doğu tarafındaki ise Büyükliman'dır. Zindan Mahallesi ve onu çevreleyen savunma duvarları bu berzahın kuzeyinde bulunmaktadır. Boztepe Adası'na Kemere Köprüsü ile bağlantı sağlanmaktadır. Bu adanın üzerinde Boztepe/Amasra Kalesi bulunmaktadır. Amasra Kalesi için bugüne kadar birkaç akademik çalışma yapılmıştır. Fakat kalenin yapım teknikleri, ilçe merkezi tarihi, tarihsel olayların savunma yapısı bütünlüğündeki etkileri yeterince araştırılmamıştır. Bu sebepten bu tez çalışması öncelikle Bizans Dönemi'ne ait olan ve Cenevizliler tarafından kritik yenilemelerin yapılmış olduğu bu savunma yapısının tarihlendirilmesine odaklanmıştır. Tez çalışması kapsamında önemli diğer bir husus Amasra Kalesi'nin 2013 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne "Ceneviz Ticaret Yolu'nda Akdeniz'den Karadeniz'e Kadar Kale ve Surlu Yerleşimleri - Trading Posts and Fortifications on Genoese Trade Routes. From the Mediterranean to the Black Sea" isimli seri adaylık dosyası ile dâhil edilmiş olmasıdır. Bu sebeple Amasra Kalesi hakkında bir koruma modeli geliştirilebilmesi ve UNESCO bağlamında değerlendirilerek ele alınabilmesi için Cenevizliler ile Amasra'nın ilişkisi ayrıntılı olarak irdelenmelidir. Yapım teknikleri ile tarihî bilgilerin birleştirilebilmesi için Ceneviz Cumhuriyeti'nin aynı yüzyıllar içinde kullanmış olduğu ya da kullandığı düşünülen diğer savunma yapılarının da incelenmesi gerekmektedir. Bu sebeple öncelikle coğrafi bütünlük sağlayan Karadeniz kıyı kaleleri genelinde bir araştırma yürütülmüştür. Cenevizlilerin kullandığı Anadolu Karadeniz kıyı kalelerinden elde edilen veriler ile Amasra Kalesi'nin yapım teknikleri kıyaslanmıştır. Literatürden elde edilen Karadeniz'in diğer kıyı kaleleri ile de tarihsel bütünlük içinde kıyaslama yapılmıştır. Ardından Amasra ilçe merkezi için detaylı bir tarihsel araştırma tamamlanmıştır. Birincil kaynaklardan Amasra'nın kronolojik olarak önemli tarihsel olayları araştırılmıştır. Seyahatnameler, belgeler, fotoğraflardan da yararlanılarak Amasra Kalesi'ne yansımış olabilecek tüm önemli olaylar irdelenmiştir. Son yüzyılda yapılan yasal düzenlemelerin ilçe merkezinde bulunan kültür varlıkları üzerindeki etkisi yoğundur. Bu sebeple ilçedeki koruma alanı tespitleri ve belgelemesi de tamamlanmıştır. Koruma alanında yapılan tespitler, bahsi geçen sınırlar içindeki tüm yapıların analiz edilmesi ile başlamıştır. Ardından koruma alanı içinde yer alan tüm kültür varlıkları belgelenmiştir. İlçe merkezi genelinde tamamlanan bu çalışmaların tamamı, Amasra Kalesi hakkında alınacak kararlar açısından büyük önem taşımaktadır. Tez çalışmasının dördüncü bölümü Amasra Kalesi'ne odaklanmaktadır. Öncelikle mevcut durumu tespit edilerek ulaşılabilir tüm savunma duvarları belgelenmiştir. Genel ve detay ölçümleri ile gözlemler yapılarak tarihsel bilgilerin savunma yapısı üzerindeki yansımaları dönem analizleri olarak çizimlere aktarılmıştır. Dönem analizi tüm kalenin 1/100 ölçekli plan ve görünüş çizimleri üzerinden yapılmıştır. Amasra Kalesi'ndeki Ceneviz dönemi inşa faaliyetleri yukarıda bahsi geçen yöntemler ile tespit edilmiştir. Bu sayede Ceneviz döneminde yapılmış olan duvarların yapım teknikleri ortaya konulmuştur. Çizimler Anadolu'nun Karadeniz kıyı kalelerinden toparlanan diğer duvar yapım teknikleri ile kıyaslanabilmiştir. Bu sayede asıl soru bu bölümde cevaplanmış olmaktadır: Cenevizlilerin kendine ait bir inşa tekniği var mıdır ve varsa bu tekniği tüm savunma yapılarında kullanmış mıdır? Cenevizliler Karadeniz kıyılarındaki savunma yapılarının bazılarını hiç değiştirmeden kullanmış ve bazılarını sıfırdan inşa etmiştir. Bu kıyaslamalar sonucunda Amasra Kalesi ile diğer kalelerin arasında bir bağ olup olmadığı irdelenmiştir. Tezin son bölümü Amasra Kalesi ve kentinin korunmasına yönelik değerlendirmeler ve önerilerden oluşmaktadır. Öncelikle mevcut durumda yönetsel, yapısal, kültürel ve ekonomik analizlerin dökümü yapılmıştır. Bu sayede ilçe merkezini her yönden ele almak mümkün olmuştur. Aynı başlıklar kapsamında öneriler geliştirilmiştir. İlçe merkezinde bulunan tüm kültür varlıklarıyla bir bütün içinde ele alınan Amasra Kalesi'nin korunması ve geleceğe aktarılabilmesi için öneriler geliştirilmiştir. Tez kapsamında yalnızca kent merkezi ölçeğinde kalmadan UNESCO'nun seri adaylık dosyasında yer alan diğer kalelerin de mevcut durumları incelenmiştir. Önce seri adaylıklar, ardından sınır ötesi adaylıklar ile birleştirilmesi hedeflenen Ceneviz ticaret yolundaki savunma yapıları çerçevesinde Amasra Kalesi'nin yeri tartışılmıştır.
-
ÖgeImpacts of modernization process on conservation and restoration of traditional wooden religious buildings; a comparative study between Turkey and Japan(Graduate School, 2021-02-18) Koç, Süheyla ; Mazlum, Deniz ; Fujii, Keisuke ; 502122209 ; Restoration ; RestorasyonThe modernization period, which reveals similar characteristic features in Turkey and Japan started with Tanzimat Edict (1839) in Turkey and Meiji Revolution (1868) in Japan. Turkey and Japan had the same reasons to be modernized, to be strong and not colonized. They used the same methods such as sending delegations and students abroad, inviting foreign experts mostly from Europe. While politics, military, standardization, and new architecture follow a similar path, when it comes to the preservation of cultural heritage, there are quite distinct features observed in the architectural conservation history of Turkey and Japan. The religious architecture was chosen to analyze the impacts of modernization because they have been preserved with traditional methods before the modernization period and continued to be preserved with modern conservation methods after the modernization period in both cultures. While in Turkey, most of the studies on conservation and religious buildings are focused on masonry monumental buildings, the research on conservation of wooden religious heritage is quite scarce. On the other hand, Japan is known for good conservation practices on wooden heritage. Thus, the subject of the thesis is determining the impacts of the modernization process on the conservation and restoration of traditional wooden religious buildings in Turkey and Japan and the development of suitable conservation approaches for this building type. The case studies were determined according to being oldest, unique examples with available archival data. These are wooden pillared mosques from the 13th century, Beyşehir Eşrefoğlu Mosque, Ankara Arslanhane Mosque, Afyon Great Mosque, Sivrihisar Great Mosque and Kastamonu Kasabaköy Mosque from Turkey, and wooden Buddhist temples from the 8th century in Japan, Shinyakushi-ji Main Hall, Hokki-ji 3-story pagoda and Toshodai-ji Golden Hall. All the case studies have outstanding universal value, while case studies in Japan are already in WHL, the case studies from Turkey are in the WH tentative list. The study consists of six chapters in total. In the first chapter, the aim, scope, and methodology, as well as the related literature review and terminology, are explained. In the second chapter, the modernization process is explained, along with developments in the world in the 19th century. The political, economic, social, and architectural aspects of Turkey and Japan are compared in terms of similarities and differences in developments. In the 19th century, conscious efforts and legislation became widespread in the Ottoman world and Japan. From this point, in the third chapter, the development of conservation concepts in the 19th century with applications in different countries, along with a focus on the legal process in Turkey and Japan are outlined. The fourth chapter gives an overview of the architectural features of wooden religious structures in Turkey and Japan. The fifth chapter examines selected sample structures in line with the methodology developed. In the sixth and last chapter, all the investigations are evaluated as a whole, and the results and recommendations for policies and methods for the conservation of wooden religious buildings are presented, especially for wooden pillared mosques in Turkey. As a comparative study, first of all, the topics that need to be compared were determined starting from terminology, similarities, and differences of modernization period on political, social, economic, technological, architectural fields and so forth. Likewise, the development of legal texts, responsible organizations, and training of architects, masters, and carpenters were compared. A methodology was developed for the analysis and evaluation of these case studies. While comprehensive repair reports were used for the analysis of case studies in Japan, an in-situ assessment model was needed to be developed for the case studies in Turkey. All wooden components were marked with connection details, traces, and deteriorations on them. Along with site works, archival studies were conducted in the Ottoman Archives, the General Directorate of Foundations, the Regional Directorates of Foundations in Konya, Kütahya, and Kastamonu, the Regional Conservation Boards in Konya, Ankara, and Eskişehir, and different libraries. After collecting all the data, three main analyses were prepared for evaluation, namely repair year-repair approach analysis, authenticity analysis, and IIWC principles analysis. The repair year – repair approach analysis reveals the preferred conservation methods in certain periods. Although similar methods were used in Turkey and Japan, the triggered reasons and details of implementations are quite different due to cultural and traditional contexts. The impacts of these methods on the preservation of wooden components are determined with the help of authenticity analysis. In all the case studies, the interior components are naturally among the most preserved elements whereas the roof structure which is exposed to weathering contains the most replaced materials. The species, sizes, and treatments on wood have a vital impact on the authenticity level. The IIWC principles analysis reflects on the appropriate implementations which are corresponding to the latest principles. The implementations based on tradition are mostly corresponding to the principles, while modern materials especially irreversible cement and concrete cause a loss in fulfilling the criteria. Furthermore, project and implementation phases are also compared to reveal the administrative aspects including the context of projects. While in Japan, project and implementation phases are planned and executed together, in Turkey, there is a problem with the planning of conservation policy including budget and contents of the project. All these analyses reveal that the success of Japan is due to using traditional knowledge, traditional tools, and traditional practices as well as preserving historic forests. Likewise, the success of the Ottoman Empire before the modernization period is also about the use of traditional techniques. For better conservation of wooden pillared mosques, some recommendations were developed according to the results of these analyses by taking into account the international charters. The preservation of forests and traditional wood species are crucial for the material supply of conservation works. Training of carpenters with traditional methods is another important issue. For wooden pillared mosques, first of all, traditional methods should be defined with the help of archives and carpenters. Likewise, the designation of special units under the General Directorate of Foundations is a necessity to give to the wooden pillared mosques the value and care they deserve.
-
ÖgeÇoruh Vadisi'nde Tao-Klarjeti bölgesi) bir gürcü manastırı: Dörtkilise manastır kilisesi (Otkha Eklesia) ve ek yapılarının belgelenmesi ve koruma önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-02-26) Türkmen, Gizem ; Tanyeli, Gülsüm ; 502161205 ; Restorasyon ; RestorationÇoruh Vadisi'nde yapılan araştırma gezisinde bölgede Ortaçağ Manastır komplekslerinde koruma sorunlarının olduğu gözlenmiştir. Plan tipi, yapım sistemi ve taş işçiliği bakımından zengin yapıya sahip manastırlar araştırılmaya başlanmıştır. Artvin'de bulunan Dörtkilise Manastırı tez konusu olarak seçilmiştir. Tao Klardjeti olarak adlandırılan coğrafya, Anadolu'nun kuzeydoğusunda yer almakta olup 9-11. yüzyıllar arasında Gürcü Tao Klardjeti Krallığı hâkimiyeti altında kalmıştır. Gürcü Tao Klardjeti Krallığı'na başkentlik eden Artvin ili, Ardanuç ilçesi merkez olmak üzere çevre il ve ilçelerde manastırlar yapılarak coğrafya din, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel açıdan zenginleştirilmiştir. Günümüzde Çoruh Vadisi olarak adlandırılan Tao Klardjeti bölgesinin batısında yer alan manastırlardan biri olan Dörtkilise Manastırı'nın (Otkhta Eklesia) yapımı el yazmalarına ve kitabelere dayanılarak 10. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Dörtkilise Manastır Kilisesi ve ek yapıları Artvin ili, Yusufeli ilçesi, Tekkale Mahallesi'nde yer almaktadır. Manastır kompleksi dik bir arazide bir kısmı günümüze ulaşan çevre duvarlarıyla sınırlandırılmış olan bir alana oturmaktadır. Manastır kompleksi merkezinde kilise olmak üzere el yazmaları odası, yemekhane, oda 01, oda 02 ve üç adet şapelden oluşmaktadır. Kilisenin batısında el yazmaları odası, mutfak olduğu düşünülen oda 01, kiler olduğu düşünülen oda 02, kuzeybatısında yemekhane, güneydoğusunda bir adet şapel yer almaktadır. Djobadze'ye göre kilisenin 1 km kuzeyinde ve batı yamacında iki adet şapel bulunmaktadır. Kilise üç nefli bazilikal bir plan tipine sahiptir. Kilisenin dış cepheleri dolu kemer dizileriyle hareketlendirilmiştir. Kuzey ve güney cepheleri orta nefin yan neflerden yüksek olması nedeniyle iki kademelidir. El yazmaları odası kiliseye bitişik dikdörtgen planlı, payeler tarafından desteklenen beşik tonozlu kaba yonu taş örgüye sahip bir yapıdır. Yemekhane yapısı iki nefli dikdörtgen planlı, örtüsü günümüze ulaşamamış olan yapıdır. Mutfak olduğu düşünülen oda 01 yapısı dikdörtgen planlı, beşik tonoz örtülü olup kaba yonu taş örgüye sahiptir. Kiler olduğu düşünülen oda 02 yapısı dikdörtgen planlı, örtüsü günümüze ulaşmamış olan kaba yonu taş örgülü bir yapıdır. Oda 02 yapısının batı cephesi toprağa gömülü durumdadır. Mezar odası dikdörtgen planlı, iki katlı, bir kısmı günümüze ulaşmış beşik tonoz örtülü, kaba yonu taş ve tuğla malzemeyle almaşık düzende örülmüş olan bir yapıdır. Dörtkilise Manastırı'nın 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarından sonra terk edildiği tahmin edilmektedir. Yapının terk edilmesi sahipsizlik ve bakımsızlığa, arazi olarak dağlık bir bölgede bulunması heyelan gibi doğa olaylarına maruz kalmasına yol açmıştır. Heyelan sonucu yapının içine dolan toprak yığını yapı beden duvarlarında nem oluşumuna, kesit kayıplarına, örtü sistmeminde bitki oluşumlarına neden olmuştur. Zaman içerisinde çevre duvarları belirsizleşen yapının etrafında çevrede yaşayan halk tarafından meyve bahçeleri ve tarlalar oluşturulmuştur. Çoruh Vadisi'nde tez konusuyla benzerlik gösteren birçok yapı bulunmaktadır. Tez kapsamında yapıların sadece isimlerinden ve benzerliklerinden söz edilmiştir. Ancak tez konusu olan "Dörtkilise Manastırı"na plan yönüyle benzeyen manastırlar üzerinde daha detaylı durulmuştur. Yapının tarihçesi yapılan çalışmalardan referans alınarak oluşturulmuştur. Manastır yapılarının restitüsyon dönem çalışmaları sırasında yapılardaki izler, yazıtlar, tarihi fotoğraflar, manastıra dair yazılmış olan kaynaklar incelenmiştir. Kilise ve ek yapıların malzeme ve yapım teknikleri incelenerek dönem analizi yapılmıştır. Bu bağlamda iki dönem restitüsyon çalışılmıştır. 10. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ilk dönem restitüsyonu kilise ve kilisenin güneydoğusunda bulunan şapelden oluşmaktadır. Kilisenin cephesindeki izler doğrultusunda orta nef ve yan nef kalkan duvarlarının yüksekliğinin günümüzdeki halinden daha alçak olduğu tespit edilmiştir. Orta nef beşik tonozunu destekleyen payelerin konumları ilk dönem restitüsyonunda günümüzdeki konumundan farklı çizilmiştir. İkinci dönem restitüsyonu 10.yy.ın ikinci yarısını kapsamaktadır. Bu dönemde kilise yüksekliği arttırılmış, iki adet haçvari payenin yeri değiştirilmiş ve yemekhane, oda 01, oda 02 yapıları eklenmiştir. Restorasyon önerisinde kilise ve ek yapılarının terk edilmesinden kaynaklanan sorunların çözümü için öneriler geliştirilmiştir. Çevre koşullarına doğrudan maruz kalan yapılarda gözlenen bozulmalara ilişkin konservasyon önerilerinde bulunulmuştur. Yapıların günümüzdeki haliyle geleceğe aktarılması için konservasyon ve bakım sürekliliğinin sağlanması ana ilke olarak belirlenmiştir. Yusufeli Barajı yapımıyla tehdit altında olan yapının kendini sergileyen müze olarak işlevlendirilmesi öngörülmüştür. Manastır kompleksinde çözülmesi gereken sorunlara yönelik müdahaleler öncelik sırasına göre aşamalara ayrılmıştır.Yapılarda gözlenen strüktürel problemlerin araştırılması, acil müdahale ile gereken kısımların askıya alınması, yapıdaki neme yönelik laboratuar ortamında malzeme testlerinin yapılması gerekmektedir. Kilisede bulunan freskler uygulama yapılırken koruma altına alınarak daha fazla zarar görmesi engellenmelidir. Manastır kompleksinin sürekli bakımı sağlanarak yapılarda gözlenecek bozulmalara uzman ekipler acil müdahale etmelidir. Manastır kompleksine ulaşım planlaması yapılmış, araziye ulaşım için ise ahşap gezi yolları tasarlanmıştır. Manastır kompleksinde müze ihtiyaçları doğrultusunda arazinin girişinde müze satış birimi ve helalar, yemekhane yapısının üzerine sökülebilir malzemeyle uygulanacak şekilde bir koruma çatısı önerilmiştir. Kilisenin özgün döşemesinin korunması için orta nef ve yan neflerde ahşap döşeme, yemekhane, el yazmaları odası, şapel, oda 01 ve oda 02 yapılarında bitki temizliği ve malzeme tamirleri yapılarak yapıların günümüzdeki haliyle korunması planlanmıştır.
-
ÖgeSilahlı çatışma/savaşlar sonrasında kentsel alanlarda kültürel mirasın korunması ve yönetimi: Beyrut ve Saraybosna deneyimleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-08-19) Bilgili, Bilal ; Tanyeli, Gülsüm ; 502142201 ; RestorasyonKentler ve mimari yapılar tarih boyunca savaşlarda tahrip olmuş veya bilinçli olarak yok edilmiştir. Yıkmak ve yeniden inşa etmek zafer ve güç ifadesi olmuştur. Milliyetçilik akımlarının güçlendiği 18'inci ve 19'uncu yüzyılda miras kavramı, ulusal kimliğin yaratılmasını ve ulus varlığının pekiştirilmesini sağlamıştır. Yapılar ve mekânlar ulus kimliğinin inşasında önemli rol üstlenmiştir. Kültür varlıklarına yüklenen sembolik anlamlara bağlı olarak savaşan taraflar kültür varlıklarını bilinçli ve sistematik bir şekilde hedef almaya başlamıştır. 20'nci yüzyılda savaş teknolojisindeki gelişmeler savaşların geniş coğrafyalara ve nüfus kitlelerine yayılmasına neden olmuştur. Ülkelerin politik, ekonomik ve kültürel merkezleri olan kentleri hedef alınmıştır. 20'nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren sıcak çatışmalar yeni bir aşamaya gelmiş ve 21'inci yüzyılın başından itibaren bu süreç hızlanmıştır. Toplumlar arası silahlı çatışmalar, devlet dışı aktörlerin birbirlerine veya devletlere karşı silahlı mücadeleleri devletlerarası savaşlardan hızlı yayılmıştır. Kentler, yeni savaşlar olarak tanımlanan bu çatışmalarda savaş alanlarına dönmüştür. Dahası şehirler ve kültürel miras, hedefe bir an önce ulaşmak amacıyla çatışmalarda taraflarca silah gibi kullanılmıştır. Birbirlerini sosyal açıdan reddeden toplumlar veya gruplar arası mücadelelerde ötekine ait olanın yok edilmesi istenmektedir. Bu durum, çoğunlukla 20'nci yüzyılın başına kadar büyük imparatorluklar tarafından idare edilen bölgeleri ve bu bölgelerde yaşayan çoklu kültür, çoklu etnik, çoklu dinsel yapıya sahip toplumları tehdit etmektedir. 19'uncu yüzyıldan itibaren her çatışmalı ve çatışma sonrası süreçte, siyasi değişimlere bağlı olarak kentsel alanlarda bazı müdahaleler gerçekleştirilmiştir. Kültürel katmanların temizlenmesi, kentsel peyzajın değiştirilmesi, yok edilen veya tahrip edilen kültürel mirasın onarımı, tahrip edilen kentlerin yeniden inşası bu müdahalelerden bazılarıdır. Çatışma öncesinde çatışmanın kaynağı haline gelen kimlik ve bellek, silahlı çatışma döneminin ve çatışma sonrasındaki sürecin de odağında yer almaktadır. Savaş sonrası süreç kentsel büyüme ve yenileme rejimleri için hem fırsatlar hem de zorluklar yaratmaktadır. Tahrip ya da yok olan bütün değerlerin onarım süreci savaş/çatışma sonrası iyileşme sürecinde başlamaktadır. Kültürel mirasın kimlik ve hafıza ile ilişkisi sadece şehirlerin veya kültürel mirasın restorasyonunu ve yeniden inşasını değil, aynı zamanda somut olmayan mirasın, sosyal yaşamın, fikirlerin ve kimliklerin iyileştirilmesini ve yeniden inşasını da gerektirir. Planlama çalışmalarıyla, yeni yapı inşaatlarıyla, kültürel mirasa müdahale biçimleriyle kentlerin dokusu yeniden ele alınır. Kentsel doku korunabilir, değiştirilebilir, yok edilebilir ya da yeniden inşa edilebilir. Yıkım, onarım ve yeniden yapım süreçlerinin uzun vadeli sonuçları vardır. Bunlar, toplumların yaşamaya devam ettiği ve hissettiği sonuçlardır. Yıkım, onarım ve yeniden yapım süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan durumlar toplumlar tarafından benimsenmekte ya da reddedilmektedir. Bu çalışmada savaş sırasında kültür varlıklarına yönelik saldırılar ve etkileri araştırılmıştır. Savaş sonrası kültür varlıklarının korunmasına yönelik çalışmalar, süreçler, yaklaşımlar incelenmiş; sorunlar tespit edilmiştir. Müdahale yaklaşımlarının tarihi kentsel dokuya etkileri ve sonuçları değerlendirilmiş; kimlik ve bellek ile ilişkisi yorumlanmıştır. Savaş sonrası kültürel mirasın korunmasını etkileyen olası sorunlar tespit edilmiş ve yeni savaşların tehdidi altındaki ülkeler için uzun vadeli planlama önerileri yapılmıştır. Tez çalışması giriş ve sonuç bölümleriyle birlikte beş ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tez çalışmasının amacı, kapsamı, yöntemi, önemi ve hedefleri, tanımlanmıştır. Çalışma konusuna ve sürecine ilişkin sınırlılıklar ve zorluklar belirtilmiştir. İkinci bölümde kültürel miras, savaşlar ve silahlı çatışmalar konusu irdelenmiştir. Kültürel mirasın kimlikle ve bellekle olan ilişkisi; savaşların ve silahlı çatışmaların nedenleri ve türleri araştırılmıştır. Eski ve yeni savaşlar incelenerek yeni savaşların hangi coğrafi bölgeleri tehdit ettiği belirlenmiştir. Yeni savaşların kapsamı ve etkileri, eski savaşlardan farklı yönleri ve kültürel miras ile ilişkisi değerlendirilmiştir. Yeni savaşların gerçekleştiği alanlarda kültür varlıklarını hedef alan saldırı yöntemleri araştırılmıştır. Saldırıların genellikle konvansiyonel silahlarla gerçekleştirildiği ve kültürel miras için yıkıcı boyutlarda olduğu tespit edilmiştir. Buna göre savaşların ve silahlı çatışmaların kentlere ve kültürel mirasa maddi ve manevi etkileri değerlendirilmiştir. Kültür varlıklarına ve şehirlere saldıranların eylemleri, hedefleri ve motivasyonları tarihi ve güncel örneklerle analiz edilmiştir. Soykırımın, kentkırımın ve kültürkırımın kültür mirasının yıkımı ile ilgisi değerlendirilmiştir. Son olarak savaş ve silahlı çatışma durumlarında kültürel mirasın korunmasında yasal çerçevenin tarihsel gelişimi anlatılmıştır. Uluslararası yasal düzenlemelerin yeni savaşlarda yetersiz kalmasının nedenleri yorumlanmıştır. Böylece, kentsel çatışma bölgelerinde çatışma sonrası yeniden inşa/iyileşme ve kültürel mirasın korunması çalışmalarının incelenmesi için zemin hazırlanmıştır. Üçüncü bölümde 20'nci yüzyılın son çeyreğinde silahlı çatışmaların ve kentsel şiddet olaylarının yaşandığı Lübnan/Beyrut ve Bosna-Hersek/Saraybosna incelenmiştir. 19'uncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren siyasi ve idari değişimlere bağlı olarak politik, ideolojik, etnik ve dini anlaşmazlıkların yaşandığı Beyrut'ta ve Saraybosna'da kentsel dokunun tarihsel değişimi incelenmiştir. Beyrut ve Saraybosna'nın savaş öncesi kentsel gelişimleri, savaş dönemi durumları ve savaş sonrası rekonstrüksiyon çabaları araştırılmıştır. Kentlerin mevcut durumları değerlendirilmiştir. Böylece çatışma döneminde kentsel yıkımın anlamları ve sonuçları; savaş sonrası kentsel rekonstrüksiyon sürecinde planlama, koruma, yönetim yaklaşımları araştırılmıştır. Mevcut tartışmalı durumların ve savaş sonrası kentsel rekonstrüksiyon çalışmalarının sonuçlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Dördüncü bölümde Beyrut'un ve Saraybosna'nın savaş sonrası iyileşme ve yeniden inşa süreçlerinde kültürel mirası koruma sorunları karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Kültürel mirasın ve tarihi kentsel dokunun korunmasında yönetim, planlama ve uygulama sorunları tespit edilmiş ve iki ana başlık altında incelenmiştir. Dördüncü bölümün ilk başlığı beş alt başlıktan oluşmaktadır. Göçler ve demografik değişim, mülkiyet hakları, yasal sorunlar, finansman ve paydaş yönetimi gibi sorunlar savaş sonrası rekonstrüksiyon sürecinde ortaya çıkan ve kültürel mirası etkileyen başlıca yönetsel sorunlardır. Lübnan/Beyrut ve Bosna-Hersek/Saraybosna'nın savaş sonrası yönetim sorunları, çözüm yöntemleri, tartışmalı durumları ve idari sorunların kültürel mirasa etkileri dördüncü bölümün ilk bölümünde incelenmiş ve karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Dördüncü bölümün ikinci başlığında ise planlama ve uygulama süreçleri araştırılmıştır. Bu bağlamda belgeleme, hasar tespitleri ve acil müdahaleler, önceliklerin belirlenmesi, iş planlaması, plan ve yapı ölçeğinde koruma yaklaşımlarının belirlenmesi, moloz temizliği, kullanılabilir yapı malzemelerinin ayrıştırılması, hasarlı yapıların onarımı, tarihi kentsel alana ve kültür varlıklarına müdahale yaklaşımları gibi süreçler incelenmiştir. Kültürel mirası etkileyen sorunlar tespit edilmiştir. Beşinci bölümde araştırmalardan elde edilen bulgulara doğrultusunda iki ana tema üzerinden genel değerlendirme yapılmıştır. Birincisinde kültürel mirasın korunmasında yönetim ve uygulama süreçlerinin değerlendirilmesidir ve silahlı çatışma bölgeleri için öneriler getirilmiştir. İkincisi ise tarihi kentsel alanlara ve kültür varlıklarına müdahalelerin semiyoloji ve fenomenoloji bağlamında değerlendirilmesidir. Savaş sonrası kentsel alana müdahale yaklaşımları kimlik ve bellek bağlamında tartışılmıştır. Sonuç bölümünde ise Lübnan/Beyrut ve Bosna-Hersek/Saraybosna örneklerinden elde edilen bulgular ışığında yeni savaşların ortaya çıktığı bölgeler için olası sonuçlar belirlenmiştir. Tarihi kentsel alanlarda çatışma sonrası koruma ve yönetim sorunları çatışma öncesi ve çatışma döneminin sorunlarına da bağlı olan, çözümü zor ve karmaşık bir dizi problemi barındırmaktadır. Kültürel miras koruma yaklaşımlarının ve müdahale ölçeklerinin ülkelerin ve kentlerin savaştan sonraki durumlarına göre şekillendiği vurgulanmıştır. Çatışma sonrası iyileşme ve kentsel rekonstrüksiyon süreçleri, ülkelerin çatışma sonrasındaki politik, ekonomik, sosyolojik durumlarına; devletlerin kurumsal yapılarına; paydaşların teknik kapasitelerine, kentlerin fiziksel durumlarına göre belirlenmektedir. Çatışma sonrası politik, ekonomik, sosyolojik ve kültürel ortam mekânsal dönüşümleri etkilemektedir. Toplumu iyileştirme, bozulan ya da yeniden kurulması gereken düzeni tesis etme, kimliği yeniden yapılandırma hedefleri koruma sorunlarını yönetim, projelendirme ve uygulama süreçlerine ilişkin teknik problemlerin ötesine taşımaktadır. Tarihi kentsel alanlara ve kültür varlıklarına yönelik müdahalelerle bir ideal peyzaj yaratılmaktadır. Mekân üzerinden coğrafi sınırları, kimliği ve gücü tanımlamak üzere sembolik müdahaleler gerçekleştirilmektedir. Kentsel rekonstrüksiyon süreçleri fiziksel iyileşmenin yanı sıra çatışma döneminin somut kazanımlarını pekiştirme, uluslaşma ve kimlik tanımlama programının parçası haline gelmektedir.
-
ÖgeKapadokya bölgesinde kırsal yerleşmelerin koruma sorunlarına bir örnek: Ürgüp-Akköy(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Koyunlu Kurçenli, Sena ; Sayar Kahya, Yegan ; 881407 ; Restorasyon Bilim DalıKapadokya bölgesi geniş bir coğrafi bölgeyi tarif etmekle birlikte; doğal, kültürel ve arkeolojik varlıkların bir arada bulunmasıyla özgün dokusunu oluşan bir kültürel peyzaj alanıdır. Bölgedeki özgün yerleşim dokusu; farklı tabakaların organik bir bütünlük oluşturması, kaya oyma yapıların ve kagir yapıların birleşimiyle oluşan çok tabakalı yerleşim niteliği göstermektedir. Çok tabakalı yerleşmeler özelinde tanımlanmış yasal araçların ve planlama yaklaşımlarının bulunmaması; bu nitelikteki yerleşmelerin koruma süreçlerinin sekteye uğramasına sebep olmakta ve "bütüncül planlama yaklaşımının" alan özelinde tanımlanmasına engel olmaktadır. Bu sorun odağında Kapadokya'daki kırsal miras alanlarının koruma problemlerinin saptanması ve değerlendirilmesi tezin amaçlarından olmuştur. 2019 yılında Kapadokya Alan Başkanlığı'nın kurulmasını takiben tanımlanan "Kapadokya Alanı" sınırlarının çeperinde yer alan Akköy yerleşimi odak alan olarak seçilmiştir. Akköy yamaç yerleşimi niteliğinde olup, çevresi tarım arazileriyle çevrelenmektedir. Yerleşimin morfolojik özellikleri incelendiğinde; özgün topografyası ve mevcut volkanik tüf malzemenin alanın fiziksel coğrafyasının şekillenmesinde etkili olduğu görülmektedir. Yerleşim dokusu kaya oyma ve yerleşim çevresinden çıkarılan yığma taş yapım tekniklerinin birleşiminden oluşan kagir yapıların birleşimiyle özgün dokusunu oluşturmuştur. Yerleşimindeki envanter ve tespit çalışmaları sonucunda, alanın koruma problemlerine çözüm üretmek açısından yerleşimin farklı ölçeklerdeki problemlerine çözüm önerileri getirilmiştir. Bu kapsamda; yerleşimin tarımsal üretimi, kullanım kararları, kaya oyma mekanların kullanımına dair esaslar ve mülkiyet tayini gibi hususlar olmakla birlikte; ikinci aşamada da yapı ölçeğinde öneriler geliştirilmiştir. Son olarak alanın özgün niteliği olan çok tabakalılığın fiziksel mekândaki yansımalarının; henüz koruma çalışmaları öncesindeki aşamada tespitine yönelik bir model önerisi geliştirilmiştir. Üç aşamalı olarak gelişen bu model önerisiyle birlikte; farklı ölçeklerde koruma ve temsil sorunları olan kaya oyma mekânların kadastral sistemlere entegrasyonu hedeflenmiştir.
-
ÖgeAyatekla (Meryemlik) Ören Yeri Su Yapılarının Duvar Örgü Tekniklerinin Belgelenmesi ve Yapılarda Kullanılan Harç ve Sıvaların Karakterizasyonu(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Öztürk, Merve ; Pekmezci Polat, Işıl ; 769874 ; Restorasyon Bilim DalıArkeolojik alanlarda yürütülen belgeleme ve yapı malzemesi karakterizasyonu çalışmaları, alandaki mimari kalıntıların koruma projelerinde uygun kararlar alabilmek adına önemlidir. Antik dönem yapılarında kullanılan harç kompozisyonu, yapının fonksiyonu ve konumuna göre farklılık gösterebilmekte ve dönemin teknolojisini yansıtan önemli veriler sunmaktadır. Su yapılarında suyun iyi muhafaza edilebilmesi, yapıda su geçirmez sıva kullanımı ile mümkün olmakta, bu da su yapılarında kullanılan malzemenin üretim ve teknolojisinin özelleşmesine sebep olmaktadır. Su yapılarında duvar örgü tekniklerinin belgelenmesi ve malzeme karakterizasyonu üzerine yapılan araştırmalar, gelecekte uygulanacak restorasyon çalışmaları için gereklidir. Bu çalışmada Mersin/Silifke'de yer alan Ayatekla (Meryemlik) Ören Yeri'ndeki kapalı ve açık sarnıçların duvar örgü tekniklerinin belgelenmesi ve yapılarda kullanılmış olan harç ve sıvaların hammadde kompozisyonunun belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda yerinde inceleme ve belgeleme çalışmaları yapılmış, yapılardan farklı işlevlerde kullanılmış olan harç ve sıva örnekleri alınmıştır. Laboratuvarda uygulanan basit ve ileri analiz yöntemleri sonucunda örneklerin petrografik, minerolojik, kimyasal ve fiziksel özellikleri tespit edilmiştir. Çalışma sonucunda Meryemlik'teki sarnıçlarda kullanılmış olan duvar yapım teknikleri, malzeme kompozisyonu ve teknolojisine ilişkin veriler elde edilerek gelecekteki mimari koruma çalışmalarına yönelik koruma önerileri geliştirilmiştir. Tez altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm tezin amacı ve yöntemini içermektedir. İkinci bölüm, Antik Çağ'da suyun kullanımı ve su yapılarına ilişkin genel bilgiler içermektedir. Arkaik, Klasik, Helenistik dönem su yapıları incelenmiş ve antik dönemde su yapılarında görülen teknolojik gelişmeler üzerinde durulmuştur. Ardından Roma dönemi sarnıç yapılarında uygulanmış olan duvar örgü teknikleri ile harç ve sıvaların malzeme özellikleri incelenmiştir. Bizans sarnıç yapıları kapalı sarnıçlar ve açık sarnıçlar olmak üzere iki başlık altında incelenerek, literatürdeki bilgiler ışığında duvar yapım teknikleri ve kullanılan malzemelerin özellikleri belirtilmiştir. Üçüncü bölümde çalışma alanının tarihçesi kısaca anlatılarak, Meryemlik'in önemli bir hac merkezine dönüşme sürecine dair literatürdeki bilgilere yer verilmiştir. Bunun ardından ören yerinde bulunan arkeolojik kalıntılara dair genel bilgiler verilerek, tez çalışmasının ana konusu olan sarnıçlara dair incelemelere geçilmiştir. Bölgedeki kapalı ve açık sarnıçların duvar örgü teknikleri kapsamlı bir şekilde tanımlanmış, kullanılan taş ve tuğla malzemelerine yönelik detaylı bilgiler verilmiştir. Elde edilen veriler yerinde incelemeler esnasında çekilmiş olan fotoğraflar ve belgeleme çalışmalarıyla desteklenmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda elde edilen veriler doğrultusunda su yapılarında kullanılmış olan duvar yapım tekniklerine dair genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü bölümde, su yapılarından alınmış olan harç ve sıva örnekleri belirtilmiş, örneklerin yapı üzerinde alındığı noktalar fotoğraflar ve plan çizimleri üzerinden gösterilmiştir. Bunun ardından, örneklerin malzeme karakterizasyonunun bütüncül bir şekilde tespit edilebilmesi için uygulanmış olan deneysel çalışmalara yer verilmiştir. Bu yöntemler uluslararası literatürün taranması ve yürütülmüş olan çeşitli bilimsel çalışmaların incelenmesi sonucunda seçilmiştir. Deneylere görsel analizler, hammadde kompozisyonlarının belirlenmesi, petrografik ve minerolojik analizler ve suda çözünebilir tuzların analizi başlıkları altında yer verilmiş, çalışmalar sonucunda elde edilen sonuçlar çeşitli çizelge ve grafikler aracılığıyla paylaşılmıştır. Bunun ardından örneklerin hammadde kompozisyonlarının belirlenmesi için uygulanmış olan asit kaybı ve kızdırma kaybı analizleri gelmektedir. Deney yöntemleri açıklanarak, elde edilmesi istenen veriler formüllerle ifade edilmiş, asit kaybı ve kızdırma kaybı analizleri sonucu elde edilen bağlayıcı/agrega oranları gösterilmiştir. Agrega-boyut dağılımının belirlenmesi için uygulanmış olan elek analizi ve agrega yüzdelerinin belirlenmesi için stereo-mikroskop altında yürütülen gözlemler açıklanmıştır. Petrografik ve minerolojik analizler başlığı altında kalın kesitler üzerinden yürütülen petrografik analizlere yer verilmiş, örnekler elde edilen mikroskop görüntüleri üzerinden karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. X-Işınları Kırınımı (XRD), Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM-EDS) ve Termogravimetrik Analizler (TG-DTA) gibi ileri analiz yöntemleri uluslararası literatür aracılığıyla açıklanmış ve yapılan deney sonuçları çeşitli görseller, grafikler ve çizelgeler aracılığıyla paylaşılmıştır. Laboratuvarda yapılan tuz testleri sonucunda örneklerin içerdiği suda çözünebilir tuzların türleri ve miktarları tespit edilmiştir. Analiz çalışmaları sonucu elde edilen tüm veriler son bölümde karşılaştırmalı olarak incelenmiş, malzeme ve duvar yapım sistemi arasındaki ilişki bağlamında değerlendirilmiştir. Beşinci bölüm Meryemlik'te çalışılan sarnıçlarda görülen bozulma nedenlerine değinmekte ve bu sorunlara yönelik koruma önerilerini içermektedir. Alan çalışmasında yapılan gözlemler sonucunda bozulma nedenleri tespit edilmiş ve yapıların karşılaştığı bozulma türleri strüktürel bozulmalar, malzeme bozulmaları ve insan kaynaklı bozulmalar başlıkları altında incelenmiştir. Yapılara yönelik koruma önerileri malzeme ve yüzey temizliği, sağlamlaştırma, bütünleme, harç ve sıvaların onarımı ve bakım şeklinde belirtilmiş, seçilen onarım yöntemleri için literatürde geçen uygulamalardan yararlanılmıştır. Altıncı bölüm çalışmaya dair değerlendirme ve sonuçtan oluşmaktadır. Bu bölümde arkelojik alanlarda koruma çalışmalarının doğru uygulanabilmesi için yapıların yapım tekniği ve malzeme özelliklerinin iyi bir şekilde analiz edilmesi gerektiği yeniden vurgulanmıştır. Tez kapsamında Geç Antik dönemde önemli bir hac merkezi olan Meryemlik'teki sarnıçlar bu iki ana eksende değerlendirilmiş, bu amaçla alan çalışması esnasında yürütülen belgeleme çalışmalarının devamında çeşitli basit ve ileri analiz çalışmalarının gerçekleştirildiğinden bahsedilmiştir. Sarnıçlarda çeşitli bozulma türlerinin görüldüğünden ve bunlara yönelik farklı koruma önerilerinin geliştirildiğinden söz edilmiştir. Bununla birlikte bölgenin bütüncül bir şekilde korunabilmesi ve külürel mirasın daha iyi yönetilebilmesi için sit alanına yönelik öneriler sunulmuştur.
-
Öge1865 Hocapaşa yangını sonrası Piyer Loti-Peykhane caddeleri ve çevresinin gelişimi ve koruma-sergileme önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Saka, Cansu ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 725691 ; Restorasyon Bilim Dalı1865 Hocapaşa yangını Tarihi Yarımada'nın büyük bir kısmını harap etmiş, yangın sonrası yeniden düzenlemeler sonucunda kent dokusu değişmiş ve yeni akslar ortaya çıkmıştır. Hocapaşa yangın bölgesinde yer alan çalışma alanı, iki önemli aks olan Piyer Loti-Peykhane Caddelerini ve kesişiminde kalan bölgeyi kapsamaktadır. Günümüzde, konum olarak önemli bir kentsel boşluk olan Sultanahmet Meydanı çeperinde olmasına rağmen tarihsel önemi fark edilmemektedir. Piyer Loti-Peykhane Caddelerinin niteliğinin yansıtılması için yangın sonrası değişen kent dokusu, dönemin modern imar uygulamaları kapsamında incelenerek alanın kültürel değerlerinin topluma sunulmasına yönelik çalışmalar yapılması gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nda, 19. Yüzyıl'ın ikinci yarısına kadar yangın sonrası yeniden düzenlemelerde yerleşim dokusu ve sokaklar korunmuştur. Ancak Tanzimat Dönemi'nde çeşitli nizamnamelerle kentin sokak örüntüleri Batılı kentlere öykünerek değiştirilmeye çalışılmıştır. 1848-1882 yılları arasında çıkan altı adet Ebniye Nizamnamesi'nde yerleşim dokusu, sokak genişlikleri ve yapı inşa teknikleri belirlenmiştir. Nizamanmelerde, İstanbul'un Avrupa başkentleri gibi birbirini dik kesen geniş ve ferah sokaklara sahip olması amaçlanmaktadır. Harap olan yangın bölgeleri nizamnamelerin uygulanabileceği alanlar olarak görülmüş ve Osmanlı Dönemi modern imar uygulamalarına ev sahipliği yapmıştır. Bu bağlamda Hocapaşa yangını sonrası ilk kapsamlı uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Kentsel dokunun değişimi yangın öncesi ve sonrasına tarihlenen haritalardan görülmektedir. Tez kapsamında, yeniden düzenlemelerin saptanması amacıyla eski haritalar dijital ortamda sayısallaştırılarak karşılaştırılmıştır. Çalışma alanının büyük bir bölümünde çıkmaz sokakların kaldırıldığı, yeni yol akslarının oluştuğu ve sokak genişliklerinin nizamnamelere göre düzenlendiği görülmektedir. Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi'nin batısında ahşap yapıların çoğunlukta olduğu organik yerleşim dokusu, Divanyolu Caddesi'nin güneyinde ise kagir yapıların çoğunlukta olduğu ızgara yerleşim dokusu belirginleşmiştir. Izgara dokuyu kavisli geometrisiyle kesen Piyer Loti Caddesi, nizamnamelere uygun genişliği ile diğer caddelerden ayrışmaktadır. Çevresinde bulunan kagir ve bahçeli yapıların yerine günümüzde modern üslupta inşa edilmiş apartmanlar bulunmaktadır. Caddenin niteliği göz önüne alındığında günümüzde olduğu gibi yeni açıldığı dönemde de önemli bir aks olduğu anlaşılmaktadır. Piyer Loti Caddesi'ni kesen diğer aks olan Peykhane Caddesi, Divanyolu Caddesi ve Sultanahmet Meydanı arasında bağlantı kurmaktadır. Yangın öncesine tarihlenen haritalarda izi görülmektedir. Çevresinde günümüze ulaşmış Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi yapıları bulunmaktadır. Çalışma alanının yangın sonrası değişen kentsel dokusu içinde tarihsel süreklilik gösteren tek akstır. 20. Yüzyılın ortalarında konut ihtiyacının artması ile kagir ve ahşap yapı stoğu farklılaşmış ve 4-6 katlı betonarme apartmanlar inşa edilmiştir. Bu değişime rağmen çalışma alanının niteliğini tanımlayan yerleşim dokusu 19. Yüzyılın sonundan itibaren değişmemiştir. Aynı zamanda yapı parsel büyüklükleri ve cephe genişlikleri korunarak günümüze ulaşmıştır. Somut öğelerin yanı sıra süreklilik gösteren sokak isimleri, manzarayı içeren bakı noktaları çalışma alanının tarihsel önemini vurgulamaktadır. Kentsel miras değerinin ortaya çıkarılması ve tanımlanması amacıyla 2011 tarihli Valetta İlkeleri incelenmiş, bu bağlamda ilke ve stratejiler belirlenmiştir. Sultanahmet Meydanı'na sınırı olan çalışma alanı, turizm açısından değerlendirildiğinde de merkezi bir konumda yer almaktadır. Yerli, yabancı turistlere ve İstanbullulara alanın miras değerlerinin sunulmasına yönelik öneri geliştirilmiştir. Müdahale ve koruma projeleri, konumunun potansiyeli değerlendirilerek, mevcut bilgiler ışığında bölgenin tarihi öneminin vurgulanmasını amaçlamaktadır. Piyer Loti- Peykhane Caddeleri ve çevresinin tarihi kimliğini yansıtabilmek ve bütüncül şekilde topluma sunulmasına yardımcı olmak ümit edilmektedir.
-
ÖgeAntalya Gelidonya deniz feneri koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Ünal, Güneş ; Mazlum, Deniz ; 502181205 ; Restorasyon ProgramıBu tez çalışmasında Antalya ili, Kumluca ilçesine bağlı Karaöz Mahallesi'nde, Gelidonya Burnu'nda konumlanan Gelidonya (Taşlıkburnu) Deniz Feneri belgelenmiş ve yapıda belirlenen problemler doğrultusunda koruma önerileri geliştirilmiştir. Fener, Tersane-i Amire gözetimi altında kurulan, Blaise-Jean Marius Michel müdürlüğündeki Fenerler İdare-i Umumiyesi tarafından 1936 yılında inşa edilmiştir. 1855 yılından itibaren hizmet veren Osmanlı Fenerler İdaresi'nce inşa edilen fenerlerle yapım tekniği ve özellikle plan şeması bakımından benzerlik göstermektedir. Günümüzde Gelidonya Deniz Feneri, kullanımındaki değişimlere bağlı olarak müdahaleler görmüş olmasına rağmen mimari özgünlüğünü genel olarak koruyabilmiştir. Antalya Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'ndan edinilen belgeye göre Gelidonya Deniz Feneri, 2010 yılında 2. derece kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Kurumdan öğrenildiği üzere, tescil sonrasındaki kontrollerde fenere yüklenen niteliksiz eklerin kaldırılmasıyla ilgili uyarılarda da bulunulmuştur. Buna rağmen deniz feneri ile ilgili herhangi bir belgeleme veya koruma çalışması yürütülmemiştir. Bu eksikliğin giderilmesi, yapının taşıdığı bilgilerin belgelenmesi ve aktarılması, problemlerin ortaya konması ve gerekli müdahalelerin tanımlanması gerekli görülmüştür. Tez yedi ana bölümden meydana gelmektedir. İlk bölüm olan girişte tezin amacı, çalışmanın kapsamı ve tüm süreçteki araştırma ve belgeleme yöntemlerine değinilmektedir. İkinci bölümde ise tarihteki deniz fenerlerinden Gelidonya Deniz Feneri'ne uzanan süreçte deniz feneri kavramının nasıl değişimler geçirdiği ve süreç içindeki mimari özellikleri ele alınmıştır. Ayrıca dünya genelindeki bu sürecin Türkiye sınırları içindeki gelişimini ve yönetilmesini anlatmanın, Gelidonya Deniz Feneri'nin mimari ve tarihî özelliklerine ışık tutacağı düşünülmektedir. Tezin üçüncü bölümünde, odak konusu Gelidonya Burnu olarak belirlenmiştir. Deniz fenerine de adını veren burnun karada ve denizde nasıl özellikler taşıdığı, deniz fenerinin bu özelliklerin neresinde rol aldığı irdelenmiştir. Günümüzde de Likya Yolu üzerinde konumlanan burnun hem tarihte hem bugün karşılaştığı olaylar, insanlar ve bunlara bağlı olarak yaşadığı değişiklikler ele alınmıştır. Ek olarak Gelidonya Burnu'nun açıklarındaki tarihî gemi batığı nedeniyle, sualtı arkeolojisi açısından da önemli bir lokasyon olduğundan bahsedilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümünde Gelidonya Deniz Feneri hakkındaki bilgi ve bulgularla ilgili açıklamalar yapılmıştır. Fenerin konumu, genel özellikleri, tarihsel süreci ve daha da detaylı olarak mimari özellikleri irdelenmiştir. Teker teker yapıdaki mahaller ve mekânsal özellikleri, cephe özellikleri, strüktürel sistemi ve güncel durumu, mimari elemanların nitelikleri anlatılmıştır. Yapının malzeme tespitleri ve sahip olduğu hasarların belirlenmesi üzerine, analitik rölöveler hazırlanmıştır. Beşinci bölümde yapıdaki tespit edilen izler, benzer tipolojiye sahip fenerlerin belgeleri ve Gelidonya Deniz Feneri sorumlusunun aile fotoğraf arşivinden edinilen veriler doğrultusunda yapının ilk durumu ve geçirdiği değişiklikler tespit edilmiştir. Altıncı bölümde ise deniz fenerinden edinilen tüm bilgiler ve yapılan araştırmalar, tespitler ile bir bütün halinde ele alınarak yapıya uygun işlev ve restorasyon önerileri geliştirilmiştir. Bu karar sürecinde özellikle Likya Yolu yürüyüşçülerine fayda sağlayacak ve sahip olduğundan farklı işlevlerle, günümüze özgün değerlerinin çoğunu koruyarak gelen feneri yormayacak önerilerde bulunulmuştur. Deniz fenerinin ana binası "hostel" olarak, yakınındaki ahır birimi ise internet, elektrik, bilgi gibi hizmetler verecek şekilde ele alınmıştır. Önerilen işlev ve müdahaleler sebepleri, potansiyelleri ve senaryoları ile detaylıca açıklanmıştır. Çalışmanın son bölümü olan yedinci bölümde yapılan tüm bu çalışmalar ve irdelenen başlıklar sentezlenmiş, Gelidonya Deniz Feneri'ne önerilen yeni konaklama işlevi doğrultusunda Likya Yolu, yürüyüşçüleri ve turizm kavramları üzerinden bir öngörüde bulunulmuştur. Fenerin cazibesini artırmadan, yürüyüşçülerin veya yalnızca feneri deneyimlemek isteyen ziyaretçilerin ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmıştır. Kültür rotaları ve duraklarının ele alınması konusunda farklı yöntemler izlenebileceğine vurgu yapılmıştır.
-
ÖgeTürkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı: Kimyahane(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-01-27) Yarlıgaş, Vildan ; Mazlum, Deniz ; 502142204 ; Restorasyon ; RestorationTürkiye'de taşınabilir kültür varlıklarının bilimsel yöntemlerle restorasyon ve konservasyonun yapılması ilk olarak Erken Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir ve bu konudaki araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Osmanlı Devleti döneminde ise Müze-i Hümayûn'da Müze'deki eserlere yapılan onarımları inceleyen hiçbir çalışma bulunmamaktadır. Bu tez erken Cumhuriyet döneminde İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde kurulan ve Türkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı olan Kimyahane'nin kuruluşu, çalışmaları ve kadrosunda barındırdığı uzmanları odak noktasına alarak, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden itibaren bu topraklarda yapılmış ilk taşınabilir eser onarımı tarihini, bu onarımları yapan mekân, kişi ve kurumlar üzerinden ortaya koymayı ve koruma yaklaşımının yıllar içindeki değişimini-gelişimini aktarmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde tezin amacı, kapsamı ve araştırma yöntemlerine yer verilmiş ve büyük oranda arşiv araştırmalarına dayanan tezin ana çalışma kaynakları tanıtılmıştır. Bu kaynaklar özetle İstanbul Arkeoloji Müzeleri arşivi, Koç Üniversitesi, Suna Kıraç Kütüphanesi'nde bulunan Hadi Tamer Belgeleri Koleksiyonu, Boğaziçi Üniversitesi'nde bulunan Aziz Ogan Koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllıkları, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde Asurolog olarak çalışmış Fritz Rudolf Kraus'un "Dreizehn Jahre Istanbul (1937-1949) Der deutsche Assryriologe Fritz Rudolf Kraus und sein Briefwechsel im türkischen Exil" ismiyle yayımlanmış mektupları, Kimyahane'de çalışmış eski uzmanlar ve ailelerinin arşivleri ile Berlin Devlet Müzeleri Merkez Arşivi'dir. Tezin ikinci bölümünde Müze-i Hümayûn'daki ilk restorasyon faaliyetleri incelenmiş, restorasyonların nitelikleri Satrap Lahdi onarımı üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca arşiv belgelerine dayanarak onarımların yapıldığı ilk mekânlar ve onarımları gerçekleştiren kişiler ortaya konmuştur. Onarımlarla ilgili olarak Sanâyi-i Nefîse Mektebi ile Müze-i Hümayûn işbirliği anlaşılmaya çalışılmıştır. Müzenin ilk onarımlarını gerçekleştiren Heykel Atölyesi'nin çalışmaları ve uzmanları tanıtıldıktan sonra Mimarlık Atölyesi ile ilgili bilgiler verilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı olan Kimyahane'nin kurulduğu dönemde devletin kültür ve eğitim politikası mercek altına alınmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için Erken Cumhuriyet döneminde kültür ve eğitim politikalarını etkileyen iki önemli olay olarak Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşu ve Atatürk'ün Üniversite Devrimi incelenmiş, devletin kültür politikasının bir ürünü olarak Kimyahane'nin kuruluşuna giden süreç aktarılmıştır. Bunun yanında Kimyahane binasının yer seçimi ve mimari özellikleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Kimyahane'nin kuruluş döneminde yöntem ve cihazlarda baskın etkisi olan Alman ekolü ile Friedrich Rathgen ve onun kurduğu Berlin Kraliyet Müzeleri Laboratuvarı'na yönelik bilgiler bu bölümde verilmiş, Kimyahane ile Berlin Kraliyet Müzeleri Laboratuvarı arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışılmıştır. Kimyahane'nin yürüttüğü konservasyon çalışmaları, laboratuvarda hâkim olan çalışma yaklaşımı ve bünyesinde barındırdığı uzmanlar tezin dördüncü bölümünde yer almaktadır. Kimyahane'nin kuruluşunda büyük etkisi olduğu düşünülen İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çivi Yazılı Kil Tablet Koleksiyonu'nda bulunan tabletlere uygulanan restorasyon ve konservasyon yöntemleri bu bölümde anlatılmaktadır. Kimyahane'nin ilk konservatörü Kimyager Nurettin Akbulut ve Kimya Yüksek Mühendisi Hadi Tamer ile ayrıntılı bilgilere bu bölümde yer verilmektedir. Bu bölümde son olarak Kimyahane'nin İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden ayrılmasına yönelik girişimler aktarılmış, Kimyahane'nin son dönemleri ile ardılı olan İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı'nın kuruluşuyla ilgili bilgiler verilmiştir. Tezin sonuç bölümünde öncelikle Müze-i Hümayûn döneminde eserlere yapılan onarımlar kısıtlı bulgular üzerinden değerlendirilmeye ve Sanâyi-i Nefîse Mektebi öğrencileri ile Müze-i Hümayûn'da onarımları gerçekleştiren ekip arasındaki bağlantı anlaşılmaya çalışılmıştır. Sonuç bölümünün devamında İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde tesis edilen Kimyahane'nin kuruluşunda ve ilk kurulduğu dönemde kullandığı yöntemlerde Alman etkisi irdelenmiştir. Ayrıca Kimyahane'de çalışan uzmanların nitelikleri ve eğitimlerine paralel olarak kullanılan yöntem ve benimsenen yaklaşımın zaman içindeki değişimi analiz edilmiştir ve Kimyahane'nin Türkiye'de konservasyon biliminin gelişimine katkıları incelenmiştir. Kimyahane'nin hizmet verdiği dönemden başlayıp günümüze kadar Türkiye'de koruma alanında varlığını sürdüren ve olumlu-olumsuz değişimler gösteren bazı sorunlar üzerinde durulmuş ve bu sorunlara çözümler aranmaya çalışılmış, son olarak da Kimyahane'nin güncel durumu hakkında bilgiler verilmiştir.
-
ÖgeLikya arkeolojik peyzajı: Korumaya bölge ölçeğinde yaklaşmak(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-07) Tekin Bellibaş, Nevin Esin ; Tanyeli, Gülsüm ; 502132201 ; RestorasyonKoruma yaklaşımları, her zaman bütünü ve bağlamı gözeterek biçimlenmelidir. Arkeolojik varlıkların karmaşık ve bazı yönleriyle bilinmeyene dayalı doğaları, onları koruma bakımından anlaşılması, bütünlük ve bağlamlarının çözümlenmesi zor nesneler haline getirmektedir. Çalışma, 21. yüzyılda gelişen güncel koruma söylemlerinin ve peyzaj kavramının geliştirdiği deneyimlerden faydalanarak, öncelikle literatür araştırmaları ile sınırları yaklaşık olarak belirginleştirilen bu kültürel coğrafya tanımlanmış, ardından arkeoloji literatürünün ortaya koyduğu, Paleolitik dönemden Bizans devrine kadar tarihsel derinlik taşıyan Likya Bölgesi'nin arkeolojik varlıklarını bir bütünlük içinde envanterlemiş, arkeolojik peyzaj analizi yöntemi üretmiş ve analizlerle tespit edilen değer ve önemlilikleri plan yapıcılara tercüme edecek bir ifade önerisi geliştirmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan 'Kuramsal Arka Plan', geliştirilen arkeolojik peyzaj yönteminin temel aldığı kavram ve yaklaşımları literatür taramasına dayalı olarak incelemekte ve çalışmanın teorik dayanaklarını netleştirmektedir. Öncelikle 21. yüzyılda gelişen çağdaş koruma anlayışını, bu anlayışın temellendiği kökenleri de irdeleyerek değerler, faydalar, ifadeler bağlamında miras kavramının toplumsal yaşantıdaki yerini araştırarak, çalışmanın neyi, neden, hangi yaklaşımla korumayı hedeflediğinin çerçevesi çizilmiştir. Bu çerçeve, korumanın ilk adımı olarak derinlikli ve bütüncül bir anlama yöntemi ihtiyacı olduğunu göstermiş, kültürel peyzaj teori ve deneyimlerine dayanan bir arkeolojik peyzaj analiz yöntemi geliştirilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Ardından, arkeolojik unsurların değerleri, arkeolojik peyzajlar ve arkeolojik varlıkların bilinmezleri üzerine gelişen fikirler de tartışılarak, bir kültürel peyzaj yaklaşımının arkeolojik varlıkları ele alması halinde nasıl farklılaşması gerektiğinin üzerinde durulmuştur. Sonrasında ise çalışma kapsam, ölçek ve bağlamına uygun olarak kültürel peyzaj kavramının çevresinde gelişen yaklaşımlar, bakış açıları, bazı ulusal yasal çerçeveler, teorik analiz yaklaşımları, farklı hedefler üzerine kurgulanmış geniş alanları konu alan araştırmalar değerlendirilerek, geliştirilen arkeolojik peyzaj yönteminin ölçütlerini belirlemekte yol gösterici, deneyimlere dayalı dersler çıkarılmıştır. Yöntemin uygulanabilirlik sınırları ve koruma alanı ile kurması gereken ilişkinin kriterlerini belirlemek için de, çalışma alanının ve unsurlarının tâbi olduğu ulusal yasal çerçeve irdelenmiş, geliştirilen yöntemin mevcut durum ile nasıl mesnetlenmesi gerektiği tartışılmıştır. Bölüm sonunda, belirlenen kriterlere, coğrafyanın ve arkeolojik malzemenin doğasına göre biçimlenen bir yöntem önerisi geliştirilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümü, yine literatür tabanlı olarak Likya Bölgesi'nin kültürel-tarihsel bağlamını ve temel değerlerini anlamak üzeredir. Likya Bölgesi'nin kültür tarihi ve coğrafyası, arkeolojik devirlerin aktivitelerinin ürettiği bölgeye has tipoloji ve örgütlenmelerinin tanımlanması, geliştirilen olan analiz yönteminin arkeolojik varlıklara dayalı veritabanını kurgulamak konusunda yol gösterici olmuştur. Bölgenin 19. yüzyıldan itibaren gelişen araştırma tarihi, sürmekte olan güncel araştırmalar ve kapsamları incelenerek çalışmanın konusu olan Likya Bölgesi'nin fiziksel, tarihsel ve bilimsel altyapısı tanımlanmıştır. Çalışmanın temel veri kaynağı olarak kullanılmak üzere bölge ile ilgili üretilmiş, 19. yüzyıl başından itibaren kayda girmeye başlamış yüklü miktarda arkeolojik araştırma verisinin mevcut olduğu görülmüştür. Bölümün son kısmında ise, çağdaş deneyimlerin yarattığı değerlere dikkat çekmek, arkeolojik varlıklar ile bölgede süregelen yaşam arasındaki etkileşim arayüzlerini belirlemek ve böylece Teke Yarımadası'nın farklı kültürel miras katmanlarına ilişkin gelecekte ele alınabilecek diğer tamamlayıcı araştırma alanlarına işaret etmek hedeflenmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümü, çalışmanın temel hedefi olan tespit, envanterleme, analiz ve ifade yöntemi olarak belirlenen Likya Arkeolojik Peyzajı'nın bölge varlıklarını ele aldığı bölümdür. Özetle, arkeolojik araştırma literatürü, güncel CBS ve ortofoto verileri, görsel bilgiler, alan araştırmaları, tescil ve plan bilgileri gibi, bölgeye dair bilgi üretmiş tüm kaynakların tanımlanması ile sürece başlanmıştır. Bu süreçteki araştırmanın yöntemi, elde edilen bulgu ve verilerin içerik ve tipolojilerine göre çalışma süreci boyunca revize edilerek yerleştirilmiştir. Envanter yapısı, veri kaynaklarından sistematik olarak üretilebilen niteliksel veya niceliksel bilgi türlerinin tanımlanması üzerine kurulmuş, CBS altyapısı ile alanlara ilişkin niteliksel arkeolojik bilgiler ve niceliksel bilgi sınıflarının coğrafyayla ilişkilerini bir araya getiren bir arkeolojik alan envanteri geliştirilmiştir. Bölgenin arkeolojik araştırma seviyesinin derinliği de göz önünde bulundurularak, envanter belirli bir veri doygunluğuna ulaşılana kadar genişletilmiştir. Arkeolojik anlatılardan edinilen bilgilerin geliştirilen yöntem üzerinden değerlendirilmesi, bölgede yer almış tarihsel-kültürel aktivitelere dayalı olarak, dönem karakteristikleri, doku alanları ve döneme dair özelleşmiş yer, anıt ve sitleri tespit etmeyi mümkün kılmıştır, arkeolojik varlıkların taşıdığı kültürel-tarihsel önemlilikler belirlenmiştir.. Önemliliklerin bir kompozit harita formunda görselleştirilmesi ve veritabanı üzerinden yansıtılması ise peyzaj analizlerinin bulgularının idari süreçlere yansıtılmasının yöntemi olarak önerilmiştir. Bölüm içerisinde bu yöntem önerisinin uygulama adımları gerekçelendirilerek tanımlanmaktadır. Beşinci bölüm, öncelikle çalışmaya konu olan coğrafyadaki planlama süreçlerini ele alarak, coğrafyanın kalkınması için belirlenen senaryoları araştırmıştır. Ulusal ölçekten bölge ölçeğine kadar üretilen çeşitli stratejik ve mekansal planlar, plan hedefleri, gelişme eksenleri ve bu eksenlerin Teke Yarımadası'na hangi aktivitelerle yansıyacağını anlamak üzere karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır. Envanter araştırması sürecinde araştırmacılar ya da tescilden sorumlu birimler tarafından ifade edilen insan kaynaklı sorunlar da kategorize edilerek bu sorunların çalışma alanına dağılımı irdelenmiştir. Böylece dördüncü bölüm kapsamında ortaya konan envanter bilgileri ve önemlilikler, coğrafyanın gelişim süreçleri ve güncel yaşantısının ürettiği bozulmalarla karşılaştırılabilmiştir. Bölgesel değerlendirmenin bir sonraki adımı olarak da, kültürel-tarihsel katmanlaşmaların ürettiği değerlerlerin oluşturduğu kompozisyonlara bağlı olarak alt peyzaj idari bölgeleri önerileri geliştirilmiş, bu alt peyzaj idari bölgelerinin farklı niteliklere sahip üç tanesi incelenerek analiz ve envanter verilerinin planlama süreçleri ile bir araya getirilerek değerlendirmesinin örnekleri çalışılmıştır. Alt peyzaj idari bölgelerine yönelik olarak tarihsel değerler, güncel anlam ve etkileşim alanları, araştırma durumu ve potansiyeli, korunma potansiyeli ve koruma sorunları araştırılmış, ardından bu bulguların Çevre Düzeni Planları kararları ile etkileşimleri üzerinden planlama önerileri ve alt peyzaj alanının ortaya koyduğu niteliklere uygun ilkesel öneriler belirlenmiştir. Çalışmanın altıncı ve son bölümü, araştırmanın yöntem ve bulgularının tartışıldığı bölümdür. Çalışmanın hemen her bölümün kendi iç değerlendirmesi olmakla birlikte, bu bölümde genel anlamda çalışmanın hedefleri ile tutarlı olarak elde edilen sonuçlar değerlendirilmiş, böylece çalışmada önerilen yöntemin geçerliliği ve işlerliği, çalışma bulgularının kullanım alanları üzerine çıkarımlarda bulunulmuştur. Bölgesel bir yaklaşımın faydalarını ve kullanım alanlarını değerlendirmek üzere, Likya Arkeolojik Peyzajı bir yöntem önerisi, bir bölgesel bilgi katmanı, bir koruma ve yönetim aracı, ve uyarlanabilir bir model olarak farklı yönleri ile tartışılmıştır. Çalışmanın diğer çıktıları olarak, arkeolojik mirasın korunması ile ilgili değerlendirme ve öneriler, bu alanlarda ihtiyaç duyulan diğer çalışmalar ve araştırma alanları gibi konuların da üzerinde durulmuştur.
-
ÖgeBirgi zeytinyağı fabrikası yerleşkesi koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-09) Demirbaşoğlu, Selin ; Tanyeli, Gülsüm ; 502181213 ; RestorasyonBu yüksek lisans tezi kapsamında İzmir ili Ödemiş İlçesi Birgi Mahallesi' nde 379 ada 90 ve 91 parselde bulunan yapılar çalışılmıştır. Bu doğrultuda, özel mülkiyete ve hazine arazisine ait iki farklı nitelikte parsellerde bulunmaları ve farklı dönemlerde inşa edilmelerine rağmen, yerleşkenin bir endüstri mirası niteliği taşıdığı bilinci ve bütüncül koruma yaklaşımıyla alandaki tüm yapıların mevcut durumları çizim ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Endüstri mirası yerleşkesinin belgelenmesi ve korunması öncelikli hedef olmakla beraber, yakın çevresinde bulunan ve Birgi Koruma Amaçlı İmar Planı'nda iki parselin birlikte değerlendirilmiş olması nedeniyle tavuk çiftlikleri de belgelenmiştir. Tezin metin kısmı, Giriş, Zeytinyağı Üretimi, Fabrikalar, Yağhaneler ve Sergileme Mekanları, Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi' nin Bulunduğu Konum, Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi ve Sonuç olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tezin amacı, yöntemi ve kapsamı açıklanmıştır. Tez kapsamında, endüstri mirası niteliğindeki bu yerleşkenin fotoğraflar ve çizimler ile belgelenmesi ve korunması hedeflenmiştir. Bu doğrultuda yapılan tüm saha çalışmaları ve elde edilen verilerin işlenmesi esnasında kullanılan araç ve teknikler açıklanmıştır. Zeytinyağı Üretimi, Fabrikalar, Yağhaneler ve Sergileme Mekanları bölümünde, kültür bitkisi zeytinin yayılımı, Türkiye'nin zeytincilikteki konumu, Birgi Zeytinyağı Fabrikası'nın bulunduğu İzmir ilinin 20. yüzyıl itibariyle zeytinlikleri, zeytin ağacı sayısı ve zeytinyağı üretimi kapasitesi ve zeytincilikteki konumu, 20. yüzyıl itibariyle Türkiye'deki zeytincilik faaliyetlerini düzenleyen yasalar ve kurumlar, İzmir' de geleneksel yöntemlerle üretim yapmış bazı yağhane ve fabrikalar, Batı Anadolu' da bulunan farklı niteliklerdeki zeytinyağı üretim ve sergileme mekanları açıklanmıştır. Araştırılan üretim ve sergileme mekanları, Birgi Zeytinyağı Fabrikası' nın restitüsyon çalışmalarında önemli rol oynamıştır. Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi' nin Bulunduğu Konum bölümünde, yerleşkenin bulunduğu konum ve yakın çevresi, bulunduğu tarihi dokudaki koruma çalışmaları ve yerleşkenin bu çalışmalardaki kültür ve endüstri mirası değeri incelenmiştir. Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi bölümünde, belgeleme çalışmaları kapsamında yapılan çizimler ve fotoğraflar detaylı biçimde açıklanmıştır. Bu doğrultuda, tez kapsamında Birgi Zeytinyağı Fabrikası ve işçi konutu için hazırlanan analitik rölöve, restitüsyon ve restorasyon, tavuk çiftliklerinin ise yaklaşık rölöve planları çizilmiştir. Yapılan araştırmalar neticesinde, fabrikada kullanılan zeytinyağı üretim tekniklerinin değişimine paralel olarak mekânsal ihtiyaçların da değiştiği anlaşılmıştır. Yerleşke ve yapıların yeniden kullanımına yönelik alınan kararlarda, yerleşim yerindeki siluetiyle yerel halkın görsel ve düdük sesiyle işitsel belleğinde yer edinmiş olması ve uluslararası örgütlerin tanımları ve hedefleri doğrultusunda, yerel halka ve ziyaretçilere, açık ve kapalı mekanlarıyla hizmet edecek bir yerleşkeye dönüştürülmesi ve halka geri kazandırılması hedeflenmiştir. Yerleşkenin, yapıların ve açık alanların kapasitesi göz önünde bulundurularak, Birgi Zeytinyağı Fabrikası için "Tadım Atölyesi", işçi konutu için "Butik Otel" ve tavuk çiftlikleri için yerleşkeye hizmet edecek ikincil yapılar olması önerilmiştir. Sonuç bölümünde, yerleşkenin sahip olduğu kültür ve endüstri mirası değeri doğrultusunda korunmasının önemi açıklanmıştır.
-
ÖgeKurtuluş (Tatavla) semti kentsel koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-15) Artuç, Çağlasu ; Salman, Sakine Yıldız ; 502171203 ; RestorasyonTarihi birçok doku ve değer ile günümüze ulaşan İstanbul'da, yaşanmış her olayın kentsel dokuda bir ize dönüşmesi zamanla katmanlaşmaya neden olmuştur. Tüm katmanları ile günümüze ulaşan İstanbul'daki birçok tarihi semt gibi Kurtuluş (Tatavla) Semti de zamanla kazandıkları yanında değişme ve dönüşme baskısı ile kentsel dokuya zarar veren müdahaleler, ekler ve niteliksiz yapılaşmadan da etkilenmiştir. Kökleri çok eskiye dayanan ve günümüzde değişim baskısı altında olan Kurtuluş (Tatavla) Semti, bir önlem alınmazsa geçirdiği dönüşüm ile sahip olduğu değerlerle ilişkili 19. ve 20. yüzyıllara ait kentsel, tarihsel, sosyal ve kültürel dokuyu kaybetme riski altındadır. Tatavla günümüzdeki adı ile Kurtuluş; Bomonti, Osmanbey, Nişantaşı, Harbiye, Elmadağ, Dolapdere, Beyoğlu, Kasımpaşa, Feriköy Semtleri ve tarihi mezarlıklar ile çevrelenmiştir. İstanbul'un merkezinde, tarihi Kanuni Sultan Süleyman dönemine dayanan, bütün milletlerin bir arada yaşadığı kozmopolit İstanbul'da sadece Rum-Ortodoks halkın yaşamasına izin verildiği özerk bir bölge olarak kendine ait gelenekleri, kültürleri hatta 500 yıllık bir karnavalı olan bir semttir. Atların otlak ve barınma yeri olarak kullanılan Tatavla Semti'ne ilk yerleşim Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde başlamıştır. İlk yerleşenler ise Kaptan-ı Derya olarak görev alan Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa'nın Ege, Akdeniz, İyonya Adaları ve Mora Yarımadası'na düzenledikleri deniz seferleri sırasında Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırmak için esir alınan gemicilikte, denizcilikte yetenekli savaş tutsakları ve kölelerdir. Bu semtin zamanla başarıları ile özgürleşen halkı, Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa gibi önemli Kaptan-ı Deryaların himayesi ve teşviki ile gelişmeyi sürdürmüştür. Zamanla gelişen semt, Padişah III. Selim'in 1793 yılındaki bir fermanı sayesinde İstanbul'da farklı semtlerde beraber yaşayan Müslüman, Süryani, Ermeni ve Yahudilerin semte girişini yasaklamakla kalmayıp, bu duruma Protestan ve Katolik mezhebine bağlı olan Avrupalı Hristiyanları (Frenk) bile dahil edip Rum-Ortodoks olmayan birinin yerleşmesini engelleyerek hem köken hem de din ile bağlantılı çok özel bir alan oluşturulmuştur. 19. yüzyılda meydana gelen 1821 tarihli Mora İsyanı semtin Kaptan Paşaların himayesini kaybetmesi ile 1854-1855 tarihli Kırım Savaşı ise Çarlık Rusyası'nın bu himayeliği üstlenmesi ile sonuçlanmıştır. 1831 Pera Yangını, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1870 Büyük Pera Yangını gibi önemli olaylar ve afetler Kaptan-ı Deryaların korumasının kaybedilmesi ile birleşince 1793 yılındaki fermanın geçersiz olmasına sebep olmuştur. Bu duruma, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra semtin yakın çevresinde Sinemköy, Pangaltı, Harbiye, Feriköy, Bomonti ve Nişantaşı gibi önemli semtlerin oluşması da eklenince semtin hem kentsel gelişimi hızlanmış hem de farklı etnik kökene sahip Ermenilerin, Rumların ve Levantenlerin semte yerleşmesine neden olmuştur. Tatavla, 20. yüzyıla sahip olduğu özerk ve özgür bir ortam sayesinde İstanbul'un diğer semtleri arasında Pera'dan sonra en fazla Rum kökenli halkın yaşadığı semt olarak girmiştir. Tersanelilerin yaşadığı yoksul köy; kiliseleri, ayazmaları, mezarları, okulları, tiyatroları, hayır dernekleri, spor kulüpleri, hamamı, kökeni Venedik ve Rio karnavalına dayanan yurt dışında dahi ünlü olan karnavalı, panayırları, meyhaneleri, tavernaları, önemli meslek erbabı insanları ile "Küçük Atina" olarak da isimlendirilmiştir. Bu süreçte Tatavla; kentsel, kültürel ve sosyal birikimini artırarak Pera'dan sonra ünlü olmasının hakkını vermiştir. Tramvay hattının son durağı olarak gelişen ünlü Kurtuluş (Tatavla) Caddesi, üzerinde yükselen evler ile zamanla Beyoğlu Caddesi gibi bir siluete sahip olmuştur. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Tatavla zorunlu göçe dahil edilmeyen yerler arasına girerek önemini tekrar ortaya koymuştur. Mübadele ile göç eden Rumların Yunanistan'da çektiği sıkıntılar da öğrenildikçe Tatavla İstanbul'un birçok semtinde yaşayan Rum ailelerin güvende yaşamak için göç ettiği bir semt konumuna gelmiştir. Tüm bu nüfus artışı sadece kültürü etkilememiş birçok tarihi binanın inşa edilmesini sağlamıştır. Ancak 21 Ocak 1929 gecesi yaşanan 212 evin, 17 dükkanın ve 1 eczanenin kül olduğu Büyük Tatavla Yangını ise sadece büyük maddi kayıplar verilmesi ile sonuçlanmamış, kent dokusunun değişimine de neden olmuştur. Yurt içi ve yurt dışında yayınlanan birçok gazetede gün gün takip edilen 1929 Büyük Tatavla Yangını sadece eski tarihi doku yerine tamamen farklı bir kent dokusunun ortaya çıkmasına sebep olmamış, yüzyıllardır kullanılan "Tatavla" isminin "Kurtuluş" olarak değiştirilmesine de etken olmuştur. 1939-1945 II. Dünya Savaşı'nın etkileri ile ortaya çıkan 1941 Yirmi Kur'a Nafia Askerleri ve 1942 Varlık Vergisi olaylarına, Kıbrıs Sorunu'nun tetiklediği 1955 6-7 Eylül Olayları ve 1964 Zorunlu Mübadele de eklenince Rum halkın göç etmesi semtin kimlik erozyonu yaşamasına neden olmuştur. Boş kalan yerlerin ise Anadolu'dan alınan iç göçler ile dolması, 20. yüzyılın başında sahip olduğu sosyal, kültürel ve kentsel yaşantısından elde ettiği, doğal bir zenginlik olan "özerk kozmopolit yapısını" kaybetmesine sebep olmuştur. 1980 ve 1990 döneminde ise iş bulma umudu ile doğudan batıya göç eden insanlar yakın çevrelerini ve akrabalarını da yanlarına alarak semte yerleşmeye devam etmişlerdir. 2000'li yıllarda ise bu göç, dış ülkelerde yaşanan savaşlar ve ülkelerin ekonomik durumları nedeni ile uluslararası bir boyuta ulaşmıştır. Semtin tarih boyunca birçok afet yaşaması ve Cumhuriyet Dönemi sonrasında yaşanan kontrolsüz göç sebebiyle artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için apartmanlaşmanın hızlanması tarihsel ve kültürel birikimin yok olmaya başlamasına sebep olmuştur. Bu tez; Osmanlı'dan günümüze kadar uzanan tarih boyunca yaşanan kentsel, kültürel, siyasal, sosyal etkileri ve meydana gelen doğal afetleri tarihi belgelere dayandırarak semtin zaman içindeki kentsel değişimini ve tarihsel-kültürel tüm değerlerini inceleyip, günümüze ulaşmayı başarmış tüm tarihi yapıların envanter listesini oluşturarak yapılan analizler sonucunda bu tarihi semti gelecek kuşaklara aktararak kalkınmasını sağlayacak kentsel koruma projesini oluşturmayı hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda tez altı bölümden olmuştur. Tezin birinci bölümü olan Giriş bölümünde tezin konusu, amacı, kapsamı ve uygulanan yöntemler anlatılmıştır. Semtin kültürel, siyasal, sosyal ve fiziksel değişimini ve tarihini detaylı olarak birçok basılı kaynak, tarihi haritalar ve arşiv belgeleri ile kronolojik bir düzende anlatan tezin ikinci bölümü ise üç kısma bölünmüştür. Bu üç bölümde semtin 19. yüzyıla kadar, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda geçirdiği kentsel gelişim ve değişim anlatılmıştır. Bu bölümde, semtin iki döneminin olduğu ve bu iki dönemi yansıtan farklı kent dokularının oluştuğu anlaşılmıştır. Tezin üçüncü kısmında, 19. yüzyıl sonu ve Cumhuriyet Dönemi kent dokusunu yansıtan çalışma sınırı içinde yapılan saha çalışmaları sonrasında mevcut durumunu anlatmak ve bozulmaları belirlemek için hazırlanan analizler, grafikler, tablolar ve fotoğraflar kullanılmıştır. Tüm bu süreçte alanda bulunan kültür varlığı yapılar tespit edilmiş olup bu yapılar için detaylı envanter listesi oluşturulmuştur. Tezin dördündü kısmı olan sentez bölümünde, alanda bulunan tüm bozulma tehditlerini belirleyerek öne çıkarmak için yapılan tüm fiziksel analizler ve sayısal veriler aynı anda değerlendirilmiştir. Tezin beşinci kısmı olan öneriler bölümünde, sentez çalışmasından elde edilen veriler, fiziksel analizler ve tarihsel araştırmalar göz önüne alınarak Kurtuluş (Tatavla) Semti için yapısal, kullanım durumu ve dijitalleşme önerileri hazırlanmıştır. Tezin sonuç bölümü olan altıncı bölümde, Kurtuluş (Tatavla) Semti Kentsel Koruma Projesi'nin bütüncül koruma ilkeleri ile sağlıklaştırma, sürekli kullanım ile canlandırılma ve teknolojiye adapte edilerek geleceğe aktarma prensipleri ile hazırlandığı açıklanmıştır.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul'unda tarihî camilerin ihyası, örnekler ve arşiv belgeleri üzerinden bir tespit ve araştırma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-25) Çiçek Ünal, Özlem ; Mazlum, Deniz ; 502082207 ; Restorasyon ; Restoration19. yüzyılda İstanbul'da çok sayıda tarihî cami ve mescit; yaşanan yangınlar, 1894 depremi, bakımsızlık ve imar faaliyetleri gibi nedenlerle kullanılamaz duruma gelmiş ve yeniden inşa/ ihya edilmiştir. O dönemde imparatorluğun Batı ile gelişen ilişkileri, değişen mimari beğeniler, yaşanan maddi sorunlar ve İstanbul'da yaşanan değişim ve dönüşümler yeniden inşa faaliyetlerinin ölçek ve niteliğini etkilemiştir. İstanbul'un artan nüfusu ile orantılı fiziki büyümesi imar hareketlerini beraberinde getirmiş; yeni ulaşım ağları, rıhtımlar, meydanlar gibi düzenlemeler hız kazanmıştır. Üst üste yaşanan yangınlar, pek çok kayba neden olmanın yanında, sonrasında getirilen yeni düzenlemelerle Batılı bir kent görünümüne kavuşmak için fırsat sunmuştur. Yangınlar ve 1894 depremi sonrası pek çok yapının aynı anda hasar görmesi, gerekli onarımların ve inşaatların yapılabilmesi için kaynak bulunmasını güçleştirmiş ve kimi durumlarda yapıların ayakta tutulabilmesi için gerekli olan müdahaleler gecikmiştir. Osmanlı arşivinde bulunan; yangınlar sonrasında hasarlı yapılar ve bağlı bulundukları vakıfların maddi durumları hakkında hazırlanmış defterler yaşanan sorunları ortaya koymaktadır. Vakıf yapısı olan tarihî cami ve mescitler, vakıfların yönetimindeki bozulma ve suistimaller neticesinde düzenli bakım ve onarımları için gereken ödeneklerden mahrum kalmış; yangın ve deprem gibi ani hasarların yanında kimi zaman geçen zaman içinde gelişen hasarların onarım bedellerini de karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bu durumun önüne geçebilmek için vakıf yönetimleri ve bütçelerini tek bir çatı altına toplamak için idari adımlar atılsa da yaşanan maddi sorunların önüne geçmek kolay olmamıştır. Sonuç olarak kentteki tarihî cami ve mescitler hem bağlı oldukları vakıfların sorunları hem de içinde bulundukları kentte yaşanan afetler ve değişimler neticesinde ayakta tutulamayarak ihya edilmişlerdir. Tez kapsamında yapılan ve selâtin camilerini kapsam dışında bırakan araştırma, 1780-1920 zaman aralığında İstanbul'da 153 cami ve mescidin çeşitli nedenlerle kısmi ya da bütüncül olarak yeniden inşa edildiğini ortaya koymuştur. Gerçekleşen bu ihyalarda yapıların tarihî kimlikleri değil vakıf kimlikleri önde tutulmuştur. Genel olarak ihyalarda amaçlanan hedef vakfedilen işlevi uzun süre yerine getirebilecek sağlam bir yapı elde etmektir. 19. yüzyılda Batı'da gelişen anıt eser ve koruma kavramları Osmanlı'da gecikmeli olarak yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında tartışılmaya başlanmıştır. Batının etkisiyle antik eserler üzerinde oluşan ilk ilgi zaman içinde daha geç dönem eserlerine kaymıştır. Çoğu vakıf yapısı olan, anıt niteliğindeki eski eserlerin onarımları yaşanan afetler nedeniyle 19. yüzyılda da gerçekleştirilmiş; önemli eserlerin uygulamalarında dönemin genel pratiklerine uygun olarak yabancı ya da yurt dışında eğitim almış mimarlar ağırlıklı olarak görevlendirilmiştir. Yapılan yasal düzenlemelerle onarımların uzman kişilerce ve denetim altında yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Osmanlı arşiv belgeleri; gerçekleştirilen ihyaların nedenleri, ihya kararının alınması, yapıları ihya ettiren kurum ve kişiler, ihya bedellerinin belirlenmesi ve karşılanması, ihya uygulamalarında izlenen süreç ve ihyalarda kullanılan yeni mimari üsluplar konusunda bilgi vermektedir. Yapıların ihyasında yukarıda sıralanan konular her yapının kendi koşulları ve hasar durumu özelinde değişebilmektedir. Yapılar kimi zaman kısmen ayakta tutularak, kullanılabilir durumdaki mevcut malzemesi ile ihya edilirken kimi zaman ise ihya edilecek yapı tamamen ortadan kalktığı için yeni baştan bir yapı inşa edilmektedir. Yapıların ihyasında bunun gibi değişkenlik gösteren durumları ortaya koyan örnekler tez çalışması içinde detaylı olarak aktarılmıştır. Kelime olarak "yeniden canlandırma" ve "diriltme" anlamına gelen "ihya" koruma biliminde rekonstrüksiyon (yeniden yapım) eylemine karşılık gelmektedir. 19. yüzyılda gerçekleştirilen ihyaların amacı yapıyı yaşatmaktan çok vakfedilen işlevi ve vakfedenin adını yaşatmaktır. Bu nedenle yapı tamamen değişse bile adı ve işlevi değişmemektedir. Cami ve mescitlerin, kendi arsalarında yeniden inşa edilmiş olmaları nedeniyle, konumları sabit kalmakta böylece kent tarihinde değişmeyen noktalar olarak günümüze ulaşmaktadırlar. Her ne kadar ihyalarda zamanın ihtiyaç ve yönelimlerine göre; üslup, malzeme, teknik ve ek işlevler değişebilse de yapının adı, işlevi ve konumu korunarak vakıf hizmeti yeniden canlandırılmakta ve devam ettirilmektedir. Rekonstrüksiyon koruma alanında tartışılmaya başlandığı günden itibaren belli sınırlar ve kurallar koyulmaya çalışılan bir uygulamadır. Çoğu zaman maksadını aşan bu uygulama; özellikle ani eser kayıplarına neden olan savaş ve afet gibi durumlarda, toplumun hafızasının devam edebilmesine ve iyileşmesine yönelik olarak başvurulabilir bir uygulama olarak tanımlanmakta ve sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde koruma için neredeyse bir problem haline gelen rekonstrüksiyon; toplumsal iyileşme ve kültürel devamlılık gibi nedenlerin dışında; eski eser-turizm ilişkisinin getirdiği ekonomik kazanç, yapılaşma kısıtlaması olan tarihî yerleşimlerde inşaat yapma fırsatı ve simge yapıların hizmet edeceği politik çıkarlar gibi motivasyonlarla uygulanabilmekte, hatta kültür varlıklarının kaybını telafi edebilen bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Bu tezin, günümüzde moda bir tabir ve uygulama olan "ihya"nın koruma tarihimizdeki gerçek yerini anlamaya katkıda bulunması ve incelediği örneklere yapılacak olası müdahalelere ışık tutması umulmaktadır.
-
ÖgeÖnleyici koruma ve sürdürülebilirlik bağlamında bir örnek: Hasanpaşa gazhanesi / müze gazhane(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-16) Güneş, Jenisa ; Tanyeli, Gülsüm ; 502181206 ; RestorasyonKültürel mirasın minimum müdahale yoluyla özgünlük ve bütünlük değerleri ile korunmasını ve sürekliliğini sağlayan yöntemleri içeren önleyici koruma, Yakın dönemde koruma alanında yapılan çalışmalarla kültürel mirasın korumasında en yararlı, sürdürülebilir ve kuramsal olarak da en uygun koruma yaklaşımı olduğunun kabul edilmesi ile önem kazanmıştır. Bu çalışma ile kültürel mirasın önleyici korunmasına yönelik planlama ve uygulama sürecinde yaşanan sorunların incelenmesi ve sürdürülebilir bir koruma yaklaşımına rehberlik etmesi amaçlanmaktadır. Restorasyon uygulama süreci sonrası yeniden işlevlendirilerek kent yaşamına kazandırılan Hasanpaşa Gazhane Binaları'nın özgünlük ve bütünlük değerleri ile korunarak geleceğe aktarılması, kent belleği ve teknoloji tarihi açısından sahip olduğu kimliğin kaybolmaması son derece önem taşımaktadır. Çalışma kapsamında literatür araştırması, yerinde inceleme ve görüşmeler sonucunda çeşitli yapı elemanları, malzemeler ve yapım teknikleri ile inşa edilen Hasanpaşa Gazhane Binaları'nın kendine özgü koruma sorunları, bu sorunların önlenmesi için alınabilecek önlemler ve kullanılacak yöntemler belirlenmeye çalışılmış, yapı elemanları ve malzemelerin yaşam döngülerine göre sürdürülebilir ve kuramsal olarak da uygun yöntemler ile koruma sağlayacak önleyici yaklaşımlar geliştirilmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın giriş bölümünde, çalışmanın amacı ortaya koyulmuş, çalışmanın kapsamı ve bu kapsam içinde izlenen yöntem aktarılmıştır. İkinci bölümde, önleyici koruma kavramının tanımı ele alınmış, kavramın tarihsel gelişimi incelenmiş ve günümüz koruma anlayışı içindeki yeri değerlendirilmiştir. Bu bölümde önleyici korumaya yönelik oluşumlar ve yapılan çalışmaların başarısı yapılacak planlama için temel oluşturmak üzere incelenmiştir. Bölüm sonunda endüstriyel miras alanlarındaki önleyici çalışmalara ve bu konuda kuramsal yaklaşımlara yer verilmiştir. Üçüncü bölümde, koruma ve sürdürülebilirlik kavramları arasındaki ilişki incelenerek, kültürel mirasın korunmasında önleyici korumayı içeren yaşam döngüsü odaklı sürdürülebilirlik yaklaşımının önemi vurgulanmış, kültürel mirasın önleyici korunması ve sürdürülebilirliğine yönelik yapılacak planlamanın hazırlık süreci ve aşamaları belirlenmiştir. Bu doğrultuda, sürecin temelini oluşturan aşamalar incelenmiş, planlama için genel bir çerçeve oluşturulmuştur. Dördüncü bölümde, örnek olarak incelenen Hasanpaşa Gazhane Binaları'nın koruma durumları değerlendirilmiş; binaların yapım teknikleri, yapımda ve onarımlarda kullanılan yapı elemanları ve malzemeleri, geçirdiği değişimler, yapılan onarımlar ve karşılaşılan koruma sorunları ayrıntılı olarak incelenmiş ve risk oluşturan etkenler tespit edilmiştir. Tespit edilen risklerin önlenmesi ya da azaltılmasına yönelik denetim, periyodik kontrol ve bakım gibi önleyici koruma yöntemleri ve süreçleri belirlenmeye çalışılmış ve yaşam döngüsü odaklı sürdürülebilirlik yaklaşımına rehberlik edecek öneriler geliştirilmiştir. Çalışmanın sonuç bölümünde ise çalışmanın bütünü değerlendirilmiş, Hasanpaşa Gazhane Binaları için sürdürülebilir korumanın sağlanması için planlamanın gerekliliği vurgulanmıştır.
-
Öge11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; RestorasyonKilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.
-
ÖgeSu altı kültür mirasının korunması ve sunumu Çanakkale savaş alanları Tekke Koyu örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-05) Çerik, Erkin Yaşar ; Sayar Kahya, Yegan ; 502181204 ; RestorasyonSu altı kültür mirası iç sularda veya uluslararası sularda bulunan tamamen ya da kısmen su altında yer alan arkeolojik alanları, ören yerlerini, ulaşım araçlarını ve kargolarını kapsamaktadır. İnsanlık tarihi su kenarında şekillendiği için en az karadaki kadar kültür mirası ögesine ve çeşitliliğe sahip olsa da görünürlüğünün ve ulaşılabilirliğinin zorluğu sebebiyle 20. yy'ın ikinci yarısına kadar öncelik görmemiştir. Bu tarihten sonra ise uluslararası alanda İsveç Vasa Savaş Gemisi, ülkemizde ise Uluburun ve Serçe Limanı Cam Batıkları ile su altı kültür mirası dikkat çekmiş ve bilimsel kazı ve kurtarma çalışmaları başlamıştır. Bu operasyonların ilk aşamalarında koruma ilkelerinin, tecrübenin ve teknik ekipmanların ve yöntemlerin eksikliklerinden dolayı pek çok kültür mirası ögesine de zarar verilmiştir. Bu kurtarma çalışmaları için emsal oluşturan örnekler sayesinde bilimsel koruma ilkeleri, belgeleme, koruma yöntemlerine kılavuz oluşturacak koruma tüzükleri ve sözleşmeler ortaya çıkmıştır. Uluslararası alanda 1996 ICOMOS Su Altı Kültür Mirasının Korunması ve Yönetimi İle İlgili Tüzük ve 2001 UNESCO Su Altı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi birer kılavuz oluşturmaktadır. Ülkemizde ise su altı kültür mirası koruma uygulamarı 3386 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu içinde değerlendirilmektedir. Ülkemizde pek çok su altı kültür mirası ögesi ve alanı olmasına rağmen Çanakkale, Gelibolu bu alanlar içinde özel bir yere sahiptir. 1915 Çanakkale Savaşları sırasında Gelibolu Yarımadası'nda yapılan çıkarma harekatları ilk amfibik harekatlardan biri olma özelliğine sahip iken 1. Dünya Savaşı'na ait su altı kültür mirasını Dünya üzerinde bulunduran sayılı alanlardandır. Savaş sırasında batırılmış pek çok savaş gemisi, destek gemisi, çıkarma gemisi ve araçları ve deniz altı su altı kültür mirasını oluşturmaktadır. Ancak bu kültür mirasının önemli bir kısmı ne yazık ki 1923-1970 yılları arasında ülkenin başta çelik olmak üzere hammadde ihtiyacını karşılamak için hurda olarak parçalanarak satılmıştır. Hurdacılık faaliyetleri sırasında pek çok gemi ve diğer kültür mirası ögesi anlaşılamayacak kadar zarar görmüştür. Çıkarma alanlarından biri olan Tekke Koyu da pek çok su altı kültür mirası ögesine sahiptir. Su altında, çıkarmada kullanılan tekneler ve barçlar, yüzer iskele olarak kullanılan gemiler, iskele ayakları ve iskele gövdesini oluşturan taşlar mevcuttur. Kıyıda ise iskele ayakları ve iskele gövdelerini oluşturan taşlar, çıkarmada kullanılan barçlar, tekneler, savaş sırasında kullanılmış varil ve sandıklar mevcuttur. Ancak zaman içerisinde hurdacılık faaliyetlerinden ve doğal etkenlerden zarar görerek anlaşılması güç bir hale gelmişlerdir. Buna rağmen Tekke Koyu'nun Çanakkale Savaşları'na yaptığı tarihi tanıklık, bu tanıklığın yansımaları olan gemi, iskele ve diğer kalıntılarının zarar görmüş de olsa birbirini tamamlar şekilde bütüncül olarak günümüze ulaşmış olması ve hala yerin ruhunu yansıtıyor olması, savaş sonrası el değmemiş durumu gibi pek çok özelliği koruma değerini oluşturmaktadır. Tekke Koyu'nun çıkarma koyu olarak seçilmesinde etkili olan coğrafi özellikler ve günümüzde de alanda okunabilir olmaları, savaş sonrasında el değmemiş doğası, ilk amfibik harekatlardan birine ev sahipliği yapmış olması da kültürel peyzaj değerini oluşturmaktadır. Bu şekilde Tekke Koyu'nun ayrılmaz bir parçası olmuş taşınır ve taşınmaz kültür mirası ögelerinin alanda korunması ve ziyaretçilere sunulması 2008 ICOMOS Quebec Yerin Ruhunun Korunması Deklerasyonu'nda da işaret edildiği üzere yerin ruhunun yansıtılmasında en önemli araç olacaktır. In-situ koruma Tekke Koyu'nun bu özelliklerinden de anlaşılacağı üzere su altı kültür mirasında tarih tanıklığı yaptığı yer bağlamında değerlendirilmelidir. Koyun bütün halde koruma uygulamaları başlamamış olsa da Tekke Koyu'nda bulunan su altı kültür mirasından iki batık gemi Gelibolu Tarihi Su Altı Parkı envanterine dahil edilmiştir. Dolayısıyla koyun su altı turizm faaliyetleri için de büyük bir potansiyeli vardır. Bu nedenle Dünya tarihinde ve ulusal tarihimizde önemli bir yer tutan Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı yerlerden biri olan Tekke Koyu'nun, bu tarihsel geçmişinin günümüze ulaşmış izleriyle ziyaretçilere yerinde aktarılması gerekmektedir. Bu aktarım sırasında ise geleneksel su üstü ve su altı sunum teknikleri yeterli olmayacaktır. Teknolojinin gelişmesi ile çağdaş bir sunum tekniği olarak ortaya çıkan artırılmış gerçeklik uygulamaları ise Tekke Koyu için en uygun sunum yöntemini oluşturacaktır. Artırılmış gerçeklik sunumları ile eser açıklamaları direkt görsel ve yazılı olarak eser üzerine yansıtılabilir, pano vb. fiziksel araçların kullanılmasına gerek kalmayabilir ve bakım maliyetinden sakınılabilir, bütünleme uygulamaları görsel olarak yapılarak fiziki müdahale azaltılabilir, fotoğraf ve videolar eser üzerine çakıştırılarak yerin ruhu en gerçekçi şekilde aktarılabilir, gezi rotası işaretçilere gerek kalmadan alanda gösterilebilir, etkileşimli uygulamalar ile ziyaretçi sunuma dahil edilebilir, sunum kurgusu ile ziyaretçi yoğunluğu azaltılabilir. Su altı ögelerinin sunumunda sözel iletişimin olmaması, batıkların bütün formunun anlaşılamaması, sunum ögelerinin su altında konumlandırılamaması, konumlandırılsa bile görüş mesafesi ile okunurluğunun az olması, rotaların takip edilememesi, yansıtma vb. sunumların yapılamaması gibi engeller de bu sayede aşılmış olacaktır. Bu özellikler ile gerek su altında gerekse su üstünde bulunan parçalanmış ve anlaşılması zor bir hale gelmiş kültür mirası ögelerinin artırılmış gerçeklik ile görsel olarak bütünlenerek ziyaretçiye sunulması kalıntıların bir rehber veya zihinde canlandırma ihtiyacı olmadan anlaşılabilirliğini en etkili şekilde sağlayacaktır. Bunun yanısıra tarihi fotoğrafların ve yeniden üretilmiş görsel veya video sunumların kalıntılar üzerine çakıştırılması ile tekil halde bulunan kültür mirası ögelerinin kullanım amaçları, birbirleriyle ve alanla olan ilişkileri ve 1915 yılında ki durumları en doğru biçimde ziyaretçiye aktarılacaktır. Su altı kültür mirasının başından günümüze oluşum öyküsü ve bu öykü sonucunda Tekke Koyu'nun su altı kültür mirası ögelerinin korunmasının gerekliliği vurgulanmış olup, fotoğraflar ile Tekke Koyu'ndaki su altı kültür mirası envanteri oluşturulmuştur. Tekke Koyu için ÇATAB tarafından hazırlanmış olan 2016-2020 ve 2019-2023 ÇATAB stratejik planı ve 1/25.000 Ölçekli Tarihi Alan Planı tez kapsamında incelenmiştir. Hazırlanan stratejik planlar bir çıkarma sahili olarak tanımlanmış ve koruma altına alınmış olan Tekke Koyu için koruma ve sunum uygulamaları için genel ölçekte bir çerçeve çizse de "Tekke Koyu Çıkarma Alanı Açıkhava Müzesi ve Dalış Noktası" adı altında oluşturulacak ve Seddülbahir Kalesi Morto, Ertuğrul Koyları tematik müzesine dahil edilecek özel bir planlama gereksinimi vardır. Bu açıkhava müzesi ve dalış noktasına halihazırda Tarihi Sualtı Parkı'na dahil edilmiş Maria Delle Vittorie and Vincenzo Florio batıkları dışında kalan batık, iskele ve diğer kalıntıların da dahil edilmesi önerilmektedir. Tekke Koyu'nda bulunan kültür mirası eserleri 1996 ICOMOS Su Altı Kültür Mirasının Korunması ve Yönetimi ile İlgili Tüzük ve 2001 UNESCO Su Altı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi değerlendirilmiş ve koruma maddeleri kapsamında yapılması gereken günümüzdeki uygulamalar ve proje planları önerilmiştir. Aynı zamanda Tekke Koyu'nun modern savaş tarihindeki ilk amfibik harekatlardan olması ve özgün su altı kültür mirası durumu 1994 ICOMOS Nara Özgünlük Belgesi, Çanakkale Savaşı'nın Dünya, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki yeri ve günümüzde de bu değerin alandaki kültür mirası ögeleri üzerinde hala okunabiliyor olması 2008 ICOMOS Quebec Yerin Ruhunun Korunması Deklerasyonu kapsamında değerlendirilmiş olup ziyaretçilere sunulmasında önemi belirtilmiştir. 2008 ICOMOS Kültürel Miras Alanlarının Yorumlanması ve Sunumu tüzüğü Tekke Koyu'nun özgün durumuna uygun sunum yöntemlerinin geliştirilmesi için tez kapsamında incelenmiştir. Tekke Koyu'nun envanterinin artırılmış gerçeklik sunumları ile anlaşılabilirliğinin artırılması, koyda su üstünde ve su altındaki kültür mirası ögelerinin yerin ruhunu yansıtır şekilde in situ korunmasını ve sunumunu sağlaması, minimum zarar ilkesine uygun şekilde en az fiziki bütünleme yapılmasını sağlaması, tarihi fotoğraf, çizim vb. kaynakların kültür mirası ögeleri üzerine çakıştırılması ile özgün bir deneyim sunulması, pano vb. ek fiziksel sunum araçlarına gerek kalmaması, koy içinde yönlendirme işaretçilerine gerek kalmaması, fiziki sunum ve yönlendiricilerin azalması ile koyun özgün halinin korunması, su altını ziyaret edemeyen ziyaretçiler için alan çeperinde ve bakı noktalarında alternatif sunumlar oluşturulması gibi öne çıkan avantajları ile Tekke Koyu için en uygun sunum yöntemi olacağı düşünülmekte, en sağlıklı ve etkili şekilde ziyaretçilere aktarılacağı tezin sonucunu oluşturmaktadır.
-
ÖgeEdremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-05) Ergül, Büşra Özge ; Mazlum, Deniz ; 502181212 ; RestorasyonTezin konusu olan Edremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası; Balıkesir'in Edremit ilçesinde Hekimzade Mahallesi'nde 69 pafta 66 ada 1 ve 2 parsellerinde bulunmaktadır. Çalışma kapsamında tarihî fabrikanın belgelenmesi, tarihiyle ilgili araştırma yapılması, koruma ve restorasyon amaçlı yapılacak müdahalelerin belirlenmesi ve yeni işlev verilerek geleceğe aktarılması amaçlanmıştır. Eski Bayramyeri Caddesi, 292.Sokak, 293.Sokak ve 294.Sokak kesişiminde yer alan avlulu fabrika kompleksi 1904 yılında Rumlar tarafından kurulmuş olup İhsan Eren'in fabrikayı satın aldığı 1919 yılından itibaren aynı aile tarafından işletilmektedir. 1950 senesinde yağhaneye ek yapılarak genişletildiği ve eski bacasının yıkılarak yeniden tuğla baca inşa edildiği anlaşılmıştır. Kurulduğu dönemde buhar enerjisiyle çalışan fabrikada günümüzde Ekim-Ocak ayları arasında kesintisiz (kontinü) sistemle üretim yapılmaktadır. Fabrikanın buhar enerjisiyle çalıştığı döneme ait üretim aletleri günümüze ulaşamamıştır. Yapının belgeleme çalışmasında lazer tarama yöntemiyle günümüzdeki durumu dijitalleştirilmiş, detaylar geleneksel yöntemlerle ölçülerek alınmıştır. Restitüsyon aşamasında yapının geçmişini aydınlatan bilgi ve belgelere ulaşmak amacıyla arşivler, kütüphaneler, müzeler taranmıştır. Bu aşamada Edremit'te bulunan tarihî zeytinyağı fabrikaları incelenerek analoji yapılmıştır. Çalışmanın son aşamasında yapıda uygulanacak müdahaleler belirlenmiş ve yeni işleve karar verilmiştir. Endüstri mirasının yeniden işlevlendirilerek kullanılması ve kente kazandırılması, yörede yaşayan halkın belleğindeki üretim ve bununla ilgili faaliyet ve donanımların da dönüştürülmesine ve bu şekilde geleceğe aktarılmasına hizmet etmelidir. Eski ve yeninin sürdürülebilir nitelikteki birlikteliği geçmişin izlerine saygılı ve günümüz koşullarına uygun olmalıdır. Bu anlayışla yeni işlev verilen Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası'nın Ekim-Ocak aylarında modern sistemle üretim yapması, yılın geri kalan döneminde de faal olarak gastronomi ağırlıklı kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği eğitim fonksiyonu ön planda olan bir müzeye dönüştürülmesi uygun görülmüştür. Bu şekilde fabrika yapısı hem yöre halkının gündelik hayatına eğitim ve kültürel anlamda katkı sağlayacak, hem de gastronomi turizmi anlamında çekici potansiyele sahip olacaktır. Zeytin ve zeytinyağı üretiminde önemli bir merkez olan Edremit'te eğitim ve gastronomi fonksiyonlarını barındıran bir müze fikrinden yola çıkarak hazırlanan Edremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası Koruma Projesi'yle, gerek somut kültürel miras kapsamına giren tarihî zeytinyağı fabrikasının gerek somut olmayan kültürel miras olarak zeytinciliğin yaşatılması hedeflenmektedir.
-
ÖgeTürkiye Taşkömürü Kurumu (TTK), Zonguldak Üzülmez Taşkömürü İşletme Müessesesi (TİM) Asma lojmanları restorasyon projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Kök, Gülce ; Pekmezci Polat, Işıl ; 845869 ; RestorasyonBatı Karadeniz Bölgesi'nde yer alan Zonguldak ili, buharlı makinelerin kullanımının başlamasıyla oluşan taşkömürü ihtiyacı sonucunda 1848 yılında bir maden kenti haline gelmiş ve bunu takip eden senelerde maden işletmeciliğine bağlı olarak kentte yerleşim artmıştır. 1882 senesinde kömür satışının piyasaya satışının serbest olmasıyla birlikte havzada yabancı sermayenin etkisi büyük oranda görülmüştür. 1935-1940 tarihleri arasında ise maden havzası millileştirilmiştir. Bu tez çalışmasının konusu olan Üzülmez Taşkömürü İşletme Müessesesi Asma Lojmanları, Zonguldak İli, Merkez İlçe, Asma Mahallesinde, 118 ada, 8 parselde yer almaktadır. Lojman-A ve Lojman-B olarak adlandırılan bu iki yapı, Türkiye Taşkömürü Kurumu'ndan elde edilen bilgilere göre 1921 senesinde maden havzasında önemli bir role sahip olan Ereğli Şirketi Osmaniyesi (Société d'Héraclée) tarafından çalışanlarının barınması için inşa edilmiştir, sonrasında da bölgedeki işletmeciler tarafından yakın zamana kadar lojman olarak kullanılmıştır. Yapılar, 2016 senesinde terk edildikten sonra işlevsiz olarak kalmıştır. Yapılar, terk edildikten sonra bakımsız kalmaları ve yağmalanmalarıyla sebebiyle yapı elemanlarının çoğunu kaybetmiştir. Çalışma kapsamında, kömür madenciliğine dair zengin endüstri mirasına sahip Zonguldak'taki yabancı sermayeye ait yerleşmede yer alan Lojman-A ve Lojman-B yapılarının detaylı belgeleme çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Yapıların malzeme, hasar ve dönem analizleri yapılmıştır.Yapılardaki izler, eski fotoğraflar, sözlü görüşmeler ve benzer dönem yapılarından elde edilen veriler ışığında restitüsyon önerisi geliştirilmiştir. Yapıların özgün niteliklerini koruyarak geleceğe aktarılması için müdahale kararları alınıp, uygun işlev belirlenerek restorasyon projesi hazırlanmıştır. Tez çalışması altı bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde çalışmanın amacı, kapsamı ve çalışmanın yönteminden bahsedilmektedir. İkinci bölümde çalışmanın yapıldığı yapıların yer aldığı Zonguldak ilininin fiziki özellikleri olan coğrafi konumu,iklim özellikleri, topografik özellikleri ve kömürün havzadaki keşfi ile kentin gelişimi, havzadaki yönetim dönemleri ve işletmeci şirketler ile yapıların bulunduğu Asma Mahallesi'nin tarihsel gelişimi anlatılmaktadır. Üçüncü kısımda Üzülmez TİM Asma Lojmanlarının tarihçesi, plan özellikleri, cephe özellikleri, malzeme ve strüktür ve yapılarda tespit edilen hasarlar detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Lojman-A ve Lojman-B yapıları, eğimli bir araziye Kuzeydoğu-Güneybatı yönünde yerleşmektedirler. Ortak bir bahçe alanları ve yapılar arasında geçişi sağlayan patika yollar ve merdivenler bulunmaktadır. Lojman-A yapısı, bodrum kat, zemin kat ve birinci kattan oluşurken, Lojman-B yapısı bodrum kat, zemin kat, birinci kat ve çatı katından oluşmaktadır. Her iki yapının çatısı da, marsilya kiremitli beşik çatıdır.
-
ÖgeKültürel mirasın bir bileşeni olarak eğitim mirası: Trakya eğitim yapıları (1839-1923) ve korunmalarına yönelik öneriler(Graduate School, 2023-01-13) Çinko Arslan, Merve ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502152206 ; Restorasyon18. yüzyılda dünyada başlayan yenileşme hareketleri, askeriye başta olmak üzere çeşitli sosyal, idari ve ekonomik alanlarda etkisini göstermeye başlamış, pek çok değişimi beraberinde getirmiştir. Modernleşme adımlarının etkileri Osmanlı Devleti'nde de görülmeye başlamış, eğitim ise önemli uygulama sahalarından birisi olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısında geleneksel eğitim devam ederken modern eğitim sisteminin de temelleri atılmaya başlamıştır. İlk uygulamalar başkent İstanbul'da görülmekle beraber modern eğitim sistemi, 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke geneline yayılmıştır. Sıbyan mektepleri ve medreselerde görülen geleneksel eğitimin yanı sıra iptidai, rüşdiye, idadi, sanayi okulu, meslek okulu, öğretmen okulu gibi yeni eğitim kurumları faaliyete geçmiştir. Modern eğitim sisteminin oturtulmaya çalışıldığı ilk yıllarda mevcut mektep, ev ve benzeri yapılarda eğitim verilse de bir süre sonra modern eğitim sistemine göre yeni eğitim yapıları inşa edilmeye başlanmıştır. Ülke genelinde tüm çocuklar için eğitimin zorunlu hale getirilmesi ile okullardaki öğrenci sayısı artmış, mevcut binalar yetersiz gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte, mevcut binaların modern eğitim sisteminin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yeni eğitim yapılarının inşasına ağırlık verilmiştir. Böylece, modern eğitim veren yeni eğitim kurumlarının sayısı ülke genelinde artmaya başlamıştır. Bu dönemde inşa edilen yapıların önemli bir bölümü, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yapıların bir bölümü hala özgün işlevini sürdürüyorken bir bölümü farklı işlevlerle kullanılmaktadır. Günümüze ulaşan yapıların bazıları da harap durumdadır. Bu çalışmada, eğitim ile ilgili taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının tümü eğitim mirası olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'de eğitim mirası kavramının yaygın bir kullanımı olmasa da hem dünyada hem de ülkemizde bu kavramın gelişmesine ICOMOS öncülük etmiştir. 2013 yılında ICOMOS'un düzenlemiş olduğu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Günü kapsamında, 'Eğitim Mirası' temasının belirlenmesi bu konuda etkili olmuş, yapılan etkinlikler ile eğitim yapılarının korunmasına yönelik çalışmaların yapılması tavsiye edilmiştir. Avrupa'da ve Amerika'da son yıllarda bu kapsamda çalışmalara ağırlık verilmiştir. Türkiye'de ise tekil düzeyde yapılan koruma çalışmaları ve bilimsel araştırmalar dışında eğitim mirasının korunmasına ilişkin önerilerin geliştirilmediği tespit edilmiştir. Bu çalışma ile kültür ve eğitim mirasımızın önemli unsurları olan eğitim yapılarının tespit çalışmalarının yanı sıra korunmasına yönelik öneriler geliştirilmiştir. Kültürel mirasın bir bileşeni olarak tanımlanabilecek eğitim mirasının tespitine yönelik yapılacak çalışmalar için öncelikle bir çalışma bölgesi ve zaman aralığı tanımlanmıştır. Bu kapsamda, hem başkent İstanbul'a hem de reformların merkezi Avrupa'ya yakınlığı ile önemli bir uygulama sahası olan ve çok sayıda okul yapısının inşa edildiği Trakya seçilmiştir. Osmanlı Devleti'nde 1839 yılı Tanzimat Fermanı ile başlayan eğitimde modernleşme adımları başlarda kurumsal düzeyde kalsa da 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke genelinde eğitim yaygınlaşmış, okul yapılaşması artmıştır. Bu nedenle, modern eğitim sistemini ve mimariye yansımasını anlayabilmek için 1839 yılı Tanzimat Fermanı'nın ilanından başlayarak 1923 yılı Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen süreç, çalışılacak dönem aralığı olarak tanımlanmıştır. Belirlenen dönem aralığı içerisinde Trakya'nın ana vilayeti olan Edirne'nin sınırları ile günümüz Türkiye sınırları dikkate alınarak çalışma alanının sınırları çizilmiştir. Buna göre Edirne, Kırklareli, Tekirdağ il, ilçe ve köyleri ile birlikte Çanakkale iline bağlı Eceabat ve Gelibolu ilçeleri ve köyleri (Gelibolu Yarımadası) incelenmiştir. Çalışma kapsamında, 1839-1923 yılları arasında Trakya'da inşa edilen eğitim yapılarının tespiti aşamasında T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri başta olmak üzere çeşitli arşivlerde incelemeler yapılmış, çok sayıda yazılı kaynak taranmış, sözlü görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nda yapılan kapsamlı incelemeler ile tespit edilen yapıların koruma sürecine ilişkin detaylı bilgilere ulaşılmıştır. Bölgede yapılan alan araştırmaları ile yapıların mevcut durumuna yönelik tespitler yapılmıştır. Elde edilen veriler doğrultusunda eğitim mirasının korunabilmesi için önerilerin sunulduğu bu çalışma, yedi ana başlıktan oluşmaktadır. Çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemine dair bilgiler ile çalışmada kullanılan temel kaynaklar tezin ilk bölümünde detaylı olarak aktarılmıştır. İkinci bölümde, eğitim mirası kavramına yer verilerek dünyada ve Türkiye'de eğitim mirasına yönelik yapılan çalışmalar incelenmiştir. Yurtiçinde ve yurtdışında yapılan çalışmalar, çalışma kapsamında geliştirilen koruma önerileri için örnek olmuştur. Bununla birlikte, bu bölümde Türkiye'de eğitim yapılarının tasarım, kullanım ve onarım sürecine ilişkin yasal metinler incelenmiştir. Hem bir kültür varlığı olarak eğitim yapılarının koruma mevzuatındaki yeri hem de bir eğitim yapısı olarak kullanımı devam eden yapıların Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatında yer alan yasal metinlerdeki yeri incelenmiş ve sorunlar tespit edilmiştir. Üçüncü bölümde, geleneksel eğitim sisteminden başlayarak modern eğitim sistemine doğru geçiş süreci ve eğitim sistemindeki gelişmeler sırayla aktarılmıştır. Bununla birlikte, eğitim yapılarının inşa süreci, bu süreçte yer alan kişi ve kurumlar incelenmiştir. Bu bölümde, çalışma bölgesi içerisinde 19. yüzyılda inşa edilen eğitim yapıları ve onların fiziksel durumlarına ilişkin bilgiler, çeşitli arşiv belgeleri ile ortaya çıkarılmıştır. Dördüncü bölümde, Trakya'da 1839-1923 yılları arasında inşa edilen eğitim yapılarına yönelik tespitlere yer verilmiştir. Bu yapılar ile ilgili olarak inşa tarihi, kimler tarafından inşa edildiği/ettirildiği, inşa edildiği dönemdeki eğitimin seviyesi, yapıların büyüklüğü, günümüzdeki işlevi ve korunmuşluk durumuna ilişkin analizler yapılmıştır. Günümüze ulaştığı tespit edilen 37 yapı içerisinden farklı değerlere sahip olduğu tespit edilen 16 yapı belirlenmiş ve bu yapıların ayrıntılı çalışılmasına karar verilmiştir. Bu bölümde, aynı zamanda ayrıntılı çalışılmayacak yapılar ile günümüze kadar geçen zamanda yıkıldığı tespit edilen yapılar ile ilgili bilgiler paylaşılmıştır. Beşinci bölümde, ayrıntılı çalışılmasına karar verilen yapılar ile ilgili olarak tarihsel süreç, mimari özellikleri ve koruma sorunlarına ilişkin bilgiler ayrı başlıklar altında aktarılmıştır. Yapılan tespit çalışmaları sonucunda elde edilen verilere ilişkin değerlendirmelere altıncı bölümde yer verilmiştir. İki ana başlık altında yapılan değerlendirmelerde, ilk olarak eğitim mirası yapılarının mimari gelişim süreçlerine yer verilmiştir. Bu kapsamda, yapıların yerleşim durumu ve fiziksel özelliklerine yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Bu bölümde yer verilen diğer önemli konu ise eğitim mirasının korunmasına dairdir. Öncelikle çalışma bölgesindeki tarihi eğitim yapılarında görülen sorunlara yer verilmiştir. Eğitim sistemindeki değişimler, önleyici korumanın eksikliği, niteliksiz müdahaleler, vandalizm, işlev değişiklikleri, bürokratik sorunlar, bütçe yetersizlikleri, yapıların yıkılması ve eğitim mirasının topluma aktarımı konusunda tespit edilen sorunlar, bölgedeki yapılar üzerinden örneklerle aktarılmıştır. Belirlenen sorunlar ve dünyada yapılan uygulamalar dikkate alınarak hem bölgesel hem de ulusal ölçekte hayata geçirilmek üzere öneriler geliştirilmiştir. Bu bölümde aynı zamanda sürdürülebilirlik konusuna değinilerek bir tarihi eğitim yapısının korunmasının sürdürülebilir bir yaşama nasıl katkı sağlayacağı irdelenmiştir. Tezin son bölümü olan yedinci bölümde eğitim mirası, çalışma bölgesinde ve belirlenen zaman aralığında inşa edildiği tespit edilen eğitim yapıları, onların mimari değerlendirmesi, koruma sorunları ve günümüze ulaşan yapıların korunmasına yönelik geliştirilen önerilere dair çıkarımlar aktarılmıştır. Arşiv araştırmaları, alan çalışmaları, yazılı ve sözlü kaynak incelemeleri doğrultusunda tespit edilen eğitim yapılarının mimari biçimlenişine yönelik yapılan değerlendirmeler ile koruma sorunlarına yönelik geliştirilen öneriler bu araştırmanın özgün çıktılarını oluşturmaktadır.