LEE- Bölge Planlama Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Çıkarma tarihi ile LEE- Bölge Planlama Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeRaylı sistem yatırımlarının mekânsal ve sosyoekonomik yapıya etkisi üzerine bir inceleme: İzmir İZBAN örneği(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020-07) Uçar, Gizem ; Beyazıt, Eda ; 637335 ; Bölge Planlama Bilim DalıGünümüzde ulaşım ağının genişlemesi ile birlikte ulaşım yatırımlarındaki artış dikkat çekmektedir. Ulaşım gelişmeleri ile elde edilen kazanımların başında yolculuk sürelerinin kısalması gelmektedir. Kısalan yolculuk süreleri, artan ulaşım altyapısı ile birlikte birtakım ekonomik faydalara, zaman tasarrufuna ve verimlilik gibi etkilere yol açmaktadır. Öte yandan ulaşım yatırımları, bahsedilen bu etkilerin yanında, mekânsal, sosyal ve geniş ekonomik etkiler olarak adlandırılan etkileri de beraberinde getirmektedir. Ulaşım altyapı yatırımlarının sahip olduğu doğrudan etkilerin yanı sıra geniş ekonomik etkileri ve mekânsal etkilerin araştırılması uluslararası literatürde geniş yer bulmasına karşın ulusal literatürde sınırlı çalışma alanına sahiptir. Bu amaçla bu çalışma özelinde ulaşım altyapı yatırımlarından özellikle raylı sistem yatırımlarının kentsel mekân üzerinde sahip olduğu mekânsal ve sosyoekonomik etkilerin ortaya konulması hedeflenmektedir. Çalışma, İzmir kentinde yer alan bir ulaşım altyapı yatırımı olan İZBAN banliyö sisteminin bölgenin mekânsal ve sosyoekonomik yapısına olan etkisini incelemeyi kapsar. Bu kapsamda, kavramsal çerçeveyi oluşturma amacıyla ulaşım yatırımlarının doğrudan ekonomik etkileri, geniş ekonomik etkileri ve sosyo-mekansal etkileri literatür çalışması olarak incelenmiş ve bu başlıklar altında İZBAN hattının neden olabileceği etkiler değerlendirilmiştir. Çalışmanın başlangıcında araştırmanın amacı, kapsamı, araştırma soruları, araştırmamın yöntemi ve kısıtları belirtilmiştir. Çalışma kapsamında "raylı sistem yatırımlarının üst ve orta ölçekli sosyo-mekânsal ve ekonomik yapıyı ne ölçüde etkilediği" ve "raylı sistem yatırımlarının işyeri kümelenmesi, nüfus dağılımı ve istihdam dağılımı üzerindeki etkilerinin nasıl olduğu" sorularına cevap aranmaktadır. Çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümlerinde, ulaşım kavramının tarihsel gelişimi, ulaşım türleri ve kentteki rolü üzerinde durularak ulaşım yatırımlarının doğrudan ekonomik, geniş ekonomik ve sosyo-mekânsal etkilerine yer verilmiş ve yapılan literatür okumaları derlenmiştir. Çalışmanın devamında örnek alan çalışması için seçilen kent olan İzmir'in genel özelliklerine yer verilmiş, kentsel planlama çalışmaları ve ulaşım sistemi ile beraber İZBAN banliyö hattına ait bilgiler derlenmiştir. İZBAN hattı ile ilgili yapılan incelemeler kapsamında hattın kuzey aksında üst ve orta ölçekli sosyo-mekânsal değişimler analiz edilmiştir. Çalışma İZBAN hattının kuzey aksına odaklanmaktadır.
-
ÖgeTürki̇ye'deki̇ teşvi̇kli̇ yatırımların teşvi̇k bölgeleri̇ne dağılımı i̇le bölgeleri̇n karakteri̇sti̇kleri̇ arasındaki̇ i̇li̇şki̇ni̇n i̇ncelenmesi̇(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Mestan, Gamze ; Akgün, Aliye Ahu ; 840627 ; Bölge Planlama Bilim DalıDevlet politikaları doğrultusunda belirlenen teşvik bölgeleri, seçili bölgelerin kalkındırılması için kullanılan temel politika aracı olarak bölgesel yatırım teşvik uygulamalarının vazgeçilmez bir parçasıdır. Teşvik bölgesi belirleme yaklaşımı ülkeden ülkeye farklılaşmaktadır. Bazı ülkeler teşvik bölgelerini bölgelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine göre belirlerken, bazıları coğrafi uzaklığa, bazıları ise stratejik olarak belirli bölgelerin kalkınması hedefine göre belirlemektedir. Türkiye'de ise 1968 yılında Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY) uygulaması ile başlayan teşvik bölgesi belirleme çalışmalarında 2009 yılında önemli bir değişiklik yapılmıştır. 2009 yılından itibaren teşvik bölgeleri tüm illeri kapsayacak şekilde genişletilmiş ve Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi çalışmasına göre bölgelerde teşvik kademelenmesi yapılmıştır. Günümüzde ise 2012 yılından beri yürürlükte olan tüm illerin 6 kademede teşvik bölgesine ayrıldığı yaklaşım geçerliliğini sürdürmektedir. 2021 yılında bu yaklaşıma bir yenilik eklenerek Türkiye'de bir ilk olarak ilçe düzeyinde teşvik bölgeleri belirlenmiştir. Son 50 yılda ülkeler arasında yaygın kullanılan ve az gelişmiş bölgelere sunulan destekler yoluyla yatırımların çekilmesini böylece bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasını amaçlayan bölgesel yatırım teşvikleri, Türkiye'de 1960'lı yıllardan sonra planlı döneme geçiş ile birlikte gerçek anlamda uygulanmaya başlanmıştır. 2009 yılından itibaren ise oluşturulan yeni teşvik modelleri ile bölgesel yatırım teşviki, Türkiye'de yatırım teşvik uygulamalarından biri haline getirilmiştir. Türkiye'deki ve farklı ülkelerdeki bölgesel yatırım teşvik uygulamalarını ampirik olarak analiz eden çalışmalar çoğunlukla bölgesel bazda verilen teşviklerin genellikle istihdam, ihracat, ekonomik büyüme gibi değişkenlere etkisine ya da teşvikli yatırımların bölgesel dağılımına ve dağılımın belirleyicilerine odaklanmıştır. Bu çalışma kapsamında ise yapılan teorik ve ampirik literatür taramaların ardından, Türkiye'deki bölgesel yatırım teşviki uygulamalarının 'az gelişmiş bölgelere yatırımların yönlendirilmesiyle bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarının azaltılması' şeklindeki temel amacına rağmen geçmişten günümüze kadar olan süreçte gelişmiş bölgelerin az gelişmiş bölgelerden daha fazla yatırım çekmiş olmasını temel problem olarak tespit edilmiştir. Problemin kaynağı olarak ise bölgesel yatırım teşviki uygulamaları içerisinde büyük öneme sahip olan teşvik bölgesi belirleme yaklaşımı ele alınan başlıca husus olmuştur. Bu doğrultuda, tezin temel amacı Türkiye'de teşvik bölgesi olarak belirlenen 81 Düzey 3 Bölgesi'ndeki teşvikli yatırımların mekânsal dağılımının incelenmesi ve bu dağılım ile teşvik bölgelerinin karakteristikleri arasındaki ilişkinin analiz edilmesidir. Tezin giriş bölümünde, çalışmanın genel çerçevesi, amacı ve yöntemi aktarılmıştır. İkinci ve üçüncü bölümünde ise sırasıyla teşvik bölgesi ve bölgesel yatırım teşvikine yönelik detaylı literatür taramasına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde ayrıca Türkiye'de ve farklı ülkelerdeki bölgesel yatırım teşvikini inceleyen ampirik çalışmalar incelenmiştir.
-
ÖgeTürkiye'de gıda sistemlerinin değerlendirilmesi ve gıda güvencesi risklerine karşı bölgesel gıda sistemi planlaması önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Öğüt, Halil İbrahim ; Kundak, Seda ; 803717 ; Bölge Planlama Bilim DalıGıda sorunu, küresel ölçekte Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemden başlayarak günümüze kadar sürekli olarak gündemde kalan bir konu olmuştur. Hızlı nüfus artışı, küresel eşitsizlikler, politik istikrar yoksunluğu ve en önemlisi de küresel iklim değişikliği gibi nedenlerden dolayı bu sorun, her geçen gün etkisini arttırmaktadır. Yakın zamanda yaşanan Covid-19 salgınına bağlı olarak yaşanan sistemik çöküşler de gıda konusunun ne kadar hassas olduğunu tekrar gözler önüne sermiştir. Böyle bir tablo karşısında küresel ölçekte gıda sorunlarına çözüm arayışları da hız kazanmıştır. Bu tez çalışması da günümüze kadar gıda sistemlerinin gelişimi ve yaşanan sorunların incelenmesi ve yerel ölçekte gıda güvencesinin sağlanması noktasında Türkiye'de İBBS Düzey 2 bölgeleri ölçeğinde tespitlerde bulunarak bölgesel gıda sistemi planlaması önerisi hazırlamak amacıyla yürütülmüştür. Çalışmanın birinci kısmında çalışmanın amacı, kapsamı ve yöntemi açıklandıktan sonra ikinci kısımda gıda ve beslenme kavramlarının net anlaşılması ve bu tez çalışmasında analiz edinen besin türlerinin kapsamının belirlenmesi amacıyla bir çerçeve çizilmiştir. Aynı zamanda beslenme sorunlarının altında yatan ana sebepler dünya örnekleri üzerinden açıklanarak yetersiz beslenmenin önlenmesine yönelik yapılmakta olan çalışmalar konu bağlamına indirgenerek sunulmuştur. Üçüncü bölümde tarım ve gıda konularında yaşanan sorunların çözümüne yönelik gelişim gösteren kuramsal çerçeve ortaya konmuştur ve son dönemde "Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları" bağlamında kuramsal çerçevenin değerlendirmesi yapılmıştır. Ayrıca bu bölüm altında gıda sistemlerinin genel tanımı ve sistem bütününün alt bileşenleri ele alınarak sistemin sürdürülebilirliğinin sağlanması yönünde ortaya konan görüşler tartışılmıştır. Türkiye'de gıda ve tarım konularının ele alındığı dördüncü bölümde, Türkiye'de cumhuriyet döneminden günümüze kadar geçen sürede tarım ve gıda politikalarında yaşanan gelişmeler, küresel ve ulusal gıda krizlerinin politikalara yön vermesi ve birinci beş yıllık kalkınma planından, yürürlükteki kalkınma planına kadar her planda gıda ve tarım alanında ne gibi stratejiler belirlendiği incelenmiştir. Bu incelemede ayrıca tarihsel süreç içerisinde küresel değişimlere koşut Türkiye'de de tarım ve gıda konularında yaşanan sorunlara üretilen çözüm önerilerine değinilmiştir. Ayrıca bu bölümde Türkiye'nin gıda sisteminin haritası ortaya konmuştur ve bu sistemin alt sistemlerinin kırılganlıkları genel hatlarıyla değerlendirilmiştir. Çalışmanın beşinci bölümünde ise İBBS Düzey 2 bölgelerinde gıda varlıkları analiz edilmiş ve doğrudan veya dolaylı olarak işlendikten sonra gıdaya dönüştürülebilen üretimler incelenmiştir.
-
ÖgeTürkiye'de iklim değişikliğinin tarımsal ürün verimliliğine etkilerinin bölgesel olarak değerlendirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Selçuk, Fatma ; Akgün, Aliye Ahu ; 783931 ; Bölge Planlama Bilim DalıKüresel iklim değişikliği, 20. yüzyılın ortalarından itibaren gündemde olan, tüm dünyayı etkileyen, çözülmesi ve anlaşılması güç olan önemli bir çevre sorunudur. İklim değişikliği, doğal olarak veya insan faaliyetleri nedeniyle iklimde zamanla meydana gelen uzun vadeli değişiklik şeklinde tanımlanmaktadır. Geçmişten günümüze uzanan belirgin etkilerinin yanı sıra küresel ölçekte çözüme yönelik önlemler alınmadığı takdirde, bu etkilerin gelecek dönemlerde de artarak devam etmesi beklenmektedir. İklimde gözlemlenen değişiklikler doğal yaşam alanları, toplum sağlığı, ekonomik yapı ve gıda üretimi gibi birçok yaşamsal faaliyet üzerinde olumsuz etkiye sebep olmaktadır. Gıda üretimi ise yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilir kılınması için gerekli olan bileşenlerin başında gelmektedir. Tarımsal üretim; toprak, su kaynakları, güneş ışığı ve sıcaklık gibi çevresel faktörlere bağlı olması nedeniyle değişen iklim şartları karşısında en savunmasız faaliyetlerden biridir. Küresel ortalama sıcaklıktaki artış, yağış rejimlerindeki değişim, doğal kaynakların azalması, toprak sağlığının bozulması ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi etkenler tarımsal üretim döngüsünü olumsuz etkilemektedir. Değişen iklim koşulları nedeniyle üretimdeki sulama suyu talebinin artışı, hastalık ve zararlı türlerde artış, dikim ve hasat zamanlarındaki kayma ve ürünlerdeki fizyolojik değişimler sonucunda ürün verimliliğinde azalma gibi etkiler gözlemlenmektedir. Küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinin tartışıldığı günümüzden geçmişe dönük bakıldığında, uluslararası ve ulusal çerçevede yaşanan politik süreçler doğrultusunda tarımsal yapıda zaman içinde dönüşüm olduğu ve bu değişimlerin ekolojik tahribatları ivmelendirdiği açıkça söylenebilmektedir. Süreç içinde yaşanan çeşitli ekolojik tahribatlarla birlikte Türkiye tarımı hem iklim değişikliğini etkileyen hem de üretim artışı odaklı yaklaşımlar nedeniyle iklim değişikliğinden olumsuz etkilenen bir faaliyet haline gelmiştir. İklim değişikliği faktörlerine bağlı olarak ürün verimliliğindeki değişimi araştırmak ve geleceğe yönelik tahminlerde bulunmak amacıyla dünyada ve Türkiye'de birçok senaryo çalışması da yürütülmektedir. Dünya genelinde artan nüfus nedeniyle talebi ve üretim değeri giderek artan buğday, mısır ve ayçiçeği, küresel ölçekteki ve Türkiye'deki gelecek dönemlere yönelik yapılan verim senaryoları kapsamında en fazla çalışılan ürünlerdir. Geniş ve çeşitli kullanım alanlarına sahip olan buğday, mısır ve ayçiçeği ürünleri, Türkiye'deki tarımsal üretimin en geniş çaplı ekim alanlarını ve yüksek üretim değerlerini kapsamaktadır. Artan gıda talebinin sağlanabilmesi adına Türkiye'deki buğday, mısır ve ayçiçeği ürünlerinin gelecekteki verim tahminlerinin araştırılması bölgesel üretim planlaması açısından oldukça önemlidir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün sıcaklık ve yağış projeksiyonlarının altlık olarak kullanıldığı 2050 ve 2080 yıllarına dair oluşturulan haritalar üzerine, bölgesel çalışmalardan derlenen buğday, mısır ve ayçiçeği verimiyle ilgili tahmin sonuçları eklenmiş ve büyük ova alanlarıyla birleştirilmiştir. Analiz haritalarına dahil edilen ve bölgesel olarak yapılmış olan iklim değişikliği ve buğday, mısır ve ayçiçeği verimi çalışmalarına literatür araştırması yoluyla erişilmiştir. Çalışma kapsamında oluşturulan haritalarla, bölgelere göre değişen iklim koşulları ve buna bağlı olarak Türkiye'deki buğday, mısır ve ayçiçeği veriminin iklim değişikliğinden etkilenebilirliğini ortaya koyan araştırmalar derlenerek ülke genelini ele alan tüm senaryolar aktarılmıştır. İklim değişikliği projeksiyon sonuçlarına göre; bölgelere göre boyutları farklılık gösterse de genel olarak sıcaklığın artacağı ve yağışların azalacağı belirtilmiştir. Yine verim tahmininde bulunan senaryo çalışmaları sonuçlarının da bölgelere ve ürün türüne göre farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Ayrıca küresel ısınmanın tarımsal üretimi de kapsayan farklı alanlardaki etkilerinin azaltılması ve bu etkilere uyum sağlanabilmesi için Türkiye genelinde yapılan bölgesel eylem planları gibi ulusal çalışmalar da incelenmiştir. Yapılan ulusal çalışmalarda, beklenen etkiler kapsamında tarımsal üretim faaliyetleri konusuna hangi boyutlarda yer verildiği irdelenmiştir. Literatür araştırması yoluyla ulaşılan ve verim tahmininde bulunan senaryo çalışmaları sonuçlarının da bölgelere ve ürün türüne göre farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Temel tarım ürünleri verimliliğinin ülke genelinde birçok bölgede olumsuz etkileneceğini göstermektedir. Çalışmaların tahmin sonuçları ortalamalarına göre, 2050'li yıllarda buğday veriminin sırasıyla en fazla büyük ova alanlarının yoğun olarak yer aldığı İç Anadolu, Trakya ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde azalması beklenmektedir. 2080'li yıllarda ise buğday veriminin en fazla düşeceği bölgelerin başında Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgeleri gelmektedir. Yine çalışmaların sonuçlarına göre; gelecekteki mısır veriminin, üretim ve verim değerlerinin yüksek olduğu İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz Bölgesi'nde büyük oranda azalması beklenmektedir. 2080'li yıllara dair tüm bölgelerde mısır verimini araştıran çalışmanın sonucuna göre, verimin en fazla başta Doğu Anadolu olmak üzere İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde düşeceği tahmin edilmektedir. 2080'li yıllar için Çukurova Bölgesi'ni ayrıca çalışan iki çalışmanın verim değerlerine yönelik senaryo çalışmaları da, Çukurova Bölgesi'ndeki mısır veriminin iklim değişikliğine bağlı olarak büyük oranda azalacağını göstermektedir. Ayçiçeği ürününe yönelik tüm bölgeleri ele alan çalışmaların verim tahminleri incelendiğinde, iklim değişikliğine bağlı olarak 2050'li yıllarda verimin en fazla İç Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinde düşeceği görülmektedir. Marmara Bölgesi, Konya İli ve Adana İlini ayrıca ele alan çalışmalardan bazısı verim artışı bazısı ise verim azalışı tahminlerinde bulunmuştur. 2080'li yıllarda ise ayçiçeği veriminin Konya Ovası çevresinde ve Trakya Bölgesi'nde verimin düşeceği alanların başında gelmektedir. Tüm bu etkilere yönelik sürdürülebilir tarım metotlarının uygulanması, üretim düşük olmasına rağmen verimi yüksek olan alanlarda yüksek verimi korumaya yönelik politikaların geliştirilmesi ve verimin en yüksek oranda azalacağı yerlerde üretimi artırmak gerekebileceği için bu bölgelerdeki büyük ova alanlarını korumaya yönelik politikaların geliştirilmesi önerilmektedir. Günümüze kadar süregelen üretimi artırmaya yönelik politikaların aksine iklim değişikliği çerçevesinde ürün verimliliğine odaklanan, üretim sürecindeki ekolojik tahribatın önüne geçecek, sürdürülebilir kaynak kullanımını hedef alan ve tarımsal üreticiyi destekleyen bölgesel politika ve çalışmaların çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi önem taşımaktadır. Bu çalışma; uluslararası ve ulusal ölçekteki verim tahminlerini ele alan çalışmaları inceleyerek ve ürünlerin bölgelere göre gelecekte beklenen verim değişimlerini bir araya getirerek, iklim değişikliğinin ürün verimine etkilerini Türkiye odağında üretilen haritalarla birlikte tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın hedeflediği bu tartışma; mekansal olarak uygulanacak tedbirlere altlık oluşturması, uyum ve azaltım kapsamında alınacak önlemlere bölgesel ölçekte yön vermesi ve yeni akademik tartışmalara alan açması açısından önem taşımaktadır.
-
ÖgePlanlama yetkilerinde merkezileşme ve yerelleşme ikilemi: İstanbul örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-10) Yıldız Çetintaş, İnci ; Türk, Şevkiye Şence ; 502181814 ; Bölge PlanlamaBu tez çalışması, kentsel mekanda gerçekleşen uygulamaların yetki sahiplerini tanımlamakta ve değişen yetkililerin yarattığı etkileri incelemektedir. Türkiye'de yönetim sisteminde merkez ve yerel ilişkileri değişirken bu değişim planlama alanındaki yetkileri de şekillendirmektedir. Özellikle 2011 yılından sonra, Türk planlama sistemindeki her tür ve ölçekteki planların hazırlanması, onaylanması ve uygulanması aşamalarında hem merkezi yönetimin hem yerel yönetim hem de yönetim sistemleri içerisindeki birden fazla kurumun yetkili olması sorunsalı ile karşılaşılmaktadır. Bu durumun sorun teşkil etmesinin en önemli nedenleri planlama süreçlerinin karmaşıklaşması, planların işlevsizleşmesi, planlar arası uyumsuzlukların ortaya çıkması ve kentsel mekanın geleceğinin belirsiz hale gelmesidir. İnsanlığın ortaya çıkış tarihi ile ilişkili olarak sanatların en eskisi olarak nitelendirilen yönetim kavramı, insanları belirli bir amaca yönlendirmek için gerekli kaynakların en verimli şekilde kullanılmasını sağlamak olarak tanımlanmaktadır. Kamu yönetiminde, merkezden yönetim ve yerinden yönetim olmak üzere iki yönetim türü karşımıza çıkmaktadır. Merkezden yönetim anlayışında, yönetim için gerekli tüm kaynakların tek bir merkezde toplanması ve kamusal hizmetlerin merkezi yönetim hiyerarşisi içerisindeki ilgili birimler tarafından gerçekleştirilmesi söz konusu iken yerinden yönetimde karar organları seçim yoluyla işbaşına gelmiş olan yerel yönetim birimlerine, yerele özgü çözümler üretebilmek adına görev, sorumluluk ve yetki verilmesi söz konusudur. Devletler, siyasi yapılanmaları ve toplumsal sosyo-ekonomik değişimler karşısında merkezileşme ve yerelleşme eğilimlerini değiştirebilmektedir. Dünyada küreselleşme hareketinin başlaması ile birlikte merkezi yönetimlerin ulusal ve uluslararası ölçekte artan sorumlulukları karşısında merkezi yönetimlerin, yerel hizmetlerin sağlanmasında yerel yönetimlerin rollerini arttırması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu durum karşısında dünyada küreselleşme ile paralel olarak yerelleşme süreci yaşanmıştır. Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların, yerel kamusal hizmetlerin yerel yönetim birimleri tarafından gerçekleştirilmesi adına üretmiş olduğu politikalar dünya çapında yerelleşme hareketini desteklemiştir. Avrupa ülkelerinin yönetim sistemlerinde, yerel ölçekteki kamusal hizmetlerin sağlanmasında merkezi yönetimlerin yerel yönetim birimleri kadar aktif olmadığı görülmektedir. Türkiye'de yasal mevzuat göz önüne alındığında yönetim sistemi ikili yapı göstermekte, kamusal hizmetlerin sunumunun gerçekleştirilmesi süreci merkezi yönetim birimleri ile yerel yönetim birimleri arasında kurulan iş birliği sayesinde organize edilmektedir. Osmanlı Döneminde yerinden yönetim sistemine yönelik girişimler olsa da merkeziyetçi yapıdan uzaklaşmak merkez ve yerel arasında yetki ve sorumlulukların paylaşılması noktasında bir dengeye kavuşmak söz konusu olmamıştır. Cumhuriyetin ilanından bu yana, çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış ve yerelleşme adına girişimlerde bulunulmuştur. Ancak ülkede halen, merkeziyetçilik anlayışı ağır basmakta ve kamusal hizmetlerin büyük kısmının merkezi yönetim tarafından sağlanmaya çalışılması eğilimi gözlemlenmektedir. Merkezi yönetim ile yerel yönetim birimleri arasında çeşitli alanlarda yaşanan yetki karmaşası, kamusal hizmetlerin sunulmasında etkinliği ve verimliliği etkilediği gibi yerel sorunların çözümünde aksaklıklarla karşılaşılması söz konusu olabilmektedir. Türkiye'de Cumhuriyetin kurulmasından bu yana yönetim sisteminde yerelleşme eğilimleri görülse de, iktidarın tek güç olma isteği ve milletin bölünmezliği ilkesinin benimsenmiş olması durumu mevcuttur. Bu durum karşısında, yerel yönetim birimleri merkezi yönetimin bir uzantısı olarak görülmüş ve merkezi yönetimin denetimi altında faaliyet gösterebilmiştir. 2002 yılından sonra iktidar ile yerel yönetim birimlerinin aynı siyasi görüşe sahip olması dolayısıyla yerelleşme politikalarının gündemde olduğunu ve yerel yönetimlerin yetkileri ile ilgili düzenlemeler göz önüne alındığında yerelleşme eğiliminde olumlu gelişmeler yaşandığını söylemek mümkün olmaktadır. Ancak 2011 yılından sonra yerel yönetimlerin yetkilerinin merkezi yönetime bağlı bakanlıklara ya da kurumlara aktarılmış olduğunu gösteren örnekler ile karşılaşılmaktadır. Planlama yetkileri açısından merkezi yönetim ile yerel yönetim arasındaki ilişkiler incelendiğinde, özellikle son 21 yıl içerisinde yetkilerin yerel yönetimlerden merkezi yönetime aktarıldığını görmek mümkündür. 2004 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu incelendiğinde, planlama yetkilerinin ilçe belediyelerine ve büyükşehir belediyelerine verildiğini görmek mümkündür. Ancak 2011 yılı ve sonrasında yapılan yasal düzenlemeler ile kentsel mekanın tanımlı her bir parçasının planlanması noktasında yetkilerin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına devredilmesi söz konusudur. 2011 yılında yürürlüğe giren Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname planlama yetkilerinde yaşanan merkezileşme sürecinin başlangıcını teşkil etmektedir. Bu noktada, 1983 tarihli ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile yeni kurulan Bakanlığın görevleri karşılaştırıldığında, Bayındırlık ve İskan Bakanlığının kamu yapılarına ilişkin yetkilerinin bulunduğunu ancak buna karşı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının kamu yapılarını ve kentsel mekanın tanımlı bazı parçalarını da kapsayan yetkilerinin bulunduğu görülmektedir. Ek olarak, aynı yıl yürürlüğe giren 648 sayılı KHK ile 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede yapılan değişiklikler ile Bakanlığa verilen yetkiler daha da genişletilmiştir. 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile planlama hiyerarşisi içerisindeki yerel ölçekli planlarda yetki karmaşası ortaya çıkmış hatta Bakanlığa verilen bazı yetkiler nedeniyle yerel yönetimleri süreç dışı bırakan örnekler ortaya çıkmıştır. 2011 yılından sonra yapılan bazı yasal düzenlemeler ile Bakanlığa verilen planlama yetkilerinin sınırları daha da genişletilmiştir. Bu kapsamda, araştırma hipotezi "Plan yapma ve onaylama yetkilerinin merkezileşmesi ve yerelleşmesi ikilemi, planlama sistemini ve mekanı olumsuz etkiler." şeklinde belirlenmiştir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ilgili kanunlara dayanılarak plan ve plan değişikliği yapılan güncel üç örnek seçilmiştir. Bu örneklerin planlama geçmişleri, meri plan durumları ve dava süreçleri ele alınmıştır. Atatürk Havalimanı Millet Bahçesi, Etiler Polis Meslek Yüksek Okulu ve Göktürk Rezerv Yapı Alanı örneklerinin meri planları, 2022 yılında, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 644 sayılı KHK, 6306 sayılı Kanun ve 1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine dayanarak hazırladığı plan ve plan değişikleridir. Bakanlık, daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilgili ilçe belediyeleri tarafından hazırlanan planları değiştirerek meri planlar ile uyumsuz ve bütünlülük arz edemeyen, nüfus ve yapı yoğunluğunu arttırıcı nitelikte, donatı alanları dengesini ve ulaşım gibi altyapı alanlarının yeterliliğini gözardı eden, katılım mekanizmasını yok sayan, planlama hiyerarşisine ve 3194 sayılı İmar Kanununa aykırı planlar ortaya çıkarmaktadır. Ortaya çıkan planlar, örnek alanlarda geliştirilen projeleri meşru kılmak amacıyla hazırlanmaktadır. Tüm bu saptamalar planların işlevsizleştirilmesi, planlama süreçlerinin yok sayılması ve kentsel mekanın geleceğinin belirsizleşmesi sonuçlarını doğurmaktadır.
-
ÖgePark et - devam et sisteminin sürdürülebilir ulaşıma etkisinin değerlendirilmesi: İstanbul örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-04-28) Gönüllü, Azad ; Çelik, Hüseyin Murat ; 502191801 ; Bölge PlanlamaKentleşmenin günden güne artmasıyla beraber artan kentsel nüfus ve daha geniş alanlara yayılan kentler, kentsel hareketliliğin ve ulaşım ihtiyacının da artmasına neden olmaktadır. Artan ulaşım ihtiyacı ve hareketlilik ulaşıma yönelik ciddi bir talebi de beraberinde getirmektedir. Bu talebin karşılanması için yapılan ulaşım yatırımları uzun vadeli ve planlı olarak düşünülmediğinde kentsel ulaşımın sürdürülebilir olmasına yönelik yaklaşımlar göz ardı edilmiş olmaktadır. Artan talebe kısa vadede çözüm bulma arayışı, plansız şekilde geliştirilen politika ve stratejilerle birlikte uzun vadede çok daha büyük ve karmaşık sorunlara yol açmaktadır. Karayolu ulaşımı, hızlı faaliyete geçme, daha düşük finansal kaynak gerektirme gibi nedenlerle kentsel ulaşım ağının ana iskeletini oluşturduğunda fosil yakıt tüketimi oldukça fazla olan, emisyon miktarı yüksek, birçok yönden sürdürülebilirlikten uzak bir ulaşım sisteminin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Dünya'da ve Türkiye'de fosil yakıt kaynaklı emisyonların önemli bir bölümü ulaşım sektörüne aittir. Bu durumun en büyük nedenlerinden biri ulaşımda otomobile olan bağımlılığın oldukça fazla olmasıdır. Bu durumun tersine çevrilebilmesi için çevreci, yolcu taşıma kapasitesi yüksek, fosil yakıt kullanmayan veya az kullanan ulaşım türlerinin benimsenmesi, teşvik edilmesi ve bu ulaşım türlerinin ulaşım yaklaşımında merkeze konması gerekmektedir. Bununla birlikte, özel araçla ulaşımın azaltılması için birtakım caydırıcı önlemler alınmalı, kentsel ulaşımda özel araçların payı düşürülmelidir. Bu çalışma ile ''İstanbul'daki ulaşım sisteminin sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması noktasında Park et - devam et sisteminin rolünün ve etkisinin ne olduğu'' sorusuna yanıt aranmaktadır. Çalışma kapsamında İstanbul'un iki farklı yakasında yer alan beş farklı Park et - devam et tesisinin özel araçla seyahatleri azaltma ve toplu taşıma ile seyahatleri artırarak sürdürülebilir ulaşıma katkı sağlamada ne gibi bir etkisinin olacağı araştırılmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde çalışmanın amacı, gerekçesi, kapsamı, temel araştırma soruları, yöntemi ve ilgili literatürün özeti sunulmuştur. Çalışmanın ikinci bölümünde sürdürülebilir ulaşım yaklaşımı detaylandırılarak park etme politikalarının zaman içindeki değişimi ortaya konmuş, Dünya'da ve Türkiye'de sürdürülebilir ulaşıma yönelik temel yaklaşım ve politikalar değerlendirilerek İstanbul'daki kentsel ulaşım yapısına değinilmiş ve sürdürülebilir ulaşıma yönelik politikalar belirtilmiştir. Üçüncü bölümde, Park et - devam et sisteminin temel yapısı anlatılarak tarihsel gelişimi irdelenmiş, Dünya'da ve Türkiye'de sistemin ulaşımdaki yeri literatürle bağlantı kurularak aktarılmış ve sistemin ulaşım, çevre ve ekonomiye etkileri etraflıca aktarılmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde, örnek çalışma alanı olarak belirlenen İstanbul'daki ulaşım ağı ve bu ağ içinde Park et - devam et sisteminin sahip olduğu yere değinilerek çalışma kapsamındaki tesisler incelenmiş, çalışmanın temel yöntem ve süreci aktarılmış, Park et - devam et sisteminin İstanbul'da sürdürülebilir ulaşıma olan etkisi çalışma kapsamındaki tesisler ve bu tesislerin çevresindeki potansiyel Park et - devam et kullanıcılarının katıldığı anket çalışması sonucunda elde edilen verilerle değerlendirilmiştir. Son bölümde, elde edilen sonuçlar değerlendirilmiş, çeşitli öneriler geliştirilmiştir. Çalışma sonucunda, özel araçlarla yolculuk maliyeti ve süresinin artmasını sağlayacak politika ve stratejiler sonucunda özel araçla yolculuk yerine Park et devam sistemi ile yolculuğun tercih edilme olasılığının artacağı, Park et devam sistemi ile yapılan yolculukların süresinin kısaltılmasının Park et devam sistemi ile yolculuk yapılma ihtimalini önemli oranda artırdığı ve böylece İstanbul'daki sürdürülebilir ulaşım sistemi hedeflerine kayda değer şekilde katkı sağlanabileceği sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca, bu politika ve stratejilerin hazırlanmasına yönelik bazı öneriler sunulmuştur. Son olarak, Park et devam et sisteminin önümüzdeki yıllarda sürdürülebilir ulaşım üzerindeki etkisini araştıracak çalışmalar için araştırma çerçevesi ve yaklaşımı hakkında fikir verici değerlendirmelerde bulunulmuştur.
-
ÖgeSerbest bölgelerin yer seçim süreçleri üzerine bir araştırma: Mersin Serbest Bölgesi örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-05-20) Makal, Dilan ; Yüzer, Mehmet Ali ; 502191803 ; Bölge PlanlamaDünya ülkelerinin dış ticaret işlemlerinin büyük bir çoğunluğu, bugün sayıları 5000'i aşan serbest bölgeler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Özellikle 1980'li yıllardan sonra etkilerini göstermeye başlayan küreselleşme süreci, uluslararası sınırların şeffaflaşması, yoğun ticari ilişkilerin kurulması, ülkeler arasındaki ticaret duvarlarının yıkılması ve dolayısıyla rekabetin artması gibi durumları da beraberinde getirmiştir. Bu faktörlere dünya kaynaklarının giderek artan kıtlığı da eklenince alternatif kalkınma yolları arayışı önem kazanmaya başlamış; serbest bölgeler de bu süreçte birer çözüm aracı olarak öne çıkmıştır. Yabancı yatırımları ülkelere çekeceği, teknoloji transferini sağlayacağı, uluslararası pazarda ticari rekabeti kolaylaştıracağı varsayılarak serbest bölgelere kuruldukları bölgelere avantaj sağlama, ülkenin kalkınmasına öncülük etme gibi stratejik roller yüklenmiştir. Modern anlamda kurulan ilk serbest bölgenin başarıya ulaşması ise hızla dünya çapında yayılma süreçlerini başlatmıştır. Az gelişmiş bölgeler için kalkınma aracı olması beklenen ve yeni ekonomik üsler olarak nitelendirilen bu alanların özellikle son 20 yıldaki popülerliği akademi alanına da yansımış; bölgeleri farklı kapsam ve bakış açılarıyla inceleyen birçok çalışma tamamlanmıştır. Çalışmalar detaylı olarak incelendiğinde ise yer seçimi başlığı üzerinde yeterince durulmadığı anlaşılmıştır. Oysa ekonomik faydaları ancak uzun vadede gözlenebilen bu bölgelerin beklenen verimi sağlayabilmesi için en temel faktör, doğru yer seçimidir. Bu çalışma ile serbest bölgelerin yer seçim süreçleri, süreci yönlendiren kriterler, kriterlerin öncelik durumu, bölgelere veya ülkelere göre farklılık gösterip göstermediği, elde edilen kriterler ile bölgedeki firmaların alanı tercih etme nedenleri arasında ilişki incelenmeye çalışılmıştır. Bu kapsamda Çin, Güney Kore, ABD ve daha birçok başarılı dünya ülkesinde kurulan bölgelerin yer seçimi sürecini araştıran çalışmalar ve Dünya Bankası, OECD ve UNCTAD gibi kurumların raporları detaylı bir şekilde incelenmiş; yapılan incelemeler sonucunda 8 ana kriterin (Doğal Kaynaklar Konum, Ulaşım Bağlantılar, İnsan Kaynakları, Altyapı ve Tesisler, Teşvik ve Politikalar, Endüstriyel Uygunluk, Pazar Yönelimi ve Erişimi, Çevresel Sürdürülebilirlik Durumu) ve bir dizi alt kriterin, serbest bölgelerin yer seçiminde yönlendirici etki gösterdiği belirlenmiştir. Tespit edilen kriterler doğrultusunda ise Türkiye'de kurulan ilk serbest bölge olan Mersin Serbest Bölgesi'ndeki 60 firma ile derinlemesine odak grup görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Yer seçim sürecinde etkili kriterlerden biri olan Çevresel Sürdürülebilirlik kriteri, firma tercihleriyle ilişkili olmadığı için görüşme kapsamındaki sorulara dahil edilmemiştir. Görüşme sonuçları; firmalara, üretim sürecine ve faaliyetine, bölgeye ve yer seçimine yönelik bulgular şeklinde detaylı olarak aktarılmıştır. Yapılan literatür incelemesinden ve görüşmelerinden anlaşıldığı üzere; Teşvik Politikalar, Ulaşım Bağlantıları, Doğal Kaynaklar, Pazar Yönelimi ve İnsan Kaynakları kriterleri, bölgelerin yer seçim sürecinde de firmaların alan tercihlerinde de yönlendirici etkiye sahiptir. Bölge yer seçiminde en önemli kriter olarak ön plana çıkan Teşvik ve Politikalar kriteri, firmaların bölgeyi tercih etme nedenleri arasında da ilk sırada yer almaktadır. Genel sonuç bu yönde olmakla birlikte sektör bazında farklılaşmalar da gözlenmiştir. Altyapı Hizmetleri ve Tesisleri kriterinin ise hem serbest bölge yer seçim sürecinde hem de firmaların alan tercihlerinde en düşük etkiye sahip kriter olduğu anlaşılmıştır. Bulgular serbest bölgelerin yer seçim sürecinin diğer endüstriyel kullanımların yer seçim sürecinden farklılaşma eğiliminde olduğu, bu nedenle de bölgelere özgü sistemlerin geliştirilebileceği yönündedir.
-
ÖgeDisaster management from a social vulnerability perspective: Mapping the risks for the city of Istanbul(Graduate School, 2024-06-11) Akkaş, Nur Berfu ; Baycan, Tüzin ; 502211807 ; Regional PlanningDisaster management encompasses a multifaceted approach involving preparation, response, recovery, and mitigation strategies aimed at alleviating the impacts of disasters. Disasters are fundamentally categorized into two main subcategories: natural and human-made. Natural disasters are classified as meteorological, hydrological, geological, and biological. Human-made disasters, on the other hand, are classified as technological, environmental, social, and economic. Vulnerability refers to the sensitivity of a system, community, individual, or structure to various hazards. Vulnerability can be categorized into main types: physical, social, economic, environmental, technological, institutional, and psychological vulnerabilities. Social vulnerability, characterized by socio-economic, demographic, and institutional factors, plays a critical role in shaping the resilience of individuals and communities to disasters. This thesis explores the concept of social vulnerability within the context of disaster management, focusing on earthquake risk in Istanbul, Türkiye. Through a comprehensive analysis at the district level, this study aims to develop a social vulnerability index, identify critical factors leading to vulnerability, and assess spatial vulnerability patterns using Geographic Information Systems (GIS). The findings highlight the importance of integrating social and physical vulnerability perspectives to inform targeted intervention strategies and minimize disaster-induced damage. Disaster management constitutes a fundamental aspect of contemporary governance, encompassing a spectrum of activities aimed at mitigating the adverse impacts of disasters. Central to effective disaster management is the recognition of social vulnerability, which encompasses various socio-economic, demographic, and institutional factors that influence individuals' and communities' capacity to anticipate, cope with, resist, and recover from disasters. While conventional approaches often focus on the physical aspects of vulnerability, understanding the social dimensions is equally imperative, particularly in densely populated urban centers facing significant seismic risks such as Istanbul, Türkiye. This study adopts a multi-stage approach to assess social vulnerability and its spatial distribution in Istanbul. Firstly, a social vulnerability index is developed utilizing selected indicators such as population demographics, economic status, and access to healthcare. Subsequently, factor analysis is employed to identify critical factors leading to social vulnerability. In the second stage, Geographic Information Systems (GIS) methods are utilized to evaluate the spatial patterns of vulnerability, integrating physical vulnerability reports and data provided by the Istanbul Metropolitan Municipality (IMM). Finally, an integrated assessment is conducted by overlaying social vulnerability and physical vulnerability data to identify high-risk areas at the district level. The analysis reveals significant spatial variations in social vulnerability across Istanbul, with certain districts exhibiting higher levels of vulnerability compared to others. Factors such as population density, economic disparities, and inadequate infrastructure cause heightened vulnerability in specific regions. Integrating physical vulnerability perspectives enables a comprehensive understanding of the complex interplay between socio-economic factors and seismic risks. The identification of high-risk areas informs targeted intervention strategies, facilitating more efficient post-disaster response and recovery efforts. Integrating social vulnerability into disaster management frameworks is crucial for enhancing community resilience and minimizing the socio-economic impacts of disasters. This study underscores the importance of adopting a multidimensional approach to vulnerability assessment, integrating both social and physical perspectives. The developed vulnerability maps and analysis outcomes provide valuable insights for policymakers and stakeholders, guiding future disaster management policies and interventions aimed at reducing vulnerability and enhancing preparedness in earthquake-prone regions in Istanbul.
-
ÖgeKalkınma ajanslarının performans ölçümünün dengelenmiş skor kart yöntemi ile ölçümlenmesi Fırat Kalkınma Ajansı örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-25) İrehan, Elif ; Gülümser, Aliye Ahu ; 502201805 ; Bölge PlanlamaKalkınma, bir toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan ilerlemesini ifade eder. Bu kapsamlı süreç, genellikle gelir artışı, yaşam standartlarının yükselmesi, altyapı hizmetlerinin kalitesinin artırılması, eğitim seviyesinin artması, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi ve sosyal güvenliğin sağlanması gibi çeşitli faktörlerle ölçülür. Kalkınma, sadece ekonomik büyüme ile sınırlı değildir; aynı zamanda toplumun refahını artırmayı, insanların yaşamlarını daha iyi bir hale getirmeyi ve gelecek nesiller için daha iyi bir dünya bırakmayı amaçlar. Bu nedenle, kalkınma süreci sürdürülebilirlik, adil bir gelir dağılımı, çevresel koruma ve sosyal adalet gibi kavramlarla birlikte ele alınmalıdır. Her toplumun kalkınma süreci kendine özgüdür ve ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklerine bağlı olarak farklılık gösterebilir. Bu nedenle, kalkınma politikaları ve stratejileri, her toplumun ihtiyaçlarına ve koşullarına uygun olarak özelleştirilmelidir. Kalkınmanın bölgesel boyuttaki bir yansıması olan bölgesel kalkınma, belirli bir coğrafi alanın ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan gelişmesini sağlamayı hedefler. Bölgesel kalkınma politikaları, bir ülkenin veya bölgenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal yapıya uygun olarak tasarlanır ve uygulanır. Bu politikalar genellikle yerel kaynakların etkin bir şekilde kullanılması, altyapı yatırımları, endüstriyel dönüşüm, iş gücü eğitimi, teknolojik yeniliklerin teşviki ve bölgesel dengesizliklerin giderilmesi gibi alanlarda odaklanır. Bölgesel kalkınma, bir bölgenin potansiyelini en üst düzeye çıkararak yerel ekonomik büyümeyi teşvik etmeyi, yaşam standartlarını yükseltmeyi ve sosyal kapsayıcılığı artırmayı amaçlar. Bu süreç, farklı bölgelerin ihtiyaçlarına ve önceliklerine uygun stratejilerin belirlenmesini gerektirir ve çok paydaşlı bir yaklaşımı içerir. Bölgesel kalkınma politikaları, sürdürülebilir ve dengeli bir kalkınmanın sağlanmasında önemli bir rol oynar ve ülkelerin genel kalkınma hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunur. Bölgesel kalkınmayı teşvik etmek amacıyla kurulan kalkınma ajansları, bir ülkenin veya bölgenin ekonomik ve sosyal gelişimine odaklanır ve yerel kalkınma stratejilerinin geliştirilmesine öncülük eder. Bu ajanslar genellikle devlet destekli veya özel sektör temsilcileriyle işbirliği içinde faaliyet gösterirler. Bölgesel kalkınma ajansları, yerel kaynakların etkin bir şekilde kullanılmasını teşvik eder, altyapı yatırımlarını destekler, iş gücü eğitimi sağlar, girişimciliği teşvik eder ve bölgesel işbirliği ve koordinasyonu artırır. Ayrıca, bölgesel kalkınma ajansları, bölgenin rekabet gücünü artırmak, gelir eşitsizliğini azaltmak, istihdamı artırmak ve yerel ekonomik faaliyetleri çeşitlendirmek için çeşitli programlar ve projeler yürütürler. Bu ajanslar, yerel toplulukların ihtiyaçlarına duyarlı politika ve stratejiler geliştirerek bölgesel kalkınmanın sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışırlar. Plan performansının ölçülmesi, kalkınma ajansları tarafından geliştirilen planların etkinliğini değerlendirmek ve başarılarını belirlemek için kritik bir araçtır. Bu ölçüm, belirlenen hedeflere ulaşılmasını izlemek, stratejik planların uygulanmasının ne kadar etkin olduğunu anlamak ve gerektiğinde ayarlamalar yapmak için gereklidir. Performans ölçümü ayrıca kaynakların etkin bir şekilde kullanılmasını sağlar, bütçe tahsisatlarının etkinliğini değerlendirir ve gelecekteki planlama süreçlerine rehberlik eder. Özellikle, kalkınma ajansları gibi kuruluşlar için, plan performansının düzenli olarak ölçülmesi ve değerlendirilmesi, toplumsal refahı artırmak ve kalkınma politikalarının etkinliğini artırmak için kritik bir öneme sahiptir. Bu süreç, karar alıcıların bilgi temelli kararlar almasını sağlar, politika ve stratejilerin etkisini değerlendirir ve kaynakların en verimli şekilde kullanılmasını sağlar. Sonuç olarak, plan performansının ölçülmesi, kalkınma ajanslarının ve diğer ilgili kurumların kalkınma hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak için temel bir araçtır. Dengelenmiş Skor Kartı (DSK), kurumsal performansın ölçülmesi ve yönetilmesi için geliştirilmiş bir stratejik yönetim aracıdır. Robert S. Kaplan ve David P. Norton tarafından 1990'lı yıllarda tanıtılan bu metod, finansal ve finansal olmayan göstergeleri dengeli bir şekilde kullanarak bir organizasyonun stratejik hedeflerine ulaşma sürecini izlemeyi sağlar. DSK, genellikle dört perspektiften oluşur: finansal, müşteri, iç iş süreçleri ve öğrenme ve büyüme. Bu perspektifler, organizasyonun stratejik hedeflerini tamamlayıcı bir şekilde yansıtır ve her biri belirli bir bakış açısından performansı değerlendirir. Bu tez kapsamında, DSK 'nın kullanımıyla plan performansının ölçülmesi ve değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. DSK sağladığı bütünsel yaklaşım, kalkınma ajanslarının stratejik hedeflerine daha etkin bir şekilde ulaşmalarına ve performanslarını sürekli olarak izlemelerine olanak tanır. Bu sayede, kalkınma ajansları stratejik planlarını daha etkili bir şekilde uygulayabilir, performanslarını daha objektif bir şekilde değerlendirebilir ve kalkınma çabalarını daha verimli bir şekilde yönlendirebilirler.Formun Üstü Fırat Kalkınma Ajansı (FKA), Türkiye'de bölgesel kalkınmayı desteklemek amacıyla kurulan bir kalkınma ajansıdır. 2009 yılında kurulan FKA, Malatya, Elazığ, Bingöl ve Tunceli illerini kapsayan TRB1 Bölgesi'nde faaliyet göstermektedir. Bu tez kapsamında 2014 – 2023 Yıllarını kapsayan "Eğitimli ve girişimci insan gücüyle üreten, yaşam kalitesi yüksek TRB1" vizyonuyla Plan Performansını değerlendirilecektir. Bölge Planın vizyonu ile belirlenen performans göstergelerinin nicelik olarak uyumlu olduğu görülmektedir. Bu çalışma kapsamında 2014 – 2023 yılları arasındaki Fırat Kalkınma Ajansı Performans göstergeleri DSK 'nın plan performansını ölçmek için uyarlanmış haliyle değerlendirilmiştir. Belirlenen Plan performansları için yapılmış olan fizibilite çalışmaları ve öngörüler, geliştirilen proje ve faaliyetler ve bu performans göstergesinin başarıya ulaşıp ulaşmama durumuyla alakalı yorumlar yapılmıştır. Çalışma kapsamında Plan Performanslarının değerlendirilmesi için dengeli skor kartın seçilmesi DSK modelinin döngüsel olarak ilerleyen kapsayıcı bir performans yöntemi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sayede planın gerçekleştirmeyi amaçladığı hedeflerin başarılı olması veya olmaması durumunda geri besleme yöntemi ile sonraki süreçlerde başarılı olmasına katkıda bulunacaktır. Plan Performanslarının ölçümlenmesi, izleme ve değerlendirmesi için kurumsal performans yönteminin Kalkınma Ajansı Performansına uyarlanması açısından ilk olma özelliği taşımaktadır.
-
ÖgeSürdürülebilir gelişmede veri yönetimi, şeffaflık ve kurumsallaşma: Türkiye mevcut durum tespiti(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02) Altınışık, Hümeyra ; Kerimoğlu, Ebru ; 502211804 ; Bölge PlanlamaTez çalışması, kurumsallaşma ile veri yönetiminde açık veri ve şeffaflık yaklaşımlarının sürdürülebilir kalkınmaya etkisini araştırarak Türkiye'nin mevcut durumunu analiz etmektedir. Küreselleşen dünyada gelişen düzene adapte olma ve sürdürülebilir bir yapıya sahip olma hedefleri kapsamında; veri yönetimi, açık veri, şeffaflık, kurumsallaşma yaklaşımı kavramları ele alınmış; veri yönetiminde açık veri ve şeffaflık yaklaşımlarının, güvenilirlik ve hesap verebilirlik sağlama konusundaki önemi vurgulanmıştır. Sürdürülebilir kalkınmanın önemi temelinde; Şeffaflık ve Yolsuzluk Algılama Endeksi, İş Yapma Kolaylığı Endeksi, Açık Veri Barometresi ve Rekabetçilik Raporu Endeksi incelenmiştir. Endeksler kapsamı ve yüksek skorlara sahip ülkeler ortaya konularak Türkiye'nin bu endeksler kapsamındaki skor ve sıralamaları üzerinden değerlendirmeler yapılmıştır. Ortak kavramlar arasında şeffaflık, açıklık, hesap verebilirlik, kurumsal yapı ve yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Araştırmanın özgün analiz bölümünde, üç aşamalı analizle ele alınmıştır. İlk olarak, açık veri sunumundan yetkili birimler (TÜİK, bakanlıklar ve bağlı müdürlükler, diğer kurum ve kuruluşlar) ve veri sunulan açık veri erişim platformları belirlenmiştir. Burada kapsamlı bir erişim platformu olsa da erişen verinin kapsamlı olmadığı ve bütün bir şekilde sunulmadığı tespit edilmiştir. İkinci aşamada, bu kurumların açık veri, şeffaflık ve kurumsal yapı performansları değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme, Türkiye'deki veri güncelliği ve kurumların şeffaflık eksiklikleri ortaya konmuştur. Elektronik platformlar, güvenilir veri erişimi ve kurumsal yapı güçlendirme çalışmaları yetersiz bulunmuştur. Toplum odaklı ve toplum ihtiyacı temelli iyileştirme çalışmalarının eksikliği, sürdürülebilir kalkınma için kritik bir problem olarak belirlenmiştir. Özel sektörde iş sürecine devam eden bazı firmalar ile yapılan görüşmelerde, açık veri erişimi sorunu, erişilen verinin okunamaması ve kullanılamaması problemi, veri yönetim sisteminin olmaması, kamu-özel sektör iş birliğinin olmaması, kurumsallaşma süreçlerinde KOBİ'lerin yok sayılması gibi bazı temel problemler ortaya konulmuştur. Sorunun çözülmesi için de firmalar tarafından bazı öneriler ortaya konulmuştur. Öneriler arasında erişilebilir, okunabilir ve kullanılabilir açık veri düzeninin oluşturulması, kamu-özel iş birliği sisteminin yaratılması, farkındalık çalışmalarının yapılması ve kurumsallaşma süreçlerinin güçlendirilmesi yer almaktadır. Sonuç olarak Türkiye'nin açık veri, şeffaflık ve kurumsallaşma konularında iyileştirmelere ihtiyaç duyduğu, kapsayıcı ve bütüncül bir yaklaşımla daha sürdürülebilir bir yapıya kavuşması gerektiği görülmüştür. Bu, daha şeffaf bir kurumsal yapı, güvenilir elektronik platformlar ve güçlü bir toplumsal odaklı yaklaşım ile sağlanabilirdir.
-
ÖgeUzaktan çalışmanın sektörel, demografik, bireysel faktörlere göre farklılaşması ve adaptasyon düzeyleri: İstanbul-Kocaeli-Tekirdağ kent bölgesi analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-11) Çoban, Muhammed Numan ; Yüzer, Mehmet Ali ; 502211806 ; Bölge PlanlamaUzaktan çalışma, sağladığı avantajlar ve sunduğu esneklik sayesinde iş hayatında yaygın bir çalışma modeli olarak şirketler arasında kabul görmüştür. Özellikle COVID-19 salgınının ortasından itibaren iş hayatında kendisine daha fazla yer bulmuş ve ticari operasyonlar alanında önemli yenilikleri tetiklemiştir. Kavramsal olarak başlangıcı yıllar öncesine uzanıyor olmasına rağmen, yakın tarihte yaygın olarak benimsenmeye başlayan bu çalışma modeli gelişimini sürdürmektedir. Bu iş modelini etkileyen faktörler ve bundan kaynaklanan sonuçlara ilişkin çok sayıda belirsizlik devam etmektedir. Bu çalışmada uzaktan çalışmanın farklılaşması sektörel düzeyde meslek, çalışma şekli, kurum türü gibi değişkenlere göre; demografik düzeyde yaş, cinsiyet ve medeni durum gibi değişkenlere göre ele alınmıştır. Ayrıca uzaktan çalışmaya uyum düzeylerinin demografik özellikler, konut özellikleri ve kişisel tercihlerle ilişkisi analiz edilmiştir. Bu çalışma, uzaktan çalışmanın farklı kalıplarını, uzaktan çalışmaya uyum düzeylerini ve uzaktan çalışma stratejilerinin çeşitli demografik ve profesyonel gruplar arasındaki farklılaşmasını çok yönlü bir yaklaşımla açıklamayı amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında demografik faktörlerin uzaktan çalışma eğilimini zaman içinde nasıl etkilediği, uzaktan çalışma oranlarındaki sektörel farklılıkların neler olduğu, uzaktan çalışmaya uyumun çalışan alışkanlıkları ve tercihleriyle nasıl ilişkili olduğu araştırma sorularına yanıt aranmaktadır. Bu çalışmada 221K016 kodlu TÜBİTAK 1001 araştırma projesi kapsamında İstanbul'da gerçekleştirilen 4643 anketten elde edilen veriler kullanılmıştır. Uzaktan çalışanların eğilimlerinin kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için tasarlanan anket, hem belirli davranışları ölçmeye yönelik açık uçlu soruları hem de alışkanlıkları toplamaya yönelik likert soruları içermektedir. Örneklem olarak 18-65 yaş aralığındaki çalışanlar, çalışma alanı olarak ise İstanbul, Kocaeli ve Tekirdağ kent-bölgesi seçilmiştir. Anket sonuçlarının analizinde ANOVA, Pearson ki-kare ve T-testi yöntemleri kullanılmıştır. Araştırma sonucunda çalışanların yüzde 3,1'inin pandemi öncesi dönemde, yüzde 32,5'inin pandemi döneminde, yüzde 8,1'inin ise bugün uzaktan çalıştığı görülmüştür. Bu oranın gelecekte %14,3'e kadar çıkması beklenmektedir. Uzaktan çalışma oranının en yüksek olduğu meslek gruplarının ise yüksek vasıf gerektirenler, rutin beyaz yakalılar ve ofis hizmetlerinde çalışanlar olduğu görülmüştür. İş pozisyonu bağlamında bakıldığında en yüksek oranların olduğu grupların beyaz yakalı çalışanlar ve yöneticiler olduğu görülmüştür. Ayrıca gelir düzeyi arttıkça uzaktan çalışma oranlarının da arttığı, uzaktan çalışmanın cinsiyet, yaş gibi demografik özelliklere göre farklılık göstermediği belirlenmiştir. Uzaktan çalışmanın kademeli yükselişi kentsel gelişimi de etkileyecek ve etkilenecektir. Uzaktan çalışmanın benimsenmesi arazi kullanımında, geleneksel ofis kurulumlarından çok yönlü karma kullanımlı gelişmelere değiştirebilir. Bu bulguların gelecekteki kentsel politikalara yol göstermesi beklenmektedir. Özellikle beyaz yakalı ve yüksek vasıflı çalışanlar için uzaktan çalışmada beklenen artış, gelişen kentsel dinamiklere uyum sağlamak için bölgesel planlama ihtiyacını vurgulamaktadır. Uzaktan çalışmayı kolaylaştırmak ve ekonomik büyümeyi teşvik etmek için politika yapıcıların dijital altyapıya yatırımları artırması ve dayanıklı kentsel ortamlara öncelik vermesi gerekmektedir. Bunlara ilaveten konut ve ticari alanlara yönelik talepteki değişiklikler de öngörülebilir.
-
ÖgeSearching for the impact of network connectivity on borrowing performance: The case of Turkey(Graduate School, 2024-07-12) Ertürk, Eğinç Simay ; Gezici, Ferhan ; 502211802 ; Regional PlanningThe decline in quality of life in major cities and the rise of secondary cities is a globally observed trend and has significant impacts on economic development and urban planning. It is known that the agglomeration economies and advantages created by major cities stand out in terms of both economic growth and urban performance. In this context, concepts such as agglomeration shadow and borrowed size are important in explaining center-periphery interactions and as important factors affecting the growth and development of peripheral areas. While major metropolises such as Istanbul, Izmir and Ankara in Turkey play a decisive role in the country's economy, surrounding cities are dependent on these centers for economic growth and development. However, concentration of resources and investments in single or specific points may cause agglomeration shadows in surrounding areas. On the other hand, strong network connectivity between metropolitan and secondary cities may enable secondary cities to borrow performance or function; This can facilitate secondary cities' access to resources, investments and knowledge. This thesis study aims to test the hypothesis that the network connectivity between second-tier and metropolitan cities in Turkey enables second-tier cities to improve their urban performance by borrowing size through these networks. In order to discuss the concepts of "borrowing size" and "borrowing performance", it will be interpreted whether secondary cities exhibit a performance beyond their population size by being included in networks. The term "size" in the context of "borrowed size" is a bit ambiguous because it can relate to both the functions and economic activity found in larger cities as well as the performance level associated with larger cities. With multiple regression analysis, it was determined which parameter affects secondary city performance the most among the variables of network connectivity, size and distance to first-tier cities. Within the scope of the research, two models were prepared, and in the first model, the urbanized area population of the provinces was used for the size parameter, and the distance of the provinces to the closest one of the Istanbul-Ankara- Izmir trio was used for the distance parameter. Network connectivity was measured by provincial data, with the number of domestic and international cargo transported by air and total export parameters. Secondary city performance was measured by the Socio-Economic Development Index of Provinces prepared in 2017. The secondary city performance index, chosen as the dependent variable, includes not only economic activities and functions, but also social, cultural, environmental and infrastructural parameters that measure the liveability of the city. As seen from studies in the literature, major cities with large populations have an advantage, and secondary cities benefit from their proximity to these metropolitan cities. By examining the impact of independent variables (network connectivity, size and distance) on the dependent variable, urban performance, it will be investigated to what extent network connectivity complements the economies of urbanization and whether a network-based performance can be borrowed beyond the factors of size and proximity. The contribution of the study is to empirically investigate how network connectivity can function as a catalyst for the development and prosperity of secondary cities in Turkey and whether there is an advantage to being in a network beyond size.