Sanat Tarihi Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Başlık ile Sanat Tarihi Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge13.-14. Yy. Anadolu'suna Tarihlenen Kandil Ve Şamdanlarda Işık Sembolizmi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994) Durmuş, M. Elif ; Ögel, Semra ; 30665 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryOrtaçağ İslam düşüncesinde ışık sembolizmi ve geometrik motifler temelinden yola çıkılan aşağıdaki araştırmada, çağın (13. -14. yy.) aydınlatma araçları; kandil ve şamdanlar dekorasyonları nedeniyle ele alınmıştır. Bir başka deyişle, 13. -14. yy. Anadolu'suna tarihlenen kandil ve şamdanlardan, üzerlerinde geometrik motifler bulunanlar katalog kısmını oluşturmuş, burada yer alan geometrik ve figürlü süslemelerin ışık sembolizmiyle olan bağlan tartışılmıştır. Günümüzde, dünyada çeşitli koleksiyonlara dağılmış bulunan sözkonusu kandil ve şamdanların hemen hepsi Anadolu'daki tekke, türbe, medrese veya camiilerden getirilmişlerdir. Bu orijin birlikteliğinin yanısıra, şamdanlarda görülen diğer belirgin özellik ise hemen hepsinin aynı boy ve ölçülerde, aynı formda ve aynı ağırlıkta olmalarıdır. İlk bakışta göze çarpan bu özellikler, dekorasyondaki bütünlükte de kendini belli eder. Öyle ki, bu gruptaki şamdanların süslemesinde başlıca dört temanın; Oniki ayın işleri, Saray yaşamından sahneler; eğlence, taht ve av sahneleri, Astrolojik semboller ve Geometrik motiflerin yer aldığı görülür. Nerede ve kimin tarafından yapıldıkları belli olmayan bu şamdanlardan, geometrik rozetlere sahip olanlarının motiflerine göre bir katalogunun verilmesi araştırmanın başlıca sonuçlarından biridir. Diğeri ise, sözkonusu geometrik ve figürlü süslemenin Ortaçağ İslam düşüncesinde ışık sembolizmi çerçevesinde ele alınmasıdır.
-
Öge16-18. Yüzyıl Osmanlı Minyatürlerinde Bahçe Teması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996) Ekmekçibaşı, İpek ; Batur, Afife ; 53274 ; Sanat Tarihi ; Art History16. - 18. yüzyıl Osmanlı minyatüründe bahçe teması" konulu tezimizde, minyatür sanatının geleneksel yapısı içinde çeşitli şekillerde yer alan bahçe tasvirleri örneklerini irdelemeyi amaçladık. incelememiz sırasında öncelikle bahçe olgusunun Osmanlı kültüründeki yeri, önemi ve bunun minyatür sanatına yansıma şekli belirlenmeye çalışıldı. Daha sonra 16. yüzyıldan itibaren tarihi konulan resimleme yoluna gitmiş ve estetik özellikleri yanında belge niteliğinde değer kazanmış Osmanlı minyatür sanatının, gerçekçi üslubu içinde tasvir edilmiş bahçe görüntülerinin, kompozisyonlar genelinde kullanım şekilleri ve tasvirlerde yer alan kalıplaşmış motifler belirlenmeye çalışıldı. 16. yüzyıldan 18.yüzyıla kadar rastladığımız bahçe tasvirlerinin, gelişim ve değişim çizgisi oluşturulmaya çalışıldı. Son olarak dönemin diğer İslam ülkelerinde yapılmış minyatürlerdeki bahçe tasvirleri ile Osmanlı minyatürlerindeki bahçe tasvirleri arasındaki ortak ve ayrı unsurlar üzerinde duruldu. Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde ulaşabildiğimiz minyatürlü yazmalar ve mevcut kaynakların incelenmesi sonunda, Osmanlı minyatür sanatının gelişim çizgisine paralel üslup özellikleri gösteren bahçe tasvirlerinin, minyatürün asıl konusunu oluşturduğu örneklerin yanı sıra, konuya fon yada ön plan teşkil ederken içerdiği motiflerin -Osmanlı minyatür sanatının gerçekçi ve detaycı yaklaşımımdan da yola çıkarak- dönemin bahçe mekanlarının karakterini oluşturan elemanlarla yakın benzerlikler gösterdiğini söylemek mümkün olmaktadır. Yüzyıllar boyunca Osmanlı minyatürlerinde ince bir zevk ile işlenmiş bahçe tasvirleri, 18.yüzyıldan itibaren, Osmanlı kültürünün hemen her alanında hissedilen batı etkileri neticesinde değişimlere uğramış, minyatürlerdeki diğer doğa tasvirleri ile beraber, başlıbaşına manzara resimlerine dönüşen bir yol izlemişlerdir.
-
Öge16. Yüzyılda Batılı Gezginlerin İngilizce Ve Türkçe Yayımlanan Notlarında İstanbul Ve Anıtları(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Taşçıkar, Bahar ; Sözen, Metin ; 122685 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryKurulduğu andan itibaren hızla büyümekte olan Osmanlı Devleti, onaltıncı yüzyılda ilerlemesinin en üst noktasına varmıştı. Rönesans'dan sonra ortaya çıkan pekçok buluş ve keşif, Avrupa'ya yeni bir yol açmıştı. Deniz yolculukları artık çok daha rahat yapılabiliyordu. Böylelikle yeni kıtalar keşfedildi. Ticaret için yeni pazarlara ulaşıldı. Yeni yerler hakkında birçok kitap yazılmaya başlandı. Bu kitaplar, insanları, daha önce gitmedikleri yerlere gitmeye yönelttiler. Bu yüzyılda Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun desteğini sağlamaya çalışıyorlardı. Bu güç, aynı zamanda yabancı devletlerin çok ilgisini çekiyordu. Hepsi, Osmanlıların gücünün arkasındaki nedenleri çok merak ediyorlardı. Aynı zamanda, Rönesans'dan sonra antikiteye karşı artan ilginin devamı olarak, özellikle İstanbul, sahip olduğu düşünülen antik ve Osmanlı eserleri nedeniyle de merak konusuydu çünkü Osmanlılar da gizemli "Doğu"nun bir parçasıydılar. Sosyal hayatları, adetleri, ilişkileri, kısacası yaşamları her yönüyle yabancıların ilgisini çekiyordu. İstanbul ise, Osmanlı'ların yeni başkenti olarak, kozmopolit bir yaşayışa olanak sağlıyordu. Bu şehirde pekçok milletten insan yaşamaktaydı. Bu durum, kent içindeki yaşayışta da kendini belli ediyordu. Bütün bunları incelemek için çeşitli görevlerde kişiler İstanbul'a geldiler. Bunların arasında tüccarları, misyonerleri, bilim adamlarını, sanatçıları sayabiliriz. Gelen kişilerin İstanbul hakkındaki gözlemleri çoğu zaman bir kitaba dönüşüyordu. Bunun sayesinde gezi günlükleriyle ilgili büyük bir arşiv meydana geldi. Yabancı gezginler, İstanbul ve buradaki yaşam hakkında detaylı bilgiler veriyorlardı. Bu kişilerin Osmanlı İmparatorluğu konusunda yazdıkları notlar, birçok konu hakkında birinci el kaynak olarak kabul edilebilir. Yabancı gezginlerin anlattığı pekçok eser bugün yoktur. Bu nedenle, seyahatnamelerden elde edilen bilgiler, bugün bilmemizin mümkün olmadığı birçok konu hakkında bize ışık tutar.
-
Öge(1869-1928) Osmanlıca Kadın Dergilerinin Grafik Düzenlemeleri(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995) Kocabey, Melek ; Batur, Afife ; 43829 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryOsmanlı devleti'nde Tanzimatla birlikte gelen, toplumda yeni yapılanma ve değişim çabaları, birçok konu ile birlikte toplumda kadının yeri sorununu da gündeme getirmiştir. Yeni açılan okullarla yerleşmeye başlayan kadın eğitimi, kadının ev ve iş hayatında başarısı ve sorunları gibi konular basında, özellikle kadın dergileri ile gündeme gelmeye başlamıştır. (1869-1928) yılları arasında yayımlanan 38 kadın dergisi, kadın ile ilgili her türlü konuyu, bilgilendirmeyi amaçlayan edebi konu ve makaleleri yayınlayarak, kadınlar arası bir haberleşme ağı oluştururlar. Bu çalışmada İstanbul Kütüphaneleri'nde bulunan 38 Osmanlıca kadın dergisi, içerik ve yayın amaçlarına da değinilerek, özellikle vinyet, fotoğraf ve düzenleme açısından ele alınmış, tarihsel süreç içinde gelişim ve değişim olanakları incelenmiştir. Araştırma İstanbul kütüphaneleri ile sınırlandırılmış, ancak İstanbul kütüphaneleri dışında olduğu halde fotokopi yolu ile kütüphane koleksiyonlarına katılan eksik sayılar da çalışmaya dahil edilmiştir.
-
Öge1945-1960 Yılları Arasında Türkiye'de Sanat Ortamı Ve Yayın Hayatına Yansıması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Dedeal, Hande ; Ödekan, Ayla ; 175057 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryTürkiye'de, 1945-1960 yıllan arasını kapsayan bir dönem içinde sanat ortamının nasıl olduğu sorusunun kültürel değişim bağlanımda ele alındığı bu tez, Osmanlı Batılılaşmasından başlatılarak ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1960 yılma kadar olan dönemi kapsayan bir süreci incelemektedir Tez üç ana başlık altında ele alınmıştır. Her başlık altında, dönemin siyasi hayatı ve kültürel değişimi belirleyen sanat ortamına değinilmiştir. Başlıklardan ilkini "Cumhuriyet Öncesinde Kültürel Değişim ve Sanata Yansıması" oluşturur. Batılılaşma kavramı Türkiye'de kültürel değişimin başlamasıyla doğrudan ilişkilidir. III. Ahmet döneminde ilk kez Avrupa'ya elçi gönderilmesiyle karşılıklı etkileşim süreci başlamıştır. Bu dönemden sonra Batı ile kurulan ilişkiler sayesinde askeri alanda gerçekleştirilen yenilikler sanatı da etkilemeye başlamıştır. Daha çok mimari ve dekorasyon alanında görülen Batı etkisi, II. Mahmut'tan itibaren resim alanına da kaymıştır. Kültürel değişim söz konusu olduğunda Osmanlı döneminde değinilmesi gereken önemli olaylardan birisi Tanzimat'ın ilan edilmesidir. Tanzimat fikri, Batının sadece biliminden değil aynı zamanda bilimin temellendiği Batı kültürünün de öğrenilmesinden yanadır. Tanzimat'la başlayan süreci Meşrutiyet dönemi devam ettirmiştir. Meşrutiyetle birlikte Batı tarzında sanat anlayışı da Osmanlı saray ve çevresine yayılmaya başlamıştır. Osmanlı döneminde Batı ile kurulan ilişkilerin kaçınılmaz sonucu olarak kültürel bir değişimin başladığım görmek mümkündür. Batıda toplumsal etkinin büyük payı olan aydınlanma, Osmanlıda sadece bir üst sınıf hareketi olarak gerçekleşmiş, toplumun yararına kullamlmamıştir. Tezin diğer başlığı, "Oımhuriyetin İlanından 1945 Yılma Kadar Kültürel Değişim ve Sanata Yansıması" incelenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çağdaş milletler seviyesine ulaşma düşüncesi, bilim ve teknik alanda ilerlemeyi amaçlayan bütünsel bir kültür projesidir. Cumhuriyetin kültür hamlesinin temel taşlarından biri de vu sanattır. Sanata ve sanatçıya verilen devlet desteği, halkı sanatla eğitmek gibi ileri bir görüşün parçasıdır. Osmanlı modernleşmesinden en belirgin farkı bu çağdaşlaşmanın merkezine halkın konulmasıdır. Ancak geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı olan toplumun büyük bir kesimi için bu kültürel değişim benimsenmemiş ve tepki ile karşılanmıştır. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk döneminde "halka rağmen halk" için söylemi ön plana çıkmıştır. Son başlığı, "1945-1960 Yıllan Arasında Kültürel Değişim ve Sanata Yansıması" konusu oluşturur. 1945 yılı Türk siyasi tarihinde çoğulcu parlamenter sisteme geçildiği yıl olması açısından önem taşır. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti ile dışa açılma, liberal ekonomi gibi kavramlar ön plana çımış. Ekonomik kalkınmaya yönelen hükümet kültür alanlarındaki desteğini azaltmıştır. 1945-1960 yılları arasındaki dönemde ise iktidarın doğrudan kültüre yönelik olmasa da dolaylı yoldan bir değişimi tetiklediğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminde saray çevresinde gelişen sanat, Cumhuriyetin ilk yirmi yılında bir kültür politikası olarak ele alınmış ve devletçe desteklenmiş, 1945-1960 yıllan arasında ise devlet desteğinin azalmasıyla bireysel çabalar başlamıştır.
-
Öge1945-1960: Paris Ekolü Ve Paris’te Yaşayan Soyut Türk Ressamları(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Özerden, Lale Kula ; Özer, Filiz ; 175099 ; Sanat Tarihi ; Art Historyİkinci Dünya Savaşı ve işgal yıllarının yarattığı karışıklığa rağmen Paris savaş sonrasında da Avrupa sanatının önde gelen sanat merkezlerinden biri olmaya devam etti. Kent bu dönemde, çeşitli uluslardan sanatçıları, eleştirmenleri, koleksiyoncuları ve çok sayıda sanat galerisiyle hareketli bir sanat ortamına sahipti. Soyut sanat, resmi otoritelerin kayıtsız, kimi zaman da engelleyici tutumuna karşın, kısa sürede yaygınlaştı. Soyut sanatın kabulünde, küçük bir eleştirmen grubuyla, birkaç avant-garde galerinin büyük katkıları oldu. Bu yıllarda Paris'te 'soyutun çeşitli sınıflandırmalarının yapıldığı ve tanımlannın belirlendiği önemli bir kuramsal faaliyet söz konusuydu. Soyut sanat alanındaki bu canlılık Paris'in 'sanat başkentliği'ni 1960'larda New YorKa devretmesine kadar sürdü. Paris Ekolü terimi 1925'ten itibaren farklı grupları tanımlamak için kullanılmıştır. Anlamsal olarak iki genel tanım söz konusudur: ilk ve daha yaygın olanı, 1910-1930 yıllarında Paris'te yaşayan ve Fransız olmayan sanatçıları ifade etmek için kullanılırken, savaş sonrasında, Paris Ekolü ve bazen da 'yeni' ekiyle, Nouvelle Ecole de Paris (Yeni Paris Ekolü), Fransız ya da yabancı, Paris'te yaşayan ve Lirik Soyut resim yapan sanatçıları tanımlayan bir terim olarak karşımıza çıkar. 1945-1960 yıllarında Paris sanat ortamı, çağdaş Fransız resmine büyük katkılar getiren çok uluslu bir yapıya sahipti. Türk sanatçıları ile bağlantısını kurduğumuz diğer Paris Ekolü sanatçıları arasında, Fransızların yanında Rus, Alman, Hollandalı ve Portekizli sanatçılar vardı. Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Albert Bitran, ve Fahr-el-Nissa Zeid'den oluşan bir grup soyut Türk ressamı da bu çok uluslu yapıda yer aldılar. Çağdaş Bat resim sanatı çizgisinde bir gelişmeyi hedefleyen Türk resim sanatı, Osmanlı'nın son dönemlerinden beri Paris'i merkez kabul etmekteydi ancak birkaç istisna dışında Türk sanatçıları sanat ortamına tam olarak dahil olamamış ve gündemi bir adım geriden izlemişlerdi. 1945-1960 yıllarında Paris'te yaşayan soyut Türk ressamları, Paris Ekolü çatısı altında, olayların merkezinde yer aldılar. Sanatsal ve entelektüel güçlü bağlar kurdular, kentte açılan en önemli sergilere davet edildiler, sanatsal gündemi günü gününe izleyip, dönemin önemli eleştirmenlerinin beğenisini kazandılar. Katıldıkları sergilerin, haklarında yazılan sanat eleştirilerinin incelenmesi ve resimlerinin diğer Paris Ekolü sanatçılarıyla karşılaştırılması ve analizi 1945-1960 arası Paris'te yaşayan ve soyut resim yapan Nejad Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Albert Bitran ve Fahr-el-Nissa Zeid'in Paris Ekolü içerisinde önemli bir role sahip olduklannı açıkça göstermektedir. Bu altı ressamın çalışmalannın, Türk resim tarihinin Avrupa resmiyle eşzamanlı bir çizgide eserler üretilen, önemli bir evresini oluşturduğu kanısındayız. XII
-
Öge1950 Sonrası Görsel Sanatlar Ve Müzik Arasındaki Etkileşim(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Aydoğan, Bilge ; Ödekan, Ayla ; 209094 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryGeleneksel sanat kurallardan kurtulma sürecinin önemli bir adımı olarak değerlendirilen 19. yüzyıl, görsel ve işitsel sanatların etkileşiminin yoğunlaşmaya başladığı bir sürece işaret eder. 19. yüzyılın kültürel ortamı, kendinden önceki dönemlerden daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Dünya küçülmeye başlamış, büyük sanat yapıtlarının ucuz yollu kopyaları üretilmiş, yüzyılın ilk çeyreğine egemen olan Napolyon'un emperyalist dönemine ve Neoklasik sanat anlayışına tepkiler doğmaya başlamıştır. Öyle ki, karmaşık olan bu kültürel ortamın her alanında müzik, mistik bir yol gösterici olmuştur. Wagner'in ?Bütünsel Sanat Çalışmaları? (Gesamtkunstwerk) başlığını taşıyan kitabında, tüm sanatları bir çatı altında toplayacak olan aracıdır müzik. Nitekim 20. yüzyıl sanatı da; Fütüristlerin, Kübistlerin, Soyut Sanat savunucuların ve Dadacıların müzik ile kurduğu bağ ile şekillenecektir. 20. yüzyılın ilk yarısına baktığımızda birbirine koşut olarak gelişen farklı akımlar ve çeşitli ifade biçimlerinin bir aradalığını görmekteyiz. Kandinsky'nin soyut arayışlarının karşısına Kübist sanatçılar, ?yapı bozum? ile çıkmışlardır. Öte yandan Avrupa'nın diğer ucunda Fütürist sanatçılar, manifestolarıyla sanat ortamının güvenli yapısını sarsan açıklamalar ve eylemler gerçekleştirmişlerdir. Savaş öncesinin yarattığı bunalım ve yalnızlık duygusu sanata da yansımıştır. 1920'li yıllara gelindiğinde oldukça eklektik bir yapı çıkar karşımıza. Dada etkinliklerine de katılmış olan besteci Edgar Varese ve Eric Satie'nin de aralarında bulunduğu bir grup avangard sanatçı, Sürrealizm akımını harekete geçirmişlerdir. Müzik ile görsel sanatların etkileşimi bağlamında, Dışavurumculuk akımının müzikte ortaya koyduğu tonal kırılma ile görsel sanatlardaki formun bozulması, birbirine eşdeğer yaklaşımlar olarak görülmüştür. Öte yandan yüzyılın ilk yarısında etkili olan Fütürist ve Dada sanatçılarının eylemsel tavırlarında karşımıza çıkan avangarde hareketin ise Wagner'in sanatların bütünlüğü ilkesine temellendirilmiştir. Müzik ve görsel sanatların 1950 sonrasındaki gelişimine baktığımızda, 20. yüzyılın ilk yarısındaki avandgard hareketin etkili olduğu görülmektedir. 2. Dünya Savaşı'nın eşiğinde olan Avrupa'nın tekinsiz ortamından kaçan pek çok sanatçı Amerika'ya göç etmiştir. Bu sanatçılar arasında Duchamp, Varese, Dali, Tanguy, Leger, Breton gibi daha pek çok sanatçı sayılabilmektedir. Bu sanatçılar 1950 sonrasında oluşacak sanat anlayışının temelini oluşturmuşlardır. İlk bakışta göze çapan, bu sanatçıların Dadacılardan miras kalan, rastlantıya dayanan içgüdüsel bir tavrı benimsemiş olan Sürrealizm akımının temsilcileri olduklarıdır. 20. yüzyılın ilk yarısında; müzikte dizisel, görsel sanatlarda ise soyut anlatımın yoğunlukta olduğu bir dönem yaşanmıştır. Bu yaklaşımlar her iki alanın, ?sanatın sanat için? üretildiği düşüncesini destekleyen bir özellik kazanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, toplumdan kopuk, anlaşılması güç ve seçkinci bir yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Duchamp, Cage ve Fluxus sanatçılarının öncülüğünde yeniden canlanan avandgard yaklaşım ise, işte bu noktada önem kazanmaya başlamıştır. Sanatın yeniden tanımının yapılmaya başladığı modern sonrası sürecin başlangıcı olmuşlardır bu sanatçılar. 1950'lerde New York merkezli oluşumun yüzyıl başlarındaki Paris sanat ortamını anımsanmaktadır. New York sokaklarının bar ve klüplerinde sanatın ve sanatçının varlık alanının sorgulanması, sanat nesnesi olarak yeni malzemelerin kullanıma girmesi, hem müzik hem de görsel sanatlar alanına yepyeni bir alan açmıştır. Avrupa'da da benzer gelişmeler yaşanmaktadır. Deneysel çalışmalar, görsel sanatlar ve müzik alanında hız kazanmıştır. Soyut sanat ve dizisel müziğin saflık özellikleri melezleşmeye başlamış, günümüz sanatını oluşturan çoklu ortam üretimlerinin temelleri atılmıştır.
-
Öge1970 ile 2010 Yılları Arasında Türkiye'de Sanat Tarihi Yazımı(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Özpınar, Ceren ; Kuban, Zeynep ; 417999 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryTürkiye'de, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte, modern ulus-devlet kurma anlayışıyla değerlendirilmeye başlanan sanat tarihi yazımı, ulusçuluk / milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde ele alınmıştır. Uygulanan Batılılaşma politikaları nedeniyle de, sanat tarihi yazımında Avrupa-merkezci bakış açısı ve "ilerleme" düşüncesi etkili olmuştur. 1970'li yıllardan itibaren, Batı Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da öncelikle tarih, sosyoloji ve felsefe disiplinlerinde ortaya çıkan Postmodern yaklaşım, tarih yazımında "gerçeklik"in ve nesnelliğin sorgulanmasına neden olmuştur. Böylece, farklı tarihsel gerçekliklerin varolma ihtimali ve tarihsel anlatıların öznellik ve bireysellik içerdiği görüşü ortaya çıkmıştır. Bu durum, tarihsel geçmişe bakış açısının, anlatı modellerinin ve yöntemlerinin dönüşmesini ve çeşitlenmesini sağlamıştır. Sanat tarihi yazımı da dahil olmak üzere Türkiye'deki birçok disiplin de bu yaklaşımdan etkilenmiştir. Bu tez çalışması, 1970 ile 2010 yılları arasında Türkiye'de yayınlanmış dergi, derleme kitap ve sergi / koleksiyon kataloglarında yer alan, Türkiye'nin görsel sanatlarına dair, seçilmiş sanat tarihi anlatılarını, onları oluşturan, ideolojiler ve kaynaklar, söylemler, tarihsel anlatı modelleri ve düzenleri, dil ve terminoloji gibi birimlere ayırarak tarihsel söylem analizi metoduyla eleştirel okumaya tâbi tutmaktadır. Bu birimler; sosyoloji, felsefe, sanat tarihi ve siyaset bilimleri disiplinlerinden yararlanılarak zamansallık, farklılık, ikili karşıtlık ve özgünlük gibi Türkiye'deki sanat tarihinde öne çıkan kavramlar ile Milliyetçilik, Feminizm, Oryantalizm, Postkolonyalizm gibi kuramlar bağlamında tartışılmaktadır. Böylece tez çalışmasında, Türkiye'de 1970 ile 2010 yılları arasındaki sanat tarihi yazımında, bir tarihsel anlatı modelinin ve buna bağlı söylemin hakimiyetinden çıkılması; Türkiye'nin kendine yönelik tarihsel ve zamansal algısının değişimi; ulus-devlet'in yarattığı "öteki" kimliklerin söylem içerisinde yeniden biçimlenmesi; "ilerleme" düşüncesiyle ilişkili ikili karşıtlıkların yeniden değerlendirilmesi; kullanılan dilin, söylemin ve tarihe bakış açısının değişmesi; sanat tarihi yazımının, yeni yazı formları ve yöntemleriyle genişlemesi gibi önermeler incelenmektedir.
-
Öge1980 Sonrası Türkiye'deki Sanatın Dönüşümünde Gülsün Karamustafa'nın Yeri(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Sağır, Çiğdem ; Akın, Günkut ; 175080 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryBu çalışma, 20. yüzyıl'da modernizmle gündeme gelen eleştirel yaklaşımlarla görsel sanatlardaki yerleşik değerlerin dönüşümü ve postmodernizmin gündemde olduğu bir dönemde algılanışı temelinde oluşturulmuştur. Bu genel çerçevede 1980 sonrası Türkiye'de sanatın dönüşümü, Gülsün Karamustafa örneği üzerinden değerlendirilmiştir. Karamustafa'nın sanatsal yaklaşımı, toplumsal bakış açısı, deneyimleri ve belli bir süreklilik içinde üretmesi bakımından, 80'lerden günümüze kadar olan dönemde Türkiye'deki 'çağdaş/güncel' sanat olgusunun birçok katmanıyla anlaşılmasını sağlar. 80'li yılların sonundan itibaren, belli kavramlar üzerinden oluşturulan uluslararası platformlarda yer alan Karamustafa, postmodernizmin çoğulculuk anlayışı paralelinde video ve fotoğraf teknikleriyle nesne ve mekanı birarada kurgulayarak göç, kimlik, melezlenme gibi dönemin güncel sosyo-kültürel olgularına vurgu yapmıştır. 70'lerden itibaren belli bir süreklilik içinde üretimde bulunan Karamustafa, Türkiye'de hızlı toplumsal değişimlerin yaşandığı bir dönemde, değişim sürecini kendi yaklaşımıyla yansıtmıştır. Karamustafa'nın eski ile yeniyi, yerel ile evrenseli ve farklı sanat akımlarının yöntemlerini birarada kullanması bakımından 'eklektik' olarak adlandırılabilecek çalışmaları, konularına göre belli başlıklar allında toplanmıştır. Karamustafa'nın göç ve melezlenme konulu çalışmaları köyden kente göç olgusunun ironik sonuçlarını, bitkilerin göçünü ve ekonomik nedenlerle ülkelerinden göç etmiş toplumların dramını; insan ve mekan arasındaki eklektik yapıyı vurgulayarak, kitsch malzeme kullanarak ve göçebe yaşayan insanların durumuna odaklı filmler çekerek ele almıştır. Mekanın niteliğinden yararlanarak yaptığı çalışmalarında eski ile yeniyi; yüksek kültüre ait mekanlarla popüler nesneleri biraraya getirerek, 'eklektik' yapılara dikkat çekmiştir. Zaman, unutma ve bellek konulu çalışmalarında geçmişi, hikayeler ve eşyalar yardımıyla hatırlatarak yeniden kurgulamıştır. Dün ile bugünü birleştiren politik ve tarihsel kimliğe ve kültüre göndermeler içeren bu çalışmalarda, nesnelerin ve mekanın özelliklerini toplumsal bellekle etkileşime sokmuştur. Oryantalist tarzda yapılmış resimlerden yararlandığı çalışmalarında, bu resimleri tarihsel belgeler gibi kullanarak izleyiciyi eleştirel bir bakışa yönlendirmiştir. Dönme kavramı ile ilişkili çalışmaları kimliklerdeki ve inançlardaki değişimi ve 'dönme'yi içermektedir. Kültürlerarası etkileşimi içeren çalışmaları ise çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Çalışmalara genel olarak bakıldığında, nesnelerin taşıdıkları düşüncelerden ve birebir nesnenin anlamından yararlanıldığı görülmüştür. Tüm bu çalışmalar kronolojik sıraya göre değil, konularına göre ayrı başlıklar allında toplanmıştır. Karamustafa'nın çalışmalarıyla ilgili açıklamalarının ardından, bu çalışmalar imge kullanımı, nesne kullanımı, mekan-kurgu ilişkisi, 'teatrallik' ve 'eklektiklik' balonundan değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerin ardından Karamustafa'nın yaklaşımı avangard teoriler bağlamında ele alınmıştır. Karamustafa'nın çalışmalarının ve yaklaşımının değerlendirilmesinin sonucunda, küreselleşme ve postmodernizm bağlamında sıklıkla gündeme gelen popüler konuların seçildiği görülür. Bu konular seçilirken, sanat çalışmasının oluşum süreci önem kazanmıştır. 'Büyük anlatıların' ve sanatla ilgili 'yerleşik değerlerin' çözülmesi sonucunda, sanat çalışmalarında yeni yöntem ve teknikler kullanılmaktadır. Deneysel yollarla sanatı sorgulayan modern dönemin ardından postmodern dönemde sanat, düşüncenin iletildiği ve eleştirel görüşlerin dile getirildiği bir alana dönüşmüştür.
-
Öge1980-1992 Arası İstanbul Yapılarında Tarihsel Biçim Kullanımı Üzerine Analitik Bir Çalışma(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992) Boynudelik, Zerrin ; Batur, Afife ; 22638 ; Sanat Tarihi ; Art History19.yy. sonlarından başlayıp 20.yy. ortalarına kadar devam eden dönem genel olarak MODERN DÖNEM olarak adlandırılır. Modern dönem ve genel olarak bu dönem içinde hayatın hemen her alanında hakim olmuş olan düşünce biçimi temel olarak 19.yy. eklektisizmine karşı oluşturulmuş bir harekettir. 19.yy. içinde yaşanan eklektik ve bunun yarattığı karmaşıklık içinden çıkış yolu olarak Modem dönem bir ideoloji olarak Aydınlanma dönemi felsefesini benimsemiş, bu felsefî yaklaşımın insan ve akıla verdiği değeri ve buna bağlı kavramları kullanarak kendi felsefesini oluşturmuştur. Bu yaklaşım, edebiyattan sanata, mimariden siyasi düşüncelere kadar hayatın hemen her alanında etkili olmaya başlamıştır. 20.yy. ortalarına gelindiğinde Modern dönem ideolojisi, özellikle mimari ve plastik sanatlardaki uygulamaları artık kuşku ile karşılanmaya başlanmış ve dolayısıyla Aydınlanma felsefesi terim ve kavramları yeni bir gözle okunmaya çalışılmıştır. Geçmişle tüm ilişkilerin kesilmeye çalışıldığı, en somut örneklerini mimarlık alanında görebildiğimiz, bu alanda kendi iç kuralları ve söylemini oluşturmuş olan Modern dönem ve daha dar anlamı ile Modern mimari sorgulanmaya başlanmıştır. Değişen toplumsal düzenler, ekonomik koşullar, siyasi tercihler bu yeni durumun yeni bir kavram ile açıklanması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu yeni durum, uzun süre üzerinde tartışıldıktan sonra önce mimari alanda kullanılmaya başlanıp, daha sonra her etkinlik alanına kaymaya başlayan Post-Modernizm ile açıklanmaya/tanımlanmaya başlanmıştır. Türkiye'de de Cumhuriyetin kurulması ile birlikte yeni bir toplum ve kent ima¬ jı yaratma çabalan gündeme gelmiş, bu beklentiye en iyi cevaplar dönem ola¬ rak da uygunluk göstermesi bakımından Modern düşünce ve Modern mimari anlayışta bulunmuştur. Bugün ise tüm dünya toplumlarında yaşanan, öncelikle mimari alanda Modernizm'e bir karşı çıkış olarak kabul edilen Post-Modernizm Batı toplumlarında olduğu kadar özgür ve cesurca olmasa bile Türkiye'de de özellikle edebiyat ve mimari alanlarında ve daha geniş bir çerçevede bakıldığın¬ da günlük yaşam içinde etkili obuaya başlamıştır. Bu çalışmada, günümüzün bu gerçeğinden yola çıkılarak, daha dar bir çerçeve de, özellikle mimari uygulamalar bağlamında ve istanbul kenti ile sınırlanmış olarak örneklenmeye çalışılmıştır. Örneklerde Modern mimariye bir karşı çıkış olarak gündemi meşgul eden ve özellikle de Modern mimari'nin kesinlikle kaçındığı tarihçilik konusunda Modern mimariye tarihsel referansları kullanması bakımından taban tabana zıt olan Post-Modern mimarinin tarihsel biçim kullanma serbestliği ortak özellik olarak ele alınmıştır. Yapılan çalışma Türkiye'de, Batı ülkelerinde olduğundan farklı bir biçimde özellikle vitrin düzenlemelerinde daha yaygın olarak kullanıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olmuştur. Çünkü Batı toplumlarında yapıların tamamında da en az vitrin düzenlemeleri kadar yaygın bir kullanım söz konusudur.
-
Öge1986-1996 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen ve mekanları ile doğrudan ilişki kuran sergiler(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992) Boynudelik, Zerrin ; Batur, Afife ; 92706 ; Sanat Tarihi ; Art History19.yy. sonlarından başlayıp 20.yy. ortalarına kadar devam eden dönem genel olarak MODERN DÖNEM olarak adlandırılır. Modern dönem ve genel olarak bu dönem içinde hayatın hemen her alanında hakim olmuş olan düşünce biçimi temel olarak 19.yy. eklektisizmine karşı oluşturulmuş bir harekettir. 19.yy. içinde yaşanan eklektik ve bunun yarattığı karmaşıklık içinden çıkış yolu olarak Modem dönem bir ideoloji olarak Aydınlanma dönemi felsefesini benimsemiş, bu felsefî yaklaşımın insan ve akıla verdiği değeri ve buna bağlı kavramları kullanarak kendi felsefesini oluşturmuştur. Bu yaklaşım, edebiyattan sanata, mimariden siyasi düşüncelere kadar hayatın hemen her alanında etkili olmaya başlamıştır. 20.yy. ortalarına gelindiğinde Modern dönem ideolojisi, özellikle mimari ve plastik sanatlardaki uygulamaları artık kuşku ile karşılanmaya başlanmış ve dolayısıyla Aydınlanma felsefesi terim ve kavramları yeni bir gözle okunmaya çalışılmıştır. Geçmişle tüm ilişkilerin kesilmeye çalışıldığı, en somut örneklerini mimarlık alanında görebildiğimiz, bu alanda kendi iç kuralları ve söylemini oluşturmuş olan Modern dönem ve daha dar anlamı ile Modern mimari sorgulanmaya başlanmıştır. Değişen toplumsal düzenler, ekonomik koşullar, siyasi tercihler bu yeni durumun yeni bir kavram ile açıklanması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu yeni durum, uzun süre üzerinde tartışıldıktan sonra önce mimari alanda kullanılmaya başlanıp, daha sonra her etkinlik alanına kaymaya başlayan Post-Modernizm ile açıklanmaya/tanımlanmaya başlanmıştır. Türkiye'de de Cumhuriyetin kurulması ile birlikte yeni bir toplum ve kent ima¬ jı yaratma çabalan gündeme gelmiş, bu beklentiye en iyi cevaplar dönem ola¬ rak da uygunluk göstermesi bakımından Modern düşünce ve Modern mimari anlayışta bulunmuştur. Bugün ise tüm dünya toplumlarında yaşanan, öncelikle mimari alanda Modernizm'e bir karşı çıkış olarak kabul edilen Post-Modernizm Batı toplumlarında olduğu kadar özgür ve cesurca olmasa bile Türkiye'de de özellikle edebiyat ve mimari alanlarında ve daha geniş bir çerçevede bakıldığın¬ da günlük yaşam içinde etkili obuaya başlamıştır. Bu çalışmada, günümüzün bu gerçeğinden yola çıkılarak, daha dar bir çerçeve de, özellikle mimari uygulamalar bağlamında ve istanbul kenti ile sınırlanmış olarak örneklenmeye çalışılmıştır. Örneklerde Modern mimariye bir karşı çıkış olarak gündemi meşgul eden ve özellikle de Modern mimari'nin kesinlikle kaçındığı tarihçilik konusunda Modern mimariye tarihsel referansları kullanması bakımından taban tabana zıt olan Post-Modern mimarinin tarihsel biçim kullanma serbestliği ortak özellik olarak ele alınmıştır. Yapılan çalışma Türkiye'de, Batı ülkelerinde olduğundan farklı bir biçimde özellikle vitrin düzenlemelerinde daha yaygın olarak kullanıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olmuştur. Çünkü Batı toplumlarında yapıların tamamında da en az vitrin düzenlemeleri kadar yaygın bir kullanım söz konusudur.
-
Öge1990'lardan Günümüze Türkiye Sanatında Doğaya Yaklaşımlar(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Pişkiner, Gamze ; Haşlakoğlu, Oğuz ; 569559 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryDoğa ve sanatın yollarının kesişimi binlerce yıl öncesine dayanır. Doğayı tanıma, keşfetme, doğadan yararlanma ve kontrol altına süreçlerinin her birine sanatın tanıklık ettiğini görüyoruz. Bu çalışma Türkiye'den sanatçıların 1990'lardan günümüze doğa ile ilişkisini; doğal materyali kullanmasını, doğayı mekan olarak dönüştürmesini ve kavramsallaştırmasını araştırırken, doğaya yaklaşımlarını inceliyor. Doğadan kopan modern insanın uluslararası ölçekte sanata doğayı nasıl dahil ettiğini Land Art, Arte Povera gibi akımların doğa ile ilişkilerine değiniliyor. Çalışmanın Türkiye ile ilgili bölümünde 1990 sonrası değişen sanat ortamında, küratörlü sergiler, sanata sorgulayıcı yaklaşımlardan bahsediliyor. Doğa ile bağlantılı küratörlü sergilerle sanatçıların doğa ile kültürel karşılaşmalarını ele alınıyor.
-
Öge1990-2000 Yılları Arasında İstanbul'da Yapılan Küratörlü Sergiler(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004) Korkmaz, A. Pınar ; Ödekan, Ayla ; 175061 ; Sanat Tarihi ; Art History1990-2000 Yıllan Arasında İstanbul'da Yapılan Küratörlü Sergiler" başlıklı tezimiz, en geniş anlamda, on yıl içinde İstanbul'da yapılan küratörlü sergilerin envanteri niteliğindedir. Küratötlük kavramım ve sanatçı-küratör ilişki sürecini Türkiye perspektifinden inceleme amacındadır. Çalışmanın, başlangıç noktasında yer alan zaman sınırlaması, Türkiye'de küratörlü sergilerin görülmeye başlandığı 1990'lı yıllardır. Çalışma 2000 yılı ile sonlanmaktadır. Bu süreç, sergilerin kapsamının ve temalarının değiştiği, yeni sanatçıların ortaya çıktığı ve küratörlük kavramının sanat ortamına girdiği yıllardır. Dolayısıyla, çalışma kendi içinde yol alırken yan başlıkları ve yan sorulan da beraberinde getirmiştir. Sergileri incelerken aynı zamanda Türkiye'deki sanat ortamım, küratörlük kavramım, küratör ve sanatçı kimliklerini de incelemek çalışma açısından çok önem kazanmıştır. Yöntem, envanter oluşturmada basit ve kavramsal bir yol izlemiştir. Belirlenmiş süreç içindeki sergiler küratörlere göre gruplandınlmıştır. Böyle bir envanter yöntemi, sergileri tek tek ve bir bütün olarak küratörüyle ilişkilendirmeyi ve bağlanımdan uzaklaştırmamayı amaçlamaktadır. Böyle bir yöntemin izlenmesi, doğal olarak, sadece on yıl içindeki sergilerin değil küratörleri de tanıma olanağı vermiştir. Türkiye perspektifinden baktığımız küratörlük kavramım on yıl içindeki sergiler bağlanımda niteliksel açıdan değerlendirmek, karşımıza çıkan yan sorularla, giderek niceliksel açıdan da bakmamıza neden olmuştur. Sergileri yapan kişiler kimler?, serginin kurulduğu tema nedir?, sanatçıların seçilmesi nasıl olmuştur?, hangi sanatçılarla sergiler yapılmıştır? ve sergi mekanlan nelerdir? sorulan bizi küratörlük nedir?, küratör kimdir? sorularına götürmüştür. Çalışma bu sorunun yanıtına en somut ve en genel anlamda ulaşmaya çalışmıştır. Çalışmada, küratörler ve sanatçılarla da söyleşiler yapılmış, çalışmanın kendi içinde sorduğu sorular onlara da yöneltilmiştir. Sergilerin iki yüzünü oluşturan sanatçıların ve küratörlerin bakış açılarım anlayabilmek araştırmanın en temel amaçlarından biridir.
-
Öge20. Yüzyıl Endüstri Tasarımında Tarihsellik(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995) Özsoy, Nalan ; Özer, Filiz ; 43805 ; Sanat Tarihi ; Art History19. yüzyılda endüstrileşme hız kazanmış; yeni üretim teknikleri ve malzemelerinin ürüne dönüştürülmesinde, geçmiş biçim ve motifler tekrarlanmıştır. Neo-Klasik, Gotik, egzotik ya da farklı üslupların karışımından oluşan eklektik tasarımların yaygınlığı, bu yüzyılın belirleyici özelliği olan tarihseldi iği yansıtmıştır. Yüzyılın sonundan başlayarak, tarihselciliğe tepki duyan akımlar ve üsluplar ortaya çıkmış; bunlar, çağın üretim teknikleri ve malzemelerine uygun, özgün bir tasarım anlayışını savunan Modernizme giden yolda öncülük etmişlerdir. Modernizm Uluslararası Üslupla birlikte kurumsallaşırken, kitle kültürünün tasarımda önemsenmesi önerisiyle başlayan farklı tasarım seçenekleri ortaya konmuştur. Bunlardan biri olan Pop Tasarımın başlattığı tarihi üslupları kullanma özgürlüğü, Post-Modern Durumu yansıtan Post-Modern tasarımın da benimsediği bir görüş olmuştur. Post-Modern tasarım, üslup tarihini farklı uygulamalarda kullanabileceği bir alan olarak tanımlamıştır ; motif dilinin tekrarlanması, tarihi biçimlerin karikatürize edilmesiyle birlikte, tarihsellikten özgün bir tasarıma ulaşmada yararlanıldığı da gözlenmektedir. Tezin taşıdığı amaç, endüstri tasarımının gelişiminde ve günümüzde sergilediği görünümde tarihi mirasa bakışın değerlendirilmesidir.
-
Öge20. Yüzyıl Resim Sanatında Figür Ve Portreye Yaklaşım(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995) İnan, Aylin ; Keskin, Ahmet ; 43806 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryXX. Yüzyıl Resim Sanatında Figür ve Portreye Yaklaşım" adı altında altı bölümde ele alınan bu çalışmamda abartılmış bir figür fantastiğinin reel çağrışımlarına bağlanmaktan çok stilizasyon yoluyla figüre ilişkin gerçekleştirilen anlatımlardan yararlanmaya çalıştım. Paul Klee'nin sözü ile "Sanat artık, görünebilir olan şeyi tekrarlamaz, tersine görünür kılar." Görünür kılınacak şey, duyularla kavranan nesneler değil onların anlamı, nesnelerin soyut düşünsel varlığıdır. Böylece iç yaşantılarımızın, dolaysız nesnesiz dışa dökülmesi ortaya çıkar. Kandinsky'nin objenin, nesnel biçimin resme zararlı olduğu düşüncesi soyut sanat için genel kural değeri olarak kabul edilir. Sanatçının dış gerçekten uzaklaşması ile başlayan soyutlama ile yaratma düşüncesine geniş olanak tanıyarak kişiliğin ortaya çıkmasına neden olur. Soyutluk, derinliği düşünme, biçimlendirmedir. Öz, biçimle karışarak kendini gösterir. Sonuç olarak, soyutlamaya, yeni biçim vermeye dayalı resim özgürleşir.
-
ÖgeThe Abondonment Of The Renaissance Reality In Early Mannerist Italian Painting(Institute of Social Sciences, 2001) Uran, Pelin ; Ödekan, Ayla ; 107378 ; Art History ; Sanat TarihiAs mi art movement Mannerism was bom in Florence, spread to Rome and then to other countries having an international character. The most representative pieces of the early period can be found in Tuscany region especially in Florence. A transformation period in social, religious, political and cultural fields was encountered in the beginning of the sixteenth century primarily in Italy then in the other countries in Europe. It was lived right after the dominance of rationality, objectivity and mathematical truth of the Renaissance and with the help of the historical events, geographical improvement, technological and scientific innovations, the values of the former century changed for good and were replaced with new ones. The transformation period can clearly be observed in arts due to the effect of subsidiary events. As the representatives of the transformation period Early Mannerist artists reflected this effect to their art. Religion was likewise a direct influence on arts. In the sixteenth century religion was also pregnant to some changes and was criticized. In the beginning of the sixteenth century the masters of High Renaissance were still creating; although they continued on depicting in the same style their art started to show other indications than the stiff canons of the Renaissance due to the historical happenings. What the next generation achieved was to take the indications and construct a new style with the new perception of reality. Each artist of Early Mannerism brought to light his subjective perception therefore displayed a creative character. The most distinguishing feature was their subjectivity instead of the objectivity of the Renaissance. They reflected their interpretation of reality, in itself an epoch-making event. After the dominance of absolute rationality in the Renaissance, intellectuals bewildered to confront with dualities. The artists were overwhelmed with the rational. They started to distort the realities, which took them to excessiveness. VI The stiff perception of the Renaissance reality was being replaced by different realities. The accepted dogmas formerly never been criticized were starting to be shaken. It was a crisis period and artists wanted to find solutions to the crisis of the era, which led them to search for different answers. One-sided view was not satisfying the intellectuals anymore thus they began to possess different angles. The artists were not interested in the ideal beauty as perceived in High Renaissance and found other values to praise. They started to distort and elongate the body, rejected the order, the balance, the perspective rules. They rejected the perspective because it was man's perception. In Renaissance everything was organized according to man but chiefly the scientific innovations proved that the perception which hitherto has been accepted was not right. Man centered world collapsed; the status of man devaluated. This caused insecurity. The intellectuals more aware of the transformation period became neurotic or skeptical. The first signs of capitalist order experienced at the beginning of the sixteenth century brought a positive change in public's becoming more interested in arts. The changing structure of the arts raised the status of the artists and their work became theirs than the demand of their patron. The independent artist was born in mannerist period. The first signs appeared in due course of the personality of the artists of High Renaissance namely with Michelangelo, Leonardo and Raphael. Even though the Early Mannerists inherited a legacy at its peak from the masters of High Renaissance they did not try to imitate the masters but added their characteristics to the innovations. By this way they constructed a new style and even this peculiarity needs to be appreciated. The representatives of the Early Mannerism were Pontormo, Rosso, Beccafumi, Parmigianino and Bronzino. Although Bronzino's works indicate some features of Late Mannerism and Late Mannerists constructed their art on Parmigianino' s they can still be counted as Early Mannerists. Only if their life is observed with a flashback, the change in their style can be revealed. During the second half of the century contrary to the Early Mannerism the arts production was strictly under the control of the court and due to the Counter- Reformation under the control of the church. Unfortunately at this time the arts took an academically character and lost its creativeness. At the beginning of the seventeenth century Mannerism was replaced by Baroque. Although the transformation period was a short lived one it appeared in the crisis periods during the following centuries. All the innovations it sheltered indicate similarities with the twentieth century art, mostly in connection with critical thinking. vn In the movements of the first half of the twentieth century the influences of Mannerism are detected
-
ÖgeAfişte Soyut Yaklaşım(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998) Yıldırım, Meral ; Südor, Teoman ; 72137 ; Sanat Tarihi ; Art HistorySoyut sanat yapıtı, tıpkı geleneksel sanatın yaptığı gibi gerçeği kopya etmeden ve figüratif görüntüleri yadsıyarak sanatçının hayal gücünden kaynaklanan ve en yakın olarak yaratılmaya çalışan eserlerdir. "Afişte soyut yaklaşım" adını taşıyan bu tez çalışması, soyut/stilize edilmiş sembollerden oluşmuştur. Tezin metin kısmı grafik sanatlardan başlayarak, grafiğin tarihçesi, yabancı ve Türk grafıkerlerden örnekler, Türkiye'deki grafik sanatının gelişimi, afiş tasarımı, afiş sanatının gelişimi ve Türkiye'de afiş sanatına kadar sınıflandırılmıştır. Yapıt kısmında amaç; Devlet Opera ve Balesi 'ne seçilmiş beş oyunu (Afiş tasarımı olarak) görselleştirmektir. Oyunlar Kuğu Gölü, Kral ve Ben, Salome, Don Kişot ve Carmen 'dir. Kompozisyonlar oluşturulurken kendi içerisindeki düzen, uyum, denge ve ritme dikkat edilmiştir. Bütün bunlar oluşurken bir birlik söz konusudur. Afişte can alıcı noktalar olan renk ve yazı kompozisyonu ortaya çıkarır. Bir yapıt tasarlanırken konu çok önemlidir. Konu tek başına biçimi belirlemez. Konu sanatçının ona verdiği anlamla değer kazanırken, yapıtların oluşumu başlar. Devlet Opera ve Bale'si oyunlarının seçilmesi aynı zamanda seçilen konunun da bir sanat yapıtı olmasıdır. Tasarlanmak istenen afişler bir ürün tasarımı veya bir fırma'nın reklamı kapsamında olabilirdi. İzlenen oyunlardaki ahenk, yapıtların oluşumunu etkilemiştir. Her oyunun kendi içindeki uyumu, estetiği, sahne ve dekoru, oyuncuların canlandırmış olduğu karakterler, müzikler, afişlerin oluşumundaki en büyük etkenlerdir. Yapıtların içeriği sağlam bir mantığa dayalıdır. Kompozisyonların içeriği belirlenirken renk, yazı karakterleri, soyut lekeler ön planda tutulmuştur. Bu unsurların hepsi oyunlarla bağlantılıdır.Tüm afişlerin hepsi soyut olarak tasarlanmıştır. Renkler kullanılırken, afişlerin daha etkili olabilmesi için zemin ve kullanılan diğer öğeler arasında kontrast yaratılmıştır. Teknik olarak bilgisayardan yararlanılmıştır. Kullanılan programlar tasarım için; Freehand 7.0, Adobe Photoshop 4.0, Sayfa mizanpajları için; QuarkXPress kullanılmıştır. Tekniğin sunduğu imkanları çalışmalara uygulayarak, görsel anlatımı vurgulamak ön plandadır. Sonuç olarak afişler tüm bu öğelerin birleştirilmesiyle soyut olarak görselleştirilmiştir.
-
ÖgeAnadolu Selçukluları'nın anıtsal mimarisi üzerine kozmoloji temelli bir anlam araştırması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996) Peker, Ali Uzay ; Ögel, Semra ; 53307 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryAnadolu Selçuklu mimari süslemesinin içerdiği insan, hayvan ve bitki figürleri süsleme motifleri olmalarının ötesinde, birer anlam yüklü simgedir. Bu figürlerin anlamları ve biçimsel özellikleri çalışılmıştır. Öte yandan bu simgelerin içinde yer aldıkları mimari bütünlükle aralarında kurulabilecek anlamsal ilişkiler ortaya konmamıştır. Bu çalışmanın amacı Anadolu Selçuklu mimarisinin içerdiği -geometrik motifler dışındaki- figür-simgeleri böyle bir bağlamda değerlendirmek ve bu simgelerin somutluğunda Anadolu Selçuklu mimarisinin içerdiği anlamları açıklamaktır. Bu çalışmada göstergebilimin 'anlam'ın yapısını açıklamak için geliştirdiği terminoloji kullanılmış ve açıklama yöntemi Erwin Panofsky'nin ikonografi (simgelerin ve kavramların dökümü veya yazımı) ve ikonoloji (simgelerin yorumu) temel ayrımı üzerine kurgulanmıştır. Her figür-simge bir gösterilenin yani kavramın gösterenidir. Anlam ise gösteren ve gösterilen arasındaki etkileşimin bir ürünüdür; bu nedenle, bu çalışmanın birinci bölümünde, simgelerin anlamlarını çözümleyebilmek için gösterenler yani figür-simgeler ile gösterilenler yani kavramlar sergilenmiştir. Figür-simgeler ile kavramların bu dökümü sonucu açığa çıkan anlamlar, mimari biçimlerin oluşturduğu birleşimlerin anlamlarını da açıklamaktadır. Biçimlerin ve figürlerin -ve hatta küçük sanatlara ait nesnelerin- esinlediği anlamlar arasındaki koşutluk Ortaçağ ve öncesinde yaşamış insanın evren anlayışı ile uyum göstermektedir. Bu anlayışın belirleyici kavramı 'bütünlük'tür. Doğal ya da insan yaratısı her nesne kurmaca bir kozmosun parçası olarak değerlendirilmiştir. Bu çalışmanın üçüncü bölümünde Ortaçağ ve öncesi insanının kozmos anlayışını açıklayabilmek için, onun kurduğu kozmolojik dizge araştırılmış; ayrıca mimari biçimlerle ilişkilendirilebilecek kozmolojik kavramlar ve bu kavramların biçimler ile ilişkisi ortaya konmuştur. Birinci bölümde açıklanmış olan figür simgelerin gönderdiği kavramlar, üçüncü bölümde sergilenen kavramlar için birer ipucu olarak değerlendirilmiştir. Buna ek olarak üçüncü bölümde bilgikuramsal bir olgu olarak kavramın doğası araştırılmış ve bu çalışmanın yaklaşım biçiminin temelini oluşturan 'kavramsal bütünlük' açıklanmıştır. Bu şekilde, İslam öncesine ya da farklı coğrafyalara ait kozmolojilerde içerilen kavramların tez içinde örneklenme nedeni ortaya konmuştur. Dördüncü bölümde ise Anadolu Selçuklu mimarisinin içerdiği figür-simgeler ve biçimlerin esinlediği anlamlar ile, Avrupa geç Ortaçağ mimarisinin içerdiği figür-simgeler ve biçimlerin esinlediği anlamlar karşılaştırılmış ve aralarındaki benzer noktalar Akdeniz çevresinde Ortaçağ'da farklı kültürel halkalar içinde gelişen ortak bir kavramsal temelin varlığı ile açıklanmıştır. Sonuç bölümünde ortaya konulduğu gibi, figür-simgelerin esinlediği ve mimari biçimlerin ürettiği anlamlar, Anadolu Selçuklularının inşa ettiği yapıların, göksel, kutsal bir boyut ile yersel, dünyasal alan arasında aracı mekanlar olduğunu; aynı zamanda da bu mekanların göksel bir ilk-örneği yeryüzünde yeniden ürettiğini ortaya çıkarmıştır. Ortaçağ insanının makrokozmos-mikrokozmos ayrımını bir bütünlük içinde değerlendirmesi, yani bir kozmos yaratması koşutunda, yapılar içinde bu kozmos imgesi çeşitli simgesel öğeler (biçimler, mekanlar ve figürler) aracılığıyla somutlaştırılmıştır.
-
ÖgeAn Analysis Of Conceptual Art Practices In Turkey(Institute of Social Sciences, 2005) Öztürk, Rana ; Ödekan, Ayla ; 175058 ; Art History ; Sanat Tarihithis study is an attempt of analyzing conceptual art practices in Turkey in reference to the basic theories;and concepts put forward mainly by English and American conceptual artists in the 60s and the 70s. For this purpose, an understanding of conceptual art is provided based on the "general art definition" revealed by Duchamp's readymade. Readymade brought forward an art not restricted with traditional categories of painting and sculpture. It destroyed the modernist restrictions of art and showed mat formal qualities were not required for an art work to be considered as art. An art object gained its status as art simply by the artist's utterance in an artistic context that the object is an art work. By showing this, Duchamp revealed the four necessary and sufficient conditions of art, which are "an art object", "an artist", "a public", and "an art institution". Since the preconceived values related to art were no longer valid, conceptual art attempted to make a new definition of art taking these four conditions of art as a basis. Although artists varied in their approaches to conceptual art, a common tendency was towards negating these conditions. Conceptual artists such as Joseph Kosuth and Art & Language Group in England made use of linguistic theories of Saussure, structuralism and philosophy of Wittgenstein in order to bring forth a new definition of art. Artists such as Daniel Buren dealt with the context of art and the effect of institutional container of art rather than referring to linguistic theories. There were also other artists like Sol Lewitt who did not see art as a theoretical issue but stressed the idea and concept, in the work rather than its form and process of production. In Turkey, we see a new tendency in art starting in late 70s and the 80s. In this period, artists started to break away from painting and sculpture and became freer in terms of materials and techniques. Although artistic approaches varied, some of these artists adopted an aproach closer to that of conceptual art. These artists are studied in terms of how much they were involved in questioning of art and how they reacted to the general art concept. "Sanat Tanımı Topluluğu" (The Definition of Art Group) is a group formed by Şükrü Aysan, Serhat Kiraz, Ahmet öktem and Avni Yamaner who shared a concern for making a new definition of art, as it is obvious in the name of the group. This group had very similar ambitions with those of Kosuth and the Art & Language group. They made collective research on art and presented their results as art. The initial group members dispersed after some time. Only Şükrü Aysan continued the group activities with other members up until now. Serhat Kiraz and Ahmet öktem are studied seperately regarding their individual works which they did after they left the group. However, Kiraz' s later work is transformed into an art that cannot be categorized as conceptual art in terms of the approach presented in this study. But still he addresses similar issues from time to time. On the other hand, Öktem continued to be involved in issues that he was concerned with from the beginning. Canan Beykal is another artist studied within the context of this research. Although she is more involved in social and political issues than the other conceptual artists, she is definitely a conceptual artist in her way of making-art and dealing with viii the issues of the art object, the artist, the viewer and the institutions. Ayşe Erkmen's work is also significant for this study because of her continous concern for the relationship between art and non-art. In most of her works, she makes use of the gallery context in order to address the limits of art. She does not attempt to define art, rather she is interested in questioning what makes an art work an art work. In doing this, she often blurs the line between art and non-art. The artists studied in this research all share similar concerns with those of their western counterparts. Their works indicate an awareness of the "general art" concept. They questioned the art object, its visual and aesthetic values and their own role as artists. However, their approaches differ in terms of their reference to the specific conditions of the Turkish art context. Members of "Sanat Tanımı Topluluğu" (The Definition of Art Group) and Ayşe Erkmen were mostly involved in art's own limits, while Canan Beykal was very often questioning art refering both to the international artistic arena and to the specific context of Turkey. This is parallel to her general attitude to refer to political and social issues in her works. In the general context of Turkish art, the work öf all these artists is significant since they are among the first artists who attempted to make art outside the preconcieved limits of artand prepared the ground for contemporary art in Turkey.
-
ÖgeAntik Yunan Klasik Dönemi'nde Cinsiyetlendirilmiş Mekan(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Acıl, Baki Burak ; Tırpan, Sevil Hatice Baltalı ; 534510 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryAnne karnında başkaları tarafında belirlenen "atanmış cinsiyet" toplumsallaştıkça performanslar ve pratikler üzerinden şekillenerek toplumsal cinsiyeti oluşturur. Özne, kültürel olarak iktidar ilişkileri ile şekillendirilen toplumsal cinsiyete dayalı pratikleri icra eder. Bu pratiklerle oluşan birikime dayalı kimliklerini bilerek/farkında olmadan icra ederek, rolüne uygun davranır. Günlük yaşamda deneyimlediği tüm bu gönüllü/gönülsüz eylemler, habituslar, mekanı da şekillendirir. Habituslar ile doğallaşan eril dişil ön/arka, sert/yumuşak, kamusal/özel gibi ikilikler hegemonik tahakkümü yaratarak insanların mekanını düzenler. Antik Yunan Klasik Dönemi'nden erişilebilen edebi ve felsefi yapıtlar, tarih yazıcılığının zengin birikimi ile yine aynı dönemden kalan sanat/zanaat eserleri, antik çağlarda toplumsal cinsiyetin mekanları nasıl şekillendirdiğinin izini sürmeye yardımcı olmaktadır. Felsefe yapanların erkek olduğu, habitusların tasvirlendiği vazoları imal edenlerin ve satın alanların yine erkek olduğu, ve bu nesnelerin erkek gözüne ve beğenisine sunulduğu bilinmektedir. Nehirler, denizler, ovalar, dağlar gibi doğa mekanları Antik Yunan dünyasınca eril ve dişil karşıtlıklar kurularak hareketli olan eril, durağan olan ise dişil olarak toplumsal cinsiyetlendirilmiştir. Bir insan mekanı olan evde, oikosta, erkeklerin habituslarını icra ettikleri şölen mekanı olan andron, eril; kadınların dokuma, yün eğirme, süslenme gibi pratiklerini icra ettikleri gynaikeion, bir harem misali dişil mekan olarak tasvirlenmiştir. Kamusal alanda alışveriş, sohbet, felsefe gibi erkek sosyalleşmesinin performe edildiği stoalar ve agoralar, erişkin erkek harici kimlikleri dışlayarak ya da görünmez kılarak, erkek habituslarının icra edildiği eril mekanlar olarak betimlenmiştir.