LEE- Mimarlık Tarihi Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Başlık ile LEE- Mimarlık Tarihi Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge1923-1960 yılları arasında Üsküdar'ın kent morfolojisindeki değişim(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Turan, Hatice ; Gül, M. Murat ; Mimarlık Tarihi Bilim DalıCumhuriyet'in ilanı ile İstanbul, başkentlik statüsünü kaybetmiş; siyasi, sosyal ve ekonomik faaliyetlerin odağına yeni başkent Ankara yerleşmiştir. Yeni Türk-ulus devletinin modernleşmenin bir aracı olarak üzerinde durduğu konulardan biri de kent tasarımları olmuştur. Cumhuriyet yönetiminin gündeminde öncelikli olarak başkent Ankara'nın ve Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlıların terk ederken yaktıkları şehirlerin imarı yer almıştır. Dolayısıyla bu şehirlerin inşası için kaynakların seferber edildiği yaklaşık on yıllık bu süreç, eski başkent İstanbul için bir durgunluk süreci olarak yaşanmıştır. İstanbul'un yeniden inşa faaliyetleri 1933 yılında İstanbul Belediyesi tarafından düzenlenen çağrılı bir yarışma ile gündeme gelmiş, yarışmanın kazananı Hermann Ehlgötz olmasına rağmen belediye bu projeyi yürürlüğe koymamış ve nihayetinde 1936 yılında Henri Prost'un İstanbul Nazım İmar Planı ve Programı'nı hazırlanmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet yönetiminin çıkardığı bir dizi kanun ve düzenlemeler çerçevesinde İstanbul'un planlama serüveni Prost'un çalışmaları ile başlamıştır. Bu süreç, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'de çok hızlı kentleşmenin görülmesiyle birlikte farklı bir boyut kazanmıştır. 1945-1960 yıllarını kapsayan bu dönemde; çok partili hayata geçilmiş, ekonomide liberalleşmeye gidilmiş, tarımda makine kullanımı yaygınlaşmış, kırsaldan kente olan göçler artış göstermiş, gecekondulaşma ve barınma sorunları oluşmuştur. Ülkede meydana gelen bu değişimlerin İstanbul üzerinde ve kentin Anadolu yakasındaki odak noktası olan Üsküdar üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Dolayısıyla bu çalışma İstanbul'un başkentlik statüsünü yitirdiği günden metropol bir kente dönüşmesine değin önemli kırılmaların yaşandığı 1923'ten 1960 yılına değin uzanan sürece odaklanmakta ve Üsküdar tarihi kent merkezinin kent morfolojisinde geçirdiği değişim serüvenini incelemeyi amaçlamaktadır. Üsküdar, yüzyıllar öncesine dayanan tarihi, mimari dokusu, kültürel birikimi ile İstanbul'un Anadolu yakasındaki en önemli ilçelerinden biridir. Cumhuriyet Dönemi'nde de bu özelliğini sürdüren Üsküdar, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gerçekleşen hızlı kentleşmeden ciddi bir şekilde etkilenmiştir. Bu bakımdan tez kapsamında 1923 ile 1960 yılları arasında Üsküdar örneği üzerinden kentsel değişimi ele almak, dönemin siyasi, sosyal ve ekonomik etkilerinin kente ve mimariye yansımaları hakkında daha detaylı bilgi sunacaktır. Üsküdar, İstanbul'un Anadolu yakasında yer alan ve günümüzdeki sınırları ile güneyinde Kadıköy, kuzeyinde Beykoz, doğusunda Ataşehir ve Ümraniye bulunan bir yerleşim yeridir. Bu çalışmada, 1922 tarihli İstanbul haritasından (Plan d'ensemble de la ville d Constantinople) (Şekil 3.3. ve Ek B) da anlaşılacağı üzere Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalan Üsküdar'ın tarihi merkezi ile yakın çevredeki Paşalimanı, Salacak, Nuh Kuyusu, Bağlarbaşı ve Selamsız ilçeleri üzerine odaklanılmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet Dönemi'nde Üsküdar'ın kentsel değişim konusu incelenirken; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kalan Üsküdar'ın tarihi merkezi ele alınacaktır. Üsküdar'ın ilerleyen yıllarda çevresine doğru genişlediği semtler (Çengelköy, Kandilli, Kuleli, Kuzguncuk, Çamlıca, Bulgurlu) bu çalışmaya dahil edilmeyecektir. Araştırmanın giriş bölümü; tezin amacı ve kapsamı, literatür taraması ile çalışma yöntemi başlıklarından şekillenmektedir. Birinci başlıkta araştırmanın amacı, ele alınan bölgenin sınırları ve tarih aralığı ortaya konulmuştur. Literatür taramasında; araştırma konusu ile ilişkili kitap, sempozyum, tez ve makale incelemelerine yer verilmiştir. Giriş bölümünün üçüncü başlığı altında ise araştırma süresi boyunca yararlanılan kaynaklar, faydalanılan kütüphaneler, belediye ve arşivler çalışma yöntemi olarak sunulmuştur. Tezin ikinci bölümünde Üsküdar tarihine ilişkin genel notlara yer verilmiştir. Bu bölüm, Üsküdar'ın yüzyıllar öncesine dayanan tarihi, mimari dokusu ve kültürel birikiminin günümüzde de belirgin etkileri bulunan Osmanlı Devri referans alınarak, Osmanlı Devri öncesi ve Osmanlı Devri sonrası olarak iki alt başlıkta ele alınmıştır. Böylelikle, bölgenin geçmişten gelen birikim ile Cumhuriyet Dönemi'ne aktarılan değerlerine ilişkin genel bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Bu bölüm, Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan kentsel değişimlerin daha etkin bir şekilde analiz edilmesine zemin hazırlayacaktır. Çalışmanın üçüncü bölümü; Türkiye'deki siyasi, sosyal ve ekonomik ortamın daha kolay etüt edilmesine yönelik olarak iki alt başlık altında ele alınmıştır. İlk alt başlıkta, 1923-1945 yılları arası tek partili dönemden II. Dünya Savaşı'na kadar olan sürece odaklanılırken; ikinci alt başlıkta, 1945 yılı II. Dünya Savaşı'nın bittiği dönemden 1960 yılı Demokrat Parti iktidarının son bulduğu sürece kadar olan zaman dilimine odaklanılmaktadır. Dönemsel bu sınıflandırma bir başlangıç veya bir bitişi ifade etmemekte, ülkenin Cumhuriyet sonrası dönemde yaşamış olduğu önemli kırılma noktalarına göre şekillenmektedir. Dolayısıyla bu kırılma noktaları esas alınarak çalışmanın üçüncü bölümünde Cumhuriyet Dönemi'nde İstanbul'un kentsel değişimindeki temel dinamiklere yer verilmiştir. Kentin bütününü etkileyen bu dinamikler Üsküdar bölgesi üzerinden okunmaya çalışılmıştır. Bu bölümde ülke genelinden İstanbul'a, özelde ise Üsküdar'a olacak şekilde bir akış şeması izlenmiştir. Üsküdar ile ilgili kentsel değişimler; "sınırlar, meydan, yollar, konutlar, mahalleler" bazında "gecekondulaşma, apartmanlaşma" tanımlamaları üzerinden ele alınacaktır. Dolayısıyla dönemin siyasi, sosyal ve toplumsal yaklaşımlarının mimarideki yansımaları Üsküdar örneği üzerinden okunmaya çalışılacaktır. Tezin sonuç bölümünde araştırma kapsamında edinilen bulgular değerlendirilecek ve çalışma sonucunda ulaşılan Cumhuriyet Dönemi'nde Üsküdar Bölgesi'nde meydana gelen değişimler; karşılaştırmalı hava fotoğrafları ve görseller üzerinden ifade edilmeye çalışılacaktır. Aynı zamanda 1960 sonrası döneme yer yer kısaca değinilerek tezin 1960 sonrasına odaklanan diğer çalışmalar ile bağlantısı kurulmaya çalışılacaktır.
-
ÖgeA monographic study: Life and architectural practice of Ali Mukadder Çizer(Graduate School, 2023-02-15) Dayıoğlu, Orkun ; Gül, Mehmet Murat ; 502191103 ; Architectural HistoryArchitectural productions of the early Turkish Republic was predominantly manifested in large-scale public buildings during the late 1920s and 1930s. In large cities such as Istanbul, İzmir and Ankara, residential architecture were also shaped in accordance with fashionable European styles and norms. A quick review of the architectural publications of this period vividly illustrate significant examples of this process. In particular, magazines such as Arkitekt and Mimarlık published designs made by prominent Turkish architects, and those articles had become a valuable source for architectural historians who conducted research on the early Republican architecture. As a result, the "unknown" or "less-popular" figures of the early Republican architecture, did not attract scholarly attention. Worked as a professional with numerous well-known figures in Turkey and Switzerland between the 1930s and 1970s, Ali Mukadder Çizer was one of the architects who has produced very little material in architectural magazines and publications both in Turkey and Europe. Despite Çizer's very productive professional practice there were very limited amount of archival material available about him. Çizer contributed and designed numerous projects in Turkey and Switzerland as a construction site chief and a design architect. Çizer also worked with and educated by prominent figures of 20th century architectural practice such as Jean Tschumi, Paul Schmitthenner, Paul Bonatz and Mithat Yenen. And all those works make this "unkown" architect a valuable research topic for the history of architecture of the 20th century Turkey. While examining Çizer's life and architectural productions, this thesis also plans to focus on the professional life of an "unknown" or "less popular" figure whose publications and productions were not prominent in the Republican period. Based on the archival documents, interviews and findings from various sources, this research aims to create a monographic study focusing on Çizer's educational life, professional life and architectural productions. Not only focusing to create a retrospective research on an "unpopular" professional, but also to convey that a professional who has not left a visible trace in the field of architecture can play an important role in architectural history studies.
-
ÖgeAnkara kırsalında bir modernleşme sahnesi: Çubuk barajı mesire alanının peyzajı ve yapılarının mimarisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-29) Altıntaş, İrem ; Saner, Nejat Turgut ; 502201114 ; Mimarlık TarihiTürkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında, çağdaşlaşma ve milliyetçilik üzerine temellenen hedeflerinin gerçekleşmesinde fiziksel çevrenin etkisinin bilincindedir. Ülkenin modern bir görünüme ve içeriğe sahip olması için yeni başkentte ve sonrasında Anadolu'nun tamamında düzenli kent yaşamı ve sağlıklı altyapıların mevcudiyeti birincil öneme sahip olmuştur. Hastalıklarla mücadele eden, tarımsal faaliyetlerin aksadığı Ankara'da acilen çözülmesi gereken su sorunu Çubuk Barajı projesini gündeme getirmiştir. Baraj ve yapıları Türkiye'nin modernleşme projesi kapsamında, yönetici kadronun Ankara'nın su işleri için çağı yakalayan bir altyapı sistemi sağlanması hedefi üzerine inşa edilmiştir. Kompleks gazinosu ve çevre düzeniyle kentin yeşil alan ihtiyacını karşılarken, kentlinin Batılı eğlence pratiklerini öğrenebileceği kamusal bir ortam sağlamıştır. Ayrıca son teknolojiye sahip teknik yapıları sayesinde devletin en önemli mühendislik başarısı olarak görünür haldedir. Cumhuriyet'in başkenti için kapsamlı bir baraj kompleksi kurulması, devletin yeni kimliğini somutlaştırarak iktidarın, kalkınmanın ve modernliğin sembolü olmuştur. Çubuk Barajı ve yapılarını konu alan bu tez çalışması alanın kentle kurduğu ilişki ve inşa sürecini, Ankara'nın altyapı çalışmalarındaki ve gündelik yaşamındaki rolünü, Su Süzgeci Tesisi ve Baraj Gazinosu'nun Avrupa çıkışlı eğilimlerle ilişkisini irdelemektedir. Ayrıca plaj tasarımının, barajın çevre düzenlemesinin incelenmesi ve yapıların yeni Cumhuriyet'in övünç nesnesi olarak görselleştirilmesi üzerinde detaylı bir inceleme yapmaktadır. Baraj odaklı çalışmalarda (kaybedilmiş) modern endüstri mirası Su Süzgeci Tesisi, baraj alanının peyzajı ve mimarları nispeten arka planda kalmıştır. Çalışma baraj ve yapılarının rejimin modern anlayışını yansıtan farklı yönlerini mimar ve üstlenicileri ile bir arada işlemiştir. Tez, konu ile ilgili yazılı ve görsel envanterin incelenip değerlendirilmesi sonucunda hazırlanmıştır. Kullanılan arşivler temel olarak Başbakanlık Cumhuriyet Dönemi Arşivi, Bayındırlık Bakanlığı arşivi, Théodore Leveau'nun Centre D'archives D'architecture Contemporaine'deki (Çağdaş Mimarlık Arşiv Merkezi) kişisel arşivi ve Hochtief Firması arşividir. Leveau'nun kişisel arşivi ve Hochtief firması arşivi net ve anlaşılır özgün çizimlere ulaşılmasına olanak sağlamıştır. Ayrıca bu arşivler sayesinde baraj kompleksinin tasarımcılarının Türkiye Cumhuriyeti'ne katkıları açığa çıkmış, yerleşkeler hakkında yeni verilere ulaşılabilmiştir. Tezin ikinci bölümü bağlamın anlaşılması amacıyla başkentin şehirleşme sürecini ele almaktadır. Üçüncü bölümde Çubuk Barajı Ankara'nın su ve yeşil ihtiyacı bağlamında değerlendirilmektedir. Dördüncü bölümde Baraj alanındaki yapılar ve peyzaj ulaşılan orijinal çizimler ve Théodore Leveau'nun kent parkı anlayışı üzerinden incelenmiştir. Modern eğlence pratiklerinin yaygınlaştırılmasında öncü niteliğe sahip olan Baraj Gazinosu'nun rolünü anlamak için dönemin Ankara eğlence mekanları ve gazinoları ele alınmıştır. Özellikle kadının sosyal hayata katılımının göstergesi olan ve uluslararası mimari estetiği yansıtan Baraj Gazinosu, Leveau'nun mimari anlayışı doğrultusunda dönemin kimliği ile ilişkilenmektedir. İnşa edilen köşk idare binası olarak kullanılmıştır. Yapının mimarı ve özgün planlarına ulaşılamamıştır. Bu nedenle yapı özellikle elde edilen görseller ışığında incelenmiştir. Başkentte bir plaj tasarlama fikri kurucu kadronun modernleşme hedefi bağlamında önemli atılımlardandır. Literatürde Çubuk Barajı'nda inşası öngörülen plaja dair herhangi bir değerlendirmeye rastlanmamıştır. Tez çalışmasında plaj tasarımı Leveau tarafından 1936 yılında çizilen 1:500 ölçekli vaziyet planı ve perspektif ile 1937 yılında çizilen 1:200 ölçekli planlar üzerinden tartışılmıştır. Tezin beşinci bölümünde barajın arıtma tesisi Su Süzgeci (Filtre İstasyonu) Binası ve üstlenicisi Alman Hochtief Firması incelenmektedir. Firma özellikle 1930'lu yıllarda Türkiye'nin farklı şehirlerinde fabrikalar ve endüstri yapılarının inşaatını üstlenmiş, Almanya ile güçlü ekonomik ilişkiler kurulmasında rol oynamıştır. Çalışmada Hochtief firması ve Türkiye'deki faaliyetleri, Su Süzgeci tesisinin konumu, inşası ve açılışına yer verilmiştir. Aynı zamanda yapının mimari ifadesi yeni Türkiye ve Avrupa merkezli üslupla birlikte ele alınmaktadır. Baraj ve yapıları Cumhuriyet rejiminin görsel hafızaya işleyen başlıca mimari tanıtım ve propaganda nesneleri arasındadır. Tezin altıncı bölümü Baraj ve Su Süzgeci'ni bu kapsamda değerlendirmektedir. Yerli ve yabancı kitap, gazete, dergi vb. yayının yanı sıra kartpostal, posta pulu gibi çeşitli dolaşım nesnelerinde de baraja rastlanmaktadır. Son bölümde baraj ve yapılarının bu şekilde "ikonik" bir nesne olması üzerinde durulmaktadır. Tüm kapsamlar ele alındığında baraj ve yapılarının kalkınan Türkiye'nin en başarılı göstergelerinden biri olduğu söylenebilmektedir. Dönemin kimliği, hedefleri ve yapım süreci, aktörlerinin etkileri ile Baraj uluslararası nitelikli bir komplekstir.
-
ÖgeBir kentsel metafor olarak Anastilosis, İstanbul'un ruminatif pozlarla yeniden okunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Kaya, İrem Naz ; Şener, M. Sinan Mert ; 741422 ; Mimarlık Ana Bilim DalıTez çalışması, anastilosis ve alt kavramları ile İstanbul'daki kentsel yenileme, yeniden üretme pratiklerini ele almaktadır. Anastilosis kavramı, içerisindeki bellek, yıkıntılaşma, harabe, zaman, imge birlikteliği ve ikircikli yapısı ile ele alınmaktadır. Giriş bölümünün ardından çalışmanın ikinci bölümünde, bellek mekânı, mekân belleğinin çifte kodlanmış anlamı, otobiyografik bellek, kolektif bellek, nostalji alt bölümleri ile açıklanmıştır. Bu bölümde, belleğin psikanalitik, tarihsel, davranışsal, kültürel ve deneyimsel boyutları, mimari tasarım pratikleri ile bağlantılı olarak açıklanmaktadır. Bernard Cache, bellek mekânı zihinsel ve uzamsal kodlayıcı olarak kavramsallaştırarak "yazıt" ve "daralma" olarak ayırır ve belleğin hem potansiyellerini hem de kısıtlarını görmeyi sağlar. Bu yönü ile birinci bölümde bellek, mekânsal ve kentsel çekişme ve uzlaşma alanı olarak ortaya koyulmaktadır. Bu bölümde ayrıca, farklı disiplinlerde ve mimari tasarımda hatırlama pratiklerine de yer verilmektedir. Bir Kentsel Metafor Olarak Anastilosis başlıklı üçüncü bölüm, ikinci bölümde tartışılan kavramlar ile bağlantılar ve uygulamalardan oluşmaktadır. Anastilosis mekân tez kapsamında kayıp nesnenin izini süren belleğin kentsel politikalar ile seçici geçirgenlikte belirlendiği muğlak geçiş nesnelerine referans vermektedir. Bu bölümde, anastilosis kavramı yıkıntılaşma ve harabe (kayıp nesne), kolektör ve bellek (geçiş nesnesi), ruminasyonlar ve ruminatif pozlama alt başlıkları ile incelenmektedir. Anastilosis, harabe olarak kayıp belleğin, anıların, metinlerin ve nesnelerin izini sürmekte; kolektör olarak kent parçalarını hatırlatmakta ve tartışmaya açmaktadır. Belgeleme ve kayıtlardan yola çıkılarak oluşturulan kentsel bellek fragmanları, bir yeniden üretim denemesi olarak ortaya konmakta ve bellek-zaman-kent-akörler ağ ilişkisi tartışmaya açılmaktadır. Anastilosis mekânın yeniden kuramsallaştırılması sonucunda üretilen ruminatif pozlama yenilenen kent dokularını okumak için bir model olarak önerilmektedir. Bellek ve harabelerin potansiyeli ve kaybı temsil eden çift kodlu anlamları nedeni ile aynı kadrajda hem negatif hem de pozitif pozlayıcılar bulunabilmektedir. Temsili imge ve radikal kopma negatif pozlayıcıları, hatırlama pratikleri ve kurgusal denge ise pozitif pozlayıcıları oluşturmaktadır. Çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümlerinde yürütülen tartışmanın ardından tartışmanın somutlaştırıldığı dördüncü bölümde ise İstanbul'daki yenileme alanlarına odaklanılmaktadır.
-
ÖgeBruno Taut'un mimarlık öğretisi (Mimarî Bilgisi) eserinde mimarlık ve tarih ilişkisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-08-29) Günaydın, Doğa Hazal ; Kuban, Zeynep ; 502201104 ; Mimarlık TarihiAntik dönemden beri pek çok mimar, inşa faaliyetlerinin yanı sıra kuramsal kitap yazmış ve binalarının dışında farklı türden bir kalıcılık sağlamıştır. Mimarlığın kuramsal boyutunu çalışan mimarların olması, bir çok teorik eseri meydana getirirken bir risale kültürü yaratmıştır. Bu nedenle mimarlar binaları kadar yazılı metinleriyle de anılmışlardır, hatta metinleriyle daha çok hatırlananlar da vardır. Söz konusu kalıcı eserlere sahip mimarlardan biri Avrupa'da üretken bir dönem geçiren sonrasında çalışmalarına Japonya ve Türkiye'de devam eden Bruno Taut'dur. Bu çalışmada, erken Cumhuriyet dönemi yıllarının önemli ve üretken mimarlarından biri olan Bruno Taut'un Mimarlık Öğretisi (Mimarî Bilgisi) eserinde mimarlık ve tarih arasındaki ilişki incelenmiştir. Bruno Taut, 04.05.1880'de Königsberg'de doğmuş Alman bir mimardır. 1897 yılında liseyi bitirip ardından yapı meslek yüksek okulunda eğitimine devam etmiştir. Almanya'da pek çok yapıya imza atarak adından söz ettiren mimar, 1917'de savaş yıllarından itibaren teorik üretimlerine ağırlık vermiştir. Barışa adadığı Die Stadtkrone ("Şehir Tacı'') adlı ilk kitabı 1919'da yayımlanmıştır. Die Auflösung der Städte (Kentlerin Çözülüşü), Alpine Architektur (''Alpin Mimarlık'') gibi kitapları yayımlanan eserlerinden bazılarıdır. 1915'te intihar eden Paul Scheerbart'tan ilham alan senfonik müzikli mimarlık piyesi Weltbaumeister ("Dünya Mimarlık Şampiyonu'') ve Der Regenbogen- Aufruf zum Farbigen Bauen ("Gökkuşağı- Renkli mimarlığa Çağrı") gibi eserler, mimarlık dışı metinlerinden bazılarıdır. Bununla birlikte Japonya'da olduğu yıllarda, özellikle Japon kültürüne ve mimarisinden etkilenmiştir. Japonya'da pratik anlamda olmasa da pek çok kuramsal metin yazmış, tecrübe ve gözlemleri mimarlık düşüncelerinin olgunlaşmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle Katsura Sarayı ve Japon mimarisiyle gündelik tasarımlarının sadeliği Taut üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Nippon mit europäischen Augen gesehen (''Avrupalının gözünden Japonya'') 1934, Nippons Kunst mit europäischen Augen gesehen (''Avrupalının Gözünden Japon Sanatı''), Grundlinien der japanischen Architektur (Japon Mimarisinin Anahatları) 1936, Houses and People of Japan 1937 eserleri Japonya'da olduğu sürede kaleme alınmıştır. Japonya'nın ardından 10 Kasım 1936 günü İstanbul'a gelen Bruno Taut; Türkiye'de Güzel Sanatlar Akademisi'nin Mimarlık şubesini yönetmek, Ernst Egli'nin başlattığı reformları sürdürmek ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın Tatbikat Bürosunu Egli'den sonra idare etmek gibi çeşitli görevlerin sahibi olmuştur. Bu büroda Türkiye'de ihtiyaç duyulan yeni okul, üniversite, hastane vb. binalarının projelerini hazırlamış, uygulamaları da Bayındırlık Bakanlığı ile ortaklaşa yapmıştır. Yoğun geçen iki sene içinde eğitim için yeni adımlar atmaya çalışan Taut, hem sağlık hem de iş ortamı bakımından çeşitli sorunlar yaşamıştır. Eğitime getirdiği yenilikçi yaklaşımlar, öğrencileriyle olan diyaloğu ve fikirlerinin özü Mimarlık Öğretisi ile mimarlık ortamına katkı sağlamıştır. Mimarlık Öğretisi, mimar ve eğitmen Bruno Taut tarafından yazılmış ve ölümü ardından Mimarî Bilgisi adıyla yayımlanmıştır. Almanca ismi "Architekturelehre" olan kitap, Japonya'da kaleme alınmaya başlanmıştır. Japonya'da "Mimarî Düşünceler" (Architekturgedanken) adıyla başlayan yazım süreci Taut'un İstanbul'a gelmesiyle hızlanmış ve çeşitli eklemelerle tamamlanmıştır. Eserde Bruno Taut'un deneyimlediği ve gözlemlediği ülkelere ait yapılar bulunmakta ve bunlar metindeki örnekleri oluşturmaktadır. Mimarlık Öğretisi, Bruno Taut'un mimarlık alanında yazdığı metinlerin sonuncusu olduğundan yazarının birikimlerini ve deneyimlerini içermektedir. Dolayısıyla mimarın pratiğe geçirdiği mimarlığının altında yatan kuramsal bakış açısını da barındırmaktadır. Bruno Taut'un hayatından ve tecrübelerinden birtakım kesitler barındırmasından ötürü de otobiyografik niteliklidir. Bu bağlamda eser, Bruno Taut'un hayatı boyunca geçirdiği entelektüel süreci de kapsamaktadır. Kitapta Taut'un kişisel yaşamının ve düşüncelerinin okunmasını sağlayan ipuçları, günlüklerindeki notlarla karşılaştırılınca anlamlı hale gelmektedir. Taut'un kendi öyküsünün izini sürmeyi sağlayan örnekler, Mimarlık Öğretisi'nin Taut'un hayatının neresinde konumlandığının anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Mimarlık Öğretisi, modern bir mimarın tarihle ve kültürlerin geçmişleriyle kurduğu ilişkiye örnek oluştururken, hem mimarlık risaleleri içinde tarihsel bir rol oynamakta hem de Taut'un kişisel tarihinin anlatısı için önemli bir yer tutmaktadır. Kitabın, Taut'un Akademi'de vereceği ders için çeşitli eklemelerle dönüştürüldüğü söylenebilir. Ancak eserin en başından beri bir eğitim metni olarak tasarlanıp tasarlanmadığı bilinmemektedir. Taut'un Akademi'nin mimarlık bölümü başkanıyken yazdığı mimarlığın temel kavramlarını içeren kitabı, mimarlığın evrensel estetik değerlerinin araştırılmasında etkilidir. Bu eser, mimarlığı, dönemin mimarlığını, mesleğin getirilerini, mimarlık ve diğer sanatların birbiri içerisindeki kaçınılmaz yerini, belli bir kuramsal çerçeve ve yorumla ele almaktadır. Sistematik bir kurgudan uzak olan kitaptaki bölümler ise ait oldukları başlıklara pek sadık değildir. Tekrarlanmalar ve konudan konuya geçişlere rastlanılmaktadır. Mimarlık Öğretisi, modern mimarlığın yerel açılımlarına dikkat çekmiş ve oran, iklim, malzeme, estetik, teknik, konstrüksiyon ve işlev konularına önem vermiştir. Bu aktarımlar, mimarlık risale geleneğinin tartıştığı başlıca konulardandır. Bu nedenle eser klasik mimarlık teorilerine atıf yapmaktadır. Kitabın vurgusu ise mimarlığın özü olarak görülen oran kavramıdır. Oran kavramı metinde duyu olarak açıklanabilen özel bir fenomendir. Oranın somut ve genel kabulüne karşı çıkan eser, yalnızca yapıların ve nesnelerin değil aynı zamanda her ulusun ve hatta her insan vücudunun benzersizliğini de içeren bir kavram olarak değerlendirilmiştir. Mimarlık Öğretisi, "Mimarlık Nedir?", "Oran", "Teknik", "Konstrüksiyon", "İşlev", "Nitelik", "Toplum ve Diğer Sanatlarla İlişkiler", bölümlerinden oluşmaktadır. Eser içerisinde Taut tarafından belirlenen ve çekilen 112 adet görsel yer almaktadır. Yazıldığı dönemde (1938) Türkçe karşılığı olan teknik terimlerin sayısı henüz az olduğundan kitaptaki çoğu terim özgün dillerinde kullanılmıştır. Ayrıca çevirinin sahibi Adnan Kolatan, bu kitapla birlikte Türkçe mimarlık terminolojisine yeni kelimeler kazandırmıştır. Mimarlık Öğretisi, geçmiş mimarinin biçimsel olarak yeniden canlanmasına karşı çıkmakta, ancak geçmişten öğrenilen pek çok şeyin bugünün mimarisini geliştirebileceğini vurgulamaktadır. Kitap, tarihi yapıların ve eski ustaların keşfedilmesini ve onların neyi araştırmış olduklarının öğrenilmesini öğütlemektedir. Keşfedilecek en önemli unsur ise tarihi yapılardaki "oran"dır. Kitapta duyularla ifade edilebilen oran, mimarlığın özüdür-mimarlık oran sanatıdır. Bununla birlikte, geçmiş üslupların canlandırılması kadar modernizmin bir üslup olarak moda olması ise eleştirilen konulardandır. Mimarlık Öğretisi'nin aktarımlarının önemli bir kısmı tarihsellik barındırmaktadır. Bu ifadeler daha çok geçmişe ait hatırlanan bilgileri, yapıları, anıları, imgeleri içermekte ve Taut'un belleğini temsil etmektedir. Karşılaşılan tarihi yapılar Taut'un hafızasında yer edinmiş, yazarın genel kültür bilgisiyle birlikte, mimarlığın neden-sonuç ilişkisi çözümlenmeye çalışılmıştır. Verilen örnekler her zaman doğru hatırlanmasa da kitapta "tarih"ten yapılan alıntılar Taut'un düşüncelerini desteklemektir. Eserde tarihi yapılar ve geçmişle ilgili söylemler hem mimarlığın açıklanmasında hem de tasarım prensiplerinin belirlenmesi adına tarihe bakılmasını öğütlemiştir. Taut'un eleştirisi, tarihsel formların modern zamanda canlandırılması olmuş, geçmiş dönemlerin fikirlerinin değerlendirilmesi ise olumlu karşılanmıştır. Bu nedenle Mimarlık Öğretisi'nde saf klasik mimarlığı önemsemiştir. Taut'a göre saf klasik yapılar oran, işlev ve konsepsiyon bakımından yol gösterici görülmüştür. Mimarlık Öğretisi'nde tarih ve mimarlık arasında kurulan ilişki karşılaştırmalarla güçlendirilmiştir. Yapılar sadece ait oldukları kültürde değil, aynı zamanda medeniyetler ve kültürler arası değerlendirmelerle de karşılaştırılmaktadır. Bu karşılaştırmalar ise genellikle Antik Yunan, Japon, Osmanlı ve Çin gibi Taut'un aşina olduğu kültürlerin mimarlığını içermektedir. Mimarlık Öğretisi'nin bir mimar tarafından yazılması ve kuramsal mimarlık eserleri içerisinde yer alması, Taut'u ve kitabını başlı başına tarihle ilişkili hale getirmektedir. Mimarlık Öğretisi'ni önemli kılan unsur: Taut'un bir modernist olarak, hem mimarinin evrimini analiz ederken hem de kendi modern mimarlığının tasarım ilkelerini savunurken, geçmişle ilişki kurmayı tercih etmesidir. Taut, modern mimarlığın köklerini değil ancak olası kurgusunu, geçmişi ve tarihi yapıları inceleyerek aktarmaya uğraşmıştır. Böylelikle kitabında, kendisine göre alternatif modern mimariyi oluşturacak unsurları birleştirecek ortak bir payda aramıştır. Taut'un mimarlık ve tarih arasında kurmuş olduğu ilişki, düşüncelerini ve mimarlığa bakış açısını aktarmada bir araca dönüşürken, onun mimarlığını anlamlandırmaktadır.
-
ÖgeDaskyleion'daki Komnenoslar dönemine tarihli kalenin (aplekton?) mimari özellikleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-29) Kaymak, Gökhan ; Saner, Nejat Turgut ; 502201113 ; Mimarlık TarihiÇalışma kapsamında, Antik Propontis'in (Marmara Denizi) güneyinde, Opsikion theması içerisinde yer alan Daskyleion'un Bizans Surları ele alınmıştır. 2022 yılında tez kapsamında gerçekleştirilen ziyarette, Hisartepe Höyüğü'nü çevreleyen surların çizimleri yapılmış, yapım tekniği ve mimarisi değerlendirilmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde Opsikion theması, Komnenos Hanedanı, Daskyleion'un Bizans yerleşimi ve yerleşimin araştırma tarihi konu alınmıştır. Bu bölüm, Bizans döneminde yerleşimi etkileyen siyasi, askeri, doğal olayları ve dönemin koşullarını anlamayı amaçlamaktadır İkinci bölümde, höyüğün doğu ve güney yamaçlarında günümüze ulaşan Bizans kalesinin kalıntı durumu ve inşaat özellikleri incelenmiştir. Belgeleme çalışması sonucu elde edilen verilerle surların mevcut durumu detaylı şekilde tanıtılmış ve ölçüleri aktarılmıştır. Surların temel ve temel üstü bölümlerindeki incelemelerden elde edilen veriler değerlendirilerek, yapım tekniği açıklanmıştır. Üçüncü bölümde kalenin Bizans mimarlığı içindeki yerinin anlaşılması hedeflenmiştir. Özellikle Komnenos Hanedanı dönemindeki sur inşa faaliyetlerine değinilmiştir; bu dönemde inşa edilen surların, Daskyleion surlarının inşasıyla ilişkisi tarihsel süreç üzerinden tartışılmıştır. Komnenos Hanedanı tarafından inşa edilen ve/veya inşa edildiği değerlendirilen surların özellikleri, Daskyleion surlarının günümüze ulaşan özellikleriyle karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonucu Daskyleion surlarının Bizans mimarisi içindeki yerinin anlaşılması amaçlanmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde, mevcut mimari buluntular, Kurt Bittel'in Bizans suru krokisi ve karşılaştırma sonucu elde edilen verilerle sur hattının muhtemel planı çizilmiştir. Sur hattının neredeyse tamamında görülen hatıl izleri ve hatıl boşluklarının varlığından ötürü, hatıl sisteminin anlaşılması önem kazanmıştır. Kule 4, Kule 5 ve kuleler arasındaki beden duvarındaki mevcut hatıl boşlukları ve izleri kullanılarak iki hatıl sistemi önerisi geliştirilmiş ve çizimlerle aktarılmıştır. Tezin amacı Daskyleion lokalize edilmeden önce Hisartepe Höyüğü'nde görünür olan ancak araştırmacıların ilgisini çekmeyen Bizans kalesinin mevcut durumunu belgeleyip, yakın coğrafyadaki benzer özelliklere sahip Bizans surlarıyla karşılaştırma yaparak, surların özgün durumuna ilişkin öneriler sunmaktır. Ayrıca Bizans dönemi kaynaklarında yer edinmeyen yerleşimde, sur inşa faaliyetinin nedenini ve inşaat özelliklerini anlamaktır. Çalışma sonucunda, araştırmacılar tarafından Komnenos Hanedanı döneminde inşa edildiği düşünülen kalenin, elde edilen bilgiler sayesinde II. Ioannes Komnenos (1118-1143) dönemine tarihlemek mümkün olmuştur.
-
ÖgeDaskyleion'daki Lydia teras-sur duvarı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-02-01) Ceylan, Büşra ; Saner, Turgut N. ; 502201102 ; Mimarlık TarihiBu yüksek lisans tezi kapsamında, Perslerin Anadolu'da kurduğu en önemli satraplık merkezlerinden biri olan Daskyleion'daki "Pers terası" olarak adlandırılan Lydia teras-sur duvarı konu alınmıştır. 1990'lı yıllarda yürütülen kazı çalışmalarında bir bölümü ortaya çıkarılan surun, zamanla toprak altında kalan kısmı ve daha önce açığa çıkarılmayan belli kısımları 2022 yılı kazı çalışmalarında gün yüzüne ulaşmıştır. Sur yapısı 2021-22 yıllarında gerçekleştirilen arazi çalışmaları kapsamında tekrar incelenmiş ve bu çalışmalarda elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Çalışmanın ikinci kısmında Daskyleion'un tarihçesine, kentte yapılmış kazı çalışmalarına ve araştırma tarihçesine değinilmiştir. Önceki çalışmalarda Lydia teras-sur duvarı hakkında genel bilgilere yer verilmiş, henüz nihai yayınlara konu olmamıştır. Daskyleion ile ilgili yayınlarda yer alan duvara ilişkin genel yorumlar bu bölümde incelenmiştir. Çalışmanın üçüncü kısmında duvarın tanımlaması yapılmıştır. 2022 yılında Prof. Dr. Turgut Saner ve İTÜ ekibiyle Lydia teras-sur duvarı çevresinde belgeleme çalışmaları yürütülmüştür. Çalışmada duvarın güney kısmı ve alandaki yeni kazılar sonucunda ortaya çıkarılan bölümü belgelenmiştir. Çalışmanın dördüncü kısmında duvarın farklı görünüş sergileyen kuzey ve güney kısımlarının, aslında aynı hattın parçaları olduğunu gösteren tespitler geliştirilmiş; aynı hat üzerinde olduğu ayrıntılı gözlem ve ölçümlerle ortaya konulmuştur. Duvarın işçiliği ve inşaat tekniği üzerinde durulmuştur. Daskyleion'da yer alan glacis yapısının söz konusu duvar ile olası bağlantısı değerlendirilmiştir. Çalışmanın beşinci kısmında Daskyleion'daki teras- sur duvarıyla benzer özellikler sergileyen önemli teras kompleksleri ve sur duvarları incelenmiştir. Lydia surunun özellikle Demir Çağı yerleşimleri olan antik Sardeis, Gordion ve Smyrna'daki teras kompleksleri ve sur duvarlarıyla çarpıcı benzerlikler gösterdiği tespit edilmiş ve çalışma kapsamında bu örneklere yer verilmiştir. Çalışmanın son bölümünde, yapılan çalışmalar neticesinde Lydia surunun işlevine ilişkin değerlendirmeler yapılmış; kuzey ve güney kısımları arasındaki duvar işçiliği ve beraberinde bu kısımlardaki görünüş farklılığı üzerine yorumlar geliştirilmiştir. Duvarın işlevini ve inşaat tekniğini değerlendirebilmek için benzer tipolojideki duvar örnekleriyle birlikte ele alınmıştır. Arazi çalışmalarından elde edilen verilere dayanarak, duvarın başlıca özellikler Lydia ve Phrygia mimari gelenekleriyle karşılaştırılmıştır. Surun yakınında yer alan glacis yapısıyla olası ilişkisi ve kent girişinin konumuna ilişkin yorumlar getirilmiştir. Tüm bu çalışmalarda, yapıların boyutlarına, yönelimlerine, yapım tekniklerine ve yapı malzemelerine odaklanılmıştır. Çalışmanın temel amacı, Lydia duvarını belgelemek ve mimari bağlamını araştırarak benzer örneklerle karşılaştırmaktır. Bu çalışma kapsamında Lydia dönemine tarihli teras-sur duvarı, iki kazı sezonu (2021-2022) boyunca alanda yapılan mimari gözlemler, inşaat ve taş oyma teknikleri hakkında elde edilen yeni bilgiler eşliğinde değerlendirilmiştir.
-
ÖgeEmlak Bankası: A formative actor in Turkish housing history(Graduate School, 2023-02-10) Erdeveci, Zeynep ; Gül, Murat ; 502181112 ; Architectural HistoryHousing provision is one of the key architectural topics of the 20th century. Following the rapid industrialization, many European cities saw massive migrations from the rural areas which resulted in a significant housing shortage in the newly urbanized areas. Construction of social housing for the new immigrants were realized by many different actors such as the private sector and philanthropists, however, the issue needed a more organized intervention by the state. The emergence of housing institutions not only addressed the practical issue for housing provision but also influenced the differing standards in many countries. Emlak Bankası is the first institution in Turkey with the state-given responsibility of financing and building social housing in Turkey. The Bank's 75 yearlong activities in the field of housing places the institution in a pivotal position in many aspects. Emlak Bankası played a shaping role in the housing history of Turkey with its distinct practices in both design principles and financial methods. However, the Bank cannot be considered as an institution solely responsible for housing and has a unique background regarding the political and economic characteristics and development of housing standards in Turkey. In order to identify the place of Emlak Bankası in Turkey's housing history, this study aims to examine the various housing activities of the Bank within the framework of its institutional history and urban, political and economic context of housing in Turkey. The Bank has built various types of housing throughout its years. These diverse dwellings were the results of the change in design principles and architectural processes of the Bank, constructional technologies and various cultural and social norms. Analyzing the changes in different periods, reveals a clear perspective on the Bank as a multi-layered actor in builder, financial regulator and a pioneer in setting the standards for social housing in Turkey.
-
ÖgeFotoğrafla Türkiye Albümü'nde (1937) kültür varlıkları ve çağdaş mimarlık(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-08-22) Talebazadeh Atalay, Ganimet ; Saner, Nejat Turgut ; 502131114 ; Mimarlık TarihiKemalist Türkiye Cumhuriyeti'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun "eski" kavramına karşı geliştirdiği başat argümanı "yeni" kavramı endüstriden sanata, sosyal hayattan mimariye her alanda kendini göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin devrimleri ile modernleşme sürecinde kat ettiği mesafenin görülmesi yeni dönemin iyi anlatılabilmesinden geçmektedir. Basım ve yayım özelliklerinden dolayı "yeni" devleti en iyi anlatabilecek öğe olarak fotoğraf görülmüştür. Fotoğrafla Türkiye Albümü'nde, fotoğraf; Kemalist devrimleri, "genç" Türkiye'nin gelişen ve değişen yüzünü tüm dünyaya aktarabilmek için tanıtım ve propaganda unsuru olarak kullanılmıştır. Atatürk ilke ve inkılapları ile şekillenen Cumhuriyet ideolojileri çerçevesinde oluşturulan Othmar Pferschy'nin objektifinden çıkan fotoğrafların yer aldığı, AnkaraMatbuat Umum Müdürlüğü tarafından tasarlanan, F. Bruckmann AG., Münih Grafik İşleri Müesseseleri tarafından Almanya'da basılan, 1937'de yayımlanan Fotoğrafla Türkiye Albümü Cumhuriyet'in çağdaş mimari örneklerinin ve kültür varlıklarının sergilendiği bir eserdir. Fotoğrafla Türkiye Albümü'nde, "Ankara", "İstanbul", "Şehir ve Manzaralar", "Arkeoloji ve Ar", "Ekonomi ve İnşa", "Kültür ve İnsan" olmak üzere altı bölüm bulunmaktadır. Albümde, bu bölümlerle ilişkili olarak Othmar ferschy'nin Türkiye'nin dört bir yanından fotoğrafladığı 153 imaj yer almaktadır. Fotoğrafla Türkiye Albümü'nün "asri" Türkiye'nin "yeni" görüntülerini ekleyebilmek amacıyla oluşturulmuş vidalı bir sistematiği bulunmaktadır. Ankara-Matbuat Umum Müdürlüğü kurumu bu vidalı tasarımı, memleketin "yeni" fotoğraflarının albümde yer alan önceki imajlarla organik bir bütünlük oluşturmasını sağlamak adına tercih etmiştir. Fotoğrafla Türkiye Albümü'nün ön sayfalarında bulunan Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı İmparatorluğu'nun "Kültürel Bakımdan", "Sosyal Bakımdan", "Ekonomik Bakımdan" ve "Politik Bakımdan" mukayese edildiği "Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cümhuriyetine" başlığındaki tarihsel metin ile albümün özelliklerinin verildiği "İzahat" metni albümün yazı içeriğini oluşturmaktadır. Albümün metin kısmı ve fotoğraf künyeleri Türkçe, Fransızca, İngilizce ve Almanca olarak yazılmıştır. "Fotoğrafla Türkiye Albümü'nde (1937) Kültür Varlıkları ve Çağdaş Mimarlık" başlıklı yüksek lisans tezi kapsamında söz konusu albüm arkeoloji, sanat ve mimarlık tarihi disiplinleri esas alınarak, başta başkent Ankara olmak üzere "modern Türkiye"nin şehirleri üzerinden dönemin kültürel, sosyal, ekonomi politikaları çerçevesinde değerlendirilmiştir. Birbiri ardından devrimler yaşayan Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni dönem siyaseti "modern" kavramı üzerinden dönemin gazeteleri paralelinde okunmaya çalışılmıştır. Çalışmanın konusuyla ilgili olarak dönemin gazetelerindeki yazılar taranmış, görüş açısı aynı olan gazetelerden bir seçki yapılmamış, dönemin siyasal algısı açıklanırken bağımsız bir değerlendirme esas alınmıştır. Cumhuriyet döneminin aydınlarının, köşe yazarlarının Fotoğrafla Türkiye Albümü'ne yönelik yaptığı eleştiriler, değerlendirmeler ve tavsiyeler dönemin yurtiçi ve yurtdışı gazetelerinden takip edilmiştir. Görsel propaganda metoduyla oluşturulan Fotoğrafla Türkiye Albümü vasıtasıyla Cumhuriyet Türkiyesi'nin kat ettiği mesafenin görülmesi sağlanmıştır. Cumhuriyet döneminde oluşturulan faaliyetler "Modern Mimari ve Ankara", "Turizm ve Tanıtım", "Ülkenin İmarı" ve "Endüstrileşme" başlıkları altında değerlendirilmiş, Erken Cumhuriyet döneminde oluşturulan mimari eserler ve var olan kültürel miras dönemin politikaları çerçevesinde anlatılmaya çalışılmıştır. Tez kapsamında albümde temsil edilen arkeoloji, sanat ve mimarlık tarihi disiplinlerine ilişkin daha kapsamlı bir değerlendirme yapılabilmesi amacıyla her bir fotoğrafın niteliği, albümde yer alma amacı metin içerisinde değerlendirilmiştir. Teşhir edilen eserlerin künye bilgileri, metin içeriği ve albümde yer alan fotoğraflar çalışmanın"Ekler" bölümünde katalog formunda sunulmuştur. Fotoğrafla Türkiye Albümü'nde, fotoğraflanan bazı mimari ve sanat eserlerinin albüm künyesinde genel bir adlandırma yoluna gidilerek verilen künye bilgileri görsel karşılaştırma yoluyla özelleştirilmiş, yapıların isimleri tespit edilmiştir. Bazı imajların künye bilgilerinde eser isimleri, yer bilgileri gibi yanlış aktarımlar görülmüştür. Eserlerin künye bilgilerine yönelik yapılan bu yanlış aktarımlar dipnotlarda ve metin içerisinde değerlendirilmiştir. Bu çerçevede fotoğraflarda yer alan mimari ve sanat eserlerinin künye bilgilerinin tespiti yapılmıştır. Fotoğrafla Türkiye Albümü'ne yönelik yapılan yorumlarda albümün ve albümde yer alan her bir fotoğrafın Cumhuriyet Dönemi fotoğraf sanatının bir ürünü olarak değerlendilmesi ve bazı albümlerde bulunan eksik fotoğraf sayfalarının Cumhuriyet Dönemi fotoğraf sanatının ürünü olarak sanat mezatlarında yer alması albümün yalnızca bir kültür envanteri niteliğinde olmadığının aynı zamanda bir sanat eseri olarak görüldüğünün kanıtı niteliğindedir. Fotoğrafla Türkiye Albümü, Kemalist Türkiye Cumhuriyeti'nin, 1923'ten 1936 yılına kadar 13 yıl içinde ortaya koyduğu maddi ve manevi tüm Cumhuriyet faaliyetleri içeriğiyle oluşturulmuştur.Arşiv belgeleri ve dönemin gazetelerinden 1937 yılında yayımlandığı belirlenmiştir. Fotoğrafla Türkiye Albümü'ndeki kültür varlıkları ve çağdaş mimarlık öğeleri Cumhuriyet temsili çerçevesinde değerlendirildiğinde, devrimlerle şekillenen yeni Türkiye'nin modern yapılarına ayrılan bölümün en geniş alanı kapladığı ve "asri Türkiye" temasının vurgulandığı görülmüştür. Cumhuriyet'in fotoğrafik hafızasının temel taşlarından biri olan Fotoğrafla Türkiye Albümü, birbiri ardından gerçekleştirilen Cumhuriyet devrimleriyle "yeni Türkiye"nin oluşumuna tanıklık etmiştir. Türkiye'nin inşa faaliyetleri, kalkınma faaliyetleri ile dinamik ilerleyişinin ekseriyetle başkent Ankara'da görüldüğü ve Anadolu kentlerinde yorumlandığı albüm bu yönüyle "modern Türkiye"nin fotoğrafik belgelerini ortaya koyan görsel bir "Cumhuriyet antolojisi"dir.
-
ÖgeGeç osmanlı döneminde seyahat kültürü ve Japonya algısı: Muhayyel Seyyah Kâmi'nin dünya turu(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Uğurluay, Büşra ; Girardelli, Miyuki Aoki ; 502181103 ; Mimarlık Tarihi ProgramıBu çalışmada, 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda matbaacı, gazeteci ve yazar kimliği ile tanınan Ahmet İhsan'ın dünya turu fikrinden esinlenerek kaleme aldığı Asya-yı Şarkî'ye Seyahat ve Maşrık-ı Aksâ'da Seyahat başlıklı eserleri ele almaktadır. Çalışmanın amacı, Ahmet İhsan'ın bahsi geçen eserlerinin 19. yüzyılda yaygın olan hayali seyahatname literatürü içerisine konumlandırmaktır. Ahmet İhsan'ın kullanmış olduğu kaynaklar ve seyahatnamesini kaleme alırken etkilendiği kişiler ve eserler 19. yüzyılda haberleşme ve ulaşım alanındaki gelişmelerin etkisiyle şekillenen seyahat kültürü çerçevesinde incelenmiştir. Bu çalışma, Ahmet İhsan'ın temel kaynak olarak Edmond Cotteau'nun De Paris au Japon à travers la Sibérie: voyage exécuté du 6 mai au 7 aut 1881 (Paris'ten Sibirya'yı Geçerek Japonya'ya: 6 Mayıs 7 Ağustos 1881'de Gerçekleşen Yolculuk, 1883) ve Un touriste dans l'extrême Orient: Japon, Chine, Indo-chine et Tonkin (Uzakdoğu'da bir Turist: Japonya, Çin, Çin-Hindi ve Tonkin, 1884) başlıklı seyahatnamelerini kullandığını ortaya çıkarmaktadır. Edmond Cotteau'nun bahsi geçen eserlerinin Ahmet İhsan için "rehber kitap" niteliği taşıdığı öne sürülmektedir. Aynı zamanda bu dönemde mecmuaların bir imge üretici olarak rolünü ve seyahatnameler ile ilişkisini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Bu amaç çerçevesinde araştırmanın birinci bölümünde 19. yüzyılda seyahat eyleminin dönüşümü, seyahat eden aktörler ve kullandıkları 19. yüzyıl icadı olan rehber kitaplar, keşif seyahatleri ve bu seyahatlerin coğrafya, gazete ve mecmua ile olan ilişkileri dönemin sömürgecilik faaliyetleri ve emperyalizm faaliyetleri göz önüne alınarak incelenmiştir. Bu bölümde seyahatlerin gazete ve mecmualar yoluyla birer "haber"'e dönüştüğü ve kamusal alana sunulan seyahatlerin zihinde gerçekleşen seyahatlere zemin hazırladığı ortaya konulmaktadır. Seyahat, sadece seyahati gerçekleştiren kişiye ait değil kolektif bir eyleme dönüşürken, Fransa'da Tour du Monde gibi dönemin seyahatleri ele alan dergilerin, Osmanlı da ise muhteviyatında seyahatlerin de bulduğu Servet-i Fünûn gibi mecmuaların ortaya çıkmasıyla kolektif bir seyahat kültürü oluştuğu ileri sürülmektedir. Araştırmanın ikinci bölümünde, Ahmet İhsan'ın 1891 yılında yayımlamaya başladığı Servet-i Fünûn dergisinde yer alan Japonya'daki toplumsal hayata yönelik metinler ve Osmanlı-Japonya ilişkileri incelenerek ve 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda Japonya imgesinin, sadece Avrupalı kaynaklar tarafından değil, Japon kaynakları tarafından da şekillendiği ortaya konulmuştur. Üçüncü bölümünde ise Ahmet İhsan ve Edmond Cotteau'nun seyahatleri, seyahatlerinin amaçları, kullandıkları kaynaklar karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Ahmet İhsan'ın hayali seyahatnamesinin Edmond Cotteau'dan farklılaşan yönleri ortaya konularak, bu yeni seyahat anlatısının sadece Edmond Cotteau'nun fikirlerinden oluşmadığı, Osmanlı'daki Japonya algısı, "Avrupa Şarkı Bilmez" söylemi ve seyahatnamelerin coğrafya hususunda toplumu eğitime misyonu göz önüne alınarak tasarlandığı ileri sürülmektedir. Sonuç olarak, Ahmet İhsan'ın anlatısı, kendi eklemeleri ve çıkarmalarıyla 19. yüzyılda gerek Osmanlı'da gerek Fransa'da oluşan kolektif seyahat kültürünün bir parçası olarak ele alınmaktadır. Diğer taraftan, 19. yüzyıl seyahat kültürünün şekillenmesinde haberleşme ve ulaşımdaki gelişmelerin yanı sıra imparatorlukların emperyalist politikaların da etkileri görülmektedir. Edmond Cotteau'nun seyahatnamesi doğrudan Fransa'nın Sibirya üzerindeki emperyalist söylemlerini yansıtırken Ahmet İhsan ise, seyahatnameleri ile dolaylı olarak bu söylemleri Osmanlı'da kamusal alana yansıttığı görülmektedir.
-
ÖgeHelen Filoloji Derneğinin 1861-1911 yılları arası arkeoloji çalışmaları ve bazı üyelerin biyografileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-21) Oglou Emver, İrem Naz ; Ar, Bilge ; 502181101 ; Mimarlık TarihiHelen Filoloji Derneği Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rum-Ortodoks topluluğunun en tanınmış ve uzun ömürlü cemiyetlerinden biridir. Amacı Osmanlı Rumları arasında eğitim seviyesini yükseltmek ve çeşitli alanlarda bilimsel çalışmalar gerçekleştirmek olan bu derneğin, üyeleri incelendiğinde sadece Rum ve Yunanlılardan ibaret olmadığı daha geniş bir kesime hitab ettiği görülmektedir. Bioloji, kimya, tarih ve arkeoloji gibi alanlarda kollektif çalışmalar yürüten Helen Filoloji Derneği'nin bilimsel çalışmaları, güncel araştırmalarda eğitim faaliyetlerinin gölgesinde kalmıştır. Derneğin arkeoloji çalışmaları, diğer bilimsel faaliyetleri gibi, kapsamlı şekilde çalışılmamış bir konudur. Yerleşik bir mimarlık ve sanat tarihi kuramı bulunmayan ve tarih yazımının milliyetçilikten beslendiği bir dönemde derneğin bünyesinde çok uluslu bir arkeoloji komitesi bulunması, Osmanlı Devleti'nde gerçekleşen erken kurumsal arkeoloji çalışmalarını temsil ettiği için oldukça önemlidir. Burada arkeoloji çok geniş bir anlamda kullanılmıştır. Yunanca kökenli bir kelime olan arkeolojinin 19. yüzyıldaki anlamı, eski şeyleri incelemektir ve komite özelinde bu "şeyler" genellikle o zamana kadar varlığını kısmen de olsa sürdürebilmiş veya yok olmaya yüz tutmuş mimari öğelerdir. Bu nedenle komitenin arkeoloji çalışmaları, dilbilimi, tarih, etnografya gibi bilim dallarından beslenen erken sanat ve mimarlık tarihi çalışmaları olarak yorumlanabilir. Çalışmaya konu olan dönem ideolojik açıdan olduğu kadar, bilimsel açıdan da yenilikleri içinde barındırmaktadır. Komite üyelerince yunan sanatına dair incelenen bu öğeler, çok farklı devirlerden olsa da genellikle Bizans'a odaklanılmıştır. Bizans sanatı derneğin bazı üyeleri için sadece bakir bir araştırma alanıyken, bazıları için anlamı çok daha derindir. Bu durum dönemin birçok önemli araştırmacısının yolunun dernek ile kesişmesini sağlamış, bilimsel çalışmalarına hizmet eden güçlü bir sosyal ağ oluşmuştur. Derneğin kuruluşundan I. Dünya Savaşı'na kadar, cemiyetle aynı adı taşıyan 33 ciltlik bir dergi yayınlanmıştır. Kuruluşundan itibaren dergisinde arkeoloji temalı düzenli bir makale ve konferans akışı yer almaya başlamıştır. Derneğin arşivleri bugün hala kayıp olduğundan, dergisi faaliyetlerini anlamak için en önemli kaynağı oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra ilgili yayında önemli kişiler, onların arkeoloji çalışmaları ve dönem hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Çalışma kapsamında dergi incelenerek arkeoloji temalı bilgi ve makaleler derlenmiştir. Bu dergiden elde edilen bilgiler, bazı üyelerin anıları, derneğin ilanlarını ücretsiz olarak yayınlayan Neologos gazetesi ve ilgili kurumların yayınlarıyla da desteklenmeye çalışılmıştır. Tezin amacı, derneğin dergisi ve komite üyelerinin profili incelenerek bir dönemi etkisi altına alan arkeoloji çalışmalarının bir dökümünden çok bu araştırmaların dönemin koşulları ve eski eser algısı ile birlikte ele alıp, genel bir resmini sunmaktır. Derneğin 1861-1911 yılları arası faaliyetlerini kapsayan dergisini inceleyen bu tez aynı zamanda araştırmacılara bu uzun soluklu yayını mimarlık ve sanat tarihi çalışmalarında kullanılabilecek bir kaynak olarak sunmaya çalışmaktadır.
-
Ögeİki şehir arasında bir mimar: Constantinos Panagiotis Kyriakıdes(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-21) Yücetürk Çizmecioğlu, Merve ; Ar, Bilge ; 502201109 ; Mimarlık Tarihi19. ve 20. yüzyılların kaygan politik ve mimari ortamı, mimarların üretimlerinin şekillenmesinde önemli etkenlerdir. Batılılaşmaya çalışan Osmanlı Devleti'nde Tanzimat ve Islahat Fermanları ile her alanda yapılan yenilikler; yeni bina tiplerinin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu sürecin ilk ürünleri Pera bölgesinde kendini göstermiştir. Constantinos Panagiotis Kyriakides, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle Beyoğlu ve Pera bölgelerinde önemli yapılara imza atmış olmasına rağmen adı günümüzde çok duyulmamış bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Tez çalışması kapsamında, mimarın yaşamı ve mimarlık pratiğini içeren arşiv ve literatür araştırmalarının yanı sıra, Atina'daki meslektaşları ile yapılan sözlü tarih çalışmalarına dayandırılmıştır. Göçmen mimarın üretimleri, dönemler ve kentler bağlamında incelenmektedir. 1881 yılında İstanbul'da yüksek gelirli bir ailenin içine doğan Kyriakides, mimarlık eğitimini Sanayi-i Nefise Mektebi'nde birincilikle tamamladıktan sonra Ecole Speciale d'Architecture'de bir yıl okumuştur. Yaşamının büyük bir kısmını Osmanlı Devleti topraklarında geçirmiş olan mimarın, saray erkanı için tasarım yapmamış olduğu göze çarpmaktadır. Aynı zaman diliminde özellikle Pera bölgesinin mimarisinde süregelen Batılı anlamdaki önemli değişiklikler, yeni ortaya çıkmakta olan burjuva sınıfı için gayrimüslim mimarların-kalfaların, yer yer mülk sahibinin isimleriyle anılacak olan yapıların tasarım ve inşa süreçlerinde önemli roller üstlenmelerine tanıklık etmiştir. Bu dönemde, İstanbul'da özellikle inşa ettiği apartmanlar ile yaşadığı çevrede şöhret kazanmış olan Kyriakides'in, tasarladığı birçok yapıda adı, ortağı Alexandros Dimitrios Yenidunia ile birlikte anılmaktadır. İkilinin İstanbul'daki bilinen projelerinden bazıları; Frej Apartmanı, Ravouna Apartmanı, Vernudaki Apartmanı ve Türkiye Hanı'dır. Kyriakides daha sonraları Yenidunia ile ortaklığını sonlandırarak kendi bürosunu kurmuştur. 1926 yılında, 45 yaşında iken diğer mültecilerin kaderini paylaşarak Atina'ya göçmüş olan Kyriakides, 16 yıllık ikinci kariyeri esnasında iki dünya savaşı arası dönemin aktif mimarlarından biri haline gelmiştir. Bu süre zarfında ürettiği önemli yapıların bazıları, Benakio Okulu, Lykiardopoulos Apartmanı, Mavrommati Apartmanı'dır. İstanbul'daki çoğu yapısının aksine, Kyriakides'in Atina'da tek başına çalışmayı seçtiği görülmektedir. Zorunlu göçmen bir mimarın, mimari pratiğine iki dünya savaşı arasında kimlik oluşturma çabası tez çalışması kapsamında kentlerin sosyopolitik durumu, dönem mimarisi ve mimarın işverenleri bazında incelenecektir. Kyriakides'in İstanbul ve Atina'daki yapılarının detaylı bir çözümlemesi yapılarak İstanbul ve Anadolu'dan Atina'ya mimari pratik bağlamında neleri taşıdığı ve taşıyamadığı da tez kapsamında tartışılmıştır. Bu süreçte mimarın, dönemin bürokratik tavrını mı, yoksa bulunduğu ülkelerdeki burjuvazinin isteklerini mi tasarım anlayışına yansıttığı, yapıları incelenirken öne çıkan önemli bir soru olmuştur. Atina'da da İstanbul'da olduğu gibi apartman tasarımları ile öne çıkan Kyriakides, döneminin kamusal tavrını değil; iki farklı ve yeni kurulan ülkenin burjuvasinin isteklerini mimariye taşıdığı söylenebilir. Tez çalışmasının bir diğer sorusu, mimarın yapılarının inşa tarihlerinin birbirlerine yakınlığı düşünüldüğünde; Kyriakides'in tasarımcı, uygulayıcı ve yüklenici gibi farklı rollerden hangilerini daha çok benimsediğidir. Mimarın ayakta kalmış eserlerinin tarihçeleri, kullanıcıları, iç mekân özellikleri, bugünkü durumları ve geçirdiği restorasyonlar detaylı bir biçimde incelenmiştir. Tez kapsamında, Kyriakides'in mimarlığı, iki kent üzerinden karşılaştırılarak mimarın üretiminin, kent hafızaları üzerindeki varlığı sorgulanmıştır. Tez çalışması süresince, mimarlık tarihi yazımında ön plana çıkmamış figürlerden biri olan Kyriakides'in mimari üretimi, dönemin siyasi kırılma noktaları üzerinden ele alınarak ortaya konulmak istenmiştir.
-
Ögeİran'da modernizasyon, ulus inşası ve mimari araçsallaştırma (1848-1941)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-20) Kahraman, Aras ; Gül, Mehmet Murat ; 502172101 ; Mimarlık TarihiXIX. yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyadaki sanayi dışı toplumların uluslaşma süreçlerinin makro ölçekteki benzerliklerinin aksine mezo ve mikro ölçekte birbirlerleriyle örtüşen ve ayrışan noktaları olmuştur. İran ulus-devletinin ulusal kimliğinin inşasındaki süreçte düşünsel boyutun yanısıra modernizasyon alanındaki girişimler de ulus inşası sürecini doğrudan etkiler. Batı Avrupa'da gerçekleşen uluslaşma sürecinin düşünsel ve maddi boyutunun birlikte ilerleyişinin aksine İran'daki benzer düşünsel-maddi birlikteliğinin olmayışından dolayı ülkenin ulus inşasının maddi boyutunu oluşturan modernizasyonun üstlendiği görev daha da çok önem kazanır. Bu maddi boyutun bileşenlerinden olan mimari/kentsel alandaki ürünler ulus inşasında öğretici, örgütleyici, tektipleştirici, yıkıcı ve parçalayıcı özellikleriyle otoriteler tarafından araçsallaştırılırlar. Bu meselenin İran ölçeğindeki çıktıları bu çalışmanın asıl varsayımını oluşturmaktadır. XVIII. yüzyıldan itibaren sanayi toplumlarında oluşmaya başlayan uluslaşma süreci yeni kulrulan ve kurulmakta olan ulus-devletler için "yönetimsellik" olarak nitelendirilen yeni sorunları beraberinde getirir. İktidarlar "yönetimsellik" sorununu modern araçlar ve kurumlar aracılığıyla çözebilmek için çözüm olarak gördükleri model yurttaşın inşasında, toplum üzerinde tektipleştirici, örgütleyici, biçimlendirici ve bütünleştirici uygulamalara başvururlar. Bu bakımdan mimari/kentsel ürünler bu uygulamaların sonuçlanmasında önemli görevler üstlenir. İran'da ulus inşasının ilk sürecinde veya Tabula-rasa'nın şekillenmesinde modern düşünsel zeminin oluşması ve modern araçların devreye girmesi XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde Kaçar devletinin girişimleriyle başlasa da mimari/kentsel alanda XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dördüncü Kaçar padişahı Nassıreddin Şah'ın döneminde belirgin belirtiler vermeye başlar. Nasıreddin Şah döneminde mimari/kentsel alanındaki değişim ve yenilikler kendisinin Batı Avrupa seyahatleri öncesi ve sonrasındaki süreçte devam eder. Bu dönemde bir çok modernizasyon girişimi doğrultusunda Tahran eski sınırlarına sığmadığından Nasıreddin Şah yönetimi 1867'deki törenle kentin büyütülmesine yönelik girişimde bulunur. Ülkeyi çağdaş Batı uygarlıklarına kavuşturmak ve küresel ticaret ekonomisine katmak doğrultusunda Tahran ve bir çok büyük şehrin geleneksel (çarşı, ulu cami ve bunları birleştiren meydanlar) dokusu değişir. Eğitim, sağlık, dini, askeri, ticari vb. modern işlevli binalar ve parklar devlet binalarıyla yanyana gelir. Modern işlevli yapılar ızgara kent planı örgütlenmesiyle yeni silüetine kavuşan meydanlarda birleşir. Hükümet, gerçekleştirdiği bütün bu girişimleri aynı zamanda siyasal meşruiyetin sağlanması yolunda büyük törenlerle araçsallaştırır. Nasıreddin Şah'ın siyasal meşruiyeti elde etme yolunda gerçekleştirdiği yenilikler aynı zamanda dönem Tahran'ının silüetini önemli derecede etkileyen Devlet Tekyesi ve Nasıriye Camii gibi büyük dini binalar aracılığıyla geleneksel/dini kültürün onayını alarak gerçekleşir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İran'da Batılı Aryanist oryantalistlerin söylemleri arkeolojik ve mimari kalıntılara taşındıktan sonra yüzyılın son çeyreğinde bu söylem İran'daki yerel Fars milliyetçilerinin de sık sık başvurdukları unsur olarak belirmeye başlar. Bu doğrultuda Fırsatüddevle-i Şirazi'nin Asâr-ı Ecem adlı eseri Fars milliyetçiliğinin arkeolojik/mimari alanındaki ilk eseri olur. 1906 yılında Meşrutiyet Harekatı ile birlikte kurulan Meclis-i Şura-i Milli, Fars milliyetçiliğinin fikri söylemini siyasal alana taşır. Sürekli sömürgeci ülkelerin doğrudan müdahalesine maruz kalan Kaçar devleti Birinci Dünya Savaşı esnasında giderek çözülmeye başlar. Fars milliyetçileri siyasal iktidarı ele geçirerek Aralık 1925 yılında Rıza Han'ın Rıza Şah olarak saltanat tahtına çıkmasıyla İran ulus-devletini kurarlar. Pehlevi devletinin kurulmasıyla ülkedeki kültürel politikalar ulus-devletin resmi ideolojisinin çizgisinde farklı boyuta girer. Hükümetin resmi ideolojisi olan Fars milliyetçiliği "Yüksek Aryan ırkının parçası olmak" yolunda eskiyi yıkarak yeni ulusun inşasınının arayışında bulunur. Kaçar döneminden kalan mimari/kentsel ürünler dahil somut olan ve olmayan kültürel varlıklar imha edilir. Hükümetin resmi yayın organlarının propagandalarının yanı sıra hükümete bağlı Encümen-i Asâr-ı Milli çok sayıda yerel ve yabancı Aryanist oryantalistlerin çabalarıyla kültürel ve mimari/kentsel alanda önemli girişimlerde bulunur. Firdevsi kongresi, Firdevsi anıt-mezarının inşası ve Fars tarihi şahsiyetlerinin yüceltilmesi Encümen-i Asâr-ı Milli'nin girişimiyle gerçekleşir. Pehlevi döneminde "antik İran'ı yüceltme" girişimleri dönemin dergileri, gazeteleri ve bütün yayın organlarının ortak çabası olur. Arkaik İran'ı canlandırmak dönemin farklı kültürel mecralarında gerçekleştiği gibi mimari/kentsel alanda da hızla devam eder. Tahran'daki bir çok resmi devlet yapısı Ahamenid-Sasani canlandırmacı üslubuyla kısa sürede kentin silüetini değiştirir. Bu yapıların yanısıra Rıza Şah'ın 1933 yılındaki Nazi Almanyası'na yakınlaşması ülke genelinde Alman mühendislerinin istihdamı ve Nazi Almanyası mimari kültürünün yaygınlaşmasıyla sonuçlanır. Köprüler, fabrikalar, barajlar, demiryolları, tren stasyonları ve bir çok modern işlevli yapılar merkezden yönetilen hükümetin meşruiyetinin sağlanılmasında büyük propaganda unsurları olarak araçsallaştırılır. Bu eserler hükümetin egemenlik simgeleri olarak ülkenin farklı noktalarında belirmeye başalar. Mimari/kentsel alandaki bütün projeler Pehlevi hükümetinin kültür politikacılarının ideolojik görüşüne göre inşa edilir.
-
ÖgeİTÜ mimarlık fakültesi'nin kuruluş yılları ve mimarlık eğitimi (1928-1954)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-03) Özcan, Özlem ; Kuban, Zeynep ; 502102145 ; Mimarlık TarihiBu tez İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarının tarihini anlatmayı ve nasıl bir mimarlık eğitimi sunduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır. Fakülte, 1950'lerin ortalarına kadar Türkiye'de mimarlık eğitimi veren iki kurumdan biri olarak mensupları ve mezunları acılığıyla Türkiye mimarlık ortamının şekillenmesinde önemli bir role sahiptir. Bu önemine rağmen fakülteyi odağına alan bir çalışma yapılmamıştır. Fakültenin kökenine, kuruluş sürecine ve sunduğu mimarlık eğitimine yer veren sınırlı sayıda çalışma İTÜ tarafından yayınlanmış kurumsal tarihçeler, Türkiye mimarlığını farklı bağlamlarda ele alan çalışmalar, mimar monografileri ve kişisel hatıralardan oluşur. Bu çalışmalar toplu halde değerlendirildiğinde birbiriyle çelişen tarihler ve yorumlar, belirli isimler üzerinden anlatılan olaylar ve varsayımlar içeren, bu nedenle pek çok soru barındıran bir tarih oluşturur. Bu tezde İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kurum ve eğitim tarihi, tekrarlana gelmiş kabuller, yorumlar ve varsayımlardan oluşan anlatı bir kenara bırakılarak, arşiv belgeleri ve döneme tanıklık etmiş kişilerin aktardıklarına yakından bir bakışla yeniden inşa edilmektedir. Tezde fakültenin kuruluş yıllarının 1928'de, mimarlık eğitiminin bir uzmanlık alanı olarak özerkleştiği Yüksek Mühendis Mektebi Mimari ve İnşaat Şubesi'nin oluşturulmasıyla başladığı, 1954'te fakültenin kuruluş kadrosunu oluşturan ve mimarlık eğitimini tayin eden büyük isimlerin, Emin Onat ve Paul Bonatz'ın ayrılışıyla bittiği kabul edilmektedir. Diğer iki önemli isim Clemens Holzmeister ve Gustav Oelsner ise bu tarihten önce fakülteden ayrılmışlardır. 1954 sonrasında eğitimin bu isimlerin yardımcıları olan doçentler ve asistanlar tarafından devralınması fakültenin kurumlaştığına ve kuruluş sürecinin tamamlandığına işaret eder. Fakültenin kuruluş anlatısı 1928-1954 arasında Yüksek Mühendis Mektebi ve Yüksek Mühendis Okulu Tedris Meclisi/Kurulu kayıtları, İTÜ Senato Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi Profesörler Kurulu Kararları, İTÜ Mimarlık Fakültesi mensuplarının dosyaları, dönemde çıkarılan kanun teklifleri, kanunlar ve nizamnameler, TBMM tutanakları, Yüksek Mühendis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu ve İTÜ tarafından yayınlanan öğretim kılavuzları, İTÜ Mimarlık Fakültesi arşivinde bulunan öğrenci projeleri, başarı listeleri, ders defterleri, sınav belgeleri, döneme tanıklık edenlerin yazıları, anma konuşmaları, mektupları ve anıları üzerine inşa edilmiştir. İTÜ Mimarlık Fakültesi konu edilen süreçte aktörler tarafından inşa edilen ve sürekli değişen bir yapı, mimarlık eğitimi ise bu yapının oluşturduğu bir ürün olarak kurgulanmıştır. Arşiv belgeleri ve tanıklıklar, bu dönemde kurumun bağlı bulunduğu ve devleti temsil eden Nafıa Vekaleti ve Maarif Vekaleti'nin, çıkarılan kanun ve kararnamelerin, eğitimin yönetimi için oluşturulmuş kurum içi yapıların, mimarlık eğitiminin aktarıcıları olan kurum mensuplarının ve eğitimin gerçekleştiği binaların fakülteyi ve eğitimi şekillendiren aktörler olduğunu gösterir. Bu aktörlerin hepsi zaman içerisinde değişen, kimi zaman birbiriyle uzlaşan ya da çatışan, farklı güçte ve nitelikte etkilere sahiptir. Aktörlerin, memleketin inşasında görev alacak mimarı yetiştirmek gibi ortaklaşan amaçlarından ya da "milli mimari"yi yaratmak gibi tekil etkilerinden söz etmek mümkündür. Tezde mimarlık eğitiminin niteliğini belirlemek amacıyla öncelikle mimarlık eğitiminin betimlenmesi yapılmaktadır. Kurum tarafından üretilen arşiv belgeleri ve yayınlar aracılığıyla mimarlık eğitiminin omurgasını oluşturan program ve zaman içerisindeki değişimi anlatılmaktadır. Öğretim üyelerinin geriye az sayıda yazılı belge bırakması ve öğrencilerin üretimlerinin çoğunun arşivlenmemiş olması nedeniyle eğitim sürecine ve içeriğine dair bilgiler dönemde öğrenci olmuş kişilerin anlatımlarıyla şekillenir. Buna göre mimarlık eğitiminde ağırlığı oluşturan dersler, bu derslerde öğretim üyelerinin yaklaşımları, önemsenen ve aktarılan bilgi, dersler dışında eğitimin bir parçasını oluşturan stajlar, geziler, öğretim görevlileri ile birlikte mimari yarışmalara katılım, büro çalışmaları ve eğitimi destekleyen yazılı ve görsel kaynaklar ortaya konmaktadır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'ni ve fakültedeki eğitimi şekillendiren aktörlerin mimarlık eğitimindeki etkilerinin yansımasını eğitim programında, sürecinde ve içeriğinde görmek mümkündür. Aktörler değiştikçe eğitim de değişir, yine de tüm kuruluş süreci boyunca öne çıkan karakteristiklerden bahsetmek mümkündür. Devletin memleketi inşa etme arzusu mimarlık eğitimine memleketin ihtiyaç duyduğu mimarı yetiştirme sorumluluğu olarak yansır. Mimarlık eğitiminin mühendis yetiştiren bir kurum içerisinde verilmesi mühendis-mimar yetiştirme geleneğini yaratır ve eğitimdeki teknik-sanat dengesini etkiler. Kalkınma ve ilerleme davası Batı ülkelerindeki mimarlık eğitimi ile sürekli temasta olmayı beraberinde getirir. Eğitimi verenlerin mimar kimlikleri ve eğitim yaklaşımları, mimarlığın fonksiyon, konstrüksiyon, estetik ve ekonomi gibi parçalarının eğitimdeki ağırlıklarında kişisel farklılıklar yaratır. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin kuruluş yıllarını, ulaşılabilen bilgiler ve belgelerin ortaya çıkardığı aktörler üzerinden anlatmak ve aktörlerin etkileriyle şekillenen mimarlık eğitimini değerlendirmek Türkiye'de mimarlık eğitiminin kurumlaşmasını ve mimarlık ortamının oluşmasını anlamada yeni bakış açıları sunmaktadır.
-
Ögeİzmir'de fransız misyoner yapıları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-08) Güneş, Şilan Berivan ; Cephanecigil, Vesile Gül ; 502181107 ; Mimarlık Tarihiİzmir, coğrafi konumunun sağladığı ticari koşullar ile paralel gelişmiş bir şehirdir. Kuruluşundan itibaren birçok kültüre ev sahipliği yapan şehir, kozmopolit yapısını 20. yüzyıl başlarına değin muhafaza etmiştir. Özelikle 17. yüzyılda artan ve büyük çoğunluğu Hristiyan toplumlar tarafından yürütülen ticari faaliyetler zamanla şehre olan rağbeti arttırmıştır. Nüfus hareketlilikleri ve çeşitli dini toplulukların faaliyet göstermesi ile misyoner cemaatler de şehirde tezahür etmeye başlamıştır. 19. yüzyılda çeşitli imtiyazlardan yararlanan misyoner cemaatler, himayesinde bulundukları devletlere göre çalışmalarını yürütmüşlerdir. Fransa, Osmanlı Devleti ile ilişkilerinde ayrıcalıklı devletlerden biri olmasıyla önemlidir. İlk imtiyazlardan birine sahip olmasının yanı sıra Osmanlı Devleti'nde dini himayeci devlet arayışında da müteşebbistir. Katoliklerin ilk koruyucu devleti vasfına sahip olan Fransa, Osmanlı Devleti'nde faaliyet gösteren misyonerlerin çalışmalarını desteklemiştir. Misyonerler ilk olarak İstanbul'da çalışmalarını yürütmüş, daha sonra ise İzmir'e yönelik faaliyetlerde bulunmuşlardır. Fransiskenler, Dominikenler, Cizvitler, Lazaristler, Vincent de Paul Hayırsever Kızları, Hristiyan Okulları Erkek Kardeşleri ve Notre Dame de Sion Kız Kardeşleri Osmanlı Devleti bünyesinde faaliyet gösteren Katolik cemaatlerdir. İzmir'e ilk gelen misyonerlerden biri olan Fransızlar ilk yıllarından itibaren en aktif yılları 19. yüzyıl da dahil olmak üzere faaliyetlerini aralıksız sürdürmüşlerdir. Misyonerler, dini girişimlerinin yanı sıra faaliyetlerini yürüttükleri kilise, okul ve hastane gibi kurum yapıları ile bulundukları şehirlerde fiziksel etkiler bırakmışlardır. Tez çalışması kapsamında İzmir'de faaliyet gösteren misyonerlerin inşa faaliyetleri değerlendirilmeye çalışılmıştır. Fransız etkilerinin misyoner yapıları özelinde şehrin fiziksel çevresine olan tezahürüne odaklanarak İzmir'de faaliyet gösteren Fransız Katolik misyoner yapıları incelenmiştir.
-
ÖgeKastamonu ili araç ilçesi örneğinde kırsal mimari(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-03) Esen, Hamza ; Ağır, Aygül ; 502161119 ; Mimarlık TarihiOsmanlı Döneminde, Beylikler Dönemi'nin sınırlarını izleyen yönetim yapılanmasında Kızılırmak'tan Sakarya'ya kadar Kuzeybatı Anadolu'nun önemli merkezlerine yakın bir konumda olan Kastamonu vilayeti, Cumhuriyet'in ilanına dek bu bölgenin merkezi durumunu sürdürmüştür. Yüzlerce yıllık üretim, ticaret, sanat, sermaye, eğitim gibi birikime sahip Kastamonu halkının, 20. yy.'da savaşlar ve iç göçler ile eğitimli ve nitelikli insan kaynaklarını büyük bir oranda yitirmiş olması sonucunda, bazı alanlarda toplumsal-kültürel ve ekonomik bakımdan daha da geri gitmiş olduğu görülmektedir. Ülke genelinde gelişen sanayi ve kentleşmenin Kastamonu'da yaşanmaması, ilin ve ilçenin kısmen "doğal" kalmasına olanak sağlamıştır. Kastamonu'nun hemen hemen tüm ilçelerinin kırsal yerleşimleri, nitelikli mimari örnekleri barındırmaktadır. Araç ilçe merkezi, Karabük ve Kastamonu illerinin arasında, ilçenin ortasından geçen D-030 karayolunun kuzey ve güneyinde kuruludur. Araç ilçesine bağlı köylerdeki konutlar, yaşam şeklinin farklılaşmasına bağlı olarak, il ve ilçe merkezindeki konutlardan ayrılır. Bu farklılaşma, daha çok merkezde yaşayanların zemin kat kullanımında belirginlik gösterir. Kentteki konutların zemin kat planlarında çoğunlukla ahır, kiler, samanlık gibi hizmet alanı olan bölümler yoktur. Çoğunun dış cepheleri sıvalıdır. Üst katında çatılı oda örnekleri de olan konutların cephesinde/cephelerinde ise dikey hareketli pencereler ile çıkma düzenleri bulunur. Bölgede en yaygın yapım tekniği "ahşap çatkı karkas" düzeninde yapılan, boşluklarına çeşitli dolgu malzemeleri yerleştirilmiş "hımış" duvar oluşturma tekniği uygulamasıdır. Görkemli geçmişinin izlerini taşıyan mimari miras; kırsal yerleşim yerlerinde de yılların getirdiği birikime sahiptir. Yaptıranın da katkılarıyla inşa edilen usta işi konutlar, günümüzde çoğunlukla harap, yıkık, terkedilmiş veya dönemsel olarak kullanılmaktadır. Kentlilerin yaşadığı toplumsal, teknolojik ve ekonomik değişim süreçlerinden uzakta, yöre insanlarının kendi bilgi deneyimleri ile inşa ettikleri mimariyi konu alan "KASTAMONU İLİ ARAÇ İLÇESİ ÖRNEĞİNDE KIRSAL MİMARİ" başlıklı çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde amaç, kapsam, yöntem ve literatür hakkında bilgi bulunmaktadır. İkinci bölümde, bölgenin tarihsel gelişimi, coğrafi konumu, ulaşım, topografya, iklim, bitki örtüsü, sosyo-kültürel ve ekonomik yapı ele alınmıştır. Üçüncü bölümde, Araç İlçesi özelinde, her odanın bir "yuva" olarak düzenlendiği tipik yöre özelliklerini taşıyan köy konutları anlatılmıştır. xxii Sonuç bölümünde, bölgenin 'Kırsal Mimarlık' örnekleri değerlendirilmiştir. Yaşam şeklinin değişmesi ve konut kullanımı üzerindeki etkisinin sonucu ile zamana direnemeyen geleneksel kırsal mimarinin "Tehdit Altında Kültürel Varlık" olduğu düşünülmektedir. Yitirilmekte olan Araç ilçesi kırsalının özgünlüğünü hala koruyan geleneksel yapıları, çeşitli yapı örneklerinde incelenmiştir. Alanda bulunan yapılar hakkında çalışmalar, sınırlı da olsa önerileri de içerecek şekilde genel bir yaklaşımla değerlendirilerek ele alınmıştır. Halkın mimarlık kültürünün yansımalarından olan konutlar ve eklentileri ile alandaki ortak kullanıma açık (Camii, Köy odası, Çeşme, Fırın gibi) nitelikli yapıların envanterleri çıkarılmalı ve bir koruma planı oluşturulup bir yerden başlanmalıdır.
-
ÖgeKaybolan geçmişin izini sürmek: Adapazarı kent tarihi (1923-1980)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-02) İnce Erek, Hilal ; Gül, Murat ; 502152103 ; Mimarlık TarihiÇalışmanın amacı, en genel ifadesiyle; 1923-1980 tarihleri arasında değişen sosyo-kültürel, ekonomik ve politik süreçlerin ulusal ve yerel yansımalarına paralel bir şekilde Adapazarı kentinin, fiziksel değişimini/gelişimini/dönüşümünü takip ederek, kentleşme deneyiminin dönemlerini ortaya koymak ve incelemektir. Çalışma kapsamında olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir araştırma süreci izlenmiş ve tarih araştırması yöntemi benimsenmiştir. Adapazarı kenti 20. yüzyılda deneyimlediği beş büyük depremle kent tarihi araştırmaları içerisinde özgün bir araştırma alanına işaret etmektedir. Söz konusu depremlerde kent tarihi araştırmalarının en önemli araçları olan yapılı çevrelerin büyük bir kısmı ve kentin gelişiminin kayıtlarını tutan yerel kurumların arşivlerinin tamamı yıkılmıştır. Dolayısı ile yapılı çevreleri merkezine alan kent tarihi araştırmalarının iki temel aracından yoksun olan Adapazarı kent tarihi araştırması, bilgi üretme araçlarının alışılagelmiş sınırları üzerine yeniden düşünmeyi ve bilgiyi inşa edebilmek için yeni beslenme kanalları açabilmeyi hedeflemiştir. Bu bağlamda Milli Kütüphane rezervinde bulunan yerel gazete arşivlerinden faydalanılmıştır. On dokuz yerel gazete kesintisiz zaman akışı sağlayacak şekilde organize edilerek incelenmiştir. Araştırmanın zaman ağını kapsayacak her bir sene iki farklı yerel gazeteden takip edilmiş fakat gerekli görülen dönemlerde bu sayı arttırılmıştır. İncelenen yerel gazeteler içerisinde tespit edilen, kent tarihi hakkında veri sağlayacak haberler öncelikle ölçüt örnekleme yöntemi ile temalara ayrılmıştır. Tespit edilen temaların kartografik materyaller üzerinden gelişimi izlenmiş, söz konusu gelişim ulaşılan fotoğraf arşivleri ve yarı yapılandırılmış görüşmelerle teyit edilerek aktarılmıştır. Adapazarı kentinin belirlenen tarih aralığı içerisinde ve araştırma yönteminin temelini oluşturan temalar kapsamında incelenmesi sonucunda kentleşme deneyiminin üç farklı dönemi içerdiği görülmüştür. 19. yüzyılın sonunda demiryolu ilave bir hatla Adapazarı merkezine ulaşmış ve yine aynı yıllarda Uzun Çarşı ve civarında yapılaşan ticari ve bürokratik merkez çeperlerinden sıyrılarak yeni bir bölgeye yerleştirilmiştir. Adapazarı'nda devletin kamusal görünürlüğünü temsil eden yapılar Uzun Çarşı ile tren istasyonu arasında yeni bir bürokratik merkez oluşturacak şekilde bir araya getirilmiştir. Osmanlı'nın son yıllarından 1943 depremine kadar uzanan ilk evre özellikle kent merkezinde önemli değişimlerin izlenmesi ile ön plana çıkmaktadır. Adapazarı kentleşme deneyiminin ikinci döneminin başlangıcını oluşturan 1943 Adapazarı depremi araştırmaya konu edilen Adapazarı kent tarihi izleğinde takip edilen en yıkıcı depremdir. Dolayısı ile ulusal ve yerel bürokrasinin karar alma süreçlerine yansıyan önemli kırılma noktalarını temsil ettiği görülmektedir. Ulusal ölçekte; 1943 yılından itibaren Çark Deresi ve demiryolu güzergahı üzerinde kent formuna eklenen sanayi tesisleri, depremde önemli derecede hasar almış yerleşimin yeniden kalkınmasını hedefleyen kararlar bütünü ile ilişkilenmektedir. Yerel ölçekte ise 1943 depremi kent merkezinde 19. yüzyılın sonunda inşa edilen yeni bürokratik merkezle kurulan yeni ilişkilerin çözülmesinden söz konusu bölgenin yıkılarak geniş bulvar aksı açılmasına kadar giden bir sürecin başlangıç noktasına işaret etmektedir. 1967 yılı ile sınırlanan kent tarihinin ikinci evresi tez çalışmasının zaman aralığında en hızlı gelişmelerin izlendiği dönem olarak öne çıkmaktadır. 1967-1980 yılları arasını kapsayan kent tarihinin son dönemi kent merkezinden geçen İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına alınması ile başlamaktadır. Adapazarı kenti için son derece önemli olan karayolunun kent dışına alınması, Erenler bölgesinin kentin yeni sanayi bölgesi ilan edilmesi, kente Erenler üzerinden yeni bir girişin eklemlenmesi ve yeni karayolu ile Erenler bölgesi arasında kalan alanların yeni sanayi sahaları olarak imara açılması ile kentin gelişiminin yeni dinamiklerle yeniden şekillenmesine neden olmuştur. İstanbul-Ankara karayolunun kent dışına taşınması dönemin önemli tartışma konularından olan İstanbul sanayisinin doğu koridoruna desanstralizasyonu fikrini temel alan Doğu Marmara Bölgesi Ön Planı ile ilişkilendirilmeye müsait bir zemin hazırlasa da çalışma kapsamında elde edilen veriler yeni karayolu güzergahının İstanbul sanayinin desanstralizasyonu tartışmalarından önce belirlendiğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak söz konusu plan karayolunun kent dışına taşınmasında belirleyici bir aktör olmasa da tüm bölgeyi tehdit eden sismik risklere rağmen özellikle Adapazarı için yeni karayolu çevresinde kentleşmenin artmasına neden olacak sanayi gelişimini önermiştir. Adapazarı'nın tarımsal özelliğine rağmen, şehir daha fazla sanayi yatırımı çekebilecek bölgesel bir merkez olarak desteklenmiştir. 1980 yılına kadar verilen bu kararın yıkıcı etkilerinin gözle görünür olduğu söylenemese de aralanan bu kapıdan, 1980 sonrasında yapılacak yeni imar planı ile yoğun yapılaşmaya dair kararlar geçecek, Adapazarı kentleşmesini 1999 depreminde büyük yıkımlarla yüzleştirecek yeni bir dönemin oluşmasına zemin hazırlanacaktır.
-
ÖgeLanga Yenikapı dolgu alanı ve Yalı Mahallesi (1750-1900)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-04) Han, Ayhan ; Ağır, Aygül ; 502142101 ; Mimarlık TarihiLanga Yenikapı, sur içi İstanbul'un güney sahilinde; Davutpaşa Kapısı ile Kumkapı arasındaki semtin ismidir. Uzun bir tarihsel kesitte çeşitli kültür katmanlarının üst üste bindiği bölge, günümüzde İstanbul'un önemli bir arkeolojik sit alanıdır. Burası, İstanbul'un tarihi yerleşkesini kuzey-güney ekseninde ikiye ayıran Bayrampaşa Vadisi'nin denizle buluştuğu mevkide yer almaktadır. Bir zamanlar, yabanda kalmış sığ bir koy olan bölgenin inşa edilmiş çevreye dâhil edilmesi aşamaları, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin önemli kesitlerine; kent mekânını dönüştüren önemli kırılma anlarına denk gelir. Yarımadanın içlerine doğru uzanan koyun Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kademeli olarak doldurulması, kent mekânının denize doğru genişlemesinin önemli bir örneğini temsil eder. Dönem araştırmacıları tarihi yarımadanın doğal topografyasının değiştiği ve İstanbul kent mekânının denize doğru yüzyıllar içinde genişlediği konusunda hemfikirdirler. Yarımadanın güney sahilindeki en geniş koy alanının inşa edilmiş çevreye dâhil edilmesi bu gözlemin en önemli örneğidir. Kentin güney Marmara sahilindeki geniş bir alanı kaplayan koyun inşa edilmiş çevreye dâhil edilerek kapatılması kabaca üç aşamada gerçekleşmiştir. Birincisi, Büyük Konstantinus (324-337) döneminde, şehrin kara surlarını batıya kaydırarak yeni bir sabitleme hattı belirlemiştir. Şehrin imparatorluk başkenti yapıldığı 4. yüzyılın ilk çeyreğine denk aşamada Langa Yenikapı, şehir sınırları içine alınmıştır. Dördüncü yüzyılın sonunda, Theodosius Limanı olarak adlandırılan yapay limanın inşa edilmesi bölgenin dolması sürecinin ikinci eşiğidir. Bu süreçte, deniz tabanına mendirekler yerleştirilmiş ve böylece deniz tarafında yeni bir sabitleme hattı çekilerek bahsi geçen koy denizden çevrelenmiştir. Arkeolojik buluntular gemi batıklarını yapay liman tesisinden sonraki dönemlere tarihlendirmektedir. Daha da önemlisi litolojik katmanların yapay limanın tesis edilmesinden sonra daha kısa aralıklarla oluştuğunu göstermektedir. Yapay liman bölgesi Bizans döneminde dolarak, Osmanlı döneminde Langa Bostanları ismini almıştır. Osmanlıların 1760 senesi İlkbahar'ında başlattığı Langa Yenikapı limanını doldurma projesi, doğal koyun tamamen kapatılarak kent mekanının denize doğru genişlemesinin üçüncü eşiğini temsil eder. Theodosius Limanı bölgesinin oluşturulması sürecinde, limanın güneydoğu köşesinde içe doğru kavis yapan bir girinti alanı oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Girinti, birisi batıdaki Davutpaşa Kapısı tarafında ve diğeri ise doğudaki Yenikapı hizasında denize doğru çıkıntı yapan iki adet burunla kısmi olarak korunaklı hale getirilmişti. Osmanlı dönemi dolgusu, söz konusu iki burnun arasında, deniz tabanına sandıklarla kıyı set duvarlarının yerleştirilmesi ve ardının ise Laleli Çeşme Camii temel hafriyatından çıkan molozun dökülmesini ihtiva eden çalışmaları kapsar. "Langa Yenikapı Dolgu Alanı ve Yalı Mahallesi (1750-1900)" başlığını taşıyan işbu çalışma ise limanın doldurulması ve dolgu alanı üzerine inşa edilen Yalı Mahallesi'nin imar sürecini konu edinmektedir. Langa Yenikapı dolgu alanı benzerlerine az rastlanan bir alandır. Dolgu üzerine inşa edilen Yalı Mahallesi ise ortaya çıkış ve inşa ediliş yöntemi ile olağanın dışında bir Osmanlı mahallesi örneğini temsil eder. Burada mekânın üretimi ve kentsel gelişimi, sığ dipteki oynak kum tabakası üzerine inşa edilen ve denizden doldurulan bir mekânın hikâyesidir. Yalı Mahallesi, denizin sürekli ve sert su hareketlerine maruz kalan sur içi İstanbul'unun güney Marmara kıyısında tehditkâr bir ekosistemde inşa edilmiş çevrenin sınırında, sığ dipten bacaya kadar insan eliyle üretilmiş bir mekândır. Doğa ve insanın süreklilik arz eden tehditlerine karşın iç bütünlüğünü koruyan mahalle mekânı, uzun ve istikrarlı bir geçmişe sahiptir. Mahalle mekânı, deniz tarafından günü birlik gelen dalga ve rüzgârların yıkıcı etkilerinin yanı sıra yangın ve depremlerle dönem dönem yok olmuştur. Bununla birlikte, mahallenin ilk inşasında zeminde oluşturulan sokak dokusu ve parsel izleri devamlılık sağlayarak külleri ve molozları üzerinde yeniden inşa edilmiştir. Araştırmanın birinci kısmı, kıyı set duvarlarının örülmesi ve ardının molozla doldurulmasını konu edinir. Limanın doldurulması ve üzerine bir mahalle inşa edilmesi, 1760'ta inşasına başlanan Laleli Çeşme Camii projesinin temel hafriyatından çıkan moloz sorununa bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Proje, kıyı topografyasının zorluğundan ötürü dönemin mimarlık ve mühendislik bilgisinin uygulama sahasına dönüşmüştür. Araştırmanın ikinci etabı ise dolgu ile elde edilen sathın imarı sürecini içerir. Proje alanına ayrılan emek ve sermayenin tazmin edilmesi, konut yapımı ve pazarlanmasına yönelik bir kentsel dönüşüm modelini gerekli kılmıştır. Bu model, konutların yapı adalarına daha yoğun, ekonomik ve mali kaynak üretme amaçlı yerleştirilmesinden yerleşke içerisinde her bir mevkiinin cazibesinin yükseltilmesine ve elde edilen sathın metalaşmasına değin geniş bir faaliyet alanında ifadesini bulmuştur. Mahalle, Osmanlı dönemi mimarlık ve kent tarihi araştırmaları açısından liman dolgusunu takip eden yapılaşma sürecini takip edebildiğimiz veri tabanına sahip olduğundan özel bir öneme sahiptir. 1762-1768 seneleri arasında mahallede kiraya verilen ilk konut ve dükkân tipi yapıların yapı bilgisi, kiracısı ve sözleşme şartlarını içermekte olan veri tabanı, mahallenin oluşma sürecini haritalandırma fırsatı sunmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğine ait olan ve benzer içerikte başka bir veri tabanı ile birlikte zaman içerisinde ortaya çıkan mahalle haritaları, alanın dönüşümü ve kentsel dokunun sürekliliğini izleme fırsatı sunmaktadır.
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Akropolü'nü çevreleyen geç arkaik surlar(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-26) Denktaş, Ertunç ; Saner, Nejat Turgut ; Özgan Bruns, Christine ; 502112102 ; Mimarlık TarihiGünümüz Buruncuk mahallesi sınırlarındaki Larisa, Batı Anadolu'nun önemli antik yerleşimlerinden biridir. Prehistorik dönemlerden izler taşımakla birlikte MÖ 7.-4. yüzyıllara yoğunlaşan kalıntılarıyla Aiolis bölgesinin Arkaik-Erken Hellenistik kültürüne önemli veriler sunmaktadır. 20. yüzyılın başında İsveç-Alman ortaklığında yürütülmüş kazıların sonuçları 1940'lı yıllarda mimari, pişmiş toprak levhalar ve küçük buluntulara odaklanan yayınlarla literatüre kazandırılmıştır. Prof. Dr. Turgut SANER (İTÜ) başkanlığında 2010 yılında başlatılan mimari odaklı yüzey araştırmasıyla cevaplanmayı bekleyen sorular yeniden ele alınmıştır. Kentin batısına odaklanmış kazıların ötesinde, bu araştırmada yerleşimin tüm bileşenleriyle beraber bütüncül bir peyzajı ortaya çıkarılmıştır. Larisa Batı, akropol, ön kale ve yerleşim dokusuyla yönetici ve elit kesimin yaşadığı bir çevre izlenimi sunmaktadır. Larisa Doğu ise korunaklı kalesi ve güney yamaç teraslarındaki konut birimleriyle üreten sınıf ya da askeri amaca hizmet eden bir mahalle görünümündedir. İki alan ise birbirine çok sayıda tümülüsün konumlandığı nekropol ve yapılarla bütünlük kazanan tarım teraslarıyla bağlanmaktadır. Kazı ekibince akropol olarak tanımlandırılan alan deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikte yer almaktadır; temenosu ve saray yapılarıyla yöneticinin özel mülkü görünümündedir. Geç Arkaik-Erken Klasik Devirlerde kulelerle desteklenen bir sur hattıyla çevrilmiştir. Bu tez çalışmasında 20. yüzyılın ilk yarısındaki metodolojilerle okunmuş bu tahkimatın hikayesi yeniden ele alınmaya çalışılmıştır. Alandaki mevcut kalıntılar geleneksel ve modern teknikler -3D tarama, Drone ile fotoğraflama ve GNSS- eşliğinde belgelenmiştir. Elde edilen veriler 1902, 1932-1934 kazılarının sonuçlarının paylaşıldığı yayınlarla karşılaştırılmıştır. Biçimleniş ve yapım teknikleri yeni tespitlerle yeniden yorumlanmış; öneriler bu tezle literatüre kazandırılmıştır. Akropol suru topografyanın belirleyiciyle bu çalışmada "kuzey" ve "güney" olmak üzere iki ayrı hat olarak ele alınmıştır. Dikdörtgen biçimindeki planlı iki kule -Kule I ve Kule VI- yamaçtaki sur hattının tasarımında iki uç sınırı oluşturmakta ve aynı zamanda hatları birbirine bağlayan birer "düğüm" görevi üstlenmektedir. Günümüze ulaşan kalıntılarda güney hattın biçimlenişi bir bütünlük içinde izlenebilmektedir. Kule I'den doğuya doğru dik bir hat üzerinde uzanan sur duvarı kare planlı Kule III ile sonlanır. Kule III'ün kuzeydoğusunda kırılmalar yaparak dört farklı yönlenme ile akropolün güneydoğu ucuna ilerler. Burada neredeyse dik açılı -yaklaşık 83o- bir köşe oluşturarak kuzeybatıya doğru yönelir; dik bir doğrultu üzerinde ilerleyerek kuzey hattın diğer bir ucunu oluşturan Kule VI'ya ulaşır. Güney ve doğudaki beden duvarları benzer bir kurguda tasarlanmıştır; parçalar orta kısımlarında kare planlı Kule II ve Kule V ile güçlendirilmiştir. Kuzey hattın günümüze ulaşan kısımları arazinin eğimi ve MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda alanda gerçekleştirilmiş inşaat faaliyetlerinden -Yeni Saray ve A Burcu- kaynaklanan tahribat dolayısıyla güney hatta kıyasla daha azdır. Hattın doğudaki başlangıcı Kule VI yüksek bir kaya kütlesinin üzerinde yer alır. Kule VII duvar örgüsü ve biçimlenişiyle farklı bir evreye işaret eder. Beden duvarı kalıntılarına yer yer "Yeni Saray" yapısının içinde rastlanmaya devam edilir. Arazideki izini bu bölümden sonra kaybettiren hat, batıda, Kule VIII, Kule I ve bu iki kulenin arasında konumlanan üç adet odanın tanımladığı güçlendirilmiş tahkimat yapısıyla yeniden belirir. Kule VIII dolaylarında erken tarihli bir tahkimatın burcuna -B8'- ait bir blok dizisi uzanır. Bu burç güneyinde uzanan hafif kavisli bir duvar parçasıyla berber akropolün Orta-Geç Tunç Çağları tahkimatının günümüze ulaşan kalıntılarıdır. Akropole ulaşımın kuzeyden, kıvırılarak yükselen taş döşeli bir yolun sonlandığı bir kapıyla sağlandığını görülmektedir. Kapı, Batı Anadolu'nun Tunç Çağlarından bu yana, Troia VI'da da karşımıza çıkan bindirmeli tiptedir. Yamaç kısmında günümüze ulaşamamış bir kule ile desteklenmiş olmalıdır. Alan MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda yoğun tadilat gördüğünden özgün biçimleniş tam olarak hayal edilememektedir. Seyirdim yerlerine ulaşan merdivenlerin temelleri yalnızca güney hattı boyunca görülmektedir. Beden duvarlarının iç cidarlarından 1 m'lik taşmalarla belirginlik kazanmaktadır; tasarım dış cidarda ise ayna simetriğinde geri çekilmeyle karşılık bulmuştur. Kule II, Kule III ve Kule V'te iç mekana ulaşımı sağlayan kapıların basamak izleri mekan kullanımına dönük kanıtlar sunmaktadır. Arazideki kalıntılar temel ve kaide düzeyindeki kısımlara ait taş bloklardan oluşur. Yapı malzemesi olarak kullanılan kızıl-kahverengi ve mavi-gri tonlarında çeşitlilik gösteren andezit bloklar inşaat alanında yer alan kaya öbekleri ve platonun yamaçları boyunca konumlanan taş ocaklarından temin edilmiştir. Akropol surlarının iç dolgu, temel ve tesviye sırası bloklarında bu pratikle ilişkili 24 noktada tespit edilen kanallar ve kama izleri başta İyonya olmak üzere yakın çevredeki Arkaik Devir taş ocağı örnekleriyle paralellik gösterir. Güçlendirilmiş tahkimat yapısının temellerindeki spolia malzemeler farklı bir uygulamayla evreleşmeye dönük bir işaret sunar. Duvarlar, ana kaya üzerine yerleştirilmiş temeller üzerinde yükselir. Temellerin üzerinde yer yer duvardan 3 - 5 cm öne taşan düzleme sıraları yer alır. Sur duvarlarının yükselen kısımları iki cidarlıdır. Güney sur hattı 2,48 - 2,54 m, kuzey hat ise 2,20 m duvar kalınlığına sahiptir. Cidarların arası büyük taşlar, moloz ve toprak ile doldurulmuştur. Duvar örgüsü kavisli kenarlara sahip çokgen bloklardan oluşur. Literatürde Lesbos biçimli örgü olarak da karşılık bulan bu arkaik örgü, başta Aeolis olmak üzere Kuzeybatı Anadolu'da tanımlı bir koinéye tanıklık eder. Çokgen bloklar yatayda sıralı bir kurguda konumlanmış topografyaya bağlı kalarak tanımlı alanlara ayrılmıştır. Çoğunlukla dikdörtgen bir görünüm sunan bu alanların yatay bantlarla bölümlenmiştir. Kalıntılar Larisalı yapı ustalarının inşaat pratiklerine ilişkin birçok veriyi de barındırır. Kulelerde keski ya da Skeparnon kullanımı ile oluşturulmuş, köşe bantları göze çarpar. Hatıl sıralarına yönelik yerleştirme oyukları ve kenet yuvalarına Kule I, Kule V ve güçlendirilmiş tahkimat yapısının batı duvarında rastlanır. Taşıma ve olası iskele kurulumuna yönelik mahmuzlar da hatıl bloklarının ön yüzeylerinde yer alır. Duvarlar yüzey işçiliği açısından çeşitlilik sergiler. Temeller dış yüzeyleri kaba bırakılmış taşlardan oluşur. Tesviye sıralarının ön yüzeyleri çekiç darbeleriyle düzlenmiştir. Beden duvarlarında murç kullanımıyla "noktalı" bir doku yaratılırken, ustalara serbestlik tanıyan bu vuruşlar yüzeylerde derin oyuklar oluşturmuştur. Hatıl sıraları ise çentikli çerçeveleri ve ince kalem uçlu murçla işlenmiş ayna yüzeyleriyle dekorasyon amaçlı bir uygulamayı işaret eder. Akropol surları biçimlenişi ve sergilediği bu işçilik detaylarıyla çağının ötesinde, "yabancı" bir görünüm sergiler; bu durum literatürde tarihlendirmeye dönük şüpheleri doğurmaktadır. Kazı yayınlarında sur hattıyla ilişkilendirilen konteks malzeme yok denecek kadar azdır. Peşi sıra gerçekleşen yapım faaliyetlerinde ana kayaya kadar inen düzleme çalışmaları günümüz metodolojisinde alanda stratigrafik bir okumayı engellemektedir. Çalışma kapsamında en belirgin seramik buluntuları erken döneme ait siyah tabaka içerisinde tespit edilmiş üç adet gri seramik fragman oluşturur. Kap formları güncel çalışmalardaki Kuzeybatı Anadolu Gri seramiği içerisinde, Orta-Geç Tunç Çağları kronolojisinde bir karşılık bulur. Bu tespit akropolün Geç Tunç Çağında burçlu bir tahkimatla çevrelendiğine yönelik bir kanıt sunar. Bu tahkimat beden duvarları ve burçlarıyla geç arkaik hattın tasarımını etkilemiş gözükmektedir. Geç arkaik surun üzerinde konumlandığı ve kerpiç kalıntılarından adını alan sarı tabaka ise, seramik açısından kuvvetli bir veri sunmaz. Tapınağın güneyindeki rampanın akropol suruyla kurduğu biçimsel ilişki dikkat çekicidir; bir yıkım tabakası olarak tanımlanan dolgu malzemesi MÖ 5. yüzyılla ilişkilendirilir. Bu durum ne yazık ki akropol surları için bir inşaat tarihi belirlemede yeterli değildir. Kule I derz aralığında kazı ekibi tarafından tespit edilmiş bir ok ucu güncel çalışmalardaki MÖ 6. - 5. yüzyılın ilk yarısındaki benzerleriyle hattın kullanım sürecine dönük bir kanıt sunar. Güçlendirilmiş tahkimatın temellerindeki profilli duvar etek profilleri akropoldeki saray yapılarında yaşanan bir yıkım sonrasında inşaat sürecine dahil edilmiştir. Bu durum duvar hattının tek bir seferde oluşturulmadığı, güney hattın inşaatının ardından kuzeyde birtakım düzenlemelere gidildiğini göstermektedir. Larisa'nın bulunduğu konum Demir Çağından Klasik Devir sonuna kadar bölgedeki güçlü, merkezi yönetimlerle kurduğu ilişkinin de kanıtlarını barındırır. Frig medeniyeti kendini metal taklidi gri hamurlu seramik kaplarda gösterir. MÖ 7. yüzyıldan itibaren Lidyalı yaşamın yansımaları Larisa'da gözle görülmeye başlar. Lidya seramiğine refere edilebilen süsleme dili ve renk tercihi aynı zamanda yerel üretim olduğu görülen Doğu Esinli bir seramik grubunun Larisa'da üretildiğini gösterir. Mimaride özellikle taş blokların temin ve işlenme süreçlerinde Lidyalı ve İyonyalı ustaların MÖ 6. yüzyılda beraber çalıştığı Sardis, Ephesos ve Smyrna'daki teknikler Larisa'ya da taşınır. Phokaia'lı ustaların eseri olduğu öne sürülen pişmiş toprak mimari levhalar da dönemin mimari zenginliğini yansıtır. Bu levhalar aynı zamanda Phokaia'dan Sardis'e uzanan hatta bir uğrak yeri olarak Larisa'da ustaların birikimlerini eserleriyle paylaştıklarını gösterir. Bu etkileşim yerel inşaat pratiğini akropol surların ve ardından tüm Larisa'da üst kademelere çıkarır. Yakın çevredeki anıtsal ölçekli yapıların oluşturduğu bölgesel dil, Larisa mimarisine simgesel bir anlam taşımıştır. Geç arkaik surlar Sardis'teki anıtsal teraslar gibi Larisa'nın görünen bir yüzü olmuştur. Tüm bu dönüşümler Larisa'nın gelişim hikayesini tek bir odak ve kültürel kimlik üzerinden oluşturmadığını göstermektedir. Kurulumundan itibaren konumuyla kıyı ve iç kesimler arasında bir köprü olmuştur. Bölgedeki kozmopolit dinamiklerden de faydalanarak, üretimini her daim melezlikler taşıyan, "yerel" kimliğin ağır bastığı bir biçimde geliştirmiştir. Akhamenid egemenliği altındaki inşaatına kesin gözüyle baktığımız bu akropol surları da materyal kültür verileriyle doğrudan desteklenemese de Batı Anadolu kıyılarından Pasargad ve Susa'ya kadar uzanacak bu kollektif üretim ortamının bir sonucu olarak tarihteki yerini almıştır.
-
ÖgeLarisa (Buruncuk) Athena kutsal alanı( 2024-05-16) Akan Öztürk, Figen ; Saner, Nejat Turgut ; 502162101 ; Mimarlık TarihiLarisa antik kenti Batı Anadolu'da yer alan önemli bir güney Aiolis yerleşmesidir. Kalıntılar, Hermos (Gediz) ovasına hakim konumda, volkanik Sardene (Dumanlı) dağından güneydoğuya doğru yönelen yaklaşık 2 km'lik bir uzantının üzerine yayılmış durumdadır. Dumanlı Dağ'a yakın konumdaki yüksek tepe ve yamaçları (Larisa Doğu) ile uzantının ucundaki daha alçak tepe ve yakın çevresi (Larisa Batı) temel yerleşim kurgusunu belirlemektedir. Deniz seviyesinden yaklaşık 100 m yükseklikteki Larisa Batı'da tepe üzerinde akropol, güneydoğu ve kuzey eteklerinde yerleşim alanı, kuzey, kuzeydoğu ve doğu yamaçlarına yönelen nekropol bulunmaktadır. Larisa Doğu'nun zirvesinde bir kale ve güneydoğu eteklerinde yerleşim alanı bulunurken, iki tepe birbirine nekropol ve tarım alanını içeren yoğun bir yapılaşmayla bağlıdır. Kutsal alan; akropolün en üst noktasındaki kayalık bölgede yer alırken, batıya doğru azalan eğim üzerinde ise yönetim ve temsil yapıları sıralanmaktadır. Ovaya hakim bir tepenin zirvesinde konumlanması çevreden görünürlüğe ve alana hakimiyete önem verildiğini göstermektedir. Larisa'da yürütülen en erken kazı çalışmaları 1902 sezonda Lennart Kjellberg (Uppsala) ve Johannes Boehlau (Kassel) tarafından yürütülmüştür. Kutsal alanın büyük bir kısmı bu sezonda açığa çıkarılmıştır. 1902'deki kazıların sonunda, yapılar tamamen temizlenemeden bırakılmış, kaynakların azalması nedeniyle de arazi çalışmaları hemen izleyen yıllarda devam edememiştir. Dünya savaşlarının yarattığı ekonomik ve politik güçlükler sebebiyle kazılar ancak 1932'de yeniden başlayabilmiştir. 1934'teki dördüncü ve son seferden sonra yeterli finansal kaynak bulunamadığı için kazılar durmuştur. Kazı çalışmaları Larisa Batı'daki akropole odaklanmıştır. Buna ek olarak nekropolde ve şehir alanlarındaki beş deneme açması ile çalışmalar desteklenmiştir. 20. yüzyıl kazılarının sonucu olarak üç ciltlik "Larisa am Hermos" yayını hazırlanmıştır. Kutsal alan ile ilgili en kapsamlı kaynak olan kazı yayını kutsal alanın taş planı, yapıların mimari analizleri ve kutsal alandaki buluntular hakkında bilgiler verilmektedir. Ancak buluntu yerlerinin belirsizliği, stratigrafik verilerin eksikliği ve yapıların tarihsel olaylar, yönetim biçimi ve akropoldeki diğer yapılar ile ilişkili olarak değerlendirilmemiş olması yayının temel eksiklikleri olarak değerlendirilmektedir. Yayına ek, Kjellberg, Boehlau ve Karl Schefold'un kazı raporları ve Göttingen kazı arşivinde bulunan kazı günlüklerindeki bilgiler önem arzetmektedir. 2010-2021 yılları arasında alanda Prof. Dr. Turgut Saner'in yürütücülüğünde mimari yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Akropol'deki yapıların büyük kısmının belgelenmiş, şehir alanlarında, kırsal alanlarda ve nekropolde çalışmalar yürütülmüştür. 20. yüzyıl kazılarının ardından kutsal alandaki yapılar çeşitli yayınlarda değerlendirilmiş ve katalog çalışmalarında yer almıştır. Yapılan değerlendirmelerin çoğunlukla kazı yayınındaki verilere bağlı kaldığı görülmektedir. Mimari parçalar ve pişmiş toprak elemanlar ile ilgili detaylı çalışmalar yürütülmüş ancak bu çalışmalarda parçaların buluntu yeri olan kutsal alan ile ilişki kurulmamıştır. Kutsal alanı tüm bulguları ve sorunları ile ele alarak bütüncül değerlenme sunan bir çalışmanın eksikliği tespit edilmiştir. Larisa'nın yerleşim tarihi Neolitik Dönem'e kadar inmektedir. En erken buluntular Son Neolitik-İlk Kalkolitik döneme tarihlenir. Tunç Çağı'nda da yerleşim devam etmiştir, buluntuların niteliği ve yapı kalıntıları İlk Tunç Çağı'nı öne çıkarmaktadır. Tapınak temellerinin altında İlk Tunç Çağı'na tarihlenen L şeklindeki bir yapının kalıntıları bulunmaktadır. Sonraki dönemlerde alan kaya düzenlemelerinden oluşan açık hava kült alanınına dönüşmüştür. Buluntular ele alınırken Yunan kültür dairesi içinde görülen kutsal alanının oluşumu ile ilgili güncel tartışmalara yönelerek, kutsal alanın "Yunan" kimliği sorgulanmış ve Tunç Çağı mirası ile kurduğu somut ilişkinin gösterilmesine gayret edilmiştir. Ana Tanrıça ile ilişkilendirilen kaya çanakları ve kaya kutsal alanı ("baitylos" ve çevresindeki kayalar) kültünün devamlılığı sorgulanmıştır. Küçük buluntular Ana Tanrıça/Kybele'ye işaret ederken, alanın kuzeyinde ortaya çıkan ve MÖ 7. yüzyıla tarihlenen Athena'ya adanmış buluntuların mevcudiyeti tapınağın bu tanrıçaya da adanmış olabileceğini düşündürmektedir. Tunç Çağı'ndan Arkaik Dönem'e kadar kutsal alandaki buluntular kısıtlıdır. MÖ 8. yüzyıl ile birlikte küçük buluntuların artışa geçtiği ve günümüze ulaşan mimari kalıntıların da bunu takiben ortaya çıktığı söylenebilir. MÖ 7. yüzyılın sonlarında kutsal alanda tapınak, stoa ve olasılıkla bir sunak inşa edilmiştir. Tapınağın doğusundaki sunak doğal kayanın düzlenmesi ile oluşturulmuş terasta yer alırken, stoa alanın kuzey sınırını oluşturur. Aynı döneme tarihlenen çok sayıda nitelikli adak buluntusu, kutsal alanın önemini ve zenginliğini göstermektedir. Mimari kalıntılar ve seramik buluntulardan anlaşıldığı üzere MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında tapınak yenilenmiş olmalıdır. Yenilenen tapınağa atfedilebilecek pişmiş toprak buluntu grubu Batı Anadolu'daki en zengin ve nitelikli koleksiyonu oluşturmaktadır. Atfedilen mimari parçalar ile birlikte değerlendirildiğinde tapınağın o dönemde küçük boyutlu ancak gösterişli olduğunu düşündürmektedir. Larisa'nın MÖ 5. yüzyılda büyük bir yıkıma uğratıldığı anlaşılmaktadır. Tapınağın güneyinden ve batısından temellerine kadar yıkılmış yapılara atfedilen moloz tabakası ele geçmiştir. Moloz, tapınak ve stoa ile ilişkilendirilebilecek çok sayıda mimari pişmiş toprak eleman içermektedir. Onarılan temellerde ise yıkılan tapınak ile ilişkilendirilen mimari parçalar bulunmuştur. Ancak molozun içeriği ve buluntuların tarihlenmesi tartışmalıdır ve detaylı şekilde ele almayı gerektirmiştir. Yıkımı takip eden dönemde akropolde kapsamlı inşa faaliyeti başlatıldığı dikkat çekmektedir. Yıkılan Eski Saray yapısı yenilenirken aynı bölgeye yine yönetimle ilişkilendirilen Megaron ve Güneybatı Yapısı inşa edilmiştir. Aynı dönemde güçlü sur duvarları ile tahkim edilen akropol, şehir alanlarından yalıtılmıştır. Yıkımın sebep olduğu moloz ise tapınağın çevre düzenlemeleri için bir dolgu niteliğinde kullanılmıştır. Tapınağın güneyine sunağa doğru yükselen bir rampa inşa edilirken, temenosun diğer kısımları döşeme levhaları ile kaplanmıştır. Tüm bu düzenlemeler, kutsal alanı himayesi altına alan Pers yönetimine bağlı güçlü bir tiranın varlığını düşündürmektedir. MÖ 5. yüzyılın ikinci yarısında Atinalılar'ın sebep olduğu bir yıkım tabakasından daha söz edilebilir. Ancak kutsal alandaki yapıların hasar görmediği, yalnızca kutsal alanın doğu ve güneyini çeviren sur duvarlarının temel seviyesine kadar yıkıma uğradığı düşünülmektedir. Bu yıkım faaliyetleri Atina merkezli bir yönetim değişikliği ile açıklanabilir. Kutsal alanın doğusundaki girişin yerine Propylon inşa edilmiştir. Temenosun kuzeyine de kült işlevi sorgulanan ancak kutsal alan ile ilişkili olduğu düşünülen Kuzeydoğu Yapısı yapılmıştır. MÖ 4. yüzyılla birlikte yeniden Pers yönetimine giren yerleşimde yeni surlar ve büyük bir saray yapısının inşa edildiği görülmektedir. Kutsal alanda ise bu dönemde kapsamlı bir inşa faaliyetinden söz edilememektedir. Larisa'nın MÖ 3. yüzyılın başında terkedildiği ve bir daha yerleşim görmediği düşünülmektedir. Çalışmada, mimari yüzey araştırmaları ve yapılan arazi çalışmaları sırasında belgelenen tapınak, sunak ve stoa yapılarından yola çıkılarak kutsal alan değerlendirilmektedir. Tapınak doğu-batı yönünde eğime oturan üç temel kalıntısından oluşur. Temel kalıntılarının işlevleri ve yapının evreleri detaylı şekilde ele alınmıştır. Tartışmalara eşlik etmek ve bazı önerileri irdeleyebilmek üzere restitüsyon denemeleri yapılmıştır. Ayrıca tapınağa atfedilen mimari parçalar ve pişmiş toprak levhaların restitüsyon denemeleri yapılmıştır. Sunağın ana kaya üzerindeki kalıntıları ancak yapının dış sınırlarını belirlemeye olanak sunar. Anıtsal sayılabilecek boyutları, tapınağın doğu cephesine olan yakınlığı ve yönlenmesi tartışılarak öneriler sunulmuştur. Tapınağın kuzeyinde yer alan stoa, güneye açılan, iç içe düzenlenmiş iki Π biçimli temel kalıntısından oluşur. Her iki temel kalıntısının da güney kalıntıları sınırlıdır. Dıştaki temelin kuzey duvarında kare biçimli kaidelerinin oturacağı düzenlemelerin mevcudiyeti, stoanın tipoloji ve evre tartışmalarının temelini oluşturmaktadır. Ayrıca yapı, atfedilen mimari parçalar ve pişmiş toprak levhalar ile yeniden değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, Larisa'daki kutsal alan ile ilgili yapılan çalışmalar, tartışmalar ve görüşlerin bir arada sunulması hedeflenmiştir. Alanın Tunç Çağı mirası ve bağlamı ile ilişkileri yeniden ele alınmıştır. Mimari kalıntıların eksikliğine ve 20. yüzyıl kazılarının getirdiği problemlere karşın, tarihsel olaylar ve yakın yerleşimler ile karşılaştırmalar, kutsal alanın inşa faaliyetleri hakkında daha fazlasını söyleyebilmeyi mümkün kılmıştır. Yöneticilerin önce Lidya sonrasında Pers güçleri ile kurdukları olası ilişkilerin alana yansımaları irdelenmiştir. Özellikle Yunan-Pers savaşları boyunca yönetimdeki dinamiklerin kutsal alana etkisi açık şekilde görülebilmektedir. Alanda yapılan gözlemler ve belgeleme çalışmaları da yapıların yeniden değerlendirilebilmesine fırsat sağlamıştır. Yapıların literatürde tartışmalı kısımları ele alınarak tüm bu değerlendirmelerin ve güncel araştırmaların yeni bakış açıları eşliğinde öneriler sunulabilmiştir.