LEE- Mimari Tasarım-Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 36
-
ÖgeAnlatıların tasarım sürecinde uyaran olarak kullanılmasına ilişkin bir yaklaşım(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-07-24)Bu tez çalışması, tasarım sürecinde anlatılarla düşünmenin yaratıcılığı nasıl etkileyebileceğini araştırmaktadır. Araştırmanın çıkış noktası; tasarlanan mekanları zihinde yaşamla birlikte canlandırma çabasıdır. Bu yaklaşım, tasarım sürecinde yaşamsal parçalarla nasıl çalışılacağı üzerine düşünmeyi gerekli kılmaktadır. Bu parçaların temsilleri olabilecek anlatıları değerlendirmek üzere ise "Mekan tasarım sürecinde anlatılar ile çalışmak yaratıcılığı tetikler mi?" sorusu etrafında şekillenmektedir. Çalışma kapsamında; tasarım sürecinde yaratıcılığı değerlendirmenin yolları, anlatılarla düşünmenin tasarım sürecindeki yeri, yakınsak- ıraksak düşünce biçimlerinin anlatılarla ilişkisi irdelenmekte ve anlatılar tasarım sürecinde bir uyaran olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, anlatıların tasarım hamleleri arasındaki yeri ve sürecin yaratıcılığı üzerindeki etkileri sorgulanmaktadır. Araştırmanın hedefi, anlatıları tasarım sürecinde birer yaratıcı uyaran olarak konumlandırmak ve bu bağlamda tasarımcıya yol gösterebilecek bir yaklaşım sunmaktır. Tasarım sürecinde yaratıcılık; ıraksak ve yakınsak düşünme biçimlerinin tasarımcının odaklanmış ve odak dışı dikkati bağlamında değerlendirilmesi ile tartışılmıştır. Bu araştırma kapsamında, tasarımcının zihinsel dinamiklerine odaklanılmış ve anlatılarla düşünmenin tasarımcının yaratıcılığını nasıl tetikleyebileceği sorgulanmıştır. Tez çalışması, yaratıcı tasarım sürecinde anlatıların bir düşünme aracı olarak nasıl işlevselleşebileceğini ortaya koyar. Bu bağlamda araştırmada, anlatıların tasarım süreciyle kurduğu ilişkiler teorik bir çerçevede değerlendirilmiş ve bu kurgu üzerinden bir yaklaşım önerilmiştir. Bu öneri, tasarımcının hem tasarım sürecine anlatıları dahil etmesini hem de mekan içindeki yaşama ilişkin düşüncelerini zenginleştirmeyi hedefleyen, anlatının bileşenlerine ve eylemlerine dayalı bir araç olarak geliştirilmiştir. Tasarım sürecindeki etkisini değerlendirmek amacıyla yürütülen alan çalışmasında, katılımcı tasarımcıların süreçleri linkografik analiz yönteminin geliştirilmesi ile incelenmiş; anlatı ve tasarım hamleleri kodlanarak analiz edilmiştir. Araştırma sonuçları, anlatıların tasarım sürecinde yalnızca açıklayıcı ya da betimleyici olmadığını; aynı zamanda yaratıcı süreci dönüştürücü, yönlendirici ve zenginleştirici bir unsur olarak işlev gördüğünü ortaya koymuştur. Anlatı hamleleri, özellikle tasarım sürecinin belirsizlik taşıyan ve yaratıcı çözüm arayışlarının yoğunlaştığı anlarında devreye girmekte, odak dışı dikkati tetikleyerek tasarımcının yeni ilişki ve düşünceler üretmesine olanak tanımaktadır. Anlatıların bu rolü linkografi yöntemiyle sistemli bir biçimde değerlendirilmiş; sürecin hem niteliksel hem de niceliksel yönleriyle analiz edilmesine olanak sağlanmıştır. Araştırma kapsamında; mimari tasarım, yaratıcılık ve anlatılarla düşünme konularını bir arada ele alan kuramsal bir çerçeve oluşturulmuştur. Yaratıcılık kuramları bağlamında ıraksak ve yakınsak düşünce sistemleri incelenmiş; zihinsel süreçlerin eş zamanlılığına dikkat çekilmiştir. Gabora'nın (2010) dikkat teorisi ile süreçteki odak ve odak dışı dikkat biçimleri açıklanmış, anlatıların potansiyel uyaranlar olarak bu yapılarla nasıl ilişkilenebileceği tartışılmıştır. Ayrıca anlatı çalışmalarının tasarım araştırmaları içindeki yerinin değerlendirilmiş ve üçüncü bölüm için zemin oluşturulmuştur. Anlatı kuramları ise; özne, eylem ve nesne ilişkileri içinde tartışılmış, anlatının deneyim ve zihinsel şemalarla ilişkisi açıklanmıştır. Anlatıların tasarım sürecinde ölçekler arası geçişler, yorumlama, empati gibi zihinsel işlemleri nasıl tetikleyebileceği ele alınmıştır. Tasarım sürecindeki zihinsel durumlar (berraklaşma, bulanıklaşma, yoğunlaşma) anlatının eylemleri ile ilişkilendirilmiştir. Özetle; araştırmanın kuramsal çerçevesi, tasarım sürecinde odaklanmış ve odak dışı dikkat arasında gerçekleşen bilişsel geçişlerin bağlamsal odak aracılığıyla yorumlanması, bu bağlamda anlatıların tasarımcının zihinsel üretim sürecine katkı sağlayan uyaranlar olarak konumlandırılması üzerinden ortaya konmuştur. Sonrasında araştırma kapsamında önerilen yaklaşım; kapsamı, kullanım şekilleri ve sağlayabileceği katkılar üzerinden detaylandırılmıştır. Bu araştırmada yöntem olarak linkografi kullanılmış; yöntemin kuramsal temelleri, literatürdeki yeri ve tez kapsamındaki özgün uygulama biçimleri ayrıntılı biçimde ortaya konmuştur. Anlatıların düşünmenin yapısal yönleriyle ilişkilenmesi doğrultusunda geliştirilen kodlama sistemi ile hamleler "anlatı" ve "tasarım" olarak iki ayrı kategori altında kodlanmıştır. Bu kodlar aracılığıyla anlatıların tasarım süreci içinde kurduğu ilişkilerin analiz edilmesi mümkün kılınmıştır. Buna ek olarak, bağlantı yoğunluğu, kritik hamleler, linkograf desenleri ve anlatı bileşenlerinin çözümlemesine yönelik analiz yöntemleri açıklanarak alan çalışmasının değerlendirileceği başlıklar belirlenmiştir. Alan çalışması kapsamında kurgulanan tasarım atölyelerinde anlatılarla çalışma denemeleri yapılmıştır. Kayıt edilen tasarım süreçleri linkografi yöntemiyle analiz edilmiş, elde edilen grafikler üzerinden tasarımcıların yaratıcı düşünce süreçleri değerlendirilmiştir. Hamleler, bağlantılar, kritik hamleler ve desenler üzerinden yapılan analizlerle alan çalışması kapsamında yapılan deneylerin bulguları ortaya konmuştur. Bu bağlamda; önerilen anlatısal düşünme yaklaşımının süreçteki etkisi ve tezin önermeleri değerlendirilmiştir. Sonuç olarak; araştırma bulguları değerlendirilimiş, anlatılarla düşünmenin tasarım sürecine sağladığı katkılar ve sınırlılıklar ele alınmıştır. Anlatısal düşünme yaklaşımının sunduğu olanaklar ve karşılaşabileceği zorluklar tartışılmış, bu yaklaşımın daha etkin ve esnek bir hale gelmesi için öneriler sıralanmıştır. Bununla birlikte önerilen yaklaşımın geliştirilmesine yönelik stratejiler ve farklı tasarım süreçlerinde uygulanabilirliğini artıracak taktikler sunulmuştur. Ayrıca; gelecek çalışmalarda araştırma yönteminin, disiplinler arası işbirliği ile geliştirilmesi önerilmiştir. Sonuç olarak bu tez, yaratıcı tasarım sürecinin araştırılmasında anlatısal düşünmeyi merkezine alan özgün bir yaklaşım sunmaktadır. Tasarım sürecinde anlatıların bir düşünme aracı olarak kullanılmasının, tasarımcının zihinsel esnekliğini ve yaratıcılığını artırabileceği ortaya konmuştur.
-
ÖgeHealth promoting design of shared work environments: A salutogenic approach for coworking spaces in post-COVID era(Graduate School, 2025-05-27)This PhD thesis holds at its core the triad: space, design, and health; it examines how shared work environments can offer a healthier experience to their users through space design. In order to achieve this, the study uses a 'salutogenic' approach to analyze the relationship between users' health and the shared work environment design. With a comprehensive approach, health-promoting shared work environments (coworking spaces in this case) should be able to incorporate elements and strategies that enable physical, mental, and social activity, and promote positive health outcomes. After the outburst of the Covid-19 pandemic, the world started a painstaking process of adaptation that led to what is being called a new normal in which all kinds of human activities are changing vision and practice. Work conditions have experienced significant changes too; technology allowed the expansion of hybrid work, remote work, and home offices. Some companies reorganized their headquarters as flexible workspaces and many others started using coworking spaces. Even though the onset of the pandemic produced a sudden jolt, the use of shared and flexible workspaces grew due to the above-mentioned work-related changes. However, this new way of working posed the challenge of re-evaluating the design of these spaces because the pandemic demonstrated once more, how the built environment has a direct impact on physical and psychological health. Shared work environments should be planned thinking about how spatial design elements can be selected and combined in order to create a healthy environment and a beneficial work experience. After all, a healthy workplace should be understood as an environment in which managers and coworkers cooperate continuously to ameliorate workers' health, safety, and wellbeing; hence, maintaining productivity and engagement. In this context, Salutogenesis, a discipline mostly applied in health sciences, and more recently in other fields is an appropriate approach for the investigation of healthy work experiences in shared work environments as it addresses wellness focusing on health and not on disease (pathogenesis). Applying this idea to shared workspaces is expected to contribute to their design and evaluation, especially if the notion of environmental demands and resources is complemented. The design of shared workspaces should support physiological and psychological health and contribute to specific positive health outcomes through the evaluation of spatial resources that lead to better health for the users. Even if this study departs from the theoretical contributions of the salutogenic approach, it goes beyond through a comprehensive revision of related theories such as Supportive Design Theory, Psychosocial Supportive Design, Environmental Psychology, and the Environmental Demands and Resources Model. It also discusses notions and principles of Motivational Psychology and Indoor Environmental Standards. On the methodological side, after doing a scoping literature review covering different aspects of prior workspace design, evidence-based design in healthcare facilities, and other concepts and practices; a proposed model of analysis is created to scrutinize the main spatial design attributes that influence and produce the most relevant positive health outcomes. This model defines the essential elements for a healthy work experience, especially in shared workspaces. This model is also meant to constitute a theoretical element that assists in the elaboration of methodological tools and is thought to support architects, designers, workspace owners, and stakeholders in their new designs or to evaluate existing ones. After defining a fan of health-promoting spatial categories and their attributes in coworking spaces, this research used a mixed-method convergent, qualitative, and quantitative, case study design to examine the workplace elements that impacted the perceived health of the users of three different branches of a coworking in Barcelona, Spain. A Post Occupancy Evaluation was chosen as the preferred method for fieldwork investigation with the use of different tools: structured onsite observation checklists, semi-structured interviews, and online questionnaires. Therefore, the influence of coworking space elements on occupants' perceived health was explored through different techniques to inquire about the space, the users, and the management. Key informants were interviewed about the coworking space and their approach to occupant health. Qualitative content analysis was used to interpret the interviews. The survey questionnaire was distributed to 250-300 coworking users in total, and respondents were invited to complete a 22-item survey to determine the impact and importance of workplace attributes on perceived health. The quantitative survey data were analyzed using SPSS software. Although the survey questionnaire was distributed to all occupants, only 33 usable surveys were returned which is considered a limitation of the study. The data collected and their interpretation was a process that departed from a descriptive presentation and went through a more explanatory analysis that allowed the systematization of the results in terms of supportive design, demands, resources (objectively and subjectively), the margin of resources, and health outcomes. They demonstrated that specific interior elements such as environmental control features, access to daylight, or greenery, to name some, should be prioritized as well as features enabling physical activity to support health and to maximize positive health impacts on occupants. Additionally, interview and survey results compared with site observation, revealed shortcomings in current practice, including the lack of awareness about health promotion among users and the management which limits the potential positive impact of the physical environment. With all the previous elements in mind, an expanded exploration was done to summarize and precise specific areas of intervention in spatial design that should be of concern when dealing with coworking spaces. These interventions are an opportunity to perform actions that disrupt patterns that may damage people's health or do not produce a significant positive change. The suggested interventions are thought to considerably improve coworking users' health outcomes. One of them is the need for education in terms of health awareness as well as the importance of integrated workplace policies such as green purchasing or indoor air quality monitoring among others. Finally, a set of design recommendations was organized in the form of general guidelines to demonstrate that the practical implications are closely related to the theoretical findings. It has been confirmed that there is a need for a standard approach to measuring occupant health in the work environment to generate data to ensure future evidence-based solutions. A proactive multi-disciplinary salutogenic approach incorporating both policy-based and physical elements to coworking space design will advance current practice by placing workers' health and well-being at the center of decision-making.
-
ÖgeBiliş bağlamında mimari tasarım eğitiminde yeni pedagojiler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-03-25)Çalışma, mimari tasarım eğitimiyle, stüdyoyla ilgilidir. Günümüzde, mimari tasarım eğitiminde adı konmamış bir değişim gözlenebilmektedir. Bu değişim; meslek alanı dışındaki konuları stüdyoya dâhil eden, mesleğin yaygın tasarlama ve temsil araçları dışındaki araçları kullanan, stüdyoyu farklı şekillerde organize eden modeller üreten, farklı aktörlerin stüdyoya dâhil edildiği, stüdyoyu mekân ve zaman boyutuyla dışına taşıran, stüdyo hiyerarşisiyle oynayan vb. denemeleri içermektedir. Bu denemelerin sadece birbirlerinden ayrı ya da eşdeğer tasarlama pratiklerini değil, ama daha çok stüdyo pedagojisine dair yeni bir arayışın yönelimini ifade ettiği düşünülmektedir. Ancak, mimari tasarım eğitiminde gözlemlenen bu değişimin, yani stüdyonun yeni hallerinin, yeteri kadar tartışılmadığı da düşünülmektedir. Bu çalışma, mimari tasarım eğitiminin geçirdiği bu değişim üzerinden hareket ederek stüdyo eğitimi ve stüdyonun yeni halleri ile ilgili tartışmalara katkı koymayı hedeflemektedir. Mimari tasarım stüdyolarında gözlemlenen değişimin; özünde, eleştiri temelli, öğrencinin kendi tasarımcı mimar kimliğinin inşasına olanak veren –dolayısıyla öğrenci merkezli– ilerici bir eğitim geleneğini yaratmaya çalışan bir arayışın denemeleri olarak, yalnızca mimarlığın kavramları ile okunmasının ötesine geçerek, eğitime, psikolojiye, felsefeye, siyasete, üretim ilişkilerine ve tüm bunların oluşturduğu tarihsel yapı içinde okunması gerekmektedir. Belirtildiği gibi günümüzde mimari tasarım eğitiminde bir değişimden bahsedilmektedir. Mimari tasarım eğitimi araştırmalara yaklaşık yarım yüzyıllık bir zaman dilimi içinde konu olmuş ve günümüze dek farklı yönleriyle ve farklı yaklaşımlarla incelenmiştir. Eğitimdeki bu değişim de şüphesiz bu alandaki pek çok araştırmaya konu olmuştur. Ancak bununla beraber stüdyo eğitiminde günümüzde gözlemlenen bu değişimin genel ve özel olarak sınıflandırılabilecek kimi kısıtlar ve eksikliklerden yeteri kadar tartışılamadığı da düşünülmektedir. Stüdyo eğitimine yönelik araştırmalarda gerek tartışma ortamlarının kısıtlarından yaygın bir tartışma zemini bulunmaması gerekse araştırma olanaklarının kısıtlarından kapsamlı araştırmaların sayıca çok az oluşları gibi alanın geneline dair eksiklikler karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmanın şekillenmesinde ise özellikle mimari tasarım eğitimindeki değişimi, stüdyoda karşılaşılan yeni modelleri ve uygulanan denemeleri konu alan çalışmalarda görülen eksiklikler öne çıkmaktadır. Bunlar: (1) Stüdyo eğitimindeki değişimi konu alan çalışmalarda bu değişim mesleğin güncel değişimiyle gerekçelendirilmekte ve stüdyoda uygulanan yeni modeller mimarlık mesleğinin güncel durumu ile ilişkilendirerek tartışılmaktadır. Bu şekilde eğitimle ilgili tartışmalar mesleğin kavramları içinde ve mesleğin gereksinimleri üzerinden yürütülmektedir. (Oysa stüdyo eğitimindeki değişimin öncülleri eğitim anlayışımızdaki değişime dayanmaktadır.) (2) Stüdyo eğitimi ya benimsenen eğitim modeli üzerinden kuramsal boyutuyla ya da stüdyoda yapılan işler üzerinden pratik boyutuyla tartışılmaktadır. Kuramsal boyutta yürütülen tartışmalarda stüdyoda ne olup bittiğine yer verilmezken, pratik boyutta yürütülen araştırmalarda ise eğitim ortamında yapılan işler stüdyo yürütücüsünün tercihleri doğrultusunda belirlenen kişisel denemeler olarak karşımıza çıkmaktadır. (3) Günümüz stüdyo eğitiminde öğrenciyi merkeze alan söylemler öne çıkmakta ancak tartışmalarda kullanılan genel yöntem dönem sonunda üretilen tasarım ürününün yürütücü tarafından yorumlanıp değerlendirilmesi üzerinden öğrenci yerine yürütücüyü ve sonuç ürünü merkeze almaktadır. Bu eksikliklerden hareketle çalışmanın yaklaşımı ve amaçları şu şekilde açıklanabilir. a. Mimari tasarım eğitimi alanında gözlemlenen değişim: yeni bir bilgi üretim modeli olarak eğitim anlayışımızdaki değişim olarak, b. Eğitim alanından tartışmak, uygulamaya ve kurama beraber bakmayı gerektirir, stüdyo eğitimi söz konusu olduğunda bu birliktelik daha da önem taşımaktadır. c. Bu yeni bilgi üretim modelinde uzun vadeli ve farklı bilişsel becelerin geliştirilmesini ön plana çıkartmaktadır. Bunun için uzun vadeli dönüştürücü etkileri üzerinden tartışmak önemlidir. Ancak tasarım eğitimi alanında kullanılan bilişsel modeller bu süreçleri kapsamamaktadır. Dolayısıyla ilk adım olarak bir model oluşturulması hedeflenmiştir. Stüdyonun geçirmekte olduğu değişime dair tartışmalara yönelik yukarıda sayılan sorunlardan hareketle bu çalışma, mimari tasarım eğitimimin yeni hallerine yönelik tartışmalara katkı koymayı hedeflemektedir. Çalışmada mimari tasarım eğitimi, öğrenci tasarımcının tasarım bilgisini ve tasarımcı kimliğini oluşturma süreci olarak ele alınmaktadır. Bu şekilde ele alındığında tasarım eğitimi çok boyutlu ve çok mekânlı bir süreçtir. Bundan kasıt şudur: Tasarım eğitimi çok boyutludur, çünkü mimari tasarım eğitimi sadece mimarlık meslek alanına ilişkin konularla sınırlı değildir, dünyaya, topluma, insana ve nesneye ilişkin pek çok başlık tasarımla ilişkilendirilebilir. Aynı zamanda tasarım eğitimi çok mekânlıdır, çünkü kişinin tasarım eğitimi sadece 'okul' ile sınırlı değildir, okul dışı aktiviteler, ilgi alanları kişinin kişisel gelişimi de yine kişinin tasarım eğitiminin önemli birer parçasıdır. Ayrıca bunlara ek olarak; eğitim, politik bir mesele olarak da ele alındığında; ülkenin eğitim ve bilim politikası, toplum yapısı, öğrencinin okul öncesi birikimi, sosyo-kültürel arka planı gibi kişisel, toplumsal, siyasal etkenleri de eğitimin dolaylı/dolaysız formel olmayan belirleyenleri olarak sayabiliriz. Böyle bir bütünün sınırlı bir çalışmayla ele alınması mümkün değildir. Ayrıca mimari tasarım eğitimi, mimarlık eğitiminin içindeki en önemli yere sahip olmakla birlikte mimarlık eğitiminin bütününü oluşturmaz. Aynı şekilde çalışma, mimarlık eğitimi içinde yer alan diğer derslerin stüdyo eğitimi ile ilişkisini yok saymamakla beraber, bu alanları çalışma kapsamının dışında tutmaktadır. Mimari tasarım eğitimi içindeki enformel durumları bilişsel bir yaklaşımla inceleme kaygısında olan bu çalışmada, öğrenci açısından bakıldığında farklı öğrenme biçimleri, farklı zeka türleri vb. gibi bireysel farklılıklara da yer verilmemektedir. Yukarıda sayılan tüm bu etkenler, mimari tasarım eğitiminin yürütücüleri için dokunul(a)maz alanlarıdır ve çalışmanın bağımsız değişkenlerini oluştururlar. Çalışmada bu etkenlerin varlığı kabul edilmekte olup çalışma kapsamının dışında tutulmuştur. Tezde ortaya konan hipotez, mimari tasarım eğitiminin yeni hallerinin öğrencinin tasarımcı mimar kimliğini oluşturma süreçlerine uzun vadeli katkılar sağladığı ve bu etkilerin tartışılabilir bir zemin olduğu görüşünden hareketle mimari tasarım eğitiminin yeni hallerinin öğrenci tasarımcıda farklı farkındalık kanalları oluşturduğu (tasarımcı mimar kimliğinin bir parçası olarak) ve stüdyoda yapılan işlerle öğrenciyi farklı zihin durumlarına (dolayısıyla farklı düşünme biçimlerine) soktuğu ve bunların da tasarımcı kimliğin oluşmasına (tasarlama biçim ve yordamlarının gelişmesi bağlamında) katkı koydukları yönündedir. Eğitim mimari tasarım kimliğinin oluşum süreci, buradan hareketle (a) mimarlığa dair kavrayış geliştirme olarak farklı farkındalık alanlarını beslediği ve (b) tasarlama yordamlarına dair farklı düşünme ve bilme biçimleri olarak farklı zihin durumlarını geliştirdiği görüşünden hareket etmektedir. Çalışma bu farkındalık alanlarının oluşması sürecinde üst-bilişsel yapıların ve farklı düşünme ve bilme biçimleri olarak öğrenciyi bir takım zihin durumlarına soktuğu görüşüyle ilerlemektedir. Bu bağlamda çalışmada özellikle incelenen konu ise, farklı merak ve kaygıların yaratılarak eğitim süresince karşılaşılmış olan farklı stüdyo modelleri ile oluşmaya başlayan farkındalık alanlarının kişinin zihinsel ilişkilendirme ve sıçrayışlar ile evrimi olmuştur. Mimari tasarım eğitiminde gözlemlenen değişim, (öğrencinin geçirdiği bilişsel süreçler bağlamında) stüdyonun uzun vadeli hedeflerinin/çıktılarının tartışılabildiği bir zemine ihtiyaç duymaktadır. Bu yolda çalışmada izlenen aşamaları (ve çalışmanın kurgusunu) şu şekilde açıklamak mümkündür: (1) Konu ile ilgili kuramsal alanların incelenmesi ve oluşturulan teorik altyapı üzerine tez konusu çerçevesinde geliştirilen (kurucu fikirlerin) düşüncelerin kurgulanması; (2) Kuramsal altyapının sentezi üzerine yapılandırılan ve bir "hipotez" veya "açıklayıcı model" olarak nitelendirilebilecek kavramsal yaklaşımın ortaya konması; (3) Kavramsal yaklaşımının gerçekliğinin sınanmasının yanı sıra önerilen modeli geliştirici yeni ipuçları elde etmek amacı ile bir alan çalışmasının gerçekleştirilmesi; (4) Alan çalışmasından elde edilen sonuçlar ışığında, genel olarak ortaya konan yaklaşımın değerlendirilmesi ve varılan sonuçların tartışılması.
-
ÖgeTowards bonding-practices: Problematizing verticals in architecture through theory and design research(Graduate School, 2025-04-28)In my thesis, I look into possibilities of 'bonding' as a spatial practice through drawing, to explore the notion of 'an architecture without verticals'. I approach the notion of an architecture without verticals as a critical agenda to re-think subject-place relations through verticals in architecture. I discuss the notion's impossible narrative to be critical to step out of the duality of vertical and horizontal dimensions in architecture, and to invite in the 'non-neutral', subjective, relations with a place. I claim bonding as a spatial practice I search for to re-think verticals in architecture. Based on the lived experiences of two bondings, with a roof beam in an attic during a temporary research residency in Brussels, and with a stray dog at the archaeological site Aşağıpınar Höyük, I discuss bonding to be a corporeal and material process that discovers other possible spatialities within a place. I argue that, bonding's spatilities transgress dissociative boundaries, and guide to a re-discovery of existent relationalities between subjects and places. I align the notion of bonding and the notion of an architecture without verticals to push the limits of architectural practice to find, and perform, personal engagements with surroundings. In pursuit of a knowledge of this alignment, this thesis navigates into a practice-led research that simultaneously explores, and experiments with, personal and associative narratives of bonding through methodological explorations of drawing and writing, introducing the term 'bonding-practices'. I propose 'bonding-practices' as a question of discovery, and creation, of the ways in which bonding, by way of drawing, may inform design process as a performance taking place within practice. Venturing into a peculiar practice of an architecture without verticals, bonding-practices reconfigures embodied rituals of drawing as a practice. It, thus, differs from a representation of the created spaces of bonding, and navigates towards a production of spatiality, through inclusion of methods, materials and tools. This thesis investigates bonding-practices as a methodology, by reconfiguring ritualistic engagement with tools, materials and acts of drawing, enabling space for drafter's participation in the knowledge, and production, of space. This research is written in five main parts: 'INTRODUCTION', 'NAVIGATIONS', 'EXPLORATIONS', 'ALIGNMENTS' and 'CONCLUSION'. In the 'INTRODUCTION', I present the research proposal introducing a theoretical and practical relating between the notions an architecture without verticals and bonding, problematizing narratives of verticality in consideration of one's engagement with place in architectural design theory and practice. I attempt to re-situate the notion of an architecture without verticals by problematizing dualist assemblies of verticals and horizontals framed by Cartesian thinking. I offer a comprehension of the notion of bonding as a spatial practice that enables a field of subversive spatial configurations that re-situate our relationship to verticality. I distinguish 'bonding' and 'bonding-practices' from each other, proposing 'bonding-practices' as a critical spatial practice referring to critical mediations of bonding processes into drawing practices. In 'NAVIGATIONS', I investigate the notions of 'an architecture without verticals'and 'bonding' theoretically. Situating them in a problematization of dualist assemblies of body/mind, theoretical investigation of this chapter proposes navigational motions, for bonding to happen from 'becoming one' to 'cooperative others' and, for an architecture without verticals to happen from 'eliminating verticals' to 'subverting verticals'. Through theoretical investigations in this chapter, I find commonalities in both notions in their engagement with critiques that propose to break from the separative duality of vertical body and horizontal ground relationship, and to discover existent relationalites between subjects and places through matter. In 'EXPLORATIONS', I present and discuss practical explorations that seek bonding as a performance taking place within drawing. Three areas of explorations of bonding-practices are proposed: 'Bonding Experiences', 'Bonding Preparations' and 'Bonding Narrations'. 'Bonding Experiences' presents textual explorations through which I device a lexicographical method to mould subjective textualities of bonding. 'Bonding Preparations' presents material explorations, mainly in form of three-dimensional studies that seek physical modalities of bonding. Material explorations open the interplay between emotive and physical processes of bonding to discussion. 'Bonding Narrations' presents strategies to engage with multiple spatio-temporalities of bonding through drawing. Bringing together transformative processes of bonding and transitive processes of drawing, this chapter explains and discusses the authentic knowledge produced through three areas of explorations of bonding-practices. I claim that by mediating bonding into drawing, the researcher-drafter accesses methodological possibilities of looking into, and producing, space by personal engagements with place within drawing practice. In 'ALIGNMENTS', I present a calibrated alignment between the notions of an architecture without verticals and bonding through a curated relating between three areas of exploration, textual, material and spatio-temporal explorations of bonding-practices. In this chapter, I discuss that, three areas of exploration of bonding-practices collaborate with each other presenting space in transitions. This chapter discusses on the subversion of narratives of verticality in bonding-practices, in the sense that, verticality in architecture departs from being a 'given', and navigates to be understood as subjectively and culturally produced, re-figured, and transformed through sought methods of the subject (researcher/ architect). The 'CONCLUSION' shares concluding notes on how this particular research process and practice could be helpful for others. This thesis aims to develop a process of learning, in which as a design researcher (I) pursue my interest in subjective accounts of places and the acts of making, to enable space for my own participation in knowledge and production of space. Drawing by bonding describes a research practice, that transgresses its representational utilization in architectural design practice, allowing subjective positions into discourse of architectural design theory and practice.
-
ÖgeHeterotopya çerçevesi ile ötekine açık bir kamusal mekan araştırması ve metin okuma önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-12-10)Bu tez çalışması, günümüz kent koşullarında kamusal mekan kullanımını, toplumsal ana akımın dışında kalan ya da farklılaşan ötekilerin -insanlar, insan olmayan varlıklar, nesneler ve dijital dünya gibi geniş bir çeşitlilikte tanımlanabilecek figürlerin- varoluş biçimlerini heterotopya kavramı üzerinden eleştirel yaklaşımla inceliyor. Çalışmanın amacı, kamusal mekanlarda modern mimarlık ve kentleşme süreçlerinin çoğunluk odaklı, evrensel ve homojenleştirici yaklaşımlarını eleştirerek, farklı kimlikler ve toplulukların bir arada var olabileceği, esnek ve kapsayıcı mekanların yeniden düşünülmesine yönelik alternatif bir kent okuma yöntemi geliştirmektir. Kent, sadece fiziki bir mekan olarak değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve politik güç dinamiklerinin yansıdığı bir alan olarak ele alınır. Kent okuması, bu dinamiklerin nasıl işlediğini ve kamusal mekanların farklı topluluklar için ne ölçüde kapsayıcı olduğu ya da onları görünmez kıldığını anlamayı amaçlar. Bu bağlamda tez, kamusal mekanların yeniden okunmasını sağlayacak özgün bir yöntem sunmayı hedeflemektedir. Bu yöntem, heterotopya kavramına dair bir metin okuması üzerinden geliştirilmiştir. Özellikle 1970'lerden itibaren sosyal, kültürel ve mimari değişimlerle birlikte, modern sonrası dönemde 'öteki' kavramı sosyoloji, mimarlık, medya çalışmaları ve felsefe gibi farklı disiplinlerde önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Bu gelişmeler, modernist yapıların ve modernite deneyiminin tek değerlilikten çok değerliliğe ve çeşitliliğe doğru evrilmesine zemin hazırlamış, kent ve mimarlık tartışmalarında önemli bir kırılma noktası yaratmıştır. Böylece, yerel-küresel, özel-kamusal gibi ikili karşıtlıklar yerini daha heterojen, çoğulcu bir anlayışa bırakmıştır. Bu düşünsel ortamda Üçüncü Mekan, eşik mekan, gevşek mekan gibi kültürel melezlenmelere imkan sağlayan kavramlar türetilmiştir. Bu kavramlar arasında Foucault'un ürettiği "heterotopya" kavramı, mekanı doğrudan referans alması sebebiyle diğer kavramlardan ayrışarak tez çalışmasının temelini oluşturmuş ve kapsam ile yöntem açısından öne çıkmıştır. Foucault'un tanımını muğlak bıraktığı heterotopya kavramı mimarlık ve ilişkili disiplinlerde ilk günden bu yana çokça tartışılmış, farklı şekillerde yorumlanmış ve uygulanmıştır. Foucault'dan sonra, birçok düşünür heterotopya kavramını özgün bakış açıları ve yorumlarla daha da geliştirmiştir. Foucault'nun erken dönem kavramsallaştırmasından günümüzdeki mekansal pratikler ve kentsel müdahaleler üzerine olan söylemlere kadar, heterotopyanın çok katmanlı yapısı kamusal mekan tasarımının karmaşıklıklarını ele almadaki önemini ortaya koymaktadır. Foucault'nun başlangıçtaki tanımının ötesine geçilerek, farklı teorik kökenlerden türeyen ve kamusal mekanın bazen ütopik, bazen de günlük yaşamdan ilişkiler ve kentsel deneyimlere dayalı kullanımlarını izleyen heterotopya fikri, kent ve kamusal mekanın özgürleşmesi için üretken bir taktik ve güçlü bir araç sunmaktadır. Heterotopya kavramının ortaya çıkışından bu yana, postmodern coğrafyaların farklı yönlerini ele alan geniş bir araştırma topluluğu, bu kavramın ve alternatif teorilerin ilgili disiplinler üzerindeki etkilerini ve uygulanabilirliğini incelemiştir. Heterotopya üzerine yapılmış bu araştırma metinleri, tez çalışmasında birer vaka olarak ele alınarak kapsamlı bir metin okuması ile değerlendirilmiştir. Giriş ve heterotopya kavramının arka planının anlatılmasının ardından tezin üçüncü bölümünde seçilmiş olan metinlerin incelemeleri yapılmaktadır. "Metin okuma" ve analiz süreci tezin ana gövdesi olup, Rendell'in metinleri "geçiş mekanı" olarak tanımladığı yaklaşımıyla ve Berger'in yaratıcı okuma yöntemleriyle ilişkilendirilmiştir. Metinler kuramsal bilgi, kişisel deneyim ve kentsel pratikleri barındıran bir "geçiş mekanı" olarak işlev görerek yaratıcı düşünme biçimlerini de ortaya çıkarır. Metinleri yalnızca bilgi aktarım aracı olarak değil, anlamların üretildiği, yeniden yorumlandığı ve dönüştürüldüğü dinamik bir alan olarak ele almak, yaratıcı okuma ve yorumlama yaklaşımlarını mümkün kılar. Bu bağlamda, her metin, okuma sürecinde çok katmanlı anlamlarla zenginleşir ve yeni düşünsel üretimlere olanak sağlar. Her metin, yine metinlerdeki (1) heterotopya kavramının hangi bağlam içinde kullanıldığı, (2) öteki ile kurulan ilişkinin şekli, (3) öne çıkan anahtar kelime ve kavramların tespiti ve bu kavramların metnin genel pozisyonu ile uyumu olarak nasıl karşılık buldukları, (4) kavramın nasıl örneklendiği, (tekil veya jenerik örnekler dahilinde) (5) zamansallık içinde kavramın ele alınış biçimi ile ilişkilenen diğer yakın fikirler/metinler/kavramlar ile birlikteliğine ve geçen referanslar, (6) metnin içinde geçen referanslar, (7) mimarlık bilgisine katkıda bulunma biçimi üzerinden kurulmuş yedi basamaklı bir okuma altlığı ile yeniden okunmuş, böylece her metin aynı kriterler üzerinden değerlendirilmiştir. Tezin süreci metinlerin seçilmesi, okunması, okunan metinler üzerinden altlık oluşturulması, metinlerin bu altlık ile yeniden okunması ve kategorize edilmesi, her bir kategorinin sunduğu ve tanımladığı heterotopyaların özelliklerinin ortaya dökülmesi şeklinde ilerler. Bu kategorizasyon sürecinde, her bir metnin tanımladığı ve tarif ettiği heterotopya özellikleri detaylı bir şekilde ortaya çıkarılmıştır. Bu özellikler, farklı mekansal, toplumsal ve kültürel bağlamlarda heterotopyaların nasıl şekillendiğini ve işlev kazandığını anlamak açısından önemli olmuştur. Kategorizasyon sürecinde heterotopyalar üç ayrı gruba ayrılmıştır. İlk grup, biçimsel ve tipolojik özelliklerin ön planda olduğu metinlerden oluşmaktadır. Bu metinlerde heterotopyalar, mekansal düzenlemeler aracılığıyla toplumsal düzenin sürdürülmesine hizmet eden yapılar olarak ele alınır. Mekansal düzenlemelerin, belirli toplumsal süreçlerin oluşumunda bir araç olduğu ve yapılı çevrenin sosyal ve kültürel değişimi tetiklediği vurgulanmaktadır. Binalar ve mekanlar, sosyal etkileşimlerin düzenlenmesi, bedenin disipline edilmesi ve davranışların kontrolü için kullanılan araçlar olarak işlev görmektedir. Bu tür heterotopyalarda "öteki" ile kurulan ilişki, çoğunluğun lehine kurulmuş olup, öteki olarak kodlanan azınlıkların hareketleri ve varlıkları sınırlanır. Bu heterotopyalar, kendi içinde tamamlanmış, durağan yapılar olup, kentsel akış ya da eylemsellikten çok mevcut düzenin pekiştirilmesine odaklanmaktadır. İkinci grup heterotopyalar, baskın çoğunluğun dayattığı düzene karşı ötekinin gündelik hayatı, ilişkileri ve deneyimleri ile kendine alan açtığı direnç mekanlarıdır. Bu mekanlarda, mekansal özelliklerden ziyade kullanım ve yorumlama unsurları ön plana çıkar. Odak, gündelik yaşama kayarak ötekinin bu mekanlar içerisinde nasıl yol bulduğu, nasıl müzakere ettiği ve varlığını nasıl ifade ettiği üzerindedir. Heterotopyalar, katı bir planlamanın ürünü olarak değil, bireylerin ve toplulukların mekanla etkileşimleri ve mücadeleleri sonucu ortaya çıkar. Bu heterotopyalar, kamusal mekanların nasıl dönüştürülebileceğine dair önemli ipuçları sunar. Geleneksel mekansal sınırları zorlayarak, farklı kimliklerin ve gündelik deneyimlerin bir araya gelmesine ve birlikte var olmasına imkan tanır. Ayrıca, kamusal mekanın belirli sınırları içinde mücadele eden gruplar için nişler yaratır. Böylece, bu direniş mekanları, hem mekanın hem de toplumsal ilişkilerin dönüşümüne dair özgürleştirici bir potansiyel taşır. Belirlenen iki grup heterotopyanın yanı sıra, üçüncü bir kategori daha ortaya çıkmıştır. Bu kategori, kentin gündelik akışı içinde belirli programlar veya etkinliklerden doğan heterotopyaları kapsamaktadır. Bu tür heterotopyalar, belirli bir amaç doğrultusunda geçici olarak varlık gösteren ve bu amaç gerçekleştiğinde sona eren zamansal mekanlar olarak tanımlanır. Kentsel yaşamın sürekli değişen yapısını yansıtan bu geçici heterotopyalar, farklı kullanım biçimlerini ve kullanıcı profillerini bir araya getirerek çeşitli kesişim noktaları oluşturur. Bu geçici mekanlar, kentin dinamik yapısına uygun olarak sürekli dönüşüm içinde olan, zamana bağlı heterotopyalardır. Metin okuması ve kent okuması arasındaki ilişki incelenerek, metinler aracılığıyla elde edilen bilgi ile, herhangi bir kamusal mekanı da benzer yaklaşımla incelemenin mümkün olduğu görülmüştür. Çalışmanın değerlendirme ve tartışma bölümünde, bu çerçevede geliştirilen metin okuma altlığını test etmek amacıyla, belirli bir kent parçası üzerinde uygulama yapılmıştır. Bu uygulama için, farklı zaman-mekansal kesitlerde üç heterotopya grubunun da gözlemlenebileceği Karaköy bölgesi seçilmiştir. Bu inceleme, heterotopya kavramının belirli bir kamusal mekanda nasıl kullanılabileceğini ve bu mekanın kullanıcı profilleri ile kullanım pratikleri arasındaki ilişkiler üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, bir bakış altlığına dönüşen bu sistematik kategorileştirme yöntemi, mevcut anlatıları parçalayıp yeniden yapılandırarak kamusal mekanlar üzerine yeni bir okuma önerisi sunmaktadır. Heterotopya literatürünün kapsamlı bir şekilde incelenmesiyle, mimarlık alanında "öteki" mekanlarının bilgisine ulaşılmış ve bu bağlamda daha kapsayıcı kamusal mekanların üretimine yönelik yöntemsel bir öneri geliştirilmiştir.