LEE- Mimari Tasarım-Doktora

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 18
  • Öge
    Mimarlıkta otantiklik teknolojileri kartografisi: Teknik aracılar, özneleşmeler ve mimarlık kültürü
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-04-10) Balcı, Hüseyin Furkan ; Uz, Funda ; 502162011 ; Mimari Tasarım
    Otantiklik, mimarlık kuram, eleştiri ve tarihyazımı içerisinde sıklıkla başvurulan bir kavrayış türünü cisimleştirir. Mimari nesneyi kendinden başka bir şey olmaya zorlayan kurumların, makinelerin, kitapların, mimari biçimler hafızasının ve bunun gibi pek çok şeyin ötesine geçme arzusu, bugün bile, mimarlık kuramları içerisinde varlığını güçlü bir biçimde sürdürür. Ele alınan olgunun doğasının, canlılığının, yaşamının hakiki prensiplerine başvuran ve bu olgunun yeniden anlaşılmasını hedefleyen strateji, mimarlık düşüncesinde hala üretkenliğini korur. Bu çalışma, mimarlık bilgi alanları içerisinde görünür hale gelmiş farklı otantiklik kavrayışlarına dair, bu kavrayışların medya teknolojileri ile kurduğu ilişkileri merkezde tutan bir perspektiften, bir kartografi üretme girişimidir. Araştırma, "otantiklik teknolojileri" kavramını eleştirel bir araç olarak önerir ve bu kavramı mimarlık kuramı, tarih ve eleştirisi içinde, mimari nesnenin hakiki bir biçimde kendisi olarak üretilmesinde, ifade kazanmasında ve aktarılabilmesinde işlev gören, söylemsel ve teknolojik bileşenler ile işleyen bir dizi operasyon olarak tanımlar. Bu operasyonlar aracılığı ile, mimari nesnenin kendinden daha geniş bir dizi hakikat ile bağlantısı kurulur. Bu bağlantı kültürel hafıza ve bu hafızanın parçası olarak barındırdığı mimari biçimler arasında yeni değer hiyerarşileri örgütler. Bu çalışma kapsamında, otantiklik teknolojilerine başvuran altı kuramsal hat değerlendirilmeye alınır ve bu hatların birbirileri ile kurdukları süreklilikler/süreksizlikler işaret edilir. Bu hatlar Marc-Antoine Laugier'in, Augustus Welby Northmore Pugin'in, Eugene Emmanuel Viollet-le-Duc'ün, Hendrik Petrus Berlage'ın, Archizoom'un, Superstudio'nun mimarlık söylemleri ve mimarlıkta kuram-sonrasına yönelik tartışmalar üzerinden geçer. Bu kuramsal teşebbüslerin otantiklik teknolojilerini işlevsel kılma biçimlerine dair eleştirel bir değerlendirme yapılır. Bu kuramların hafızaya, doğadaki ve yaşamdaki işleyişlere başvurma biçimi sorunsallaştırılır ve mimarinin bu işleyişler ile kurduğu bağlantılara odaklanılır. Araştırma, mimarlık bilgi alanları içinde işe koşulan otantiklik teknolojilerine kartografik bir yöntem çerçevesinde temas eder. Bu temelde, bütüncül bir tarihsel anlatı ya da bir gelişim çizgisi ortaya konulduğu iddiası üstlenilmez. Hedeflenen, otantiklik teknolojileri kavramının yüklendiği zeminde, mimarlıkta hakikati dürüst bir biçimde ifade etmeye yönelen kanonların, kullandıkları medya teknolojilerinin failliği vurgusunu akılda tutan, eleştirel bir okumasıdır. Bu çerçevede başka eleştirel değerlendirmelere ve yeniden sınıflandırmalara açık, bir çeşit envanter ortaya koyulması hedeflenir. Bu tekniklerin ve teknolojilerin birbirileri ile kurdukları birtakım süreklilikler ve süreksizlikler işaret edilmeye çalışılır. Araştırma metninin birinci bölümde, otantiklik teknolojileri kavramının kuramsal öncülleri işaret edilir. Mimarlıktaki otantiklik arzusuna yönelik bu türden bir sorgulamaya dair güncel bir aciliyet üreten; doğanın, yaşamın, evrenin medya teknolojileri tabanında yeniden tanımlanmasına yönelik, tarihsel bir bağlam açıklanmaya çalışılır. Bu tarihsel bağlam gerek eleştirel kuramlarla gerekse de mimarlık disiplini içerisindeki bir dizi üretimle yakın ilişkiler kurmuştur. İkinci bölüm, otantiklik arzusunun, Marshall Berman'ın, Lionel Trilling'in ve Friedrich Kittler'in çalışmaları üzerinden tarihsel, toplumsal ve medya teknolojik inşasını ele alır. Erken Aydınlanma döneminde, öznenin doğa ile kurduğu ilişkinin kavranma biçiminde meydana gelen önemli bir dönüşüm işaret edilir. Otantiklik, özneden ayrışık bir varoluşa sahip olan toplumun hatalı, bozulmuş, çürümüş, mekanikleşmiş bileşenlerinden öteye geçmeye, tüm bunların altında yatan, maskelenmiş, saklanmış gerçekleri açığa çıkarmaya muktedir, birleştirici bir öznelik türünün inşası ile ilişkilendirilir. Bu çerçevede, vaka incelemelerini oluşturan üçüncü bölümde tartışmaya açılan ilk otantiklik teknolojisine, doğayı, mimarlığın kompozisyonunda barındırması gereken çeşitli ideaları açığa çıkaran kaynak olarak değerlendiren Marc-Antoine Laugier'in mimarlık kuramı içerisinde rastlanır. Laugier'in gereksinimler temelleninde şekillenen mimarlık kuramı, Erken Aydınlanmanın enformasyonel yapılanmasında gerçekleşen dönüşümlerle birlikte değerlendirilir. Mimarlığın geri döndürülmesi gereken bir altın çağ temasının, metinsel hafızanın saklanmasına yönelik sorunlarla ilişkisine dair bir dizi eleştirel okuma gerçekleştirilir. Ele alınan ikinci otantiklik teknolojisi ise Augustus W. N. Pugin'in görülebilir bir dürüstlük temelinde anlamaya çalıştığı Katolik Hristiyan Mimarlığı kuramsal girişimlerdir. Pugin, yayımladığı bir dizi kitap ile hakiki bir mimarlığın en son 15. yüzyıl İngilteresinde gerçekleştiğini, 15. yüzyıldan itibaren mimarlığın hakiki bir biçimde kendisi olma, olduğu gibi görünme prensibini bir kenara bıraktığını ve 19. yüzyıl'da İngiltere mimarlığının içinde bulunduğu tüm buhranın harmonik bir toplumun çeşitli sebeplerle terk edilmesinden kaynaklandığını ifade eder. Üçüncü otantiklik teknolojisi, Eugene Emmanuel Viollet-le-Duc ve Hendrik Petrus Berlage hattında takip edilebilen, evrensel bir geometrik üsluba sahip doğa kavrayışında temellenir. Buna göre doğadaki nesneler, mikro düzeydeki kristallerden, büyük jeolojik biçimlenmelere kadar; tüm evrene yayılmış geometrik bir matris içerisinde cisimlenirler. Bu prensip evrenseldir ve bir bakıma tüm mimarlık tarihine çeşitli biçimlerde nüfuz etmiş, mimarlığın farklı coğrafyalarda organik bir biçimde serpilip gelişmesinde rol oynamıştır. Dördüncü otantiklik teknolojisi, Lous Sullivan'ın 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında, Amerika Birleşik Devletleri bağlamında ortaya koyduğu mimarlık kuramı içerisinde teşhis edilir. Sullivan, amnezik bir biçimde doğaya dönüldüğünde; biçim ve işlev arasında bir karşılıklılık olduğunu teşhis eder; mimarlık ortamını ele geçirmiş olan çeşitli sorunlar, bu bağlantının yitirilmesinden kaynaklanmaktadır. Beşinci otantiklik teknolojisi, Archizoom ve Superstudio'nun radikal mimarlığında teşhis edilir. İki grup da, eleştirel kuramla ilişkili olarak, 19. yüzyıldan itibaren kentleri örgütlemeye çalışan altyapı sistemlerini kullanarak, kapitalizm ve yabancılaşma sorununu bir oyun alanı haline dönüştürür. Teşhis edilen altıncı otantiklik teknolojisi, hayatın ve canlılığın enformasyonel bir kavranışına başvurarak kuramın mimarlık kültürü içerisindeki yerini sorunsallaştıran kuram-sonrası tartışmalarıdır. Bu tartışmalar, kuramı hayatın önceden tanımlanmış, indirgenmiş bir hali ile olmakla suçlar; mimarlık pratiğinin artık bu türde bir araca olanak veremeyecek kadar hızlı bir biçimde değişen bir ağ içerisinde harekete geçtiğini vurgular. Çalışmanın dördüncü bölümünde, mimarlıkta, tüm bu kuvvetli otantiklik kurgularının üretkenliğine rağmen başkası olmaktan çekinmeyen girişimler, inotantiklik, tematize edilmeye çalışılır. Araştırma bu bölgenin zaten mimarlık bilgi alanı içerisinde, sıklıkla operasyonel bir araç olarak kullanılmakta olduğunu teşhis eder ve bu aracın üretken bir biçimde kullanıldığı çeşitli durumlara yönelik bir tartışma yürütür. Zira inotantiklik, kimliğe, müellifliğe ve benzeri kavramlara yönelik kapsamlı bir dizi sorgulamanın da zemini haline dönüşür. Bu bölüm içerisinde değerlendirilen, Alejandro Zaera-Polo'nun "Hokusai Dalgası" stratejisi, Frank Gehry'nin 1980'lerden 1990'ların ortasına kadar araştırdığı ikonografik mimarlıklar, Superstudio'nun "Barnum Jr.'un Muhteşem ve Harika Şehri" gibi girişimler üzerinden, mimarlığın ahlâki sorumluluklarına rağmen, "başkası olma" temasının mimarlıkta üretken bir biçimde nasıl harekete geçirilebileceği tartışmaya açılır. Sonuç bölümünde ise mimarlığın araştırma süreçlerini yürütmesi için, kendini bir otantiklik argümanına yaslamasının zaruri olmadığı vurgulanır. Ancak yine de, tam da yukarıda sıralanan bu stratejilerin farklı alanlardaki üretkenliği göz önünde bulundurulursa, kasıtlı bir antagonizma kurmaya yönelik bileşenler barındıran otantiklik teknolojilerinin, mimari araştırmayı sürdürmeyi sağlayacak bir mimari anlatı aracı olarak ehlileştirmenin olası olduğu tartışılır. Yani hem otantiklik argümanlarının hem de çeşitli başkası olma performanslarının, mimari projeyi çeşitli derecelerde meşrulaştıracak, daha geniş çevrelere ve ekolojilere bağlayacak aygıtlar olarak kullanılabileceği belirtilir.
  • Öge
    Orijinalkopya bir mimarlığa doğru: Mimarlıkta bir yüzer gösteren
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-09-23) Söhmen Tunay, Zeynep Gül ; Uz, Funda ; 502122024 ; Mimari Tasarım
    Başta sanat ve mimarlık olmak üzere tüm yaratıcı pratikler için "orijinallik" merkez bir kavramdır. Bilginin çoğalması ve yaygınlaşması ile üretimin zaman içinde dönüşen, bazen özelleşmiş, bazen anonimleşmiş interdisipliner kurgusu, orijinallik tartışmalarının ivmesini değiştirmiştir. Bu tartışmalar, edebiyat, çağdaş sanat, tasarım, müzik, yazılım vb. birçok yaratıcı pratikte yapıların/yapıtların belirli hiyerarşik algılara yerleştirilmesine aracılık etmişlerdir. Mimarlık, özellikle orijinal ya da kopya olma tanımlamaları ile sınırları sürekli yeniden çizilerek bu tartışmaların merkezinde yer almıştır. Bugün mimarlıkta şu sorularla karşı karşıyayızdır; orijinallik mevhumunu, günümüzün değişen koşulları ışığında, bundan yüz yıl önce olduğu gibi "orijinal" ve "kopyanın" katı semantik sınırlarına inanarak yapmak ne derece geçerlidir? Dilsel sınırların etkisi altında var olan mimarlık kültürümüzde, orijinal ve kopyayı, dilimize geçtikleri dillerdeki semantik sınırlarıyla tartışmak hiç mümkün olmuş mudur? Bu tez çalışmasında, bir ikili karşıtlıktan doğmuş karar-verilemez bir öğe olan "orijinalkopyayı" oluşturan kavramların metafizik karşıtlıklarını ortaya çıkararak mimarlık düşüncesine içkin değerini sorgulamak ve iki anlamlılığa indirgenemeyecek bir saçılma ile semantik ufku hakkında fikir edinmek amaçlanmaktadır. Bu semantik kapsamından yola çıkılarak mimarlıkta değişken anlamlara sahip orijinalkopyanın bir "yüzer gösteren/imleyen"(floating signifier) olarak mimarlığın anlamına nasıl dahil olduğunun açıklanması amaçlanmaktadır. Yüzer gösterenler, hiçbir gerçek nesneye işaret etmeyen ve üzerinde anlaşmaya varılmış bir anlamı olmayan bir sözcük, göstergebilim ve söylem analizinde üzerinde ortak bir kanıya varılmış göndergesi olmayan gösterenlerdir. Orijinalkopyayı bir yüzer gösteren olarak ele alabilmek öncelikli olarak Derrida'nın yapısöküm felsefesi ve orijinalkopya kavramı arasında kurulmuş bağlantıların mevcudiyetinin göstergesidir. Mimarlıkta orijinalkopya gibi bir terimin doğuşunun, mimarlıkta yapısökümün tezahürüyle doğrudan ilişkili olduğu düşünülmektedir. Yapısöküm bir olgunun içine dışarıdan eklemlenebilecek herhangi bir teori değildir. Metnin içinde var olur. Orijinalkopyanın mimarlıkta yapısöküm ile olan bağını keşfetmek, araştırma kurgusunu şekillendiği süreçte önemli bir rol oynamıştır. Araştırma kurgusunun ilk aşaması orijinal ve kopya arasındaki ilklik ikincillik hiyerarşilerinin tarihsel bir boyutta inşasında rol oynayan sözlüklerde verili anlamlarının karşılaştırmalı bir okumasını kapsamaktadır. Ancak, metinlerde anlam bağlam ile ilişkili olarak kurulurken anlam bağlamın içinde inşa edilmektedir. Derrida'ya göre hiçbir anlam tanımlanabilir değildir. Her gösteren diğer bir gösterene işaret eder, metin her tekrarında başka metinlere açılırken, anlam da bir metinden diğerine, bir bağlamdan diğerine ertelenecektir. Bu nedenle orijinalkopya gibi bir kavramın semantik katmanları üzerine yapılacak bir çalışmanın, yalnızca, anlamı bir gösterenden diğerine sabitleyen temel kaynaklar olan sözlüklere dayalı bir araştırma sonucunda ortaya koyulması imkânsızdır. Bu nedenle ikinci bir aşama olarak, tez çalışmasında orijinalkopyanın ve onu önceleyen neolojizmlerin izlerini sürmek, anlamsal saçılmalarını ortaya koymak amacıyla mimarlıkta çok özel bir metin türü olan manifestolarda yer alan "orijinal" ve "kopya" üzerine söylemlerin eleştirel bir çözümlemesine gidilmiştir. Türkçede kullandığımız terimler yabancı dillerden dilimize geçmiş olsalar da kaynak dildeki anlamlarıyla aynıymış gibi ele alınırlar. Bu çevirinin sonucunda bir farklılaşma beklenmez. Bu durum belirli bir mimarlık terimine dilimizde icat edilmiş yerli sözcükler için de aynı şekilde gerçekleşir. Original ve özgün, imitation ve taklit aynı kabul edilir. Tezin sorunsalı iki önemli soruyu önümüze sermektedir. İlk olarak, mimarlıkta orijinalin ve kopyanın semantik sınırları ve birini diğerine üstün kılan karşıtlık ilişkisi her daim var olmuş mudur? Yoksa orijinal ve kopya hep karşıtına dönüşmeye açık bir antagonizmanın mı ürünü olmuşlardır? İkinci soru ise, dilimizde orijinalkopyanın mimarlık ve sanat alanında kapsadığı semantik alan İngilizcedeki ile aynı mıdır? Bu aradaki çeviride neler kaybedilmekte ve kazanılmaktadır? Bu noktadan sonra tez çalışmasının araştırma kurgusunun şekillenmesinde önemli rol oynayan orijinalkopya sözcüğünün dil bilgisel özellikleri tezin ikinci bölümünde incelenmiştir. Orijinalkopya'nın bir neolojizm ve bir oksimoron olmasından ileri gelen karakteri yapısökümcü felsefe ışığında bir neografizm ve bir "yüzer gösteren" olarak yorumlanmıştır. Bu kavramlar bu bölümde açıklanmıştır. Orijinalkopyanın temelde bir yapısöküm olarak okunması tez sürecinde araştıma kurgusunda önemli dönüşüm yaratmıştır. Araştırma kurgusu kapsamında Derrida'nın ilklik ikincillik, karar verilemezlik, saçılma, köken ve différance kavramları üzerinden değerlendirildiğinden yapısöküm düşüncesine ait kavramsal altyapıya yer verilmiştir. Bu bölüm içerisinde söylem analizine felsefi yaklaşım ve Derrida'nın söylem araştırmalarını bıraktığı noktadan itibaren tezde nasıl ele alınacağı üzerinde durulmuştur. Tezin üçüncü bölümünde orijinal ve kopya sözcüklerinin tarihe dayalı sözlük araştırmasına yer verilmiştir. Sözlük birimler, madde karşılıklarında çoklukla ötekini de dâhil etmişlerdir. Orijinal sözcüğü günümüzde on sekizinci yüzyılda geldiği anlamları taşımamaktadır. Benzer bir şekilde kopya da İngilizce de bolluk anlamından daha güncel "türev olma" anlamında doğru geçiş yaşamıştır. Zaman içinde yaşanan bu değişiklik sözcüğün anlamını bir çeşit çokluktan "orijinalliğin kıt ve nadir olması" anlamına doğru ilerletmiştir. Sözcüğün pozitif bir anlam barındıran ilk halinden, tüm değerini orijinalinden türemiş olmasından alan ikinci anlamına doğru geçtiği görülür. Günümüzde kopya sözcüğü anlamını orijinal bir kopyayı da kapsayacak şekilde genişletmiş görünmektedir. Sözlük araştırmalarıyla bağlantılı olarak yalnızca orijinal sözcüğü değil "origin"(köken) ve "originality"(orijinallik) sözcükleri de sözlük araştırması kapsamında incelenmiştir. Aynı şekilde kopya sözcüğünün "imitation" ve "mimesis" kavramlarıyla olan bağı göz önünde bulundurularak, araştırmada yalnızca "copy" değil "imitation" ve "mimesis" kavramları da dikkate alınmıştır. Orijinal ve kopya arasında bulunduğu var sayılan ilklik ikincillik hiyerarşisi, iki sözcüğün sözde karşıt anlamlardan ibaret olmadığı, birbirlerinin anlamlarını tarih boyunca içerdikleri gözlemlenerek açık edilmiştir. Tezin beşinci bölümünde mimarlık manifestosuna ve onun yapısöküme dayalı karakterine yer verilmiştir. Hem bir yıkım hem bir yeniden doğuş niteliğinde olan manifestolar yapısı gereği önce yıktığı hâkim düşünceye bir ağıtı sonra da bir devrimi haber veren tezatı ve coşkuyu aynı anda barındıran metinlerdir. Manifestolar, "orijinal" ve "kopya" sözcükleriyle, geçmişte üretilmiş olan ile bir hesaplaşma içerisindeyken, bir "yeni"yi ortaya koyan araçlar olmaları yönünden yakın ilişkiler içerisindedirler. Tezin bu kısmında "orijinal" ve "kopya" sözcüklerinin, mimarlığın geleneğine karşı duran, onu yeniden inşa eden metinler olarak kabul edilen mimarlık manifestolarındaki anlamları incelenmektedir. Mimarlık manifestolarında belirli bir fikri daha az sözle ortaya koymak amaçlı sık sık karşıt sözcüklerin bir arada kullanımlarına veya yeni birleşik neolojizmlerin icat edilmesine başvurulur. Manifestonun biçimselliği, üslubu ve başvurduğu kelimeler, o dönemin medya araçlarının kültürel bir temsili ve sonucudur. Eğer postmodern dönem Modernizmin despotik dilinin bir tezahürü olan mimarlık manifestosunun sonunu, mecaz, kinaye ve taklit ile hazırlamışsa, dijital dönem de her türlü imi "kopyalayıp-yapıştırdığı" paylaşımlar, anonim üretimler ve serbest dolaşan imgelerle getirmiş, eylem ve manifesto arasındaki her türlü hiyerarşinin ortadan kalkmasının bir sonucu olarak bildiğimiz anlamda manifestonun sonunu getirmiştir. "Yeni" olmayan bir manifesto nasıl oksimoronsa "çokluk" içinde bir manifesto oksimoron bir algı yaratır. Bu nedenle mimarlık manifestoları bu çalışma kapsamında söylem analizi için yalnızca bir kaynak değil aynı zamanda mimarlık üretiminde günümüzde orijinalkopyanın sanat ve mimarlıkta tezahürüne yönelik bir örnek olarak ele alınmaktadır. Söylem analizi sonucunda, bu iki kilit kavramın anlamlarının geçtiğimiz yüzyıldan bu yana nasıl tersyüz olduğu görülmüş, bu değişim bir grafik olarak görselleştirilmiştir. "Yapısökümcü mimarlık" (deconstructivist architecture) mimarlığa yeni bir bakış açısı getiren, klasik düzenin ya da modernizmin anlamsal kurallarını yerle bir eden örnekleriyle mimarlık tarihinin belirli bir dönemiyle kısıtlı kalmıştır. Ancak "yapısökümcü mimarlık" başlığının dışına çıkıldığında, mimarlıkta yapısökümcü bir mantığa sahip yaklaşımların hiç sonlanmamış olduğu görülür. Mimarlık kendi kökenlerini ve orijinallik mevhumunu sorguladığı örnekler vermeye artarak devam etmiştir. Yapısökümcü özelliklerinden ötürü söylemek mümkündür ki, günümüzde üretilen kopya manifestolar dekonstrüktivist mimarlığın kendisinden çok daha yapısökümcü söylem ve eylemlerdir. Mimarlıkta yapısöküm düşüncesi, mimarlığın diline "nakil"(graft), "arada kalmışlık" (in-betweenness), "orijinal-olmayan göstergeler"(unoriginal signs) gibi kökenin yerine boşluğu koyan, kökenden sapmaya, herhangi bir noktanın bir orijin noktası olabileceğine, temsilin başlatıcı gücüne dayanan yaratıcı neolojizmlere ihtiyaç duymuş ve dilde günümüzde yer alan bir yüzer gösteren, "orijinalkopya" gibi bir kavramın doğuşunun yolunu açmıştır. Tezin altıncı bölümünde "orijinalkopya bir mimarlığa doğru: mimarlıkta bir yüzer gösteren" manifestosuna yer verilmektedir. Tez sonucunda mimarlıkta orijinal ve kopyanın varsayılan anlamlarının metafizik varlığı gözler önüne serilmiş, yirminci yüzyılın başından bu yana mimarlıkta orijinal ve kopyaya dair anlamların nasıl tepetaklak olduğu, iç içe geçmiş olduğuna ilşkin yorumlara yer verilmiştir.
  • Öge
    Tüketim kültürü değişimi bağlamında işlevini yitiren/ölü alışveriş merkezlerinin değerlendirilmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-10-04) Velibaşoğlu, Eda ; Gökmen Pulat, Gülçin ; 502952110 ; Mimari Tasarım
    Kentsel mekânlarda yaşanan değişimlerle beraber zaman içinde mekanlar işlevlerini yitirmekte, bazan boş kalmakta, bazen yerel yönetimler ya da sahipleri tarafından yeniden işlevlendirilerek kente ve topluma kazandırma yoluna gidilmektedir. Bu gelişmeler mimari literatürde yeni kavramların ortaya çıkmasına neden olmakta, kuramcılar tarafından yer ile mekân arasındaki kavramsal farklılıklar ile "kayıp mekân (lost space)", "yok-yer(non-place)" ve "a(r)tıkmekân(junkspace)" gibi yeni kavramlar ortaya atılmaktadır. Örneğin Trancik (1986) "kayıp mekân" kavramını geliştirmiştir, çevrelerine ve kullanıcılarına olumlu yönde katkı sağlamayan ve zamanla kent ve kentsel yaşantı için sorunlu alanlara dönüşebilecek tercih edilmeyen, toplumsal anlamlarını ve kullanım değerleri ile işlevselliklerini yitirmiş, yeniden tasarlanması gereken diğer bir ifade ile karşıt (anti) mekânlar için kullanmaktadır. Auge (2016) "Yok-yer (non-place)" kavramını insanın yerle olan ilişkisini yok olması üzerinden ifade etmektedir. 1990'lı yıllardan sonra mimar Koolhaas tarafından kullanılan "a(r)tıkmekân(junkspace)" kavramı sürekli değişmektedir ve her zaman bir oluş halindedir. Burada belirtilmek istenen bu eski binalara yapılan ekler değil, yerinde yeniden inşa etme düşüncesi, aynı mekân içinde yapılan değişikliklerdir. Bunun yanında Koolhaas bütün dünyayı içinde sıkışıp kaldığımız bir alışveriş merkezine benzetmekte ve mekânsal sürekliliği bu yapılardaki yapısal değişiklikler üzerinden ele almaktadır. Alışveriş merkezleri 2007-2008 yıllarındaki küresel kriz öncesinde belirli bir doygunluğa ulaşmıştır, bu durumun bir nedeni de sanal alışveriş miktarının artmasıdır. Dünyada yaşanan teknolojik gelişmeler, cep telefonu ve bilgisayarın yaygınlaşması, internet kullanımının hızla artmasıyla gündelik yaşamda alışverişin internet üzerinden yapılması gündeme gelmiş ve hızla yayılmıştır. Şirketler sanal alışveriş yapmanın kira, su, elektrik, eleman vb. giderleri minimize ettiğini fark ederek bu yönde yatırım yapmaya ve gelişmeye başlamışlardır. Kullanıcı da zaman kaybetmeden ihtiyaç duyduğu ürünleri internet üzerinden araştırmakta, en uygun fiyatlı ürünü sipariş vermektedir. Bu durumda her iki taraf için de kazanç söz konusu olmaktadır. Bugün dünyada alışverişin %20,4' ü internet üzerinden yapılmaktadır. Ancak bu durum alışveriş merkezlerindeki günlük satış miktarını olumsuz etkilemiş, bu yapıların işlerliğinin azalmasına yol açmıştır. Bu süreçte işlevini yitirmeye başlayan ve "ölü alışveriş merkezi (deadmall)" olarak adlandırılan alışveriş merkezlerinin geleceği bir süredir tüm dünyada tartışılmakta ve bu yapıların canlandırılarak yeniden kullanıma kazandırılması için çalışmalar yapılmaktadır. 2020 yılında tüm dünyada yaşanan Covid 19 pandemi salgını kişilerin davranış ve yaşam biçimlerinde ciddi değişikliklere neden olmuştur. Yaşanan toplumsal, sosyal, ticari ve mekânsal değişimler alışveriş merkezlerini de etkilemiş, getirilen kısıtlamalar ve kapanma süreçleri alışveriş merkezlerinin işlevini yitirme/ölme hızını da arttırmıştır. Bu tezin amacı günümüzün ana tüketim mekânlarından olan alışveriş merkezlerinin işlevini yitirmeye/ölmeye başlamaları sorununu toplumda yaşanan değişimler üzerinden inceleyerek, bu yapıların zaman içinde geçirdiği mekânsal ve işlevsel değişimleri analiz etmek ve bu mekânların geleceğe yönelik olası potansiyellerini değerlendirmektir. Çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan kavramsal çerçevede işlevini yitirme/ölüm kavramları ele alınmakta, alışveriş mekânlarını ortaya çıkaran tüketim kültürü ve tüketim ile değişen mekân kavramları ile alışveriş merkezlerinde yaşanan değişimler ekonomik, sosyal ve mekânsal dinamikler üzerinden irdelenmektedir. Oldenburg (1999) Aries'in 1977 yılında kullandığı "üçüncü yer" kavramını kişilerin sosyalleştiği, enformel kamusal yaşamın temel ortamları olarak ifade etmektedir. Kentsel dinamiklerin ve değişimlerin toplumda alışveriş davranışlarına ve alışveriş mekânlarına yansımaları değerlendirilmektedir. Tezin üçüncü bölümünde tüm dünyada alışveriş merkezleri için kullanılan değerlendirme kriterleri ele alınmaktadır. Uluslararası Alışveriş Merkezleri Konseyi (ICSC) değerlendirme kriterlerini dört ana etken üzerinden belirlemektedir. Bu etkenler; alışveriş merkezlerindeki mağazaların boşluk oranına göre değerlendirilmesi, alışveriş merkezlerinin ziyaretçi sayılarına göre değerlendirilmesi, tüketim alışkanlıklarında yaşanan değişimler üzerinden ve tüketici deneyimi olarak sıralanmaktadır. Bu kriterlere göre, alışveriş merkezlerindeki mağazaların boşluk oranları %40 veya daha yüksek oranlara sahip olanlar "işlevini yitiren/ölü" olarak kabul edilmektedir. Uluslararası Alışveriş Merkezleri Konseyi (ICSC) ise mağaza kullanım oranlarına bakarak, yüksek boş mağaza oranına veya düşük tüketici trafik/ziyaret düzeyine sahip olan, belirli bir biçimde zaman içinde köhneleşen alışveriş merkezlerini "ölü alışveriş merkezi" olarak tanımlamaktadır. Tezde ölü alışveriş merkezi olarak sınıflandırılan yapılarda uygulanan projeler dünyada ve Türkiye'de yapılan örnek çalışmalar üzerinden incelenmekte ve detaylandırılmaktadır. Tezin dördüncü bölümünde, alan çalışması kapsamında, İstanbul 'da halen faaliyet gösteren dört alışveriş merkezi incelenmiştir. Tez sürecinde bu dört alışveriş merkezi ile ilgili 2007, 2018 ve 2022 yıllarında alanda gözlem ve tespitler yapılmış, bu tarihlerde gerçekleştirilen mekânsal değişimler incelenmiş, mağaza karmalarındaki farklılıklar kaydedilmiştir. Mağaza birim gruplarındaki değişiklik oranları sayısal verilerle ortaya konmuş, mağaza boşluk oranlarına göre sınıflandırmaları yapılmıştır. Bu analizler kapsamında ve alışveriş merkezinin açılışından günümüze devam eden süreçte nasıl kullanılamaz hale geldiği tespit edilmeye çalışılmış, eski canlılığına kavuşturmak üzere yönetimlerince yapılan değişimlere ve ek işlevlendirmelere bakarak toplumun gündelik yaşamındaki davranışlarında ortaya çıkan değişimler tartışılmıştır. Tüm toplumlarda ve kültürlerde yaşam ve ölüm kavramı birlikte ele alınır, genellikle din faktörünün etkisiyle, ölümün farklı bir başlangıç içerdiği düşüncesi hakimdir. Kentlerde de işlevlerini yitiren, boşaltılan ve ölüme/yıkıma terkedilen yapıların kente yeniden kazandırılması amacıyla farklı yaklaşımlar sergilendiği görülür. Bu yaklaşımların amacı kent ve ülke için ekonomik bir değer taşıyan yapı ya da yapıları kente yeniden kazandırılmasıdır, Literatür incelendiğinde ölü alışveriş merkezlerinin de benzer bir yaklaşımla ele alındığı, kente önemli ekonomik katkıları olan bu yapıların yeniden kent toplumuna ve ekonomisine kazandırılması için farklı potansiyellerinin değerlendirilmesi yoluna gidildiği görülmektedir. Özellikle son dönemlerde tüm dünyada yaşanan Covid-19 pandemisi sürecinde ve sonrasında gerçekleştirilen alışveriş merkezi tasarımlarında açık alan kullanımının ön planda tutulduğu, ana cadde kavramının yapılan çalışmalara eklenerek tasarımların açık hava alışveriş merkezlerine doğru kaymaya başladığı izlenmektedir. Salgın süreci ile başlayan ve sonrasında devam eden yeme-içme mekânları, çocuk oyun alanları vb. gibi sosyal alanların tamamen dış ortama taşınması tutumunun süreceği düşünülmektedir. Gelecekte alışveriş merkezlerinin deneyim faktörünün ön plana çıktığı, eğlence ve sosyalleşme odaklı yaşam merkezlerine dönüşeceği, bireylerin kendilerini bu yaşam merkezleri üzerinden ifade edecekleri ileri sürülmektedir. Bu merkezlerdeki deneyim teknoloji odaklı olacağı gibi, son yıllarda öne çıkan sağlıklı yaşam konusuna bağlı olarak, organik ürünlerin ön planda olduğu sağlık odaklı yapılar olacağı da düşünülmektedir. Geçmişten bugüne alışveriş merkezlerinde temel eylem olan alışveriş eyleminin farklı ek işlevlerle desteklenerek yapıların sürekliliğinin sağlandığı görülmüştür, bu durumun gelişerek süreceği düşünülmektedir. Yapılan yenileme veya dönüşüm çalışmaları ile işlevini yitiren/ölü yapılar kullanıma ve kente yeniden kazandırılması konusu kent yönetimlerinin, yatırımcıların, meslek adamların ve akademisyenlerin karşısında çözülmesi gereken bir sorun olarak durmaktadır. Kent ekonomisi ve sosyal yaşamında önemli yer tutan bu tür büyük ölçekli yapıların kente yeniden kazandırılması konusunun iyi bir biçimde çözülebilmesi için konuya dahil olan tüm aktörlerin birlikte çalışmasının ve kente uygun çözümlerin üretilmesinin gerektiği düşünülmektedir.
  • Öge
    Mimari temsilde eleştiri oluş farklanmalarını sorunsallaştırmak
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-12-07) Mortaş, Mustafa ; Çebi Dursun, Pelin ; 502162009 ; Mimari Tasarım
    Dünya görüşleri, dünyayı ve evreni görme halleri farklılıklar gösterdikçe, çağlar boyunca mimari temsilin özne, nesne, imge, bilinç, düşünce, yargı ve eleştiri gibi kavramlarla olan ilişkisellikleri de farklılıklar gösterdiler. Mimari temsilin inşa edilme amacı güden baskın pratikleri aynı temsil kodlarını yapılarına aktarırlarken, inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil ortamı kendi sözlükleriyle farklı mekansallıklara işaret ettiler. Bu tez iddiasını mimari temsilin inşa edilmeye yönelik olmayan alanındaki bu farklılıklar içinde/boyunca kuruyor. Bu alanda edimsel, edimselleşme ve virtüel kavramlarının mimari temsildeki anlamları ile görsel hallerini/olaylarını eleştiri, oluş ve fark bağlamlarında tartışıyor. Tezin tartışma strüktürünü ören yöntemsel yaklaşım, Deleuzecü oluş ve fark felsefesi ile Braidottici insan sonrası eleştirel kuram arakesitinde kurgulanıyor. Tez, üst başlığının içeriğini parçalarına ayırarak bu parçalardan kritik kavramsal kelimeler çıkarıyor. Tezin araştırdığı mimari temsil dönemleri boyunca içerikleri çıkarımlanan kelimeler, o dönemde açığa çıkan ve kavranan özne, kriz, ortam, reaksiyon ve eleştiri olarak ele alınabilirler. Eş zamanlılıkta bu çıkarımlar boyunca sorunsallaştırmaya tabi tutulan kavramlar ise nesne, imge, mimari temsil ve virtüel/edimsel olarak düşünülebilirler. Tezin üst başlığını parçalarına ayırarak çıkarımlama ve sorunsallaştırma pratiklerini açığa çıkardığım tüm bu kavramsal kelimeleri ise, oluş ve fark mefhumlarının mimari temsildeki çeşitlenen hallerinin izlerini sürmek adına tartışıyorum. Bu anlamda tez içeriğinde dört farklı özne kurulumu ile dört farklı epokhal ontolojik krize yer veriyorum. Klasik öznede mimari temsili nesneleştirme edimselliğini, öznenin imgeyi bilinç içi araçsallaştırması bağlamında izdüşüm ve perspektif pratikleriyle çıkarımlıyorum. Nesneyi bilinci içerisinde psişik bir şey olarak konumlandıran klasik öznenin mimari temsilde yargı veren ve yöneten eleştirel dualitesini, başı ve sonu belirlenebilir edimsel alanda tartışıyorum. Klasik öznenin imge, nesne ve mimari temsilde yargı veren, tek odaklı dualistik araçsallığının birinci epokhal ontolojik krizi doğurduğunu keşfediyorum. Birinci epokhal ontolojik krizin kritik reaksiyonunu bir modernlik itirazı bağlamında fenomenolojik yönelimsellikle anlamlandırarak tez çalışmasında mimari temsil ve imgeyi bilincin dışında bir tür edim olarak kavramaya geçiyorum. İkinci özne kurulumu olan yönelimsel öznede epokhe kavramının eleştirelliği eleştiri oluşa açtığını, mimari temsil nesnesini bilincin dışında bir bilinçlilik türüne dönüştürdüğünü savunuyorum. Yönelimsel öznenin inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil alanında, montajın çok odaklı bitimsiz gezinti kurgusunda edimselin virtüelleşmesini, aksonometrik avangardın saydamlaşma ve yönelim kaybı atmosferinde edimselleşmenin virtüelleşmesini, sürreal imgenin ise bilinçaltı arzularda öznenin nesneleşmesi, nesnenin de özneleşmesi bulanıklığında virtüel-edimsel karışmasını karşılayabileceklerini iddia ediyorum. Fenomenolojik öznenin edimselliği terk ettiği mimari temsil alanında oluşun izlerini daha çok farklılaşma izleğiyle çıkarımlıyorum. İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru mimari temsil ve özne kurulumunda da radikal kopuşlar ve parçalanmalar açığa çıkmasıyla birlikte üçüncü özne hali olan postmodern özne ve onun eleştirel mimari temsil alanını açımlamaya yöneliyorum. Bu alanda çıkarımlanan ikinci epokhal ontolojik krizin reaksiyonunu modernlikten radikal bir kopuş bağlamında postizmlerin dekonstrüktivist anti-şehir ütopyaları ile tartışıyorum. Anti-şehir ütopyalarının kolektif bir sosyal bilinçlilikle mimari temsilde eleştiri oluşu değil, eleştirel geleneği devam ettirdiklerini, böylelikle temsilde edimselleşmenin edimseli arzulamaya geri dönmüş olabileceğini iddia ediyorum. Bu bağlamda postmodern özne ve onun anti-şehir edimselliği, oluş meselesinden koptukları için tezin çalışma alanına girmiyor. Seksenli yılların ortalarına gelindiğinde ise inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil ortamında radikal bir kırılmanın vuku bulduğunu savunuyorum. Bu kırılmanın, seksenli yılların ortalarında başlayan enformasyon ve görüntünün hızlı dolaşımı ile birlikte mimarlık kuramının sonunun gelmeye başladığını haber eden hiperepokhal ontolojik krize karşı bir reaksiyon olabileceğini açığa çıkarıyorum. Lebbeus Woods mimarlığı ile çıkarımladığım bu radikal kırılma, mimari temsilde eleştiri oluşun virtüel olay farklanmalarını tetikleyen insan sonrası bir alana geçişi kurguluyor. Tezin iddiasına göre bu dönemde baskın bir insan merkezli eleştirellik, parametrisizm ve eleştirel sonrası sonuç odaklılığı savunmasıyla yeni bir tür krize sebebiyet veriyor. Bu krize epokhal-ötesi ontolojik kriz ismini veriyorum. Böylelikle tez, dördüncü özne hali olan insan sonrası oluş ile epokhal-ötesi ontolojik krizin reaksiyonu bağlamında montaj-oluş, organsız-beden oluş ve protez-oluş olaylarının mimari temsildeki virtüel farklanmalarını sorunsallaştırma alanında genişleyerek açımlanıyor. Tez, inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil alanındaki insan sonrası oluşun virtüelliğinde farklılaşmanın hiçbir haliyle yer alamayacağını, temsilde olay farklanmalarının açığa çıkıp duruyor olduğunu iddia ediyor. Bu iddia, Woods mimarlığını yanına alarak, yirmibirinci yüzyıldaki iki örnek olay olan Bryan Cantley ve Ryota Matsumoto temsilleri ile kapma-oluşun yaratıcılığı bağlamında sorunsallaştırılarak virtüel farklanma kavramında tartışmaya açılıyor. Oluş farklanmaları ve insan sonrası düşüncedeki kuramsal kavrayışların, hayallemeye, tarihselci doğrusallıktan kaçmaya ve kavramsal eleştiri oluş temsilleri yaratmaya imkan tanıdığı savunularak, Cantley'nin mechudzu veya eşiksel-sonrası bulanma gibi kavram yaratımları makinik-prostetik kapma-oluş atmosferlerinde tartışılıyor. Cantley'nin atmosferindeki oluş farklanmaları, olayın içinde kalarak, protez ve organsız bedenin olanaklarıyla gerçekleşenlerin aralarına ve çatlaklarına sızarak, aşinalığımızın tersyüz edilmesi ve yersizyurtsuzlaşma aracılığıyla araştırılıyor. Ryota Matsumoto'nun mimari temsil atmosferi ise, kentsel biyoteknolojik ve morfogenetik oluş farklanmalarının virtüel alanda kalan yaratıcı olayları etrafında ve boyunca çıkarımlanıyor. Bu temsil alanında mimarın klasik özne alışkanlıklarını benimsemeyişi, teknolojiden teknoloji aracılığıyla çıkan bir insan sonrası alanın eleştirelliğini olumlaması, edimselleşmenin farklılaşan sonlu olumlamaları yerine virtüelliğin farklanan saf olumlamalarındaki kapma-oluşlarında yaratıcılığa uğruyor olduğu açığa çıkarılıyor. Tez, inşa edilmeye yönelik olmayan mimari temsil alanında edimselleşmenin farklılaşmaları pratiklerinde yaratıcılıktan bahsedilemeyeceğini, yaratıcılığın bilindik öznesiz virtüel olay farklanmalarındaki montaj-oluş, organsız beden-oluş ve protez-oluşlardaki kapma-oluş dinamiklerinde açığa çıkabileceğini, bunun da özne ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını iddia ediyor. Çalışmanın kendi yönetimsel kodları ve geleneksel konformizmiyle güvenli sularda gezinen bilinçli mimarlık öğrencisi ve mimar personasının temsil dilindeki felsefi/politik aktarımını yeniden gözden geçirmesi ve sorunsallaştırmasına olanak tanıyacağını düşünüyorum. Daha da kritik olanı, yaratıcılık olduğu düşünülen mimari temsildeki edimselleşme farklılaşmalarının kendisini edimselin olumsuzuna doğru hazırlıyor olduğunun; bunun yaratıcılık ve farklanma ile ilgisinin olmadığının anlaşılması gerekliliğini mimari temsilde eleştiri oluş farklanmaları bağlamında gündeme getirme niyeti taşıyorum.
  • Öge
    Employing Grids: A Discursive Account of Spatial and Performative Skills
    (Graduate School, 2022-08-08) Gürpınar Cürgen, Hatice Cansu ; Kahvecioğlu, Hüseyin ; 502142017 ; Architectural Design
    As a net thrown into the space, a curtain drawn to the eye, a method coded into the mind, grids are omnipresent and repetitive in every stage of spatial design and order. Grids are forms of repetition and are also repeatedly related to the most immanent discussions of architectural theory, as in originality, modernity, rationality, autonomy, typology, functionality, and temporality. This study focuses on grids' repetitive and operative employments and diverging roles in architectural and spatial design projects. Grids as concepts are problematised in this approach, generating interest due to blurring boundaries in their roles as both a design tool and a designed outcome. Grids are associated with a wide range of attributions, adjectives, and performative qualities for their design roles. Based on the findings of the preliminary genealogical study of what the word "grid" refers to, the research interest is directed towards grids' relation and contribution to the production of architectural knowledge. How do they become performative, thus operative in design processes and within a larger context of cultural, political, and social practices? Aiming to explore the interrelations of varying performances and skills of grids when they are employed in different stages of designing and maintaining spaces, the methodical trajectory of this research follows the principles of the grounded theory approach, starting by cultivating examples of spatial grids under various rubrics. I examine the literature throughout the second chapter in order to analyse it under the emergent categories in the following chapters. An extensive survey in geology and history of settlements, art and representation history, scientific and technological engagements, graphic design, philosophy, and architectural design guided the emergent categorisation of grids' operational capacities. Drawing upon two strands of their skill sets, the hard and soft skills, the third and fourth chapters aim to determine these emergent and divergent roles and attributions assigned to grids in designing and governing spaces. Accordingly, the hard skills cover an array of grids, operating in different stages of the design and envisioning spaces; they are employed for projection, composition, calculation, compilation, contemplation, and emancipation. Whereas the soft skills are concentrated on spatial conditions envisioned and created by the grids, the chapter focuses on their regulative, administrative, and captive roles, through which a particular spatial organisation is exercised. Critically engaging with grids through their spatial implications and theoretical reflections, I cross-read and position grids' agency in producing and affecting architectural knowledge and spaces in the last chapter. Examining spatial gridding practises in dialogue with power/knowledge structures, this dissertation discusses how and through which technologies the grid has become an available apparatus for forming and disciplining architectural thinking and its praxis. As a part of its findings, this study suggests evaluating grids as dispositifs, xx particularly in formations and validations of Western architectural conceptions and their dissemination.