LEE- Mimari Tasarım-Doktora

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 30
  • Öge
    Sanal mekanın anısı: Orada ol[ma]mak ve arada olmak
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-02) Bayrakçı, Zeliha ; Arı, İffet Hülya ; 502132021 ; Mimari Tasarım
    Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olan mekân, gündelik hayattaki deneyimlerle ilişkili olarak belleğe yerleşir ve anıların bağlamını oluşturur. Dolayısıyla kişinin geçmişinin bir parçası olan mekân, bir anımsatıcı işlevi görür ve geçmişin canlanmasını tetikler. Araştırmacının daha önce bulunmadığı bir kentte yaptığı gezinti sırasında karşılaştığı bir mekan hatırlamanın gerçekleşmesine neden olmuştur. Bu noktada, araştırmacı daha önce bulunmadığı bir mekanın hatırlamayı tetiklemesini sorgulamaya başlamıştır, çünkü bir mekanın anımsatıcı olabilmesi için kişinin geçmişinin bir parçası olması gerekir. Diğer bir ifadeyle, araştırmacı geçmişte o mekanda bulunmuş ya da bir şekilde karşılaşmış olmalıdır. Öyleyse araştırmacı bu mekanla nasıl karşılaşmıştır? Bu soru, araştırmacıyı geçmişte izlemiş olduğu bir filme ve filmin sanal mekanına götürmüştür. Geçmiş deneyime dönüş ve karşılaşılan sanal mekan, çalışmanın amacının ortaya konulmasına aracılık etmiştir. Bu bağlamda, karşılaşılan bir mekanın tetiklediği hatırlamanın sorgulanması ile başlayan araştırmanın amacı, bellek ve sanal mekan arasındaki ilişkinin sorgulanması ve tanımlanması olarak belirlenmiştir. Çalışmanın amacı doğrultusundaki sorgulama, bellek ve mekan arasındaki mevcut ilişki içerisinde sanal mekanın izlerinin aranması ile başlamıştır. Bellek ve mekan arasındaki ilişki bağlamında yapılan literatür araştırması sırasında çoğunlukla fiziksel mekanlar ile karşılaşılmıştır. Bu nedenle, bellek ve sanal mekan arasındaki olası ilişkilere dair sorgulama, bellek ve mekan arasındaki ilişkinin fiziksel mekanın ötesine taşımayı da amaçlamaktadır. Karşılaşılan bir mekanın tetiklediği hatırlamaya dair sorgulama ve sorgulamaya eşlik eden şahsi-diyalog, çalışmanın amacının belirlenmesinin yanı sıra metodolojinin belirlenmesinde de rol oynamıştır. Araştırmacı, araştırmanın metodolojisini heuristik sorgulama ile ilişkilendirmiştir. Bunun nedeni, heuristik sorgulamanın öznel insan deneyimlerine odaklanması ve araştırmacının otobiyografik bir deneyim aracılığıyla ilgilendiği bir konuyla ilk bağlantısı ve ilk karşılaşmasından doğmasıdır. Dolayısıyla araştırmacının öznel deneyimi ile başlayan sorgulama, araştırmacının öznel deneyimleriyle devam etmiştir. Yaşanan hatırlama sırasında araştırmacı kendisine çeşitli sorular sormuştur, diğer bir deyişle kendisi ile bir diyalog kurmuştur. Bu şahsi-diyalog bir şahsi-sorgulama sürecidir ve bu süreç araştırmacının geçmiş deneyimlerine dönüşlerine dayanmaktadır. Bu bağlamda, araştırmacı çalışma sürecini bir şahsi-diyalog olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla süreç boyunca, araştırmacı kendi deneyimlerine geri dönmüştür. Geçmiş deneyimlere geri dönmek ve onları betimleyerek yeniden yaratmak çalışmanın veri toplama yöntemi olarak kabul edilmiştir. Heuristik arayışta, geçmiş deneyimin yeniden yaratılması, deneyimi yaşayan kişi tarafından deneyimin eksiksiz bir şekilde betimlenmesini dayanır. Bu bağlamda, araştırmacı betimlemeleri yapmak için geçmiş deneyimleriyle ilişkili kişisel notlarından yararlanmıştır. Elde edilen veriler (hatırlamalar), şahsi-diyalog olarak görülen tez sürecinin tez metnindeki yansımaları olarak görülmüştür. Bu bağlamda, veriler tez metni içerisinde tezin anlatı kurgusu ile ilişkili olarak konumlandırılmıştır. Tez metni içerisinde karşılaşılan hatırlamalar, bir durumu, bir olayı açıklamak ya da örneklemek amacıyla tez metninde yer alırken 'Arada Olmak' başlıklı bölümde yer alan hatırlamalar, ortaya konulan varsayım bağlamında, deneyimsel anı ve sanal mekan arasındaki ilişkiyi ortaya koymanın araçları olarak kullanılmıştır. Tanımlanan hatırlamalar, ortaya konulan varsayım bağlamında analiz edilmiştir. Bölüm kapsamındaki verilerin analizi, araştırmacı tarafından 'tamamlanma' olarak adlandırılan analiz seti aracılığıyla yapılmıştır. Çalışmanın amaç, varsayım ve metodolojisi içeren 'Giriş' bölümünün ardından mekânın bellek ile kurduğu ilişki bağlamında yapılan literatür araştırması, çalışmanın 'Bellek, Mekan, Hatırlama' başlıklı ikinci bölümünde; 'geçmişi koruma ve geçmişin varlığını sürdürme', 'imgeleştirme' ve 'geçmişin parçası olma ve geçmişi canlandırma (hatırlatma)' olarak adlandırılan alt başlıklar kapsamında özetlenmiştir. Bir mekanla karşılaşma sonucu gerçekleşen hatırlama ile başlayan sorgulama bağlamında, 'Bellek, Mekan, Hatırlama' başlıklı bölümün odağı 'geçmişin parçası olma ve geçmişi canlandırma (hatırlatma)' alt başlığının kapsamında ele alınan mekanın anımsatma işlevidir. Bir mekânın anımsatıcı olarak işlev görmesi, o mekânın kişinin geçmişinin bir parçası olduğunu gösterir. Bir mekânın kişinin geçmişinin bir parçası olabilmesi için, kişinin geçmişte bu mekanla bir şekilde karşılaşmış olması gerekir. Çalışma kapsamında geçmişte yaşanan bu karşılaşmalar doğrudan ve dolaylı karşılaşmalar olarak ele alınmıştır. Doğrudan ve dolaylı karşılaşmalar, mevcudiyet ve bellek kavramları ile ilişkilendirilerek tez çalışmasının dayandığı kavramsal ilişkiler ortaya konulmuştur ve kavramsal ilişkiler paralelinde çalışmanın strüktürü oluşturulmuştur. 'Orada Olmak: Deneyimsel Bellek' başlığı kapsamında konu edilen doğrudan karşılaşma, yaşanan deneyimin ya da olayın mevcudiyetinde olmak ile ilişkilidir. Bir şeyin mevcudiyetinde olma, onunla eş zamanlı ve paylaşılan bir yerde olmayı ifade eder. Bu bağlamda, yaşanan olayın ya da deneyimin mevcudiyetinde olan kişi, olayın ya da deneyimin şahidi olarak oradadır. Kişi, kendine şahidi olarak (özne) ya da başkalarının başına gelenlerin şahidi olarak orada olabilir. Tanımlanan her iki şahitlik durumunun sonucunda kişi, deneyimsel anılara sahip olur. Deneyimsel anıların hatırlaması, genellikle şimdiki zamandaki bir uyaranın (mekân, ses, koku, vb.) tetiklemesiyle gerçekleşir. Hatırlama sırasında geçmişte yaşanan olay ya da deneyim ile ilişkili olarak kişinin zihninde bir anı-imge belirir. Geçmiş ile ilişkili olarak anı-imgenin bir parçası olan mekân ise bir zihinsel mekandır. Zihinsel mekân olarak tanımlanan, zihin tarafından yaratılan ve fiziksel mevcudiyeti olmayan sanalmekandır. 'Orada Ol[ma]mak: Orada Olmayan Mekan ve Aktarılan Anılar' başlığının odağında yer alan dolaylı karşılaşma; bir olay, deneyim ya da mekân ile medya aracılığıyla karşılaşma olarak ifade edilmiştir. Dolaylı bir karşılaşma yaşayan kişi, doğrudan karşılaşma ile karşılaştırıldığında farklı bir şahitlik (ikinci elden şahitlik) konumundadır. Medya aracılığıyla şahitlikte, kişi şahit olunan olayın ya da deneyimin mevcudiyetinde olmayabilir (şahitlik durumu medya türüne bağlı olarak değişkenlik gösterebilir). Örneğin; film ya da fotoğraf aracılığıyla şahit olunan olayda kişi olayın gerçekleştiği zamanda ve mekânda mevcut değildir. Olay, filmin ya da fotoğrafın sanal mekânında ve geçmiş zamanda gerçekleşir. Dolayısıyla kişi, olayın mevcudiyetinde, diğer bir ifadeyle olayın gerçekleştiği sanal mekânda-orada mevcut değildir. Ancak kişi medya aracılığıyla hiç bulunmadığı mekanlara, yaşamadığı olaylara ve kendisine ait olmayan deneyimlere dair anılara sahip olabilir. Bu nedenle, medya tarafından yaratılan sanal mekanların, deneyim ve anı aktarımına aracılık ettiği söylenebilir. Deneyim ve anı aktarımı, 'aktarımsal mekân' kavramı ile ilişkilendirilerek tartışılmıştır ve bu tartışma, 'sanal mekân sadece bir aktarım mekânı mıdır?' sorusunu ortaya çıkarmıştır. Sorunun cevabını arama sürecinde, sanal mekânın yaratıldığı farklı medya türleri bağlamında kişinin şahitlik pozisyonunun ve dolayısıyla sanal mekânın deneyiminin değişkenlik gösterdiği ortaya konulmuştur. Tanımlanan değişkenlik, kişinin özne ya da şahitlik pozisyonuna geçme ve sanal mekânın deneyimin gerçekleştiği mekân haline gelme potansiyelinin göstergesi olmuştur. Bu bağlamda, sorunun cevabını arayış, bir varsayım ile karşılık bulmuştur: Ortaya konulan değişkenliğin kişinin sanal mekânda mevcut olma hissine sahip olma olasılığı etkileyebileceği düşüncesinden hareketle, kişinin sanal mekânda mevcut olma hissine sahip olduğu durumda yaşanan deneyimin anısı deneyimsel belleğin bir parçası haline gelir. Araştırmacı tarafından ortaya konulan varsayım, 'Arada Olmak' adlı bölümde SG teknolojisi aracılığıyla tartışılmıştır. SG teknolojisinin seçilme nedeni, SG teknolojisinin kişiyi sanal mekâna taşımak olarak tanımlanabilecek amacıdır. Ancak SG deneyimi sırasında kişi tam olarak sanal mekâna taşınamayabilir, diğer bir ifadeyle sanal mekânda olduğu hissine sahip olamayabilir. Bunun nedeni, SG deneyimi sırasında fiziksel mekân ve sanal mekanla eş zamanlı sürdürülen diyalog olduğu düşünülmüştür. İkili diyalog-ikili beden durumunu sonlandırmak ve böylece kişiyi sanal mekâna taşıyabilme düşüncesinden hareketle, araştırmacı tarafından 'tamamlanma' adı altında bir analiz seti oluşturulmuştur. 'Tamamlanma', ortaya konulan varsayım bağlamında araştırmacının SG deneyimlerinin incelenmesine aracılık ederek bellek- özellikle deneyimsel anı ve SG teknolojisi tarafından yaratılan sanal mekân arasındaki olası ilişkinin tanımlanmasına olanak sağlamıştır. Çalışma sonucunda, araştırmacının bellek ve sanal mekân arasında kurmaya çalıştığı ilişkiler, çalışma süresince karşılaşılan ve 'zihinsel mekân olarak sanal mekân', 'aktarımsal mekân olarak sanal mekân' ve 'deneyimin mekânı olarak sanal mekân' olarak adlandırılan farklı sanal mekanlar üzerinden tanımlanmıştır. Çalışma sürecinde karşılaşılan sanal mekanların yaratılması ve deneyimlenmesindeki teknolojik farklılıkların, bellek ve sanal mekân arasındaki ilişkiye yansıdığı görülmüştür. Bu bağlamda, bellek ve sanal mekân arasındaki ilişkinin değişken bir yapıya sahip olduğu sonucuna varılmıştır. Sanal mekânın yaratılma ve deneyimlenme teknolojilerinde süregelen gelişmeler, farklı sanal mekanlarla karşılaşılabilme olasılığını artıracaktır. Bu olasılık, bellek ve sanal mekân arasındaki ilişki bağlamında, potansiyel tartışmaların ortaya çıkabileceğini işaret eder. Dolayısıyla ortaya konulan bu çalışmanın gelecekteki potansiyel tartışmalara kaynaklık edeceği düşünülmektedir. Çalışmanın bir diğer sonucu, çalışma kapsamında bellek ve sanal mekan arasında kurulan ilişkilerin mekanın bellek ile kurduğu ilişkiler bağlamında sorgulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu sorgulama, bellek ve mekan arasındaki ilişkilerin, zihinsel mekanların (sanal mekanların) ve ve sanal mekanların (farklı medya türleri tarafından üretilen sanal mekanların) dahil edilmesiyle fiziksel mekanın ötesine taşınabileceğini göstermiştir.
  • Öge
    Mimarlıkta fiziksel modeller, yapmanın olaysallığı
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-11-13) Kayhan Köseoğlu, Çiğdem ; Gökmen Pulat, Gülçin ; 502142003 ; Mimari Tasarım
    Mimarlık disiplininin varoluşsal gerçekliği olan mekânın üretimi, mimar ve tasarımcıların, pratik üzerinden algılanan yapma olgusunu sorgulamalarını sağlayan bir mimarlık kuramını ortaya çıkarmaktadır. Mimarlık kuramı için dikkate değer olan, yapma olgusunun hangi nitelikte, hangi ölçekte ve tasarım sürecinin hangi kısmında ele alındığıdır. Kuram ve pratik ilişkisini, mimari pratiğin üzerine ilerlediği ilişkiler katılaşmadan, diğer bir deyişle yapı inşa edilmeden ele alınabilir. Bu ilişkilerin teorileştirilmesi, pratikte kullanılan tasarım araçlarının taşıdığı olasılıkların kuram tarafından incelenmesi ile mümkün olur. Tez, mimari pratik içinde kullanılan fiziksel modelin yapım eylemine odaklanmakta ve bu eylem kapsamında gerçekleşen olayları yöneten tasarım kararlarını olaysallık kavramı altında incelemektedir. Mimari pratik, yapma eylemiyle ve sonuçlarıyla ilgilenen grupların karmaşık etkileşimleri içinden doğar ve süregeldiği anın ilerisini tarif eden sürekli bir belgeleme durumunu ifade eder. Fiziksel modelin kullanımı bu etkileşimlerden yalnızca biri olmasına rağmen tasarlama ve üretim yoğunluklarının birbirine dönüşebildiği bir alanda yer alır. Günümüzde mimar inşa eden olmamasına rağmen inşa etmek üzere fiziksel çevre bağlamında ele alınması gereken hakimiyet hissini fiziksel model aracılığı ile bilişsel bir duruma dönüştürebilir ve yapının maddeselliğini kavrayabilir. Bu açıdan fiziksel modeli araştırmak, anlık bir gerçekliği araştırma konusu yapmanın mümkün olup olmadığıyla ilgili olduğu kadar, tasarım yapanın deneyiminin mimarlık pratiğinde yok sayılmış olduğu gerçeği ile de ilgilidir. Fiziksel modeller, mimarlık pratiği içinde yanlızca temsil amaçlı kullanılmayan, hatırlatıcı, açıklayıcı, belgeleyici araçlardır. Bu araçların elle tutularak müdahale edilebilen fiziksel parçaları hem bir inşa anının canlandırır hem de nesnenin tamamlanmamış olmasının verdiği çağrışım gücü ile epistemik objelere, bilgi üretim mekanizmalarına dönüşürler. Tezde ele alınan fiziksel modeller yapım koşullarına göre çalışma maketi, prototip (ön model),tam boy model (mock-up) ya da prova yapısı (rehearsal) olarak adlandırılabilmektedir. Bahsedilen fiziksel modellerin seçimindeki temel unsur, güncel dijital ve analog teknikleri melezleyen, ölçek temelli bir anlaşılabilirlik inşa ederek tasarım ve mimarlık dünyasının aktörleriyle etkileşime girebilen dinamik yapılar olmalarıdır. Dolayısıyla bu temsillerin oluşumlarını incelemekteki amaç, günümüzde tasarımın nasıl bir olguya dönüştüğünü araştıran bir zemin yaratmaktadır. Tezde, öncelikle farklı mimari pratiklere ait fiziksel modellerin ele alındığı kuramsal çerçeveyi belirleyen; kavram ve tanımlar açıklanmakta, literatürdeki kullanımları irdelenmektedir. Sonrasında olaysallık kuramı ile bu kuramın değerlendirilmesinde kullanılan deney ve olasılık, ölçek, malzeme ve süreç ile bütünün parçası olarak belirlenen kavramsal filtreler tanımlanmaktadır. Üçüncü bölüm, mimarlıkta yapma eyleminin tarihsel sürecine odaklanmaktadır. Yapma eyleminin mimari tasarım içindeki yeri, yerel mimarlık üretimleriyle ilişkili olarak zanaat olgusuyla karşılaştırılmaktadır. Yerel mimaride zanaat olarak adlandırılan gelenekselleşmiş üretim pratiği ile yapma eylemi arasındaki kökensel benzerliğin fark edilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca, fiziksel modelin tarihsel sürecine yer verilmektedir. Bölümün sonunda, sürecin güncel olarak deneyimlendiği noktayı anlamak adına sayısal zanaat düşüncesinin maketler üzerindeki etkisi aktarılmaktadır. Fiziksel modelin mimari tasarım pratiğindeki kullanımına, bakmayı hedefleyen dördüncü bölümde ise, üç mimarlık ofisi ile yapılan görüşmelerin analiz ve değerlendirmelerine yer verilmektedir. Olaysallık kavramını analizler üzerinden çözümleyen beşinci bölümde, mimari tasarım sürecinde geçerli olan yapma bilgisinin güncel içeriği, bu içeriği ortaya çıkaran temel görüşleri karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır. Tezde olaysallık kuramı üzerinden yapılan çıkarımlar aracılığıyla, mimarlık pratiğinin tasarım süreçleiryle ilişkilenen genel geçer prensiplerine eleştirel bir bakış açısı geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu bakış açısı ile günümüzde hem tercih edilme hali ve hem etkinliği artmış olan dijital tasarım araçlarının mimarlığın özünde olan yapma olgusunu ve mimarın deneyimi nasıl dönüştürdükleri fiziksel modelin henüz terk edilmemiş gibi görünen maddeselliği ele alınarak incelenmektedir. Fiziksel modellerin kazandırdığı tasarlama halini oluşturma ve tasarlanan nesneyi mimarın bireyselleştirdiği bir sistematik dahilinde geliştirme durumunun fiziksel model yapımının getirdiği düşünme alışkanlıkları ile örtüştüğü görülmektedir. Tezde alan çalışması olarak seçilen fiziksel model kullanımının tasarım aşamalarına göre konumlanışı ve model yapma yöntemleri birbirinden oldukça farklı olan üç Mimarlık Pratiği/Ofisi, modelin kazandırdığı düşünme prensiplerinin pratikler arasında nasıl ortaklaştığının görülmesini sağlamıştır. Tezin öngörüsü, yapma yöntemleri çeşitlilik gösterse bile, modelin imgesi ve sağladığı bütüncül düşünme itkisinin dönüşerek mimari pratikteki yerini koruyacağını yönündedir.
  • Öge
    A computable vitality: Kenzo Tange's architectural system
    (Graduate School, 2024-09-12) Berber Tolunay, Cansu ; Özkar, Mine ; 502112014 ; Architectural Design
    Kenzo Tange's methodology of vitality as a design tool is explored in depth in this study. Tange, a leading figure in the Metabolist movement, revolutionized urban design with his visionary plans, develops a design methodology by referencing information derived from city flows. Tange perceived cities as living organisms that required continuous nurturing through vital elements to thrive. His approach deeply considered the dynamics of different movement types in city, proposing architectural solutions that would not only accommodate but actively promote the growth and expansion of urban planning. Tange's approach to understanding urban dynamics involves conducting flow analyses of the existing traffic system, which define the movements within and outside the city. Tange's use of movement as a regulatory and form-giving tool is explored which draws upon original research from the Harvard University Kenzo Tange archive, especially the Skopje Project. It posits that the repetitive, cyclic nature of pedestrian and vehicle movement is not just a characteristic of urban life but a driving force behind urban design. This approach underscores the Metabolist focus on cities as dynamic, living entities that continually evolve and adapt to ensure their vitality and sustainability. In his proposals, Tange introduced innovative structures that catalyzed urban movement, thereby ensuring the development of functional spaces within the city fabric. Tange determines that the intersection of different movements will create transitional areas and generate creative forms, not through design speculation but through analysis. Archive research shows how the process serve as primary data in the design process and how the analyzed dynamics of the city and Tange's reading of the city and its dynamics play a central role in formulating these movements. Tange layers movement vertically and then relates each layer horizontally to maintain fluidity. The productivity of this concept in urban design lies in the layering of movement and transmitting it through different forms and spatializations within its flow. Kenzo Tange's use of symbols in his urban design for Skopje represents a sophisticated method of encoding the dynamic processes of urban growth and change. By employing basic geometric shapes like triangles, circles, and lines, Tange developed a visual language that mapped out not only the physical infrastructure of the city but also the flow and movement within its urban space. These shapes were thoughtfully selected, with each carrying specific meanings that contribute to a deeper understanding of the urban landscape. xxiv Tange's integration of these symbols into his urban planning diagrams provided a clear and systematic depiction of how various elements of the city interact and function together. Focusing instead on creating a urban system capable of adapting to growth and change, the diagrams function as a rule system that guides the development and transformation of the city, ensuring that each component, communication space— a road, building, or public space—plays an effective role in the overall urban fabric. This method showcases Tange's visionary approach to urban planning, where symbolism and functionality converge to foster a cohesive and adaptable urban environment. Tange's work bridges Eastern and Western thought, particularly the notion of "vitality" in architecture. Tange's approach goes beyond aesthetic considerations, involving human movement and experience. While his methods may seem abstract through today's computational lens, they were operating like a coding system despite not being recognized as such. Tange's urban analysis, relational studies, and systemic observations contributed significantly to the development of architecture and systems thinking, offering a precursor to modern computational design approaches.
  • Öge
    Kapitalist mekân üretimi olarak toplu konut ve mimar aktörün değişen rolü
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-02-01) Duran Çetken, Pelin ; Uluoğlu, Belkıs ; 502112022 ; Mimari Tasarım
    Kapitalizm, kullanım değeri yanı sıra bireyler ve toplumlar için anlamsal değeri de olan nesneleri, daha çok değişim değeri ile tanımlayarak birer metaya dönüştüren bir sistemdir. Yaklaşık iki yüzyıldır diğer tüm meslek alanlarında olduğu gibi mimarlık da kapitalizmin etkileri ile dönüşmektedir. Mimarlığın mekânsal ve mesleki örgütlenme biçimleri kapitalist üretim tarzının örgütlenme biçimleri bağlamında değişmektedir. Bu tez neoliberal ekonomi politikalar çerçevesinde kentlerin birer işletme gibi yönetildiği, buna bağlı olarak çok uluslu sermaye akışlarının, kitlesel üretim ve tüketimin, küreselleşmiş emek ve piyasaların kentler ve dolayısıyla mimarlık nesneleri üzerinden daha çok varlık gösterdiği geç kapitalizm döneminde mimarlığın mesleki olarak nasıl örgütlendiğini ele almaktadır. Bu bağlamda küresel boyutta markalaşmış yıldız mimarlar ve üretimlerine değil; kitlesel üretim olgusu çerçevesinde büyük sermayelerle, büyük ölçeklerde, çok sayıda, hız ve tekrar esaslı olarak üretilen mimarlık nesnelerinin mimarlıklarını ve mimarlarını araştırmaktadır. Bugün kentsel mekân üretiminin çoğunluğunu oluşturan bu mimarlıklar gündelik hayat ekonomisi içinde öncelikle meta değerleri ile var olmaktadırlar. Mimarlık tarih yazımına, mimarlık kurumlarına (mimarlık okulları, yarışmaları vb.) ve mimarlık medyasına bakıldığında mimarın kahraman, dâhi bir yaratıcı; özel bir sanatçı olma imgesiyle temsil edildiği görülmektedir. Günümüz yıldız mimarları gerek kendilerinin ve markalarının gerekse de tasarımlarının sunuş biçimleri ile bu imgenin karşılığını küresel boyutta çok daha güçlü hale getirmektedirler. Öyle ki yıldız mimar imgesi, küreselleşmenin bir sonucu olarak mimarın tek tipleşen imgesi hâline gelmekte ve diğer tüm mimarlık yapma biçimlerinin üstünü örtmektedir. Bu mimarlık yapma biçimleri içerisinde özellikle de kentlerdeki mekânsal üretimin çoğunluğunu oluşturan, piyasa ekonomisinin arz talep dengesine göre kitlesel olarak üretilen mimarlıklar ve mimarları görünmezliği en çok olanlardır. Büyük ölçekli, büyük sermayeli, tekrar esaslı, çok sayıda, hızlı ve kâr odaklı olarak gerçekleşen bu mimarlıklar çoğunlukla ekonomi ve gayrimenkul piyasası kapsamında yer almaktadır. Kitlesel üretimin bir parçası olan bu mekânların tasarım ve üretim süreçlerinde nasıl bir karar mekanizması olduğu; karar vericilerin nasıl örgütlendiği, mimarın bu kararlar ve karar vericileri örgütlenmesi sürecinde nasıl bir karar verici olduğu konuları ise mimarlığın tartışılan konuları arasında değildir. Bu çalışmanın amacı kapitalist üretim tarzı bağlamında mimarlık pratiğinin mesleki örgütlenme biçimlerine odaklanarak, mimar aktörün bu örgütlenme yapısında hangi karar aşamalarına, nasıl dahil olduğunu sorgulamak ve buradan hareketle kapitalist üretim tarzının dönüştürdüğü mimar tanımını ortaya koymaktır. Bu hedef doğrultusunda tezin alan çalışması, 2000 sonrası dönemde, son on yıl içerisinde İstanbul'da devlet ve özel sektör tarafından gerçekleştirilen büyük ölçekli toplu konut projelerinin tasarım ve üretim süreçlerinde yer alan inşaat şirketi yöneticileri ve mimarları ile süreçteki karar mekanizmalarına dair yapılan görüşmelerin analizine dayanmaktadır. Tez, ortaya koyduğu karar ve karar verici örgütlenme şemaları üzerinden kitlesel olarak üretilen bir metanın tasarım süreci sırasında mimar aktörün bir karar verici olarak rol tanımını yapmaktadır. Alan çalışmasının sonuçları göstermektedir ki inşaat şirketlerinin şirket kurumsal kimlikleri, marka değerleri ve sermaye büyüklükleri doğrultusunda aldıkları arsa seçim ve hedef kitle kararları mimari müellif seçimini ve mimari müellif ile kurulan ilişkiyi belirleyen, mimarın nasıl bir karar verici olacağının sınırını çizen temel iki karar olmaktadır. Tezde bu durum "arsa ekonomisi" ve "marka değeri ekonomisi" kavramlarıyla ele alınmıştır. Büyük ölçekli, büyük sermayeli, çok sayıda, tekrar esaslı, hızlı, kâr odaklı ve ekonomik üretilen bir meta olan toplu konut nesnesinin tasarım ve üretim sürecinin örgütlenmesi, diğer metalar gibi satış aşamasının planlanması üzerinden gelişmektedir. Dolayısıyla kentin hangi bölgesinde, nasıl bir maliyetle çalışılacağı ve hangi gelir grubu kitlesi için üretim yapılacağı soruları üretilen nesnenin nasıl bir mimarlık ürünü olacağını da belirleyen olmaktadır. İnşaat şirketleri kendi şirket kimlikleri, sermaye ölçekleri, arsa değeri ve hedef kitle seçimi üzerinden tanımladıkları ekonomiler (arsa ekonomisi ve marka değeri ekonomisi) çerçevesinde mimari müellif seçimlerinde üç farklı yöntem uygulamaktadırlar. Bunlardan ilki davetli yarışma açma; ikincisi daha önceden çalışılmış, tanıdıklık ilişkisi bulunan bir mimarlık ofisiyle çalışma; üçüncüsü ise kurum içi mimari departman aracılığıyla şirket dışına çıkmadan proje üretiminin tüm aşamalarını sağlama yönündedir. Kitlesel üretim söz konusu olduğunda inşaat şirketleri toplu konut tasarım ve üretim süreçlerini şirketin kârını arttıracak şekilde esnek birikim üretim tarzı bağlamında örgütlemektedirler. Bu noktada şirket üst düzey yöneticilerinin bunu yapabilmek adına tasarım ve üretim süreci kararlarını parçalara böldüğü, her parçadan farklı bir mimarlık ofisini sorumlu kıldığı bir örgütlenme yapısı ortaya çıkmaktadır. Mimar aktör, kapitalist mekân üretiminin çok aktörlü ve çok kararlı mekanizması içerisinde tanımlı olan uzmanlıklarının da ötesinde "esnek bir işlevsellikle" ayrışmaktadır. Alan çalışması kapsamında oluşturulan kararlar ve karar vericiler ile ilgili şemalar doğrultusunda bulgulanan mimarlık yapma modelleri şu şekildedir: Konsept Geliştirici Mimar, İş İnsanı Mimar, Kurum İçi Mimar, Bütünsel Tasarımcı Mimar ve Bürokrat Mimar. • Konsept geliştirici mimar modeli, işveren şirket ya da devlet kuruluşu için projenin kentin birim metrekare olarak değerli bir bölgesinde, özel bir hedef kitle için düşünülen projelerde mimari müellifin genellikle davetli yarışma yöntemi ile belirlenmesi ile oluşan mimarlık yapma modeli olmaktadır. Mimari müellif burada projenin ve şirketin marka değerinin prestijini arttıran bir unsur olarak görülmektedir. Mimari müellifin verdiği kararlar projenin konseptini geliştirme odaklı olmakta; projenin uygulama sürecindeki kararlarda söz hakkı olmamaktadır. • İş insanı mimar modeli ise şirketlerin "tanıdıklık ilişkisi" esaslı mimari müellif seçme yöntemlerinin bir parçası olarak ortaya çıkmakta; tasarım ve uygulama süreci kararlarında inşaat şirketinin bir parçası gibi hareket eden bir mimarlık yapma modelidir. Bu mimarlık modelinde mimari müellif ile ilgili inşaat şirketi arasında ortak iş yapma geçmişi bulunmaktadır. Buradan kaynaklı olarak mimar şirketin kurumsal diline hakimdir. Tüm bu sebeplerle şirketlerin risk almak istemedikleri projelerde, özellikle de şirketin yatırım ve pazarlama stratejileri doğrultusunda birim metrekare olarak kentin değerli bölgelerinde, özel hedef kitleleri için planlanan projelerde bu mimarlık yapma modeli karşımıza çıkmaktadır. "İş insanı mimar" modeli büyük ölçekli, farklı uzmanlık alanlarından mimarları bünyesinde barındıran ofisler çerçevesinde ortaya konan bir mimarlık yapma modelidir. • Bütünsel tasarımcı mimar modeli tasarım ve uygulama süreçlerinin işveren şirket tarafından bölünmesine, parçalanmasına karşı çözümler üreten mimarlık yapma modelidir. Sözleşme dışı biçimde projelerin uygulama aşamasındaki kararlara dahildir. Bu mimarlık modeli ofisinin yapısı küçük ölçekli olsa dahi projenin büyüklüğüne göre çalışan sayısını arttırmakta ya da bilgisayar teknolojilerini daha etkin kullanma yönünde kendisini geliştirmektedir. • Bürokrat mimar modeli, devlet kuruluşları çerçevesinde gerçekleşen toplu konut tasarım ve üretim süreçlerinde mevcut bürokrasinin işleyişini sağlama adına, projeleri kontrol eden, denetleyen mimarlara dair bir rol tanımı olmakla beraber aynı zamanda o sürecin parçası olan tüm diğer karar vericilerin de bürokrat mimar olma durumlarını yansıtan mimarlık yapma modelidir. Zaman, maliyet ve kâr hedefi doğrultusunda parçalara bölünen tasarım ve üretim sürecinin bürokrasi ile ilgili parçalarından sorumludurlar. Kapitalist üretim tarzı bağlamında mimarın esnek bir işlevsellikle ayrışması farklı projelerde bu mimarlık yapma modellerinin aynı anda bir arada bulunmasını, zaman zaman bu modellerin birbirine dönüşebilmesini de tarif etmektedir. Tezin sonuç bölümünde bu mimarlık yapma modellerinin işaret ettiği geç kapitalist dönemde mimarın giderek daha çok bütünün tasarım ve üretim bilgisinden uzaklaştığı parça-başı iş üretimi ile varlık gösterdiği, "mimarın işçileşmesi" durumu ele alınmaktadır. Bugün mimar kapitalist mekân üretiminin giderek daha çok anonimleşen bir parçasıdır. Mimar, tasarım ve üretim süreçlerindeki karar verici bir aktör olma yetisini yitirmekte; onun bu rolünü üstelenen şirketlerin üst düzey yöneticileri olmaktadır. Bu durum modernite öncesinin "mimar olmayanların mimarlığı"nı, "anonim mimarlıkları" hatırlatmaktadır. Bu bağlamda kapitalist üretim tarzı bağlamında "anonim mimarlıklar" yeniden tanımlanarak "yeni anonim mimarlıklar" olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • Öge
    Pazaryerinin ağsal altyapısında heterarşik ilişkilenmelerin izini sürmek: Tire ve Nazilli pazarları
    (Graduate School, 2023-10-06) Tan, Halime Güher ; Şentürer, Ayşe ; 502142006 ; Mimari Tasarım
    Bu tez, inşa edilen doğa/kültür ayrımına rağmen doğayla heterarşik ilişkilenme süreçlerine odaklanır: Müşterek örülen bir altyapı olarak pazara. Canlı-cansız, yaban-ehil veya insan-insan dışı gibi ikilikler olmaksızın ilişkisel, ölçekler ve varlıklar arası çok yönlü bir bakış geliştirmeyi hedefleyen bu tez, heterarşik bir kavrayış ve tasarlayıp-yapma kılavuzu olarak da okunabilir. Bu tezin hedefi, doğa-kültür ayrımını inşa eden, varlıkların ayrıştırıldığı ve/veya görmezden gelindiği insan merkezli hiyerarşik dünya görüşü yerine, ilişkisellikle kurulan heterarşik bir düşünme biçimi olarak 'ağ' ın keşfi ve imkânlarının serimini yapmak, bu bağlamda mekân çalışmaları ve mimarlığın güncel ekoloji tartışmalarına gönderme yapan pozisyonlarını göstermektir. Bu hedefi gerçekleştirme sürecinde tez, mimarlık ve tasarım kültürü içerisinde Tire ve Nazilli pazar ağlarının tarihsel, mekânsal ve mikro sosyolojik süreçlerine odaklanmaktadır. Çeşitli varlıkların zamanda ve mekânda akışları boyunca ilişkisellikleri ile kurulan müşterek örülen altyapı olan pazaryerinden başlayan araştırma bu süreciyle, ağsal yapı araştırmalarına mimarlık kültürü içerisinde nbir kavrayış sunmak ve bu bağlamda ağsal düşünmenin nasıl imkânlar sunduğunu keşfetmek hedeflenmektedir. Bu tez, tarım, toplayıcılık, mübadele, zanaat gibi süreçlerin ve insanlar, hayvanlar, bitkiler, araçlar gibi çoğul paydaşların akışı, birikimi ve ilişkisellikleri ile müşterek örülen heterarşik bir yapı olan pazar ağını, insan merkezli hiyerarşik düzenin inşa ettiği doğa-kültür, kent-kır gibi ikilikleri aşarak doğayı bir müşterek mekân olarak gerçekleştirmeye devam eden bir altyapı olarak çerçevelemektedir. Böylece heterarşi ve hiyerarşinin iç içe geçtiği yaşam ağında, heterarşinin izini sürmek ve heterarşik tasarlayıp yapmak için 'ağsal düşünmek' olarak çerçevelenebilecek metodoloji önerilmektedir. Tire ve Nazilli pazar ağlarının pazaryeri, bahçe/tarla, havza ve yol süreçlerine mekân, mikro sosyoloji ve tarih lensleriyle bir arada bakarak, mimarlık ve tasarım kültürünün sık başvurduğu araçlar olan montaj ve haritalamayla keşfedip temsil etmek olarak özetlenebilecek olan bu metedolojiyle, sahadaki deneyim ve diyalogların de etkisiyle önerdiğim dörtlü kavram setini (dolaşık, dönüştürüm, hemhâl, çarpan) kullanaral ağsal yapısal süreçlerde heterarşik ilişkilenmelerin ve-veya sekteye uğradığı durumların izini sürüyorum. Sürekli olarak ölçekler ve yaşamlar arası gidip geldiğim bu trans-disipliner araştırmada, pazaryerinin ağsal altyapısındaki keşifler üzerinden ana akım mimari tasarım süreçlerinin indirgemeci, nesnelleştirici ve hayli statik hiyerarşik kurgusuna alternatif bir ilişkilenme önerilmektedir.