AYBE- İklim ve Deniz Bilimleri Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Bu anabilim dalımızda fizik, meteoroloji, çevre gibi farklı disiplinlerden gelen öğrencilere çok sayıda Yüksek Lisans ve Doktora çalışmaları yaptırılmıştır.
Çalışma Konuları:
• İklim Değişikliği
• İklim Modellemesi
• Hidrolojik Modelleme
• Hava Kalitesi Modellemesi
• Model Performans Değerlendirmesi
• Atmosfer - Okyanus Etkileşimi
• Emisyon Envanteri
• Türkiye İklimi
Gözat
Başlık ile AYBE- İklim ve Deniz Bilimleri Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge1 Ekim 1995 Dinar Depremi Faylanma Parametrelerinin İnsar Ve Sismoloji Verileriyle Belirlenmesi(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Çetin, Esra ; Çakır, Ziyadin ; 266236 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu çalışmada 1 Ekim 1995 Dinar depreminin (Ms=6.1) artçı şok analizi ve Yapay Açıklık Radar İnterferometrisi (Synthetic Aperture Radar Interferometry:InSAR) tekniği kullanılarak depremin kaynak parametreleri ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır. Sismik kaydı okunup lokasyonu bulunan 4000 civarındaki artçı sarsıntının dağılımından deprem kırığının haritalanan yüzey kırığından 7-8 km daha uzun olduğu ve kuzeybatıya doğru devam ettiği anlaşılmıştır. HypoDD tekniği ile lokasyonları iyileştirilen yaklaşık 1100 civarında artçı sarsıntının dağılımından kırığın listrik bir geometriye sahip olduğu sonucuna varılmıştır. InSAR yöntemiyle bulunan yeryüzü deformasyonu bu listrik şekilli fay üzerinde meydana gelen kaymalar ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bunun için yüzeyden 8 km derinliğe kadar eğim 65°'den 40°'ye azalan, 20 km uzunluğunda ve 19 km genişliğinde bir listrik fay yüzeyi oluşturulmuştur. Bu yüzey daha sonra üçgen parçalara bölünmüş her üçgen yüzey üzerinde meydana gelen normal ve yanal kayma bileşeni belli bir pürüzlülük kıstası altında elastik yerdeğiştirme metodu kullanarak ters çözümleme yoluyla modellenmiştir. Modelleme sonucunda fay yüzeyinde kaymanın iki ana alanda odaklandığı tespit edilmiştir. Maksimum kaymanın 70 cm'ye ulaştığı daha büyük alana yayılan kaymanın fayın eğiminin yüksek olduğu sığ derinliklerde (5-6 km) meydana geldiği anlaşılmaktadır. Daha küçük bir alanda odaklanan ikinci kayma ise fayın eğimin azaldığı daha derin kısımlarda bulunmaktadır. Yüzeyde bulunan kayma ise arazi gözlemleriyle uyumlu çıkmaktadır. Ters çözümleme sismik gözlemlere uygun olarak hakim normal faylanmanın dışında önemli miktarda sağ-yanal doğrultu atımlı faylanma da tespit etmektedir. Bu kayma dağılımının telesismik yöntemlerle elde edilen kayma dağılımıyla uyumlu olduğu görülmektedir.
-
Öge27 Temmuz 2017 Tarihinde İstanbul Üzerinde Meydana Gelen Dolu Olayının Wrf Simülasyonu Performansı(Eurasia Institute of Earth Sciences, 2018-06-06) Toker, Emir ; Şen, Ömer Lütfi ; 601151011 ; Climate and Marine Sciences ; İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim DalıHail development is a very regional and short-term consequence. Therefore, hail is one of the most difficult predictable meteorological event. Nowadays, it is possible to predict it with remote sensing and short-term forecasting tools. After the increase of the computing capacity of the computers, in the studies, high-performance computers and improved weather forecasting models are used, and the efficiency of weather forecast methods is analyzed by comparing observations with model outputs. Physics options in the model are modified according to facts and characteristics of the event and the simulations are run in order to predict the meteorological phenomenon close to real weather event using different parametrization. The water droplets in the deep convective clouds are transported to the higher levels by means of ascending and descending air movements. Water droplets cool down at these higher levels and become ice particles. As a result of the repetition of the vertical transport in the cloud, the ice particle become larger. They fall when they defeat the gravity force. Several extreme weather events took place in Istanbul in July 2017. The heavy hail event on July 27 damaged hundreds of buildings and thousands of vehicles. The cost of this hazardous event was estimated to be around 300 Million US Dollars. As a result of these weather events, the total precipitation was recorded as of 30-40 kg. In the Northern Hemisphere, jets emerging in the middle and upper latitudes and as a result of the pressure systems that have been strengthened over Europe, there has been ascending air movements, including the Thracian region, and vertical clouds have formed. This system has been effective for some time. The study area includes the area where the hail event has occurred and is effective. Istanbul region is positioned in the centre of the study area. Area information, initial and boundary conditions are identified with the data and model is run for hail model simulations. The state-of-the-art Weather Research and Forecasting (WRF) model used in the study has an architecture that dissolves both the surface and the atmosphere. The high-resolution data can be quickly solved using numerical methods according to the physical options that the user specifies. Hail event is investigated using WRF atmospheric model. The model domain is set up with 4 nested domains (27, 9, 3 and 1 km resolutions from outer to inner) and Istanbul, located in northwestern Turkey, was used as the central point (41.96°N 20.06°E). Model simulations are performed for 30 hours starting from 18:00 UTC on 26 July 2017, and this time range includes 12-hour spin-up time. The temporal resolution of the outputs obtained for the four domains is 15 minutes for the innermost area and 180 minutes for the outer areas. In order to be able to construct meteorological conditions real-like, the starting time was determined to be 18 UTC on July 26, 2017. The model was run for 30 hours and the first 6 hours were evaluated as the spin-up time. ERA-Interim Reanalysis data which has 38 different pressure levels with 0.75°x0.75°active and 6-hour temporal resolution was preferred to use as the initial and lateral boundary conditions for the model simulations. In order to compare with the model results, radar, satellite and meteorological station data were taken from Turkish State Meteorological Service. The performance of the model used in simulating the hail event was assessed by comparing the model outputs and observations. Sensitivity tests were performed for parameterizations such as microphysics, cumulus and boundary layer schemes and different combinations were conducted, because the performance of the model with the default physics options was deemed poor. In the simulations made to predict the hail event, the physics options that can solve the formation of the hail and the vertically developed clouds were investigated. Kain-Fritsch, New SAS, Multi-Scale KF, KF-CuP and New Tiedtke options were used for the cumulus, YSU and MYNN2 options were used for the boundary layer, Dudhia and RRTMG options were used for shortwave radiation, RRTM and RRTMG options were used for long longwave radiation. These parameters were changed for each new simulation and results were analysed for each combination. The thesis focuses on determining the physics options that improve the performance of WRF model in simulating the hail event. During the process sensitivity tests were performed, reanalysis and observed data were used. Amongst the different combinations, it is found that the model reproduced the hail event fairly well when it is run with Milbrandt 2-moment microphysics scheme, Kain-Fritsch cumulus scheme and MYNN2 planetary boundary layer scheme. Recording to the results, accumulated precipitation is 40 mm from 27 July to 28 July; hail event starts at 14:15 UTC; and the cloud top temperature over Istanbul is about -50°C at the same time. Deep convective clouds reachs about 12 km height. Maximum hail concentration is about 400/kg at 14:15 UTC and it occurs at about 500mb pressure level. Reflectivity is about 50 dBZ when the hail event occurred.
-
ÖgeAerosollerin Doğu Akdeniz Bölgesi İklimi Üzerine Etkisinin Araştırılması(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Ağaçayak, Tuğba ; Kındap, Tayfun ; 373660 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesDoğu Akdeniz Bölgesi artan nüfusu ve düşük çevresel performans göstergeleriyle çevre ve atmosfer bilimlerinde gün geçtikçe önem kazanmaktadır. Hava kirliliği, bölgedeki çevre kalitesini azaltan problemlerden biridir. Sahra tozunun uzun mesafeli taşınımı hava kirliliğine etki eden en önemli etkenlerden biridir. Bu tezin ilk bölümünde amaç, öncelikle mineral tozun partikül madde konsantrasyonları üzerindeki etkisini araştırmak, toz taşınımını modelleyerek, sonuçları uydu görüntüleri ve yer gözlemleri ile karşılaştırmak, aerosol optik değerleri belirlemek, tozun radyatif etkisini bir toz episoduyla karşılaştırmaktır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan İstanbul'daki 10 farklı istasyon için, 2004-2010 yılları aralığı partikül madde verisi temin edilmiştir. Saatlik olarak alınan veri, günlük ortalamaya ve sonra da aylık ortalamaya çevrilmiştir. Günlük verilerin öncelikle Avrupa Komisyonu Standardı olan 50 µg/m3'yi aşıp aşmadığı kontrol edilmiştir. İstanbul'da bahar ayında ortalama 49 gün, kış döneminde ortalama 45 gün, sonbaharda 41 gün sınırı aşmıştır. DREAM Model çıktılarına göre (Nickovic et al. 2001; Perez et al. 2006) yüksek PM10 konsantrasyonları mineral toz taşınımıyla önemli şekilde koraledir (23% kış ve 58% ilkbahar). Çalışmanın ilk kısmında RegCM4.1 modeli Sahra tozunun etkilerini ayrıntılı şekilde incelemek amacıyla kullanılmıştır. 21-24 Mart 2008 tarihleri arasındaki periyotta, günlük ortalama partikül madde konsantrasyonları Marmara Bölgesi'nde 180 µg/m3'ye ulaşmaktadır. Model sonuçları, PM10 konsantrasyonları ve uydu görüntüleriyle iyi şekilde korale çıkmıştır. RegCM4.1 Mart 2008 episodunu iyi şekilde modellemiştir ve toz taşınımını uydu görüntülerine benzer şekilde gerçekleştirdiği gözlenmiştir. Ege ve Marmara Bölgeleri'ni yoğun şekilde etkileyen 23 Mart 2008 gününde, Ege'de günlük ortalama 102 µg/m3 ve Marmara'da 117.3 µg/m3 PM10 konsantrasyonu ölçülmüştür. Ölçüm değerleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan elde edilmiştir. Model performansı AOD model çıktılarına ve AERONET gözlemlerine göre değerlendirilmiştir. Kontrol için Erdemli, Sivastopol ve Eilat istasyonları seçilmiştir. Gözlem ve model sonuçları korelasyon katsayısı 0.6'dır. Aynı gün model çıktılarına göre Ege Bölgesi'nde 1.11 olarak hesaplanan AOD, Marmara Bölgesi için 0.87 olarak hesaplanmıştır. Ortalama kuru çökelme sırasıyla 201.13 mg/m2 ve 96.67 mg/m2 olarak hesaplanırken, kolon derinliği 1009.9 mg/m2 ve 745.37 mg/m2 olarak hesaplanmıştır. Mineral toz taşınımı, tozun saçıcı özelliği nedeniyle ayrıca radyatif güdümlemeyi de etkilemektedir. Kısa dalga boylu radyasyon yüzeyde ve atmosferin tepesinde, Ege Bölgesi'nde 71.4 W/m2 ve 33 W/m2 azalırken, Marmara Bölgesi'nde 61.9 W/m2 ve 28.8 W/m2 azalmaktadır. Uzun dalga boylu radyasyon yüzeyde ve atmosfer tepesinde Ege Bölgesi'nde 10.7 W/m2 ve 4.4 W/m2 artarken, Marmara Bölgesi'nde and 6.9 W/m2 ve 4 W/m2 artmaktadır. Bu çalışmada Türkiye'nin batısında etkili olmuş bir episot için atmosferik özellikler ve radyatif güdümleme incelenmiştir. Bu çalışmanın ikinci aşaması, mineral tozların iklim üzerine etkisinin değerlendirilmesidir. Sahra'dan gelen mineral tozların iklim üzerine önemli etkisi bulunmaktadır. Mineral tozlar özellikle saçıcı özelliğe sahip oldukları için gelen radyasyonun bir kısmının geri yansıtılmasına ve dolayısıyla sıcaklıkların azalmasına sebep olmaktadır. Öte yandan Sahra'dan tozun taşınması meteorolojik koşullara bağlıdır. Dolayısıyla iklim değişikliği de mineral toz kaynaklarını ve taşınım yollarını etkileyebilmektedir. Bu nedenle geri besleme mekanizması çift yönlü değerlendirilmelidir. Çalışmanın ikinci aşamasının amacı, mineral tozların Akdeniz iklimi üzerine etkisinin değerlendirilmesidir. Bu etkiyi değerlendirmek için, bölgesel iklim modeli RegCM4.1 ile 10 senelik 3 ayrı dönemin (1991-2000, 2041-2050, ve 2091-2100) simülasyonu yapılmıştır. Her bir dönem ayrı ayrı toz içeren ve içermeyen durumlar için çalıştırılmıştır. Model domaini bütün Akdeniz Bölgesi'ni içermektedir. Model sınırları Sahra Çölü 25° kuzey enleminden, Kuzey Avrupa'da 50° kuzey enlemine kadar, batıda 15°, doğuda 45° boylamına kadardır. Yatayda çözünürlük 27 km x 27 km, dikeyde 18 sigma seviyesidir. Atmosfer tepesi 50 hPa'dır. Model başlangıç ve sınır koşulları ECHAM5 simülasyonları A1B senaryosu simülasyonlarından alınmıştır. A1B senaryosu bütün enerji kaynaklarının dengeli kullanıldığı bir senaryodur. Toz bütçesinin genişlemesine bir analizi için, yüzey emisyonları, kolon yükü, çökelme, aerosol optik derinlik üzerine her dönem için detaylı bir araştırma yapılmıştır. Gelecekteki iklim için ortaya konulan sonuçları referans periyotla kıyaslayınca, gelecekteki dönemde toz emisyonlarının daha güneye doğru kaydığı gözlenmiştir. Domainin güney bölümünde emisyonların 2041-2050 döneminde %15, 2091-2100 döneminde %20 arttığı görülmektedir. Bu durum yüzey rüzgarlarının genel paterninin değişmesinden kaynaklanmaktadır. Rüzgarlar aşağı enlemlerde güçlenir. Bu da özellikle Azor antisiklonlarının kuzeye doğru kayarak güçlenmesinden kaynaklanır. Bu durum toz yükünün domainin batısında %8 artmasına, Doğu Akdeniz'de %10 azalmasına sebep olmaktadır. Kolon yükü ayrıca aerosol optik derinliği ve toz radyatif güdümlemeyi de etkilemektedir. 2041-2050 döneminde Batı Akdeniz'de aerosol optik derinlik % 15 artarken, Doğu Akdeniz'de %10 azalmaktadır. 2091-2100 döneminde de benzer değişiklik görülmektedir. Tozun net radyasyon bütçesi üzerinde etkisi her 10 yıllık periyotta tozun dahil olduğu ve olmadığı durumlar için değerlendirilmiştir. Yüzeyde kısa dalga boylu net radyasyon, tozun kaynağı olan Sahra bölgesinde 20 W/m2 kadar azalırken, Güney Avrupa ve Akdeniz Bölgesi'nde 8 W/m2 kadar artmıştır. Kısa dalga boylu net radyasyon atmosferin tepesinde 3 W/m2 kadar azalmıştır. Benzer şekilde 10 yıllık dönemler için sıcaklık ve yağış değişiklikleri de incelenmiştir. Tozun her dönemde Avrupa üzerinde 0.2 Cº sıcaklık azalmasına, Afrika üzerinde 0.5 Cº sıcaklık azalmasına sebep olacağı görülmüştür. Yağışta 3 dönem için de anlamlı bir değişiklik olmamıştır.
-
ÖgeAkveren Formasyonu (kocael Yarımadası, Kb Türk Ye) Üst Kretase Ve Alt Paleosen Karbonatlarının Planktoni K Forami Ni Ferleri Ve Biyostratigrafisi(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Sarıgül, Volkan ; Özcan, Ercan ; 285492 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu tez kapsamında, Kocaeli yarımadasında geniş yüzlekler veren, ve genel olarak pelajik kireçtaşları ve ince taneli kırıntılıları içeren Akveren Formasyonu'nu temsil eden üç (3) kesitin (Nasuhlar-Bulduk, Belen ve Toylar kesitleri) planktonik foraminifer taksonomisi ve biyostratigrafisi çalışılmıştır. Bu kesitler Akveren Formasyonu'nun sadece Üst Kampaniyen-Mastrihtiyen-Paleosen aralığını temsil etmekte olup bu çalışma kapsamında daha önceki çalışmalarda uyumlu olduğu önerilen K-Pg sınırı detaylı bir şekilde irdelenmiştir. Çalışılan istiflerde Geç Kampaniyen-Mastrihtiyen'i temsil eden Gansserina gansseri, Contusotruncana contusa/Racemiguembelina fructicosa ve Abathomphalus mayaroensis zonları, ve Paleosen'i temsil eden Guembelitria cretacea (P0), Parvularugoglobigerina eugubina (P?), Globanomalina compressa/Praemurica inconstans (P1c) Praemurica uncinata (P2), Morozovella angulata/Igorina pusilla (P3), Globanomalina pseudomenardii (P4) zonları değişik kesitlerde tanımlanmıştır. Her üç kesitte de Geç Mastrihtiyen'i temsil eden biyozonlar tanımlanmış olmakla beraber, iki kesitde (Nasuhlar-Bulduk ve Belen) Erken Paleosen zonlarının (P0, P?, P1a ve P1b) eksikliği belirlenmiştir. Arazi gözlemleri, biyostratigrafik eksikliğin gözlendiği seviyelerde, istifin Üst Mastrihtiyen'i temsil eden kısımlarında yanal gelişimi sınırlı olan breşik seviyeler ve demirce zengin zonların varlığını göstermektedir. Paleontolojik veriler ve arazi gözlemleri, daha önceki çalışmaların tersine, Kocaeli yarımadasında K-Pg sınırı dolaylarında bazı bölgelerde çökelmezlik olduğunu ortaya koymakta olup bunun gelişimi hipotetik bir model ile açıklanmıştır. Anahtar kelimeler: Geç Kretase-Paleosen, Kocaeli Yarımadası, planktonik foraminifer, taksonomi, biyostratigrafi.
-
ÖgeAlmacık Dağı Eosen Yaşlı Volkaniklerinin Paleomanyetik Çalışmalarla İncelenmesi(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Demir, Tunç ; İşseven, Turgay ; 266238 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesKuzey-Batı Anadolu'da Düzce ovasının güneyinde yer alan Almacık Dağı, Kuzey Anadolu Fayı'nın iki kolu tarafından sınırlandırılmıştır. Doğrultu atımlı ve sağ yanal atımlı bu fayların hareketleriyle birlikte Almacık Dağı'nın bir rotasyon hareketine maruz kaldığı çeşitli araştırmacılar tarafından belirlenmiştir. Bu çalışmada ise Eosen yaşlı volkanik kayalar üzerinde paleomanyetik çalışmalar yapılmış ve önceden bölgede yapılmış olan paleomanyetik sonuçlarda tartışılmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi ? Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi bünyesinde yürütülen bu çalışma ile Almacık Dağı ve civarında 26 mevkii'den en az 7 karot olacak şekilde toplanan numuneler KANTEK paleomanyetizma laboratuarında ölçülmüştür. Yapılan paleomanyetik ölçümler ve istatistiki analizler sonucunda Eosen volkanik kayalarına ait ortalama mıknatıslanma doğrultusu 37° ve eğim(inklinasyon) değerinin de 57° olduğu saptanmıştır. Güvenilir mıknatıslanmaya sahip mevkilerden elde edilen ortalama mıknatıslanma doğrultusu ile KAF. zonu'nun çalışma alanındaki etkileri ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Sağ yanal atımlı KAF'ın özeliğiyle ilişkilendirilen rotasyonlar bölgede daha önceden yapılmış olan çalışmaların sonuçlarıyla birlikte modellenmiştir. Elde edilen sonuçların bölgede daha önceden yapılan Yıldırım (2008) ve çalışma alanının yakınındaki Armutlu Yarımadasındaki Avşar, (2008) çalışmaları ile uyumlu olduğu görülmüştür. Ayrıca Almacık Bloğu dışarısında kalan güvenilir mıknatıslanmaya sahip mevkilerden örnekleme yapılmış ve bunlardan elde elden sonuçlar değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçların bloğun çevresindeki eş yaşlı-farklı tektonik etkiler altındaki bölgelere göre daha yüksek olmasının rotasyona uğradığı görüşünü desteklediği gözlemlenmiştir. Teorik hesaplamalar ve ölçümler sonucunda elde edilen eğim değerleri karışlaştırılmış ve bölgenin enlemsel bir hareketini işaret eden sonuçlara ulaşılamamıştır.
-
ÖgeAtmospheric Circulation Types İn Marmara Region (nw Turkey) And Their İnfluence On Precipitation(Eurasia Institute of Earth Sciences, 2015-12-04) Baltacı, Hakkı ; Kındap, Tayfun ; 601102003 ; Climate and Marine Sciences ; İklim ve Deniz BilimleriThe Marmara Region comprises the northwestern end of Anatolia and the southeastern end of the Balkans: two peninsulas separated by Dardaneles and Bosphorus straits, and the Sea of Marmara. Located on two continents, Asia and Europe, this unique area is the most industrialized, agriculturally developed and populated geographical division in Turkey with a population density of up to 2500 people per km2 in Istanbul, averaging 300 people per km2 regionally. Parallel to its economic development, the region continues to draw migration from other regions in Turkey. This leads to an ever increasing demand for water, while threatening the existing water resources in the form of new and uncontrolled building activity over water reservoirs. Thus, amount and variability of precipitation play a key role in the management of limited water supply. Large-scale circulation patterns and synoptic patterns play significant role in determining the precipitation climate of the region. For the first time, in order to reveal the synoptic properties of the Marmara, circulation types, their long-term mean occurrence frequencies and relationships with precipitation are investigated. Automated Lamb Weather Types classification method is applied on NCEP/NCAR daily mean sea level pressure data to determine circulation types. Northeasterly (NE) and easterly (E) types are found to be the most frequent both on the annual basis and during winter (DJF, the wettest season in the region). Circulation types with the highest rainfall potential, namely the cyclonic (C) and northerly (N), are among the least frequent; therefore they are not the dominant "rainfall modes". Instead, NE and E have the greatest contribution to the regionally averaged rainfall amount, although they do not have the highest potential to create precipitation. This shows that Marmara Region receives a substantial amount of precipitation from northerly and easterly maritime trajectories, implying a profound influence of the Black Sea on the rainfall regime in this area. However, rainfall at the stations that are far away or less affected by the Black Sea (especially at the ones in the west) occurs during types with a southerly component (S, SW and SE). In addition to the relationship between CTs and precipitation in Marmara, the significant roles of the teleconnection patterns (TPs) on CTs and precipitation mechanism were also investigated. For this purpose, five main TPs, namely North Atlantic Oscillation (NAO), Arctic Oscillation (AO), East Atlantic (EA), East Atlantic-West Russia (EAWR) and Scandinavian (SCA) patterns index values were used. EA/WR is the most influential pattern in the occurrence of CTs during winter, exhibiting positive significant (at 99% level) correlations with NE and NW; and negative ones with SW and C. the strongest association of EA/WR is with NE and NW; and negative ones with SW and C. The second most influential teleconnection pattern on the CTs of Marmara Region during DJF is the AO, whose relationship with the occurrence of NE, SW and C is in the same fashion with EA/WR. Surprisingly, the NAO, whose wintertime impact on Turkey is the most studied and documented among all teleconnection patterns; has generally weak and insignificant influence on the occurrence of CTs in Marmara Region in DJF. In water management strategies, the amount of precipitation in particular basin has a great importance. Therefore, which CTs quantitatively cause precipitation occurrence and intensity in the sub-basins of the Marmara were investigated. By applying Ward's hierarchical cluster analysis, Marmara were divided into five coherent zones, namely Black Sea-Marmara, Black Sea, Marmara, Thrace and Aegean sub-regions. Precipitation occurrence suggested that wet CTs (i.e. N, NE, NW, and C) offer a high chance of precipitation in all sub-regions. For the eastern (western) part of the region, the high probability of rainfall occurrence is shown under the influence of E (SE, S, SW) atmospheric CTs. In terms of precipitation intensity, N and C CTs had the highest positive gradients in all sub-basins of the Marmara. In addition, although Marmara and Black Sea sub-regions have the highest daily rainfall potential during NE types, high daily rainfall totals are recorded in all sub-regions except Black Sea during NW types.
-
ÖgeClimate Impacts Of Gap On Southeast Anatolia Region(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Ekici, Sait Altuğ ; Karaca, Mehmet ; 232162 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine Sciences1980'lerde Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) başladığından beri, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi büyük bir değişim geçirmektedir. Sulama çalışmaları ve çok geniş arazilerde yeni ürün yetiştirme çabalarıyla, bölge yüzey örtüsü büyük bir değişim yaşamaktadır. GAP'tan önce yağmurla sulanan, çoğunlukla çorak olan bu araziler şimdi farklı ürünler ve yoğun tarım çalışmalarıyla kaplı bulunmakta. Bu yüzey değişimlerinin bölge iklime etkilerini araştırmak ve anlamak için bir yıl boyunca meteorolojik ölçümler yapıldı ve bir yüzey modeli çalıştırıldı. Ölçümsel çalışmalarda GAP öncesi ve sonrasını yansutan iki alanda otomatik meteoroloji istasyonları ve eddy kovaryans sistemleri kullanıldı. ?GAP'ın Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne İklimsel Etkileri? adlı tezde, eylül 2006'dan Ağustos 2007'ye kadar ölçülen değerler ve Community Land Model (CLM) v.3.0 model simulasyonlarının sonucunda bölge iklimindeki değişiklikler ortaya kondu. Bitki örtüsünün ortamda serinletici bir etkisi olduğu ve aynı zamanda sulanmayan arazilere göre sulanan arazilerde havadaki nemi artırdığı anlaşılmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi için yüzey modeli çalışmaları da başarıyla tamamlanmış ve bütün simulasyon sonuçları, gözlem sonuçlarıyla beraber bu çalışmada sunulmuştur.
-
ÖgeA Comprehensive Study Of The Magnetosheath Cavities(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Türk Katırcıoğlu, Filiz ; Kaymaz, Zerefsan ; 285491 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu çalışmada yüksek enerjili parçacıkların manyetik örtünün manyetik alan ve yoğunluk yapısına olan etkileri çok kapsamlı bir şekilde incelenmektedir. Yüksek enerjili parçacıklar, geldikleri bölgeler hakkında önemli bilgi taşıdıkları ve onları oluşturan fiziksel ve dinamik mekanizmalar hakkında önemli bilgi verdikleri için uzay çevresi çalışmalarındaki önemi çok büyüktür. Yüksek enerjili parçacıklar çok farklı yerlerden Dünya çevresine gelebilirler. Dünya'nın şok sınırının güneş tarafında yer alan ?ön şok? bölgesinde şokta enerjileri artan parçacıkların yansıyarak gelmekte olan güneş rüzgarı ile etkileşmesi sonucunda ?ön şok çökelme bölgeleri? meydana gelmektedir. Bu çalışmanın ana amaçlarından bir tanesi bu tip çökelme bölgelerinin manyetik örtü içerisinde de oluşup oluşmadığını araştırmaktır. Eğer oluşuyorsa, bunların özelliklerinin ne olduğunu, hangi şartlar altında oluştuğunu, hangi faktörlerden etkilendiğini, oluşmalarını ve gelişmelerini kontrol eden parametrelerin neler olduğunu, manyetopoz ile etkileşiminin nasıl olduğunu vb belirlemek çalışmamızın diğer amaçlarıdır. Bunları araştırmak için Interball ve Cluster uzay uydularının verilerini kullanarak 267 tane manyetik örtü içerisinde yüksek akılı enerjetik parçacık aralıklarını içeren vakalar tesbit ettik. Bu vakaların kapsamlı analizi sonucunda, bu parçacıklar grörüldüğünde, manyetik örtünün manyetik alan ve yoğunluk yapısındaki değişimleri saptadık. Gözlemsel olarak yüksek enerjili parçacıkların manyetik alan ve yoğunlukta %50'e varan düşüşlere sebep olduğunu gördük. Bu düşüşlerin olduğu bölgeleri manyetik örtü çöklme bölgeleri olarak adlandırdık. Manyetik örtü çökelme bölgelerinin içinde sıcaklığın arttığını bulduk. Bunun nedeni çökelme bölgesi içerisindeki yüksek enerjili parçacıkların yer almasıdır. Bu parçacıkların uyduladıkları basınç sayesinde de çökelme bölgeleri manyetik örtü içerisinde uzun süre kalabilmektedirler. Tipik kalma süreleri 15-30 dakika olarak belirlenmiştir. Çökelme bölgeleri içerisinde tüm parametrelerin çok türbülanslı ve yüksek değişimler gösterdikleri görülmüştür. Çökelme bölgelerinin güneşin manyetik alanının (IMF) ekliptik düzleminde x-ekseni ile yaptığı açının düşük olduğu zamanlarda yani IMF radyal olarak geldiği zamanlarda oluştukları görülmüştür. Çökelme bölgeleri var olduğunda, manyetopozun lokal olarak Dünya'dan uzaklaşacak şekilde hareket ettiği ve yaklaşık olarak normal güneş rüzgarı şartlarına göre %25-30 arasında büyük olduğu görülmüştür. Kinetik-hibrid model sonuçları gözlemleri desteklemektedir. IMF radyal yönde olduğunda model manyetik örtüsü düşük manyetik alan ve düşük yoğunluk göstermiştir. Böylece manyetik örtü çökelme bölgelerinin kaynağına yönelik bir ipucu vermiştir. Bu, ön şok bölgesindeki çökelme bölgelerinin güneş rüzgarı ile manyetik örtüye taşındığına işaret etmektedir. Model sonuçları manyetik örtü çökelme bölgelerinin özelliklerinin manyetik örtü içerisinde bulunulan noktaya göre değiştiğini ortaya koymaktadır. Gözlemlerdeki gibi, manyetik örtü çökelme bölgeleri içerisinde manyetik alan ve yoğunlukta yüksek çalkantılı yapılar saptanmıştır. Model sonuçları, bu peryodik, yüksek çalkantıların çökelmeler içerisinde oluşan dalga aktiviteleri olduğunu öne sormaktadır. Bu çalışma konusunda Türkiye'deki doktora araştırması düzeyindeki ilk araştırmadır. Bunun yanı sıra aynı zamanda Dünya'da yüksek enerjili parçacıklar ile manyetik örtünün yapısı üzerindeki etkileşmeyi gösteren çalışmadır. Pek çok terim ve konsep ilk defa bu çalışmada literatüre sunulmuştur. ?Manyetik Örtü Çökelme Bölgeleri? adı ilk defa bu tez ile literatüre girmiştir. Bu çalışmanın sonuçları manyetik örtü akışı, manyetopoz ve ionosfer arasındaki etkileşimi daha iyi anlayabilmek için çok önemli olup ve bu sonuçların modellere ve teorik çalışmalara integre edilmesi bu konulardaki gelişmeleri hızlandıracaktır.
-
ÖgeCopert4 Modeliyle Hesaplanan Karayolları Emisyonlarının Duyarlılığının İstanbul Hava Kalitesine Etkisinin Wrf/cmaq Model Sistemiyle Belirlenmesi(Eurasia Institute of Earth Sciences, 2015-11-25) Kafadar, Müge ; Ünal, Alper ; 601121009 ; Climate and Marine Sciences ; İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim DalıIstanbul, the study area and the economic capital of Turkey, is the most populated city all around Europe with a population well over 14 million. The city has faced with environmental problems due to rapid urbanization and industrialization for a couple of decades. Air pollution is one of the most challenging problems for Istanbul where studies publicized that air pollution, particulate matter pollution in specific, has various serious effects on public health. Although air pollution is caused by numerous sources ranging from industrial to biogenic activities, emissions from motor vehicles have the most adverse effects on public health as they are released at the locations with certain levels where human activity is the highest. Traffic related emissions were calculated by using COPERT 4 (COmputer Programme to calculate Emissions from Road Transport) which is vehicle emission computation software and supported by European Environment Agency (EEA). Model input data were obtained from Turkish Ministry of Environment and Urbanization, and TUVTURK, then the data were processed by R that is a software environment for statistical computing and graphics. Besides fleet distribution process based on EURO levels, engine volumes, and fuel type was done first time for Istanbul, COPERT 4 was also run with this high resolution data. High-resolution emission inventory for other sectors, which is prepared by Dr. Ulaş Im, were employed. It can be summarized from the results of this analysis that road transport itself is solely responsible for 32 percent of CO emissions, as well as playing a main role in NMVOC emissions with the contribution of 43 percent to the total NMVOC emissions inventory, and NOx emissions with the contribution of 40 percent to total NOx emissions inventory. Furthermore, overall CO, NOx and PM2.5 contributions by road transport are found as 51%, 42%, and 11%, respectively. It is also realized that impact of road transport on inventory is higher than other sources. Vehicle emissions in inventory with this vitality increase the importance of determining the sensitivity and the uncertainty of calculations. To investigate the sensitivity of COPERT 4, three scenarios are determined based on temperature and speed parameters with numerous values that are strongly affecting the calculations. Then, base case emission values were compared with obtained emission values of these three scenarios. For the each scenario COPERT model was run and emissions of road transport was obtained. Then, calculated vehicle emissions used as input for air quality model. As a result of emissions for each scenario, a conclusion can be drawn that the major pollutant is NOx and minor pollutant is PM2.5 in general, where the emissions are higher in rural areas than urban areas and than the highways When a general analysis is done on scenarios regarding to pollutants, it can be realized that there is a decrease in emissions of all kinds of pollutants except CO as speed increases, and increase in emissions of all kinds of pollutants except CO as speed decreases. On the other hand, an obvious decrease in emissions of pollutants except NMVOC is realized in the case of temperature decrease. After evaluating the effect of change in model parameters on emission rates, air quality model was run to determine how would the effect of variation on emission rates embody in air quality. Model was first run for base case, then it is tried to determine the impact on air quality by running the model for each case separately. PM2.5 is analyzed since it has a significant effect on public health although it is not one of the pollutants that are caused by vehicle emissions. The day and time was examined when the gap is at maximum between the concentrations that are calculated for fundamental cases and the concentrations that are calculated within each model cell for all scenarios. It has been realized that there is 1.5 μg/m3 (~5%) decrease in PM2.5 concentration Istanbul-wide when results from CMAQ is analyzed within Scenario-I where the speed increased by 20%. 1.5 μg/m3 rate might be considered insignificant when it is compared with other average concentrations; however, it plays a key role on public health. In Scenario-II, it was realized that there is an average 2μg/m3 decrease in PM2.5 concentration depending on decrease in speed. This study can be advanced by obtaining higher resolution data that are employed for emission calculations of vehicles such as truck, bus, etc., by preparing more detailed emission inventory, and by employing the data suiting more accurate boundary conditions for air quality model.
-
ÖgeÇavuşbaşı Granodiyoriti'nin Yaşı Ve Petrojenezi(Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü, 2018-06-04) Ayanoğlu, Esen ; Topuz, Gültekin ; 601991010 ; İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim Dalı ; Climate and Marine SciencesÇavuşbaşı Granodiyoriti, İstanbul Boğazı'nın doğusunda, Batı Pontidlerde İstanbul Zonu içerisinde bulunur. Üst Kretase yaşlı magmatik sokulum kayası (plüton), İstanbul Zonu'nun paleozoyik birimlerini yer yer kesmektedir. Alt Ordovisiyen yaşlı kumtaşı ve şeyllerin içine sokulum yapar. Etrafında yaklaşık olarak 300-500 m civarında bir dokanak başkalaşım halesi vardır. Bu çalışmanın amacı, bu sokulumun petrojenezini ve yaşını sınırlandırmaktır. Çavuşbaşı granodiyoriti yaklaşık olarak 25 km2'lik bir alanı kaplamaktadır. Çavuşbaşı plütonu, çapı yaklaşık olarak 4,5 - 5,6 km arasında değişen dairesel bir granodiyorit sokulumudur. Yüzeysel aşınma nedeniyle tamamen arenalaşmış bir topoğrafya gözlenmesine rağmen dere yataklarında, inşaat ve yol için açılan bölgelerdeki mostralardan alınan numunelerin mikroskobik ve arazi gözlemleriyle jeolojik birimler ayırtlanmıştır. Dalma-batma ile kıtasal levha kenarına yerleşmiş bu granitik plüton, kalkalkalen özellikte, hornblend içerikli, magmatik bileşimli I-tipi granittir. Sokulum genel itibarıyla granodiyoritten oluşmakta ve yer yer küçük ölçekte kuvarsdiyorit porfirlere geçiş yapmaktadır. Ana kayayı granodiyorit ve kuvarsdiyorit oluşturmaktadır. Granodiyoritin başlıca bileşenleri plajioklas, kuvars, K-feldspat, hornblend ve biyotittir. Kuvarsdiyorit ise aynı minerallerden oluşmakta olup, yalnızca porfirik dokusu ile granodiyoritlerden ayrılmaktadır. Çavuşbaşı Granodiyoriti ayrıca aplit ve pegmatit damarları, mafik magmatik anklavlar ve dayklar içermektedir. Aplitler beyaz renkli, ince taneli, feldspat ve kuvars içerikli granit kökenli damar kayaçlarıdır. Aplit damarları mm boyutunda tanelerden oluşmakta ve genişlikleri 0,5 - 40 cm arasında değişmektedir. Pegmatitler pembe renkli, iri taneli, aplit ile aynı bileşime sahip damar kayaçlarıdır. Pegmatit damarları cm boyutunda tanelerden oluşmakta ve genişlikleri 3 - 8 cm arasında değişir. Aplit ve pegmatit damarları yatay olarak ayrışmış granodiyoritler içerisinde metrelerce izlenebilmektedir. İnceleme alanında bulunan aplitler Karanlıkdere'de yoğunlaşırken, pegmatitler Çiflik mahallesinde yoğunlaşmaktadır. Aplit ve pegmatitler granit magmatizmasının son evre ürünleridir. Mafik magmatik anklavlar, ince taneli, koyu renkli ve kesin dokanaklıdır. 0,5 - 30 cm arasında değişen boyutlarda, yer yer yuvarlak, yer yer köşeli, yer yer de elips biçimindedir. Anklav mikrogranüler dokulu olup, ince taneli matriksin (plajioklas, kuvars, hornblend, biyotit) içinde, 2 mm'ye varan hornblend ve plajioklas minerallerinden oluşur. Farklı magma bileşenlerinin magma mingling ile oluşturduğu akma bantları görülmektedir. Dayklar kırıklı ve çatlaklı; hornblend ve biyotit içeren dasit ve andezit; bazen de koyu yeşil renkli lamprofirler halindedir. Ortaç bileşimli dayklarda ince taneli feldspat grubu matriksin içinde, 6 mm'ye kadar honblend, ortoklas ve plajioklas mineralleri görülmektedir. Daykların boyutları 20 cm'den 3,50 m'ye kadar değişmektedir. Ortaç bileşimli daykların çok az bir kısmında, ana kayayı kesen kenarlarında kısmen soğuma kenarları oluşmuştur; bunlar bazı yerlerde ince dilimlenmeler, bazı yerlerde ise erime şeklinde gözlenmektedir. Ana kaya da ısı transferinden etkilenmiş, bu nedenle oluşan pişme dokanağı, soğuma kenarları boyunca görülen renk değişimi ile farkedilmektedir. Adakitik kayaçlar kalkalkalendir, dalma batma ile ilişkilidirler. SiO2 ≥ %56; Al2O3 ≥ %15; MgO < %3; %3,5 ≤ Na2O ≤ %7,5 Sr > 300 ppm; Y < 15 ppm; Sr/Y oranı > 20; Yb ≤ 1,9 ppm ve (La/Yb)kn > 10'dur. K2O/Na2O oranları düşüktür (~0,42); Mg numarası 51'dir. Zr ve Ti anomalisi çok küçük veya belirgin değildir. Negatif Nb anomalisi vardır. Eu anomalisi yoktur; pozitif Sr anomalisi yani Sr içeriğinin yüksek olması adakitik magmanın tipik özelliğidir. Jeokimyasal olarak Çavuşbaşı granodiyoriti (ana kaya) dar alanda değişen bir bileşim sunar. Orta K-lu kalkalen niteliklidir. Aluminyum doygunluk indeksi 0,90 ile 1,04 arasında değişmekte olup, bu kayanın metalumin-peralumin nitelikte olduğuna işaret eder. Çavuşbaşı Granodiyoriti kalkalkalen, SiO2 ≥ %56 (64,91 – 68,26), Al2O3 ≥ %15 (16,13 – 16,84), MgO < %3 (1,52 – 2,04), %3,5 ≤ Na2O ≤ %7,5 (4,80 – 5,20), Sr > 300 ppm (578,10 – 900,70 ppm), Y < 15 ppm (5,30 – 10,20 ppm), Sr/Y > 20 (70,2 – 112,49), Yb ≤ 1,9 ppm (0,56 – 0,95) ppm ve (La/Yb)kn > 10 (12,64 – 19,98 ppm) 'dir. Adakitik kayaçların aksine K2O/Na2O oranı 0,42'den küçüktür (0,25 – 0,41); Mg numarası 51'den büyüktür (52,99 - 61,68); pozitif Zr anomalisi and negatif Ti anomalisine sahip olmasına rağmen negatif Nb anomalisi, Eu anomalisinin yok ya da çok az belirgin olması ve belirgin Sr anomalisi ile Çavuşbaşı Granodiyoriti dalma-batma ile oluşmuş, adakitik nitelikli kayaçlara benzemektedir. Aplitler yüksek K-lu kalkalen niteliklidir. Alüminyum doygunluk indeksi 1,02 olup, metalumin-peralumin nitelikte olduğuna işaret eder. Düşük Na2O (%3,26), düşük Sr/Y oranı (7,04), düşük Sr değeri (72,6 ppm) ve negatif Eu anomalisi (Eu/Eu*= 0,50) ile adakitik kayaçlardan ayrılmaktadır. Magmanın son evresinde oluşan aplitler, granitik bileşimiyle inceleme alanındaki en yüksek SiO2 (%77,69) ve en yüksek K2O (%5,18), en düşük Fe2O3 (%0,44), en düşük MgO (%0,04) ve en düşük CaO (%0,56) değerlerine sahip olması ile üst kabuktan türemiş magmalara benzemektedir. Anklavlar orta K-lu kalkalen niteliklidir. Alüminyum Doygunluk İndeksi 0,84 olup, metalümin karakterlidir. Anklav numunesi, SiO2 (%55,45) oranıyla inceleme alanındaki en mafik üyedir. Ağır nadir toprak elementleri adakitlere göre daha yüksektir: Yb değeri 2,48 ppm; Y değeri 25,7 ppm'dir. Sr/Y oranı (27,99) adakitlere göre düşüktür ve negatif Eu anomalisi (Eu/Eu*=0,62) ile adakitik kayaçlardan ayrılmaktadır. Fe2O3 (%6,75); MgO (%3,57) ve CaO (%6,06) açısından granodiyorit, kuvarsdiyorit ve aplitlerden yüksek olması ile mantodan türemiş mafik magmalara benzemektedir. Bir granodiyorit örneğinden ayırtlanan zirkonlar üzerinde Lazer Ablasyon ICP-MS cihazıyla yapılan U/Pb yaş tayiniyle 68,32 ± 0,66 My (2σ) bulunmuştur. Buna göre Çavuşbaşı granodiyoriti Maastrihtiyen döneminde sokulum yapmıştır ve Üst Kretase'de kuzeye dalan Neo-Tetis okyanus litosferinin yitimiyle ilgilidir. Oluşumu muhtemelen ya İntrapontid ya da İzmir-Ankara- Erzincan Kenedi boyunca okyanusal litosferin kuzeye doğru dalımı ile ilişkilidir.
-
ÖgeDeğı̇şen İklı̇m Şartları Altında Fırat - Dı̇cle Havzasında Su Kaynaklarının Sürdürülebı̇lı̇rlı̇ğı̇ Sorunu(Eurasia Institute of Earth Sciences, 2019-05-01) Zeynalzadeh, Mahsa ; Şen, Ömer Lütfi ; 601161014 ; Climate and Marine Sciences ; İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim DalıThe global and regional hydrological cycle can be affected by temperature changes in the coming years. In the regions where the water cycle depends on the snowmelt, these fluctuations can be more than other areas due to the effects of increasing temperature on snow cover and seasonal runoff. There are many studies about the consequences and threats of climate change on water sustainability and hydrological cycle around the world. However, the quantity and quality of the data that can be used in related studies has been affected by the insufficient measurement networks and trouble of upkeep of the accessible hydro-meteorological stations. Moreover, regional conflicts and local disputes can seriously complicate field survey in some of these regions. The Euphrates and Tigris River Basin (ETB) has been affected by climate change, and it suffers from all the aforementioned shortcomings. The ETB is a single transboundary watercourse system located in the Middle East. The basin includes two snow- fed rivers called the Euphrates and Tigris rivers, and its water recourses are used for different aims including domestic use, irrigation, hydroelectric power generation, etc. Turkey, Syria, Iraq and Iran are the main riparian countries in the ETB. These countries have started development projects in the basin since 1960s. In this sense, the Southeastern Anatolian Project (GAP) by Turkey has been started for agricultural and hydropower development in the region. These anthropogenic factors and increasing population, together with negative impacts of climate change, will cause mismatches between water demand and water supply in the basin. This study, by utilizing the outputs of GCM (Global Climate Model) and RCM (Regional Climate Model) simulations, aims to contribute to the understanding of future climate variations and their effects on the future of the water resource sustainability in the ETB. Annual time series of climate data provided by Royal Netherlands Meteorological Institute (KNMI) and Coordinated Regional Climate Downscaling Experiment (CORDEX) were used to determine the impacts of climate change in the ETB. In other words, outputs of GCMs and RCMs were used to understand the effects of the climate change on regional water budget in the future (periods of 2016-2035, 2041-2060 and 2081-2100) with respect to past climate (period of 1986-2005). Analysis of the changes in the hydrometeorological parameters (temperature, precipitation, evapotranspiration and net water flux output) were provided using the the outputs from the global and regional climate models based on the territories of the riparian countries in the ETB (i.e., Iran, Syria, Turkey and Iraq). Moreover, the changes in 10 climate indices based on riparian country territories in the ETB were analyzed using output of CMIP5 models for all three periods. These parameters include maximum length of dry spell (CDD), maximum length of wet spell (CWD), daily temperature range (DTR), number of tropical nights (TR), growing season length (GSL), annual total precipitation when daily precipitation >99th percentile (R99pTOT), maximum consecutive 5-day precipitation (Rx5day), simple precipitation intensity index (SDII), warm nights index (TN90p) and warm days index (TX90p). The most striking point is that increasing temperature which is more pronounced for 2081- 2100 period may have profound implications for the snow cover and runoff in the basin. According to global and regional simulations, temperature in the whole Euphrates - Tigris basin increases. Simulations indicate 1 °C increase in surface temperature for 2016-2035 period whereas it is about 3°C and 6 °C for 2041-2060 and 2081-2100 periods, respectively. The consequence of this increase in temperature in the regional hydrological cycle is the reduction in snow cover and temporal shifts to earlier days in melting of snow in the highlands. In terms of precipitation, there is a wide harmony between the simulations, and it decreases up to 15% in Turkey and Syria for the 21century. Precipitation in Iraq and Iran are projected to increase by 5% for 2016-2035 and 2041-2060 periods, whereas simulations produce a decrease by 15% for 2081-2100 period. Predicted changes in the evapotranspiration indicate generally increases in the basin for the early period in response to the increasing temperatures, however it decreases by the end of the century because of decreasing precipitation. Based on different experiments, the surface runoff is found to decrease about 10-50% in Turkey and Iran by the end of the 21st century. Surface runoff in Syria and Iraq also decreases by140% and 250%, respectively. Investigation of climate indices in the ETB indicates that climate extremes will become more intense in the future. Investigation of climate changes in the ETB based on the riparian country territories indicates that Turkey will undergo the most changes. The changes in the surface runoff is projected to be by 20-50% reduction in Turkey by the end of the present century. But down-stream countries, especially Iraq and Syria which are dependent on the water released by the upstream Turkey will experience more stress for the water crisis in the future. The climate change in the ETB may lead to other natural hazards such as salinization and desertification. The ETB has faced severe droughts in the past years. For instance, the severe drought in the winter of 2007 - 2008 had a big effect on the agricultural production in the region. The initiation of development projects by the riparian countries since 1960s which are uncoordinated with water availability in the ETB and crisis in water demand management and inefficient water policy of the riparian countries within the national framework are the main causes of water mismatch between supply and demand in the ETB. On the other hand, changes in hydroclimatic parameters can exacerbate water disputes in the region due to increased water demand and supply imbalance. Important solutions to this problem include coordinated regional actions and assessment of the factors for water allocation.
-
ÖgeDoğu Karadeniz Bölgesi (rize, Trabzon, Giresun) Heyelan-yağış İlişkisinin İncelenmesi Ve Minimum Eşik Değerlerinin Belirlenmesi(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Baltacı, Hakkı ; Karaca, Mehmet ; 266232 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesDoğal afetler genel olarak ekonomik ve sosyal yaşamı kısa sürede alt üst ederek gerek maddi ve gerekse can kayıplarına yol açan ve insan faaliyetlerini durduran olaylar olarak adlandırılırlar. Ülkemiz sahip olduğu jeolojik, topoğrafik ve meteorolojik koşullar nedeniyle doğal afetlerle sıklıkla karşılaşmaktadır. Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 1951-2008 yılları arasında yapılan çalışmada ülkemizin afet gören yerleşim birimi sayısı olarak en fazla heyelandan etkilendiği görülmüştür. Heyelanın ülkemizde bir çok bölgede meydana gelmesinin başlıca nedeni olarak yağış, toprağın yapısı ve eğim gelmektedir. Özellikle Doğu Karadeniz de heyelanların çok sık meydana gelmesi bölgedeki aşırı yağışların sonucudur. Çalışmamızda temel amaç, doğal bir afet olan heyelanın sıklıkla görüldüğü illerimiz olan Rize, Trabzon, Giresun ve çevresindeki ilçelerde aşırı yağışlar nedeniyle meydana gelen heyelan ile yağış arasındaki ilişkiyi incelemek ve minimum eşik değerlere sahip istatistiksel model oluşturmaktır. Çalışmada kullanılmak üzere Doğu Karadeniz Bölgesinde yağış sonucunda meydana gelen heyelanın yer ve zaman bilgileri literatür taramasından çıkarılmıştır. Heyelanın olduğu zaman kadarki yağış miktar ve süreleri en yakın meteoroloji istasyonu kayıtlarından çıkarılmıştır. Meteorolojik veriler Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'nden temin edilmiştir. Meteoroloji istasyon verileri olarak Rize, Pazar, Trabzon, Akçaabat, Vakfıkebir, araklı, Maçka, Düzköy, Arsin, Çaykara, Giresun, Bulancak, Çamoluk, Doğankent, Tirebolu ve Kesap yağış ve klima istasyonlarından yağış, hadise başlangıç-bitiş saatleri alınmıştır. Elde edilen veriler ile Doğu Karadeniz bölgesinde geçmiş yıllarda meydana gelen heyelan ile yağış arasında ilşki raştırılmış Rize, Trabzon ve Giresun illeri için minimum şiddet-süre, normalize şiddet-süre, kümülatif yağış-süre eşik değer denklemleri çıkarılmıştır.
-
ÖgeDoğu Kayını (fagus Orientalis) Ağacının Alansal Dağılım Modellemesi: Geçmiş, Günümüz Ve Gelecek(Eurasia Institute of Earth Sciences, 2018-06-08) Dağtekin, Ayşegül Dilşad ; Dalfes, Hasan Nüzhet ; 601161010 ; Climate and Marine Sciences ; İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim DalıClimate change affects forest biomes more severely than ever, even with the ~1°C temperature warming so far. Geographical distributions of these biomes are linked to warming temperatures and decreasing precipitation. Species try to adapt to this change by changing these geographical barriers. Recent warming not only impacted the survival rates of most tree species, also increased risks in handling extreme events. Fagus orientalis is a temperate, deciduous, broad-leaved species, which covers a wide area from the eastern Balkans through Turkey, Caucasia, Crimea and northern Iran, including the Amanos Mountains in the south, with a large elevational distribution from sea level to 2100 m. Beech has an important role in terms of dominating forests and creating new ecosystems, also it is used by many industries. Several research indicate that these species are disturbed by changing the climate in terms of increasing temperature and decreasing precipitation. Because of its importance in forestry, industry and ecosystem Fagus sp. were the focus of interest in this study. We conducted species distribution model simulations with five different algorithms embedded in biomod2 R package – BIOCLIM, GAM, GLM, RF, MaxEnt – and with environmental data from the climate of the present, past, and future from Wordclim version 1.4, as well as digital elevation model for altitude from NASA. Our simulations covered an area in Eurasia where Fagus sp. is seen, exact coordinates of 18 – 62 East and 33 – 51 North. We verified our model with present-day classifications, which fitted well the distributional data obtained from General Directorate of Forestry and EUFORGEN project. These models were used to 'predict' distributions through climate changes spanning Last Glacial Maximum (21,000 bp), Mid-Holocene (6,000 bp), 2050 and 2070 obtained from two global climate models, MIROC-ESM and CCSM4. We observed that F. orientalis distribution is toward the northeast from its present distribution, where mountainous regions are intense, colder and wetter climates are available according to future conditions. These results led us to verify that drier climate and higher temperatures are considered as limitations to these species. Additionally, we could identify refugia areas for this particular species in the past which might lead to new studies. We believe that the outcomes of this study would help improving management and conservation plans for Fagus orientalis in order to protect it from severe effects of climate change.
-
ÖgeDoğu Marmara (izmit Körfezi) Holosen Bentik Foraminiferleri, Ortamsal Koşulları Ve Sapropeller İle İlişkisi(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Topkar, Nur ; Sakınç, Mehmet ; 142834 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu çalışmada, Doğu Marmara'da Hersek Deltasının batısından 154 m su derinliğinden alınan, 02.47 m uzunluğundaki C-16 nolu karot ve Hersek deltası doğusunda Karamürsel çukurluğu içinden 102 m su derinliğinden alınan, 03.70 m uzunluğundaki IZ-35 nolu karot incelenmiştir. Marmara Denizi, Pleyistosen-Holosen süresince tekrarlanan transgresyonlardan etkilenerek, Akdeniz ve Karadeniz sulan ile karışmış, kendine has ortam koşullan ile de çok çeşitli bentik cins ve türleri ile temsil edilen zengin bir foraminifer topluluğuna sahip olmuştur. izmit Körfezi' ndeki çökelme koşullan, Pleyistosen-Holosen süresince büyük bir olasılıkla KAF zonu ve Yalakdere Deltası'nm kontrolünde gelişmiştir. Bu çalışma kapsamında incelenen C-16 nolu karotta rastlanılan çakıllı seviyeler bu görüşü desteklemektedir. C-16 ve IZ-35 nolu karotlarda seviyelere göre saptanan foraminifer miktarlan ve yapılan organik karbon analizleri, bazı seviyelerde sapropel düzeylerinin olduğunu göstermektedir. Her iki karotta belirlenen bu alt sapropel düzeylerinin yaşı, 10.600- 6400 GÖY (Günümüzden Önce Yıl) dür. Çalışılan her iki karotun hemen hemen tüm seviyeleri foraminifer topluluğunca zengin olup, çoğunlukla dysoksik ortamı karakterize eden Bulimina, Brizalina, Cassidulina ve Hyatinea bentik foraminiferleri, Globigerina planktik foraminiferi ve göl ortamında düşük tuzluluğu karakterize eden bivalvia; Dreissena rostriformis ile temsil edilir. Özellikle bu türlerin çok sayıda olması ortamın nispeten derin denizel karakterde olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte birçok türün kavkılannın kısmen veya tamamen piritle dolu oluşu ortamın derin, sakin ve dysoksik olduğunu ortaya koymaktadır. IZ-35 nolu karotun en alt seviyelerinde gölsel ortam hakimdir. Bununla birlikte, üste kadar tüm seviyeleri ve C-16 nolu karotun tümü derin denizel ortam karakteristiğini yansıtmaktadır.
-
ÖgeErken Kar Erimelerinin Fırat Ve Dicle Havzasındaki Nehirlerin Akım Zamanına Etkisi(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Altürk, Bahadır ; Şen, Lütfi ; 252070 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBahar aylarındaki kar erimeleri Fırat ve Dicle havzalarındaki nehirler için en önemli su katkısıdır. Eğer iklim değişirse bu katkı da değişebilir. 1970-2007 tarihleri arasındaki 40 yıla yakın zaman diliminde bu bölgedeki nehirlerin akım zamanlarında bahar kar erimelerindeki kaymadan dolayı öne çekilme gerçekleşmiştir. Merkez zaman metodu kullanılarak bu kayma değerlerinin ne kadar olduğu tespit edilmiştir. Nehir akımlarındaki bu değişimler bölgedeki yağış ve sıcaklık salınımlarından kaynaklanıyor. Mann-Kendall trend testi ile yapılan eğilim analizinde bu azalışın anlamlılık seviyesine çok yakın olsa da belirli yılllarda anlamlılığı yakaladığı gözüküyor. Dikkati çeken önemli özelliklerden biri ise Türkiye ve Dünya' sıcaklık artışlarının aynı zaman diliminde olmamasıdır. Dünya'da bu artışın 1960'lı yıllardan itibaren başlaması, Türkiye'de ise 1990'lı yıllardan sonra meydana gelmesidir. Bu durum nehir akım merkez zamanını da etkilemektedir. Ayrıca 1972-1988 ve 1990-2006 yıllarına ait iki farklı periyotta merkez zaman günlerinin 1990-2006 yılında 1972-1988 periyoduna göre sekiz istasyon için 2 ila 8 gün arasında öne çekildiği gözlemleniyor. Bu değerlerin gün olarak ne kadar anlamlı olduğu ise T-test istatistiği ile yapılan analizler sonucu ortaya çıkmıştır.
-
ÖgeThe Formation Of Recent Beach Sands In The Eastern Marmara Sea : A Heavy Mineral Investigation(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Ergün, Betül ; Okay, Nilgün ; 142824 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu çalışma Doğu Marmara Denizi güncel sahil kumlarının oluşumlarını ağır mineraller bakımından araştırmayı amaçlamaktadır. Kumların sedimantolojik ve mineralojik özellikleri ile kıyı morfolojisi, akaçlama alanı, akıntı sistemlerinin ilişkisi araştırılmıştır. Bunun için Güzelce-Eminönü, Kadıköy-Tuzla ve Hersek-Kumluk arasındaki sahillerden kum örnekleri laboratuvarda incelenmiştir. Bu çalışmada Marmara Denizi çevresindeki kıyı alanlarının morfolojisinin ağır mineral dağılımında önemli rol oynadığı görülmektedir. Çalışma alanında geniş kumsallar yerine, daha çok kayalık ve yalıyarlar ile çevrili çakıllı dar plajlar (cep plajlar) ve dolgu kıyı alanları bulunmaktadır. Sonuçlar kayalık kıyılarda kumların tane boyunun artış gösterdiğini ortaya koymaktadır. Çalışma alanında tane boyu küçüldükçe ağır mineral yüzdesinin arttığı gözlemlenmiştir. Ağır mineral yüzdesi kumsal alanlarda yükselmektedir. Kayalık ve yalıyar kıyılarda ağır mineral yüzdesi azalmaktadır. Düşük yoğunluklu ağır-mineraller (epidot, hornblend) daha çok kumsal plaj alanlarda bulunurlar. Yüksek yoğunluklu ağır-minerallerin (manyetit, ilmenit, granat, zircon) ise yalıyar, cep plajlarda arttığı görülmektedir. Çalışma alanında epidot, garnet ve rutil ağır- mineral bölgeleri belirlenmiştir. En fezla ağır mineral Kartal formasyonundan gelen kumlarda bulunmaktadır. Yüzey akıntıları ile kumların taşındığına dair bulgu bulunamamıştır.
-
ÖgeHatay (Antakya) – Samandağ Arasındaki Neotektonik Dönem Yapılarının Araştırılması(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Tekeşin, Özge ; Tüysüz, Okan ; 277000 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu çalışmada Akdeniz Bölgesi'nde yer alan ve Ölü Deniz Fay Zonu, Doğu Anadolu Fay Zonu ve Kıbrıs Yayı arasında aktif olarak deformasyon geçiren bir bölge olan Hatay (Antakya) ? Samandağ koridorunun tektonizması incelenmiştir. Samandağ İlçesi'nden Antakya'ya kadar uzanan bölge, temel kayaların oluşturduğu topoğrafik yükseltilerle çevrelenmiş bir çöküntü alanı (Antakya-Samandağ koridoru) niteliğindedir. Bu deformasyon zonu içerisindeki eski yerleşimler (Antiokheia-Seleukeia Piereia) tarihsel dönemde yıkıcı depremlerden etkilenmişlerdir. Bu depremlerin hangi faylardan kaynaklandığı ve bunların yüzey kırığı oluşturup oluşturmadığı konusunda bilgi yoktur. Aletsel dönemde ise bölgede yüzey kırığı oluşturabilecek büyüklükte bir deprem meydana gelmemiştir. Çalışma bölgesinin orta kısımından geçen Asi Nehri'nin bölgeye yerleşmesinde tektonik hareketlerin önemli bir payı vardır. Çalışma kapsamında Antakya-Samandağ koridoru ve çevresinin stratigrafisi tanımlanmıştır. İnceleme alanında Kretase'den Kuvaterner'e kadar birimler konumlanmış olup bu birimler haritalanarak çalışma alanının sayısal jeoloji haritası oluşturulmuştur. Çalışma kapsamındaki diğer bir araştırma ise bölgenin Kuvaterner evrimi ve depremselliğinin belirlenebilmesi amacıyla sığ jeofizik yöntemlerden biri olan Yer Radarı (GPR) ölçümleri yapılarak olası faylar saptanmaya çalışılmıştır. GPR metodu ile KD ? GB doğrultulu Antakya-Samandağ koridorunu doğu ve batıdan sınırlayarak graben şeklini almasında etken olan fayların arazide takip edilemediği lokasyonlarda ölçüm yapılmıştır. Ölçümler sonucunda elde edilen radagram kesitleri veri işlem teknikleri kullanılarak değerlendirilmiş ve olası faylar saptanmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak alanın fay haritası ortaya konulmuştur.
-
ÖgeHatay İli Ve Yakın Çevresi İçin Deprem Senaryolarının Cbs İçerisinde İ Hazırlanması Ve Bu Senaryoların Tarihsel Depremler İle Karşılaştırılması(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Üsküplü, Sibel ; Tüysüz, Okan ; 333091 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesEtkin deprem kuşakları üzerinde bulunan Türkiye tarihsel ve aletsel dönemde birçok yıkıcı depremlere maruz kalmış, bunun sonucunda önemli can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Gelecekte de böyle büyük depremlerin yaşanacağı tartışma götürmez. Bugün depremlerin önceden kestirilmesi mümkün olmamakla birlikte deprem önlemlerinin planlanması oluşacak can ve mal kayıplarının en aza indirilmesinde önemlidir. Bunun için kullanılabilecek yaklaşımlardan biri sentetik deprem senaryolarıdır. Deprem senaryoları ile gelecekte oluşacak depremlerin olası büyüklüğü ve yerleşim yerlerinin bu depremden hangi ölçüde etkileneceği tahmin edilebilir. Bu senaryoların hazırlanması ile ilgili parametrelerin işlenmesi ve bunların görsel ortamda sunulması Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) gereken ortamı sunmaktadır. Bu tez çalışmasında, Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ) ve Ölü Deniz Fay Zonu (ÖDFZ) arasında kalan Hatay ve yakın çevresine ait sentetik deprem senaryoları üretilmiştir. Bu amaçla CBS analiz teknikleri kullanılmıştır. Çalışmaların tamamı ESRI (Environmental Systems Research Institute Inc.) tarafından üretilmiş olan ArcGIS 10 programı kullanılarak yapılmıştır. Bölgenin sayısal jeoloji haritalarından yararlanarak her bir formasyona ait üst 30 metrelik kayma dalgası hızları V_30 parametreleri belirlenmiş ve haritalamalar yapılmıştır. Bölgeye etki eden faylar belirlenmiş, bu fayların üretebileceği maksimum deprem büyüklükleri ampirik bağıntılar yardımıyla hesaplanmıştır. Hazırlanan deprem senaryolarında olması beklenen depremin Hatay ve yakın çevresine vereceği zararın şiddeti ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Tez çalışmasının diğer bir amacı bölgenin depremselliğini incelemektir. Çeşitli kataloglardan taranarak elde edilmiş tarihsel depremler ve USGS, ISC ve Kandilli Rasathanesi'nden alınan aletsel dönem depremleri ile bölgenin deprem aktivitesi ortaya konulmuştur. Tarihsel depremlerin episantır ve yakın çevresinde yarattığı etkinin (Modified Mercalli Intensity) MMI ölçeği esas alınarak şiddet dağılımları yapılmıştır. Hazırlanan deprem senaryoları ve tarihsel depremler arasında benzerlikler olduğu görülmüştür. Bu benzerliklerden yola çıkarak tarihsel depremlerin hangi faylar ile ilişkili olduğu tahmin edilmeye çalışılmıştır. Deprem senaryolarının tarihsel deprem kayıtlarıyla birlikte değerlendirilmesi sonucu M.Ö. 148 ya da M.S.130, M.Ö. 65 ya da M.S. 64, 52 ya da 53, 110, 458, 500, 506, 526, 528, 580-588, 859 ya da 860, 972, 1072 ve 1091 veya 1092 depremlerinin Antakya fayı ile; 1114 ve 1115 depremlerinin Osmaniye-Karataş fayı ile; 1738, 1822 ve 1872 depremlerinin Amanos fayı ile ilişkili olabileceği sonucuna varılmıştır.
-
ÖgeHazar Gölü (elazığ) Çökellerinde Holosen’deki İklim Kayıtları(Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, ) Sürmelihindi, Emine Gül ; Görür, Naci ; 252072 ; İklim ve Deniz Bilimleri ; Climate and Marine SciencesBu tez çalışmasının amacı, göl sedimentlerinde saklı olduğu düşünülen Geç Holosen dönemine ait paleo iklimsel ve paleo ortamsal koşulları araştırmaktır. Bu amaçla Temmuz 2007 senesinde, Hazar Gölü'nden iki adet sediment karotu alınmıştır. Karotlarda yapılan, duraylı oksijen, karbon izotopu, TOC (Toplam Organik karbon), TIC (Toplam İnorganik karbon) analizleri ve XRF karot tarayıcısı, MSCL aletleriyle tayin edilen jeokimyasal ve fiziksel özelliklerin incelenmesi sonucunda gölün 4000 yıllık süreç içerisinde yüzyıllık periyodlar sunan önemli iklimsel değişimleri sakladığı sonucu ortaya çıkmıştır.Yapılan jeokimyasal analizlerden XRF yöntemiyle, göle nehir suyu girişinin arttığı yağışlı dönemler, Fe, Ti, K, Si, S gibi silisiklastik elementlerin, kurak dönemler ise Ca, Sr elementlerinin artışıyla temsil olmaktadır. Kütle spektrometre yöntemi kullanılarak yapılan 14C yaşlandırması sonucu bu dönemlerden özellikle, G.Ö. 3100-2900, G.Ö. 820-740 ve G.Ö. 600-400 zaman aralıklarına karşılık gelen yağışlı dönemler, MSCL analizlerinde de özellikle yüksek manyetik duyarlılık değerleriyle öne çıkmaktadır. Bu yağışlı dönemler içerisinde, göle nehir sularının girişiyle, ? 18O izotop değerleri hafiflemekte, TIC ve TOC değerleri azalmaktadır. Kurak dönemlerde, buharlaşma sonucu, göl suyu 18O'ce zenginleşirken, TIC ve TOC değerleri de artış göstermektedir. Bu değişimlerin global ölçekte gelişmiş iklimsel değişimlerle korele edilmesi sonucu, bu süreçlerden etkilenmiş olabileceği ortaya çıkmıştır. 14C yaşlandırması sonucu bu değişimlerin, Geç Tunç (Bronz) Çağı-Erken Demir Çağı geçişi, Ortaçağ Sıcak Periyodu ve Küçük Buzul Çağı periyodlarından etkilenmiş olabileceği düşünülmektedir.
-
ÖgeHersiniyen Orojenik Sisteminin Doğu Avrupadaki Kısmının Geometrisi, Evrimi Ve İskititlere Geçişi(Eurasia Institute of Earth Sciences, 2015-07-12) Sağdıç, Nurbike Göksu ; Şengör, Ali Mehmet Celal ; 601121004 ; Climate and Marine Sciences ; İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim DalıThe Hercynian Orogen, one of the best-known orogenic belts in the world, still hides many secrets concerning its evolution. This orogen formed through the collision between Laurussia and Gondwana-Land, which resulted in the supercontinent of Pangaea. Pangaea's formation began in the late Devonian with the onset of subduction and continued from the early-medial Carboniferous to the Permo-Triassic by means of collision. However, at the eastern part of this supercontinent, collision never happened and subduction continued in the Permo-Triassic. The coast of the Palaeo-Tethys known as Alpine-type Triassic succession was the scene of high mobility events in the core of the Pangaea in terms of Hercynian and Post-Hercynian stages. It is a fact that when the subduction process was still continuing, a rifting event began in the Permo Triassic at the eastern part of Pangaea by disrupting a magmatic arc. The results show a continuous arc goes from the Rhodope-Pontide Fragment in the north, through the Eastern Carpathians, Tisza Block, Western Carpathians, and Pelagonian Zone, to the Eastern Pontides in the south. Additionally, the lithostratigraphic charts of all the tectonic zones indicate the volcano sedimentary complexes, which show a rifting event as their most likely interpretation. As a consequence of this rifting, a marginal basin started to form beginning from the eastern part and tore westward by tracing the weak zones of the former arc. It began to take shape from the Karakaya Complex, goes through the Pelagonian zone and the Inner Western Carpathians namely Meliaticum into the Tisza Block in the Late Permian-Early Triassic. From the medial to the end of the late Triassic, the entire Hellenic-Dinaric System and Italy began to disintegrate, which started from the Pindos Zone in Hellenides and Sicily in Italy, and joined together into the Southern Alps by passing through all along the coast of the present Adriatic Sea. This presentation shows a reconstruction of the Mediterranean Tethysides at the time of the early Triassic. It was done by palinspastically restoring all the orogenic deformation for which data were to be had painstakingly and not just schematically. It is still incomplete, because it does not show the rift areas of the Sclafani-Imerese, Lagonegro and Pindos-Budva, except to show where they were. It also delineates the lie of the Karakaya and the Meliata rifts and shows that they were one and the same rift. Karakaya was later partly incorporated into the Vardar Ocean. Most of it closed during the earliest Jurassic, whereas the Meliata part was delayed until the late Jurassic. These closures are responses to two events: 1) Palaeo-Tethyan closure in case of Karakaya and 2) the opening of the South Atlantic in case of the Meliata. This paper addresses itself mainly to the solution of the Karakaya-Meliata problem.