Sosyal Bilimler Enstitüsü
Bu topluluk için Kalıcı Uri
1982 yılında kurulan enstitü, farklı alanlarda yürütülen programlar ile çağdaş bir eğitim modeli oluşturarak hem yurt içinde hem de yurt dışında sosyal bilimler, sanat, müzik gibi alanlarda söz sahibi olmayı amacını taşımaktadır. On üç anabilim dalı altında 6 doktora, 15 yüksek lisans programı yürütülmekte olup 5 program II. öğretim kapsamındadır. Lisansüstü programlarımızın bir bölümü fakültelerin ilgili bölümlerine bağlı, bir bölümü ise disiplinler arası program niteliği taşımaktadır.
Gözat
Başlık ile Sosyal Bilimler Enstitüsü'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge0 – 5 Yaş Arası Çocuklarda Müzikli Oyunların Gelişime Etkisi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010) Kaya, Nihan Duygu ; Altınölçek, Haşmet ; Türk Müziği ; Turkish Musicİnsan yaşamında ilk çocukluk dönemi çok önemli bir dönem kabul edilmektedir. Psikologlar tarafından incelenen ve doğrulanan bulgulara göre ilk çocukluk dönemi, yetişkinlik dönemindeki kişiliğinin oluşmasında temel oluşturur. Dünyanın birçok bölgesinde, 0-5 yaş arası eğitime ağırlık verilmeye başlandığı ve bu konuyla ilgili dünya genelinde birçok ülkede gelişim ve oyun okulları açıldığı görülmektedir. Son yıllarda çok hızlı yaygınlaşmaya başlamış olan çocuk gelişim ve oyun okullarının en önemlilerinden biri de Gymboree Play&Music okuludur. Çocuğun gelişim hızının belirlenebilmesi, geliştirilebilmesi ve pozitif yönde ilerlemesi amaçlanarak hazırlanan gelişim destekleyici oyun programları, farklı okullarda farklı kuramlar ve yöntemler kullanılarak düzenlenmektedir.
-
Öge12-15 Yaş Grubu Çocukların Müzik Eğitiminde Kullanılan Basit Halk Ezgilerinin Incelenmesi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997) Ayaz, Hakan ; Emiralioğlu, Afşin ; 64219 ; Müzikoloji ; Musicologyİlköğretimde kullanılan basit halk ezgilerinin incelenmesi" konulu bu çalışma, çocuk müziklerinde kullanılan "halk ezgileriyle" sınırlı tutulmuştur. Çocuklar üstün yetenekli ve normal yetenekli olmak üzere iki şıklı düşünülmüştür. Çalışma ilköğretim öğrencisi normal yetenekli çocuklar bazı alınmak suretiyle yapılmıştır. Üstün yetenekli çocuklar için ise, veli ve öğretmenlere yol gösterici pedagojik bilgilere yer verilmiştir. Çocukların yaşları, kas yapılan, ilgileri tesbit edilmiştir. Ergenlik dönemi geniş olarak ele alınmıştır. Ergenlik dönemiyle ilgili olarak hem psikolojik veriler artarılmış, hem de 12 - 15 yaşlar arasında bulunan yaklaşık 600 kadar öğrenciye yazılı test uygulanmıştır. Bu araştırmadaki amaç, üzerlerinde uygulama yapılan çocukları daha yalandan tanımaktadır. Bu sayede konusu daha çok sevgi ve aşk üzerine olan "halk ezgilerinin" özelde ergen, genelde ise, tüm ilköğretim çocukları açısından bir incelemesini yapmaktır. Çalışmada amaç, ilköğretimde kullanılan ya da kullanılmış halk ezgilerinin bir dökümünü yapmak değil, amaç, çocuklara eğitim müziği olarak uygulanana basit halk ezgilerinin çocuk müzik kriterleri açısından yerini ve değerini saptamaktır. Araştırma; inceleme, gözlem ve röportaj yöntemleri kullanılmak suretiyle yapılmıştır. Bu çalışmada ele alman ezgilerin çoğunun, söz, ritm ve melodik açılardan çocuklar için uygun oduğu tesbit edilmiştir. Ancak istisnalara, özellikle de söz açısından bazı müşküllere de rastanmıştır. İncelemede çocuklara öğretilebilecek halk ezgilerinin taşıması gereken özelliklere de bol bol işaretler vardır.
-
Öge13.-14. Yy. Anadolu'suna Tarihlenen Kandil Ve Şamdanlarda Işık Sembolizmi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994) Durmuş, M. Elif ; Ögel, Semra ; 30665 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryOrtaçağ İslam düşüncesinde ışık sembolizmi ve geometrik motifler temelinden yola çıkılan aşağıdaki araştırmada, çağın (13. -14. yy.) aydınlatma araçları; kandil ve şamdanlar dekorasyonları nedeniyle ele alınmıştır. Bir başka deyişle, 13. -14. yy. Anadolu'suna tarihlenen kandil ve şamdanlardan, üzerlerinde geometrik motifler bulunanlar katalog kısmını oluşturmuş, burada yer alan geometrik ve figürlü süslemelerin ışık sembolizmiyle olan bağlan tartışılmıştır. Günümüzde, dünyada çeşitli koleksiyonlara dağılmış bulunan sözkonusu kandil ve şamdanların hemen hepsi Anadolu'daki tekke, türbe, medrese veya camiilerden getirilmişlerdir. Bu orijin birlikteliğinin yanısıra, şamdanlarda görülen diğer belirgin özellik ise hemen hepsinin aynı boy ve ölçülerde, aynı formda ve aynı ağırlıkta olmalarıdır. İlk bakışta göze çarpan bu özellikler, dekorasyondaki bütünlükte de kendini belli eder. Öyle ki, bu gruptaki şamdanların süslemesinde başlıca dört temanın; Oniki ayın işleri, Saray yaşamından sahneler; eğlence, taht ve av sahneleri, Astrolojik semboller ve Geometrik motiflerin yer aldığı görülür. Nerede ve kimin tarafından yapıldıkları belli olmayan bu şamdanlardan, geometrik rozetlere sahip olanlarının motiflerine göre bir katalogunun verilmesi araştırmanın başlıca sonuçlarından biridir. Diğeri ise, sözkonusu geometrik ve figürlü süslemenin Ortaçağ İslam düşüncesinde ışık sembolizmi çerçevesinde ele alınmasıdır.
-
Öge16-18. Yüzyıl Osmanlı Minyatürlerinde Bahçe Teması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996) Ekmekçibaşı, İpek ; Batur, Afife ; 53274 ; Sanat Tarihi ; Art History16. - 18. yüzyıl Osmanlı minyatüründe bahçe teması" konulu tezimizde, minyatür sanatının geleneksel yapısı içinde çeşitli şekillerde yer alan bahçe tasvirleri örneklerini irdelemeyi amaçladık. incelememiz sırasında öncelikle bahçe olgusunun Osmanlı kültüründeki yeri, önemi ve bunun minyatür sanatına yansıma şekli belirlenmeye çalışıldı. Daha sonra 16. yüzyıldan itibaren tarihi konulan resimleme yoluna gitmiş ve estetik özellikleri yanında belge niteliğinde değer kazanmış Osmanlı minyatür sanatının, gerçekçi üslubu içinde tasvir edilmiş bahçe görüntülerinin, kompozisyonlar genelinde kullanım şekilleri ve tasvirlerde yer alan kalıplaşmış motifler belirlenmeye çalışıldı. 16. yüzyıldan 18.yüzyıla kadar rastladığımız bahçe tasvirlerinin, gelişim ve değişim çizgisi oluşturulmaya çalışıldı. Son olarak dönemin diğer İslam ülkelerinde yapılmış minyatürlerdeki bahçe tasvirleri ile Osmanlı minyatürlerindeki bahçe tasvirleri arasındaki ortak ve ayrı unsurlar üzerinde duruldu. Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde ulaşabildiğimiz minyatürlü yazmalar ve mevcut kaynakların incelenmesi sonunda, Osmanlı minyatür sanatının gelişim çizgisine paralel üslup özellikleri gösteren bahçe tasvirlerinin, minyatürün asıl konusunu oluşturduğu örneklerin yanı sıra, konuya fon yada ön plan teşkil ederken içerdiği motiflerin -Osmanlı minyatür sanatının gerçekçi ve detaycı yaklaşımımdan da yola çıkarak- dönemin bahçe mekanlarının karakterini oluşturan elemanlarla yakın benzerlikler gösterdiğini söylemek mümkün olmaktadır. Yüzyıllar boyunca Osmanlı minyatürlerinde ince bir zevk ile işlenmiş bahçe tasvirleri, 18.yüzyıldan itibaren, Osmanlı kültürünün hemen her alanında hissedilen batı etkileri neticesinde değişimlere uğramış, minyatürlerdeki diğer doğa tasvirleri ile beraber, başlıbaşına manzara resimlerine dönüşen bir yol izlemişlerdir.
-
Öge16. Yüzyılda Batılı Gezginlerin İngilizce Ve Türkçe Yayımlanan Notlarında İstanbul Ve Anıtları(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Taşçıkar, Bahar ; Sözen, Metin ; 122685 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryKurulduğu andan itibaren hızla büyümekte olan Osmanlı Devleti, onaltıncı yüzyılda ilerlemesinin en üst noktasına varmıştı. Rönesans'dan sonra ortaya çıkan pekçok buluş ve keşif, Avrupa'ya yeni bir yol açmıştı. Deniz yolculukları artık çok daha rahat yapılabiliyordu. Böylelikle yeni kıtalar keşfedildi. Ticaret için yeni pazarlara ulaşıldı. Yeni yerler hakkında birçok kitap yazılmaya başlandı. Bu kitaplar, insanları, daha önce gitmedikleri yerlere gitmeye yönelttiler. Bu yüzyılda Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun desteğini sağlamaya çalışıyorlardı. Bu güç, aynı zamanda yabancı devletlerin çok ilgisini çekiyordu. Hepsi, Osmanlıların gücünün arkasındaki nedenleri çok merak ediyorlardı. Aynı zamanda, Rönesans'dan sonra antikiteye karşı artan ilginin devamı olarak, özellikle İstanbul, sahip olduğu düşünülen antik ve Osmanlı eserleri nedeniyle de merak konusuydu çünkü Osmanlılar da gizemli "Doğu"nun bir parçasıydılar. Sosyal hayatları, adetleri, ilişkileri, kısacası yaşamları her yönüyle yabancıların ilgisini çekiyordu. İstanbul ise, Osmanlı'ların yeni başkenti olarak, kozmopolit bir yaşayışa olanak sağlıyordu. Bu şehirde pekçok milletten insan yaşamaktaydı. Bu durum, kent içindeki yaşayışta da kendini belli ediyordu. Bütün bunları incelemek için çeşitli görevlerde kişiler İstanbul'a geldiler. Bunların arasında tüccarları, misyonerleri, bilim adamlarını, sanatçıları sayabiliriz. Gelen kişilerin İstanbul hakkındaki gözlemleri çoğu zaman bir kitaba dönüşüyordu. Bunun sayesinde gezi günlükleriyle ilgili büyük bir arşiv meydana geldi. Yabancı gezginler, İstanbul ve buradaki yaşam hakkında detaylı bilgiler veriyorlardı. Bu kişilerin Osmanlı İmparatorluğu konusunda yazdıkları notlar, birçok konu hakkında birinci el kaynak olarak kabul edilebilir. Yabancı gezginlerin anlattığı pekçok eser bugün yoktur. Bu nedenle, seyahatnamelerden elde edilen bilgiler, bugün bilmemizin mümkün olmadığı birçok konu hakkında bize ışık tutar.
-
Öge(1869-1928) Osmanlıca Kadın Dergilerinin Grafik Düzenlemeleri(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995) Kocabey, Melek ; Batur, Afife ; 43829 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryOsmanlı devleti'nde Tanzimatla birlikte gelen, toplumda yeni yapılanma ve değişim çabaları, birçok konu ile birlikte toplumda kadının yeri sorununu da gündeme getirmiştir. Yeni açılan okullarla yerleşmeye başlayan kadın eğitimi, kadının ev ve iş hayatında başarısı ve sorunları gibi konular basında, özellikle kadın dergileri ile gündeme gelmeye başlamıştır. (1869-1928) yılları arasında yayımlanan 38 kadın dergisi, kadın ile ilgili her türlü konuyu, bilgilendirmeyi amaçlayan edebi konu ve makaleleri yayınlayarak, kadınlar arası bir haberleşme ağı oluştururlar. Bu çalışmada İstanbul Kütüphaneleri'nde bulunan 38 Osmanlıca kadın dergisi, içerik ve yayın amaçlarına da değinilerek, özellikle vinyet, fotoğraf ve düzenleme açısından ele alınmış, tarihsel süreç içinde gelişim ve değişim olanakları incelenmiştir. Araştırma İstanbul kütüphaneleri ile sınırlandırılmış, ancak İstanbul kütüphaneleri dışında olduğu halde fotokopi yolu ile kütüphane koleksiyonlarına katılan eksik sayılar da çalışmaya dahil edilmiştir.
-
Öge19. Yüzyılda İstanbul’da Osmanlı Makam Müziğinin Yapıldığı Mekanlar Ve Batılılaşma'nın Bu Müzik Mekanları Üzerine Etkileri(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010) Koytak, Ahmet Selim ; Toksoy, Atilla Coşkun ; Türk Müziği ; Turkish MusicOsmanlı'da Makâm müziğinin eğitim ve icrâsı, her dönemde Saray dışında tekkeler, evler, konaklar, camiler ve kahvehâneler gibi mekânlarda da varolmuştur. 19. yüzyılda başlayan Batılılaşma hareketleri Osmanlı Makâm müziğini etkilediği gibi ve bu müziğin yapıldığı mekânları da etkilemiştir. Batılılaşma politikasının bir sonucu olarak Saray'da kurulan Muzıkâ-ı Hümâyun'da Batı müziği ağırlıklı bir eğitim verilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte Osmanlı Makâm müziği ve yüzyıllardır büyük bestekâr ve icrâcıların yetişmesine hizmet eden Enderun Meşkhânesi eski önemini yitirmiştir. Bu dönemde evlerde yapılan Makâm müziği meşk ve âlemleri yerini yavaş yavaş Batı tarzı müzik ve eğlencelere bırakmıştır. Gerek dini gerekse ladini müziğin en çok beslendiği kaynakların başında gelen tekkeler de bu dönemdeki değişim furyasından müzikal ve mekânsal anlamda payını almıştır. Camilerde de bu döneme kadar kullanılan dini müzik formlarında bir takım değişikliklerin olduğu görülmüştür. Osmanlı sosyal hayatının önemli buluşma mekânlarından biri olan kahvehânelerin bazılarında sadece icrâ edilen müzikte değişim görülürken, bazıları ise tamamen kabuk değiştirip vaktiyle Doğu'dan devşirilmiş olan Batılı ?cafe?lere dönüşmüştür. Öte yandan Osmanlı'da Batı müziğinin kamusal alanda belirmesini sağlayan opera, operet, bale, çalgılı gazinolar ve tiyatro Osmanlı kültür hayatına tiyatro salonları gibi kendilerine mahsus yeni mekân türlerini de beraberinde getirmiştir.
-
Öge1945-1960 Yılları Arasında Türkiye'de Sanat Ortamı Ve Yayın Hayatına Yansıması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Dedeal, Hande ; Ödekan, Ayla ; 175057 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryTürkiye'de, 1945-1960 yıllan arasını kapsayan bir dönem içinde sanat ortamının nasıl olduğu sorusunun kültürel değişim bağlanımda ele alındığı bu tez, Osmanlı Batılılaşmasından başlatılarak ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1960 yılma kadar olan dönemi kapsayan bir süreci incelemektedir Tez üç ana başlık altında ele alınmıştır. Her başlık altında, dönemin siyasi hayatı ve kültürel değişimi belirleyen sanat ortamına değinilmiştir. Başlıklardan ilkini "Cumhuriyet Öncesinde Kültürel Değişim ve Sanata Yansıması" oluşturur. Batılılaşma kavramı Türkiye'de kültürel değişimin başlamasıyla doğrudan ilişkilidir. III. Ahmet döneminde ilk kez Avrupa'ya elçi gönderilmesiyle karşılıklı etkileşim süreci başlamıştır. Bu dönemden sonra Batı ile kurulan ilişkiler sayesinde askeri alanda gerçekleştirilen yenilikler sanatı da etkilemeye başlamıştır. Daha çok mimari ve dekorasyon alanında görülen Batı etkisi, II. Mahmut'tan itibaren resim alanına da kaymıştır. Kültürel değişim söz konusu olduğunda Osmanlı döneminde değinilmesi gereken önemli olaylardan birisi Tanzimat'ın ilan edilmesidir. Tanzimat fikri, Batının sadece biliminden değil aynı zamanda bilimin temellendiği Batı kültürünün de öğrenilmesinden yanadır. Tanzimat'la başlayan süreci Meşrutiyet dönemi devam ettirmiştir. Meşrutiyetle birlikte Batı tarzında sanat anlayışı da Osmanlı saray ve çevresine yayılmaya başlamıştır. Osmanlı döneminde Batı ile kurulan ilişkilerin kaçınılmaz sonucu olarak kültürel bir değişimin başladığım görmek mümkündür. Batıda toplumsal etkinin büyük payı olan aydınlanma, Osmanlıda sadece bir üst sınıf hareketi olarak gerçekleşmiş, toplumun yararına kullamlmamıştir. Tezin diğer başlığı, "Oımhuriyetin İlanından 1945 Yılma Kadar Kültürel Değişim ve Sanata Yansıması" incelenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çağdaş milletler seviyesine ulaşma düşüncesi, bilim ve teknik alanda ilerlemeyi amaçlayan bütünsel bir kültür projesidir. Cumhuriyetin kültür hamlesinin temel taşlarından biri de vu sanattır. Sanata ve sanatçıya verilen devlet desteği, halkı sanatla eğitmek gibi ileri bir görüşün parçasıdır. Osmanlı modernleşmesinden en belirgin farkı bu çağdaşlaşmanın merkezine halkın konulmasıdır. Ancak geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı olan toplumun büyük bir kesimi için bu kültürel değişim benimsenmemiş ve tepki ile karşılanmıştır. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk döneminde "halka rağmen halk" için söylemi ön plana çıkmıştır. Son başlığı, "1945-1960 Yıllan Arasında Kültürel Değişim ve Sanata Yansıması" konusu oluşturur. 1945 yılı Türk siyasi tarihinde çoğulcu parlamenter sisteme geçildiği yıl olması açısından önem taşır. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti ile dışa açılma, liberal ekonomi gibi kavramlar ön plana çımış. Ekonomik kalkınmaya yönelen hükümet kültür alanlarındaki desteğini azaltmıştır. 1945-1960 yılları arasındaki dönemde ise iktidarın doğrudan kültüre yönelik olmasa da dolaylı yoldan bir değişimi tetiklediğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminde saray çevresinde gelişen sanat, Cumhuriyetin ilk yirmi yılında bir kültür politikası olarak ele alınmış ve devletçe desteklenmiş, 1945-1960 yıllan arasında ise devlet desteğinin azalmasıyla bireysel çabalar başlamıştır.
-
Öge1945-1960: Paris Ekolü Ve Paris’te Yaşayan Soyut Türk Ressamları(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Özerden, Lale Kula ; Özer, Filiz ; 175099 ; Sanat Tarihi ; Art Historyİkinci Dünya Savaşı ve işgal yıllarının yarattığı karışıklığa rağmen Paris savaş sonrasında da Avrupa sanatının önde gelen sanat merkezlerinden biri olmaya devam etti. Kent bu dönemde, çeşitli uluslardan sanatçıları, eleştirmenleri, koleksiyoncuları ve çok sayıda sanat galerisiyle hareketli bir sanat ortamına sahipti. Soyut sanat, resmi otoritelerin kayıtsız, kimi zaman da engelleyici tutumuna karşın, kısa sürede yaygınlaştı. Soyut sanatın kabulünde, küçük bir eleştirmen grubuyla, birkaç avant-garde galerinin büyük katkıları oldu. Bu yıllarda Paris'te 'soyutun çeşitli sınıflandırmalarının yapıldığı ve tanımlannın belirlendiği önemli bir kuramsal faaliyet söz konusuydu. Soyut sanat alanındaki bu canlılık Paris'in 'sanat başkentliği'ni 1960'larda New YorKa devretmesine kadar sürdü. Paris Ekolü terimi 1925'ten itibaren farklı grupları tanımlamak için kullanılmıştır. Anlamsal olarak iki genel tanım söz konusudur: ilk ve daha yaygın olanı, 1910-1930 yıllarında Paris'te yaşayan ve Fransız olmayan sanatçıları ifade etmek için kullanılırken, savaş sonrasında, Paris Ekolü ve bazen da 'yeni' ekiyle, Nouvelle Ecole de Paris (Yeni Paris Ekolü), Fransız ya da yabancı, Paris'te yaşayan ve Lirik Soyut resim yapan sanatçıları tanımlayan bir terim olarak karşımıza çıkar. 1945-1960 yıllarında Paris sanat ortamı, çağdaş Fransız resmine büyük katkılar getiren çok uluslu bir yapıya sahipti. Türk sanatçıları ile bağlantısını kurduğumuz diğer Paris Ekolü sanatçıları arasında, Fransızların yanında Rus, Alman, Hollandalı ve Portekizli sanatçılar vardı. Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Albert Bitran, ve Fahr-el-Nissa Zeid'den oluşan bir grup soyut Türk ressamı da bu çok uluslu yapıda yer aldılar. Çağdaş Bat resim sanatı çizgisinde bir gelişmeyi hedefleyen Türk resim sanatı, Osmanlı'nın son dönemlerinden beri Paris'i merkez kabul etmekteydi ancak birkaç istisna dışında Türk sanatçıları sanat ortamına tam olarak dahil olamamış ve gündemi bir adım geriden izlemişlerdi. 1945-1960 yıllarında Paris'te yaşayan soyut Türk ressamları, Paris Ekolü çatısı altında, olayların merkezinde yer aldılar. Sanatsal ve entelektüel güçlü bağlar kurdular, kentte açılan en önemli sergilere davet edildiler, sanatsal gündemi günü gününe izleyip, dönemin önemli eleştirmenlerinin beğenisini kazandılar. Katıldıkları sergilerin, haklarında yazılan sanat eleştirilerinin incelenmesi ve resimlerinin diğer Paris Ekolü sanatçılarıyla karşılaştırılması ve analizi 1945-1960 arası Paris'te yaşayan ve soyut resim yapan Nejad Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Albert Bitran ve Fahr-el-Nissa Zeid'in Paris Ekolü içerisinde önemli bir role sahip olduklannı açıkça göstermektedir. Bu altı ressamın çalışmalannın, Türk resim tarihinin Avrupa resmiyle eşzamanlı bir çizgide eserler üretilen, önemli bir evresini oluşturduğu kanısındayız. XII
-
Öge1950 Sonrasi Görsel Sanatlar Ve Müzik Arasindaki Etkileşim(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Aydoğan, Bilge ; Ödekan, Ayla ; Müzik ; MusicGeleneksel sanat kurallardan kurtulma sürecinin önemli bir adımı olarak değerlendirilen 19. yüzyıl, görsel ve işitsel sanatların etkileşiminin yoğunlaşmaya başladığı bir sürece işaret eder. 19. yüzyılın kültürel ortamı, kendinden önceki dönemlerden daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Dünya küçülmeye başlamış, büyük sanat yapıtlarının ucuz yollu kopyaları üretilmiş, yüzyılın ilk çeyreğine egemen olan Napolyon'un emperyalist dönemine ve Neoklasik sanat anlayışına tepkiler doğmaya başlamıştır. Öyle ki, karmaşık olan bu kültürel ortamın her alanında müzik, mistik bir yol gösterici olmuştur. Wagner'in ?Bütünsel Sanat Çalışmaları? (Gesamtkunstwerk) başlığını taşıyan kitabında, tüm sanatları bir çatı altında toplayacak olan aracıdır müzik. Nitekim 20. yüzyıl sanatı da; Fütüristlerin, Kübistlerin, Soyut Sanat savunucuların ve Dadacıların müzik ile kurduğu bağ ile şekillenecektir. 20. yüzyılın ilk yarısına baktığımızda birbirine koşut olarak gelişen farklı akımlar ve çeşitli ifade biçimlerinin bir aradalığını görmekteyiz. Kandinsky'nin soyut arayışlarının karşısına Kübist sanatçılar, ?yapı bozum? ile çıkmışlardır. Öte yandan Avrupa'nın diğer ucunda Fütürist sanatçılar, manifestolarıyla sanat ortamının güvenli yapısını sarsan açıklamalar ve eylemler gerçekleştirmişlerdir. Savaş öncesinin yarattığı bunalım ve yalnızlık duygusu sanata da yansımıştır. 1920'li yıllara gelindiğinde oldukça eklektik bir yapı çıkar karşımıza. Dada etkinliklerine de katılmış olan besteci Edgar Varese ve Eric Satie'nin de aralarında bulunduğu bir grup avangard sanatçı, Sürrealizm akımını harekete geçirmişlerdir. Müzik ile görsel sanatların etkileşimi bağlamında, Dışavurumculuk akımının müzikte ortaya koyduğu tonal kırılma ile görsel sanatlardaki formun bozulması, birbirine eşdeğer yaklaşımlar olarak görülmüştür. Öte yandan yüzyılın ilk yarısında etkili olan Fütürist ve Dada sanatçılarının eylemsel tavırlarında karşımıza çıkan avangarde hareketin ise Wagner'in sanatların bütünlüğü ilkesine temellendirilmiştir. Müzik ve görsel sanatların 1950 sonrasındaki gelişimine baktığımızda, 20. yüzyılın ilk yarısındaki avandgard hareketin etkili olduğu görülmektedir. 2. Dünya Savaşı'nın eşiğinde olan Avrupa'nın tekinsiz ortamından kaçan pek çok sanatçı Amerika'ya göç etmiştir. Bu sanatçılar arasında Duchamp, Varese, Dali, Tanguy, Leger, Breton gibi daha pek çok sanatçı sayılabilmektedir. Bu sanatçılar 1950 sonrasında oluşacak sanat anlayışının temelini oluşturmuşlardır. İlk bakışta göze çapan, bu sanatçıların Dadacılardan miras kalan, rastlantıya dayanan içgüdüsel bir tavrı benimsemiş olan Sürrealizm akımının temsilcileri olduklarıdır. 20. yüzyılın ilk yarısında; müzikte dizisel, görsel sanatlarda ise soyut anlatımın yoğunlukta olduğu bir dönem yaşanmıştır. Bu yaklaşımlar her iki alanın, ?sanatın sanat için? üretildiği düşüncesini destekleyen bir özellik kazanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, toplumdan kopuk, anlaşılması güç ve seçkinci bir yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Duchamp, Cage ve Fluxus sanatçılarının öncülüğünde yeniden canlanan avandgard yaklaşım ise, işte bu noktada önem kazanmaya başlamıştır. Sanatın yeniden tanımının yapılmaya başladığı modern sonrası sürecin başlangıcı olmuşlardır bu sanatçılar. 1950'lerde New York merkezli oluşumun yüzyıl başlarındaki Paris sanat ortamını anımsanmaktadır. New York sokaklarının bar ve klüplerinde sanatın ve sanatçının varlık alanının sorgulanması, sanat nesnesi olarak yeni malzemelerin kullanıma girmesi, hem müzik hem de görsel sanatlar alanına yepyeni bir alan açmıştır. Avrupa'da da benzer gelişmeler yaşanmaktadır. Deneysel çalışmalar, görsel sanatlar ve müzik alanında hız kazanmıştır. Soyut sanat ve dizisel müziğin saflık özellikleri melezleşmeye başlamış, günümüz sanatını oluşturan çoklu ortam üretimlerinin temelleri atılmıştır.
-
Öge1950 Sonrası Görsel Sanatlar Ve Müzik Arasındaki Etkileşim(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Aydoğan, Bilge ; Ödekan, Ayla ; 209094 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryGeleneksel sanat kurallardan kurtulma sürecinin önemli bir adımı olarak değerlendirilen 19. yüzyıl, görsel ve işitsel sanatların etkileşiminin yoğunlaşmaya başladığı bir sürece işaret eder. 19. yüzyılın kültürel ortamı, kendinden önceki dönemlerden daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Dünya küçülmeye başlamış, büyük sanat yapıtlarının ucuz yollu kopyaları üretilmiş, yüzyılın ilk çeyreğine egemen olan Napolyon'un emperyalist dönemine ve Neoklasik sanat anlayışına tepkiler doğmaya başlamıştır. Öyle ki, karmaşık olan bu kültürel ortamın her alanında müzik, mistik bir yol gösterici olmuştur. Wagner'in ?Bütünsel Sanat Çalışmaları? (Gesamtkunstwerk) başlığını taşıyan kitabında, tüm sanatları bir çatı altında toplayacak olan aracıdır müzik. Nitekim 20. yüzyıl sanatı da; Fütüristlerin, Kübistlerin, Soyut Sanat savunucuların ve Dadacıların müzik ile kurduğu bağ ile şekillenecektir. 20. yüzyılın ilk yarısına baktığımızda birbirine koşut olarak gelişen farklı akımlar ve çeşitli ifade biçimlerinin bir aradalığını görmekteyiz. Kandinsky'nin soyut arayışlarının karşısına Kübist sanatçılar, ?yapı bozum? ile çıkmışlardır. Öte yandan Avrupa'nın diğer ucunda Fütürist sanatçılar, manifestolarıyla sanat ortamının güvenli yapısını sarsan açıklamalar ve eylemler gerçekleştirmişlerdir. Savaş öncesinin yarattığı bunalım ve yalnızlık duygusu sanata da yansımıştır. 1920'li yıllara gelindiğinde oldukça eklektik bir yapı çıkar karşımıza. Dada etkinliklerine de katılmış olan besteci Edgar Varese ve Eric Satie'nin de aralarında bulunduğu bir grup avangard sanatçı, Sürrealizm akımını harekete geçirmişlerdir. Müzik ile görsel sanatların etkileşimi bağlamında, Dışavurumculuk akımının müzikte ortaya koyduğu tonal kırılma ile görsel sanatlardaki formun bozulması, birbirine eşdeğer yaklaşımlar olarak görülmüştür. Öte yandan yüzyılın ilk yarısında etkili olan Fütürist ve Dada sanatçılarının eylemsel tavırlarında karşımıza çıkan avangarde hareketin ise Wagner'in sanatların bütünlüğü ilkesine temellendirilmiştir. Müzik ve görsel sanatların 1950 sonrasındaki gelişimine baktığımızda, 20. yüzyılın ilk yarısındaki avandgard hareketin etkili olduğu görülmektedir. 2. Dünya Savaşı'nın eşiğinde olan Avrupa'nın tekinsiz ortamından kaçan pek çok sanatçı Amerika'ya göç etmiştir. Bu sanatçılar arasında Duchamp, Varese, Dali, Tanguy, Leger, Breton gibi daha pek çok sanatçı sayılabilmektedir. Bu sanatçılar 1950 sonrasında oluşacak sanat anlayışının temelini oluşturmuşlardır. İlk bakışta göze çapan, bu sanatçıların Dadacılardan miras kalan, rastlantıya dayanan içgüdüsel bir tavrı benimsemiş olan Sürrealizm akımının temsilcileri olduklarıdır. 20. yüzyılın ilk yarısında; müzikte dizisel, görsel sanatlarda ise soyut anlatımın yoğunlukta olduğu bir dönem yaşanmıştır. Bu yaklaşımlar her iki alanın, ?sanatın sanat için? üretildiği düşüncesini destekleyen bir özellik kazanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, toplumdan kopuk, anlaşılması güç ve seçkinci bir yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Duchamp, Cage ve Fluxus sanatçılarının öncülüğünde yeniden canlanan avandgard yaklaşım ise, işte bu noktada önem kazanmaya başlamıştır. Sanatın yeniden tanımının yapılmaya başladığı modern sonrası sürecin başlangıcı olmuşlardır bu sanatçılar. 1950'lerde New York merkezli oluşumun yüzyıl başlarındaki Paris sanat ortamını anımsanmaktadır. New York sokaklarının bar ve klüplerinde sanatın ve sanatçının varlık alanının sorgulanması, sanat nesnesi olarak yeni malzemelerin kullanıma girmesi, hem müzik hem de görsel sanatlar alanına yepyeni bir alan açmıştır. Avrupa'da da benzer gelişmeler yaşanmaktadır. Deneysel çalışmalar, görsel sanatlar ve müzik alanında hız kazanmıştır. Soyut sanat ve dizisel müziğin saflık özellikleri melezleşmeye başlamış, günümüz sanatını oluşturan çoklu ortam üretimlerinin temelleri atılmıştır.
-
Öge1950 Sonrası Türkiye'de Müzikle Sosyoloji İlişkisi Ve Belirleyici Dönemler(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998) Ünvar, İlhan ; Kutluğ, Fikret ; 72173 ; Müzik ; MusicMüziği, sosyolijiden ayırt ederek düşünmemiz ve incelememiz mümkün değildir. İnsanların ve toplumların yaşantısındaki tüm değişimler paralel olarak müziği de etkilemiştir. Toplumlar yaşamın akışı içinde etkilemeye ve etkilenmeye elverişli yapıdadır. Bu nedenle çalışmalarımızı müzik-sosyoloji dialaktiğinden yola çıkarak kurmaya çalıştık. Türkiye’de müziğin sosyolojik ilişkileriyle oluşturduğu dönemleri değişimleri özellikle de yakın dönemdeki tarihe damgasını vurmuş oluşumları inceledik. Çalışmamıza; modernleşmenin, toplum yapısı ve geleneklerle ilişkilerini inceleyerek başladık. Daha sonra Türkiye özeline girerek Türkiye’de kültürel (modernleşme, popüler kültüre geçiş ve bunların sosyolojik oluşumlarını inceledik. Sonraki bölümde; Türkiye’deki Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası sosyal değişimler ve Türk müziğine etkilerini inceledikten sonra Türkiye’de özellikle 1950’lerden sonra sosyal kimlikle ortaya çıkan belli başlı müzik dönemlerini türlerini, oluşumlarını , yapılarım çıkış noktalarını ve çıkış nedenlerini ortaya koymaya çalıştık.
-
Öge1950-1970 Arası Türkiye'de Sinema Müzik İlişkisi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998) Şirin, Betül ; Gökdel, Fatma ; 72147 ; Müzik ; MusicSinemanın ilk yıllan, Fransa’da Lumieres Kardeşlerin ve aynı tarihte Amerika’da Thomas Edison’un 1896 yılında “sinematograf’ aygıtım keşfetmeleriyle birlikte, Lumieres kardeşlerin dünyanın her yamna operatörler göndererek belge filmleri çekmeleriyle başlar. Başlangıçta kısa film ile başlayan sinema; zamanla insanların dikkatini çekmeye başlaması, büyük bir endüstri haline gelmesi ve sanat niteliklerinin yavaş yavaş anlaşılması sonucu kısa metrajlı olan filmlerin uzun metrajlı olarak yapılması düşüncesini oluşturmuştur. Lumieres Kardeşler tarafından gönderilen operatörler ilginç belge filmleri çekmekte, sonradan bunları çoğaltarak satışa hazırlamaktaydılar. Rusya’ya ve Orta Doğu’ya giden operatörler, Türkiye’den geçerken İstanbul’da, İzmir’de ve o sırada Osmanlı imparatorluğuna dahil bulunan bazı yerlerde de filmler çekmişlerdir. 1914’te Osmanlı imparatorluğunun itilaf devletlerine karşı ittifak devletleri safhmda savaşa katılması Yeşilköy (eski adıyla Aya Stefonos) de dikili bir anıtın bombalanmasına neden olmuş ve bu tarihsel olayı Türk sinemacılarından Fuat Uzkınay görüntülemiştir. Bu görüntüler ilk Türk filmini meydana getiren görüntülerdir. I.Dünya savaşında Türk Ordularının Başkomutanı Enver Paşa savaş içinde Almanya’yı ziyaret ettiği sırada Alman Ordusu’nun “Ordu Film Dairesi” kurarak faaliyete geçirmesi dolayısıyla sinemaya verilen değeri kavramıştır. Yurda dönünce ilk işlerinden biri Türkiye’de de hemen bir Ordu Film Dairesi’nin kurulmasını sağlamak olmuştur. 1923’lere (Tiyatrocular Dönemine) gelindiğinde Türkiye’de ki sinema çalışmaları tiyatrodan gelmiş kişiler ile yapılmaktadır. Bu çalışmalar Türkiye’nin en ünlü tiyatrocusu Muhsin Ertuğrul ve o zaman ki tek ödenekli tiyatro Darülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatrosu) nin tekelinde bulunmaktadır. Tiyatrocular sinemayı, tiyatro sahnesi olarak görmüşler ve sinemayı kapalı mekanda düşünmüşlerdir. Bu nedenle sinemaya olumlu bir katkıları olamamıştır. Sinemamn ilk dönelerinden beri filmler gösterilirken piyano görüntüye fon olarak eşlik etmekteydi. Önceleri çalman müzikler ile görüntü arasında bağlantı gözetilmiyordu. Daha sonraları çalman müziğin görüntülere uyumlu olmasına özen gösterildi. Böylece belli durumlarda belli parçaların çalınması gibi bir geleneğin oluşmasına neden oldu. Özellikle müzik sanatımn belirli parçalan sahnelere göre sınıflandırıldı, perdede bu sahneler yeraldığı vakit bu parçalar çalınıyordu. Canlı, hareketli sahnelerde temposu hızlı ve neşeli parçalar yer almaktaydı. Film yapımcıları filmin genel temposunu belli sahnelerde çalınması gereken parçalan belirten açıklamalan da, film ile birlikte film gösterimcisine göndermekteydiler. Bunun yanısıra yavaş yavaş belli bir film için bestelenmiş, özgün müzik kullanılması da yaygınlaşmıştı. Zamanla sesli sinemamn ortaya çıkışıyla birlikte müziğin de diğer sesler gibi ses kuşağına alınması ve görüntü ile birlikte sunulması mümkün olmuştu. 1930’larda Mısır ve Yunanistan ile ortak olarak gerçekleştirilen, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “İstanbul Sokaklannda” nın ilk sesli Türk filmi olarak 1931 senesinde Beyoğlu’nda Melek ve Elhamra sinemalannda gösterime girmesiyle ülkemizde sesli film dönemi başlamıştır. 1938’de Muhammet Kerim’in çevirdiği “Aşkın Gözyaşlan” adlı filmin İstanbul’da gösterilmesi ile bol müzikli, aşklı, gözyaşlı Mısır filmleri akımı başlamıştır. 1939’da Mısır filmleri etkisi altında tanınmış şarkıcılardan yararlanılmaya başlanmış, Münir Nurettin Selçuk “Allah’ın Cenneti” adlı filmde başrol oynamıştır. Bu filmin tutması üzerine Muhsin Ertuğrul “Kahveci Güzeli” adlı filmini yine Münir Nurettin Selçuk ile çevirmiştir. Münir Nurettin Selçuk “Kahveci Güzeli” ve Allah’ın Cenneti” adlı filmlerinde genellikle Sadettin Kaynak ve kendi bestelerinden örnekler kullanmıştır.Tiyatrocular Dönemi (1923-1939) nin sonunda Türkiye’de sinema endüstrisi savaş nedeniyle istenilen atılımı gerçekleştirememiştir. Kapanan Avrupa pazarlarının yerini 1938 -1944 yıllan arasında Hollywood filmleri ile Mısır’dan gelen Arap filmleri yeralmıştır. Mısır filmlerinin hem sinemacılar hem de izleyiciler üzerinde büyük etki göstermiştir. Özellikle Mısır filmlerinin büyük ilgi görmesi, müziklerinin aynen alınıp güftelerinin türkçeye çevrilip plaklara okutulmasına neden olmuştur. Bu durum kendi kültürümüzün bozulabileceği düşüncesini yaratmıştır. Bu olumsuzluğu gidermek için 1948’de Basın Yayın Genel Müdürlüğü Mısır filmlerini yasaklamıştır. Mısır filmlerinin ilgi gördüğünü gören Türkler 1950’lerde (Sinemacılar Dönemi) bu filmler üzerinde küçük değişikliklerle Türk sinemasına uyarlamaya çalışmışlardır. Bu tür filmlere şarkı yapan bestekarlara başında Sadettin Kaynak sonra Münir Nurettin Selçuk gelmektedir. O yıllarda Sadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk, Metin Bükey film için şarkı yapmış Nedim Otyam, Yalçın Tura ise film için film müziği yapmışlardır. Sinemacılar Döneminde, Tiyatrocular ile Geçiş dönemi sinemacılarının etkisinden, dolayısıyla tiyatrodan arınmış, doğrudan doğruya sinema dilini kullanan eserler verme çabalarına girişilmiştir. Bu dönem sinemacıların başında Ö. Lütfi Akad yer almaktadır. 1914’ten 1950’ye dek uzanan dönemlerde Türk sineması özgün bir sinema dilinden yoksun yaşamıştır. Kullanılan dil sinema dili değildir. Ancak 1950-1960 yıllan arasında, önceki dönemlerden farklı olarak sinemaya özgü bir dille anlatma çabalanna başlanmıştır. 1967’den sonra renkli film yapımının birdenbire artışı, film maliyetinin artmasına neden olmuştur. 1987 sonrası; televizyon kanallanmn çoğalması, film yapımcılarının ekonomik taleplerinin karşılanamaması ile Türk Sineması krize girmiş, daha çok film festivalleri için film üretilmiştir.
-
Öge1950’lerden Bugüne Türk Makam Müziğinin Değişimi Sözlü Tarih Çalışması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012) Şenalp, Togay ; Doğrusöz Dişiaçık, Nilgün ; 326693 ; Müzikoloji ve Müzik Teorisi ; Musicology and Theory of MusicBu çalışmada, sosyal bilimlerdeki sözlü tarih yöntemi kullanılarak Makamsal Türk Müziğinin değişimi müzikal ölçütlerle tespit edilmeye çalışılmıştır. 1925-1940 yılları arasında doğmuş yirmi icracı ile yapılan yüz saate yakın görüşme sonucunda dokuz başlık altında değişimin anlaşılabileceği görülmüştür: Klasik Fasıl öğrenimi, Meşk tekniğinin uygulanması, çalgı ve sesde icra teknikleri, usûl hakimiyeti, makam hakimiyeti, taksim yapma veya gazel okuyabilme yetisi, nakil zincirindeki örnek alınan ustaların tespit edilmesi, üslup, ve refâkat. Fasıl kavramının değiştiği görülmüştür. Radyonun meşk aracı olarak olumlu bir değişikliğe sebep olduğu ve müziğin naklinde önemli yer oynadığı ve medyanın oynayabileceği anlaşılmıştır. Usûl ve makamların bilinirliğinde bu dönemde büyük bir gerileme olduğu tespit edilmiştir. Gazelhanlığın kaybolmaya yüz tuttuğu, taksimlerde virtüözitenin arttığı fakat makamsal hâkimiyetin azalmasından dolayı ifade gücünün azaldığı görülmüştür. Türk Makam Müziği üslubunun çokkültürlü yapısı göz önünde bulundurularak dünya makam müzikleri ve tonal müzikle olan ilişkilerin arttırılmasıyla makamsal müzik geleneğimizin zenginleştirilmesi ve yaygınlaştırılması yönünde önerilerle tez tamamlanmıştır.
-
Öge1960-1980 Yılları Arasında İstanbul'da Halk Danslarısözlü Tarih Çalışması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012) Kızmaz, İlke ; Ötken, Nihal ; Türk Müziği ; Turkish MusicBu çalışmada, halk danslarının İstanbul'daki yakın tarihini, resmi tarih anlatısının ötesindeki detaylarıyla keşfetmek amaçlanarak 1960-1980 yılları arasında çalışma yürütmüş halk dansları emekçileri ile yapılan görüşmelerin neticesinde oluşturulan sözlü tarih çalışmasına yer verilmektedir.İlk olarak sözlü tarih yöntemi hakkında bilgilere yer verilmiş, kavramlar irdelenmiş, sözlü tarihin Türkiye'deki gelişimine ve halk dansları ile olan ilişkisine değinilmiştir. Çalışmanın devamında 1960-1980 yılları arasında İstanbul'un sosyo-spolitik ve kültürel yaşamı incelenmiş, o dönemki halk dansları çalışmalarını etkileyebilecek unsurlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Dönemin halk dansları çalışmalarını hazırlayan koşulları doğru anlamayı sağlaması açısından 1960 öncesi halk danslarının kurumsal gelişimi incelenip, sunulmuştur. 1960-1980 yılları arasına tanıklık eden halk dansları emekçileri ile görüşülüp, o yıllarda yürüttükleri çalışmalar, dönemin siyasi atmosferinin halk danslarına etkileri, 1980 darbesinin halk danslarına etkileri, 80 öncesi ve sonrası halk dansları başlıkları hakkında yorumları alınmış, bu yorumlar birbirini uyumluluk gösteren veriler belirlenerek sunulmuş ve toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla yeniden yorumlanmıştır. Halk dansları alanındaki büyük yazınsal boşluk ve tarih çalışmalarındaki yetersizlik karşısında bu çalışmanın halk danslarının İstanbul'da en parlak dönemini yaşadığı 1960-1980 yıllarını daha az bilinen yönleri ile aktarmak ve ortaya bir alternatif tarih metni çıkartmak hedeflenmiştir. Anahtar Kelimeler: Halk Dansları, Sözlü Tarih, İstanbul, 1980 Askeri Darbesi
-
Öge1965-1970 Dönemi Türk Sinemasında Toplumsal Cinsiyet, Bedensellik Ve Dans Temsiliyetleri(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011) Akyüz, Beste ; Murtezaoğlu, Serpil ; 289609 ; Türk Müziği ; Turkish MusicBu çalışmada, toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsiyet rolleriyle bağlantılı olarak sunulan beden ve dans temsiliyetleri 1965-1970 döneminde çekilen film örneklemeleri üzerinden sunulmuştur. Türk toplumundaki kadına olan eril bakış açısı, kadın cinselliğine yaklaşım, kadının ve erkeğin toplumsal yaşamdaki rollerinin bu döneme ne şekilde yansıdığı incelenmiştir. Türk Sineması'nın toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmesi açısından gösterdiği etki ve üretildiği toplumun özelliklerini ne kadar yansıttığı çalışmanın temel problemi olmakla birlikte, dönemsel bir inceleme ve seçilen yirmi film üzerinden ortaya konulan problem açıklanmıştır. 1965-1970 dönemi, özellikle kadın seyirciyi en çok etkileyen, toplumsal cinsiyet rollerini klişe karakterler aracılığıyla pekiştiren bir tür olan melodramların artış gösterdiği bir dönem olması nedeniyle incelenmiştir. Örneklendirilen yirmi film ise toplumsal cinsiyet rollerinin ve beden temsiliyetlerinin sunumu açısından belirgin özellikler taşıması nedeniyle seçilmiştir. Bu dönemde Türk sinemasında yaşanan gelişmeler, dönemin toplumsal olaylarıyla birlikte ele alınmıştır. Toplumsal cinsiyet rollerinin ve bedenin sosyo-kültürel anlamda içerdiği anlamlar açıklanarak, Türk Sineması'nın bütününe nasıl yansıdığı hakkında bilgi verilmiş, incelenen dönemdeki yirmi film ise konu ve karakterler çerçevesinde analiz edilmiştir. Toplumsal cinsiyet rollerin, ataerkil Türk toplumunda kadın aleyhine işlemesi, Türk sinemasındaki kadın imajının da çizilmesine yardımcı olmuş, kadın ve erkek karakterlerin toplumsal statüsü net çizgilerle ayrılmıştır. Türk sinemasının 1965-1970 yıllarını kapsayan döneminde toplam 1289 film çekilmiştir. Çalışmamızın konusu çerçevesinde ise 100 film izlenerek, toplumsal cinsiyet rollerinin yansıtılış biçimi, film isimlerinin içerdiği anlam, toplumsal cinsiyet rollerinin beden üzerindeki etkileri bakımından örnek teşkil edebilecek 20 film analiz edilmiştir. İncelen filmlerde, kadının konumunun, mesleki başarısının, çektiği acıların veya mutlulukların erkeğe bağlı bir seyir izlediği görülmüştür. Ayrıca her film, kadın seyirciyi dramatik öğelerle etkileyen, bedenin sunumu ya da kadının konumuyla mesaj verir nitelikte olmuştur. Genel olarak bedenin herhangi bir şekilde teşhir edilmesinin toplumsal olarak onaylanmadığı görüşü desteklenmiştir.
-
Öge1970 ile 2010 Yılları Arasında Türkiye'de Sanat Tarihi Yazımı(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Özpınar, Ceren ; Kuban, Zeynep ; 417999 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryTürkiye'de, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte, modern ulus-devlet kurma anlayışıyla değerlendirilmeye başlanan sanat tarihi yazımı, ulusçuluk / milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde ele alınmıştır. Uygulanan Batılılaşma politikaları nedeniyle de, sanat tarihi yazımında Avrupa-merkezci bakış açısı ve "ilerleme" düşüncesi etkili olmuştur. 1970'li yıllardan itibaren, Batı Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da öncelikle tarih, sosyoloji ve felsefe disiplinlerinde ortaya çıkan Postmodern yaklaşım, tarih yazımında "gerçeklik"in ve nesnelliğin sorgulanmasına neden olmuştur. Böylece, farklı tarihsel gerçekliklerin varolma ihtimali ve tarihsel anlatıların öznellik ve bireysellik içerdiği görüşü ortaya çıkmıştır. Bu durum, tarihsel geçmişe bakış açısının, anlatı modellerinin ve yöntemlerinin dönüşmesini ve çeşitlenmesini sağlamıştır. Sanat tarihi yazımı da dahil olmak üzere Türkiye'deki birçok disiplin de bu yaklaşımdan etkilenmiştir. Bu tez çalışması, 1970 ile 2010 yılları arasında Türkiye'de yayınlanmış dergi, derleme kitap ve sergi / koleksiyon kataloglarında yer alan, Türkiye'nin görsel sanatlarına dair, seçilmiş sanat tarihi anlatılarını, onları oluşturan, ideolojiler ve kaynaklar, söylemler, tarihsel anlatı modelleri ve düzenleri, dil ve terminoloji gibi birimlere ayırarak tarihsel söylem analizi metoduyla eleştirel okumaya tâbi tutmaktadır. Bu birimler; sosyoloji, felsefe, sanat tarihi ve siyaset bilimleri disiplinlerinden yararlanılarak zamansallık, farklılık, ikili karşıtlık ve özgünlük gibi Türkiye'deki sanat tarihinde öne çıkan kavramlar ile Milliyetçilik, Feminizm, Oryantalizm, Postkolonyalizm gibi kuramlar bağlamında tartışılmaktadır. Böylece tez çalışmasında, Türkiye'de 1970 ile 2010 yılları arasındaki sanat tarihi yazımında, bir tarihsel anlatı modelinin ve buna bağlı söylemin hakimiyetinden çıkılması; Türkiye'nin kendine yönelik tarihsel ve zamansal algısının değişimi; ulus-devlet'in yarattığı "öteki" kimliklerin söylem içerisinde yeniden biçimlenmesi; "ilerleme" düşüncesiyle ilişkili ikili karşıtlıkların yeniden değerlendirilmesi; kullanılan dilin, söylemin ve tarihe bakış açısının değişmesi; sanat tarihi yazımının, yeni yazı formları ve yöntemleriyle genişlemesi gibi önermeler incelenmektedir.
-
Öge1980 Sonrası Türkiye'deki Sanatın Dönüşümünde Gülsün Karamustafa'nın Yeri(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Sağır, Çiğdem ; Akın, Günkut ; 175080 ; Sanat Tarihi ; Art HistoryBu çalışma, 20. yüzyıl'da modernizmle gündeme gelen eleştirel yaklaşımlarla görsel sanatlardaki yerleşik değerlerin dönüşümü ve postmodernizmin gündemde olduğu bir dönemde algılanışı temelinde oluşturulmuştur. Bu genel çerçevede 1980 sonrası Türkiye'de sanatın dönüşümü, Gülsün Karamustafa örneği üzerinden değerlendirilmiştir. Karamustafa'nın sanatsal yaklaşımı, toplumsal bakış açısı, deneyimleri ve belli bir süreklilik içinde üretmesi bakımından, 80'lerden günümüze kadar olan dönemde Türkiye'deki 'çağdaş/güncel' sanat olgusunun birçok katmanıyla anlaşılmasını sağlar. 80'li yılların sonundan itibaren, belli kavramlar üzerinden oluşturulan uluslararası platformlarda yer alan Karamustafa, postmodernizmin çoğulculuk anlayışı paralelinde video ve fotoğraf teknikleriyle nesne ve mekanı birarada kurgulayarak göç, kimlik, melezlenme gibi dönemin güncel sosyo-kültürel olgularına vurgu yapmıştır. 70'lerden itibaren belli bir süreklilik içinde üretimde bulunan Karamustafa, Türkiye'de hızlı toplumsal değişimlerin yaşandığı bir dönemde, değişim sürecini kendi yaklaşımıyla yansıtmıştır. Karamustafa'nın eski ile yeniyi, yerel ile evrenseli ve farklı sanat akımlarının yöntemlerini birarada kullanması bakımından 'eklektik' olarak adlandırılabilecek çalışmaları, konularına göre belli başlıklar allında toplanmıştır. Karamustafa'nın göç ve melezlenme konulu çalışmaları köyden kente göç olgusunun ironik sonuçlarını, bitkilerin göçünü ve ekonomik nedenlerle ülkelerinden göç etmiş toplumların dramını; insan ve mekan arasındaki eklektik yapıyı vurgulayarak, kitsch malzeme kullanarak ve göçebe yaşayan insanların durumuna odaklı filmler çekerek ele almıştır. Mekanın niteliğinden yararlanarak yaptığı çalışmalarında eski ile yeniyi; yüksek kültüre ait mekanlarla popüler nesneleri biraraya getirerek, 'eklektik' yapılara dikkat çekmiştir. Zaman, unutma ve bellek konulu çalışmalarında geçmişi, hikayeler ve eşyalar yardımıyla hatırlatarak yeniden kurgulamıştır. Dün ile bugünü birleştiren politik ve tarihsel kimliğe ve kültüre göndermeler içeren bu çalışmalarda, nesnelerin ve mekanın özelliklerini toplumsal bellekle etkileşime sokmuştur. Oryantalist tarzda yapılmış resimlerden yararlandığı çalışmalarında, bu resimleri tarihsel belgeler gibi kullanarak izleyiciyi eleştirel bir bakışa yönlendirmiştir. Dönme kavramı ile ilişkili çalışmaları kimliklerdeki ve inançlardaki değişimi ve 'dönme'yi içermektedir. Kültürlerarası etkileşimi içeren çalışmaları ise çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Çalışmalara genel olarak bakıldığında, nesnelerin taşıdıkları düşüncelerden ve birebir nesnenin anlamından yararlanıldığı görülmüştür. Tüm bu çalışmalar kronolojik sıraya göre değil, konularına göre ayrı başlıklar allında toplanmıştır. Karamustafa'nın çalışmalarıyla ilgili açıklamalarının ardından, bu çalışmalar imge kullanımı, nesne kullanımı, mekan-kurgu ilişkisi, 'teatrallik' ve 'eklektiklik' balonundan değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerin ardından Karamustafa'nın yaklaşımı avangard teoriler bağlamında ele alınmıştır. Karamustafa'nın çalışmalarının ve yaklaşımının değerlendirilmesinin sonucunda, küreselleşme ve postmodernizm bağlamında sıklıkla gündeme gelen popüler konuların seçildiği görülür. Bu konular seçilirken, sanat çalışmasının oluşum süreci önem kazanmıştır. 'Büyük anlatıların' ve sanatla ilgili 'yerleşik değerlerin' çözülmesi sonucunda, sanat çalışmalarında yeni yöntem ve teknikler kullanılmaktadır. Deneysel yollarla sanatı sorgulayan modern dönemin ardından postmodern dönemde sanat, düşüncenin iletildiği ve eleştirel görüşlerin dile getirildiği bir alana dönüşmüştür.
-
Öge1980-1992 Arası İstanbul Yapılarında Tarihsel Biçim Kullanımı Üzerine Analitik Bir Çalışma(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992) Boynudelik, Zerrin ; Batur, Afife ; 22638 ; Sanat Tarihi ; Art History19.yy. sonlarından başlayıp 20.yy. ortalarına kadar devam eden dönem genel olarak MODERN DÖNEM olarak adlandırılır. Modern dönem ve genel olarak bu dönem içinde hayatın hemen her alanında hakim olmuş olan düşünce biçimi temel olarak 19.yy. eklektisizmine karşı oluşturulmuş bir harekettir. 19.yy. içinde yaşanan eklektik ve bunun yarattığı karmaşıklık içinden çıkış yolu olarak Modem dönem bir ideoloji olarak Aydınlanma dönemi felsefesini benimsemiş, bu felsefî yaklaşımın insan ve akıla verdiği değeri ve buna bağlı kavramları kullanarak kendi felsefesini oluşturmuştur. Bu yaklaşım, edebiyattan sanata, mimariden siyasi düşüncelere kadar hayatın hemen her alanında etkili olmaya başlamıştır. 20.yy. ortalarına gelindiğinde Modern dönem ideolojisi, özellikle mimari ve plastik sanatlardaki uygulamaları artık kuşku ile karşılanmaya başlanmış ve dolayısıyla Aydınlanma felsefesi terim ve kavramları yeni bir gözle okunmaya çalışılmıştır. Geçmişle tüm ilişkilerin kesilmeye çalışıldığı, en somut örneklerini mimarlık alanında görebildiğimiz, bu alanda kendi iç kuralları ve söylemini oluşturmuş olan Modern dönem ve daha dar anlamı ile Modern mimari sorgulanmaya başlanmıştır. Değişen toplumsal düzenler, ekonomik koşullar, siyasi tercihler bu yeni durumun yeni bir kavram ile açıklanması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu yeni durum, uzun süre üzerinde tartışıldıktan sonra önce mimari alanda kullanılmaya başlanıp, daha sonra her etkinlik alanına kaymaya başlayan Post-Modernizm ile açıklanmaya/tanımlanmaya başlanmıştır. Türkiye'de de Cumhuriyetin kurulması ile birlikte yeni bir toplum ve kent ima¬ jı yaratma çabalan gündeme gelmiş, bu beklentiye en iyi cevaplar dönem ola¬ rak da uygunluk göstermesi bakımından Modern düşünce ve Modern mimari anlayışta bulunmuştur. Bugün ise tüm dünya toplumlarında yaşanan, öncelikle mimari alanda Modernizm'e bir karşı çıkış olarak kabul edilen Post-Modernizm Batı toplumlarında olduğu kadar özgür ve cesurca olmasa bile Türkiye'de de özellikle edebiyat ve mimari alanlarında ve daha geniş bir çerçevede bakıldığın¬ da günlük yaşam içinde etkili obuaya başlamıştır. Bu çalışmada, günümüzün bu gerçeğinden yola çıkılarak, daha dar bir çerçeve de, özellikle mimari uygulamalar bağlamında ve istanbul kenti ile sınırlanmış olarak örneklenmeye çalışılmıştır. Örneklerde Modern mimariye bir karşı çıkış olarak gündemi meşgul eden ve özellikle de Modern mimari'nin kesinlikle kaçındığı tarihçilik konusunda Modern mimariye tarihsel referansları kullanması bakımından taban tabana zıt olan Post-Modern mimarinin tarihsel biçim kullanma serbestliği ortak özellik olarak ele alınmıştır. Yapılan çalışma Türkiye'de, Batı ülkelerinde olduğundan farklı bir biçimde özellikle vitrin düzenlemelerinde daha yaygın olarak kullanıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olmuştur. Çünkü Batı toplumlarında yapıların tamamında da en az vitrin düzenlemeleri kadar yaygın bir kullanım söz konusudur.
-
Öge1986-1996 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen ve mekanları ile doğrudan ilişki kuran sergiler(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992) Boynudelik, Zerrin ; Batur, Afife ; 92706 ; Sanat Tarihi ; Art History19.yy. sonlarından başlayıp 20.yy. ortalarına kadar devam eden dönem genel olarak MODERN DÖNEM olarak adlandırılır. Modern dönem ve genel olarak bu dönem içinde hayatın hemen her alanında hakim olmuş olan düşünce biçimi temel olarak 19.yy. eklektisizmine karşı oluşturulmuş bir harekettir. 19.yy. içinde yaşanan eklektik ve bunun yarattığı karmaşıklık içinden çıkış yolu olarak Modem dönem bir ideoloji olarak Aydınlanma dönemi felsefesini benimsemiş, bu felsefî yaklaşımın insan ve akıla verdiği değeri ve buna bağlı kavramları kullanarak kendi felsefesini oluşturmuştur. Bu yaklaşım, edebiyattan sanata, mimariden siyasi düşüncelere kadar hayatın hemen her alanında etkili olmaya başlamıştır. 20.yy. ortalarına gelindiğinde Modern dönem ideolojisi, özellikle mimari ve plastik sanatlardaki uygulamaları artık kuşku ile karşılanmaya başlanmış ve dolayısıyla Aydınlanma felsefesi terim ve kavramları yeni bir gözle okunmaya çalışılmıştır. Geçmişle tüm ilişkilerin kesilmeye çalışıldığı, en somut örneklerini mimarlık alanında görebildiğimiz, bu alanda kendi iç kuralları ve söylemini oluşturmuş olan Modern dönem ve daha dar anlamı ile Modern mimari sorgulanmaya başlanmıştır. Değişen toplumsal düzenler, ekonomik koşullar, siyasi tercihler bu yeni durumun yeni bir kavram ile açıklanması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu yeni durum, uzun süre üzerinde tartışıldıktan sonra önce mimari alanda kullanılmaya başlanıp, daha sonra her etkinlik alanına kaymaya başlayan Post-Modernizm ile açıklanmaya/tanımlanmaya başlanmıştır. Türkiye'de de Cumhuriyetin kurulması ile birlikte yeni bir toplum ve kent ima¬ jı yaratma çabalan gündeme gelmiş, bu beklentiye en iyi cevaplar dönem ola¬ rak da uygunluk göstermesi bakımından Modern düşünce ve Modern mimari anlayışta bulunmuştur. Bugün ise tüm dünya toplumlarında yaşanan, öncelikle mimari alanda Modernizm'e bir karşı çıkış olarak kabul edilen Post-Modernizm Batı toplumlarında olduğu kadar özgür ve cesurca olmasa bile Türkiye'de de özellikle edebiyat ve mimari alanlarında ve daha geniş bir çerçevede bakıldığın¬ da günlük yaşam içinde etkili obuaya başlamıştır. Bu çalışmada, günümüzün bu gerçeğinden yola çıkılarak, daha dar bir çerçeve de, özellikle mimari uygulamalar bağlamında ve istanbul kenti ile sınırlanmış olarak örneklenmeye çalışılmıştır. Örneklerde Modern mimariye bir karşı çıkış olarak gündemi meşgul eden ve özellikle de Modern mimari'nin kesinlikle kaçındığı tarihçilik konusunda Modern mimariye tarihsel referansları kullanması bakımından taban tabana zıt olan Post-Modern mimarinin tarihsel biçim kullanma serbestliği ortak özellik olarak ele alınmıştır. Yapılan çalışma Türkiye'de, Batı ülkelerinde olduğundan farklı bir biçimde özellikle vitrin düzenlemelerinde daha yaygın olarak kullanıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olmuştur. Çünkü Batı toplumlarında yapıların tamamında da en az vitrin düzenlemeleri kadar yaygın bir kullanım söz konusudur.