FBE- Şehir ve Bölge Planlama Lisansüstü Programı - Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Yazar "Bölen, Fulin" ile FBE- Şehir ve Bölge Planlama Lisansüstü Programı - Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeÇok Kültürlülük, Bölünme Ve Planlama: Kentsel Bütünleşme İçin Dersler Ve Lefkoşa Örneği(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-11-12) Caner, Gizem ; Bölen, Fulin ; 10056350 ; Şehir ve Bölge Planlaması ; Department of Urban and Regional PlaningÇağdaş dünyamızdaki bütün metropoliten alanlar, kültürel çeşitlilik sergilemekte ve belirli bir düzeye kadar sosyo-mekânsal olarak bölünmüşlük göstermektedirler. Şehirlerdeki farklı kültürlerin yer seçimi tercih ve dağılımları, kentsel çalışmalar içerisinde her zaman önemli araştırma konuları olmuşlardır. Yer seçimi tercihleri ve farklı kültürel gruplar arası ilişkilerin uç bölünme örneklerine yol açabileceği gerçeği, bu konuyu, sosyo-mekânsal ve politik olarak önemli kılmaktadır. Her kent bölünmüş olsa da, bu bölünmelerin aynı formu almadığı görülmektedir. ‘Bölünmüş kent’ tabiri, farklı araştırmacılar tarafından, farklı inceleme konuları için kullanılmaktadır. İlk gruptaki araştırmacılar, bölünmüş kentleri, kapitalist üretim süreçleri sonucunda ortaya çıkan bölünmeler tabanında değerlendirmektedirler. Sınıf, ırk ve cinsiyet ilişkileri, kentsel ayrışma, varsıl-yoksul kent bölgeleri arasında artan eşitsizlik gibi konuları temel ilgi alanları olarak vurgulamaktadırlar. Ancak, son otuz yıldır, kentsel bölünmenin daha özel bir formuyla ilgilenmeye başlayan ve giderek büyüyen bir yazın gelişmiştir. Bu tür bölünmüş kentler sayıca daha az olmakla birlikte, belirli özel örneklerdeki fiziksel ve/veya politik çekişmeleri içermektedirler. Bu kentler arasında iyi bilinen örnekler Belfast, Kudüs, Lefkoşa, Mostar, Beyrut ve Berlin’dir. Bahsedilen iki farklı kent tipi arasında karışıklık olmaması ve ayrımın netlik kazanması için, bu araştırma birinci tür şehirleri çok kültürlü, ikinci türdekileri ise bölünmüş kentler olarak adlandırmaktadır. Kentsel çalışmalar içerisinde bu iki tür kenti karşılaştıran araştırmalar yetersizlik göstermektedir. Bu araştırma, bu açığı kapatmak için, çok kültürlü ve bölünmüş kentler arasında kapsamlı bir karşılaştırmalı analiz yürütmektedir. Bu çerçevede, bu tezin amacı, bölünme ve çok kültürlülüğün kentsel sistem üzerindeki etkilerini inceleyerek, planlama yaklaşımlarının bu etki üzerindeki rolünü değerlendirmektir. Böylelikle, bölünmüş kentler ve özellikle Lefkoşa için kentsel bütünleşmeyi hedefleyen bir planlama yaklaşımının önerilmesi amaçlanmaktadır. Kentsel bütünleşme, kentsel sistemin ‘bütünlüğü’ (wholeness) ile elde edilecek avantajlı durumları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu doğrultuda, bu çalışmanın hedeflerinden biri, kimi kentler bütünlüğünü koruyabilirken, diğerlerinin neden koruyamadığını anlamaktır. Dolayısıyla, bir şehrin bütün olarak işlerlik göstermesinin avantajlarının araştırılması için, kentlerin sistem bakış açısıyla ele alınması uygun görülmüştür. Kapsamlı bir karşılaştırmalı analiz yürütebilmek için, Lefkoşa haricinde dört çok kültürlü (New York, Londra, Paris, Singapur) ve dört bölünmüş kent (Belfast, Kudüs, Berlin, Beyrut) örneği seçilmiştir. Seçilen örnek alanlar üç ölçüt aracılığıyla karşılaştırılmıştır: alt kültür grupları / bölünme tarihi; alt kültür grupları / bölünmeye ilişkin kentsel politikalar ve planlama yaklaşımları; ve alt kültür grupları / bölünmenin fiziksel dokusu. Literatür taraması, nüfus sayım verileri ve çevrimiçi veri bankaları gibi ikincil kaynaklar ana veri kaynaklarını oluşturmaktadır. Ancak, özellikle Lefkoşa’da, derinlemesine görüşme, saha ziyareti ve yazılı görüşmeler gibi çeşitli birincil veri kaynakları da kullanılmıştır. Lefkoşa analiz edilmeden önce, çok kültürlü ve bölünmüş kentler karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Örnek şehirlere ilişkin spesifik bulgular yanı sıra—bu bulgular Lefkoşa için planlama yaklaşımı önerisi kapsamında değerlendirilmişlerdir—karşılaştırmalı analiz sonucunda elde edilen genel sonuçlar, çok kültürlü ve bölünmüş kentler arasındaki farklılıkların açıklanmasında aydınlatıcı rol oynamaktadır. Bu sonuçlar: 1| küreselleşme, dekolonizasyon ve bunların tamamlayıcısı sayılan kitlesel göç hareketleri gibi süreçler (bölünmüş kentlerde rastlanan savaş, politik baskı gibi süreçlerle karşılaştırıldığında), çok kültürlü kentlerin bütünlüklerini koruma konusunda neden daha başarılı olduklarını göstermektedir. 2| çok kültürlü kentlerde, göçmenler göç ettikleri kentteki alanlara ideolojik olarak bağlanmadıkları için, kent içeresinde daha düşük seviyede mekânsal sahiplenme ve talepte bulunmaktadırlar. Bu iki neden, çok kültürlü kentlerin, çatışma ve bölünmeye neden daha az eğilimli olduklarını açıklamak için kullanılabilir. Karşılaştırmalı analizlerin Lefkoşa bakımından değerlendirilmesi iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamada, karşılaştırmalı analizlerden elde edilen bulgular, Lefkoşa’ya özel değerlendirmelerle irdelenmiştir. Bu irdeleme ikinci aşamayı kolaylaştırmak için gerçekleştirilmiştir; Lefkoşa için önerilecek planlama yaklaşımının temelini oluşturmak amacıyla. Birinci aşamada elde edilen sonuçlar özetle aşağıdaki gibidir: • Çok kültürlü kentler, sahip oldukları küresel karakter ve uluslararası ortam sayesinde, farklı kültürlerin birbirlerine karşı hoşgörü içeresinde bir arada yaşayabilecekleri çeşitli bir yapı sağlamaktadırlar. • Alt kültür grupları ve kentler arasındaki ilişki üzerinde planlama etkin bir rol oynamaktadır. Planlama süreçlerinde sosyo-kültürel gerçekliklere karşı takınılan duyarsızlık kentsel kopukluklara neden olmaktadır. Sosyo-kültürel değişikliklerin planlama süreçlerinde tanımlanması kentsel bütünleşmeyi desteklemektedir. • Alt kültür grubu mozaiğinin desteklenmesi, çok kültürlü birlikte yaşamanın organik olarak gelişmesi için önemlidir. • Alt kültür grubu sınırları yönetim sınırları ile örtüşmediğinden, mümkün olan en düşük seviyede değerlendirilmelidirler. • Coğrafi odaklı yaklaşımlar, daha az gelişmiş bölgelerin daha geniş kentsel alanla bütünleşmesini kolaylaştırmaktadır. • Bölünme sürdürülebilir değildir. Uzun süreli bölünmenin (ve yeniden birleşmenin) maliyeti, kentsel ekonomiler üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. • Yeniden birleşme, iki parça arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi halinde fiziksel bütünleşme sağlayabilir. • Senaryolar yaklaşımı, politik iklimden bağımsız olarak hareket edebilmek için önem taşımaktadır. • Ortak miras, eğitim, turizm ve hizmetler, yeniden birleşme sonrasında değişimi yönlendiren araçlardır. Paylaşılan mekânların (okullar, işyerleri vb.) ve nötr mekânların (ticaret alanları, kent merkezleri vb.) geliştirilmesi, sosyal bağlanma için etkilidir. Sonuç olarak, örnek alanlara özel durumlar dikkate alınarak, bölünmüş kentler için önerilecek planlama yaklaşımında etkinleştirilecek ya da önlenecek öğeler belirlenmiştir. Planlama yaklaşımı, önerilen öğelerin Lefkoşa’da nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin spesifik referanslar verilmesi yoluyla, bu çerçeve üzerine kurulmuştur. Amacın sadece Lefkoşa değil, tüm bölünmüş kentler için bir rehber üretmek olması nedeniyle esnek bir yol çizilmiştir. Planlama yaklaşımı, sistem yaklaşımının niteliklerini bünyesinde barındırarak kentsel bütünleşmeyi amaçlayan bir sürdürülebilir çok kültürlü gelişme bakış açısı üzerine temellendirilmiştir. Örnek alanlarda görüldüğü üzere, bölünmüş kentlerde sürdürülebilir gelişmenin en büyük sorunsalı sosyal bütünleşmedir. Dolayısıyla, çok kültürlülük vizyonu sağlamak, bu nitelikteki bir planlama belgesinin önceliği haline gelmektedir. Ayrıca, planlama yaklaşımı dinamik bir süreç olarak formüle edilmiştir. Hem bölünmüş hem de yeniden birleşmiş kentte uygulanabilecek aşamalar içermektedir. Bu tür bir yaklaşım, politik iklimden bağımsız olarak her türlü durumda hareket edilebilmesine imkân tanımaktadır. Böylesine bir dinamik süreç sağlamak için, yerelleşmiş, aşağıdan yukarıya (taban temelli) yatay olarak örgütlenmiş, öğrenen kurumların varlığı önem taşımaktadır. Tüm bunları göz önüne alan planlama yaklaşımı önerisi üç ana konu üzerine şekillenmekte, her bir ana konu bölünmüş kentlerde etkinleştirilmesi ya da önlenmesi gereken ilkelerle açıklanmakta ve Lefkoşa özelinde bu ilkelerin gerçekleştirilmesi için ne yapılması gerektiğine ilişkin politikalar içermektedir: a) Kentsel Ekonomi - Açık kent: Açık bir sistem haline gelebilmek için, başkentin yatırım çeken bir şehir olarak yeniden kurgulanması ve dolayısıyla, uluslararası ve çok kültürlü bir ortamın sağlanması. Lefkoşa’da Sur İçi yakın çevresi (kentsel çekirdek) bu gelişmeler için ana mekân olmalıdır. Merkezin kentin geri kalanından kopması önlenmelidir. Bu noktada metropoliten planlamanın (var olan çift toplumlu Lefkoşa İmar Planı-NMP) yeni kurulacak çift toplumlu bir komite aracılığı ile geliştirilmesi ve güncellenmesi gerekmektedir. - Ortak değerler ve karşılıklı üstünlüklere dayalı değişim: Değişim yönlendiricilerinin (miras alanları, hizmetler, turizm ve eğitim) etkinleştirilmesi ekonomik gelişme ve bütünleşme sağlayacaktır. Lefkoşa’da bütünleşmeye ivme kazandıracak en önemli öğe ortak mirastır (özellikle Sur İçi) ve bu bağlamda, var olan NMP politika ve uygulamalarına devam edilmesi destekleyici olacaktır. Kuzey ve güney arasında dengesiz gelişmenin önlenmesi gerekmektedir. Karşılıklı üstünlüklerin ve coğrafi olarak odaklanan yaklaşımların kullanılması, her iki taraf için de yararlı olan dengeli bir gelişme sağlayabilir. - Yüksek verim: Kentin fiziksel bütünleşmesinin, dengeli kentsel hizmet ve nüfus ilişkisinin ve kompakt gelişmenin sağlanması ekonomik kazancı garantileyecektir. Her ne kadar NMP’nin hâlihazırda fiziksel yoğunlaşma politikası bulunsa da, diğer ikisi ancak yeniden birleşme sonrasında, arta kalan açık ve boş alanların yeni fonksiyonel bölgelere dönüştürülmesi ve altyapı elemanlarının yeniden birleştirilmesi ile gerçekleşecektir. Gereksiz yapılaşmanın önlenmesi için (1) eldeki stokun kullanılması ve (2) yeniden yapılanma ile yenileme arasındaki dengenin iyi kurulması, maliyeti düşürerek etkin kaynak yönetiminin sağlanmasının önünü açacaktır. b) Sosyo-Kültürel Boyut - Alt kültürler mozaiği: Birlikte ya da ayrı yaşama olanaklarının tanınması, çok kültürlülüğün organik olarak gelişmesine imkân tanıyacak ve mahalle düzeyinde, topluluk tabanlı örgütlerin etkinliğini artıracaktır. Böyle bir ortam sağlanabilmesi için seçenekler (örneğin konutlarda) çeşitlendirilmelidir. Alt kültür grupları arasındaki sınırlar, birlikte yaşamayı destekleyecek yumuşak, doğal ya da insan yapımı geçirgen sınırlar olmalıdır. Bunun için yenilikçi yaklaşımlar kullanılmalıdır (örneğin, wedge planning). Karışık mahalleler yaratmak adına bağlayıcı ve güçlü bütünleşme politikalarının kullanılmasını önlemek, hayal ürünü olan tekil ve birleşik mekân algısını ortadan kaldıracaktır. - Kamusal alanlar: Nötr, paylaşılan ve kozmopolit alanların yaratılmasını sağlamak sosyal bütünleşmeyi tetikleyecektir. Yeniden birleşmenin ardından Lefkoşa Ara Bölge’si böylesi bir hizmet verebilirken, mevcut durumda NMP’nin Sur İçi bölgesindeki uygulamaları buna olanak tanımaktadır. Birlikte yaşamı kolaylaştırmak için, kamusal mekânın tek kimliğe hitap eder hale gelmesinin önlenmesi gerekmektedir. Uygun yerlerde uygun fonksiyonların seçilmesi ile bu aşılabilir. - Planlamada sosyo-kültürel farklılıkların tanınması: Kültürel farklılıkların planlama süreçlerine yansıtılması, plüralist bir bakış açısı sağlamak açısından önem taşımaktadır. Çeşitli ihtiyaçların tanımlanması ve tadilatlarla yanıtlanması, kültürel tercihler doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Bu noktada, eşitlikçi olmayan uygulamalardan ve çoğunluk kültürün baskısından kaçınılmalıdır. c) Planlama Politikaları - Etkin planlama: Sorun paylaşımı ve ortak karar verme süreçlerine dayalı kolaboratif planlama yaklaşımının geliştirilmesi, etkin bir planlama sürecinin oluşturulabilmesi için önem taşımaktadır. Geri bildirim mekanizmalarının pürüzsüz olarak işleyebilmesi için, iki toplumlu bir komitenin her iki toplumdan gelen bildirimleri ortaklaşa değerlendirmesi ve kararların buna göre verilmesi esas alınmalıdır. Taban temelli yatay örgütlenme, toplum temelli ve mahalle temelli planlama için temel niteliktedir. Sürtüşme noktaları ve nötr yaklaşımların ya da her ihtiyaca doğrudan cevap verme çabalarının önlenmesi etkinlik düzeyini artıracaktır. Alternatif çözüm önerilerinin esnek olarak çeşitli araçlarla sürece dâhil edilmesi gerekmektedir. - Senaryolar: Esneklik ve duruma özgü düzenlemelerin yapılması, farklı gerçekliklere yanıt verebilmek için önemlidir. Böyle bir temel NMP ile atılmıştır ancak geliştirilmesi gerekmektedir. Planlama sürecinin pasifleşmesini önlemek için sistemin doğru olarak anlaşılması ve manipüle edilmesi ön koşuldur. - Coğrafi odaklı yaklaşımlar: Kentsel gelişmede dengesizliklerin engellenmesi, daha bütünleşmiş bir şehrin elde edilmesine katkı sağlayacaktır. İki kesim arasında eşitliksiz dağılıma ilişkin algılamaların önüne geçilmesi bu süreç içerisinde önem kazanmaktadır. Daha az gücü olan tarafı savunmak ve eşit olanaklar talep etmek, memnuniyetsizliklerin önüne geçecektir. - Kentsel bütünleşme: Temel kaygı, kentsel bütünleşmeye dayalı sürdürülebilir çok kültürlü bir kentsel gelişme modeli oluşturmak olmalıdır. Parçalar arasındaki ilişkiler, kanallar ve iletişim güçlendirilmeli ve gerekli görülmesi halinde yenileri yaratılmalıdır. Lefkoşa’da, kentsel açık alanlardan ekonomik, sosyal ve ekolojik olarak faydalanmak (ör. Ara Bölge) sağlam bir politikadır. Birleştirici elemanların kullanılmayan alanlara dönüşmesini ya da eşiklerin aşılmasını önlemek gerekmektedir. Bunlar, merkezde paylaşılan mekânların yaratılması (örneğin Ara Bölge’de) ya da kentsel yayılmanın altyapı sınırlarına göre sınırlandırılması ile aşılabilecek durumlardır. Planlama yaklaşımın sistem bakış açısıyla iç içe geçtiği görülebilir. Öncelikle, Lefkoşa ve diğer bölünmüş kentlerin gelişimlerinin, bir bütün oldukları ilk durumlarına göre şekillendiği söylenebilir. Dışarıdan gelen bir müdahale ile parçalanan (progressive factorisation) bu şehirler iki bağımsız parça haline gelmişlerdir. Ancak bu parçaların bir bütüne ait oldukları düşünüldüğünde, parçalar arası ilişkilerin güçlendirilmesiyle yeniden birleşebilecekleri görülmüştür (progressive systematisation). Her ne kadar bu parçaların kendi içlerinde yaşamsal bir dengeye (biotic balance) sahip oldukları söylenebilirse de, bölünmüş şehir analizleri bunun bir yanılsama olduğunu göstermiş ve bu kent sistemlerinin tam kapasite olarak çalışmadıklarını ortaya koymuştur. Planlama yaklaşımını sistem bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, insan ilişkileri (kanallar) ve insan aktivitelerinin (mekânlar) desteklenmesi gerekliliğinin vurgulandığı görülmektedir. Bu da bizi, şehrin kendi kendini düzenleyen ve optimize eden, aşağıdan yukarıya süreçlerinin desteklenmesi sonucuna getirmektedir. Yani, planlamanın sistem performansını optimize etmek için seçenekleri çoğaltması gerektiği görülmektedir. Böyle bir kapasitenin öğrenen kurumlarla mümkün olabileceği gösterilmiştir. Plancının rolü, kentsel sistemin davranışlarını anlayarak sistemi belirsizlikten stabiliteye doğru taşımak olmalıdır. Bu da, belirsizliklerin, senaryolar ya da duruma özgü tadilatlarla planlama sisteminin bir parçası olmasını gerektirmektedir. Özellikle Kıbrıs’ın mevcut durumu göz önüne alındığında, politik iklimi aşan bir yaklaşımın gerekliliği göze çarpmaktadır. Sonuç olarak, kentsel sistemlerde çok kültürlülük, bölünme ve planlamayı konu alan bu tezin, bu konuyla ilgilenen ileriki çalışmalar için bir altlık teşkil etmesi hedeflenmiştir. Literatürde çok kültürlü ve bölünmüş kentleri karşılaştıran çalışmaların eksikliği göze çarpmaktadır. Böylesine bütüncül bir yaklaşım, kentlerde bölünmeyi inceleyen araştırmacılar için yeni bakış açıları sunmakta ve disiplinler arası karşılaştırmalı analizlerin uyumluluğunu artırmaktadır.
-
Ögeİstanbul derelerinin fiziki değişimi ve arazi kullanım ilişkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015) Dinç, Hülya ; Bölen, Fulin ; 393028 ; Şehir ve Bölge Planlama ; Urban and Regional PlanningDere sistemleri, yeşil alanlar olarak dünyada kentsel yaşam kalitesinin önemli göstergeleri arasındadır. Rekreasyon gereksinimlerini karşılanmasının dışında kentsel yaşam için hidrolojik sistemler; habitat alanları bağlayan biyolojik zincir ve havzaların fiziksel çevre sağlığını koruyan yaşam koridorlarıdır. İstanbul'da dere yataklarının ucuz arsa olarak düşünülmesi, doğaya öncelik vermeyen arazi kullanım kararları ve uygulamaları; derelerin doğal yapısını değiştirerek kaybolmasına neden olmaktadır. Çağdaş dünya kentlerinde dereler, doğal yapısı korunarak yada bozulanlar yeniden doğasına uygun hale getirilerek kent ve kentliyle entegre edilmekte; doğa merkezli ekoloji-ekonomi ilişkisinin kurulması sağlanmaktadır. Dere; vadi tabanı akar ve kuru dere kollarıyla, vadinin tepe izdüşümü bileşimi olan hattıbala çizgisiyle oluşturduğu dere havzası, hidrolojik döngünün sağlandığı, habitat sistemleriyle bütündür. Derelerin münferit ele alınması, bütünü olan kollarının (besleyen kaynak) ve dere yamaçlarının planlama dışında tutulması, getirilen arazi kullanım kararları, koruma aleyhinde değişen yönetmelikler, mevcut yasal yönetsel mevzuatın eksikliği, vd. çeşitli müdahalelerle dereler doğal yapısını kaybederek ya fiziksel yapısını değiştirmiş yada kaybolmuştur. Bu değişim; su ekosistemini bozarak hidrolojik dengenin, su kalitesinin ve akış dengesinin değişmesine; su kaynağının kaybolmasına; mekan ve beslenme ortamı olan habitat yaşam alanlarının kaybolması ile biyolojik zincirinin bozulmasına; doğal drenaj havza özelliğini kaybederek sel, taşkın, sedimantasyon nedeniyle çevre felaketlerinin yaşanmasına; kent ve kentli için panorama ve bir rekreasyon alan olma özelliğini yitirmesine; kaynak olarak, çevresine kent ekonomisine sunduğu değeri kaybetmesine neden olmaktadır. Araştırmanın amacı; kentleşmeyle doğal yapısını koruyan derelerin korunmasını sağlamak; kaybetmiş yada kaybetmekte olan dereleri geri kazanarak kent ve kentli yaşamına dahil etmektir. Çeşitli müdahalelerle değişen derelerin bugünkü fiziki yapısının değişimi incelenerek problemin boyutlarını ortaya koymaktır. Çalışmada; İstanbul'un içme suyu havza alanı dışında kalan derelerin İstanbul makroformu ile ilişkisi özetlenerek; fiziki yapısındaki değişimin arazi kullanımla ilişkisi irdelenmiş, analiz edilmiş, problemler saptanmış ve sonuçlar değerlendirilmiştir. Makro ve Mikro Ölçekte gerçekleştirilen analizlerin sonucunda yüzölçümü 5400 km² olan İstanbul'un içme suyu havza alanı dışında kalan derelerin alan büyüklüğü yaklaşık 2740 km², toplam uzunluğu yaklaşık 3.344.417 m. (3344 km.) dir. Bu derelerin yaklaşık % 52'si (1.737.887 m ) Asya yakasında; % 48'i (1.606.530 m.) Avrupa yakasında yer almaktadır. Makro ölçekte analiz sonuçları: İstanbul'un içme suyu havza alanı dışında kalan derelerin dere sistematiği bulunmaktadır. Her dere havzası, birbiriyle bitişik dere havzalar sistemidir. Havza tabanı, havzanın hattıbala çizgisi ve bu sistemi tutan zirve kotu arasındaki ilişki havza sistematiğini meydana getirir Yapılan 168 adet dere havzasındaki tespitte İstanbul içme suyu havza alanı dışında kalan derelerin hattıbala çizgilerinin ortak zirve kotuna göre; 23 üst dere havzasında (ÜDH) toplandığı tespit edilmiştir. Derelerin kaynak özelliklerine göre de deniz, boğaziçi, göl, haliç havzalarında toplanarak 5 adet üst dere havza birliğini (ÜDHB) oluşturduğu saptanmıştır. Dere havza sistemi; dere, dere havzası, üst dere havzası, üst dere havzalar birliği ölçeğini oluşturmaktadır. • Drenaj havzası olan dere havzası; akar ve kuru kollarıyla bütündür. Havza sınırı ile işleyen drenaj sistemidir ve ekolojik koridordur. • ÜDHB ve ÜDH arasındaki ilişki; birbirinin içinde geçiş yapan havza sistemler bütünü haline gelmektedir. Dere havzalarının sayısı ve bu havzaların üst dere havza sayısı, üst dere havza birliği ilişkisi o bölgenin havza morfolojisinde kendi doğal peyzajlarını oluştururken kendine has ekosistemini de oluşturmaktadır. Bu oluşum arazi kullanımında da mikroklima, manzara, habitat zenginliği vd. çeşitli fırsatları sunmaktadır. • Birbirine bitişik havzalar silüeti oluşturmaktadır. Derelerin hattı bala çizgisi ile havza sınırlarının birleştiren ortak zirve üst kotları dere havzalarının doğal, fiziki yapısını belirlerler. Dere planlama sistemi mikro ölçekten makro ölçeğe geçmekte; düşey planlama ölçeklerinde hareket eder. Her ölçekte de yataya yayılır. • En küçük birim olan dere ve havzası kendi hidrolojik döngüsü, mikro klima, doğal kimliği ile bir iç ekosistemini oluştururken üst sistemlerle de birleşmektedir. Ekolojik bölge ve biyomun parçası olurlar. Mikro ölçekte derelerin dönüşümü: İstanbul İçme Suyu Havza Alanı Dışında Kalan Derelerin (168 adet) toplam uzunluğu olan 3.344.417 metresinin %21'i (703.482 m.) kentsel alandan geçmekte; %79'u (2.640.935 m.) kırsal alandan (Orman, tarım, yeşil alandan) geçmektedir. Sonuçlara göre; • Derenin fiziki yapısının değişimi arazi kullanım kararlarıyla orantılıdır. • Derelerin fiziki değişimi kentsel yerleşim, kırsal yerleşim alanlarında farklılık göstermektedir. • Derelerin fiziki yapısının arazi kullanım kararlarındaki gelişmelere ve yerleşim yoğunluğuna bağlı olarak değiştiği tespit edilmiştir. • İstanbul içme suyu havza alanı dışında kalan derelerin 2007 halihazır haritalar üzerinde yapılan tespitlerde; toplam168 adet derenin 33 adet (%20) dere ve derenin havzası yerleşim alanı dışındadır. • İstanbul derelerinin yaklaşık %80'i yerleşim alanı içerisindedir. %20'si de yerleşim alanı dışında kalarak doğal yapısını korumaktadır • Dere Tipolojileri; doğal yapısıyla birlikte açık, kapalı kesit çeşitli kombinasyonlarla biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Dere boy kesitindeki arazi kullanımın etkisi bu kombinasyonları çeşitlendirmiştir. Bunlar; Kapalı Kesit dereler, Doğal Dereler, Doğal+kapalı+Açık dere, Kapalı+Açık dere, Doğal+Kapalı Dere, Doğal+Açık Dere kombinasyonlarıdır. • İncelenen 168 adet derenin; %36'sı doğal dere; %16'sı kapalı kesit dere; %5'i doğal +açık kesit akar dere; % 10'u doğal sistem+kapalı kesit akar dere, %9'u kapalı kesit+açık kesit akar dere, %24'ü doğal yapı+kapalı kesit+açık kesit akar dere olmak üzere 6 farklı tipte oluşmaktadır. • İstanbul derelerinin fiziki yapısının %48'i 3 formu da içeren karma sistem özelliği taşımaktadır. Bu derelerin boy kesitinde doğal yapı, kapalı kesit ve açık kesit sistemleri bir arada bulunmaktadır. • İstanbul'un 168 adet ana derenin 60 tanesi (yaklaşık % 36) doğal özelliğini membadan mansaba kadar korumuştur. • İstanbul derelerinin %64'ü, doğal yapısını çeşitli arazi kullanım uygulamaları vd. nedenlerle kaybetmiştir. Sonuç olarak; dereler mekansal olarak; dere havzası, üst dere havzası ve üst dere havza birliği bütününün en alt birimleridir. Bitişik havzaların bir araya gelmesiyle oluşan su kıyılarının silüetini şekillendiren üst dere havzaları ve bu havzaların oluşturduğu üst dere havza birliği bir bütün sistem oluşturmaktadır (ÜDHB). Bu üst dere havza birliği dereler sistemini bölge, kıta ve kıtalararası üst ekosisteme bağlar. Tespitler; derelerin sınır olması (idari, özel mülkiyet sınır); arazi kullanımı, koruma yaklaşımları, idari yönetimde çeşitlilik; dere koruma bantlarının anlaşılamaması, tanımsız olması; uygulanan mühendislik yaklaşımları vd. faktörler derelerde fiziki değişime neden olduğunu göstermiştir. Makro ölçekteki bulgular mikro ölçekte derelerin fiziki değişimini etkileyen faktörlerdir. Dereler plan ölçekleri ile incelendiğinde; 3 aşamada değerlendirilebilmektedir. a- Dere ve Dere havzası ölçeği 1/1000 ölçeğidir. Drenaj havzaları olarak drenaj hatlarının, biyolojik koridorların tasarımını, uygulamayı, denetimi ve işletmeyi içerir. b- Üst Dere Havzası (ÜDH) ölçeği 1/5.000 ölçeğidir. Havzanın etkilenme alanı olan bu ölçek drenaj planı, silüet planı, yaşam koridorlarının ortaklaştırıldığı üst ve alt ölçeklere geçişi sağlatan uygulama ölçeğidir. Peyzaj planlama ölçeğinin başladığı safhadır. c- Üst Dere Havza Birliği (ÜDHB) ölçeği 1/25.000 ölçeğidir. Ana koridorlara 1/100.000 ölçeğe bağlayan (bölgeler arası diğer doğal ekosistemlere) uygulama ölçeklerine de teknik ve idari yönetmeliklere gönderme yapan üst ölçek aşamasıdır. İstanbul örneğinde elde edilen bu sonuçlar, genel olarak derelerin birbirlerinden bağımsız birimler olmadığını ve önerilecek yasal düzenlemelerin dereleri havza sistemleri çerçevesinde değerlendirmesi gerektiğini; içme suyu havza alanı dışındaki bu derelerin açık havza sistemi olması nedeniyle uluslararası öneme sahip olduğunu ortaya koymuştur. Derelerin doğal yapısını kentsel gelişme baskısından koruyabilmek, kent ve kentli ilişkisini yeniden değerlendirmek için dere havza sistemlerinin planlama ile ilişkisi; doğa merkezli ekoloji-ekonomi ilişkisinin kurulmasını sağlayacaktır.
-
Ögeİstanbul'da iskan alanlarının yerseşiminde hane halkı nitelikleri ve konut talebi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1997) Yirmibeşoğlu, Funda Güleç ; Bölen, Fulin ; 66373 ; Şehir ve Bölge Planlama ; Urban and Regional PlanningHızlı nüfus artışı ile birlikte sosyokültürel, ekonomik ve fiziksel baskı ile karşı karşıya kalan İstanbul Metropolü' nde her alanda olduğu gibi konut piyasasında da konut üretimi ve sunumuna yönelik çözüm bekleyen problem alanları mevcuttur. Bu araştırmada, mevcut konut talebi ve üretimi, hanehalklarının iskan alanı yerseçimi ve hareketliliğine etken olan bir takım niteliklerinin mekana ne şekilde yansıdığı irdelenmekte, ve konut piyasasına yönelik katkılar sağlayacak nitelikte sonuçlar elde etmek amaçlanmakta, İstanbul için 600 anketlik bir örneklemle ve regresyon analizleri ile değerlendirilmektedir.. Beş bölümden oluşan tezin ilk bölümünde konunun niçin seçildiği, amaç ve kapsamı belirtilmektedir. Tezin İkinci Bölüm'ünde, Şehirsel modeller, İskan Alanı Yerseçimi Modelleri tarihi bir perspektif içinde ele alınarak, arz-talep ilişkisi ve mevcut uygulamalar araştırılmakta, Mikro Ekonomi Kuramı ile hanehalkı tercihi ve davranışları irdelenerek araştırmanın kuramsal temeli oluşturulmaktadır. Üçüncü Bölüm'de, Türkiye'de ve İstanbul'da kentleşme ve konut sorunu genel hatlarıyla incelenmektedir. Konut ihtiyacı ve buna bağlı olarak arzın belirlenmesi, hanehalkının sosyal ve ekonomik yapısındaki değişimlere göre konut üretiminin geleceğine yön verilmesi açısından, Türkiye genelinde kentleşme hızı, göç, hanehalkı ve aile yapısı, konut arzı ile ilgili bilgiler toplanarak, özellikle İstanbul Metropolü içinde barınma probleminin yarattığı sorunlara değinilmektedir. Dördüncü Bölüm'de, İstanbul'da nüfus ve hanehalkı ile ilgili özellikleri mevcut istatistiki veriler yardımıyla saptanmakta, araştırmanın temel varsayımları, seçilen konut alanlarında yapılan anket araştırması sonuçları ile desteklenmekte, hanehalkı hareketliliği ve yerseçimi davranışları araştırılmakta, İstatistiksel verilerin ve anketin sonuçları değerlendirilmekte ve Son bölümde ise konut piyasasına yönelik sonuçlar ve öneriler sunulmaktadır. Tez çalışmasında; hanehalklannın farklı sosyo-ekonomik yapılarının, aile döngüsü, yaş, gelir, meslek, evsahipliği özelliklerinin hareketlilik ve yerseçimi davranışı üzerinde etken olduğu (ev sahiplerinin kiracılara, yaşlıların gençlere, yüksek gelirlilerin alt gelirlilere, büyük hanehalkının küçüğe oranla daha az hareketli olduğu, hanehalklarının İstanbul Metropoliten Alanı içindeki hareketliliklerinin merkezden uzaklaşma şeklinde ve yüksek gelir grubunun belirlediği konut ve çevresi niteliklerine ulaşabilme isteği doğrultusunda olduğu) yolunda somut sonuçlar elde edilmektedir.
-
ÖgeMekânsal Büyüme Ve Konut Alanlarına Yönelik Gelişme Stratejileri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010-01-15) Terzi, Fatih ; Bölen, Fulin ; Şehir ve Bölge Planlama ; Urban and Regional PlanningŞehirsel saçaklanma sürdürülebilir gelişme açısından en önemli sorunlardan biridir. Saçaklanma, şehrin yayılarak tarım alanlarını işgal etmesi, doğal açık alanların sağladığı pek çok yararları ortadan kaldırması ve kent merkezlerinin köhneleşmesine neden olması gibi bir dizi probleme neden olmaktadır. Şehirsel saçaklanmanın neden olduğu olumsuzluklara karşı daha sürdürülebilir bir gelişme için kompakt gelişme stratejileri ortaya atılmıştır. Bu çalışmanın amacı, İstanbul’daki konut alanlarının mekânsal büyüme karakteristiğini mekânsal analiz yöntemleri ile çözümlemek ve daha sürdürülebilir bir mekânsal büyüme için gerekli kompakt büyüme stratejilerinin neler olması gerektiğini ortaya koymaktır. Çalışmada, saçaklanma indeksi kullanılarak İstanbul beş alt bölgeye ayrılmıştır. Daha sonra her alt bölge birbiriyle ‘birim konut alanı geliştirmenin getirisi’ açısından karşılaştırılmıştır. Son olarak farklı senaryolar geliştirilerek saçaklanmanın kontrol edilebilmesine yönelik ortaya konan kompakt gelişme stratejilerinin etkinlikleri belirlenmiştir. Çalışmanın sonunda, çeperlerde yeni konut alanı geliştirme potansiyeli, mevcut yapılaşmış alanların doymuş bölgelerindeki (fiziksel çevre kalitesi düşük konut alanları) yenileme potansiyelinden yüksek çıkarken, doymamış bölgelerinkinden ise düşük çıkmıştır. Buna ilave olarak, mekânsal stratejilerin saçaklanmayı 0.87 oranında, süreç odaklı stratejilerin ise saçaklanmayı 1.06 oranında azaltacağı ortaya konmuştur. Bu tez çalışmasında, İstanbul için yakın gelecekte daha sürdürülebilir gelişme koşullarının oluşturulması için şehirsel büyümenin belirli bir planlama rejimi kapsamında ve belirli mekânsal büyüme stratejileriyle değerlendirilmesine duyulan ihtiyaç ortaya konmuştur.
-
ÖgeNehir Havzalarında Sürdürülebilir Gelişme İçin Bir Yöntem : Oyun Teorisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Uysal, Arzu Başaran ; Bölen, Fulin ; Bölge Planlaması ; Regional PlanningBu çalışmada, oyun teorisi, havza planlamada stratejik karar verme sürecinin analizinde kullanılmaktadır. Bir nehir havzasında yer alan Büyükşehir Belediyesi ve küçük ölçekli bir sanayi yatırımcısı arasındaki stratejik karar verme süreci modellenmiştir. Mevcut durumu (Oyun I) ve ideal durumu (Oyun II) gösteren iki ödeme matriksi oluşturulmuştur. Birinci oyunda oyuncular çevre maliyetlerini dikkate almadan karar verirlerken, ikinci oyunda oyuncular çevre mevzuatını ve çevre maliyetlerini dikkate alarak hareket ederler. Oyunlar; iki kişili, oyuncular arasında işbirliğinin olmadığı, sıfır toplamlı olmayan, sonlu oyunlardır. Her iki oyunda da oyuncular için en iyi strateji çiftini gösteren Nash dengesi araştırılmıştır. Büyükşehir Belediyesi sanayinin aşağı havzada organize sanayi bölgelerinde geliştirilmesini istemektedir, ancak birinci oyunda sanayici yukarı havzada sanayi alanlarının dışında yer seçer. Çevre maliyetlerinin dikkate alındığı ikinci oyunda ise, Nash dengelerine göre, sanayici Büyükşehir Belediyesi içerisinde altyapısı tamamlanmış bir organize sanayi bölgesini seçmektedir. Sonuç olarak, ikinci oyunda her iki oyuncunun da gelirleri artmakta ve aynı zamanda çevre korunabilmektedir.
-
ÖgeŞehir Planlama Süreçlerinin Kentsel Mekan Ve Arazi Dinamiklerine Etkileri – İstanbul Örneği(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-05-15) Gölbaşı, İlker ; Bölen, Fulin ; 10073782 ; Şehir ve Bölge Planlaması ; Department of Urban and Regional PlaningÇalışmada irdelenen temel problem şehir planlama kararlarının, stratejik kararların alındığı, belirli bir vizyon temelli üst ölçek plan kararlarından bağımsız olarak oluşturulduğu durumlarda; yörenin bütününü kapsamayan, noktasal değer artışlarının oluşmasıdır. Bu çerçevede çalışmada farklı özellikleri olan bölgelerdeki şehir planlama kararlarının ve bu kararların verildiği plan oluşum süreçlerinin kentsel mekanda arazi değer artışları üzerindeki etkilerinin gösterilmesi amaçlanmış olup İstanbul ilinden iki bölge örnek alan olarak belirlenmiştir. Tez kapsamında öncelikle dünya genelinde büyükkentlerin üst ölçek planlarının oluşum süreçleri incelenmiş ve plan değerlendirme kriterleri çerçevesinde İstanbul İli Çevre Düzeni Planı ile karşılaştırmalı analizi yapılarak İstanbul İli içinden çalışma konusu için uygunluk gösteren alanlar belirlenmiştir. Çalışma alanlarının belirlenmesinde esas alınan plan değerlendirme kriterleri; planın dışsal tutarlılığı ve planın etkileme derecesi olarak belirlenmiştir. Yapılan değerlendirme neticesinde çalışmada irdelenen problemin test edileceği örnek alanlar olarak nazım plan kararları etkisinde gelişen Beyoğlu İlçesi ile parsel bazında plan kararları etkisinde gelişen Şişli ilçeleri içinden altbölgeler seçilerek plan kararlarının arazi değer artışları üzerindeki etkileri incelenmiştir. Çalışmada uygulama görmüş olan plan kararlarını kapsayan dönem olan 2006-2010 yılları esas alınmış olup örnek alanlarda bu dönemdeki planlama süreçleri içerisindeki plan kararları, nitelikleri ve oluşum süreçleri bakımından sınıflanmış ve bu plan kararlarının mekansal dağılımları ortaya konmuştur. Ardından 2006 ve 2010 yılları için, çalışma alanı dahilinde, ele alınan planlama kararlarının verildiği alanlara bitişik parsellere cepheli sokak ve caddelere ilişkin birim m² arazi değerleri saptanmış ve bu değerlerin yine 2006 ve 2010 yılları için plan kararlarıyla karşılaştırmalı analizi yapılmıştır. Son olarak da her bir analiz alanının hem kendi içinde hem de birbirleriyle gruplandırma, korelasyon ve regresyon yöntemleri ile kıyaslanarak benzerlik ve farklılık gösteren özellikleri saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar göstermektedir ki stratejik kararların alındığı, belirli bir vizyon temelli üst ölçek plan kararlarından bağımsız olarak verilmiş olan parsel bazında plan kararlarından içinde ticaret alanı olan ve emsal artışı öneren plan kararları, nazım plan kararlarından farklı olarak yüksek düzeyde ve noktasal arazi değer artışları oluşturmaktadır. Çalışmada plan kararlarının arazi değer artışları üzerindeki etkileri incelenirken 2006-2010 yılları arasındaki değişimler ve plan kararları dikkate alınmış olup çalışmanın yapıldığı örnek alanlarda 2010 yılı sonrasında da parsel bazında plan kararlarıyla kentsel mekanda uygulamalar devam etmektedir. Bu çalışmada elde edilen bulgular bundan sonra bu konuda yapılacak çalışmalara yön vermesi bakımından önem arz etmektedir.
-
ÖgeToplu konut alanlarında biçimsel yapının mekan dizimi yöntemiyle değerlendirilmesi : Eskişehir örneği(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1999) Tutal, Osman ; Bölen, Fulin ; 100737 ; Şehir ve Bölge Planlama ; Urban and Regional Planningİçinde yaşadığımız çevre, bina iç mekanlarından kentsel dış mekanlara, hatta kenti çevreleyen doğa parçasına kadar uzanan zincirleme bir yapı göstermektedir. Konut bu yapı içinde zamana bağlı olarak toplumların sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarında meydana gelen değişimler sonucu çok yönlü özellikler gösterse de bütün toplumlarda yapılaşmış çevrenin en önemli öğesi olarak ortaya çıkar. Bu yüzden, kullanıcılar ve fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik gereksinimleri konutların ve yerleşim alanlarının inşa edilme nedenini ifade eder. Ancak kullanıcı gereksinmeleri, yapılaşmış çevrede bina içinde geçtiği kadar bina dışına da yansır. Yaşamın yalnız yapıların içinde değil dışında da, hatta bazen içinden çok dışında geçtiği dikkate alındığında yapıların dışının da içi kadar, bazen içinden daha yaşanabilir olması gerekmektedir. Yapılaşmış çevrenin fiziki ya da mekansal sunumları ve sembolik özelliklerinden ötürü neden olduğu her şey kullanıcı gereksinmelerinin karşılanmasında rol oynarken, mekanın yaşanabilirliğini de etkiler. Çünkü mekanın kullanımı yapılaşmış çevrede hareketin en baskın tipini oluşturmaktadır. Kaldı ki, mekansal deneyim de mekanın kullanılmasıyla, işgal edilmesiyle ve tüketilmesiyle mekansal ilişkiye dönüşmekte ve mekanla yaşam arasındaki ilişki örtüştüğü anda ortaya çıkmaktadır. Örtüşme ise; mekanı kendileme, içselleştirme ya da uygun hale getirmekle mekana yansımaktadır. Bu yüzden, eğer mekan eylemi tarif edemiyorsa ya da mekanda eylemsel bir ilişki doğmuyorsa mekansal ilişkinin de doğmayacağı ortadadır. Bu durum, mekanla eylem arasındaki ilişkinin kaçınılmazlığını da ifade eder. Mekanın kullanım nedeni, kullanım sürekliliğini de etkilemektedir. Bu yüzden, yapılaşmış çevrede kalite ve kullanıcı eylemlerini destekleyici ya da engelleyici karakteristikler kullanıcı-mekan etkileşiminde okunabilir, kolay anlaşılabilir ve kavranabilir olmalıdır. Buna karşın eğer tasarım problemi toplu konut alanlarında olduğu gibi, bir kerede çok sayıda kişiyi ilgilendirecek büyüklükte ise kullanıcı gereksinmelerine yanıt verebilmek, doğal olarak mekanda etkileşim çeşitliliğine neden olmaktadır. Tasarım süreci, konut yapım ve kullanım olgusu; insanların yaşama mekanlarını kendisinin ya da bir yapı ustasının yardımıyla yaptığı geleneksel toplumlardan, barınmanın toplu üretimle karşılandığı günümüze değin büyük bir değişim geçirmiştir. Konut üretiminin kitlesel hale dönüşmesi, hem kullanıcı-tasarımcı arasındaki ilişkileri ortadan kaldırır hem de özellikleri, gereksinimleri ve beklentileri kestirilemeyen kullanıcılar için konutlar/konut alanları inşa edilmesine neden olur. Bu durum, sanayi dönemi yerleşim alanlarında sağlıksız koşullarda yaşamayı zorunlu kılan konutlar olarak mekana yansır. Günümüzün modern olarak nitelendirilen toplu konut alanlarında ise, özellikle yarı özel ve yarı kamusal alanların iyi tanımlanamamış olmasından ötürü, kullanım sürekliliği bulunmayan, sahiplenilmeyen ve sorumluluğu üstlenilmeyen mekanlarla karakterize olmaktadır. Bu biçimlenme, mekansal gereksinimleri karşılamaktan uzaklaşarak, toplu konut alanlarının yaşanır kılınmasını da ortadan kaldırmaktadır. Yerleşim alanı biçimleri ve mekansal örüntüler, süreç içinde açık, hem sürekliliklerin hem de dönüşümlerin yer aldığı oluşumlardır. Bu yüzden; kestirilebilir gereksinim, istek ve davranış kalıpları yerine, toplumun çok kimlikli, çok merkezli heterojen yapısını ve zaman içinde değişebilen kullanıcı gereksinimlerini barındırmak zorundadır. Günümüz yerleşim alanlarının bu çözülmesi zor mekan türlerini ve mekan organizasyonunu yönlendiren nedenleri araştıran bilim dallarından olan şehirsel biçimlenme çalışma alanına mekansal çeşitliliği ve yapılanmanın morfolojik yönünü de katarak mekan organizasyonunda somut verilerle çeşitli yöntemler geliştirmektedir. Tasarımın biçimlendirdiği fiziksel çevre ile kullanıcı gereksinimlerinin karşılıklı etkileşimini temel alan bu yöntemler insanlar ve mekansal faktörler arasındaki uyumluluğu artırmak ve insanlar/kullanıcılar için daha iyi tasarımlar yapmak amacıyla gerekli bilgi ve kuram birikimi elde edecek bir çok araştırmada kullanılmaktadır. Yerleşmelerin morfolojik ve sosyal yapıları arasındaki ilişkileri tanımlayan, biçimlenmelerindeki etkin unsurları sayısal olarak değerlendiren Mekan Dizimi (Space Syntax) yöntemi, bina ölçeğinden kent ölçeğine kadar, yapılaşmış çevre- kullanıcı etkileşimini temel alan yöntemler arasında önemli bir yere sahiptir. Toplumsal yapıya göre biçimlenen mekansal yapının, şehirlerin genel fiziksel yapısı içinde kavranabilmesini de açıklayan yöntem, tasarım disiplininin önemli problemlerinden biri olan mevcut ve öneri projelerin uyumlu olmasının koşullarını hazırlayarak yol gösterici olmaktadır. Böylece, getirdiği yaklaşımlarla yeni seçeneklerin sınanmasına da olanak sağlar. Bunun yanı sıra mekansal biçimlenme ve mekan kurgusunun kullanıcılar üzerindeki etkileri konusunda ortaya koyduğu yaklaşımlarla bu alandaki araştırmalara yeni bir boyut katar. Tez, tasarlanan çevre ile kullanıcı arasındaki ilişkileri ele alarak yaptığı sayısal değerlendirmeler, anketler ve gözlemlerle mekansal problemlerin belirlenmesine ve çözümüne yönelik yeni bir yaklaşım getirmektedir. Birinci bölüm tezin girişidir. Bu bölümde tezin konusu tanıtılmakta, problemin tanımı, amaç ve yöntem açıklanmaktadır. İkinci bölüm; barınma, konut ve konut çevresi kapsamında ele alınmaktadır. Bu bölümde barınma, insan gereksinimleri içinde barınmanın yeri, barınma gereksinimi ile varolan konut, konut ve ev, yaşanabilirlik kavramları açıklanmaktadır. Günümüze değin geçirdiği süreç içinde teknolojik gelişmeye paralel olarak farklı evrelerden geçen yerleşme sistemleri ve toplu konut kavramı ortaya konulmaktadır. Toplu konut kavramına bağlı olarak sanayi öncesi dönemdeki yerleşim alanları ve sanayi toplumunda toplu konut olarak tasarlanan ütopyalar irdelenmektedir. Modernist düşüncenin egemen olduğu toplu konut yaklaşımlarının analiziyle birlikte İkinci Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar toplu konut alanları ve çevreleri incelenerek bu dönemlerin toplu konut tasarımına yaklaşımları sergilenmektedir. Türkiye'de de tarihsel süreç içinde toplu konut ve konut çevresini oluşumu ele alınarak değerlendirmesi yapılmaktadır. Üçüncü bölümde, kullanıcı-çevre etkileşimine ilişkin kuramsal yaklaşımlara yer verilmektedir. Birinci kısımda özgür irade, olabilirlik, olasıcılık, belirleyicilik, VII etkileşimcilik ve katılımcılık yaklaşımları açıklanmakta, ikinci kısımda ise; konut çevresinin değerlendirilmesine yönelik araştırma yaklaşımları sunulmaktadır. Bu yaklaşımlar; tasarımı temel alan, kullanım sürecini ve niteliği temel alan ve biçimsel yapıyı temel alan yaklaşımlar olarak tasarım süreci aşamalarına göre açıklanmaktadır. Açıklanan yaklaşımlar doğrultusunda toplu konut alanlarında konut ve çevresinin değerlendirilmesi ele alınmakta ve bu değerlendirmeye konu olan uluslararası ve Türkiye'de yürütülen araştırmalar irdelenmektedir. Ayrıca tezin alan çalışmasında kullanılan, kentsel biçimlenmenin çalışma alanına mekansal çeşitliliği ve yapılanmanın biçimsel yönünü katarak mekan organizasyonunda somut verilerle mekansal biçimlenmenin insanlar üzerindeki etkilerini kanıtlayan Mekan Dizimi (Space Syntax) Analiz Yöntemi tanıtılmaktadır. Binaların, kentsel alanların, mimari ve kent planlarının morfolojik analizinde kullanılan yöntem yoluyla, yapılaşmış çevrenin morfolojik yapısı ile sosyal strüktürü ya da bu çevredeki olaylar/durumlar arasında ilişkinin değişik yönleri, farklı boyutları tanımlanmaktadır. Kentsel mekanın biçimsel yapısı üzerinde Mekan Dizimi (Space Syntax) Analizi yönteminin kullanıldığı çalışmalar konularına göre irdelenmekte, uluslararası ve Türkiye'de yürütülen çalışmalar tanıtılarak sonuçlan ortaya konulmaktadır. Dördüncü bölümde, mekan dizimi analizleriyle toplu konut alanlarında yerleşim şemasının değerlendirilmesine yönelik alan çalışmasına yer verilmektedir. Alan çalışmasına konu olan toplu konut alanlarının seçilme nedenleri, alan karakteristikleri, yerleşim alanlarının fiziksel özellikleri ifade edilmektedir. Doğal Yaya Hareketi (Natural Movement) yaklaşımına bağlı kalınarak yerleşim alanlarındaki yaya yoğunluğu tespit edilmekte ve dizimsel analizlerle birlikte değerlendirilmektedir. Kullanıcıların çevreleriyle ve birbirleriyle olan ilişkilerinin belirlendiği anket sonuçları ise analizlerle birlikte ele alınarak değerlendirilmektedir. Beşinci ve son bölümde; çalışma genel olarak özetlenerek, kuram ve yöntem açısından değerlendirilmektedir.