Çok Kültürlülük, Bölünme Ve Planlama: Kentsel Bütünleşme İçin Dersler Ve Lefkoşa Örneği

thumbnail.default.alt
Tarih
2014-11-12
Yazarlar
Caner, Gizem
Süreli Yayın başlığı
Süreli Yayın ISSN
Cilt Başlığı
Yayınevi
Fen Bilimleri Enstitüsü
Institute of Science And Technology
Özet
Çağdaş dünyamızdaki bütün metropoliten alanlar, kültürel çeşitlilik sergilemekte ve belirli bir düzeye kadar sosyo-mekânsal olarak bölünmüşlük göstermektedirler. Şehirlerdeki farklı kültürlerin yer seçimi tercih ve dağılımları, kentsel çalışmalar içerisinde her zaman önemli araştırma konuları olmuşlardır. Yer seçimi tercihleri ve farklı kültürel gruplar arası ilişkilerin uç bölünme örneklerine yol açabileceği gerçeği, bu konuyu, sosyo-mekânsal ve politik olarak önemli kılmaktadır. Her kent bölünmüş olsa da, bu bölünmelerin aynı formu almadığı görülmektedir. ‘Bölünmüş kent’ tabiri, farklı araştırmacılar tarafından, farklı inceleme konuları için kullanılmaktadır. İlk gruptaki araştırmacılar, bölünmüş kentleri, kapitalist üretim süreçleri sonucunda ortaya çıkan bölünmeler tabanında değerlendirmektedirler. Sınıf, ırk ve cinsiyet ilişkileri, kentsel ayrışma, varsıl-yoksul kent bölgeleri arasında artan eşitsizlik gibi konuları temel ilgi alanları olarak vurgulamaktadırlar. Ancak, son otuz yıldır, kentsel bölünmenin daha özel bir formuyla ilgilenmeye başlayan ve giderek büyüyen bir yazın gelişmiştir. Bu tür bölünmüş kentler sayıca daha az olmakla birlikte, belirli özel örneklerdeki fiziksel ve/veya politik çekişmeleri içermektedirler. Bu kentler arasında iyi bilinen örnekler Belfast, Kudüs, Lefkoşa, Mostar, Beyrut ve Berlin’dir. Bahsedilen iki farklı kent tipi arasında karışıklık olmaması ve ayrımın netlik kazanması için, bu araştırma birinci tür şehirleri çok kültürlü, ikinci türdekileri ise bölünmüş kentler olarak adlandırmaktadır. Kentsel çalışmalar içerisinde bu iki tür kenti karşılaştıran araştırmalar yetersizlik göstermektedir. Bu araştırma, bu açığı kapatmak için, çok kültürlü ve bölünmüş kentler arasında kapsamlı bir karşılaştırmalı analiz yürütmektedir. Bu çerçevede, bu tezin amacı, bölünme ve çok kültürlülüğün kentsel sistem üzerindeki etkilerini inceleyerek, planlama yaklaşımlarının bu etki üzerindeki rolünü değerlendirmektir. Böylelikle, bölünmüş kentler ve özellikle Lefkoşa için kentsel bütünleşmeyi hedefleyen bir planlama yaklaşımının önerilmesi amaçlanmaktadır. Kentsel bütünleşme, kentsel sistemin ‘bütünlüğü’ (wholeness) ile elde edilecek avantajlı durumları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu doğrultuda, bu çalışmanın hedeflerinden biri, kimi kentler bütünlüğünü koruyabilirken, diğerlerinin neden koruyamadığını anlamaktır. Dolayısıyla, bir şehrin bütün olarak işlerlik göstermesinin avantajlarının araştırılması için, kentlerin sistem bakış açısıyla ele alınması uygun görülmüştür. Kapsamlı bir karşılaştırmalı analiz yürütebilmek için, Lefkoşa haricinde dört çok kültürlü (New York, Londra, Paris, Singapur) ve dört bölünmüş kent (Belfast, Kudüs, Berlin, Beyrut) örneği seçilmiştir. Seçilen örnek alanlar üç ölçüt aracılığıyla karşılaştırılmıştır: alt kültür grupları / bölünme tarihi; alt kültür grupları / bölünmeye ilişkin kentsel politikalar ve planlama yaklaşımları; ve alt kültür grupları / bölünmenin fiziksel dokusu. Literatür taraması, nüfus sayım verileri ve çevrimiçi veri bankaları gibi ikincil kaynaklar ana veri kaynaklarını oluşturmaktadır. Ancak, özellikle Lefkoşa’da, derinlemesine görüşme, saha ziyareti ve yazılı görüşmeler gibi çeşitli birincil veri kaynakları da kullanılmıştır. Lefkoşa analiz edilmeden önce, çok kültürlü ve bölünmüş kentler karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Örnek şehirlere ilişkin spesifik bulgular yanı sıra—bu bulgular Lefkoşa için planlama yaklaşımı önerisi kapsamında değerlendirilmişlerdir—karşılaştırmalı analiz sonucunda elde edilen genel sonuçlar, çok kültürlü ve bölünmüş kentler arasındaki farklılıkların açıklanmasında aydınlatıcı rol oynamaktadır. Bu sonuçlar: 1| küreselleşme, dekolonizasyon ve bunların tamamlayıcısı sayılan kitlesel göç hareketleri gibi süreçler (bölünmüş kentlerde rastlanan savaş, politik baskı gibi süreçlerle karşılaştırıldığında), çok kültürlü kentlerin bütünlüklerini koruma konusunda neden daha başarılı olduklarını göstermektedir. 2| çok kültürlü kentlerde, göçmenler göç ettikleri kentteki alanlara ideolojik olarak bağlanmadıkları için, kent içeresinde daha düşük seviyede mekânsal sahiplenme ve talepte bulunmaktadırlar. Bu iki neden, çok kültürlü kentlerin, çatışma ve bölünmeye neden daha az eğilimli olduklarını açıklamak için kullanılabilir. Karşılaştırmalı analizlerin Lefkoşa bakımından değerlendirilmesi iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamada, karşılaştırmalı analizlerden elde edilen bulgular, Lefkoşa’ya özel değerlendirmelerle irdelenmiştir. Bu irdeleme ikinci aşamayı kolaylaştırmak için gerçekleştirilmiştir; Lefkoşa için önerilecek planlama yaklaşımının temelini oluşturmak amacıyla. Birinci aşamada elde edilen sonuçlar özetle aşağıdaki gibidir: • Çok kültürlü kentler, sahip oldukları küresel karakter ve uluslararası ortam sayesinde, farklı kültürlerin birbirlerine karşı hoşgörü içeresinde bir arada yaşayabilecekleri çeşitli bir yapı sağlamaktadırlar. • Alt kültür grupları ve kentler arasındaki ilişki üzerinde planlama etkin bir rol oynamaktadır. Planlama süreçlerinde sosyo-kültürel gerçekliklere karşı takınılan duyarsızlık kentsel kopukluklara neden olmaktadır. Sosyo-kültürel değişikliklerin planlama süreçlerinde tanımlanması kentsel bütünleşmeyi desteklemektedir. • Alt kültür grubu mozaiğinin desteklenmesi, çok kültürlü birlikte yaşamanın organik olarak gelişmesi için önemlidir. • Alt kültür grubu sınırları yönetim sınırları ile örtüşmediğinden, mümkün olan en düşük seviyede değerlendirilmelidirler.  • Coğrafi odaklı yaklaşımlar, daha az gelişmiş bölgelerin daha geniş kentsel alanla bütünleşmesini kolaylaştırmaktadır. • Bölünme sürdürülebilir değildir. Uzun süreli bölünmenin (ve yeniden birleşmenin) maliyeti, kentsel ekonomiler üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. • Yeniden birleşme, iki parça arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi halinde fiziksel bütünleşme sağlayabilir. • Senaryolar yaklaşımı, politik iklimden bağımsız olarak hareket edebilmek için önem taşımaktadır. • Ortak miras, eğitim, turizm ve hizmetler, yeniden birleşme sonrasında değişimi yönlendiren araçlardır. Paylaşılan mekânların (okullar, işyerleri vb.) ve nötr mekânların (ticaret alanları, kent merkezleri vb.) geliştirilmesi, sosyal bağlanma için etkilidir. Sonuç olarak, örnek alanlara özel durumlar dikkate alınarak, bölünmüş kentler için önerilecek planlama yaklaşımında etkinleştirilecek ya da önlenecek öğeler belirlenmiştir. Planlama yaklaşımı, önerilen öğelerin Lefkoşa’da nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin spesifik referanslar verilmesi yoluyla, bu çerçeve üzerine kurulmuştur. Amacın sadece Lefkoşa değil, tüm bölünmüş kentler için bir rehber üretmek olması nedeniyle esnek bir yol çizilmiştir. Planlama yaklaşımı, sistem yaklaşımının niteliklerini bünyesinde barındırarak kentsel bütünleşmeyi amaçlayan bir sürdürülebilir çok kültürlü gelişme bakış açısı üzerine temellendirilmiştir. Örnek alanlarda görüldüğü üzere, bölünmüş kentlerde sürdürülebilir gelişmenin en büyük sorunsalı sosyal bütünleşmedir. Dolayısıyla, çok kültürlülük vizyonu sağlamak, bu nitelikteki bir planlama belgesinin önceliği haline gelmektedir. Ayrıca, planlama yaklaşımı dinamik bir süreç olarak formüle edilmiştir. Hem bölünmüş hem de yeniden birleşmiş kentte uygulanabilecek aşamalar içermektedir. Bu tür bir yaklaşım, politik iklimden bağımsız olarak her türlü durumda hareket edilebilmesine imkân tanımaktadır. Böylesine bir dinamik süreç sağlamak için, yerelleşmiş, aşağıdan yukarıya (taban temelli) yatay olarak örgütlenmiş, öğrenen kurumların varlığı önem taşımaktadır. Tüm bunları göz önüne alan planlama yaklaşımı önerisi üç ana konu üzerine şekillenmekte, her bir ana konu bölünmüş kentlerde etkinleştirilmesi ya da önlenmesi gereken ilkelerle açıklanmakta ve Lefkoşa özelinde bu ilkelerin gerçekleştirilmesi için ne yapılması gerektiğine ilişkin politikalar içermektedir: a) Kentsel Ekonomi - Açık kent: Açık bir sistem haline gelebilmek için, başkentin yatırım çeken bir şehir olarak yeniden kurgulanması ve dolayısıyla, uluslararası ve çok kültürlü bir ortamın sağlanması. Lefkoşa’da Sur İçi yakın çevresi (kentsel çekirdek) bu gelişmeler için ana mekân olmalıdır. Merkezin kentin geri kalanından kopması önlenmelidir. Bu noktada metropoliten planlamanın (var olan çift toplumlu Lefkoşa İmar Planı-NMP) yeni kurulacak çift toplumlu bir komite aracılığı ile geliştirilmesi ve güncellenmesi gerekmektedir. - Ortak değerler ve karşılıklı üstünlüklere dayalı değişim: Değişim yönlendiricilerinin (miras alanları, hizmetler, turizm ve eğitim) etkinleştirilmesi ekonomik gelişme ve bütünleşme sağlayacaktır. Lefkoşa’da bütünleşmeye ivme kazandıracak en önemli öğe ortak mirastır (özellikle Sur İçi) ve bu bağlamda, var olan NMP politika ve uygulamalarına devam edilmesi destekleyici olacaktır. Kuzey ve güney arasında dengesiz gelişmenin önlenmesi gerekmektedir. Karşılıklı üstünlüklerin ve coğrafi olarak odaklanan yaklaşımların kullanılması, her iki taraf için de yararlı olan dengeli bir gelişme sağlayabilir. - Yüksek verim: Kentin fiziksel bütünleşmesinin, dengeli kentsel hizmet ve nüfus ilişkisinin ve kompakt gelişmenin sağlanması ekonomik kazancı garantileyecektir. Her ne kadar NMP’nin hâlihazırda fiziksel yoğunlaşma politikası bulunsa da, diğer ikisi ancak yeniden birleşme sonrasında, arta kalan açık ve boş alanların yeni fonksiyonel bölgelere dönüştürülmesi ve altyapı elemanlarının yeniden birleştirilmesi ile gerçekleşecektir. Gereksiz yapılaşmanın önlenmesi için (1) eldeki stokun kullanılması ve (2) yeniden yapılanma ile yenileme arasındaki dengenin iyi kurulması, maliyeti düşürerek etkin kaynak yönetiminin sağlanmasının önünü açacaktır. b) Sosyo-Kültürel Boyut - Alt kültürler mozaiği: Birlikte ya da ayrı yaşama olanaklarının tanınması, çok kültürlülüğün organik olarak gelişmesine imkân tanıyacak ve mahalle düzeyinde, topluluk tabanlı örgütlerin etkinliğini artıracaktır. Böyle bir ortam sağlanabilmesi için seçenekler (örneğin konutlarda) çeşitlendirilmelidir. Alt kültür grupları arasındaki sınırlar, birlikte yaşamayı destekleyecek yumuşak, doğal ya da insan yapımı geçirgen sınırlar olmalıdır. Bunun için yenilikçi yaklaşımlar kullanılmalıdır (örneğin, wedge planning). Karışık mahalleler yaratmak adına bağlayıcı ve güçlü bütünleşme politikalarının kullanılmasını önlemek, hayal ürünü olan tekil ve birleşik mekân algısını ortadan kaldıracaktır. - Kamusal alanlar: Nötr, paylaşılan ve kozmopolit alanların yaratılmasını sağlamak sosyal bütünleşmeyi tetikleyecektir. Yeniden birleşmenin ardından Lefkoşa Ara Bölge’si böylesi bir hizmet verebilirken, mevcut durumda NMP’nin Sur İçi bölgesindeki uygulamaları buna olanak tanımaktadır. Birlikte yaşamı kolaylaştırmak için, kamusal mekânın tek kimliğe hitap eder hale gelmesinin önlenmesi gerekmektedir. Uygun yerlerde uygun fonksiyonların seçilmesi ile bu aşılabilir. - Planlamada sosyo-kültürel farklılıkların tanınması: Kültürel farklılıkların planlama süreçlerine yansıtılması, plüralist bir bakış açısı sağlamak açısından önem taşımaktadır. Çeşitli ihtiyaçların tanımlanması ve tadilatlarla yanıtlanması, kültürel tercihler doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Bu noktada, eşitlikçi olmayan uygulamalardan ve çoğunluk kültürün baskısından kaçınılmalıdır. c) Planlama Politikaları - Etkin planlama: Sorun paylaşımı ve ortak karar verme süreçlerine dayalı kolaboratif planlama yaklaşımının geliştirilmesi, etkin bir planlama sürecinin oluşturulabilmesi için önem taşımaktadır. Geri bildirim mekanizmalarının pürüzsüz olarak işleyebilmesi için, iki toplumlu bir komitenin her iki toplumdan gelen bildirimleri ortaklaşa değerlendirmesi ve kararların buna göre verilmesi esas alınmalıdır. Taban temelli yatay örgütlenme, toplum temelli ve mahalle temelli planlama için temel niteliktedir. Sürtüşme noktaları ve nötr yaklaşımların ya da her ihtiyaca doğrudan cevap verme çabalarının önlenmesi etkinlik düzeyini artıracaktır. Alternatif çözüm önerilerinin esnek olarak çeşitli araçlarla sürece dâhil edilmesi gerekmektedir. - Senaryolar: Esneklik ve duruma özgü düzenlemelerin yapılması, farklı gerçekliklere yanıt verebilmek için önemlidir. Böyle bir temel NMP ile atılmıştır ancak geliştirilmesi gerekmektedir. Planlama sürecinin pasifleşmesini önlemek için sistemin doğru olarak anlaşılması ve manipüle edilmesi ön koşuldur. - Coğrafi odaklı yaklaşımlar: Kentsel gelişmede dengesizliklerin engellenmesi, daha bütünleşmiş bir şehrin elde edilmesine katkı sağlayacaktır. İki kesim arasında eşitliksiz dağılıma ilişkin algılamaların önüne geçilmesi bu süreç içerisinde önem kazanmaktadır. Daha az gücü olan tarafı savunmak ve eşit olanaklar talep etmek, memnuniyetsizliklerin önüne geçecektir. - Kentsel bütünleşme: Temel kaygı, kentsel bütünleşmeye dayalı sürdürülebilir çok kültürlü bir kentsel gelişme modeli oluşturmak olmalıdır. Parçalar arasındaki ilişkiler, kanallar ve iletişim güçlendirilmeli ve gerekli görülmesi halinde yenileri yaratılmalıdır. Lefkoşa’da, kentsel açık alanlardan ekonomik, sosyal ve ekolojik olarak faydalanmak (ör. Ara Bölge) sağlam bir politikadır. Birleştirici elemanların kullanılmayan alanlara dönüşmesini ya da eşiklerin aşılmasını önlemek gerekmektedir. Bunlar, merkezde paylaşılan mekânların yaratılması (örneğin Ara Bölge’de) ya da kentsel yayılmanın altyapı sınırlarına göre sınırlandırılması ile aşılabilecek durumlardır. Planlama yaklaşımın sistem bakış açısıyla iç içe geçtiği görülebilir. Öncelikle, Lefkoşa ve diğer bölünmüş kentlerin gelişimlerinin, bir bütün oldukları ilk durumlarına göre şekillendiği söylenebilir. Dışarıdan gelen bir müdahale ile parçalanan (progressive factorisation) bu şehirler iki bağımsız parça haline gelmişlerdir. Ancak bu parçaların bir bütüne ait oldukları düşünüldüğünde, parçalar arası ilişkilerin güçlendirilmesiyle yeniden birleşebilecekleri görülmüştür (progressive systematisation). Her ne kadar bu parçaların kendi içlerinde yaşamsal bir dengeye (biotic balance) sahip oldukları söylenebilirse de, bölünmüş şehir analizleri bunun bir yanılsama olduğunu göstermiş ve bu kent sistemlerinin tam kapasite olarak çalışmadıklarını ortaya koymuştur. Planlama yaklaşımını sistem bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, insan ilişkileri (kanallar) ve insan aktivitelerinin (mekânlar) desteklenmesi gerekliliğinin vurgulandığı görülmektedir. Bu da bizi, şehrin kendi kendini düzenleyen ve optimize eden, aşağıdan yukarıya süreçlerinin desteklenmesi sonucuna getirmektedir. Yani, planlamanın sistem performansını optimize etmek için seçenekleri çoğaltması gerektiği görülmektedir. Böyle bir kapasitenin öğrenen kurumlarla mümkün olabileceği gösterilmiştir.  Plancının rolü, kentsel sistemin davranışlarını anlayarak sistemi belirsizlikten stabiliteye doğru taşımak olmalıdır. Bu da, belirsizliklerin, senaryolar ya da duruma özgü tadilatlarla planlama sisteminin bir parçası olmasını gerektirmektedir. Özellikle Kıbrıs’ın mevcut durumu göz önüne alındığında, politik iklimi aşan bir yaklaşımın gerekliliği göze çarpmaktadır. Sonuç olarak, kentsel sistemlerde çok kültürlülük, bölünme ve planlamayı konu alan bu tezin, bu konuyla ilgilenen ileriki çalışmalar için bir altlık teşkil etmesi hedeflenmiştir. Literatürde çok kültürlü ve bölünmüş kentleri karşılaştıran çalışmaların eksikliği göze çarpmaktadır. Böylesine bütüncül bir yaklaşım, kentlerde bölünmeyi inceleyen araştırmacılar için yeni bakış açıları sunmakta ve disiplinler arası karşılaştırmalı analizlerin uyumluluğunu artırmaktadır.
socio-spatially divided to some extent. Locational preferences and distribution of different culture groups in cities have always been important research topics in urban studies. The fact that these locational preferences and the relationships among different culture groups can lead to extreme cases of division, makes this topic, socio-spatially and politically significant. Even though every city is divided, we see that these divisions do not take the same form. The term ‘divided city’ is used by different researchers for different investigation purposes. The first group of researchers focus on divided cities as places where divisions of capitalist production processes are more pronounced. They emphasize class, race and gender relations, urban segregation and increasing inequality between the affluent and deprived city districts as their main concerns. In the last three decades however, there has been a growing body of literature concerned about a more specific form of urban division, classified by its extremeness. These divided cities are less in numbers and indicate physical or political contestations in certain special cases. Well-known examples of such cities are Belfast, Jerusalem, Nicosia, Mostar, Beirut, and Berlin. For the sake of clarity, this research denominates the first type of cities as multicultural cities, and the latter ones as divided cities. There is a lack of urban studies which tend to compare these two types of cities. This research closes this gap by providing a comprehensive comparative evaluation of multicultural and divided cities. In this framework, the aim of this thesis is to investigate the effects of division and multiculturalism on the urban system and to evaluate the role of planning approaches on this effect. By doing so, the proposal of a planning approach for divided cities in general and Nicosia in particular is facilitated, with the objective of providing urban integration.  Urban integration is perceived as the advantageous circumstances attained by the ‘wholeness’ of an urban system. In this vein, one of the objectives of this research is to understand how some cities preserve their wholeness while others cannot. Therefore, in order to investigate the advantages of a city functioning as a whole, a systems view of cities is adopted. To perform a comprehensive comparative analysis, four multicultural (New York City, London, Paris, Singapore) and four divided cities (Belfast, Jerusalem, Berlin, Beirut) are chosen apart from Nicosia. Case studies are compared according to three criteria; settlement history of subculture groups/division; urban policies and planning approaches regarding subculture groups/division; and physical patterning of subculture groups/division. Secondary sources like literature review, census data and online databanks are the main data sources. However, particularly for Nicosia, primary data sources such as in-depth interviews, site visits and written correspondences are utilised. Multicultural and divided cities are comparatively analysed before moving on to the analysis of Nicosia. Apart from case-specific findings—which are mainly evaluated within the framework of planning approach proposal for Nicosia—the main findings of the comparative analysis are illuminative for the explanation of differences between multicultural and divided cities. These are; 1| processes like globalisation and decolonisation and their constitutive process of mass immigration (instead of wars and political oppressions seen in divided cities) are the reasons why it is much easier for multicultural cities to retain their wholeness. 2| in multicultural cities, since immigrants are not ideologically attached to urban areas in their receiving societies, they are less likely to lay territorial claims within the city. These two findings explain why multicultural cities are less bound to conflict and division. Evaluation of the comparative analysis with regards to Nicosia is carried out in two steps. In the first section findings acquired from the comparative analysis are evaluated with Nicosia-specific assessments. This has been carried out to facilitate the second step; the establishment of a foundation for the planning approach to be proposed for Nicosia. The conclusions drawn from first-step evaluation are as follows: • Due to their global character and international setting, multicultural cities provide a diverse structure which makes it easier for different cultures to live together, with greater tolerance to one another. • Planning plays an influential role on the relation of subculture groups and the city. Indifference to socio-cultural realities in planning causes urban disconnections. Acknowledging socio-cultural differences in planning promotes urban integration. • Supporting the mosaic of subculture groups is essential for organic development of multicultural living and co-existence.  • Subculture boundaries do not correspond to administrative boundaries and have to be evaluated in the lowest level possible.  • Geographically targeted approaches facilitate the integration of less developed zones into the wider urban area. • Division is unsustainable. The costs of prolonged division (and reunification) put an overwhelming pressure on urban economies. • Reunification achieves physical wholeness if the relations between the two parts are reinforced. • A scenarios approach is critical for being able to act regardless of the political climate.  • Common heritage, education, tourism and services are drivers of change after reunification. Development of shared spaces (schools, workplaces etc.) and neutral spaces (commercial areas, city centres etc.) are effective for bonding. Consequently, features to avoid or enable in a planning approach for divided cities are conceptualised with case-specific considerations. The planning approach is built on this framework with specific references to how to achieve the proposed elements in Nicosia. Owing to the fact that the objective is set to produce a guideline for all divided cities, not just Nicosia, instead of precise policies, a flexible path is sketched.  The planning approach is based on a sustainable multicultural development perspective carrying the hallmarks of systems approach and aiming at urban integration. As the case studies have shown, the most problematic aspect of sustainable development in divided cities is social integration. Thus, providing a multicultural vision has to be a priority in such a planning document. Further, the approach has been formulated as a dynamic process, incorporating phases which can be applied in both a divided city and a post-conflict city. This necessitates a planning approach which is flexible enough to act in all circumstances, regardless of the political climate. In order to provide such a dynamic process, localised, bottom-up and horizontal learning institutions are essential.  Taking these into consideration, the proposal encompasses three main issues: • Urban Economy - Re-establishing the capital as a city to invest in, consequently providing an international, cosmopolitan setting.  - Using drivers of change (heritage, services, tourism and education) for economic development and integration. - Physically integrating the city, balancing the urban amenities-population relationship and providing compact development patterns for economic gain. • Socio-cultural Aspects - Providing opportunities to live together or live apart, as desired.  - Creating and promoting neutral, shared and cosmopolitan spaces. - Recognising cultural differences in planning processes. • Planning Policies - Establishing a collaborative approach based on problem-sharing and joint decision-making. - Acknowledging a scenarios approach to flexibly respond to different realities - Removing imbalances in urban development levels with geographically targeted approaches. - Adopting sustainable multicultural development principles for integration. As a conclusion, this thesis enhances the field of work concerned with multiculturalism, division and planning in urban systems and provides a basis for future studies which aim to investigate divisions in cities. Such a holistic approach improves the compatibility of inter-disciplinary urban research and can give new visions to the scholars who study division and the city.
Açıklama
Tez (Doktora) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014
Anahtar kelimeler
Kentsel bölünme, Urban division, Kentsel ayrışma, Lefkoşa, Bölünmüş kentler, Çok kültürlü kentler, Nicosia, Divided cities, Multicultural cities, Urban segregation
Alıntı