LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Yazar "Mazlum, Deniz" ile LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamında Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-10-15) Pulat Sönmez, Ece ; Mazlum, Deniz ; 502142202 ; Restoration ; Restorasyon18. yüzyılda batı ile etkileşimi artan Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ile birlikte idari, sosyo-kültürel ve ekonomik alanda birçok değişim yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler kentsel düzene ve mimariye de etki etmiş, kent içinde yeni yapı tipleri ve yeni mimari üsluplar görülmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile söz konusu değişimlerin Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçlerine nasıl etki ettiği ele alınmıştır. Özellikle Tanzimat ve Islahat fermanları ile eşitlik olgusunun vurgulanması ve gayrimüslim kesimin yeni haklar elde etmesi, kilise mimarisi için de yeniliklere sebep olmuştur. İstanbul kent merkezinde bulunan tüm Rum Ortodoks kiliselerinin ön çalışma olarak izlenmesi ve onlara dair envanter fişleri oluşturulması ile başlanan bu tezin ana kaynaklarını da Osmanlı arşiv belgeleri oluşturmaktadır. Osmanlı Arşivi dışında, kilise vakıflarına ait arşivlerde ve bazı özel arşivlerde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen belgelerin gün ışığına çıkarılması amaçlanmıştır. Bu belgeler ile seçilen Rum Ortodoks kiliselerinin onarım ve yapım süreçlerindeki, idari işleyiş ve mimari teknik bilgiler incelenmiştir. Onarımlarda kullanılan yapı malzemeleri, çalışan meslek grupları, yapım teknikleri, kullanılan ölçü birimleri, görev alan kurum ve kuruluşlar gibi bilgiler arşiv belgelerinden öğrenilmektedir. Bu belgeler aracılığı ile geçmiş dönem restorasyon uygulamaları ile ilgili bilgi edinmek gelecekteki müdahaleler için yol gösterici niteliktedir. Çalışma sırasında İstanbul'da bulunan 96 adet Rum Ortodoks kilisesi için ön araştırma ve inceleme yapılmıştır. Tüm bu kiliseler için Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Kiliselerin tarihî ve mimari özelliklerine, eski fotoğraf ve haritalardaki varlıklarına ve haklarında yapılan detaylı çalışmalara yer verilen envanter fişleri hazırlanmıştır. Arşiv belgelerinin niteliğine göre şekillenen bu tezde Galatasaray Panayia Kilisesi'nin genişletilmesi, Şişli Metamorfosis Kilisesi'nin yapımı, Kumkapı Panayia (Elpida) Kilisesi'nin ve Gedikpaşa Ayia Kiryaki Kilisesi'nin yeniden yapım süreçleri detaylı olarak ele alınmıştır. Örnek incelemelerinden önce 19. yüzyılda İstanbul'da mimarlık ve kültür ortamının nasıl olduğu; kent dokusunda, toplumsal ve kültürel alanda yaşanan değişim ve dönüşümler, İstanbul'daki gayrimüslimler ve mimarlık etkinlikleri, gayrimüslimler içinde Rumların yeri alt başlıkları ile ele alınmıştır. 19. yüzyıl İstanbul'unda yapım ve onarım faaliyetleri ise; anıtsal yapıların yapım ve onarım süreçleri, idari yapılanma, yasal süreçte yaşanan değişimler, Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri alt başlıkları ile aktarılmıştır.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul'unda tarihî camilerin ihyası, örnekler ve arşiv belgeleri üzerinden bir tespit ve araştırma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-25) Çiçek Ünal, Özlem ; Mazlum, Deniz ; 502082207 ; Restorasyon ; Restoration19. yüzyılda İstanbul'da çok sayıda tarihî cami ve mescit; yaşanan yangınlar, 1894 depremi, bakımsızlık ve imar faaliyetleri gibi nedenlerle kullanılamaz duruma gelmiş ve yeniden inşa/ ihya edilmiştir. O dönemde imparatorluğun Batı ile gelişen ilişkileri, değişen mimari beğeniler, yaşanan maddi sorunlar ve İstanbul'da yaşanan değişim ve dönüşümler yeniden inşa faaliyetlerinin ölçek ve niteliğini etkilemiştir. İstanbul'un artan nüfusu ile orantılı fiziki büyümesi imar hareketlerini beraberinde getirmiş; yeni ulaşım ağları, rıhtımlar, meydanlar gibi düzenlemeler hız kazanmıştır. Üst üste yaşanan yangınlar, pek çok kayba neden olmanın yanında, sonrasında getirilen yeni düzenlemelerle Batılı bir kent görünümüne kavuşmak için fırsat sunmuştur. Yangınlar ve 1894 depremi sonrası pek çok yapının aynı anda hasar görmesi, gerekli onarımların ve inşaatların yapılabilmesi için kaynak bulunmasını güçleştirmiş ve kimi durumlarda yapıların ayakta tutulabilmesi için gerekli olan müdahaleler gecikmiştir. Osmanlı arşivinde bulunan; yangınlar sonrasında hasarlı yapılar ve bağlı bulundukları vakıfların maddi durumları hakkında hazırlanmış defterler yaşanan sorunları ortaya koymaktadır. Vakıf yapısı olan tarihî cami ve mescitler, vakıfların yönetimindeki bozulma ve suistimaller neticesinde düzenli bakım ve onarımları için gereken ödeneklerden mahrum kalmış; yangın ve deprem gibi ani hasarların yanında kimi zaman geçen zaman içinde gelişen hasarların onarım bedellerini de karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bu durumun önüne geçebilmek için vakıf yönetimleri ve bütçelerini tek bir çatı altına toplamak için idari adımlar atılsa da yaşanan maddi sorunların önüne geçmek kolay olmamıştır. Sonuç olarak kentteki tarihî cami ve mescitler hem bağlı oldukları vakıfların sorunları hem de içinde bulundukları kentte yaşanan afetler ve değişimler neticesinde ayakta tutulamayarak ihya edilmişlerdir. Tez kapsamında yapılan ve selâtin camilerini kapsam dışında bırakan araştırma, 1780-1920 zaman aralığında İstanbul'da 153 cami ve mescidin çeşitli nedenlerle kısmi ya da bütüncül olarak yeniden inşa edildiğini ortaya koymuştur. Gerçekleşen bu ihyalarda yapıların tarihî kimlikleri değil vakıf kimlikleri önde tutulmuştur. Genel olarak ihyalarda amaçlanan hedef vakfedilen işlevi uzun süre yerine getirebilecek sağlam bir yapı elde etmektir. 19. yüzyılda Batı'da gelişen anıt eser ve koruma kavramları Osmanlı'da gecikmeli olarak yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında tartışılmaya başlanmıştır. Batının etkisiyle antik eserler üzerinde oluşan ilk ilgi zaman içinde daha geç dönem eserlerine kaymıştır. Çoğu vakıf yapısı olan, anıt niteliğindeki eski eserlerin onarımları yaşanan afetler nedeniyle 19. yüzyılda da gerçekleştirilmiş; önemli eserlerin uygulamalarında dönemin genel pratiklerine uygun olarak yabancı ya da yurt dışında eğitim almış mimarlar ağırlıklı olarak görevlendirilmiştir. Yapılan yasal düzenlemelerle onarımların uzman kişilerce ve denetim altında yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Osmanlı arşiv belgeleri; gerçekleştirilen ihyaların nedenleri, ihya kararının alınması, yapıları ihya ettiren kurum ve kişiler, ihya bedellerinin belirlenmesi ve karşılanması, ihya uygulamalarında izlenen süreç ve ihyalarda kullanılan yeni mimari üsluplar konusunda bilgi vermektedir. Yapıların ihyasında yukarıda sıralanan konular her yapının kendi koşulları ve hasar durumu özelinde değişebilmektedir. Yapılar kimi zaman kısmen ayakta tutularak, kullanılabilir durumdaki mevcut malzemesi ile ihya edilirken kimi zaman ise ihya edilecek yapı tamamen ortadan kalktığı için yeni baştan bir yapı inşa edilmektedir. Yapıların ihyasında bunun gibi değişkenlik gösteren durumları ortaya koyan örnekler tez çalışması içinde detaylı olarak aktarılmıştır. Kelime olarak "yeniden canlandırma" ve "diriltme" anlamına gelen "ihya" koruma biliminde rekonstrüksiyon (yeniden yapım) eylemine karşılık gelmektedir. 19. yüzyılda gerçekleştirilen ihyaların amacı yapıyı yaşatmaktan çok vakfedilen işlevi ve vakfedenin adını yaşatmaktır. Bu nedenle yapı tamamen değişse bile adı ve işlevi değişmemektedir. Cami ve mescitlerin, kendi arsalarında yeniden inşa edilmiş olmaları nedeniyle, konumları sabit kalmakta böylece kent tarihinde değişmeyen noktalar olarak günümüze ulaşmaktadırlar. Her ne kadar ihyalarda zamanın ihtiyaç ve yönelimlerine göre; üslup, malzeme, teknik ve ek işlevler değişebilse de yapının adı, işlevi ve konumu korunarak vakıf hizmeti yeniden canlandırılmakta ve devam ettirilmektedir. Rekonstrüksiyon koruma alanında tartışılmaya başlandığı günden itibaren belli sınırlar ve kurallar koyulmaya çalışılan bir uygulamadır. Çoğu zaman maksadını aşan bu uygulama; özellikle ani eser kayıplarına neden olan savaş ve afet gibi durumlarda, toplumun hafızasının devam edebilmesine ve iyileşmesine yönelik olarak başvurulabilir bir uygulama olarak tanımlanmakta ve sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde koruma için neredeyse bir problem haline gelen rekonstrüksiyon; toplumsal iyileşme ve kültürel devamlılık gibi nedenlerin dışında; eski eser-turizm ilişkisinin getirdiği ekonomik kazanç, yapılaşma kısıtlaması olan tarihî yerleşimlerde inşaat yapma fırsatı ve simge yapıların hizmet edeceği politik çıkarlar gibi motivasyonlarla uygulanabilmekte, hatta kültür varlıklarının kaybını telafi edebilen bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Bu tezin, günümüzde moda bir tabir ve uygulama olan "ihya"nın koruma tarihimizdeki gerçek yerini anlamaya katkıda bulunması ve incelediği örneklere yapılacak olası müdahalelere ışık tutması umulmaktadır.
-
ÖgeEdremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-05) Ergül, Büşra Özge ; Mazlum, Deniz ; 502181212 ; RestorasyonTezin konusu olan Edremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası; Balıkesir'in Edremit ilçesinde Hekimzade Mahallesi'nde 69 pafta 66 ada 1 ve 2 parsellerinde bulunmaktadır. Çalışma kapsamında tarihî fabrikanın belgelenmesi, tarihiyle ilgili araştırma yapılması, koruma ve restorasyon amaçlı yapılacak müdahalelerin belirlenmesi ve yeni işlev verilerek geleceğe aktarılması amaçlanmıştır. Eski Bayramyeri Caddesi, 292.Sokak, 293.Sokak ve 294.Sokak kesişiminde yer alan avlulu fabrika kompleksi 1904 yılında Rumlar tarafından kurulmuş olup İhsan Eren'in fabrikayı satın aldığı 1919 yılından itibaren aynı aile tarafından işletilmektedir. 1950 senesinde yağhaneye ek yapılarak genişletildiği ve eski bacasının yıkılarak yeniden tuğla baca inşa edildiği anlaşılmıştır. Kurulduğu dönemde buhar enerjisiyle çalışan fabrikada günümüzde Ekim-Ocak ayları arasında kesintisiz (kontinü) sistemle üretim yapılmaktadır. Fabrikanın buhar enerjisiyle çalıştığı döneme ait üretim aletleri günümüze ulaşamamıştır. Yapının belgeleme çalışmasında lazer tarama yöntemiyle günümüzdeki durumu dijitalleştirilmiş, detaylar geleneksel yöntemlerle ölçülerek alınmıştır. Restitüsyon aşamasında yapının geçmişini aydınlatan bilgi ve belgelere ulaşmak amacıyla arşivler, kütüphaneler, müzeler taranmıştır. Bu aşamada Edremit'te bulunan tarihî zeytinyağı fabrikaları incelenerek analoji yapılmıştır. Çalışmanın son aşamasında yapıda uygulanacak müdahaleler belirlenmiş ve yeni işleve karar verilmiştir. Endüstri mirasının yeniden işlevlendirilerek kullanılması ve kente kazandırılması, yörede yaşayan halkın belleğindeki üretim ve bununla ilgili faaliyet ve donanımların da dönüştürülmesine ve bu şekilde geleceğe aktarılmasına hizmet etmelidir. Eski ve yeninin sürdürülebilir nitelikteki birlikteliği geçmişin izlerine saygılı ve günümüz koşullarına uygun olmalıdır. Bu anlayışla yeni işlev verilen Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası'nın Ekim-Ocak aylarında modern sistemle üretim yapması, yılın geri kalan döneminde de faal olarak gastronomi ağırlıklı kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği eğitim fonksiyonu ön planda olan bir müzeye dönüştürülmesi uygun görülmüştür. Bu şekilde fabrika yapısı hem yöre halkının gündelik hayatına eğitim ve kültürel anlamda katkı sağlayacak, hem de gastronomi turizmi anlamında çekici potansiyele sahip olacaktır. Zeytin ve zeytinyağı üretiminde önemli bir merkez olan Edremit'te eğitim ve gastronomi fonksiyonlarını barındıran bir müze fikrinden yola çıkarak hazırlanan Edremit Evliyazade Zeytinyağı Fabrikası Koruma Projesi'yle, gerek somut kültürel miras kapsamına giren tarihî zeytinyağı fabrikasının gerek somut olmayan kültürel miras olarak zeytinciliğin yaşatılması hedeflenmektedir.
-
ÖgeImpacts of modernization process on conservation and restoration of traditional wooden religious buildings; a comparative study between Turkey and Japan(Graduate School, 2021-02-18) Koç, Süheyla ; Mazlum, Deniz ; Fujii, Keisuke ; 502122209 ; Restoration ; RestorasyonThe modernization period, which reveals similar characteristic features in Turkey and Japan started with Tanzimat Edict (1839) in Turkey and Meiji Revolution (1868) in Japan. Turkey and Japan had the same reasons to be modernized, to be strong and not colonized. They used the same methods such as sending delegations and students abroad, inviting foreign experts mostly from Europe. While politics, military, standardization, and new architecture follow a similar path, when it comes to the preservation of cultural heritage, there are quite distinct features observed in the architectural conservation history of Turkey and Japan. The religious architecture was chosen to analyze the impacts of modernization because they have been preserved with traditional methods before the modernization period and continued to be preserved with modern conservation methods after the modernization period in both cultures. While in Turkey, most of the studies on conservation and religious buildings are focused on masonry monumental buildings, the research on conservation of wooden religious heritage is quite scarce. On the other hand, Japan is known for good conservation practices on wooden heritage. Thus, the subject of the thesis is determining the impacts of the modernization process on the conservation and restoration of traditional wooden religious buildings in Turkey and Japan and the development of suitable conservation approaches for this building type. The case studies were determined according to being oldest, unique examples with available archival data. These are wooden pillared mosques from the 13th century, Beyşehir Eşrefoğlu Mosque, Ankara Arslanhane Mosque, Afyon Great Mosque, Sivrihisar Great Mosque and Kastamonu Kasabaköy Mosque from Turkey, and wooden Buddhist temples from the 8th century in Japan, Shinyakushi-ji Main Hall, Hokki-ji 3-story pagoda and Toshodai-ji Golden Hall. All the case studies have outstanding universal value, while case studies in Japan are already in WHL, the case studies from Turkey are in the WH tentative list. The study consists of six chapters in total. In the first chapter, the aim, scope, and methodology, as well as the related literature review and terminology, are explained. In the second chapter, the modernization process is explained, along with developments in the world in the 19th century. The political, economic, social, and architectural aspects of Turkey and Japan are compared in terms of similarities and differences in developments. In the 19th century, conscious efforts and legislation became widespread in the Ottoman world and Japan. From this point, in the third chapter, the development of conservation concepts in the 19th century with applications in different countries, along with a focus on the legal process in Turkey and Japan are outlined. The fourth chapter gives an overview of the architectural features of wooden religious structures in Turkey and Japan. The fifth chapter examines selected sample structures in line with the methodology developed. In the sixth and last chapter, all the investigations are evaluated as a whole, and the results and recommendations for policies and methods for the conservation of wooden religious buildings are presented, especially for wooden pillared mosques in Turkey. As a comparative study, first of all, the topics that need to be compared were determined starting from terminology, similarities, and differences of modernization period on political, social, economic, technological, architectural fields and so forth. Likewise, the development of legal texts, responsible organizations, and training of architects, masters, and carpenters were compared. A methodology was developed for the analysis and evaluation of these case studies. While comprehensive repair reports were used for the analysis of case studies in Japan, an in-situ assessment model was needed to be developed for the case studies in Turkey. All wooden components were marked with connection details, traces, and deteriorations on them. Along with site works, archival studies were conducted in the Ottoman Archives, the General Directorate of Foundations, the Regional Directorates of Foundations in Konya, Kütahya, and Kastamonu, the Regional Conservation Boards in Konya, Ankara, and Eskişehir, and different libraries. After collecting all the data, three main analyses were prepared for evaluation, namely repair year-repair approach analysis, authenticity analysis, and IIWC principles analysis. The repair year – repair approach analysis reveals the preferred conservation methods in certain periods. Although similar methods were used in Turkey and Japan, the triggered reasons and details of implementations are quite different due to cultural and traditional contexts. The impacts of these methods on the preservation of wooden components are determined with the help of authenticity analysis. In all the case studies, the interior components are naturally among the most preserved elements whereas the roof structure which is exposed to weathering contains the most replaced materials. The species, sizes, and treatments on wood have a vital impact on the authenticity level. The IIWC principles analysis reflects on the appropriate implementations which are corresponding to the latest principles. The implementations based on tradition are mostly corresponding to the principles, while modern materials especially irreversible cement and concrete cause a loss in fulfilling the criteria. Furthermore, project and implementation phases are also compared to reveal the administrative aspects including the context of projects. While in Japan, project and implementation phases are planned and executed together, in Turkey, there is a problem with the planning of conservation policy including budget and contents of the project. All these analyses reveal that the success of Japan is due to using traditional knowledge, traditional tools, and traditional practices as well as preserving historic forests. Likewise, the success of the Ottoman Empire before the modernization period is also about the use of traditional techniques. For better conservation of wooden pillared mosques, some recommendations were developed according to the results of these analyses by taking into account the international charters. The preservation of forests and traditional wood species are crucial for the material supply of conservation works. Training of carpenters with traditional methods is another important issue. For wooden pillared mosques, first of all, traditional methods should be defined with the help of archives and carpenters. Likewise, the designation of special units under the General Directorate of Foundations is a necessity to give to the wooden pillared mosques the value and care they deserve.
-
Ögeİstanbul konut mimarlığında ahşap-kâgir yapım sistemlerinin seçiminde belirleyici etkenler (1800-1930)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-16) Yeşim, Erdal ; Mazlum, Deniz ; 502162204 ; Restorasyon19. yüzyıl başlarında İstanbul'un yerleşim dokusunda dolgulu ahşap çatkılı konutların yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen haritalarda kentin bazı bölgelerinde ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların, bazı bölgelerinde ise yığma kâgir konutların yaygınlaştığı görülür. Literatürde genellikle kâgir konutların yaygınlaşması yangınlara karşı önlem alma çabası ile, ahşap konut geleneğinin terk edilememesi ise ahşabın düşük maliyetli olması, hızlı ve kolay yapıma imkân sağlaması gibi gerekçeler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu gerekçeler, neden kentin bazı bölgeleri tamamen kâgirleşirken bazı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların bir arada bulunduğu bir yerleşim dokusunun oluştuğuna tatmin edici bir yanıt vermez. Bu nedenle Osmanlı'nın son döneminde başkent konutunun yapım tekniği bağlamındaki değişimi, politika, ekonomi, teknoloji gibi pek çok alanda gerçekleşen yenilik ve değişikliklerin yarattığı dinamikler göz önünde bulundurularak geniş bir perspektiften incelenmelidir. Bu çalışma, 19. yüzyıl İstanbul konutunda ahşap ve kâgir yapım sistemlerinin seçimini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen, dönemin siyasî, ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerinin belirlenmesine odaklanmaktadır. Ağırlıklı olarak literatür ve arşiv araştırmasına dayanan bu çalışmada birincil kaynak olarak Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, dönemin gazeteleri ve konutlarla ilgili matbu kitaplarından faydalanılmış; arşiv araştırmasından elde edilen veriler günümüze ulaşan konut örnekleri ile desteklenmiştir. Çalışmada, konutlarda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmeler üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Bunlardan ilki, doğrudan konut inşa pratikleri ile ilgili olmayan ancak sonuçları itibariyle konutlarda yapım tekniği ve malzeme seçimini etkileyen imparatorluk ölçeğindeki gelişmelerdir. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında hak ve sorumluluklar bakımından bir fark gözetilmeyeceği yönünde taahhüdde bulunulan Tanzimat Fermanı'nın ilanı bu gelişmeler arasındadır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile yalnızca müslümanlara yarı kâgir konut inşa etme izni verilmesi ve bazı yapı malzemelerinin üretiminde gayrimüslim tebaanın vergi yükümlülüğü karşılığında çalıştırılması gibi uygulamalara son verilmiş; konutlarda yapı malzemesi ve yapım tekniği tercihleri bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiştir. Benzer şekilde, 1838 yılından itibaren bazı Avrupalı devletlerle serbest ticaret antlaşmalarının imzalanması ve 1856 yılında Islahat Fermanı'nın ilanı, doğrudan konutlarda yapı malzemesi seçimine etki etmeyen ancak yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine yön verecek koşullara zemin hazırlaması bakımından önemli gelişmelerdir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmelerin ikinci alt başlığında kente özgü dinamikler yer almaktadır. Bunların başında, 19. yüzyıl başlarından itibaren devlet yönetiminin, başkent konutunun yangınlara karşı korunmasını sağlamak amacıyla yapı malzemesi ve yapım tekniğini değiştirmeye yönelik attığı adımlar gelir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) konutlarda cephe malzemesinin kâgirleşmesi için çıkarılan fermanlarla başlayan süreç, Sultan II. Mahmud döneminde yarı kâgir konut inşasının teşvik edilmesi ile devam etmiş; Tanzimat'ın ilanı sonrasında çıkarılan nizamnamelerle birlikte kâgir yapılaşmanın yaygınlaştırılması bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Öte yandan gerek kâgir yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine ilişkin kısıtlamalar, gerek sosyo-kültürel dinamikler kâgir konutların kısa vadede yaygınlaşmasını güçleştirmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında kâgir konut inşasına bölgesel olarak ivme kazandıran iki büyük yangın felaketi (Hocapaşa ve Pera yangınları) yaşanmıştır. Özellikle Hocapaşa yangınının ardından, kâgir yapı malzemelerinin teminini kolaylaştıracak kararların uygulamaya konması ile yangın alanında kâgir yapılaşma hızına ivme kazandırılabilmiştir. Bununla birlikte, hem Hocapaşa hem de Pera yangın alanlarının yeniden inşa sürecinde yapım tekniği bağlamındaki dönüşüm, mülkiyet durumlarının ve dolayısıyla sosyal çevrenin değişimini de beraberinde getirmiştir. Tanzimat döneminin (1839-1876) bitişi ile başkentte ahşap yapılaşma konusunda daha esnek bir yaklaşım sergilenmesine neden olacak gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan biri, kent içinde boş ve terk edilmiş durumda imar edilmeyi bekleyen yangın alanlarının sayısının artmasıdır. Buna karşılık, Tanzimat dönemindeki yaklaşım ile çelişen ve yangın alanlarında ahşap konut inşasının önünü açan 1882 tarihli Ebniye Kanunu yürürlüğe konmuştur. İstanbul halkının ahşap konutlara yönelimini arttıran bir diğer gerekçe, kentte salgın hastalıkların çok sayıda can kaybına neden olması ve bununla ilişkili olarak yüksek nem oranına sahip sayfiye yerleşimlerinde rutubetten korunmayı sağlamak üzere ahşap konut inşasının yasal hale gelmesidir. Bu durum Boğaziçi köyleri ve Adalar'da ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Yüzyılın sonlarında konutlarda yapım tercihlerini etkileyen bir diğer faktör ise, 1894 depremidir. Deprem sonrasındaki yeniden inşa sürecinde ahşap yapım sistemi, deprem dayanımının yüksek olması, düşük maliyetli olması ve hızlı konut inşa etmeye imkân sağlaması gibi gerekçelerle tercih edilmiştir. Başkent konutunda malzeme ve yapım sistemi seçimini etkileyen diğer kentsel ölçekli parametreler arasında mimarlık hizmetlerinin örgütlenme biçiminin değişmesi; apartman, sıra ev gibi yeni konut tiplerinin yaygınlaşması ve 20. yüzyıl başlarından itibaren geleneksel yapım sistemlerinin terk edilmesinde etkili olan betonarme yapım sisteminin tercih edilmeye başlaması sayılabilir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine yön veren gelişmelerin son alt başlığı yapı malzemesi ölçeğindeki gelişmeler ile ilgili olup, bu kısımda yapı malzemelerinin temininde karşılaşılan olanak ve kısıtlamalar irdelenmiştir. 1840'lı yıllardan itibaren ormanların tahribatını engellemek üzere yasal ve kurumsal bir alt yapı oluşturma yönündeki çabalar, yüzyılın ikinci yarısında kent halkının yerli ahşap tedarikini güçleştiren sonuçlar doğurmuştur. Buna karşılık, çok sayıda devletle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının da etkisi ile İstanbul piyasasında standart ölçülerde üretilmiş olan ithal ahşaba erişim kolaylaşmıştır. Ahşap malzemenin teminini etkileyen bu gelişmelerin neredeyse tam tersi, tuğla malzemenin temininde yaşanmıştır. 1840'lı yıllarda devletin kâgir konutları yaygınlaştırma politikasına paralel olarak modern ölçülerdeki tuğlanın endüstriyel üretimini hızlandırmaya yönelik çalışmaları, yüzyılın son çeyreğinde sonuç vermeye başlamıştır. Başlangıçta ithal tuğlanın hakim olduğu İstanbul piyasasında, yıllar içinde yerli üretim kapasitesinin artması ile yerli tuğlaya ucuz fiyatlarla erişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyıl başlarından itibaren uluslararası ticarî etkinliklerin savaş ve ekonomik krizler gibi sebeplerle sekteye uğraması, neredeyse tamamen ithal ürünlerle karşılanan ahşap tüketimini yavaşlatmıştır. Buna karşılık piyasadaki tuğla ihtiyacının yerli üretim imkânları doğrultusunda karşılanıyor olması, kâgir yapım sisteminin tercih edilmesi bakımından avantajlı bir durum yaratmıştır. 19. yüzyılda taş malzemenin konut sahipleri tarafından tedarikini etkileyen en önemli gelişme ise, aktif durumda olan büyük taş ocaklarının ve kireç imalathanelerinin büyük ölçekli kamu yapılarının inşası için tahsis edilmesidir. Üç farklı ölçekte meydana gelen tüm bu gelişmeler, hem kentin farklı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların dağılımlarının değişkenlik göstermesine, hem de başkent konutunda yapım tekniği ve malzeme seçimi bağlamında alternatif yapısal çözümlerin üretilmesine katkı sağlamıştır. İstanbul konutunun malzeme ve yapım teknikleri bakımından geçirdiği süreçleri aydınlatmak, günümüze ulaşan ve kültür varlığı değeri taşıyan örneklerde özgün öğelerle dönem eklerini anlamada ve ayırt etmede yardımcı olacaktır. Bu bilginin restorasyon uygulamalarında dikkate alınarak değerlendirilmesi ve alınan kararlara yön vermesi de bu tezin bir dileğidir.
-
Ögeİstanbul Tarihi Yarımadası'nda bulunan ayazmalar ve Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-31) Tuna, Merve ; Mazlum, Deniz ; 502201206 ; Restorasyonİstanbul tarihi boyunca su ile yakın ilişkisi olmuş bir şehirdir ve İstanbul'daki din ve su kültürü ilişkisini gösteren mimari ögelerden biri ayazmalardır. Ayazma, Ortodokslar tarafından kutsal sayılan su kaynaklarına verilen addır. Bu dinî kültür her ne kadar Hristiyanlıkla özdeşleşmiş olsa da geçmişi Pagan geleneklerine kadar dayanmaktadır. Bu çalışma ile İstanbul Tarihi Yarımadası'nda bulunan ayazmaların tespit edilmesi ve Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması'nın bölgedeki diğer ayazmalar içerisindeki yeri ve su kültüründeki rolü aydınlatılarak yapının ayrıntılı olarak belgelenmesi hedeflenmiştir. Ortodoks inancı ile suyun yakın ilişkisi, bu ilişkinin mimariye yansıması ve geçen süre içerisinde yapılarda yaşanan değişimlerin ortaya koyulması açısından ayazmalara ait toplu bir kaynak oluşturulmaya ve daha önce yapılan çalışmalar güncellenmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda İstanbul Tarihi Yarımadası'nda bulunan ayazmaların tespiti ve koruma sorunlarının belirlenmesi üzerine odaklanılmış ve bu doğrultuda ayazmaların bir listesi çıkarılmıştır. Bu çalışma yapılırken ayazmalar üzerine yapılan 1947 ve 1997 tarihli iki çalışma kıyaslanmış, ayazmaların güncel konumları tespit edilmiş, içine girilebilen ayazmalar fotoğraflanmış, günümüze ulaştığı haliyle mimari özelliklerine ve güncel durum bilgilerine yer verilmiştir. Vefa Meryem Ana Kilisesi ile Tarihi Yarımada'da yer alan diğer ayazmaların ortak özellikleri ve farklılaşan sorunları ele alınmıştır. Ayazmaların ilk inşa edildiği dönem tespit edilmeye çalışılmış; yapılar Bizans ve Osmanlı dönemleri olmak üzere iki ana başlık atında toplanmıştır. Tarihi tespit edilemeyen ayazmalar ise ayrı bir başlık altında sıralanmıştır. Bu tespitler sırasında ayazmalar ve ayazmaların içerisinde bulunduğu dinî yapılar hakkında yapılmış sanat tarihi ve mimarlık tarihi çalışmaları incelenmiştir. İstanbul Tarihi Yarımadası'ndaki 65 ayazma ele alınmış ve bunlar katalog haline getirilerek ekler bölümünde toplu bir şekilde sunulmuştur. İncelenen ayazmaların ağırlıklı olarak toprak kotunun altında olduğu görülmüş olup günümüze ulaşabilen ayazmaların dinî yapılarla ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Samatya, Kumkapı, Fener, Balat, Ayvansaray semtlerinde ayazmaların yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Günümüze ulaşmayan veya çeşitli sebeplerden dolayı tespiti yapılamayan ayazmalar ile ilgili literatür taraması sonucu edinilen bilgiler aktarılabilmiştir. Rum Ortodoks cemaatinin dinî ritüelleriyle ilişkilendirilmiş ayazma yapıları, İstanbul'un tarih boyunca ev sahipliği yaptığı farklı toplulukların mimarisini şekillendiren önemli unsurlardan biridir. Ancak, bu yapıların tespiti ve korunmasıyla ilgili bir dizi zorlukla karşılaşılmaktadır. Bu yapıların korunması için önerilen çözümler, bölgesel kalkınma, kültürel turizm ve bilinçlendirme faaliyetlerini içermektedir. İnceleme için ziyaret edilen ayazmaların büyük bölümünün ibadete kapalı olduğu görülmüştür. Bazıları bütçe yetersizliği gerekçesi ile onarılmamıştır. Sınırlı sayıda cemaati bulunan bu yapıların birçoğu kültürel turizm amaçlı ziyaretler için de kapalıdır. Bu ayazmaların günümüze kadar ulaşabilmiş olmasının ana nedeni ise bir kilisenin bahçesinde, içerisinde veya altında olmasından kaynaklanmıştır. Müstakil ayazmalar ise şehirleşmenin getirdiği yükün altında kalarak ya varlığını sürdürememiş ya da bina bodrumlarında kaderlerine terk edilmiştir. Tarihi Yarımada'daki ayazmaların korunarak gelecek nesillere aktarılması için gerekli bakım ve onarımın sürekli hale getirilmesi, bunun için de ihtiyaç olan gelirin çeşitlendirilmesi önerilmiştir. Bunu sağlayabilmek için ayazmaların bir kültür rotası çerçevesinde ziyaretinin organize edilmesi ve yapıların ziyarete kapalı tutulmaması önerilmiştir. Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması, cemaatinin halen var olması nedeniyle İstanbul Tarihi Yarımadası'nda önemli bir yer tutmaktadır. Halk arasında Ayın Biri Kilisesi olarak da bilinen Meryem Ana Kilisesi onlarca yıldır Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir. Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması, İstanbul'un tarihî ve kültürel bir mirası olmasının yanı sıra içerdiği anlam bakımından somut olmayan kültürel mirasın da önemli bir bileşenidir. Bugüne kadar kapsamlı bir araştırmaya konu olmayan Vefa Meryem Ana Ayazması için, Fener Rum Patrikhanesi'nin talebi sonrasında yine Patrikhane'den alınan izinle başlayan belgeleme çalışmasında, lazer tarama yöntemi ile yapı üç boyutlu olarak taranarak rölövesi hazırlanmış, restitüsyon denemesi çizilmiş, sonrasında içerisinde bulunduğu avlu ve diğer yapılarla birlikte bütüncül olarak restorasyon projesi hazırlanmıştır. Araştırmalar neticesinde kısıtlı literatür bilgisine ulaşılmış olup bu bilgiler tarihî haritalar ve yapıdaki izler ile birleştirilerek yapının geçirdiği süreçler anlaşılmaya çalışılmıştır. Yapının mülkiyet sorunları ve çevresi ile olan ilişkileri irdelenmiş, tarih boyunca üstlendiği dinî ve toplumsal roller araştırılmıştır. Kilise avlusunun ve avluda yer alan eski okul yapısının farklı parselde bulunması ve farklı mülkiyete sahip olması yapının bütüncül olarak ele alınmasını güçleştirmiştir. İstanbul İli, Fatih İlçesi, Hacı Kadın Mahallesi'nde bulunan, Meryem Ana'nın ölümüne adanmış ayazmalar arasında yer alan, Bizans dönemine tarihlenen Meryem Ana Ayazması'nın üzerinde; yapımı 1920'li yıllara tarihlenen Meryem Ana Kilisesi bulunmaktadır. İlk olarak 5. yüzyılda inşa edildiği düşünülen ayazma, 18. yüzyılda bir bostanın içinde yer almıştır. Toprak kotunun altında yer alan ayazmanın üzerine 19. yüzyıla kadar izi sürülebilmiş bir yapının inşa edildiği, bu yapının dönem içerisinde çeşitli değişikliklere uğradığı anlaşılmıştır. Vefa semtinde ciddi hasara yol açan 1918 yangınından etkilenmeyen ayazma, özellikle duvar ve taş ustaları ile mimarların faaliyet gösterdiği Makedon Eğitim Kardeşliği'nin katkılarıyla 1920'li yıllarda son halini almıştır. 1921 yılında avlunun içerisine bir okul yapısı inşa edilmiş; kısa bir süre sonra ise, mevcut kiliseyi genişletecek biçimde betonarme kolon-kiriş sistemine sahip kilise yapısının inşa edildiği anlaşılmıştır. 6-7 Eylül olaylarından etkilendiği bilinen yapının çevresinde yer alan diğer yapılar 1960'tan itibaren birer birer yıkılmış, imar çalışmaları neticesinde de yapının avlusunda çeşitli değişiklikler meydana gelmiştir. Tez kapsamında yapının genel tanımı yapılmış, plan özellikleri, katlar arasındaki farklılıklar, kilisenin içinde bulunan litürjik ögeler ve dış cephe özellikleri açıklanmıştır. Ayrıca, kullanılan malzemeler ve yapım tekniği hakkında bilgiler sunulmuştur. Yapının hasarları incelenmiş, yapılacak müdahalelerin özgün malzeme ve yapım tekniğine uygun olmasına önem verilmiştir. Kilise, avlu ve günümüzde zemin katı lojman, bodrum katı bir spor kulübünün sosyal tesisi olarak kullanılan eski okul yapısı bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Bahse konu yapı ölçekli bir kroki şeklinde hazırlanmış olup işlevi değiştirilerek, ziyaretçi merkezine dönüştürülmesi önerilmiştir. Ayrıca, avluda peyzaj düzenlemesi ve avlu içerisinde dağınık duran sütun ve sütun başlıkları gibi ögelerin belli bir alanda toplanarak sergilenmesi planlanmıştır. Sonuç olarak; birçok farklı din ve milletten ziyaretçiler tarafından önemli bir kutsal mekân olarak kabul edilen ve bugün hala kültürel ve dinî merasimlere ev sahipliği yapan Vefa Meryem Ana Kilisesi ve Ayazması'nın yanı sıra diğer ayazmaların korunması ve restore edilmesi için adımlar atılması, İstanbul'un dinî mimarisinin bir parçası olan ayazmaların gelecek nesillere aktarılması ve tarihî dokunun sürdürülebilir bir şekilde korunması için tespit ve önerilerde bulunulmuştur.
-
ÖgeTekirdağ Süleymanpaşa anaokulu (Menba-i İrfan Mektebi) koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-05) Erşen, Nuriye Sündüz ; Mazlum, Deniz ; 502191205 ; RestorasyonÇalışma kapsamında Tekirdağ ili, Süleymanpaşa ilçesi, Orta Cami Mahallesi, 39 ada, 14 parselde yer alan Süleymanpaşa Anaokulu (Menba-i İrfan Mektebi) konu alınmıştır. Yapının mevcut durumu belgelenmiş, tarihsel gelişimi araştırılarak restitüsyon önerisi hazırlanmış ve yapının korunması için gerekli müdahaleler belirlenmiştir. Menba-i İrfan Mektebi, farklı uygarlıklara ev sahipliği yapan ve Osmanlı döneminde başkentlere yakınlığından dolayı reformların ilk uygulandığı yerleşimlerden biri olan Tekirdağ'da inşa edilen eğitim yapılarının günümüze ulaşan ender örneklerinden biridir. İki katlı Menba-i İrfan Mektebi'nin zemin katının tamamı ile birinci katının dış duvarları kâgir, birinci katın iç duvarları ahşap karkastır. Beşik çatılı yapının döşemeleri ahşap kirişli, tavanları ahşap kaplıdır. Zemin kat güneyden kuzeye devam eden bir koridora bağlı mekanlardan oluşurken üst katta farklı olarak bu koridorun uçlarında da odalar yer almaktadır. Giriş holü, yönetici odası, çay ocağı, merdiven kovası, tuvaletler, yemekhane, memur odası, masal odası bulunan zemin kat yaklaşık 240m²; altı sınıf, merdiven kovası, yönetici yardımcısı odası, koridordan oluşan birinci kat yaklaşık 259 m²'dir. Ayrıca zemin katta yapıya bitişik olan bir ek yapı bulunmaktadır. Yapı sade ancak özenli bir işçiliğin ürünüdür. Yapının güney ve kuzey cepheleri simetriktir, ancak kuzey cephesinde bulunan ek yapıdan dolayı bu simetri algılanmamaktadır. Pencereler sövelidir, köşelerde ve cephede pilastırlar yer almaktadır ve katlar arasında silme mevcuttur. Güney cephesinde kuzeyden farklı olarak yapının kitabesi bulunmaktadır. Doğu ve batı cepheleri ise birbirinden ve diğer cephelerden farklıdır. Doğu cephesine bakan zemin kat pencereleri sövesizdir, sadece köşelerde pilastır vardır. Batı cephesinde bulunan merdiven kovasının pencere açıklıkları diğer cephelerdeki pencere açıklıklarından daha geniştir. Bu pencereler batı cephesini doğudan ayırmaktadır ve batı cephesindeki zemin kat pencerelerinin de söveleri yoktur ancak doğu cephesinin aksine köşeler dışında da pilastırları vardır. Mektep, Hicri 1328 (1910/11) yılında halkın ve Cemaat-i İslamiye'nin desteği ile inşa edilmiştir. Açıldıktan sonra iptidai mektep olarak hizmet veren okul, Balkan Savaşları (1912-1913) sırasında eğitime ara vermiş, işgalden sonra da Tekirdağ İdadi Mektebi'ne tahsis edilmiştir. Temmuz 1914'te iptidai eğitimine devam ettiği saptanan okul hakkında Birinci Dünya Savaşı'ndan Çanakkale Savaşı ve daha sonrasında Yunanlıların Tekirdağ'ı işgaline kadar geçen süre aralığında bir bilgiye ulaşılamamıştır. Mektep Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte Süleyman Paşa İlkmektebi/İlkokulu adını almıştır. 1990'larda kentin nüfusunun artmasıyla yeterli gelmemeye başlayan okulun bahçesine betonarme bir ilkokul binası inşa edilmişir. Eski okul ise sosyal faaliyetler için kullanılan bir ek binaya dönüşmüştür. Eski mektep binası 2001-2002 yılları arasında kapsamlı bir restorasyon geçirdikten sonra ek yapı olarak kullanılmaya devam edilmiştir. 2011 yılında ise anaokulu binası olarak kullanılmasına karar verilen okulun bu tez çalışmasıyla mevcut durumunun iyileştirilerek işlevine devam etmesi, bölgedeki eğitim yapıları için bir örnek oluşturarak Tekirdağ'da yer alan diğer eğitim yapılarının incelenmesi ve bu sayede bu bölgedeki eğitim tarihinin aydınlatılması hedeflenmiştir. Tez çalışması, altı bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde çalışmanın amacı, kapsamı ve yöntemi açıklanmış, yapılan çalışmalar sırasıyla belirtilmiştir. İkinci bölümde, Tekirdağ'ın kısaca coğrafi konumu ve tarihinden bahsedildikten sonra, geçmişten günümüze kadar kentin eğitim tarihi ve yapıları hakkında bilgi verilmiş, son olarak merkez ilçe Süleymanpaşa'da tespit edilen günümüze ulaşmış eğitim yapıları listelenmiş, ulaşılan fotoğraflar paylaşılmıştır. Üçüncü bölümde, yapının konumu, ulaşılan belgeler ışığında tarihsel gelişimi ve mevcut durumdaki plan özellikleri, cephe özellikleri, strüktürel özellikleri, yapının bileşenleri, malzeme özellikleri ve tespit edilen bozulmalar açıklanmıştır. Malzeme ve hasar türlerinin daha iyi ifade edilmesi için analitik rölöveler hazırlanmıştır. Dördüncü bölümde, arşiv araştırmaları ve sözlü kaynaklardan yola çıkılarak yapıdaki farklı dönemler ve buna bağlı olarak yapılan değişiklikler tespit edilmiştir. Tespit edilen farklı dönemler, analitik rölöve üzerinde gösterilmiştir. Araştırmaların ve kaynakların yetersiz geldiği noktalarda ise analoji yoluna başvurulmuş, yakın çevredeki benzer eğitim yapıları bu başlık altında incelenmiş ve bir restitüsyon önerisi geliştirilmiştir. Beşinci bölümde, yapıyla ilgili tüm çalışmalar göz önüne alınarak yapının özgün işlevine devam etmesi ve korunması için kullanımına ve onarımına ilişkin öneriler başlıklar halinde verilmiştir. Yapı için önemli müdahalelerden biri olan çağdaş ek tasarımı konusunu irdelemek için incelenen örnekler yine bu başlıklar altına eklenmiştir. Sonunda kot farkından yararlanılarak, üstü de kullanılabilen çelik strüktürlü bir yapı tasarımı geliştirilmiştir. Sonuç bölümünde, çalışma kapsamında ele alınan tüm başlıklar bir bütün olarak değerlendirilmiştir. Özgün işlev devam ederken zamanın getirdiği değişen ihtiyaçlarla birlikte yapıda birtakım değişiklikler yapıldığı, bunların müdahale kararlarıyla düzenlenmesi gerektiği ve aynı işlev ile devam etmesinin sürdürülebilirliğine olan katkısı vurgulanmıştır.
-
ÖgeTürkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı: Kimyahane(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-01-27) Yarlıgaş, Vildan ; Mazlum, Deniz ; 502142204 ; Restorasyon ; RestorationTürkiye'de taşınabilir kültür varlıklarının bilimsel yöntemlerle restorasyon ve konservasyonun yapılması ilk olarak Erken Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir ve bu konudaki araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Osmanlı Devleti döneminde ise Müze-i Hümayûn'da Müze'deki eserlere yapılan onarımları inceleyen hiçbir çalışma bulunmamaktadır. Bu tez erken Cumhuriyet döneminde İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde kurulan ve Türkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı olan Kimyahane'nin kuruluşu, çalışmaları ve kadrosunda barındırdığı uzmanları odak noktasına alarak, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden itibaren bu topraklarda yapılmış ilk taşınabilir eser onarımı tarihini, bu onarımları yapan mekân, kişi ve kurumlar üzerinden ortaya koymayı ve koruma yaklaşımının yıllar içindeki değişimini-gelişimini aktarmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde tezin amacı, kapsamı ve araştırma yöntemlerine yer verilmiş ve büyük oranda arşiv araştırmalarına dayanan tezin ana çalışma kaynakları tanıtılmıştır. Bu kaynaklar özetle İstanbul Arkeoloji Müzeleri arşivi, Koç Üniversitesi, Suna Kıraç Kütüphanesi'nde bulunan Hadi Tamer Belgeleri Koleksiyonu, Boğaziçi Üniversitesi'nde bulunan Aziz Ogan Koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllıkları, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde Asurolog olarak çalışmış Fritz Rudolf Kraus'un "Dreizehn Jahre Istanbul (1937-1949) Der deutsche Assryriologe Fritz Rudolf Kraus und sein Briefwechsel im türkischen Exil" ismiyle yayımlanmış mektupları, Kimyahane'de çalışmış eski uzmanlar ve ailelerinin arşivleri ile Berlin Devlet Müzeleri Merkez Arşivi'dir. Tezin ikinci bölümünde Müze-i Hümayûn'daki ilk restorasyon faaliyetleri incelenmiş, restorasyonların nitelikleri Satrap Lahdi onarımı üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca arşiv belgelerine dayanarak onarımların yapıldığı ilk mekânlar ve onarımları gerçekleştiren kişiler ortaya konmuştur. Onarımlarla ilgili olarak Sanâyi-i Nefîse Mektebi ile Müze-i Hümayûn işbirliği anlaşılmaya çalışılmıştır. Müzenin ilk onarımlarını gerçekleştiren Heykel Atölyesi'nin çalışmaları ve uzmanları tanıtıldıktan sonra Mimarlık Atölyesi ile ilgili bilgiler verilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'nin ilk konservasyon laboratuvarı olan Kimyahane'nin kurulduğu dönemde devletin kültür ve eğitim politikası mercek altına alınmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için Erken Cumhuriyet döneminde kültür ve eğitim politikalarını etkileyen iki önemli olay olarak Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşu ve Atatürk'ün Üniversite Devrimi incelenmiş, devletin kültür politikasının bir ürünü olarak Kimyahane'nin kuruluşuna giden süreç aktarılmıştır. Bunun yanında Kimyahane binasının yer seçimi ve mimari özellikleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Kimyahane'nin kuruluş döneminde yöntem ve cihazlarda baskın etkisi olan Alman ekolü ile Friedrich Rathgen ve onun kurduğu Berlin Kraliyet Müzeleri Laboratuvarı'na yönelik bilgiler bu bölümde verilmiş, Kimyahane ile Berlin Kraliyet Müzeleri Laboratuvarı arasındaki ilişki ortaya konmaya çalışılmıştır. Kimyahane'nin yürüttüğü konservasyon çalışmaları, laboratuvarda hâkim olan çalışma yaklaşımı ve bünyesinde barındırdığı uzmanlar tezin dördüncü bölümünde yer almaktadır. Kimyahane'nin kuruluşunda büyük etkisi olduğu düşünülen İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Çivi Yazılı Kil Tablet Koleksiyonu'nda bulunan tabletlere uygulanan restorasyon ve konservasyon yöntemleri bu bölümde anlatılmaktadır. Kimyahane'nin ilk konservatörü Kimyager Nurettin Akbulut ve Kimya Yüksek Mühendisi Hadi Tamer ile ayrıntılı bilgilere bu bölümde yer verilmektedir. Bu bölümde son olarak Kimyahane'nin İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden ayrılmasına yönelik girişimler aktarılmış, Kimyahane'nin son dönemleri ile ardılı olan İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı'nın kuruluşuyla ilgili bilgiler verilmiştir. Tezin sonuç bölümünde öncelikle Müze-i Hümayûn döneminde eserlere yapılan onarımlar kısıtlı bulgular üzerinden değerlendirilmeye ve Sanâyi-i Nefîse Mektebi öğrencileri ile Müze-i Hümayûn'da onarımları gerçekleştiren ekip arasındaki bağlantı anlaşılmaya çalışılmıştır. Sonuç bölümünün devamında İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde tesis edilen Kimyahane'nin kuruluşunda ve ilk kurulduğu dönemde kullandığı yöntemlerde Alman etkisi irdelenmiştir. Ayrıca Kimyahane'de çalışan uzmanların nitelikleri ve eğitimlerine paralel olarak kullanılan yöntem ve benimsenen yaklaşımın zaman içindeki değişimi analiz edilmiştir ve Kimyahane'nin Türkiye'de konservasyon biliminin gelişimine katkıları incelenmiştir. Kimyahane'nin hizmet verdiği dönemden başlayıp günümüze kadar Türkiye'de koruma alanında varlığını sürdüren ve olumlu-olumsuz değişimler gösteren bazı sorunlar üzerinde durulmuş ve bu sorunlara çözümler aranmaya çalışılmış, son olarak da Kimyahane'nin güncel durumu hakkında bilgiler verilmiştir.