Müzikoloji ve Müzik Teorisi Lisansüstü Programı - Doktora

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 30
  • Öge
    Yirminci yüzyılda askeri mehter
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017-11-13) Tekin, Erhan ; Dişiaçık Doğrusöz, Nilgün, ; 498125 ; Müzikoloji ve Müzik Teorisi Anabilim Dalı
    Geleneksel Türk askeri müzik tarihi Hunlar (MÖ. 220-MS. 46) döneminde askeri bando anlamına gelen "tuğ" takımlarıyla başlar, Osmanlılar'da Mehterhane terimiyle 1826 yılına kadar devam eder. Bu tarihte Yeniçeri Ocağı ile birlikte görevine son verilir. 1908 yılında II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Partisi ile başlayan Türkçülük politikaları sonucu 1914 yılında Askeri Müze'de Mehterhâne-i Hâkânî adıyla yeniden canlandırıldı. Bu mehter takımının faaliyetlerinde Cumhuriyet'in ilk yıllarında son verildi. Yirminci yüzyılda, ayrıca 1917 yılında Ordu Birlikleri'nde, Kurtuluş Savaşı yıllarında Bozhöyük'te ve 1953 yılında İstanbul'un fetih kutlama törenleri nedeniyle Askeri Müze bünyesinde Mehteran Bölüğü adıyla yeniden teşkil edildi.
  • Öge
    Türkiye'de geleneksel danslar alanında yapılan sistematik çalışmalar
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018-04-13) Ödemiş, Sonay ; Doğrusöz, Dişiaçık ; 507662 ; Müzikoloji ve Müzik Teorisi Anabilim Dalı
    Geleneksel danslar ile ilgili daha önce yürütülen tarihsel çalışmalar varsa da, bu konuda meydana getirilmiş, literatür üzerinden derinlemesine sistematik çıkarımlar sağlayan ve kapsamlı bir araştırma henüz yapılamamıştır. Ancak literatürün incelenmesine ve incelemeler neticesinde bilimsel sonuçlara ulaşılmasına duyulan ihtiyaç günden güne artmaktadır. İhtiyacın hızla karşılanması, tercihten de öte, artık bir mecburiyettir. Söz konusu ihtiyacın karşılanması için bu çalışma, geleneksel danslar alanında yayımlanmış eserlerde yansıtılan sistematik yaklaşımların incelenmesini hedeflemektedir. Çalışmanın amaçları ile paralel olarak araştırmada kullanılacak literatür, geleneksel danslar çalışma alanında yayımlanmış kitaplar ile doktora ve sanatta yeterlik düzeyindeki lisansüstü tezlerden oluşturulmuştur. Tüm çabalara rağmen ulaşılamayan kimi kaynakların varlığı sebebi ile incelemenin kapsamı temin edilebilen kaynaklar ile sınırlandırılmıştır. Tarihsel ve sistematik bir çalışma olan çalışmada, tarihsel yöntem kullanılarak literatür kapsamına giren kaynaklar tespit edilmiş ve kaynakların incelenmesi ile elde edilen veriler, ilkten sona doğru bir kronoloji takip edilerek değerlendirilmiştir. Kaynakların içerdiği veriler daha çok nitel değerlendirmeler barındırdığından, yazarların metinleri üzerinden söylem analizleri yapılmıştır. Yazarların bizzat yaptıkları sistematik çalışmalar ya da uygulamalarına rağmen, üzerinde belirgin bir şekilde durmadıkları sistematik pratik ve söylemlerinin tespit edilmesi, araştırma konusunun merkezinde yer almıştır. Tarihsel yöntem ve söylem analizi neticesine elde edilen veriler, veri madenciliği uygulanarak anlamlandırılmıştır. Yazarların söylemlerindeki gömülü teoriler ve kesin olarak dile getirilmeyen sınıflama yaklaşımları böylelikle tespit edilebilmiştir. Bu çalışma için en erken dönem kaynağı 1900 yılına, en son dönem kaynağı ise 2017 yılına aittir. Bu yönüyle, incelenen kaynaklarının zamansal genişliği bakımından; geleneksel danslar alanında bu zamana kadarki en geniş kapsamlı literatür taraması olduğu iddia edilebilir.
  • Öge
    Bağlama çalıp söyleyen kadınların müzik performansının toplumsal cinsiyet açısından incelenmesi
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018-06-25) Eroğlu, Seval ; Karahasanoğlu, Songül ; 513290
    Performans kavramının tanımlanması birçok araştırmacı için muğlaktır. Bu kavram, kimi araştırmacılar için başarı şartı aranan, kimisi için ise canlandırıcı bir deneyim olarak sonucu değil, süreci ifade etmesi bakımından başarı şartı aranmayan bir edimselliktir. Bazı araştırmacılar ise performansı bir şeyi yapma yeteneği (hüner) olarak tanımlanmaktadırlar. Performans kavramı hangi açıdan tanımlanırsa tanımlansın, bir başı ve sonu olan edimsel bütünlüğü ifade etmektedir. Bu bütünlük, çevresinde gelişen hiçbir gerçeklikten bağımsız değildir. Çünkü performans, insanî mübadelenin asgari koşulu olarak görülmektedir. O halde toplumsal kertede performans, iletişimi de beraberinde getirir. İletişimin en etkili yöntemlerinden biri olan müzik performansı sayesinde, yaşam pratiklerine dair sosyal, kültürel ve tarihsel pek çok veri gerek açık, gerekse gizli anlamlarla bir yerden başka bir yere aktarılmaktadır. Pozitif bilimsel (biyolojik ve determinist) yaklaşımların dışında, sosyal ve kültürel bağlamlarla açıklanan toplumsal cinsiyet de genelde performansta, özelde ise müzik performansında keşfedilmeye değer veriler sunmaktadır. "Bağlama Çalıp Söyleyen Kadınların Müzik Performansının Toplumsal Cinsiyet Açısından İncelenmesi" adlı bu çalışmada performans, müzik performansı ve toplumsal cinsiyet arasındaki bağlantılar bağlama çalıp söyleyen kadınlar özelinde değerlendirilmiştir.
  • Öge
    Müziğin Çokkültürlü Kodları; Mardin
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Mak, Mahir ; Karahasanoğlu, Songül ; 414122002 ; Müzikoloji ve Müzik Teorisi
    Mardin özelinde yapmış olduğum bu çalışmayla ilk olarak, araştırmacıların bölge üzerinde yapmaya çekindikleri çalışmaların göreceli olarak önü açıldığı düşünülebilir. Bu tereddütlerin başında, bölgenin içinde bulunduğu çatışma ortamı, Türkçe’nin sahada az konuşuluyor olması, çalışmanın sonucuna yansıyacak olan siyasal ve politik söylemler, sosyal dengelerin hassasiyeti ve araştırmacının saha ile ilgili kurması gereken uzun teması gelmektedir. Tüm bunlar araştırmacıyı alandan caydıran temel nedenlerin başında gelmektedir. Ancak, bu çalışma sayesinde öğrendiğim bir diğer durum var ki sağlanmadığı takdirde, yukarıda saymış olduğum eşikler aşılsa dahi doğru ve yerinde bir çalışma yapmaya olanak vermemektedir. Sahada edinilen karşılıklı güven, çalışmanın sıhhatli ilerleyebilmesi açısından oldukça temel bir işlev görür. Tezimin saha ayağının üzerine oturtulduğu bu temel ilkeler sonucu yapılan çalışmalar ilk etapta, bölgenin demografik yapısını kendi tarihsel akışı içinde görmek ile başlamıştır. Osmanlıdan günümüze değin bölgede yaşayan farklı dil, din ve kültürel toplulukları tanımlayan unsurlar resmi belgelerle tespit edilerek, bölgenin sosyal bir haritası oluşturulmuştur. Böylelikle alanda tortular bırakmış çok kültürlü yapılara bakılarak, bugünün müzik kültürünü besleyen temel müzikal katmanlar tanımlamaya çalışılmıştır. Belirgin bir biçimde, Süryani Kilise müziği, Kürt müziği, Arap müziği ve Türk müziğinin yan sıra Ermeni müziğine dair ciddi emareler barındıran heterojen bir müzikal yapı ile karşılaşılmıştır. Ardından mevcut müzik kültürü, üretim biçimlerinin belirlediği sınırlar üzerinden tanımlanmıştır. Bilhassa bu aşamada müzik kültürünü tanımlayan şeyin, toplumun üretim ilişkilerinin belirlediğinin altını çizmek gerekmektedir. Çalışma içinde göreceğiniz Mardin merkez ve Mardin kırsal müzik kültürü tasnifi de tam olarak bu ayrıma gönderme yapmaktadır. Aynı zamanda sınıfsal bir ayrıma da işaret eden bu sosyal yapılar içinde, her ne kadar aynı etnik tanımlamalarla anılıyor olsalar dahi, bu yapıların müzik kültürleri içinde belirgin ayrımlar görülmektedir. Dinin sosyal yapılar arasında birleştirici bir yapısı olduğu gibi dil de, bölgedeki müzik kültürleri arasında ortak paydalar oluşturabileceğiniz en belirgin üretim aracıdır. Yanı sıra, çalgılar ve müziğin üretildiği mekan farklılıkları müziği karakterize etmenizde size yol gösteren en önemli belirteçlerdir. Tüm bu veriler ışığında, sorulabilecek soru farklı dil, inanç ve etnik gurupların yer aldığı ıspat edilebilen Mardin’de, üretilmiş müzikal örnekler üzerinden bölgenin çok kültürlü yapısı okunabilir mi? Bu soruya cevap bulmak amacıyla şekillenen çalışma içinde, çokkültürlü kuramalardan faydalanılarak, etnografik alan ve yöntemlerin kullanıldığı sahada örneklere ulaşılmıştır. Sözlü tarih çalışmaları, gözlem, görüşme gibi nitel veri toplama teknikleri ile verilere ulaşılmıştır. Ulaşılan örneklerin analiz aşamasında, karşılaşılan en büyük zorluk, müziği karakterize etmek olmuştur. Yani bir müzikal örneğin kişi ve topluluğa ait olduğuna dair emarelerin sıralanması gerekmektedir. Çünkü bu aşamanın sonunda ayrıştırmış olduğumuz bir müzikal örneğin içinde saklı kodlar, saf olmayan kültürün katmanlarını nispeten belirlememizde ayraç olacaktır. Neye Türk müziği dediğimiz, Arap, Kürt ve Süryani müziği dediğimiz yapıları örgüleyen ve o müzikal örneği diğerlerinden ayrıştıran şeyi tespit edebilmek önemli olduğu kadar hassas bir analize de işaret etmektedir. 1960’lı yılların Mardin’in müzikal hayatına dair kayıtları, bölgenin içinde bulunduğu sosyal hayatı resmetmektedir. Ancak günümüzde cereyan eden müzikal örnekler, Mardin’in geleneksel müzik kültüründen oldukça uzaktadır. Bu sebeple referans alınan 1960’lı yılların kayıtları içinden örnekler seçilmiştir
  • Öge
    Millî Kültür Taşıyıcılığında Usta Malı Çalıp Söyleme Geleneği Temsilcisi Olarak Âşık Veysel
    (Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Cömert, Eray ; Karahasanoğlu, Songül ; 414112001 ; Müzikoloji ve Müzik Teorisi
    Türkiye’de ulus devletin kuruluşu yalnızca siyasi ve ekonomik reformları beraberinde getirmedi. Henüz emekleme aşamasındaki Cumhuriyet’i şekillendiren kadrolar, kültürden sanata kadar pek çok alanda bir reform hareketi başlatarak, ülkenin batıya dönük yüzünü temsil edebilen ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşmış bir toplum ideali içerisinde birtakım çalışmalara imza attılar. Özellikle tek partili dönemde ülkenin kültür-sanat yaşantısına yön verme ve ona katkıda bulunma arayışı içerisinde olan kadrolar maarif ve folklor alanlarında yaptıkları çalışmalarla ön plana çıktılar. Ortak dil, tarih ve köken anlatısı yaratılırken, bu anlatının otantik dayanakları olarak görülen folklor malzemelerinin tespiti büyük önem kazandı. Erken Cumhuriyet Dönemi ideolojisinin sembolik isimlerinden biri olan Âşık Veysel’in tanınması ve 20. yüzyıl Anadolu âşık musikisi içerisindeki popüler bir figür haline gelmesi de bu dönemde yapılan çalışmalar vesilesiyle oldu. 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasını zorunlu kılan kanunla kültürel kimliği dönemin ideolojisi tarafından reddedilen Veysel’in, hayatı boyunca milliyetçi-halkçı çevrelerin yakınında bulunması ve onların desteğini görmesi, görünüşte ideolojik nedenleri bulunan, pratikte ise ekonomik ve sanatsal nedenleri daha ağır basan bir diyalektiğin sonucuydu. Bu çalışma, Erken Cumhuriyet Dönemi kadrolarının yeni kurulan devletin ulusal kimliğini inşa etmek ve toplum tabakaları arasındaki kaynaşmayı sağlamak üzere gerçekleştirdiği çalışmalardan yola çıkarak, Âşık Veysel’in popüler kültüre adaptasyon sürecinde milliyetçi-halkçı ideolojinin kadrolarıyla ilişki içerisinde olduğu döneme yönelik bir kronoloji ortaya koyuyor ve bu ilişkiyi doğuran etkenleri vakıalar üzerinden tespit etmeye odaklanıyor. 1931 yılında Ahmet Kutsi Tecer’in teşebbüsleriyle Sivas’ta kurulan Halk Şairleri Koruma Derneği, yeni kurulan ulus devletin reform hareketleriyle paralel amaçlar taşıyordu. Tek parti döneminin milliyetçi-halkçı ideolojisi uyarınca, millî kültürün inşâ edilmesi sürecinde folklor ürünlerinden faydalanmak ve bunları sahada derlemek üzere birtakım çalışmalar başlamıştı ve Halk Şairleri Koruma Derneği de bu amaçlara doğrudan hizmet eden bir çerçevede kurulmuştu. Dernek öncelikli olarak halk sanatkârlarına karşı ilgi ve sempati uyandırmak, onları tanımak ve tanıtmak, onların eserlerini tespit etmek ve yayımlamak gibi amaçlar taşıyordu. Ayrıca, toplum katmanları arasındaki sınıf farkını ortadan kaldırmak, münevver zümre ile halk arasında eğitim birliği sağlayacak bir köprü inşâ etmek üzere halk eğitimi alanında faaliyet göstermeyi hedefliyordu. Bunu yaparken de, halkın dili, ezgileri, ananeleri ile münevver kesimin medenî bilgilerini birbirine kaynaştırmak gibi bir ideal ortaya koyuyordu. Bu amaçlarla 1931 yılında “Halk Şairleri Bayramı” adı altında bir etkinlik düzenlendi. Sivas çevresinden ve diğer bölgelerden çok sayıda âşık davet edildi. Bayrama katılan halk sanatkârları arasında Âşık Veysel de yer alıyordu. Usta malı eserlerden meydana gelen bir repertuvarla bayrama katılan Veysel, burada dikkatleri üzerine çekmiş ve derneğin kurucusu ve genel başkanı olan Ahmet Kutsi Tecer’in övgüsüne mazhar olmuştu. Âşık Veysel, Halk Şairleri Bayramı’yla elde ettiği özgüven neticesinde kendi şiirlerini söylemeye başladı. Artık repertuvarında usta malı eserlerin yanı sıra kendi eserleri de yer alıyordu. Daha önce Şarkışla çevresindeki köylerde düzenlenen düğün ve eğlencelere götürülen, sazı ve sesiyle beğeni kazanan Veysel, aynı yıl kendi muhitinin dışına çıktı ve Adana’nın köylerini dolaşarak sanatını icra etti. Cumhuriyet’in 10. Kuruluş yıldönümüne denk gelen 1933 senesi, Âşık Veysel’in hayatındaki kırılma noktalarından biri oldu. Kuruluş yıldönümü anısına yazdığı destân çok beğenildi. Destânı Atatürk’ün huzurunda okumak üzere Ankara yollarına düşen Veysel amacına ulaşamadıysa da, dönemin iktidarına yakınlığıyla bilinen Hakimiyeti Milliye gazetesinde destânı yayımlatmayı başardı. Ankara seyahati Veysel’in tanınması açısından büyük önem taşıyordu. Burada Halkevi kadrolarıyla da irtibat kurmuş, Ankara Halkevi’nde usta malı eserlerden oluşan bir repertuvarla sanatını sergilemişti. Ertesi yıl İstanbul, İzmir, Denizli, Bursa ve Konya’daki halkevlerinde, 1936 yılının Ocak ayında da Mersin Halkevi’nde sanatını sergileme imkânı buldu. İzmir seyahatinde tanıştığı bir muhabirin yazdığı mektupla dönemin İstanbul Radyosu müdürü Mesut Cemil Bey’le tanışma imkânı elde etti. 1936 yılında gerçekleşen bu olay neticesinde Veysel radyo mikrofonlarından sesini geniş kitlelere duyurma olanağı yakaladı. Aynı yıl, Yusuf Ziya Demirci’nin idaresindeki İstanbul Konservatuvarı, İstanbul’a davet ettiği halk sanatkârlarından derlemeler yapmaya başlamış, aynı zamanda da Columbia firması ile anlaşarak, bazı sanatkârlarının sesini plağa kaydetme işine girişmişti. Bu çalışmalarda da yer alan Âşık Veysel, İstanbul Konservatuarı arşivi için ilk olarak anonim ve usta malı eserlerden oluşan altı ezgi seslendirdi. Aynı firma tarafından piyasaya da sunulan plakları ertesi yıl yenileri izledi ve Veysel’in sesini geniş kitlelere duyurmasına imkân sağladı. İlerleyen yıllarda Âşık Veysel’in Ankara ve İstanbul’daki radyolarda konuk olduğu, plak sayısını artırdığı görülüyor. Ayrıca, ülkenin birçok şehir ve kasabasındaki Halkevlerinde konserler verdiği, Köy Enstitüleri’nde usta öğretici olarak görev aldığı görülüyor. Gerek anonim ve usta malı eserleri ve gerekse kendi şiirlerini inşâd ettiği ezgileriyle Anadolu’nun pek çok vilâyetini dolaşmış, bir halk sanatkârı olarak 20. yüzyıldaki âşık musikisinin zirve isimlerinden bili olduğu görülüyor. Bütün bu süreçte Âşık Veysel’in yanı başında duran, onu teşvik eden, destekleyen ve halk kitleleriyle buluşmasına aracılık eden, aynı zamanda da kurumsal ya da bireysel imkânlarla ekonomik olarak Veysel’in ayakta durmasına aracılık eden bir takım isimlerin varlığı dikkat çekiyor. Bu isimlerin başında da, Veysel’in 1931’de Halk Şairleri Bayramı münasebetiyle irtibat kurduğu Ahmet Kutsi Tecer geliyor. Tecer’in Veysel’e sağladığı olanaklar yalnızca sanatsal ve ekonomik teşvikten ibaret değil. Tecer’in milletvekilliği ve Halkevleri içerisinde aktif olduğu dönem, Âşık Veysel’in tek parti döneminin kültür ve sanat alanındaki faaliyetlerini belirleyen, düzenleyen, yön veren kimselerle tanıştığı, irtibata geçtiği yıllara denk geliyor. Kısacası, milliyetçi-halkçı ideologlarla irtibatta olduğu yıllar Âşık Veysel’in şöhretli bir âşık olarak ülke genelinde boy gösterdiği dönemi kapsıyor. Âşık Veysel’in şöhrete kavuştuğu yıllar, halk kültürü ürünlerinin sahada tespit edilmek üzere kapsamlı ve resmî çalışmaların yapıldığı dönemde oldu. Daha önce de değinildiği gibi, İstanbul Konservatuarı halk sanatkârlarının eserlerini tespit etmek için çalışma yapıyor; Columbia firması aracılığıyla doldurduğu plaklarla Türkiye’de ilk defa profesyonel ortamda kaydedilmiş, sesli bir arşiv meydana getirilmesinin kapılarını aralıyordu. Aynı yıllarda, Ankara Devlet Konservatuarı da halk ezgilerini sahada tespit etmek üzere çalışmalara başlamıştı. İlk olarak 1937 yılında Sivas’tan başlayarak Anadolu’nun muhtelif vilâyetlerine ekipler gönderildi ve bu çalışmalar yaklaşık 16 yıl boyunca devam etti. Bütün bu çalışmalarda, Âşık Veysel’in yanı sıra Sivas çevresinden farklı âşıklar da yer aldı. Ayrıca Anadolu’nun farklı vilâyetlerindeki onlarca âşıktan, yüzlerce âşık tarzı eser kayıtlara geçirildi. Uzun süreli resmî derleme çalışmalarının üzerinden 60 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, Anadolu âşık sanatı içerisinde Âşık Veysel’in ulaştığı şöhrete ulaşan halk sanatkârının nâdir görüldü. Üstelik, gelenek içerisinde edebî yaratım ve icra kapasitesi bakımından Veysel’e emsal gösterilebilecek başka halk sanatkârları da vardı ve çoğu kendi muhitlerinin dışında faaliyet gösteremedi. Veysel’in şöhreti ise, büyük ölçüde tek partili dönemin iktidar çevrelerine yakın kadrolarla ilişkilerine bağlandı. Özellikle vurgulamak gerekiyor ki, tek partili dönemdeki reform hareketlerinin bir sonucu olarak, halk kültürü ürünlerinin tespit edilmesi düşüncesi, halk sanatkârlarına verilen önemin artmasına neden oldu. Özellikle, âşık sanatının temsilcileri büyük ilgi gördü. Âşık Veysel’e gösterilen ilgi ve desteğin emsallerine yazılı ve işitsel arşiv kayıtlarında rastlanıyor ki, bu da halk sanatkârlarına verilen desteğin Âşık Veysel’le sınırlı olmadığını kanıtlıyor. Bununla birlikte, Âşık Veysel’in ülke kültür sanat çevrelerinde bıraktığı izlenim de, büyük ölçüde onun gelenek temsilciliği ve edebî kabiliyetinden ileri geliyordu. Ahmet Kutsi Tecer başta olmak üzere, halk şairleri hakkındaki çalışmalarda görev alan bazı isimler ve dönemin edebiyat çevreleri, 20. yüzyıl âşık musikisinin önemli figürlerinden biri olan Âşık Veysel’i Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun, Yunus Emre’nin takipçisi olarak görüyorlardı. Özellikle üslubu, yalın dili, şiirlerindeki duygu yoğunluğu ile işlediği konular dönemin pek çok ismi tarafından övgüye layık bulunuyordu. Kısacası, Veysel geleneksel âşık şiiri içerisinde geçmişteki usta isimlerin üslubunu 20. yüzyıla taşıyan bir köprü olarak görülüyordu. Bektaşî itikadına sahip olmasına karşın sanatındaki seküler söylemle de Erken Cumhuriyet Dönemi kadrolarının arkasında durabildikleri ve hatta halk sanatını tanıtmak üzere sık sık istifade ettikleri bir figür haline geldi. Âşık Veysel’in gelenek içerisindeki pozisyonu yalnızca dil ve üslup açısından değil, âşık musikisi içerisindeki gelenek temsilciliği bakımından da değerlendirilmek durumunda… Zira geleneğin köklü temsilcilerinin takipçisi olarak gösterilen âşığın, yalnızca edebî açıdan değil, müzikal açıdan da belirli kıstasları takip etmesi gerekiyor ki, bu da aslında âşık sanatının dinleyiciye aktarılan kısmında bireysel yetkinliğin beğeniyle sonuçlanmasını gerekli kılıyor. Âşık sanatı, büyük ölçüde söz ve müzik ilişkisinin belirli kurallar dahilinde ortaya çıkışıyla gerçekleşiyor ve gelenek, temsiliyet açısından kendi içerisinde yapılanmış bazı kıstasları âşıklara zorunlu hale getiriyor. Ancak, bu kuralların belirli coğrafî alanlarda ve o alanların sosyolojik yapılarına ilişkin istisnaları da var. Sözgelimi, Kuzeydoğu Anadolu âşıklarının eğitim-aktarım sistemleri içerisinde irticalen söz söylemek, muamma asmak gibi unsurlar varken, Alevî-Bektaşî itikadına sahip âşıklar arasında bunlar görülmüyor. Ayrıca, Alevî-Bektaşî âşıklarının inanç ritüelleri içerisindeki birtakım repertuvar elemanlarına vâkıf oldukları görülürken, diğerlerinde böyle bir repertuvarın varlığı bilinen gerçekler arasında değildir. Âşık Veysel’in gelenek temsilciliği, günümüze intikal eden ses kayıtları üzerinden değerlendirildiğinde üç farklı kimlikte eser tipine tesadüf ediliyor. Bunlardan ilki, Emlek çevresi ile kimi zaman Kayseri, Niğde, Nevşehir, Kırşehir gibi yakın alanlarda da örnekleri görülen anonim halk edebiyatına dayalı anonim halk musikisi ürünlerinden oluşuyor. İkinci eser tipi ise, âşık edebiyatı temellerine dayalı usta malı güftelerin anonim ya da usta malı ezgilere inşâd edilmesiyle meydana gelen ve gelenek içerisinde usta malı adıyla anılan eserlerden meydana geliyor. Son olarak, âşığın usta malı ya da kendi üretimi ezgilere kendi şiirlerini inşâd ettiği eser tiplerine tesadüf ediliyor ki, bunlar büyük ölçüde geleneğin eğitim-aktarım yöntemiyle Âşık Veysel’in yaratıcılığının bileşkesinden meydana geliyor. Kısacası, Veysel’in, yetiştiği yöredeki kültürel bellek aracılığıyla yeni eser üretim yollarının tanımlanabildiği repertuvar elemanları bu ezgilerden oluşuyor. Bütün bu ezgi tipleri, Âşık Veysel’in ses kayıtlarından takip edilmekle birlikte, bunlar Erken Cumhuriyet Dönemi kadrolarının ona yakıştırdığı geleneksel âşık tipi kimliğine dair verileri de büyük ölçüde gözler önüne seriyor. Âşık sanatının kültürel kodlarını ihtiva eden üretim mekanizması, Âşık Veysel’in seslendirdiği eserler üzerinden bu çalışmada tanımlanmaya çalışılıyor.