LEE- Mimari Tasarım-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 73
  • Öge
    Zaman-mekânsal sahnenin skenografik mimarisi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-04-18) İstikbal, Ali ; Haşlakoğlu, Oğuz ; 502091087 ; Mimari Tasarım
    Sahneye koyma sürecindeki teatral edimin emektarları dışında, mimarlık disipliniyle olan bağ nasıl kurulmuştur sorusu, bu çalışmanın temasını oluşturmaktadır. Mimara teatral pratiğin tasarımcısı rolü verilmesindeki etki, oynamayı bilenin oyuncu kabul edilmesi gibi, mekânsal tasarım ustasının da mimar olduğu kanaatidir. Sorunsalı derinleştirebilmek için temsilin daha ilksel formlarına bakmak gereklidir. Skenografi, sahnenin ilksel formlarında resimsel bir arka fon tekniğidir. Bugün ise tiyatroyu her bakımdan gündeme alarak kapsayan, teatral sahne mekânını ve yapısal karakterini anlama ve tasarlama sanatı ve tekniğidir. Çeperi mimarlığı da kapsayacak biçimde genişlemiştir. Mimar yalnızca tiyatro binalarını tasarlarken, mimari edimsel yetenekleri neticesinde, skenografik üretimin parçası olmuştur. Teatral üretimin icracılarıyla birlikte sahne tasarımları yapmaya başlamış; sahneyi ve sahnelemenin mekânsal olma hâlini sorgulayan, oyuncu-seyirci ilişkisini ve etkileşimini yeniden ele alan bir rol üstlenmiştir. En sonunda, tiyatronun yapısal karakteristiğini ortaya koyan olmanın yanında, pratiğin bütüncül değerlendirmesini yapan skenograf olmuştur. Skenograf; mesleğin formasyonuna sahip olmadan da yazar, dramaturg, yönetmen ve hatta mimar olmak, pratikleri tek potada eritmek durumundadır. Araştırmanın konusu, zaman-mekânsal olarak yaklaşılan tiyatro sahnelemesinde skenografi disiplininin mimarlığı da kapsayan çalışma alanı ve mimarlığa ilişkin pozisyonudur. Konunun gelişmesine bir tiyatro atölyesinde gerçekleştirilen temsilin yol açtığı bu tez, atölyede gerçekleştirilen çalışmanın, tezin söylemi odağında, skenografik açıdan değerlendirilmesiyle sonlandırılmıştır. Bu araştırma; mimarlığın skenografi disipliniyle olan etkileşimini ve skenografik sahneleme sürecindeki mimari niteliği açıklamayı, iki pratik arasındaki ilişkinin sınırlarını tartışmayı amaçlamaktadır. Araştırma, skenografinin mimari yeteneklere ne derece ihtiyacı olduğunu ve mimarın, skenograf olarak yenilikçi pozisyonunu işlemesi bakımından önemlidir. İnsanın bir amaç doğrultusunda gerçekleştirdiği her hareketi, belirli bir zamana ve bulunulan yere bağlıdır. Temelde, işlevsel bir etki-tepki durumu söz konusudur. Eyleme geçme, durumun ve mekânın potansiyel etkilerine verilen bir tepkidir. Aynı zamanda, mekânlar da değişen koşullar çerçevesinde farklılaşarak biçimlenir. Süreç, bireyin belirli koşullar altında bir hacmi işgali ile başlar ve bu hacmi, kendi yaşamsal organizasyonu doğrultusunda değiştirip mekân kılması ile devam eder. Zaman; geçen, süregelen ve gelecek olanla belirlenen bir tekilliktir. Ancak geçmişte olan bir an, artık zaman olarak değerlendirilmez. Çünkü zaman, akışı (hareketi) gerektirir. Yerdeki ve andaki değişimlerdir. Süre dendiğinde zaman, bir değişimin ifadesidir. Başlangıcı ve bitişi itibariyle pozisyondaki farklılaşmadır. Mekân kurmak yalnızca geometrik bir hacmi işlevsel olarak bölme işi değil, yere ait mekânsal potansiyelleri ortaya çıkarma işidir. Talep edilen işlevin gereksinimlerini karşılayan konstrüktif ve strüktürel elemanların optimum geometrik oranlarda bir araya getirilmesi ve oluşan son hacmin işleve uygun ögelerle donatılması, yerin mekânsal potansiyellerinin bir bölümüdür. Diğer potansiyelleri görebilmek için eylemin varlığına ihtiyaç vardır. Geometrik özellikler, gerçekliğe dair işlevsel olan üzerinde sınırlayıcı bir etkiye sahiptir. Mimardan beklenen, mekânın hacmi içerisinde istenen işlevi estetik ve etkili bir formülle çalışır hâle getirmesidir. Skenografın işi ise kurmaca gerçekliğin en etkili ifadesini sağlayacak olan biçimin arayışıdır. O, çoğunlukla metaforun peşindedir. Kurmaca gerçeklik içinse geometrik sınırlar önemsizdir. Zaman-mekân biçiminde veya zaman ve mekân olarak bağımsız ifade edilmesi fark etmeksizin devinim (hareket), bu kavramlara anlamlarını kazandıran esas olgudur. Hareket, yer değiştirmeyle gelen değişim demektir ve değişim olmadan zamanı, mekânı ve bunların birlikteliklerini açıklamak olası değildir. Tezin 'Zaman-Mekân' isimli ikinci bölümü içerisinde, bu kavramlara ilişkin getirilen açıklamalardan anlaşılabileceği üzere, zaman ve mekânın birbirini var eden ve zaman-mekân biçimindeki birlikteliği üzerinde fikir birliğine varılmıştır. 'Mimesis', özünü gerçekten alan şeyin sanat süzgecinden geçirilerek yeniden biçimlendirilmesi ve sunulmasıdır. Taklit ya da temsil kelimeleri, kavramı karşılamada yetersizdir. Bu, temsilde çeşitli nitelikleri bakımından şeyleri kopyalamayan, fakat onların yorumunu özsel nitelikleri bakımından görünür kılan bir duruştur. Sahnelemede, zaman-mekânı ifade edecek özsel nitelikler sahneye taşınarak, seyircinin zihinselleştirme süreci tetiklenir. Temsilin gerçekleşeceği sahne mekânının seçiminden, oyuncunun kurmaca oyununa ve zaman-mekânsal eylemin tasarımına kadar tüm kararların alt metninde olan budur. Antik Yunan dönemi şehrin sakinlerine iletilmek istenen mesajların ve öğretilerin iletim aracı olan teatral edimin, dinî ritüellerle ve daha genel bağlamda oyun kurma ve oynama edimiyle güçlü bir ilişkisi vardır. Her ne kadar biçim ve uygulama farkları olsa da oyun, tiyatronun ortaya çıkışında öncü bir olgudur. Teatral eylem, kendisine yüklenen anlam bakımından oyun değildir. Ama oyunsu niteliklere sahiptir. Tez boyunca bu oyunsu niteliklerin zaman-mekânsal yönüne vurgu yapılmıştır. Daha kapsayıcı bir ifadeyle oyun, teatral bir edimdir ve sahnelemeye dair yapılacak derinlemesine bir bakış atmak için oyuna, kavramsal açıdan değinilmiştir. Tiyatronun Antik dönemdeki anlatı olma misyonu sürmektedir; ancak bugün yalnızca anlatmamakta, düşündürürken sorgulatmakta ve kalıpları yıkarak yeniden yapmaktadır. Söze aktarılması fark etmeksizin teatral eylem, seyre konu olanı, çeşitli formlarda yeniden üretmektedir. Teatral eylemin yeniden üretildiği bir düzlemin varlığı, üretimin gerçekleşmesini gerektiren etkiler olduğu anlamına gelir. Bu etkiler, gerçek yaşamdan ya da gerçek yaşamın farklı biçimlerde tezahür ettiği zihinsel temsillerden elde edilir. Sahneleme, yazarın kaleme aldığı metnin sahneye konulmasından ibaret değildir. Aynı zamanda metin içerisindeki sayısız potansiyelin görünür kılınması ve mimetik eylemin sahne formunda sunulmasıdır. Diğer bir deyişle, yazarın yazıya aktardığı mutlak gerçekliğin içindeki muğlak yanın söze aktarılmasıdır. Temsilin zaman-mekânsal yönünü görünür ve seyre değer kılar. Sorunsalı sadece metin, sahne ve unsurları değil; aynı zamanda seyirciye karşı duruşudur. Oyuncu, eyleyen olarak seyirliği oluşturan en önemli unsurdur. Fakat sahneleme sürecinde, tek başına seyirliğe değerini veren şey değildir. Oyuncunun seyirciye karşı o an aldığı pozisyonu da dikkate almaya değerdir. Karşısında tepki verecek herhangi biri ya da bir şey olmayan etkinin boşluktaki bir yer değiştirmeden başka bir anlamı olmaması gibi, seyircinin olmadığı bir alımlama da anlamsızdır. Tasarım kararları aşamasında sergilenen bütüncül yaklaşımlar neticesinde, her açıdan başarılı bir temsil ortaya koymak mümkündür. Tasarım problemine ilişkin verilen yanıtlar zihinde başlar ve tasarım araçları vasıtasıyla dile gelir. Bu araçlar, söz konusu disiplinin yapısına göre değişiklik gösterir; ancak ilkin zihinseldir. Probleme verilen yanıtlar, pratiğe ilişkin üretimin karmaşıklığıyla doğru orantılı olarak tekil ya da kolektif olabilir. Fakat etkili bir tasarım sürecinin anahtarı, mutabık kalınan bir öz fikir olmasıdır. Farklı fikirlerle çeşitlendirilmesi ya da geliştirilmesi fark etmeksizin, fikir birliğine varılan özle ilişkili olması gerekir. Yoksa, kolaj biçiminde bir araya getirilmiş fikirler yığını olacak ve istenen etkili sonucu vermeyecektir. Teatral üretim söz konusu olduğunda metne içkin mimetik eylemin ve zaman-mekânın sahnelenmesi, bir tasarım problemi olarak örneklenebilir. Teatral üretimin tasarım problemine dair verilen yanıtlardaki özün yürütücüsü, skenograftır. Skenografi ve mimarlık ilişkisi, yalnızca sahnenin zaman-mekânsallığı ile sınırlı değildir. Oyuncu ve seyircinin birbirlerine karşı olan pozisyonunun sorgulanmasını ve yeniden tasarlanmasını da içermektedir. Aynı zamanda, sahneye konu tüm yapının mekânsal potansiyelleriyle de ilgilidir. Sahne tasarımındaki mimari niteliğin değerlendirmesinin yanı sıra, sahnenin kavramsal olarak sorgulanıp yeniden ele alınması da mümkündür. Bu bağlamda, tez süresince skenografın tasarım sürecinde aldığı mekânsal tasarım kararlarının mimari niteliği üzerine tartışılmış ve skenografın mimarlık da yaptığı iddiasında bulunulmuştur. Bu iddianın akabinde mimarın, sahneyi skenografik bir perspektifle ele alarak tasarladığından söz edilmektedir. Tez boyunca mimarlığın skenografiye olan yaklaşımı ve çeşitli pratiklerle olan etkileşimleri tartışılmış, ilgili örneklere yer verilmiştir. Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere, mimarlık hem sahneleme sürecinin zaman-mekânsal arayışı hem de tiyatro binasının yenilikçi yapısal denemeleri için skenografik olanın icrasında etkili bir disiplindir. Mimar da mimari yeteneklerine ek olarak, temsile ilişkin gereken bilgi ve tecrübeye sahip olduğu müddetçe etkili bir skenograf adayıdır. Mekânsal bakış açısı ve tasarım becerisiyle, sahnelemenin ve tüm sahne mekânının potansiyel tasarımcısıdır.
  • Öge
    Kent meydanlarını katmanlar üzerinden okumak: Tokat Zile Hükümet Meydanı örneği
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-11-21) Kaya, Özgür ; Özkan Yıldız, Dilek ; 502191018 ; Mimari Tasarım
    Kent en temel anlamı ile kullanıcı ve gündelik hayat arasında köprü görevi gören mekânlar bütünüdür. Kullanıcı ise bulunduğu kent ile ilişki kurmadan varlığını sürdüremez. Kullanıcı ve kent ilişkisinin en güçlü olduğu alanları ise kamusal mekânlar oluşturmaktadır. Kamusal mekânlar ilk örnekleri olan "agora" ve "forum" yapılarından bugüne kullanıcıların sosyal olarak var olduğu gündelik mekânlar olmuştur. Bu gündelik mekânlar sokaklar, caddeler, parklar veya en nihayetinde meydanlar gibi kent hayatını ifade eden kullanım alanlarıdır. Kent üzerinde gündelik hayata hizmet eden en önemli kamusal alanlardan biri ise kentin gündelik yaşantısını ve toplumsal belleğini bünyesinde bulunduran meydanlardır. Meydanlar geçmişten bugüne birikimleri ile kentin hafızasını tutan önemli kentsel kamusal alanlardır. Bu alanlar kullanıcıların gündelik hayatı paralelinde değişim ve gelişim göstermektedir. Fakat bu alanların kullanım açısından yeterli olmadığı durumlarda belirli düzenlemeler altında değişime zorlandığı görülür. Meydan alanlarının değişimi ise kente yönelik kompleks bir yapıya yaklaşımın zorluğunu temsil etmektedir. Bu alanlara yaklaşım ise meydanların önemli anlam katmanlarını temelinde bulundurması ile derin analiz ve gözlemleri temeline almak zorundadır. Bu nedenle meydanlar birçok disiplinin çalışma alanına entegre olmuştur. Bu çalışma alanlarından biri de birçok katmanı temelinde bulunduran meydanların tasarım meselesidir. Bu çalışma temel olarak bu meseleyi öz edinmekle birlikte meydanlara yönelik tasarımın belirlenen anlam odakları üzerinden araştırılarak öncelikli anlam öğelerinin tespitinin yapılmasını sağlayacaktır. Çalışma öncelikli olarak meydanlara yönelik literatür taraması ile başlamış ve meydanların araştırmalarda hangi meseleler üzerinden incelendiği görülmüştür. Literatür taraması sonunda meydanlara yaklaşımın "yapılı çevre", "doğal çevre" "algısal çevre" ve "sosyal çevre" odakları üzerinden olduğu görülmüştür. Birçok alt kavramı da bünyesinde bulunduran bu katmanlar meydanı anlamlı kılan katmanları vurgulamaktadır. Bu katmanları anlamak alana yönelik çalışmalarda odakların belirlenebilmesi açısından değerli görülmekle birlikte katmanları oluşturan alt kavramların meydan için ifade ettiği anlamlar çalışma strüktüründe vurgulanmıştır. Bu anlam katmanlarına yönelik potansiyel odağın herhangi bir meydan üzerine uygulanabilecek bir araştırma modeli üzerinden belirlenebilmesi çalışmanın temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle bu odakları belirleyecek tekniklerin neler olduğu yönünde veri sunması çalışmanın önemini ortaya koyan temel meseledir. Bu araştırma yönteminin alanın kullanıcıları üzerinden tespiti alanda beklenen yaklaşımlara yönelik yanıtların üretilmesini de sağlayacaktır. Bu nedenle bu araştırma, meydana yaklaşım odaklarının kullanıcılar üzerinden tespitine yönelik sunduğu araştırma yöntemi ile kent meydanlarının bir sökümü olan anlam katmanlarının kullanıcı üzerinde ki önem sırasının belirlenmesini sağlayarak gelecek çalışmalarda meydana yaklaşım meselesine yönelik veriler sunacaktır. Bu amaçla çalışma içeriğinde ilk olarak meydan katmanlarının ve bu katmanları oluşturan alt kavramların tespiti yapılmıştır. Bu kavramlar üzerine oluşturulan sorular çalışma alanı kullanıcılarına yöneltilmiştir. Kullanıcı yanıtları üzerinde oluşturulan değerlendirmelerin alan üzerinde yapılan gözlem ve analizler ile elde edilen sonuçların karşılaştırılması kullanıcı görüşleri üzerinden anlam katmanlarının deşifresinin mümkün olduğunu göstermiştir. Bu çalışmalarla birlikte kullanıcı değerlendirmeleri üzerinden alan katmanlarının önem sırası da deşifre edilmiştir. Bu deşifre ile birlikte alana yönelik yapılacak gelecek çalışmalarda hangi katman öğesinin ve alt kavramların öncelikli olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır. Bu kapsamda araştırmanın son bölümünde araştırma alanına yönelik yapılan bir öneri çalışması da incelenmiştir. Öneri çalışması okumalar üzerinden çıkarılan katman önem sıralamalarının ve önemli kavramların proje üzerinde değerlendirilmesini olanaklı kıldığı için çalışmaya veri sunan önemli bir kaynak olarak görülmüştür. Bu araştırma, temelinde bu kompleks alanlara yaklaşım meselesinin zorluğunu ele alması ile meydanlara ve araştırma alanına yönelik bulguları derlemiştir. Çalışma, tasarımda önemli olan alan okumalarına yönelik yöntemleri belirleyerek bir okuma altlığı oluşturmuş ve bu okuma altlıklarını çalışma alanında uygulayarak tasarıma yönelik önemli kararlara ulaşmıştır. Okumaların temel alındığı bu araştırmanın meydana yönelik çalışmalara önemli başlangıç yolları üreteceği ve alanın gelecekteki kullanımına kıymetli altlıklar sunacağı düşünülmüştür. Aynı zamanda araştırma alanına yönelik üretilen öneri çalışmasına okuma sonuçları üzerinden yapılan değerlendirmeler ile meydan çalışmalarında kullanıcı görüşleri ve alan araştırmalarının önemine vurgu yapılmıştır. En temel ifade ile bu araştırmanın özü son derece karmaşık olan meydan katmanlarının kullanıcı değerlendirmeleri üzerinden okunabilmesini sağlayacak evrensel bir okuma altlığı oluşturmak ve bu okuma altlığı üzerinden alana yönelik öncelikli katmanın belirlenmesini mümkün kılacak bir yöntem üretmektir.
  • Öge
    Exploring visitor preferences at urban transitional spaces of culture related public buildings as in-between spaces
    (Graduate School, 2024-11-24) Anzabı, Derya ; Şalgamcıoğlu, Mehmet Emin ; 502211007 ; Architectural Design
    This research examines the spatial relations of in-between spaces within cultural institutions, focusing on how the design of entrance zones influences human interaction and social behavior. In-between spaces act as channels between inside and outside realms, public and private, offering functional and social significance. These spaces can potentially become "new meaningful places," as Piccinno and Lega (2012) noted, bridging the gap between different architectural and social environments. The research identifies a gap in current literature regarding how entrances, specifically within cultural institutions, can enhance user experiences and social interaction. While studies like those by Gehl (2010) and Hillier (1984) have explored the role of spatial design in shaping human behavior, there needs to be more focus on the specific role of entrance zones in cultural institutions. This study investigates how entrance configurations, including visibility, connectivity, and integration, impact urban cultural institutions' user preferences and interaction patterns. For this investigation, three culturally significant locations in Istanbul were selected: the Istanbul Museum of Modern Art, ACC, and Arter Art Museum. Quantitative methods were employed, including convex space graphics and space syntax analysis, to map the spatial configurations of these cultural spaces. In addition, qualitative observations of visitor behavior were used to validate the spatial data. As in the work of Şalgamcıoğlu & Cabadak (2019), statistical analysis was also conducted using SPSS to identify correlations between spatial configurations and visitor activities during weekends and weekdays. The study emphasizes that well-designed entrances can play a key role in shaping visitor behavior by enhancing accessibility and creating social and cultural engagement opportunities. In conclusion, this study emphasizes the vital role of entrance zones in cultural institutions, indicating that these spaces can serve as more than just functional passageways but also vibrant social centers. Findings of the comparative analysis for three case studies suggest that well-designed in-between spaces with high connectivity and integration values, like those at Istanbul Modern and ACC, enhance spontaneous social interaction and visitor engagement. In contrast, spaces with lower connectivity and integration values, such as Arter, show limited social interaction. Future research could extend the findings of this study to other public institutions, such as educational institutions, or expand the survey to additional cultural spaces to gain broader insights into the role of spatial design. By doing so, urban and architectural design can continue to evolve, ensuring that transitional spaces are optimized for functional and social purposes, transforming them into essential elements of the visitor experience.
  • Öge
    Mimarlığın dilinde beden: Bir leksikon denemesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Ganiç Üstündağ, Özge ; Uz, Funda ; 502201002 ; Mimari Tasarım Bilim Dalı
    Tez çalışması, temelde, mimari terminolojinin canlı bedeninden ödünç aldığı birtakım sözcüklerin incelenmesi üzerinden dil ile mimarlık arasındaki alışverişin bu özelleşmiş alanına yönelik bir bakış açısı sunmayı amaçlar. "Kapı kolu," "masa ayağı," "dolap gözü," "sağır duvar" gibi yerleşik kalıplarda geçen kol, ayak, göz, sağır gibi sözcükler, mimarlık disiplininin dilinde sıkça yapılan bedensel atıflara birer örnektir. Bir araya getirilen sözcükler aslında birçok mimarın ya da mimarlıkla ilişkili disiplinlerden kişilerin de dağarcığında bulunan sözcüklerdir. Bu sözcüklerin bütünsel bir çerçevede ele alınması ise çalışmanın kuramsal ve tarihsel alt yapısının daha net bir biçimde ortaya konmasını sağlar. Tez, mimari dilin bedensel imgelerle dolu yapısını anlamayı, dilin mimarlık disipliniyle ilişkisini tartışmayı, ayrıca mimarlık terimlerinde yer edinmiş bedensel referansların nasıl ortaya çıktığına yönelik önermesini sunmayı ve bütün bunların yanında "Bedensel, Mimari ve Kişisel Bir Leksikon" adlı dilsel ve görsel bir rehber önermeyi amaçlar. Metin boyunca atıf yapılan kavramların ya da sözcüklerin sözlüklerdeki tanımlarının aktarılması, çalışmanın önerisini tutarlı bir temele oturtmak için önemlidir. Tez çalışması; kavramları okuyucusuna tanıtmayı, okuyucusunun zihninde kavramsal bir şema oluşturmayı, söz konusu şema üzerindeki boşlukları ise yardımcı kavramlarla tamamlamayı amaçlar. Bir yapı yapma analojisi üzerine kurulan çalışmanın izleği, bilindik yapım aşamaları üzerinden kurgulanır; böylece tez çalışmasının içeriğinin ve yönteminin birbirlerini tamamlaması ve yansıtması sağlanır. Projelendirme süreciyle özdeşleştirilen Giriş bölümünün ardından, "Zemin Etüdü ve Temel Atma: Dil Kavramı Üzerine" adlı ikinci bölümde, kuramsal çerçevenin ilk aşaması sunulur: sözcüklerin birçok anlam barındıran alegorik, metaforik ve sembolik yüklenimlerini ve dilin sınırsız potansiyeli, bu bölümde okuyucuya aktarılır. Çalışma, mimarlık disiplininde yer edinmiş terimlerdeki bedensel referansların nasıl ortaya çıktığına yönelik akademik, kuramsal ve tarihsel bir kazı yapar. Çok boyutlu bu kazı, öte yandan, dilin oyuncu karakterini anlamayı ve tartışmayı da amaçlar. Yine bu bölümde, çeviri kuramı üzerinden, sözcüklerin "dillendirilmesinden" önceki zihinsel işlemin ağırlığı ve bunun tez çalışmasındaki karşılığı incelenir. Çalışmanın temel merakı, mimarlıktan ya da yapım pratiklerinden canlı bedenine yapılan atıfların hangi zihinsel süreçlerin sonunda ortaya çıktığıdır. "İskelet: Mimarlık-Dil İlişkisi" adlı üçüncü bölüm, başlıkta da apaçık ortaya koyulduğu üzere, bir önceki bölümde ayrıntılı biçimde ele alınan dil fenomeninin mimarlıkla ilişkisini irdeler. Dilin mimarlık disipliniyle alışverişine genel bir bakış açısı sunarak başlayan bölüm, dil ile mimarlığın ilkesel ve tarihsel kesişimini, çalışmanın kuramsal altlığının tamamlayıcısı olarak ele alır. Dilin mimarlık disiplinindeki zengin varlığı, dilbilimsel kuram ile mimarlığın arakesitinde tartışmaya açılır. Bölüm kapsamında ayrıca "jargon" ve "terminoloji" kavramlarının da incelenmesiyle beden analojilerinin mimarlık jargonuna ve terminolojisine nasıl yerleştiğine bakılır. Tez çalışmasının yöntemine ilişkin yapı yapma analojisi yeniden anımsanacak olursa "kaba yapı," araştırma konusunun iyiden iyiye özelleştiği ve çalışmanın kendi önerisi olan sınıflandırmanın ayrıntılandırıldığı "Kabuk: Bir Haritalama Önerisi" adlı bölüm ile tamamlanır. Çalışmanın ana dili, dolayısıyla atıf yapılan sözcüklerin ya da terimlerin büyük bölümü Türkçe olduğundan, Türkçe mimarlık literatüründeki ilk süreli yayın olan Arkitekt'in arşivi taranarak çalışmaya tarihsel bir perspektif eklenir. Arkitekt arşivi, öte yandan, mimarlık jargonunun ve terminolojisinin tarihsel izleklerindeki değişimleri ve gelişimleri izleme olanağı da sunar. Burada, başlıca kaynak olan Arkitekt'in yanı sıra, ulusal ve uluslararası mimarlık ve tasarım yayınları, mimari tasarım ofislerinin internet siteleri, sosyal paylaşım siteleri incelenir; Türk edebiyatında, özellikle Türk romancılığında genel bir tarama yapılır. Başvurulan bütün bu kaynaklar, mimarlık jargonunun ve terminolojisinin güncel durumlarının değerlendirilmesine ve çalışmanın önerdiği leksikonun içeriğine katkı sunmuş olur. Kaynaklarda karşılaşılan örneklerin yanında, "Bedensel, Mimari ve Kişisel Bir Leksikon" diye adlandırılan denemeden birtakım sayfalar, metnin bütününe dağıtılarak ilişkili yerlere yerleştirilir ve "Bitişler: Sonuç ve Öneriler" adlı son bölümde yürütülen tartışmanın ardından "Ekler" bölümünde sıralı olarak sunulur.
  • Öge
    Critical craft: Disruptive practices of careful making
    (Graduate School, 2024-06-06) Price, Samuel William ; Şenel, Aslıhan ; Almaç, Bihter ; 502211018 ; Architectural Design
    This thesis expands discussions with craft to situate practices of attentive (co/re)making as fruitful ways of knowing and becoming within the field of architectural theory, study and practice. The research is sited as current and urgent in the context of ongoing political, climatic and societal crises around the world that are entangled with colonial and capitalist modes of operation that rely on the bifurcation of mind and body, theory and practice, and individual and community. The thesis discusses craft practices in a way that subverts the dominant narrative, offering opportunities for new encounters and ways of knowing through entangled relationships. As such, craft is not positioned in false opposition to other ways of making and knowing, but in fact both of and with them, including processes of mass production and abstraction. The research provides a critical perspective with craft practices through three case studies, conducted within the scope of architectural education, although the degree of formality varies greatly. As a methodology, these case studies allow for theoretical principles to be explored, reflected on, and critically discussed in a reciprocal manner, where the practices themselves also contribute to a (co/re)production of knowledge. Each new case study becomes entangled with aspects from previous chapters as new discussions are brought into view through the relation to literature and learnings with practices. The thesis itself is also self-reflective, it provides an opportunity for the author to critique broader concepts of knowledge production and naturalisation through their own practice and experience. It is sited in the context of modern-day Türkiye, but in order to critique the naturalisation of knowledge production from privileged positions, the author's own white British cis male experience is also present throughout. The thesis delicately balances theory and practice throughout, writing with as a research method that challenges hierarchies of knowledge. Following an introduction that contextualises the research within a landscape of comparable pedagogical, practical, and theoretical approaches in Türkiye and beyond, the second chapter foregrounds the partiality of craft/architectural knowledges. I explore partiality through a critical reflection with a pair of two-day steam-bending workshops, held within the context of formal architectural education, and theories of knowledge (co/re)production, material agency and critical pedagogy. Steam-bending involves exposing timber to steam for an extended period, loosening its cell structure and rendering it temporarily plasticised. One of these workshops is held at Istanbul Technical University with undergraduate students from the faculty of architecture, the other is held at the Istanbul Chamber of Architects as part of their 'Kent Düsleri' (City Dreams) summer school. The difference between the number of participants in and situation of the workshops offers a comparative opportunity for exploration of these theoretical concepts. I also discuss the process of preparing and organising the workshops as an integral part of the pedagogical approach where I unsettle the dichotomy of teacher and learner despite the process's very specific technical and learned bodily obligations. By positioning the workshops as simply an opportunity to explore the process of steam-bending, and relationships that come to the fore during this process, the participants are distracted from concepts of failure in relation to design and outcome, and instead more openly encounter materiality and the process of making together. The following chapters take place in less conventional grounds for architectural education, although still sited within this framework. I write them with the (co/re)production of a community space in post-disaster Kahramanmaraş, 'Sümer Space'. The research critically engages with craft in the difficult and uncertain terrain of post-disaster southern Türkiye in a way which not only challenges the limits of craft, but also the meaning of community in such scarred territories. The construction phase of this project however is discussed in non-chronological order, after a workshop designed to activate the space titled 'InterWoven Practices'. The third chapter aims to discuss the transformative potential of ways of knowing and becoming that arise during craft practice through a critical reflection on the 'InterWoven Practices' workshop and conceptualisations of waste, repair, and reuse. Taking place over two weeks, and between the territories of Istanbul and Kahramanmaraş, the workshop entangles material flows with the process of recovery following the 2023 earthquakes. While its primary aim to permanently activate the space for community use is not successful, it discusses the temporal spaces, communities and relationships that emerge with craft practices that promote alternative ways of thinking about repair and reuse, rather than quick-fix extractive practices. In chapter four, I return to the process of building Sümer Space. This section opens up discussions around care that have been an undercurrent to the thesis throughout. I critically reflect on concepts of community, activism and sloppiness intertwined with the practice of building the community space itself within the framework of care. Working with discussions of political activism developed from feminised forms of fibre craft, I discuss the participatory process of building together as radical in the context of state-led (re)construction plans both before and after the earthquake. Using a more-than-human perspective, the research also expands the concept of community to open up possibilities of what it means to care and craft together. The concept of sloppiness is written with to critique the idea of well-crafted and further unsettle the concept and perceived goals of craft production. Broadly, the thesis writes with specific craft practices to argue that these ways of knowing, making and becoming contribute to a richer conceptualisation of architecture as a whole. They provide routes to ground highly abstracted architectural practice in entangled networks of relationships that position architecture with and of craft, as much as the inverse. The thesis works with processes of craft that lead conventionally to 'craft-objects', woodwork, building and weaving, but disrupts the discussion around them by reframing the outcomes as temporal and unstable in relation to the ongoing flow of materials, rendering them almost inconsequential. The research expands on the complex network of relationships that take place when attentive makers correspond not only with material, but with the world around them more generally including human and non-human agents. Through the research, I also reckon with deeply rooted ideas of human exceptionalism, asking questions of how craft might be reframed in a more-than-human framework. In the process of expanding conceptualisations of craft practices, the thesis unsettles anthropocentric conceptualisations of object-based production and provides understandings through the lens of care. It is explicitly limited and partial, concluding not with concrete proposals, but reflections on how craft-led architectural research may (co/re)produce alternative ways of knowing and becoming together.