LEE- Mimari Tasarım-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 15
  • Öge
    Güncel sanat pratiklerinde avangardın dönüşen yüzleri
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-02-08) Demireli, Zeynep Nur ; Sönmez, Nizam Onur ; 502181055 ; Mimari Tasarım
    Avangardın toplumla sınırları başka güçler ve işleyişlerce belirlenmiş ilişki biçimlerine tabi olduğu ve toplum hayatından kopuk bir zümreye sınırlandığı düşüncesi kanıksanmıştır. Söz gelimi Debord (1967) Avangard eğilimlerin kültürel etkinliğin kontrolüne sahip ticari mekanizmalarca oluşturulan sınırlara tabi olarak kültür endüstrisi içinde erimiş bir eğilim olduğunu savunur. Bürger (1974) başta olmak üzere pek çok eleştirmen tarafından, Avangardın amaç edindiği eleştirel tutum ve yaşamı dönüştürerek onunla bir olma hayalinin 1968 olaylarıyla son bulduğu kabul edilmiştir. Avangard, kültür endüstrisi içinde erimiş ve sermayeye yeni alanlar açma yolunda kullanılmıştır (Thoburn, 2003). Bu iddialar karşısında, tez çalışmasının temel motivasyonu, sanatta 19. ve 20. yy'lar boyunca etkinliğini ve önemini sürdürmüş olan Avangard tavırların günümüzde tükenip ortadan kalkmadıkları, başka biçim ve yüzlerle sürdürüldükleri düşüncesidir. Poggioli (1968) için Avangardı incelemenin esas zorluğu, içindeki çeşitli hareketlerin tekil poetikalarının tek bir estetik kategori altında incelenmelerine izin vermemeleridir. Avangard tutumların dökümüne başvuruduğumuzda dönemsel olarak değişen çeşitli taktik setlerine tanık oluruz. Öte yandan, Avangard tavırların çoklukla içerdiği, sanatın neden ve aciliyetlerini sorgulamaya dönük ortak eğilim tezi sanatsal Avangardı bir dönem ya da akım olarak tanımlamaktan çok ortak bir tavır olarak araştırmaya yönlendirmiştir. Tez kapsamında, Avangard yaklaşımlarla ilişkilendirilen 'yaşamın sanat yoluyla yenilenmesi' arayışları odağında, sanata atfedilen yeni ve alternatif yaşam biçimlerinin oluşması yolundaki öncü potansiyelin günümüz koşullarında varlığını sürdürüp sürdürmediğine dair tartışmaları güncel sanat pratikleri üzerinden yeniden ele almak hedeflenmiştir. Avangardı tek bir dönem ya da akım olarak tanımlamak yerine çeşitli durum ve dönemlerde farklı Avangard grupların eleştirel yaklaşımlarını ve üretimlerini incelemek, Avangard grupların ideolojik konumlarını anlamlandırmak adına gerekli görülmüştür. Bu bağlamda tez, ilk olarak Avangard grupların dönemsel olarak dönüşen eleştirel tutumları ve taktiklerine dönük bir tarihsel okuma sunar. Bu okuma Schiller'in mektuplarından başlayarak geç 20. yy Avangard akımlarına kadar Avangardın tarihinden yapılan kritik seçmeler üzerinden Avangard tavrın çeşitli dönemler içindeki dönüşümlerinin kronolojik bir anlatımını içermektedir. Tez bu tarihsel okumayı Avangard kavramını anlamak ve tariflemek için kullanmayı hedeflemiştir. Tarihsel dökümün ardından, tezin merkezi sorusunu sorgulamak ve desteklemek üzere, farklı coğrafyalara yayılan güncel sanat pratiklerinden bir seri örnek seçilerek bunların bir okuması gerçekleştirilmiştir. Bu inceleme Avangardın dönüşen biçim ve taktiklerini teşhis ederek önceki dönemlerdeki kanonik kuramcıların Avangarda dair kavramlaştırmalarını da bir eleştiriye tabi tutarak genişletmeyi denemektedir. Seçilen örnekler, sanatın, belirli kurumsal çerçevelere, ayrıcalıklı kesimlere, ya da güncel sanatın organik zemini olduğu iddia edilen gelişmiş demokratik ülkelere bağlı kalmadan yeniden tanımlanabildiğini ortaya koymaktadır. Günümüzde farklı koşullarda ve coğrafyalarda Avangard tavrın tezahürü olarak nitelenen örnekler politik, toplumsal, ekonomik, yaşamsal ve sanatsal olanı toplumla etkileşimli halde sunarak Avangardın hayatla bir arada var olma arzusuna yakınlaşırlar. Bahsi geçen tarama Ranciere'in deyimiyle, sanatın duyulur paylaşımlı haliyle var olmak adına izlediği çeşitli taktiksel yollar olarak tanımlanabilir. Örnek pratikler; politik, toplumsal veya bireysel sorunlara ''yaratıcı'' çözümler olarak karşılık bulan bir ortak payda içindedir. Bu pratikler tezde vurgulanacağı üzere çeşitli baskın ya da otoriter tutumlara çözüm bulma stratejisi olarak okunabilir. Avangardın amacı olarak nitelendirilen sanat ve hayatı bir araya getirme isteği, örneklenen pratikler içinde sanat, hayat, siyaset ve gündelik olan ile bir çok farklı disiplinin farklı durumlar ve akışlar çerçevesinde kurdukları ilişkiler yoluyla canlanır. Okumaların ortaya koyduğu gibi, ele alınan yeni sanatsal muhalefet biçimleri, yeni ve karmaşık neoliberal küreselleşme politikalarına karşı duruş örnekleri sergilerken, sanatın ve Avangardın gerçeklik ve tanımlarına yönelik kalıplaşmış anlayışların karşısına yeni ve çoklu bir manzara çıkarır ve Avangard tavrın süregeldiğine dair bir çıkarımı desteklerler.
  • Öge
    İzlek ve hareket etkileşiminde göstergelerin topolojisi: Öznel bir kentsel mekan deneyimi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Dabancı, Deniz ; Arı, İffet Hülya ; 502191005 ; Mimari Tasarım
    Kent mekanı ile deneyimi merkeze alan bir çalışma deneyimin koşullarından kopmamalı, deneyimin içinde gerçekleştiği süreklilik içinde hareket etmelidir. Böyle bir bakış açısı gerçekliğin düzenleyici kutuplara tabi olmadığı koşulların ana ve mekana özgü olarak sürekli yeniden üretildiği ve deneyimi değiştirdiği içkin bir yaklaşımı ifade eder. Kent mekanını deneyim merkezinde ele alarak, kent mekanı ve mimarlık ile etkileşim lehine ilerlemek istersek bu etkileşimin zenginleşebileceği ve deneyimin olanaklarını arttırabileceği aralıklardan bahsetmek gerekir. Elbette bu kent mekanının günümüzdeki koşullarından bağımsız olarak yapılırsa deneyim bütün yönleriyle ele alınmamış olur ve tabi olduğu koşullardan kopar. Bu kapsamda Rem Koolhaas'ın atık-mekan (2006)'da ele aldığı kent mekanı tasavvurunun günümüz mekanının deneyimleme şeklini somutlaştırdığı kabul edilmiştir. İçinde bulunulan çağ sunduğu sürekliliklerle ve mekanı organize etme şekliyle mekanın arzulanan deneyimlenme şeklini de aynı zamanda beraberinde getirir. Mekan içinde bulunan zamanın koşullarını dışa vurur. Günümüz kentinde bu koşullardan en baskını içinde bulunulan sosyal, ekonomik ve politik gerçekliği oluşturarak mekana da şekil veren global sermaye ekonomisidir. Kapitalizm kendi doğrultusunda hizalanan deneyimlenme veya semiyotikleştirme şeklini kendine has bir semiyotik makine oluşturarak özneleşme süreçlerine sızmasıyla gerçekleştirir. Mekanın üretimi ve deneyimi kapitalizmin düzenleyiciliğinden bağımsız olarak düşünülemez. Ancak materyal bir ortam olan kent, baskın kuvvetler tarafından üretimi bağlamında şekillense de, deneyimi bağlamında kenti yalnızca bir uzantı olarak düşünmek kentin içinde açılan hayata dair pek az şey söyler. Deneyimin zenginliği baskın semiyotikleştirme şeklinin verili homojen gerçekliği içinde direnç noktaları sunma olanağı taşır. Kent mekanı bu kapsamda deneyimin zenginleşmesine imkan veren kapasiteleri takip edilerek ekolojik olarak ele alınmıştır. Fransız filozof ve psikanalist Felix Guattari'nin ortaya koyduğu ekolojik yaklaşım gerçekliği kendine içkin olarak ele alarak özne ve ortam ilişkisinin sürekli olarak olanaklarını ve kapasitelerini arttırabilmesini içerir. Kent deneyiminin bu yaklaşımla göstergelerle eşlenerek yeni özneleşme aralıkları açabilecek bir etkilenimsel ilişkililik içinde gerçekleştiği kabul edilir. Söylemsel olan göstergelerin semiyotik akışları bir tutarlılık olan öznenin içsel gerçekliğinde her zaman farklı şekillerde belirlenebilecek kapasiteler barındırırlar. Bunun için etkilenimsel ilişkililiğe göstergenin şiddetinin belli bir eşik durumunu aşırması ve dışa açılan bir nakarat olarak davranarak etkilenimsel ilişkililiği yeniden organize etmesi gerekir. Böylece deneyimin sürekliliğini oluşturan bileşenler verili işlevlerinden koparlar. Dünyada yankılanabilecekleri başka yerler bularak yeniden belirlenirler. Kent deneyimi kentin materyal kapasiteleriyle temas halinde olunduğunda sürekliliği değiştirerek deneyimi yeniden organize edebilecek olanaklara sahiptir. Kent alışılmış bir durum olarak kendini sergileyen materyal bir ortam olarak halihazırda bir belirlenimin ürünü olan ilişkililiklerle doludur. Kente dair mevcut imajımız olarak anlaşılan ilişkililikler karşılaşma anlarında aktüel (mevcut) materyal kapasiteleri sahip olunan imajların gölgesini de taşırlar. Kent mekanındaki ilişkililikler olarak mimarlık dolayısıyla dünyadaki değişimlerle, mekandaki hareketlerle, ışıktaki ve perspektifteki değişimlerle her zaman kendini kendinden farklı gösterir. Gösterge oluşturduğunda mekandaki ilişkililiklerin keşfedilmesine imkan vererek homojen bir gerçeklik içinde yerel destek noktaları sunabilir. Böylece kent mekanı dinamik bir alan içinde sürekli değişen göstergelerden oluşan bir topoloji olarak anlaşılır. Kent mekanının göstergelerin topolojisi olarak anlaşılmasıyla kente dair mevcut imajlarla karşılaşma anını sağlayan geçiş mekanları bu kapsamda merkeze alınır. İlişkililikleri deneyime içkin olarak ele alınmaya çalışarak, ilişkililiklerin kent deneyiminde sağladığı kendinden farklı görünmesini sağlayan ve yeni olanaklara kapı açarak deneyimi zenginleştiren oynama payları irdelenir. Bu kapsamda mevcut ilişkililikleriyle Taksim Meydanı'nda mekanın sağladığı oynama payları görselleştirmeler oluşturarak kendi içinde göstergeler oluşturan değişim halinde dünya dışlanmadan test edilir. İlişkililikler oynama paylarını sağlar. Oynama payları ise yeni ilişkililiklere imkan verir. Kent deneyimi kısıtlar içinde ve içinde bulunan koşullardan koparılmadan ekolojik anlayışla ilişkililikler ve oynama payları olarak ele alınmış, bu sayede materyal kapasiteler merkezinde bir bakış açısı sunulmuştur.
  • Öge
    Mekân kavram üretir: Mimarlık kuramına yeni-materyalist bakış
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-06) Çırak, Betül ; Kahvecioğlu Paker, Nurbin ; 502191002 ; Mimari Tasarım
    Bu çalışma, yeni materyalist diskurun tariflediği ontolojik zeminden köklenerek, mimarlığı bir asamblaj olarak ortaya koymakta; mekânı ise bu asamblajı işleten soyut makine olarak tanımlamaktadır. Mekân bu niteliğiyle, mimarlık asamblajından çıkan tüm unsurlar için üretim diyagramlarını içinde bulundurmaktadır ki bu durum, mekânın gerçeklik üretme kudretini açığa çıkarır. Mekâna üretici bir güç atfetmek, yeni materyalist okumaya ihtiyaç duyar. Çalışmanın amacı, mimarlığın bir asamblaj olarak nasıl çalıştığını ve mekânın üretken bir fail olduğunu ortaya çıkararak, yeni materyalist mimarlık diskuruna katkıda bulunmaktır. Yeni materyalizm, başta doğa ve kültür olmak üzere anlam ve madde, özne ve nesne gibi ikiliklerinin epistemolojik değil ontolojik ayrımlar olduğunu ortaya koyarak reddeder; tüm şeylerin içkinlikleriyle ve tekillikleriyle var olduğu yatay bir ontolojik zemin tanımlar. Bu anlamda yeni materyalizmin ontolojik iddiaları, mimarlık ontolojisi (yaygın kabuller üzerinden "mimarlık nesnesi" ve "mimarlık öznesi" statüleri) için de bir araştırma programı sunar. Yeni materyalist zemin, hâlihazırda mimarlık içerisinde olan ve kimi noktalarda çakışan iki çizgiyi belirgin hâle getirir. İlk olarak, mimarlıkta mevcut olan özne ve nesne kabullerinin reddedilmesi ve eleştirinin nihai sonucu olarak nesnenin yeniden tanımlanması karşımıza çıkar. Bu çizgide mimarlık nesnesinin statüleri tartışılır, en radikal nesne tanımları yapılır; fakat mimarlık içerisindeki özne – nesne ayrımı tartışmaya açılmaz; bu sebeple de söz konusu olan, bölünmüş bir mimarlık ontolojisinin kendi kendini eleştirisidir. İkinci olarak ise, mimarlığın hâlihazırda müellifsiz bir akış arayışında olduğunu savunarak yeni materyalist madde anlayışına dâhil edilebilecek görüşler vardır. Çalışma kapsamında ele alınan mimarlık asamblajı da ikinci çizginin bir parçası olarak görülmelidir. Böylece özne ve nesne ayrımının kaybolduğu bir mimarlık okuması, çalışma boyunca kendisini örneklemektedir. Asamblaj teorisi, yatay ilişkilerinden koparılarak bilimsel araçlarla tasnif edilmiş ve birbirinden soyutlanmış fenomenleri yeniden bir araya getirmeye olanak verir. Asamblaj, heterojen unsurlardan oluşan bir çokluktur; ancak önemli olan unsurlar arasındaki ilişkiler ve ilişkilerin tanımladığı süreçtir. Bu anlamda asamblaj teorisi, mimarlığı sabit biçime odaklanmaktan çok, süreç ve dönüşüme doğru açar; mimarlığın ifadesini dünyada var olmaktan, dünyada oluş olmaya taşır. Mimarlığı bir asamblaj olarak nitelendirebilmek için, ilk olarak bir çokluğu "asamblaj" olarak nitelendirmemize olanak veren kurallar ve durumlar tespit edilmiştir; ikinci olarak bu kurallar ve durumlar, mimarlık özelinde araştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda, Deleuze ve Guattari'nin kavramları olan "içerik ve ifade", "yeryurd ve yersizyurdsuzlaşma", "kaçış çizgileri" ve "tutarlılık düzleminin" mimarlık asamblajında nelere karşılık geldiği, mimarlık pratiğinden örneklerle, net bir biçimde ortaya konulmuştur. Soyut makinalar, somut asamblajların içinde işleyen dördüncü boyutudur. Soyut makine, maddeleri ve işlevleri bir biçime kavuşturmak üzere çalışır. Mekân, mimarlığın içerik ve ifadesinin birbirlerine eklemlenerek somut gerçeklikler inşa edeceği tutarlılık zeminidir ve bu eklemlenme işleminin diyagramları/kartografisi de mekânı karakterize eden şeydir. Bu nedenle de, bir mekân tasarlamak üzere çalışan her bir mimarlık asamblajı için soyut makine, mekânın kendisidir. Soyut makine mekân, mimarlığın içerik ve ifadesinin "ikili eklemlenmelerini" yaratır ve ufkunu tayin eder. İkili eklemlenmeyle birlikte, henüz biçimlenmemiş maddeler ve maddede somutlaşmamış işlevler, virtüel hâlden edimsel hâle geçer; mekânsal ögelere doğru zuhur eder; gerçekleşir. Bu anlamda üretilen gerçeklik, mimarlık asamblajından çıkan her bir unsur ve bu unsurlar arasındaki ilişkidir: Her bir yapı, temsil, metin vs. bir gerçeklik üretimidir. Mekânın ürettiği gerçeklikler arasında ise kavramlar özel bir yere sahiptir. Mekânsal kavramlar (program, bağlam, kullanıcı, şeffaflık, biçim gibi) hakkında tasarım kararları vermek, aynı zamanda ilgili kavramsal alandan bir takım bileşenlerin seçilerek birbirleriyle ilişkilendirilmesi sürecidir. Artık, bir form yaratmak, bir form kavramı da yaratmaktır. Bu nokta, çalışmanın esas sonucu olan, mekânın kavram üretme yetisi açığa çıkarmaktadır.
  • Öge
    Kentsel mekanda görünen ve görünmeyen sınırlar arasındaki ilişkinin çözümlenmesi: Tarlabaşı üzerine bir inceleme
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Çatalbaş Çiltaş, Merve ; Yıldız Özkan, Dilek ; 502181034 ; Mimari Tasarım
    Sınır kavramını, kent, toplum ve mekan kavramları çerçevesinde disiplinler arası bir yaklaşımla ele alan çalışmanın amacı kent içinde zamanla oluşmuş veya oluşturulmuş görünen ve görünmeyen sınırları kentsel pratikler, mekansal dönüşümler ve toplumsal değişimler eşliğinde deşifre etmektir. Çalışmaya görünen sınırların yani fiziksel ve mekansal sınırların kent içinde görünmeyen sınırlar olarak adlandırılan sembolik ve sosyal sınırları derinleştirdiği ve dönüştürdüğü varsayımı ile yola çıkılmıştır. Sınır mefhumu çok boyutlu bir yapıya sahip olduğundan net bir neden sonuç ilişkisi içinde indirgemeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışmaktan ziyade sınır olgusunu tümevaran bir yaklaşımla incelemek daha yerinde görünmektedir. Bu nedenle çalışmanın literatür araştırması kısmında sınır kavramına ve kavramın yapı sökümüne odaklanılmıştır. Çeşitli sınır türleri ve yapısal özelliklerine değinildikten sonra kentsel ve mekansal ölçekte sınır örneklerine yer verilmiştir. Çalışma alanı olarak katmanlı toplumsal ve mekansal yapısıyla Tarlabaşı Semti belirlenmiştir, katmanlı yapı içerisinde yaşanan sosyal ve fiziksel dönüşümler semt içinde çeşitli sınırlar yaratırken, sınırlara karşı uygulanan kentsel müdahaleler mevcut sınırları dönüştürmüştür ve bazı durumlarda daha da derinleştirmiştir. Tarlabaşı'nda sınırlar ilk olarak kozmopolit toplumsal dokuda belirmiş ve gayrimüslimlerin zorunlu göç ettirilmesi ile yerini farklı dinamiklere bırakmıştır. 1970 sonrası aldığı yeni göçlerle Tarlabaşı'nda çöküntüleşme süreci başlamıştır. Çöküntüleşme sürecine ek olarak; suçla anılan bir mekan haline gelmesine neden olan çeşitli kentsel politikalar vardır. Bu politikalardan biri ise 1980'li yılların ikinci yarısında başlayan bulvar yıkımlarıdır. Tarlabaşı Bulvarı inşaatı gibi net bir sınır, semti Beyoğlu'ndan tamamen koparmıştır. Çizilen bu kentsel sınırla çöküntüleşme süreci kaçınılmaz olarak hızlanırken yapısal ve toplumsal iyileştirme adına müdahaleler yapılmamıştır. 2005 yılında İstanbul'un ilk yenileme alanı ilan edilen semtte dokuz yapı adasında kentsel dönüşüm projesi başlamıştır. Semt içinde sokakları ve kentsel pratikleri kesintiye uğratan mekansal bir sınır olarak kentsel dönüşüm alanı, kullanıcıların da değişmesi ile toplumsal bir dönüşüm yaratmış olup mevcut sosyal ve sembolik sınırları derinleştirmiştir. Tarlabaşı semti, sınırları doğrultusunda kamusal yüz ve mahrem yüz olarak ayrılmıştır, mahrem yüz semtin içini ve sokaklarını tariflerken, Tarlabaşı Bulvarı ve Kurtuluş Deresi Caddesi'nin fiziksel sınır çizdiği yerler kamusal yüzü tarifler. Kamusal ve mahrem yüz ayrımının yapılmasındaki nedense görünmeyen sınır türlerinin bu yüzlerde farklı özelliklere sahip olmasıdır. Mahrem yüzde sosyal ve sembolik sınırlar bulanık ve etkileşime açıktır, net bir ayrım tariflemez, semt içinde toplumsal ayrım ve eşitsizlik hissedilmez, kamusal yüzde ise sınırlar nettir, etkileşime açık değildir; mekansal ve toplumsal dışlanmayı besler. Sınır bilgisinin inşa edilmesinde önemli rol oynayan anlama ve açıklama arasındaki ilişki üzerinden sınırların deşifre edilmesi amaçlanmıştır, ancak görünmeyen bir mefhum olarak sınırın nasıl görünür kılınabileceği yönteme dair sorulan bir soru olmuştur. Bu soru doğrultusunda yöntem Tarlabaşı'nın kentsel yıkım ve toplumsal dönüşüm süreçlerini ele alan belgesel türünde üç filmin analiz edilmesi üzerine kurulmuştur. Mekansal ve toplumsal değişimlerin okunmasında bir arayüz görevi görecek olan filmler üç farklı film analizine tabi tutulmuştur. İlk analiz çeşidi kentsel mekanın ritmi, ritim içinde gözlemlenen sınırlara dair analizler; ikincisi filmin görsel malzemelerinden üretilen kentsel anlatı temelli analizler ve son olarak filmlerde Tarlabaşı'na ve toplumsal yapısına dair söylemlerden elde edilen eleştirel söylem analizleridir. Bu analizlerden elde edilen verilerle görünmeyen sınır mefhumu değişen kentsel pratiklerde, kent aktörlerinin söylemlerinde ve kamusal alan kaybında gözlemlenebilmiş ve yorumlanmıştır. Filmlerde Tarlabaşı'nın bulvar yıkımları ve kentsel dönüşüm yıkımlarına değinilmiş; bu süreçlerden etkilenen toplumsal dokunun değişimine vurgu yapılmıştır. Elde edilen bulgularda toplumsal eşitsizlik, mekansal ayrışma, sosyal dışlanma ile sonuçlanan toplumsal problemler ortaya çıkarken; fiziksel ve mekansal sınırların görünmeyen sınırları ne denli derinleştirdiği de açığa çıkmıştır.
  • Öge
    Ve sonra mimarlık rüyaya daldı: mimari tasarım sürecine kuramsal ve deneysel bir bakış
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-07) Duran, Ece ; Şenel, Aslıhan ; 502181014 ; Mimari Tasarım