Zaman-mekânsal sahnenin skenografik mimarisi

thumbnail.default.alt
Tarih
2025-04-18
Yazarlar
İstikbal, Ali
Süreli Yayın başlığı
Süreli Yayın ISSN
Cilt Başlığı
Yayınevi
Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
Özet
Sahneye koyma sürecindeki teatral edimin emektarları dışında, mimarlık disipliniyle olan bağ nasıl kurulmuştur sorusu, bu çalışmanın temasını oluşturmaktadır. Mimara teatral pratiğin tasarımcısı rolü verilmesindeki etki, oynamayı bilenin oyuncu kabul edilmesi gibi, mekânsal tasarım ustasının da mimar olduğu kanaatidir. Sorunsalı derinleştirebilmek için temsilin daha ilksel formlarına bakmak gereklidir. Skenografi, sahnenin ilksel formlarında resimsel bir arka fon tekniğidir. Bugün ise tiyatroyu her bakımdan gündeme alarak kapsayan, teatral sahne mekânını ve yapısal karakterini anlama ve tasarlama sanatı ve tekniğidir. Çeperi mimarlığı da kapsayacak biçimde genişlemiştir. Mimar yalnızca tiyatro binalarını tasarlarken, mimari edimsel yetenekleri neticesinde, skenografik üretimin parçası olmuştur. Teatral üretimin icracılarıyla birlikte sahne tasarımları yapmaya başlamış; sahneyi ve sahnelemenin mekânsal olma hâlini sorgulayan, oyuncu-seyirci ilişkisini ve etkileşimini yeniden ele alan bir rol üstlenmiştir. En sonunda, tiyatronun yapısal karakteristiğini ortaya koyan olmanın yanında, pratiğin bütüncül değerlendirmesini yapan skenograf olmuştur. Skenograf; mesleğin formasyonuna sahip olmadan da yazar, dramaturg, yönetmen ve hatta mimar olmak, pratikleri tek potada eritmek durumundadır. Araştırmanın konusu, zaman-mekânsal olarak yaklaşılan tiyatro sahnelemesinde skenografi disiplininin mimarlığı da kapsayan çalışma alanı ve mimarlığa ilişkin pozisyonudur. Konunun gelişmesine bir tiyatro atölyesinde gerçekleştirilen temsilin yol açtığı bu tez, atölyede gerçekleştirilen çalışmanın, tezin söylemi odağında, skenografik açıdan değerlendirilmesiyle sonlandırılmıştır. Bu araştırma; mimarlığın skenografi disipliniyle olan etkileşimini ve skenografik sahneleme sürecindeki mimari niteliği açıklamayı, iki pratik arasındaki ilişkinin sınırlarını tartışmayı amaçlamaktadır. Araştırma, skenografinin mimari yeteneklere ne derece ihtiyacı olduğunu ve mimarın, skenograf olarak yenilikçi pozisyonunu işlemesi bakımından önemlidir. İnsanın bir amaç doğrultusunda gerçekleştirdiği her hareketi, belirli bir zamana ve bulunulan yere bağlıdır. Temelde, işlevsel bir etki-tepki durumu söz konusudur. Eyleme geçme, durumun ve mekânın potansiyel etkilerine verilen bir tepkidir. Aynı zamanda, mekânlar da değişen koşullar çerçevesinde farklılaşarak biçimlenir. Süreç, bireyin belirli koşullar altında bir hacmi işgali ile başlar ve bu hacmi, kendi yaşamsal organizasyonu doğrultusunda değiştirip mekân kılması ile devam eder. Zaman; geçen, süregelen ve gelecek olanla belirlenen bir tekilliktir. Ancak geçmişte olan bir an, artık zaman olarak değerlendirilmez. Çünkü zaman, akışı (hareketi) gerektirir. Yerdeki ve andaki değişimlerdir. Süre dendiğinde zaman, bir değişimin ifadesidir. Başlangıcı ve bitişi itibariyle pozisyondaki farklılaşmadır. Mekân kurmak yalnızca geometrik bir hacmi işlevsel olarak bölme işi değil, yere ait mekânsal potansiyelleri ortaya çıkarma işidir. Talep edilen işlevin gereksinimlerini karşılayan konstrüktif ve strüktürel elemanların optimum geometrik oranlarda bir araya getirilmesi ve oluşan son hacmin işleve uygun ögelerle donatılması, yerin mekânsal potansiyellerinin bir bölümüdür. Diğer potansiyelleri görebilmek için eylemin varlığına ihtiyaç vardır. Geometrik özellikler, gerçekliğe dair işlevsel olan üzerinde sınırlayıcı bir etkiye sahiptir. Mimardan beklenen, mekânın hacmi içerisinde istenen işlevi estetik ve etkili bir formülle çalışır hâle getirmesidir. Skenografın işi ise kurmaca gerçekliğin en etkili ifadesini sağlayacak olan biçimin arayışıdır. O, çoğunlukla metaforun peşindedir. Kurmaca gerçeklik içinse geometrik sınırlar önemsizdir. Zaman-mekân biçiminde veya zaman ve mekân olarak bağımsız ifade edilmesi fark etmeksizin devinim (hareket), bu kavramlara anlamlarını kazandıran esas olgudur. Hareket, yer değiştirmeyle gelen değişim demektir ve değişim olmadan zamanı, mekânı ve bunların birlikteliklerini açıklamak olası değildir. Tezin 'Zaman-Mekân' isimli ikinci bölümü içerisinde, bu kavramlara ilişkin getirilen açıklamalardan anlaşılabileceği üzere, zaman ve mekânın birbirini var eden ve zaman-mekân biçimindeki birlikteliği üzerinde fikir birliğine varılmıştır. 'Mimesis', özünü gerçekten alan şeyin sanat süzgecinden geçirilerek yeniden biçimlendirilmesi ve sunulmasıdır. Taklit ya da temsil kelimeleri, kavramı karşılamada yetersizdir. Bu, temsilde çeşitli nitelikleri bakımından şeyleri kopyalamayan, fakat onların yorumunu özsel nitelikleri bakımından görünür kılan bir duruştur. Sahnelemede, zaman-mekânı ifade edecek özsel nitelikler sahneye taşınarak, seyircinin zihinselleştirme süreci tetiklenir. Temsilin gerçekleşeceği sahne mekânının seçiminden, oyuncunun kurmaca oyununa ve zaman-mekânsal eylemin tasarımına kadar tüm kararların alt metninde olan budur. Antik Yunan dönemi şehrin sakinlerine iletilmek istenen mesajların ve öğretilerin iletim aracı olan teatral edimin, dinî ritüellerle ve daha genel bağlamda oyun kurma ve oynama edimiyle güçlü bir ilişkisi vardır. Her ne kadar biçim ve uygulama farkları olsa da oyun, tiyatronun ortaya çıkışında öncü bir olgudur. Teatral eylem, kendisine yüklenen anlam bakımından oyun değildir. Ama oyunsu niteliklere sahiptir. Tez boyunca bu oyunsu niteliklerin zaman-mekânsal yönüne vurgu yapılmıştır. Daha kapsayıcı bir ifadeyle oyun, teatral bir edimdir ve sahnelemeye dair yapılacak derinlemesine bir bakış atmak için oyuna, kavramsal açıdan değinilmiştir. Tiyatronun Antik dönemdeki anlatı olma misyonu sürmektedir; ancak bugün yalnızca anlatmamakta, düşündürürken sorgulatmakta ve kalıpları yıkarak yeniden yapmaktadır. Söze aktarılması fark etmeksizin teatral eylem, seyre konu olanı, çeşitli formlarda yeniden üretmektedir. Teatral eylemin yeniden üretildiği bir düzlemin varlığı, üretimin gerçekleşmesini gerektiren etkiler olduğu anlamına gelir. Bu etkiler, gerçek yaşamdan ya da gerçek yaşamın farklı biçimlerde tezahür ettiği zihinsel temsillerden elde edilir. Sahneleme, yazarın kaleme aldığı metnin sahneye konulmasından ibaret değildir. Aynı zamanda metin içerisindeki sayısız potansiyelin görünür kılınması ve mimetik eylemin sahne formunda sunulmasıdır. Diğer bir deyişle, yazarın yazıya aktardığı mutlak gerçekliğin içindeki muğlak yanın söze aktarılmasıdır. Temsilin zaman-mekânsal yönünü görünür ve seyre değer kılar. Sorunsalı sadece metin, sahne ve unsurları değil; aynı zamanda seyirciye karşı duruşudur. Oyuncu, eyleyen olarak seyirliği oluşturan en önemli unsurdur. Fakat sahneleme sürecinde, tek başına seyirliğe değerini veren şey değildir. Oyuncunun seyirciye karşı o an aldığı pozisyonu da dikkate almaya değerdir. Karşısında tepki verecek herhangi biri ya da bir şey olmayan etkinin boşluktaki bir yer değiştirmeden başka bir anlamı olmaması gibi, seyircinin olmadığı bir alımlama da anlamsızdır. Tasarım kararları aşamasında sergilenen bütüncül yaklaşımlar neticesinde, her açıdan başarılı bir temsil ortaya koymak mümkündür. Tasarım problemine ilişkin verilen yanıtlar zihinde başlar ve tasarım araçları vasıtasıyla dile gelir. Bu araçlar, söz konusu disiplinin yapısına göre değişiklik gösterir; ancak ilkin zihinseldir. Probleme verilen yanıtlar, pratiğe ilişkin üretimin karmaşıklığıyla doğru orantılı olarak tekil ya da kolektif olabilir. Fakat etkili bir tasarım sürecinin anahtarı, mutabık kalınan bir öz fikir olmasıdır. Farklı fikirlerle çeşitlendirilmesi ya da geliştirilmesi fark etmeksizin, fikir birliğine varılan özle ilişkili olması gerekir. Yoksa, kolaj biçiminde bir araya getirilmiş fikirler yığını olacak ve istenen etkili sonucu vermeyecektir. Teatral üretim söz konusu olduğunda metne içkin mimetik eylemin ve zaman-mekânın sahnelenmesi, bir tasarım problemi olarak örneklenebilir. Teatral üretimin tasarım problemine dair verilen yanıtlardaki özün yürütücüsü, skenograftır. Skenografi ve mimarlık ilişkisi, yalnızca sahnenin zaman-mekânsallığı ile sınırlı değildir. Oyuncu ve seyircinin birbirlerine karşı olan pozisyonunun sorgulanmasını ve yeniden tasarlanmasını da içermektedir. Aynı zamanda, sahneye konu tüm yapının mekânsal potansiyelleriyle de ilgilidir. Sahne tasarımındaki mimari niteliğin değerlendirmesinin yanı sıra, sahnenin kavramsal olarak sorgulanıp yeniden ele alınması da mümkündür. Bu bağlamda, tez süresince skenografın tasarım sürecinde aldığı mekânsal tasarım kararlarının mimari niteliği üzerine tartışılmış ve skenografın mimarlık da yaptığı iddiasında bulunulmuştur. Bu iddianın akabinde mimarın, sahneyi skenografik bir perspektifle ele alarak tasarladığından söz edilmektedir. Tez boyunca mimarlığın skenografiye olan yaklaşımı ve çeşitli pratiklerle olan etkileşimleri tartışılmış, ilgili örneklere yer verilmiştir. Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere, mimarlık hem sahneleme sürecinin zaman-mekânsal arayışı hem de tiyatro binasının yenilikçi yapısal denemeleri için skenografik olanın icrasında etkili bir disiplindir. Mimar da mimari yeteneklerine ek olarak, temsile ilişkin gereken bilgi ve tecrübeye sahip olduğu müddetçe etkili bir skenograf adayıdır. Mekânsal bakış açısı ve tasarım becerisiyle, sahnelemenin ve tüm sahne mekânının potansiyel tasarımcısıdır.
Açıklama
Tez (Yüksek Lisans)-- İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025
Anahtar kelimeler
skenografik mimari, scenographic architecture, mekan, space
Alıntı