LEE- Mimari Tasarım-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Çıkarma tarihi ile LEE- Mimari Tasarım-Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeEtkileşimli dijital teknolojiler bağlamında beden mekan deneyimi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Ucay, Rabia ; Çebi Dursun, Pelin ; Mimari TasarımGünümüzde mektup, resim, maket gibi analog teknolojilerden mobil telefon, fotograf, üç boyutlu model gibi dijital teknolojilere doğru geçişler görülmektedir. Yaşanan bu değişim kültürü, alışkanlıkları, bilginin yapısını ve üretimini değiştirirken mimarlığın asıl çalışma alanı olan mekanı da dönüştürmektedir. Bu çalışma, 'Dijital teknolojiler, mekanın bedenle iletişim kurma biçimlerini ve mekan anlayışını nasıl etkiler?' sorusu ile başlamıştır. Dijital teknolojilerin bedene ve mekana kazandırdığı etkileşimli uzantılarla, mekansal algı ve bedensel deneyimi dönüştürmesi ve alternatif deneyimlere dair ipuçları sunması çalışmanın temel motivasyonunu oluşturmaktadır. Teknoloji, dijitalleşme ile birlikte bedensel verileri tanımlanabilir ve kontrol edilebilir hale getirmektedir. Bu çalışma, dijital teknolojilerin bedensel deneyim aracılığıyla mekan ve beden arasında karşılıklı etkileşim potansiyelini artırarak farklı bir gerçeklik katmanı ortaya koyması fikri üzerinden gelişmektedir. Bu yeni durumda, dijital teknoloji bedenle duyuları aracılığıyla iletişim kurmakta ve bu iletişimden elde ettiği bilgileri mekana aktararak mekansal öğelerin dönüşümünü sağlamaktadır. Tez beden, mekan ve teknoloji arasında kurulan bu ilişkiyi 'etkileşim' kavramı üzerinden tartışmaya açmaktadır. Beden ve mekan arasında teknolojinin sağladığı etkileşim, bedene ait duyular, bedenin duyularıyla mekana aktarılan veriler ve bu verilerle üretilen mekansal özellikler bağlamında ele alınmaktadır. Dijital teknolojilerle birlikte var olan deneyimsel mekanlar, bedenle ve bedensel deneyimin zihinsel süreçleri olan gerçeklik katmanlarıyla bütünleşerek mekansal deneyimi dönüştürmektedir. Beden artık fiziksel anlamda var olmadığı sanal mekanları da deneyimleyebilmekte ve dijital teknolojiler aracılığıyla bedenin deneyim süreçlerini oluşturan verileri mekanı oluşturan bilgi kaynağına dönüştürebilmektedir. Böylece dijital teknolojiler ile birlikte mekan ölçümsel ve geleneksel tanımlarından sıyrılmaktadır. Dijital olmayan 'geleneksel mekan', çoğunlukla kartezyen anlayış ve görme duyusu baskın tasarım yöntemleri ile oluşturulmakta, mekanın bedenle kurduğu etkileşimi ve mekanın kurucu öğelerinden biri olan bedenin duyumlarını yeterince önemsememektedir. Gelişen dijital teknolojiler ise mekanı yalnızca göz ile deneyimlenen estetik ve statik bir nesne olmaktan çıkarır; bedenin diğer duyularıyla da etkileşime geçerek bedensel deneyimin bütünlüğünü korur. Bu sayede mekan da nesne konumundan özne konumuna taşınır; gözlerin ve bedenin hareketi, zihinsel süreçleri gibi bedensel durumlara anlık yanıtlar verebilir hale evrilir. Tezin ana argümanı, duyusal algılara dayalı bedensel deneyimi amaçlayan ve dijital teknolojilerle kurgulanan etkileşimli mekanları konu edinen örnekler yardımıyla tartışmaya açılacaktır. Böylece etkileşimli dijital teknolojilerle tasarlanan deneyimlerin oluşturduğu durumlar tez kapsamında oluşturulan beden, mekan ve teknoloji ilişkisi üzerinden okunacaktır.
-
ÖgeBiophilic design efficiency on humans' well-being in daily life with an atmospheric approach(Graduate School, 2021-12-06) Bayatmaku, Shaghayegh ; 502181029 ; Architectural Design ; Mimari TasarımAccording to studies on the human-nature relationship, it was revealed that urbanization and urban transformation projects failed to protect and enrich natural elements in their designs. Instead, building construction grew significantly for more financial benefit. Therefore, people who lived in the buildings, which were themselves a part of nature and humans directly related to nature, became isolated in buildings with fewer signs of natural elements. This study aims to reveal how people compensate for the lack of nature in capitals and investigates humans' well-being in their preferred places. In fact, what puts a space in a way that can make us feel calm is the potential in space to experience with all of the five senses and not just the vision, which gives us the entire presence at the present moment in the space that is known as the source of calmness. Having such space is not possible with a place that is merely a physical entity, unlike it needs an attempt to improve the atmosphere of the place. Studies about nature turned out that the atmosphere of nature is an ideal one that has been experienced and tested by humans and resulted in calmness. Thus, to approach the thesis aim, a literature review was gathered that consists of several studies on "Biophilic Architecture" and "Atmosphere of the Place," which make an effort to define an architectural design framework that affects human experience pleasantly in daily life. These studies represent a framework that gives humans a multisensory experience that enables them to feel the entire presence at the present moment in space. This experience results in human well-being in terms of physical, psychological, and mental. Besides, it addresses the main questions of "What is the efficiency of biophilic design with an atmospheric approach on humans' well-being in their preferred spaces in daily life?" and "What is the correlation and intersection between biophilic design patterns and atmosphere optimization factors?" that have some sub-questions. These sub-questions include "What are Peter Zumthor's atmospheric patterns?", "Which atmospheric and biophilic patterns are used in people's preferred places in daily life?", "What is the relationship between people's biophilia measure and the preferred places?" and "Which patterns could result in humans' presence at the present moment in the preferred places?". This study is qualitative and quantitative and tries to provide answers to the questions by phenomenological content analysis, researcher triangulation using focus group discussion, and questionnaire. It embraces a phenomenological content analysis of Peter Zumthor's "Thinking Architecture" book to clarify the factors optimizing the atmosphere of a place. It tries to expose the correlation and intersection between them and biophilic design patterns to highlight the most critical factors. A researcher triangulation using focus group discussion was conducted with three senior architects working in this field to prove the validity of the content analysis and the found patterns. According to the findings, a questionnaire was designed and asked from 132 Iranian architects (25-40 years old) to prove the factors and express their efficiency in people's daily lives and their preferred places' design. The most efficient patterns extracted from the questionnaire are compared with the found patterns in the previous steps' results to prove them. Furthermore, the questionnaire asked about participants' Biophilia measure (affinity toward nature), their well-being in their preferred places, the function of the place, participants' satisfaction of the places, and their preferred places' architectural characteristics in terms of biophilic design patterns and found atmospheric factors. There were some questions about participants' feelings in their preferred places and their relationship with the place, such as the "Sense of belonging" level to investigate the relationship between these items with the considered biophilic and atmospheric patterns and the "Presence at the present moment" level. So, this research aimed to obtain findings related to the crucial impact of "Biophilic design" and the "atmosphere of the place" on human well-being. According to existing literature and participants' responses, it exposes the correlation and intersection between biophilic design patterns and atmosphere optimization factors to highlight the most critical factors to have the experience of "Presence at the present moment." Finally, it suggests several patterns to have a biophilic atmosphere in humans' preferred places that make people healthy and well in their daily lives.
-
ÖgeSavaş ve göçe ilişkin travmatik belleğin işleyiş biçiminin mekansal karşılıkları: İstanbul'daki Suriyeli sığınmacılar üzerinden bir okuma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Kılıç, Gamze ; Erkök, Fatma ; 714420 ; Mimarlık Ana Bilim Dalıİnsanoğlu, deneyimlerini gerçekleştirdiği, çevresini kuşatan ve benliğini saran ortama anlam vermeden, anlam koymadan yaşayamamakta; edilgin olarak kabul etmediği mekanı, değişen gerçeklik yahut öğretilen ortama içkin olarak yorumlayarak kendi yaşantısına yakından tanık olduğu için anlamlı bulmaktadır. Fiziksel mekanı, zihinsel boyutu ile değerlendirerek anlamlandıran birey/toplum, mekana dair geçmiş zamandaki deneyimlerini zihinlerinde yeni olan ile birleştirmekte ve yeniden yorumlamaktadırlar. Bunun neticesinde mekan, tanığı olduğu her deneyime ve o deneyimin bireye/topluma hissettirdiklerine göre sürekli değişip dönüşerek birey ve toplumlar için farklı anlamlar ifade etmektedir. Mekan-toplum sarmalının iç içe geçmiş bir ağ örgüsü olduğunu kabul eden ve mekanın bu ağ örgüsü içerisinden okunmasının mümkün olduğu görüşüne tutunan bu çalışma; mekanın, savaş ve zorunlu göçün neden olduğu travma ile bellek arasında konumlanan yerini sorgulamaktadır. Bu niyetle çalışmada, Suriyeli sığınmacıların, savaş-çatışma ortamı ve göç güzergahından duygusal bir miras olarak taşıdıkları bireysel ve kolektif belleklerinde meydana gelen süreklilik ve kırılmaların, göç sonucunda yerleştikleri yerlerdeki karşılıkları, savaş ve göç sürecindeki yere/mekana ilişkin deneyimleri üzerinden fenomenolojik bir yaklaşımla tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışma, Suriyeli sığınmacıların görünür olduğu kentlerden biri olan İstanbul'da gerçekleştirilmiş ve sığınmacıları travmatik belleklerindeki işleyiş biçiminin mekansal karşılıkları, yine bu kent üzerinde aranmıştır. Bu amaç doğrultusunda, Suriyeli sığınmacılar (çalışma grubu) ve onların mental sağlıklarıyla ilgilenen alanlarında uzman kişilerden (danışma grubu) oluşan iki farklı grupla, yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu çalışma grubu, sığınmacıların ikamet etmeyi yoğun olarak tercih ettiği İstanbul ve Bursa (şimdi orada olup daha önce İstanbul'da yaşamış olan) illerinde, 21-55 yaş aralığında, 6 kadın ve 9 erkek olmak üzere toplam 15 kişi ile yapılan yarı yapılandırılmış mülakat tekniğiyle gerçekleştirilmiştir.
-
ÖgeGündelik yaşam pratikleri çerçevesinde sokak deneyimi: Moda semti(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Özgür, Merve ; Aksugür Akpınar, İpek ; 718248 ; Mimari Tasarım Bilim DalıKentsel deneyime büyük oranda egemen olan sıradan deneyimler kentsel çalışmalarda ve kentsel mekana dair tasarım, planlama ve karar vereme süreçlerinde genellikle göz ardı edilmekle birlikte kentlinin yaşantısına etkisi bakımından önem teşkil etmektedir. Konvansiyonel haritalamanın kente yaklaşımına karşılık, araştırma yöntemi ve sahası açısından kente sokak kotundan bakmayı hedefleyen bu çalışma kapsamında, alternatif yaklaşımlar sunan karşı haritalama ve psikocoğrafik haritalama teknikleri kullanılmıştır. Alternatif haritalama teknikleri Henri Lefebvre'nin ritimanaliz yöntemi ve Bruno Latour'un oligopticon kavramıyla sentezlenerek melez bir araştırma tasarımı ortaya koyulmaktadır. Kentin sıfır kotunun yapılı ve sosyal çevresi, kentin sıradan deneyimlerinin zenginliğini analiz etmek için bir potansiyel olarak görülmektedir. Çağdaş kentin gündelik deneyimi ve çağdaş kentliye dair sorulan ne sorusunun cevabı olarak, yapılı ve sosyal çevreye ilişkin unsurlara dair konuları tartışan gündelik dil ve hafıza; nasıl sorusunun cevabı olarak psikocoğrafik haritalama yönteminin temelini oluşturan yürüme eylemi; kim sorusunun cevabı olarak hem araştırmacının konumunu hem de metropol insanını ifade eden yabancı kavramı alternatif haritalamaların ve saha çalışmasının genel çerçevesini oluşturmaktadır. Moda semtine dair temel eleştiri yapılı çevresinin coğrafi yapıyla ilişkisi, insanların sosyal ve fiziksel çevresiyle ilişkisi, gelenek ve deneyimlerin kültürel ve tarihsel bağlamla ilişkisi bakımlarından semtin yer olmaktan mekan olmaya doğru dönüşümü üzerinden yapılmaktadır. Semtin bu dönüşümü gündelik hafıza kavramı üzerinden okunarak karşı haritalama yöntemleriyle anlatıya dönüştürülmüştür. Ayrıca Moda semtine dair gündelik yaşam pratikleri katılımcı gözlem yöntemiyle zenginleştirilen Georges Perec'in kentsel gözlem yöntemiyle birlikte ele alınarak Moda semtinin psikocoğrafik haritalamaları oluşturulmuştur.
-
ÖgeDıjıtal uzamda kamusal mekanın üretımı: Twitter verilerine dayali bir model önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Özpolat, Gizem ; Özener, Ozan Önder ; 721207 ; Mimari Tasarımda Bilişim Bilim DalıDijitalleşme ile birlikte bilgi teknolojileri olarak adlandırılan araçlar her geçen gün toplumsal hayatın daha büyük bir parçası haline gelmekte, özellikle yeni medya araçları, iletişim alanında devrimsel nitelikte dönüşümlere neden olmaktadır. Her an erişilebilirlik, bilgiye ulaşma ve yayma, konuma bağımlı olmaksızın çevrimiçi ortamda "bir arada" bulunabilme gücü sayesinde bu araçlar, iletişimin ötesinde farklı işlevleri de beraberinde getirmektedir. Çevrimiçi sosyal ağların iletişim ve etkileşim olanakları, öz-örgütlenme, katılım ve etki için yeni yollar açabilmektedir. Yeni nesil kitle iletişim ağı üzerine inşa edilen bu ortam, yeni bir çeşit kamusal alan düzlemi haline gelmekte, mekândan öte, çeşitli kültürel kodların ve anlamların üretilebildiği, toplumsal yapının bir uzantısı olarak konumlanmaktadır. Tarihsel süreçte fiziksel mekân ile ilişkilendirilen kamusal alan, dijitalleşme ile birlikte bir tür paradigma kayması yaşamaktadır. Sanal ile gerçek, özel ile kamusal arasındaki sınırların bulanıklaştığı dijital çağda uzamlar arası bir melezleşme söz konusudur. Yakın geçmişte yaşanan küresel çapta toplumsal olaylarda somut örneklerinin görüldüğü üzere sosyal ağların -daha genel anlamda siber uzamın- olanaklılığı dijital kamusal alan tartışmalarını gündeme getirmektedir. Asıl kuruluş amacı olarak siyasi-politik bir rol atfedilmemesine rağmen iletişim ve etkileşimsel doğası sebebiyle çevrimiçi sosyal toplumsal "infilak" anlarında kamusal alan olarak işlevselleştirilebilmektedir. Bu anlamda sosyal ağlar nihai rolü açısından kamusal alandan ziyade kamusal alanın ortaya çıkma potansiyeli barındıran, kolektif olarak üretilen kamusal mekân olarak değerlendirilmelidir. Kentsel kamusal mekâna alternatif oluşturması açısından söz konusu mekansallaşmalar, mimarlık ve tasarım disiplinleri için kritik bir deney alanı sunmaktadır. Kamusallığın iletişimsel doğası, kültürel kodları üretme ve aktarmadaki rolü dikkate alındığında iletişim teknolojilerinin kamusallığı, dolayısıyla kamusal alanı ve kamusal mekânı dönüştürdüğü görülmektedir. Günümüzde sosyal ağlarda geçirilen süre hızlı biçimde artmakta, gündelik yaşamın pek çok pratiği siber uzamda gerçekleştirilmektedir. Toplumsal yapının temellerinden kamuoyun oluşturulmanın da birincil platformu artık internet ortamıdır. Hızla ve üstel biçimde gelişen süreçleri eski teori ve kavramlarla açıklamak zor ve/veya yetersizdir. Bu noktada kökleri Antikite'ye uzanan kamusal alan kavramının dijital çağın sosyal gerçeklerini betimleyebilmesi için yeniden ele alınmış tanım ve kavramlar çerçevesinde düşünülmesi gerekmektedir. Modern kamusal alan geleneksel birleşik/tek kamusal alandan çok uzaktır. Küresel bilgi akışlarıyla donatılan kamusal alan daha çok "farklı boyutlarda, örtüşen ve birbirine bağlı kamusal alanların gelişen ve karmaşık bir mozaiğidir" (Keane, 1995:1 akt. Salikov, 2018). Ağlaşmış kamular ya da ağ bağlantılı kamular olarak ifade edilen yapılar idealize kamusal alan karakterini -hatta kimi zaman fazlasını- yansıtan, çoklu kamuların oluşumuna izin veren, bir görünürlük alanı ve diyalog ortamı olarak siber uzamın imkanlarıyla üretilebilmektedir. Bununla birlikte siber uzamın kendisi, belirli/somut bir yeri olmayan ancak diğer taraftan, ürettiği ilişkiler ağı nedeniyle bir mekân/bir mevki algısı yaratan bir fenomen olarak karşımıza çıkar. Aynı anda hem "sanal" hem "gerçek" dünyada bulunma halinin getirdiği çoklu bir mekân, zaman, kimlik algısı taşıması bakımından siber uzam, gerçeklik ile ilişki içerisinde bulunan ve fakat bu gerçekliğin dışında kendine özgü formlarla yeni bir mekân, zaman ve gerçeklik üreten "başka yer" şeklinde tanımlanabilir. Dijital ortamdaki etkileşime dayalı ilişkiler ağı, siber uzamın yarattığı mekân algısı ile birlikte yeni kamusal oluşumlara olanak sağlamaktadır. Çalışma sosyal ağların kamusal karakterine vurgu yaparak çevrimiçi ilişkilerin dijital çağda kamusal mekânı ürettiğini savunmaktadır. Lefebvre'nin "Bizzat mekânın kendisi toplumsal ilişkilerin ürünü ve bu (toplumsal) ilişkilerin üreticisidir" şeklinde tanımladığı kamusal mekâna benzer şekilde siber uzamda üretilen ilişkiler ağı yine bireyler arası iletişim ve etkileşimin bir ürünüdür. Bununla birlikte kamusallığın politik doğası göz önünde bulundurulduğunda kamusal mekân tarihin her döneminde karşı-kamular arasındaki mücadeleye sahne olmaktadır. "Kent hakkı" bağlamında kamusal mekânın egemen ve karşı kamular arasındaki sahiplik mücadelesinde üretildiği söylenebilir. Bu ele alış Lefebvre'nin heterotopya ve izotopya kavramları ödünç alınarak dijital uzamda çoklu kamuların görünür hale geldiği, kamusal mekânın üretim sürecini okumak üzere işlevselleştirilebilir. Bu düşünceler doğrultusunda dijital çağda yeni kamusallık ve kamusal mekân kavrayışını yeniden düşünülmüş tanımlar kapsamında değerlendirilmek gerektiği açıktır. Söz konusu dönüşüm, yalnızca güncel dinamikler ile açıklanamayacak kadar uzun bir tarihe ve pek çok değişkene sahiptir. Toplumsal bir ürün olarak teknolojik süreçlerin kamusallık ve mekâna ilişkin etkileri geniş bir sosyo-politik perspektifle çözümlemek gerekir. Aksi halde teknolojik determinist ve indirgemeci bir yaklaşımla sınırlanmış olacaktır. Çalışmanın amacı kolektif bir ürün olarak kamusal mekânın dijital çağda çevrimiçi ilişkiler tarafından üretildiğini ve bu ilişkiler ağının siber uzamda bir mekansallaşma yarattığını ortaya koymaktır. Sosyal ağlar yapı ve imkanları vasıtasıyla sağladıkları verinin büyüklüğü bakımından toplumsal hayata dair pek çok bilgi içerebilmektedir. Teknolojik gelişmelerle yaygınlaşan iletişim ve etkileşime dayalı ağlar, dijital kamusal mekânın üretimini tartışmak için de zengin bir kaynak sunar. Bu çerçevede çalışma öncelikle kamusallık ve kamusal mekân kavramlarının sosyo-politik doğası ve öne çıkan tanımlarına başvurur. Bu sayede dijital uzamda çevrimiçi etkileşimle üretilen mekânsal kurgunun toplumsal ve politik bir kuramsal çerçeve içine taşınması ve irdelenmesi için gerekli altyapı oluşturulup elde edilen çıkarımlar güncel durumu okumak üzere bir şablon olarak kullanılır. Dijitalleşme etkisinde kamusal mekân bölümünde kamusal mekânın teknolojik gelişmelerle birlikte dönüşüm güncel yaklaşımlar altında yeniden değerlendirilerek sosyal ağların sunduğu mekânsal yapı ve anlamın kamusal alan yaratma potansiyeli sorgulanmıştır. Sunduğu altyapı ve araçsallıklar ile toplumsalı şekillendiren ve toplumsal tarafından şekillendirilen -yeniden ve yeniden üretilen- siber uzamın kendine has mekânsal örüntüsü sentaktik veya semantikten ziyade ilişkisel olarak tanımlanmıştır. Dönüşen kamusallık ve ağ toplumu kavramından hareketle sosyal ağlarda oluşan sanal cemaatler ve ağlaşmış kamuların siber uzamın mekânsal pratikleri içinde konumu tartışılmıştır. İlişkisel anlamda sosyo-mekânsal pratikler kendilerini yeniden üretecek yeni platformlar tanımlamaktadır: dijital uzamda kamusal mekân. Bu ilişkileri ve ürettiği mekânsallığı temsil etmek adına popüler bir sosyal medya aracı olan Twitter kullanılmıştır. Önerilen veri temelli modelde kullanıcıların belli konular hakkında #Hashtag kullanarak yaptığı paylaşımlar bi tür kamuoyu oluşturma, görünür olma halidir. Konum, zaman, takipçi sayısı gibi parametrelerle alınan veriler, kamusal mekânı simüle eden bir temsil modeline dönüştürülmüştür. Böylelikle kamusal mekân olarak dijital uzamın toplumu ilgilendiren bir konu hakkında herhangi bir zaman aralığında kamusal alan oluşturma potansiyeli ortaya konulmaktadır. Sonuç bölümünde dijital uzamda ağlar oluşturan kamusal yapıları ilişkisel olarak okumak üzere bütüncül bir yaklaşım sunularak sosyal ağların kamusal mekânı üretme potansiyelinin çeşitli alanlarda kullanımına ilişkin önerilere yer verilmektedir. Mimari disiplinler açısından bir diğer önemli nokta ise siber uzamın kendine özgü mimarisi ve gerçekliği ile birlikte mekansallık ve kamusallık nitelikleri kadar fiziki dünya ile nasıl bir ilişki içerisinde bulunduğudur. Son on yılda yaşanmış toplumsal olaylar iki uzam arasındaki hibritleşmeyi somutlaştırması yönüyle ilham vericidir. Bu çalışma sanal-gerçek, dijital-fiziksel(maddi) arasındaki muğlak ilişkiyi mekânsal açıdan bütünleştirici bir ilişkisellikte ele almayı önermekte, veri temelli bir model ile bu bütüncül yaklaşıma katkı sunmaktadır. Sınırın her geçen gün bulanıklaştığı iki uzamı birlikte düşünmek sosyal yaşam kadar tasarım pratikleri için de işlevlendirilebilir bir araç olmadır. Bu çok boyutlu bağlam mevcut durumda çeşitli disiplinlerin hem siber uzamda mekânın içsel dinamikleri hem de fiziki dünyanın mekanla ilişkisi hakkında bütüncül bir teorik çerçeveyi gerekli kılıyor. Çalışma bu doğrultuda tümüyle teknolojik olarak belirlenimci bir söylem yerine, sosyo-eleştirel bir bakış açısı sunuyor. Geleceğin kamusal mekânı hakkında varsayımlarda bulunuyor ve mimari disiplinlerin sosyal medya verilerini araçsallaştırma potansiyelini ortaya koyuyor.
-
Ögeİnönü evi: İlişki ağları ve katmanlar üzerinden mekansal bir anlatı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Akın Pınar, Ayşe Tuğçe ; Uz, Funda ; 730279 ; Mimari Tasarım Bilim Dalı1950 yılında Rüknettin Güney tarafından İsmet İnönü ve ailesi için bir ev tasarlanır. İstanbul kent merkezlerinden biri Maçka'da müstakil, bahçeli ve iki katlı bir yapı olarak inşa edilen ev; tez çalışmasının odak noktasını oluşturur. Bir ev, yalnızca mimarlık ya da kent nesnesi değildir. İçinde bulunduğu toplumsal yapı, çevre ve gündelik yaşam, inşa edildiği döneminin bağlamı, kullanıcılarının yaşam biçimi ve düşünceleri, kendisinin temsil ettikleri ve onu temsil edenlerden etkilenen kültürel bir kent nesnesi olarak tanımlanabilir. Bu tanım; evi yeni perspektifler, bağlantılar ve ilişki ağları üzerinden çözümlemeye olanak tanır. İnönü Evi'ni de var eden ve yaşatan; toplum, bellek, yer, kişi, medya, mekan, nesne ve kullanıcılar ile şekillenen ve görünürde olmayan bir mekanizma vardır. Tez çalışması; İnönü Evi'ni bu mekanizma, sistem üzerinden okumayı hedefler. Bu yüzden çalışma alanı, sınırı ve yöntemi yalnızca İnönü Evi'nin kendisi ile ilişkilenmez. İnönü Evi ve yakın çevresini odağına alan çalışma alanı; Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Atatürk'ün bir devlet başkanı olarak kullandığı evleri, ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve ailesinin Ankara'daki evi Pembe Köşk ve Heybeliada'daki yazlığı dahil olmak üzere yaşadığı diğer evleri ve 1950'ler döneminin bağlamı ile ilişkilenen mekânsal değişimleri de ele alır. Çoğunlukla 1950'ler etrafında gezinen çalışma sınırı ise 19. yüzyıl sonlarından günümüze kadar uzanan bir zaman dilimini kapsar. 1950 yılında inşa edilen bir yapıyı ele alan tez çalışması; ev sahibi, onun sahip olduğu diğer evler, evi tasarlayan mimar ve döneminin mimari bağlamı çerçevesinde gelişen bir tarih okumasına referans veriyor gibi durur. Ancak tezin temel motivasyonu; İnönü Evi'ne kronolojik olarak değil ilişki ağları ve katmanlar üzerinden oluşan bir sistem aracılığıyla bakmak, alternatif ve eleştirel bir tarih okuması sunmak ve yeni ilişkiler keşfederek mekânsal bir anlatı kurmaya çalışmaktır. Çalışmanın yöntemini iki temel yaklaşım belirler. Birincisi, yapılan arşiv çalışması sonucunda ortaya çıkan veriler arasındaki ilişki ağlarının keşfedilmesidir. İkincisi ise bu ağlar ile oluşan katmanlar üzerinden anlatının kurgulanmasıdır. Birinci aşamada; İnönü, İnönü evi, İnönü villası, Rüknettin Güney ve Taşlık olmak üzere başlıca anahtar kelimeler belirlenir. Bu kelimelerin izleri hem mimarlık ile doğrudan ilişkili kitap, dergi ve makale hem de gazete, kartpostal, davetiye, görsel ve işitsel medya gibi popüler kültür üzerinden taranır. İkinci aşamada ise arşiv çalışması sonucunda elde edilen verilerin birbirleri ile ilişkisi irdelenir ve sonucunda dört katman oluşur: Dün Bugün, Hafıza, Temsil ve Aktörler. Tezin anlatım kurgusunu, bölümlerini ve sırasını bu katmanlar şekillendirir. Tüm katmanlar İnönü Evi'ne dair bir anlatı sunduğu için birbirlerinden tamamen ayrı değillerdir, ortaklaştıkları ve uzaklaştıkları noktalar bulunur. Dün Bugün adlı katmanın oluşturduğu birinci bölüm, 19. yüzyıl sonundan itibaren Taşlık olarak anılan bölgenin geçirdiği değişimi aktaran bir anlatı sunar. İnönü Evi'nin kentli hafızasında yer edinme biçimi de bu değişimden etkilenir: Taşlık yerine artık Maçka'daki ev olarak anılır ve değişen sadece yerin ismi değildir. Bu bölüm diğer üç katmanı besleyen ve saran bir düğüm olarak çalışır. Çünkü yer İnönü Evi'nin yapımından önce ve sonra da vardır, değişir ve dönüşür, kapsayıcıdır. İkinci bölüm Hafıza üç alt başlıktan oluşur: kültürel hafıza, bedensel hafıza ve İnönü Evi. İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı olmadan önce ailesi ile misafir olduğu ve örnek olarak belleklerine işleyen döneminin devlet başkanı evleri, ailenin kültürel hafızasını şekillendirir. Maçka'daki ev dışında yaşadıkları tüm mekanlarda bedensel olarak neleri deneyimledikleri ve bu deneyimlerin aile hafızasında yer edişi ise bedensel hafızayı oluşturur. Yıllar içinde kazanılan kültürel ve bedensel hafızanın Maçka'daki evin oluşumuna etkisini ve İnönü Evi'nin mekânsal anlatısını ise son alt başlık aktarır. Üçüncü bölüm, İnönü Evi'nin temsil ettikleri ve evi temsil edenlere odaklanır. Bu bağlamda bölüm; ülkenin modernizmden etkileniş biçimleri, modernite ile bir kimlik arayışına girip girmediği, ülke mimarisinin 20. yüzyıl başlarındaki dönüşüm süreci ve bu sürecin göstergeleri olup olmadığı hakkında bazı sorgulamalar ile açılır. 1950'ler döneminin tüm dinamikliği ile İnönü Evi ve öncül devlet başkanı evlerinin temsil ettikleri irdelenir. İnönü Evi'ni temsil edenler olarak ele alınan simgeler ise İnönü Parkı ve Anıtı'dır. Çünkü bu simgeler, kentte ve kentsel hafızada bir arada konumlanarak evin varlığını güçlendiren mekan ve nesnedir. Dördüncü bölüm Aktörler ise İnönü Evi ile farklı sıklıkta ve biçimlerde bağ kuran öznelere dikkat çeker. Çünkü mekan, sürekli iletişim halinde olan özne ve nesne tarafından birlikte inşa edilir. İnönü Evi bağlamında bu özneler, evin düzenli kullanıcısı olarak aile; tasarım süreci öncüsü ve yapıyı deneyimleyen, hakkında yazanlar olarak mimar; ev ile kısa süreli ilişkilenerek toplumsal bellekte yer edinmesine katkıda bulunan kişiler olarak kentlidir. Dün ve bugün ile başlayan çalışma, tezin kurgusunu sorgulayan ve yarına atıfta bulunan bir değerlendirme ile sonlanır. Çalışmanın anlatısını oluşturan katmanlar üzerinden İnönü Evi'ni okumak; evin her bir katman ile ne kadar iç içe olduğunu ancak her seferinde katmanlar ile farklı biçimlerde diyalog kurduğunu, bu iletişim sonucunda yeni bağlantılar ve ilişkilerin görünür kılındığını, ev ya da mekan üzerine yazma edimi için yeni bir potansiyele sahip olduğunu ortaya çıkarır. Kent belleğinde hala değişmeye ve dönüşmeye devam eden İnönü Evi, kısa bir süre önce İBB tarafından İnönü Parkı'nda düzenlenen sergi ile kurduğu ilişki üzerinden yarınına dair bir sorgulama açar.
-
ÖgeUzlaşı sürecinin bellek, mekân ve aktör ilişkileri üzerinden incelenmesi: Galata surları ve çevresi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Sabaner, Cemil ; Erkök, Fatma ; 767113 ; Mimari Tasarım Bilim Dalıezdeki uzlaşı kavramı, Umberto Eco'nun Açık Yapıt kitabında belirttiği ''uzlaşma'' eylemini örnek almaktadır. Sanat yapıtı için kullanılan kavram, mekân kapsamında incelemenin yapılması için yorumlanıp ''mekândaki uzlaşı'' olarak değerlendirilmektedir. Uzlaşma, yaygın bilinen anlamının aksine, sadece planlı, fiziksel ve yüz yüze olarak gerçekleşmemektedir. Çalışmanın değindiği uzlaşı, uyaran ve algılayan arasında, zihinsel süreçlerde ortaya çıkmaktadır. Var olan ve yeni üretilen anlamların karşılaşmasını sağlayan muğlak bir ilişkiye sahiptir. Karşılaşmalar sonucunda taraflar ilk anlamlarından ödün vererek yeni bir anlam üretmektedir. Mimarlık sanatının ürünü olan mekân, hem bir sanat yapıtına ait aurayı taşır, hem de bir kullanım özelliğine sahiptir. Bu sebeple karmaşık uzlaşı süreçlerini barındırmaktadır. Tezin ele aldığı mekân, uzlaşı eyleminin etkenlerini ortaya koymaktadır. Uzlaşının varlığından bahsetmek için taraflar mekânın aktörleri olarak belirlenmiştir. Mimar ve kullanıcı sahip oldukları roller üzerinden algılanır olmakta, karşılaşmaları gerçekleştirmektedir. Araştırma sorusu, karşılaşmaların gerçekleşme biçimi üzerinden oluşturulmaktadır: Mimar belki de hiçbir zaman yüz yüze gelemeyeceği mekân kullanıcısı ile nasıl iletişim kurar? Uzlaşının mekândaki iletişim için üstlendiği rol, soruya verilecek yanıtlar için ilham kaynağı oluşturmaktadır. Aktörlerin karşılaşması bellek-mekân arasındaki ilişkiye dayanmaktadır, çünkü mekân, bellekler arasındaki iletişimi başlatan bir araçtır. Çalışma, aktörlere ait bireysel, kolektif ve yaratıcı bellek süreçlerinin iç içe geçerek belirsizleştiği bir bellek modelini önermektedir. Bu bellek modeli ''muğlak birikimler'' adıyla belirtilmektedir. Muğlak birikimler uzlaşı için anlık olarak tetiklenerek, mekânı fiziksel ve anlamsal olarak dönüştürme potansiyellerine sahiptir. Dönüşüm, uzlaşma eyleminin gerekliliği olan, varlığından ödün vererek yeni olanı üretme eğilimi ile ilişkilidir. Mekândaki dönüşümlerin anlamı, uzlaşı dilinin faktörlerinin yaratılmasında etkili olmaktadır. Uzlaşının dili, konuşma eyleminden farklı olarak mekânsal faktörlerin anlamlandırılmasına dayalıdır. Faktörlerin yarattığı farklı anlamlar, gerilimlere, çatışmalara sebebiyet vermektedir. Ancak süreç sonunda yaratılan ortak anlam, uzlaşıyı sağlamaktadır. Uzlaşı bu doğrultuda, gündelik hayattaki deneyimlere etki etmektedir. Aktör-faktör ilişkisi bağlamında incelenen örnekler, baskın bir otoritenin varlığı yerine, katılımcı yaklaşımları kabul eder. Bu yüzden mimarlar tepeden inme yaklaşımlardan kaçınmaktadır. İnsan merkezci bir tasarım yaklaşımı benimseyip, gelecekte gerçekleşmesi muhtemel mekân senaryoları ve kullanıcı kararları için açıklık yaratmaktadırlar. Bu sayede uzlaşı amacıyla üretilen veya süreç içerisinde uzlaşıyı mümkün kılan mekânlar ortaya çıkmaktadır. Son örnek olarak belirlenmiş, İstanbul'un Galata bölgesinde yer alan Galata Suru, çalışma alanını oluşturmaktadır. 13.yy'dan itibaren varlığını sürdüren sur, Ceneviz halkı tarafından inşaa edilmeye başlanmıştır. Duvar, mekân ölçeğinden kent sistemine uzanan sınırları ayakta tutup, gündelik hayata ait ilişkilerin düzenlenmesinde görev alarak, yeni roller ve anlamlar kazanmıştır. Bu bölümde, surun hikâyesi, yapılış amacı; gündelik hayatın pratikleri ve mekânsal deneyimler aracılığıyla anlatılmaktadır. Bu doğrultuda surun günümüze ulaşan dört kalıntısı ve geçmişe ait sur rotası incelenmektedir. Flanörlük deneyimi üzerinden gelen güncel ve öznel bilgi ile literatür taramasından elde edilen nesnel bilgi, uzlaşının mekânsal faktörlerini yorumlamak için çakıştırılır. Bu sayede yapıdaki ve çevredeki değişim uzlaşı ile ilişkilendirilmektedir. Süreç sonunda, uzlaşının hikâyesinin anlatıldığı bir dizi seri çizim seti okuyucu ile paylaşılmaktadır. Çalışma, örneklere ait analizleri ve sentezleri kullanarak mekânda gerçekleşen uzlaşı eylemini algılanır hale getirmeye odaklanmaktadır. Bu sayede uzlaşının, yaratıcılığa, aidiyet duygusuna ve kolektif belleğin üretilmesindeki etkisi ön plana çıkarılmak istenmekte, mekân aktörlerinin rolleri için öneriler sunulmaktadır. Mimarın kullanıcı ile kuracağı iletişimi bir tasarım parametresi olarak belirlemesi bellekte yer edinen, dönüşüme açık mekânların üretilmesinde etkili olacaktır. Mekân kullanıcısı ise deneyimlerini bir diyalog ortamında gerçekleştirirken, yaratıcılığı için gerekli cesareti ve ilham kaynağını elde etmekte, sıradanlığını kırmak ve tüketici rolünden sıyrılmak için bir fırsat yakalamaktadır.
-
ÖgeMimarinin kullanıcıya yaklaşımının izinden katılımcı tasarım üzerine bir okuma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Saraçgil, Melike Ekin ; Kahvecioğlu Paker, Nurbin ; 717953 ; Mimari Tasarım Bilim DalıBu tez çalışması, mimarinin kullanıcı ile ilişkisi üzerinden, katılımcı tasarıma odaklanmaktadır. Kullanıcı kavramının, mimarinin ortaya çıktığı koşulların ve iş yapma şeklinin; mimarın kullanıcıya yaklaşımı üzerindeki etkileri irdelenmektedir. Bu irdelemede mimarinin kullanıcıya mesafelenmesinin sebepleri ile beraber tasarım süreçlerinde kullanıcıya en çok yaklaştığı, kullanıcısına gerçekten ait olduğu noktanın keşfedilmesi hedeflenmektedir. Mimarlık, insanlık tarihinin en eski mesleklerinden biridir. Ortaya çıkışından yakın bir zamana kadar, mimarinin müşterisi hep politik ve dini gücü elinde tutanlar olmuştur. Saray ve tapınak gibi yönetim ve dini kurumsal yapılarda doğan mimarın üretimleri, uzun yıllar boyunca, saray, kale, bahçe, kilise, askeri düzenek gibi üretimlerle sınırlı kalmış ve halk ile yani potansiyel kullanıcısı ile doğrudan bir ilişkisi olmadan çalışmalarını sürdürmüştür. Ancak Endüstri Devrimi'nde gelişen inşaat teknolojisi ile mimarın üretimi çeşitlenmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan yeni toplumsal sınıflar sonucu mimarın, aslında hem üretimi hem de müşterisi çeşitlenmiştir. Saraya bağımlılığından sıyrılan mimar, toplumla ilişki kuran işler yapmaya başlamıştır. Fakat eylemleri için, para, malzeme ve araziye ihtiyaç duyan meslek insanının, o çağlarda gündeminde, potansiyel kullanıcısının ihtiyaçlarından çok müşterisinin ihtiyaçları yer almaktaydı. Bu durum, mimarinin, kullanıcıya mesafelenmesinin de beraberinde getirmiştir. Bütün bu süreçlerden sonra modern hareket, mimaride, kültürel bir yenilenme olsa da dönemin konut yerleşimi ve kentsel planlama kararlarına, fotoğraflarına ve terimin kullanımına bakıldığında, modern hareketin mimari yaklaşımlarının, kamuya ait olduğunu söylemek pek de mümkün olmayacaktır. Ancak mesleğin ortaya çıktığı dönem ve Sanayi Devrimi süreci ile karşılaştırıldığında, kullanıcının bir şekilde tartışmalara dahil olması üzerinden, mimari, önceki zamanlarına kıyasla, kullanıcısına yaklaşmıştır. Özetle mimarlığın, doğuşundan günümüze kadar geçirdiği süreçlerde kullanıcısı ile ilişkisi, inişli çıkışlı olmuştur. Mimarinin kullanıcısına mesafesi, kimi zaman azalmış, kimi zamansa artmıştır. Bu sebeple, çalışmanın ilk bölümünün odaklandığı konu, "kullanıcı" kavramıyla beraber tarih boyunca mimarinin kullanıcıya yaklaşımıdır. Bölüm içerisinde ikilinin ilişkisinin, bir zaman dizinine oturtularak anlatılması, hedeflenmektedir. Mimaride kullanıcının, kullanıcı için tartışılmaya başlaması, modernist düşüncenin sarsılması ve 1968 demokrasi hareketleri sonucu ortaya çıkan katılımcı yaklaşım ile 1960'lı yılların sonlarında olmuştur. Katılımcılık ile mimarlık, kullanıcısı ile gerçek anlamda, somut bir ilişki kurmaya başlamıştır. Bu bilgiler ışığında bölüm içerisinde oluşturulan zaman dizininde katılımcılık, ana kırılma noktası olarak kabul edilmekte ve bölüm, katılımcı tasarımın ortaya çıkışından önce ve sonra olmak üzere iki başlık altında şekillenmektedir. Mimarinin kullanıcıyla ilişkisinde, katılımcılığın bir başlangıç olmasından dolayı, üçüncü bölümün ana konusu, katılımcı tasarımdır. Katılımla ilişkisi olan her disiplin, bütünün bir parçasıdır ve katılımın ana yapısından farklı değildir. Dolayısıyla, çalışmada, katılımcı fenomenlerden biri olan katılımcı tasarımı anlamak ve sorgulamak için, öncelikle, katılımın ana yapısının incelenmesi uygun görülmektedir. Metinin bu bölümü, katılım kavramının etimolojik kökeni ile başlayıp, katılımın demokrasi ile bağı ve yapısıyla devam etmektedir. Bölüm içerisinde katılımcı tasarım yaklaşımı, katılım olgusundan elde edilen bilgilerle irdelenmektedir. Katılım, katılma işidir. Herhangi bir süreç ya da durumu tanıyıp, ona dahil olma halidir. Kavram heterojendir. Oy kullanmaktan vegan beslenmeye, sosyal toplum örgütüne üye olmaktan, geri dönüşüm çöplerini ayırmaya kadar çeşitli ve çok sayıda eylem katılımdır. Bunun yanında katılım, bir konuda bilgi alınmasından, son kararı vermeye kadarki tüm aşamaları, bünyesinde barındırmaktadır. Katılımın bu özelliği, onu derecelendirmektedir. Literatürde katılmamaktan, toplum kontrolüne doğru derecelenen katılma halini gösteren, çeşitli katılım spektrumları geliştirilmiştir. Araştırmada, katılımcı tasarım üzerine yapılan değerlendirmeler, bu bilgiler ışığında şekillenmektedir. Tez çalışmasında, katılımcı tasarımın da düzeyleri olması fikri üzerinden, maksimum noktadaki katılımcı tasarım süreçleri tarif edilmekte ve bu süreçler "tepkisel katılımlı tasarım" olarak tanımlanmaktadır. Dördüncü bölüm, tepkisel katılımlı tasarım örneklerinden oluşmaktadır. Bu örnekler, 1986 yılından beri verilen Dünya Habitat Ödülleri arasından seçilmiştir. Dünya Habitat Ödülleri, dünya çapında konut ihtiyacını çözmek amacıyla üretilen projelere verilmektedir. Bölüm, Dünya Habitat Ödülleri ile başlayıp yedi adet tepkisel katılımlı tasarım projesinin anlatımı ile devam etmektedir. Bu yedi proje, 1989 ve 2020 yılları arasında yayınlanan ödül gruplarından, oluşturulan "tepkisel katılımlı tasarım okuma gözlüğü" ile belirlenmiştir. Çalışmanın sonuç bölümünde, mimarinin kullanıcıya mesafelenmesinin, geçirdiği tarihsel süreçlerin ve kullanıcı kavramının sahip olduğu kısıtlamaların dünyadaki konut krizine etkisi tartışılmaktadır. Dünya genelinde uzun yıllardır bitmeyen bir konut krizi vardır. Genel olarak sağlıklı konut hizmetinin, orta-üst sınıfa sunulması sonucu, işsiz, göçmen, bağımlı ve evsiz gibi marjinalleştirilmiş grupların ve üçüncü dünya ülkelerindeki insanların büyük bir çoğunluğu, konuta ve sağlıklı yaşam koşullarına ulaşmakta zorlanmakta ve kent hayatından dışlanmaktadırlar. Bunun mimarlık dışında kapitalist dünya sistemi ve ekonomisi ile bağlantılı çok sayıda sebebi elbette vardır. Fakat bu duruma, mimarlık ve kullanıcı ilişkisi üzerinden yaklaşıldığında, problem üzerinde, mimarinin kullanıcısına mesafelenmesinin de etkisi bulunmaktadır. Katılımcı tasarım mesafeleri yıkıyor gibi görünse de kullanıcı teriminin soyutlamasından ve katılımın heterojen yapısından faydalanarak katılımcı tasarımın çarpıtılması, mesafeleri yine arttırmaktadır. Mimaride "kullanıcı" algısı yerine "kamuoyu tercihi" geçerli olsaydı, dünyadaki konut ihtiyacı belki de bu seviyelerde olmazdı.
-
ÖgeUni-slice: A unified framework for non-planar 3D printing algorithms(Graduate School, 2022) Şencan, İnanç ; Gül, Leman Figen ; 856236 ; Architectural Design Computing Programme3D printing has been a rapidly growing industry since the 1980s. It bridges the gap between design's digital and physical aspects since it has much potential for designers. It has found its place in the designers' workflow with its increased capability, accessibility, and affordability. As a method of rapid prototyping, 3D printing has advantages in design iteration thanks to the fast production times, less material use, and the ability to produce complex geometries. 3D printing in the design process allows designers to decide faster and more potently. Therefore, designers need to use 3D printing tools and methods effectively. There are various methods to create a physical object from a digital model by 3D printing, including Fused Deposition Modeling (FDM), Stereolithography (SLA), and Selective Laser Sintering (SLS). FDM 3D printing is one of the most common and accessible methods, especially after cheap desktop 3D printers in 2009. The working logic of 3D printing systems is very typical in converting a digital model to a machine language. Slicing is the step between the 3D model and the digital data used by the 3D printing tool. The printing process is quite similar in all 3D printing methods, fabricating the 3D model in individual planar layers, known as planar slicing. This process is also referred to as 2,5D printing. This generalized 3D printing process causes problems in the 3D printed model regarding surface quality, structural strength, and optimization in time and material usage. These problems affecting surface quality are stair-stepping effect, overhangs on the 3D model, and support material removal. Besides, the anisotropy problem affects the 3D-printed part's structural quality. These issues are more noticeable in the FDM method than in the other 3D printing methods. There are studies that aim to solve the above-stated issues caused by planar slicing in FDM 3D printing. These studies represent different approaches to tackling the problems, such as bespoke algorithms and tools. These studies obtain non-planar 3D printed models, yet by primarily using custom software built explicitly for their context, and sharing the source code is rare in these studies. Besides, the ones explaining the algorithm with flowcharts and diagrams recreate those algorithms in a way that requires programming language skills. In short, custom 3D printing studies have problems with transparency, modifiability, and accessibility. Designers need more control in the production phase and avoid the adverse effects of planar slicing. Therefore this thesis aims to guide designers to use 3D printing tools more effectively by creating non-planar 3D printing algorithms according to their needs while avoiding the shortcomings of previous studies. A framework for slicing algorithms is presented considering accessibility, modifiability, transparency, and interoperability in this thesis. To demonstrate its usage, Grasshopper is selected as a visual scripting plug-in for Rhinoceros3D. The algorithms created in Grasshopper can be shared in popular forums on the web, such as food4rhino (Url-1) and grasshopper3d (Url-2). In this way, the shared files become accessible so that other users can modify the algorithms and develop them further. The algorithms depend on Grasshopper's components; thus, another user can view them without restrictions. Additionally, the presented framework is explained as a data flow, making it compatible with different visual programming environments. It is expected that a designer following the framework's steps will be able to create a custom slicing code or modify an existing CLDFM algorithm that works better than standard slicing in 3D printing their design. The framework follows a series of steps, from a 3D model to a file format specific for 3D printers called a G-Code file. The 3D model is respectively transformed into sliced surfaces, print curves, toolpaths, and G-Code. A standard slicing algorithm is created within the framework as default. Designers can modify each algorithm step separately to create new and unique slicing algorithms. The last stage of the framework is the toolpath visualization code to see the outcome of the G-Code before 3D printing. The thesis demonstrates multiple non-planar slicing algorithms following a series of design cases as simplified versions of the 3D models derived from the examples found in the literature. The cases are categorized according to their 3D printing tool, slicing approach, and their goal. Qualitative and quantitative evaluations are performed on the design cases. Quantitative testing is based on the purposes of the cases, such as improving surface quality, time, and material optimization. Qualitative testing is based on the accessibility, modifiability, and transparency of the algorithms. Five design case models are sliced with planar and non-planar slicing algorithms. Results are compared digitally for all models. However, only 3-axis 3D printers are used for physical testing due to the lack of available 3D printing tools. The surface quality of the printed models is compared based on visual observation and measurements with a compass. Normally, slicing programs display how much time and material is spent on a 3D print. Although it is possible to calculate this using the framework in Grasshopper, it is excluded from these experiments because of the program's limitations. This limitation is driven by the inconsistency of accurate time and material spent measurement between the Grasshopper's estimate and the actual 3D printing process. Therefore, this thesis only considers the actual data obtained from physical models. In addition, structural testing as a design criterion is omitted in the experiments because of the lack of necessary equipment supply. Instead, experiments consider the existing structural testing records in similar studies in the literature. The results show that it is possible to create non-planar slicing algorithms using a single, unified framework. In the framework, the algorithms have modular steps comprising different basic versions, such as planar and curved slicing. All codes are written using standard Grasshopper components without requiring a plug-in or custom script. Hence, they are accessible and transparent. The algorithms are also explained as dataflows in diagrams. However, they are not tested in other visual programming languages. Based on the presented algorithms in the framework, all 3D models in design cases are printed with a 3-axis FDM 3D printer. Print parameters such as layer height, shell counts, infill amount, print speed, and temperatures are defined as equal or similar for comparing planar and non-planar slicing. In the tests, the algorithms performed similarly to the previous studies in increasing surface quality while decreasing the time and material spent. In conclusion, while previous studies on non-planar slicing algorithms successfully achieved their goal, the framework demonstrated in this thesis creates a guide for various non-planar slicing projects in a unified, designer-friendly, open-access way. It has the potential to be further developed by its users to form a more holistic system. In the future, the non-planar slicing algorithms can be tested on other visual programming interfaces, shared as a standalone slicing tool or a plug-in for another program. Various digital fabrication tools, such as cylindrical and spherical 3D printers (Sencan et al., 2021), robotic arms, and large-scale 3D printers, can be controlled using this framework. Additionally, combinations of these methods are possible, such as large-scale 3D printing on curved surfaces or adaptive non-planar 3D printing on spherical 3D printers.
-
ÖgeSudan yazılan yer: Mimarlıkta bir kuramsal yazım çalışması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Korkmaz, İrem ; Şenel, Sıdıka Aslıhan ; 721215 ; Mimari Tasarım ProgramıYer, günlük dilde ve mimarlık içinde sıkça kullandığımız bir kavramdır; fakat bu sıklık ve aşinalık, kavramın anlamını kayganlaştıran bir muğlaklık üretir. Bu durum, yeri aracısız olarak görmediğimiz, bütünüyle ele alamadığımız, onu bildiğimizi sanarak indirgediğimiz ve sabitlediğimiz kabulleri güçlendirir; dolayısıyla mimarlık aracılığıyla yere dahil olma biçimlerimizi de bir statiklik içine sıkıştırır. Bu tez çalışmasıyla, yere kanıksadığımız önkoşular ve kabuller olmadan bakmayı ve yerin bilgisinin bu devinim içinde üretmeyi araştırıyorum. Çalışmanın başlığını da oluşturan yere sudan bakmayı eleştirel bir yöntem olarak kullanıyorum ve mevcut kabullerimizin işlemedeği suyun ortamında yeri tartışmaya açarak süregelen mimarlık pratiklerimizde bir bakış açısı değişikliğini tetiklemeyi deniyorum. Sudan bakmakla, suyun bir konfor alanı, durağanlık veya bilirkişilik hiyerarşisi üretmeye açık olmayan yapısıyla yere dair mevcut bilgilerimizin ve kavrayışlarımızın dışında kalan ihtimalleri kapsayabilecek düşünce biçimlerine ulaşmayı amaçlıyorum. Girişten sonraki bölümde temsilin yer bilgisini üreten ve tartışmaya açan bir mecra olarak yeri anlamlandırmamız konusunda önemli bir rota oluşturabileceği düşüncesiyle su ile ilişkilenerek üretilen yer temsillerinin yerin bilgisini nasıl ürettiği, sudan yere yaklaşımların yer bilgisini üretme sürecine nasıl bir alternatif katkı sağladığını tartışıyorum. Bunun için alternatif yer kavrayışlarını hayal etmek adına suyun varlığında yer ve yerin bilgisini üreten; su aracılığıyla farklılaşan denemelere bakıyorum. Ele aldığım yer temsilleri su ve yer ile farklı öznellikler ve mekânsallıklar tanımlayan yaklaşımları içeriyor: Antik dönem periplusları, Ortaçağ ve Rönesans dönemi deniz haritacılığı, tarih öncesine ait yer mitleri, Roni Horn, Pam Longobardi, Edward Burtynsky, Mark Dion, gibi çağdaş sanatçı ve araştırmacıların çalışmaları ile Lewis Carroll'un Snark'ı Avlamak kitabında yer alan Okyanus Haritası gibi çizimler, Feral Atlas'ın Missisippi Nehri'nde yürüttüğü su altı ses kayıtları çalışmaları, Forensic Arcihtecture'ın Mart 2011'de NATO gözetim alanında sürüklenerek ölüme terk edilen Libyalı mültecilerin taşındığı bot vakası üzerinden geliştirdiği araştırma metodları gibi temsilin görsel, işitsel, yazınsal türleriyle çeşitlendirerek suyun aracılığında yer temsillerinin imkanlarına geniş bir perspektiften yaklaşmaya çalışıyorum. Yer alan çalışmaları belirli sorular eşliğinde inceliyorum: (1) Yerin bilgisi temsil aracılığıyla nasıl üretiliyor? Yerle nasıl ilişkileniyor? (2) Suyun varlığı, yere dair kavrayışları nasıl dönüştürüyor? (3) Yer ve özne arasında nasıl bir etkileşim doğuyor? Bu yer kavrayışında hangi bedenler, özneler var? Yer ile bu şekilde ilişkilenmek hangi bedenlere alan açıyor ve beden aracılığıyla nasıl bir bilgi açığa çıkıyor? Yerin bilgisini üretme biçimlerimiz suyun eşliğinde incelendiğinde, katılaşmış ve kalıplaşmış reflekslerimizi sorgulamaya olanak oluşturacak bir akışkanlık sağlayabilir. Bu dürtüyü takip ederek, suyun varlığında yer ve yerin bilgisini üreten; su aracılığıyla farklılaşan denemelerle yer ile mesafesini kırmayı araştıran örneklere bakışımızı çevirmek, öteki yer kavrayışlarını hayal etmek için faydalı olabilir. Yere su aracılığıyla yaklaşan ve suyun içkin özelliklerini temsil araçları ile aktarmayı araştıran farklı mecra ve disiplinlerden bu örnekler; suyun mekânsallığının tamamına doğrudan erişemediğimiz için, onu temsil aracılığıyla kavramaya, bilgisini analiz edebilmemize ve tasarım pozisyonları alabilmemize, bu indirgemeci olmayan eleştirel ve dinamik bilgi üretme yöntemleriyle alternatif gelecekler kurgulayabilmemize katkı sağlıyor. Yeri topraktan yola çıkarak tanımlamaya yatkın olan mimarlık disiplini içinde su, maddesel ve kuramsal özellikleriyle yer tartışmalarına bu açıklıkta dahil olmuyor.
-
ÖgeKentsel mekanın ihtilaflarla üretimi: Haliç üzerinden bir okuma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Uğurli, Ahmet Bender ; Uz, Funda ; 502181036 ; Mimari Tasarım Programıİhtilaf kavramının etrafında şekillenen bu tez çalışmasının argümanı, ihtilafın toplumsal bir ilişki biçimi olduğu ve bu ilişkinin toplumsal dinamiklerin bulunduğu her yapıda bir şekilde varlık kazanabileceğidir. Toplum, farklı bağlamsal çerçeveleri, istekleri ve beklentileri olan birçok aktörü barındıran, sabit olmayan bir olgudur; dolayısıyla çoğu zaman bu aktörlerin ortak bir noktada buluşması mümkün olmaz. Aktörler çeşitli açılardan birbirleriyle ayrışarak karşı karşıya gelirler; bu duruma tezde ihtilaf ekseninde bir açıklama getirilmeye çalışılmıştır. Kentsel mekanın üretimi yalnızca onun fizikselliğiyle bağlantılı bir süreç değildir. Söz konusu süreç, aynı zamanda arkasındaki birtakım sosyal, ekonomik ve politik katmanlarla anlamlanır; bu bağlamda kentsel mekanın bir toplumsal mekan olduğu söylenebilir. Sürekli yeniden kurulan ve çözülen toplumsal ilişkiler; kentsel mekanın üretiminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bundan ötürü kentsel mekan, tezde tanımlanan ihtilaflar ile aynı düzlemde buluşur. Kentsel mekana temas eden aktörler, söylemleri ve neticesinde ortaya koydukları eylemleri ile başka aktörler üzerinde yansımalar doğururlar. Tezin ihtilaf kavramına yoğunlaşıp, anlatısını ondan yola çıkarak kurmasının esas nedeni; Türkçe literatürde ihtilaf kavramı yerine kullanılan çatışmanın anlamsal arka planın, kentsel mekandaki bu dinamik ilişkileri yeterince karşılamaması ve farklı bir algı yaratmasıdır. Türkçe'deki kullanıma baktığımızda çatışma ilk olarak şiddeti çağrıştırır. Çatışma kavramın kullanılmasının yanlış anlaşılmalara neden olabileceği düşünüldüğünden, ulusal literatüre karşı bir eleştiri getirilerek; "ihtilaf" yeni bir kavram olarak baştan kurgulanmıştır. Çünkü aktörlerin karşı karşıya gelmesinin farklı toplumsal yapılar özelinde ayrı boyutları mevcuttur. Dolayısıyla; ihtilafın dinamikleri olarak tariflenen kavramlar (çelişen hedefler, düşmanlık ve dayanışma) genel bir literatürden yararlanılıp teze taşınmış olmakla beraber; bunların kentsel mekandaki karşılıklarının neler olabileceği aranmıştır. Tezin ana amacı, kentsel mekanın fiziksel üretim sürecinin arka planında yer eden toplumsal ilişkilerin önemini vurgulayarak; bu ilişkilerden biri olan ihtilafın çeşitli yönleriyle sökümünü yapmaktır. İhtilafı somutlaştırmak ve belirli bir kentsel mekanın aktörlerin etkileşimiyle nasıl dönüştüğünün serimini yapmak için Haliç'e odaklanılmıştır. Haliç'in tezin çalışma alanı olarak belirlenmesi onun toplumsal yönüne dayanmaktadır; bu kentsel mekan sahip olduğu özellikler ekseninde her daim yaşama kaynaklık ederek, farklı aktörlerle ilişki içinde olmuştur. Haliç'e birbirinden ayrı anlamların yüklenmesiyle kentin merkezinde yer alan bu bölgenin karakteri zaman içinde değişmiştir. Bu değişimlerde ise özellikle siyasi aktörlerin etkileri oldukça kritiktir. Tez kapsamında; Haliç'in sanayiden arındırılmasının 1984-1994 yılları arasında görev yapan iki belediye başkanı arasında nasıl ihtilafa sebep olduğunun dökümü yapılıyor olmakla beraber; Haliç'in hangi süreçlerden geçerek yoğun bir sanayi aksına evrildiğini kavramak adına onun tarihsel serüvenine de değinilmiş; böylece geçmişten kurulan perspektifle 1984-1994 aralığının daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. 1984-1994 yılları arasındaki on yıllık dönemin, Haliç'in bugünkü karakterinin oluşmasında büyük bir önemi vardır; öyle ki sonraki dönemlerde hayat bulan Haliç'in bir kültür vadisine dönüştürülmesi projesi, bu yıllarda yapılan eylemlere eklemlenmiştir. Birbiriyle zıt ideolojik temeli olan iki siyasi partiden, sırasıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı seçilen Bedrettin Dalan ve Nurettin Sözen'in Haliç ile ilgili yaklaşımları da onların siyasi kimlikleri gibi birbirinden ayrı olmuş ve sık sık burası üzerinden çeşitli söylemlerle karşı karşıya gelmişlerdir. Ayrıca hem 1984 hem de 1994 yılları önemli kırılma noktalarıdır. 1984 yılında yerel yönetim sisteminin değişip, büyükşehir belediyesi modeline geçilmesiyle, belediye başkanının yetki alanı önceki dönemlere kıyasla fazlasıyla artmıştır. Öte yandan, 1994'ten 2019'a kadar ise İBB başkanlığı hususunda bir süreklilik söz konusudur; bu aralıkta görev yapan belediye başkanlarının tamamı ortak bir ideolojik temelden beslenmektedir. Dolayısıyla; 1994 sonrası, belediye başkanlarını merkeze alarak Haliç'in ihtilaflarla üretimini incelemek adına uygun bir aralık değildir. Bedrettin Dalan ve Nurettin Sözen arasındaki ihtilaflı ilişkinin dökümünü yapmak ve bunun Haliç'te nasıl yansımalar doğurduğunu ortaya koymak için akademik literatürün araştırılması yanında, gündelik gazetelere de bakılmıştır. Haliç'le ilgili literatürde yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu Dalan dönemine ya da 1990'ların sonu ve 2000'lerin başı sonrasında Haliç kıyı şeridinde yapılan büyük ölçekli projelere odaklanmaktır; arada zamansal olarak büyük bir boşluk mevcuttur. Oysa literatürdeki bu tutumun aksine, Haliç'teki tartışmalar Dalan'ın görevi bırakmasıyla noktalanmamıştır. Gazetelerde aktarıldığı üzere, 1989 yılı yani Nurettin Sözen'in görevinin başladığı tarih itibariyle de Haliç üzerine tartışmalar sürmektedir. Bu nedenle, gazetelerden elde edilen verilerin içerik analizi yapılmış ve bu analiz sonucu ortaya çıkan anlamların ise yorumlanarak ihtilafın dinamikleriyle ilişkilendirilmesiyle, çeşitli diyagramlar üretilmiştir. Bahsedilen on yıllık dönemdeki ihtilaflar, sahneler aracılığıyla irdelenmiş; tezin son kısmındaki alt başlıklar da bu sahneler (1984 yerel seçimleri, yıkım, 1989 yerel seçimleri, temizlik ve Feshane) ve sahnelere kaynaklık eden kilit söylemler çerçevesinde kurgulanmıştır. Bu çalışmayla, iki başkanın görev sürelerini kapsayan, ancak literatürde birbiriyle ilişkili olarak ele alınmayan bu boşluğa ihtilaf kavramı ekseninde bir açılım sağlanmıştır. İki aktör arasındaki mücadelenin ve kentsel mekanı kullanarak bir temsil ortaya koymanın karşılıkları; Haliç ile ilişkili farklı ölçekteki sahneler üzerinden tartışılmıştır. Neticesinde, aslında Haliç'in her iki başkan içinde simgesel bir niteliği olduğu sonucuna ulaşılmıştır, her ne kadar sadece Dalan doğrudan doğruya buranın simge olduğunu dile getirmiş olsa da; Sözen'in ortaya koydukları da buranın onun için de bir simge olduğunu gözler önüne sermiştir. Kendi güçlerini kentsel mekan üstünden somutlaştırmak isteyen iki başkanı da, Haliç'in fiziksel üretim sürecine ciddi bir etkide bulunmuşlardır.
-
ÖgeSudan yazılan yer: Mimarlıkta bir kuramsal yazım çalışması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Korkmaz, İrem ; Şenel, Sıdıka Aslıhan ; 721215 ; Mimari Tasarım ProgramıYer, günlük dilde ve mimarlık içinde sıkça kullandığımız bir kavramdır; fakat bu sıklık ve aşinalık, kavramın anlamını kayganlaştıran bir muğlaklık üretir. Bu durum, yeri aracısız olarak görmediğimiz, bütünüyle ele alamadığımız, onu bildiğimizi sanarak indirgediğimiz ve sabitlediğimiz kabulleri güçlendirir; dolayısıyla mimarlık aracılığıyla yere dahil olma biçimlerimizi de bir statiklik içine sıkıştırır. Bu tez çalışmasıyla, yere kanıksadığımız önkoşular ve kabuller olmadan bakmayı ve yerin bilgisinin bu devinim içinde üretmeyi araştırıyorum. Çalışmanın başlığını da oluşturan yere sudan bakmayı eleştirel bir yöntem olarak kullanıyorum ve mevcut kabullerimizin işlemedeği suyun ortamında yeri tartışmaya açarak süregelen mimarlık pratiklerimizde bir bakış açısı değişikliğini tetiklemeyi deniyorum. Sudan bakmakla, suyun bir konfor alanı, durağanlık veya bilirkişilik hiyerarşisi üretmeye açık olmayan yapısıyla yere dair mevcut bilgilerimizin ve kavrayışlarımızın dışında kalan ihtimalleri kapsayabilecek düşünce biçimlerine ulaşmayı amaçlıyorum. Girişten sonraki bölümde temsilin yer bilgisini üreten ve tartışmaya açan bir mecra olarak yeri anlamlandırmamız konusunda önemli bir rota oluşturabileceği düşüncesiyle su ile ilişkilenerek üretilen yer temsillerinin yerin bilgisini nasıl ürettiği, sudan yere yaklaşımların yer bilgisini üretme sürecine nasıl bir alternatif katkı sağladığını tartışıyorum. Bunun için alternatif yer kavrayışlarını hayal etmek adına suyun varlığında yer ve yerin bilgisini üreten; su aracılığıyla farklılaşan denemelere bakıyorum. Ele aldığım yer temsilleri su ve yer ile farklı öznellikler ve mekânsallıklar tanımlayan yaklaşımları içeriyor: Antik dönem periplusları, Ortaçağ ve Rönesans dönemi deniz haritacılığı, tarih öncesine ait yer mitleri, Roni Horn, Pam Longobardi, Edward Burtynsky, Mark Dion, gibi çağdaş sanatçı ve araştırmacıların çalışmaları ile Lewis Carroll'un Snark'ı Avlamak kitabında yer alan Okyanus Haritası gibi çizimler, Feral Atlas'ın Missisippi Nehri'nde yürüttüğü su altı ses kayıtları çalışmaları, Forensic Arcihtecture'ın Mart 2011'de NATO gözetim alanında sürüklenerek ölüme terk edilen Libyalı mültecilerin taşındığı bot vakası üzerinden geliştirdiği araştırma metodları gibi temsilin görsel, işitsel, yazınsal türleriyle çeşitlendirerek suyun aracılığında yer temsillerinin imkanlarına geniş bir perspektiften yaklaşmaya çalışıyorum. Yer alan çalışmaları belirli sorular eşliğinde inceliyorum: (1) Yerin bilgisi temsil aracılığıyla nasıl üretiliyor? Yerle nasıl ilişkileniyor? (2) Suyun varlığı, yere dair kavrayışları nasıl dönüştürüyor? (3) Yer ve özne arasında nasıl bir etkileşim doğuyor? Bu yer kavrayışında hangi bedenler, özneler var? Yer ile bu şekilde ilişkilenmek hangi bedenlere alan açıyor ve beden aracılığıyla nasıl bir bilgi açığa çıkıyor? Yerin bilgisini üretme biçimlerimiz suyun eşliğinde incelendiğinde, katılaşmış ve kalıplaşmış reflekslerimizi sorgulamaya olanak oluşturacak bir akışkanlık sağlayabilir. Bu dürtüyü takip ederek, suyun varlığında yer ve yerin bilgisini üreten; su aracılığıyla farklılaşan denemelerle yer ile mesafesini kırmayı araştıran örneklere bakışımızı çevirmek, öteki yer kavrayışlarını hayal etmek için faydalı olabilir. Yere su aracılığıyla yaklaşan ve suyun içkin özelliklerini temsil araçları ile aktarmayı araştıran farklı mecra ve disiplinlerden bu örnekler; suyun mekânsallığının tamamına doğrudan erişemediğimiz için, onu temsil aracılığıyla kavramaya, bilgisini analiz edebilmemize ve tasarım pozisyonları alabilmemize, bu indirgemeci olmayan eleştirel ve dinamik bilgi üretme yöntemleriyle alternatif gelecekler kurgulayabilmemize katkı sağlıyor. Yeri topraktan yola çıkarak tanımlamaya yatkın olan mimarlık disiplini içinde su, maddesel ve kuramsal özellikleriyle yer tartışmalarına bu açıklıkta dahil olmuyor.
-
ÖgeYaparak öğrenme ve dijital fabrikasyonun kesişimi: Kendi aracını tasarlamak(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Ünlü, Ekin ; Alaçam, Sema ; 502181043 ; Mimari Tasarım Bilim DalıEndüstriyel çağ öncesi yaparak öğrenmeye dayalı ve zanaat odaklı inşaa süreci, endüstriyel çağ sonrasında teknolojinin sağladığı olanaklarla yeniden gündeme gelmiştir. Tasarımcılar, teknolojinin gelişmesiyle birlikte yeni bir dijital zihniyeti benimsemektedir. Tasarıma eklemlenen dijital üretim araçları tasarımcının yeteneklerini artıran, çoğaltan ve zenginleştiren araçlar olarak nitelendirilse de, bu araçların kullanım süreçleri tasarımcının yaratıcı düşünme süreci ile çelişebilmektedir. Tasarım sürecinde kullanılan hemen hemen bütün bilgisayar destekli tasarım ve üretim yöntemleri, kullanıcının bilgisayarda bir dosya oluşturmasıyla başlayıp, kullanıcının dosyayı makineye göndermesiyle sonlanmaktadır. Örneğin tasarım nesnesinin eklemeli olarak üretim sürecinde kullanıcı, süreç üzerinde kısmen malzemenin değişimi üzerinden bir kontrole sahip olsa da dosya gönderildikten sonra sadece izleyiciye dönüşmektedir. Her ne kadar yeni dijital zihniyet benimsenmiş olsa da dijital üretim araçlarının operasyonel mantığının anlaşılmasındaki eksiklik devam etmektedir. Çoğunlukla endüstriyel amaçla kullanılan bu dijital üretim araçları, tasarımda süreçten ziyade son aşamaya dahil edilerek kontrollü ve kesin sonuçlara neden olmaktadır. Sonuç olarak tasarım sürecinde doğrusal bir şekilde araçla kurulan ilişkiler tasarımın keşfetmeye ve yinelemeye dayalı süreci ile arasında bir gerilim barındırmaktadır. Diğer yandan kullanıcılar, dijital fabrikasyon araç üreticisi tarafından beklenmeyen şekillerde bu araçları kullandığında yenilik ve farklı bilgi üretimlerine olanak tanıyor gibi görünmektedir. Gelecekteki tasarım süreçlerinde dijital üretim araçları keşfedici bir şekilde nasıl kullanılır? Bilgisayar destekli tasarım araçlarıyla tasarımcının kurduğu ilişkiyi çözümleyebilmek amacıyla araç kullanıcı (tool-user), araç kırıcı (tool breaker), araç tasarımcısı (tool designer) kavramları önerilmiştir. Böylelikle araştırma bilgisayar destekli üretim araçlarında tasarımcının araç kullanıcı (tool-user) ve araç kırıcı (tool-braker) rolleri keşfe olanak sağlayabilir mi sorusu üzerine temellendirilmiştir. Tez kapsamında lisans düzeyinde dijital fabrikasyon araçlarının tanıldığı bir ders araştırma nesnesi olarak kullanılmıştır. Ders sürecinde dijital fabrikasyon araç ve teknikleriyle karşılaşan mimarlık öğrencilerinin bu araçları kullanma süreçleri araç kullanıcı (tool-user) ve araç tasarımcı (tool-designer) rolleri üzerinden irdelenmiştir. Elde edilen bulgular ve çıktılarla ilişkili olarak öğrencilerin yaratıcılıklarını teşvik eden bükme, parçalama, harmanlama stratejileri belirlenmiştir. Eylem araştırması ile incelenen ders sürecinde bu yaratıcı stratejileri teşvik eden ders, egzersiz, ödev ve konuk içerikleri önerilmiştir. Eylemler sonucunda ders sürecinde üretilen çalışmalar "bükme, parçalama, harmanlama" lensleri üzerinden incelenerek öğrencilerin kullandığı taktikler ortaya çıkarılmıştır. Giriş bölümünde çalışmanın motivasyonu, amaçları ve yöntemi tanımlanmaktadır. İkinci bölümde, mimari tasarımda yaparak öğrenmenin tarihsel süreçteki kırılmaları ve dijital fabrikasyon araçlarının tasarımdaki yerinin güncel durumu tespit edilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde araç ve tasarımcı arasında kurulan ilişkiler, tasarımcının rolünün değişmesi ve kullanılan dijital üretim araçlarının yaratıcılığa etkisi açılarından irdelenmektedir. Dördüncü bölümde, çalışmanın çözümlendiği yöntemi olan eylem araştırması ve yaratıcı düşünme stratejileri açıklanmaktadır. Çalışmanın amacı varolan bilgisayar destekli tasarım ve üretimin tasarım eğitiminde ele alınmasına eleştirel olarak yaklaşmak ve tasarım süreçlerinde araçların yaratıcı keşiflere nasıl dahil olduğuna dair eylem araştırması yöntemiyle kanıtlar bulmaktır. Aynı zamanda tasarım sürecinde araçların rolüne ilişkin teorik bilginin yaparak öğrenme sürecinde farklı stratejilerle nasıl destekleyebileceği üzerine bir çalışma yapmaktır. Tez kapsamında önerilen stratejiler, farklı tasarım süreçlerindeki araç kullanımına ve bunların yaratıcılık üzerine kurulu literatürle nasıl örtüştüğüne bakarak ortaya çıkarılmıştır. Son bölümde ise tasarım ve üretim teknikleri dersi sürecine ilişkin öneriler geliştirilmiş ve ders süreci incelenerek stratejilerin alt gruplarını oluşturacak yeni taktikler ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde tasarım sürecinde kullandığımız dijital üretim araçlarıyla etkileşim şeklimize yeni bir süreç önerilmektedir.
-
ÖgeThe impact of minimalist versus maximalist interior space on human short-term memory(Graduate School, 2022-02-08) Al Samarraie, Shahad Mustafa Fadhil ; Özkan Yıldız, Dilek ; İnce, Gökhan ; 502181030 ; Architectural DesignMinimalism is a widespread movement applied to every aspect of our lives, including our surrounding physical environment. Nevertheless, few experimental studies have been conducted on minimalist design, especially environmental psychology and its effects on psychology and the brain. Also, maximalism is considered as a new trend that has few experimental studies on. On the other hand, human spatial memory, a significant brain function used in everyday life, is affected by the environment that human experience. For this reason, this study explores the impact of the minimalist and maximalist interior spaces on the human's spatial short-term memory. It is examined by the comparison between three virtual living rooms; one of them is minimalist interior space (MNS) which represents a modern designed room with the least number of objects or stimuli, the second is grey-maximalist interior space (GXS) which represents the modern designed room with lots of objects and details but grey scale colors, and the third is colored-maximalist interior space (CXS) which is the same room like GXS but with color. Twenty participants aged 18-35 years have been asked to watch two videos while using the eye tracker device. Ten of them have watched the MNS video and the GXS video, and the others were asked to watch the MNS and CXS video while the video sequence was randomized. Then, they filled a questionnaire about memorizing the interior spaces and the objects there. It is found that the watching order is not significantly effective on the results so that they would not be biased. Also, the eye tracker's results showed that the MNS demands less fixation rate to be memorized with better efficiency than GXS, while the CXS demands the least degree of fixation. The behavioral results showed that the MNS caused the highest retrieving performance level, in contrary to the CXS which caused the least level. While, the GXS had lower retrieving performance level than MNS and higher than CXS levels. However, the MNS generally had the best behavioral results, but the differences mostly were not significant. Also, the color factor made the memorizing process less effort-demanding according to the eye-tracker results than in MNS. In addition, the significant gender differences were detected only in the remembered sketched objects of MNS while females scored higher performance than males. However, it is recommended to enlarge the studies on the MNS to have more vital evidence by using other methods with more participants. Also, it is recommended to explore the effect of color in the MNS on memory performance.
-
ÖgeKültür politikaları ve mekân üretimleri ilişkisi: İstanbul'daki belediye kültür merkezleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-11) Albayrak, Sedanur ; Aksagür Akpınar, İpek ; 502181028 ; Mimari TasarımKültürün politikleşmesi, erişilebilir ve gelişebilir olması için ona bir yönetim mekanizması kurma ve mekân biçme ile başlar. Kurulan yönetim ve mekânlar, kültürün yaşayan ve gelişme gösteren bir pozisyon aldığı durum ile sembolleştiği ve iktidar göstergesi olarak kaldığı durum arasında ince bir çizgide yer alır. Bu çizginin hangi tarafında, ne gibi etmenlerle ve nasıl olunduğunu sorgulamak kültür politikalarına yeni bir tartışma aralığı açma potansiyeline sahiptir. Çalışmanın kavramsal çerçevesini kültür-iktidar ilişkisi, kültür politikaları ve mekân üretimleri oluşturur. Bireylerin sahip olduğu kültür haklarından yararlanabilmesini sağlayan ve kültürü seçkin azınlığın tekelinden çıkarıp demokratikleştiren kültür politikaları, kültür-iktidar ilişkisinin bir ürünüdür. Sosyoloji ve yönetişim alanlarında yoğun çalışmalar yürütülen kültür politikalarının, mekânsal ve kentsel tasarım perspektifinden ele alınması çokça tartışılan kültürel hareketliliğin sağlanması meselesine katkıda bulunma potansiyeline sahiptir. Kültür politikalarının mekân üretimleri, kentte kamusal alan tanımlama ve toplum için ortak değer yaratma potansiyelleri ile sosyal ve kültürel kalkınmada rol oynar. Çalışma kapsamında, tüm ilçelerde kültüre erişim ve katılımın artması için yerel kültür politikalarında mekân ve kent odaklı ne gibi stratejiler geliştirilebileceği sorusuna yanıt aranır. İstanbul'da 2000'li yıllardan itibaren iktidarın kültürel alandaki girişimciliği ile orantılı olarak, kültür ve sanatı tüm ilçelere yaymak adına belediye kültür merkezleri sayıca artış göstermektedir. Birçok belediye kültür merkezi inşa etmeyi bir tanıtım ve rekabet aracı olarak görmekte; sosyal hizmet anlayışından gelen bir üslup ile kültür ve sanatı desteklemeye çalışmaktadır. Bu desteğin, her şeyden biraz mantığı ile nitelik yerine nicelik odaklı olması sebebiyle işlevini tam olarak gösteremediğini söylemek mümkündür. Yapıların işlevsel ve mekânsal özelliklerinde, bulunduğu bölge ve belediyenin sosyo-kültürel alt yapısının etkileri bazen bir sınıra dönüşebilmektedir. Mekân üretim sürecinin belirleyici aktörleri olan belediye başkanlarının kişisel vizyon ve ideolojileri kültür politikalarına, mekânlara ve doğal olarak kente yansır. Bu nedenle, İstanbul'daki kültür yapılarının kent üzerinde büyük etkiler yaratması hedeflenen simgesel örnekleri veya özel kurumların nitelikli mekânları dikkat çekerken, belediye kültür merkezleri ait olduğu belediyeye göre farklılık gösterse de genel anlamda niteliksel olarak geri planda kalmaktadır. Çalışmanın amacı, belediye kültür merkezlerini kentsel ilişkileri, mekânsal ve işlevsel kimlikleri üzerinden inceleyerek gündelik hayata katılımlarını sorgulamak ve görünür kılmaktır. Çalışmada kültüre biçilen bu kemikleşmiş mekân tipolojisinin iktidar ilişkileri, ideolojiler ve kentsel tasarım yaklaşımları çerçevesinde benzeşen ve ayrışan yönleri ele alınır. Yöntem olarak kavramsal okumaların ışığında farklı bağlamlarda, farklı mekânsal ilişkilere sahip dört örnek projenin (Beylikdüzü Atatürk K.S.M., Şişli Nazım Hikmet K.S.M., Kartal Bülent Ecevit K.M. ve Zeytinburnu K.S.M.) incelemesi yapılır. Yapıların projelendirilme süreçleri, programları ve ait oldukları belediyelerdeki (ideolojilerdeki) farklılık seçilmelerinde belirleyici olmuştur. Seçilen örneklerin gündelik yaşama katılabilme ve canlılık yaratabilme düzeyleri; çevre ile kurduğu ilişkileri, mekânsal-işlevsel kimlikleri ve aktörlerinin söylemleri üzerinden bütüncül bir inceleme ile anlamlandırılmaya çalışılır. Yöntem ile yapılmaya çalışılan, kültür politikaları ve mekân üretimi ilişkilerini tekil yapılar üzerinden tespit etmek değil; İstanbul genelinde gözlenen durumların yapılar üzerinde nasıl incelenebileceği ve somutlaştırılabileceği üzerine bir öneri sunmaktır. Kültür politikaları ile mekân üretme pratikleri arasındaki ilişkileri ortaya koyan çalışma; yerel ölçekte kültür merkezlerinin var olma biçimlerini sorgularken, belediyelere ve bireylere kültürel mekân üretimine bütüncül ve eleştirel bir bakış açısı sunmaya çalışır.
-
ÖgeEvcil pratikler: Seksenli yıllarda ev imgesi ve mekansal izdüşümler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-18) Kara, Büşra ; Uz, Funda ; 502181039 ; Mimari TasarımEv, kendine has fiziksel örgütlenmesinin ötesinde farklı anlam katmanlarıyla kuşanmış sosyo-kültürel bir ağ niteliği taşımaktadır. Bugün evle kurduğumuz ilişki, esnek bir zeminde ifade bulmakta ve süregelen bir dönüşüm içermektedir. Tezin amacı, ev olgusunun toplumsal dönüşümlerden etkilenme biçimini, hangi süreçlerle şekillendiğini, nasıl taktikler geliştirdiğini ve büründüğü yeni anlamları analiz etmektir.
-
ÖgeCinsiyetli mekânsal hareketlilikler: İş ve evin müzakere alanları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-18) Armağan, Oya Yeşim ; Aksugür Akpınar, İpek ; 502181027 ; Mimari TasarımBu araştırmanın sunduğu tartışma zeminine dayanarak şu sonuca varılabilir; ev ve iş hem kentsel alanda hem de evsel alanda bir müzakere halindedir ve bu alanlar karşılıklı kaymalar yoluyla tanımlansa da aslında toplumsal cinsiyet ve konumlar gözetildiğinde tek bir model çizilemeyecek kadar karmaşıktır. Bu bulgular mimarlığı mekanları sabitlikler üzerinden ele almak yerine; çoklu, öznel ve diferansiyel coğrafyalar aracılığında mekânsal hareketlilikler tarafından yeniden düşünmeye davet eder.
-
ÖgeToplu konut bağlamında bir mimarlık tartışması: Evidea konutları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-27) Engel, Onursal ; Sönmez, Nizam Onur ; 502181026 ; Mimari TasarımBu tez çalışması, 2003 yılında İstanbul'daki kentsel dönüşüm ve hızlı toplu konut üretimi süreçleri içerisinde Ümraniye-Çekmeköy bölgesinde bir GYO (Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı) projesi olarak üretilmeye başlanmış olan Evidea toplu konutlarını, tasarım süreci ve kararları, mimarları ve mimari söylemleri, üretim süreci ve yapının bugünü ile birlikte analiz edilmesini amaçlamaktadır. Üretim modeli, yatırımcıları ve teknik ve yasalara tabi tasarım kısıtlamaları ile birlikte, İstanbul'da bugün artık alışılmış olan kapalı toplu konut sitelerinden biri olarak yola çıkan Evidea'nın, "tasarım" yoluyla ortaya çıkarılmaya çalışılan alternatif pozisyonu tartışılmaktadır. Tez işveren, mimar ve yapı arasındaki ilişkileri, dönemin şartları, piyasa ve yasal kısıtlar dahilinde ortaya çıkarılan sonuç üründeki tasarım kararlarıyla birlikte anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken işverenlerinden Hakan Kodal'ın beklentilerini, yapının üretim süreci içindeki değişimleriyle birlikte ortaya çıkan son halini, mimarları Emre Arolat, Nevzat Sayın ve İhsan Bilgin'in yapıya dair tasarımsal söylemleri ve tasarım kararlarına dair verdikleri mimari referansları sorunsallaştırmayı amaçlamaktadır. Tezin özgün araştırma konusunu oluşturan Evidea Toplu konutları, tez kapsamında 2000 sonrası konut üretimlerinde başlayan değişimler, orta sınıfla ilişkili konut üretimi ve yapının hikayesi ve tasarımına dair tartışmaların ilerletildiği üç ana başlık üzerinden incelenecektir. Bu başlıklar Evidea Konutları merkezli bu çalışmanın kapsamını oluştururken, başlıkların oluşmasını sağlayan arka plan ise tezin teorik çerçevesini ortaya koymaktadır. Tez, öncelikle Evidea Konutlarını var eden 2000'li yılların başında İstanbul'da konut ve inşaat süreçleri içinde şehirleşmeye, yatırımcılara, konut sunum biçimlerine ve kullanıcılara dair değişimleri ve bunların mimarlığa etkisini Evidea Konutları merkezinde tartışmaktadır. Bununla birlikte Evidea Konutları özelinde işveren ve mimarlarının ısrarla üstünde durduğu "orta sınıf için konut" söylemi, sınıf kavramının farklı tanımlamaları ve Türkiye'deki orta ve alt sınıfların ne olduğuna dair bir tartışmayla birlikte ele alınarak, sınıf kavramıyla ilişkili konut bağlamında tartışılarak, tanımlanmaya çalışılmıştır. Tezin araştırma yöntemi gömülü kuram (grounded theory) etrafında şekillenmiştir. Yöntem kapsamında, Evidea projesinin ilk yatırım kararından tasarım sürecine, üretimine ve bugününe gelen süreçteki tüm hikayesi, belgeleme, derleme, yapıya dair gözlemler/karşılaştırmalar, işveren ve mimarlarıyla yapılan yarı yapılandırılmış görüşmeler sonucunda ortaya çıkan tüm veriler, yapının mimari söylemleri ve olası tarihsel referansları ile birlikte dördüncü bölümde tartışılmıştır. Bu tartışma, yapının salt tasarımsal kararlarının yanı sıra tasarım kararların olası tarihsel referanslarını, yapının güncel ve tarihsel örneklerle karşılaştırmasını, İstanbul'daki diğer toplu konut tasarımlarının içinde Evidea'nın pozisyonunu da içermektedir. Sonuç bölümünde ise tüm tartışmalar birlikte ele alınarak, bir meslek insanı olarak mimarın üretim süreçlerine mimari tasarım yoluyla etkisi tartışılmaya çalışılmış ve üretiminin üzerinden geçen 15 yılın ardından Evidea Konutlarının İstanbul konut stoğu içindeki yerine dair bir çıkarım yapılmaya çalışılmıştır.
-
ÖgeBoş mekan: Eleştirel bir olasılıklar alanı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-27) Gasseloğlu, Mehmet Ali ; Çebi Dursun, Pelin ; 502181021 ; Mimari TasarımÇalışma, kentsel mekanda taktiksel müdahalelerin bir çeşit boşluğa ihtiyaç duydukları savından hareketle, bir mekansal nitelik olarak boşluğa odaklanmaktadır. Fiziksel veya fiziksel olmayan bir eksikliği, bir bilinmeyeni, tanımsız bir durumu, belirsizliği veya açıklığı ifade edecek şekilde çok geniş bir alanda karşılık bulan boşluk kavramı, sözlük anlamının aksine tanımlar, tartışmalar ve anlamlarla doludur. Mimarlık alanında da mekan anlayışıyla paralel bir şekilde boşluk yorumlarının da zaman içinde farklılık gösterdiği görülmektedir. Günümüzde otorite tarafından boş mekan; tasarlanmamış, planlanmamış, tanımsız, terk edilmiş, artık mekan gibi tanımlamalarla ilişkilendirilir. Bu tanımlardan hareketle boş mekanı 'doldurulmayı' bekleyen pasif bir boşluk olarak kabul eden mimarlık ve planlama disiplinlerinin yaklaşımlarının aksine, araştırma kapsamında boş mekan, tanımlı mekansal kurgunun içinde kuralların geçici olarak askıya alındığı ve tam da bu sebeple sürekli olarak mekansal ilişkilerin kurulup yıkıldığı bir olasılıklar alanı olarak görülmektedir. Çalışma kapsamında otorite tarafından 'boş' olarak nitelendirilen ancak aslında çok sayıda pratiğin gerçekleştiği mekanlar üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu bakımdan 'Boş Mekan: Eleştirel Bir Olasılıklar Alanı' başlığı, boş mekanın çelişkili durumunu vurgulamaktadır. Başlıkta 'boş mekan' otorite tarafından tanımlanan bir nitelik olarak kullanılırken, 'eleştirel bir olasılıklar alanı' tanımı, bu tez kapsamında geliştirilen boş mekan anlayışına karşılık gelmektedir. Disiplinin tanımlı alanının dışında kalan pratiklerin gerçekleşmesi bakımından 'boş mekan' kaçınılmaz olarak eleştirel bir pozisyon taşımaktadır. Tezin üçüncü bölümünde yer verilen mimarlık alanındaki eleştirel yaklaşımlar ile boş mekan arasında bir bağlantı kurularak boş mekan pratikleri eleştirel mekansal pratiklerle ilişkilendirilmektedir. Gerçekleşen aktiviteler, yapma biçimleri, sürece katılan aktörler, mülkiyet ilişkileri ve süreçler bakımından farklılık gösteren 'boş mekan' pratiklerinin incelenmesi ile sosyoekonomik süreçlere bağlı hareket eden mimarlık disiplininin normatif pratiklerine dair eleştirel bir bakış geliştirilebilir. Boş mekanı oluş halinde bir çokluk olarak ele alan çalışmada, çoklu bir değerlendirme yöntemi olarak asamblaj düşüncesine başvurulmuştur. Asamblaj düşüncesi bu araştırmaya iki boyutlu bir katkı sunmaktadır. Birincisi; asamblaj düşüncesini insan, insan olmayan, fiziksel, fiziksel olmayan aktörlerin bir araya gelerek oluşturduğu katılaşmayan bir mekan yaklaşımının eleştirel mekansal pratiklerin mekan anlayışı ile örtüşmesidir. İkincisi ise, asamblaj düşüncesinin durumları betimlemek yerine arkasında gerçekleşen ve gerçekleşmesi muhtemel ilişkileri ortaya çıkarmayı amaçlayan bir yöntem sunmasıdır. Mekan kurma pratikleri, kurucu aktörler ve gerçekleşen aktiviteler (ağlar) olmak üzere çokluğu oluşturan bileşenler ve bu ilişkilerin nitelik ve kapasiteleri, kuruluş biçimleri ile zamansallıkları araştırma kapsamında üretilen haritalamaların katmanlarını oluşturmaktadır. Araştırma, boş mekanda 'başka türlü yollarla' gerçekleştirilen mekansal pratiklere dair örnekleri derleyerek, boş mekanın bu pratiklerin gelişmesine etkisini ve bu pratiklerin olası eleştirel pozisyonlarını tartışmaya açmak amacıyla bir okuma önermektedir. Mimarlık disiplininin normatif alanını ve mevcut toplumsal düzeni dönüştürme kapasitesini örtük olarak barındıran boş mekan, ancak aktörlerle etkileşime geçtiğinde bu kapasiteler gerçekleşebilmektedir. Boş mekanın ilişkili pratikler, aktörler, ölçek, zamansallık gibi ölçütler bakımından oldukça geniş bir alana yayıldığı düşünüldüğünde incelenen çok sayıda örnek arasından karmaşık topluluk ilişkilerinin ortaya çıktığı ve geliştiği, görece uzun süreli pratiklere odaklanılması tercih edilmiştir. Çalışma, ilk aşamada incelenen 13 örnek arasından etki alanları en geniş olan dört örnek; El Campo de Cebada (Madrid), Kraftwerk Bille (Hamburg), Forte Prenestino (Roma) ve Prinzessinnengarten (Berlin) üzerinden yürütülmüştür.
-
ÖgeKentsel mekanda görünen ve görünmeyen sınırlar arasındaki ilişkinin çözümlenmesi: Tarlabaşı üzerine bir inceleme(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Çatalbaş Çiltaş, Merve ; Yıldız Özkan, Dilek ; 502181034 ; Mimari TasarımSınır kavramını, kent, toplum ve mekan kavramları çerçevesinde disiplinler arası bir yaklaşımla ele alan çalışmanın amacı kent içinde zamanla oluşmuş veya oluşturulmuş görünen ve görünmeyen sınırları kentsel pratikler, mekansal dönüşümler ve toplumsal değişimler eşliğinde deşifre etmektir. Çalışmaya görünen sınırların yani fiziksel ve mekansal sınırların kent içinde görünmeyen sınırlar olarak adlandırılan sembolik ve sosyal sınırları derinleştirdiği ve dönüştürdüğü varsayımı ile yola çıkılmıştır. Sınır mefhumu çok boyutlu bir yapıya sahip olduğundan net bir neden sonuç ilişkisi içinde indirgemeci bir yaklaşımla açıklamaya çalışmaktan ziyade sınır olgusunu tümevaran bir yaklaşımla incelemek daha yerinde görünmektedir. Bu nedenle çalışmanın literatür araştırması kısmında sınır kavramına ve kavramın yapı sökümüne odaklanılmıştır. Çeşitli sınır türleri ve yapısal özelliklerine değinildikten sonra kentsel ve mekansal ölçekte sınır örneklerine yer verilmiştir. Çalışma alanı olarak katmanlı toplumsal ve mekansal yapısıyla Tarlabaşı Semti belirlenmiştir, katmanlı yapı içerisinde yaşanan sosyal ve fiziksel dönüşümler semt içinde çeşitli sınırlar yaratırken, sınırlara karşı uygulanan kentsel müdahaleler mevcut sınırları dönüştürmüştür ve bazı durumlarda daha da derinleştirmiştir. Tarlabaşı'nda sınırlar ilk olarak kozmopolit toplumsal dokuda belirmiş ve gayrimüslimlerin zorunlu göç ettirilmesi ile yerini farklı dinamiklere bırakmıştır. 1970 sonrası aldığı yeni göçlerle Tarlabaşı'nda çöküntüleşme süreci başlamıştır. Çöküntüleşme sürecine ek olarak; suçla anılan bir mekan haline gelmesine neden olan çeşitli kentsel politikalar vardır. Bu politikalardan biri ise 1980'li yılların ikinci yarısında başlayan bulvar yıkımlarıdır. Tarlabaşı Bulvarı inşaatı gibi net bir sınır, semti Beyoğlu'ndan tamamen koparmıştır. Çizilen bu kentsel sınırla çöküntüleşme süreci kaçınılmaz olarak hızlanırken yapısal ve toplumsal iyileştirme adına müdahaleler yapılmamıştır. 2005 yılında İstanbul'un ilk yenileme alanı ilan edilen semtte dokuz yapı adasında kentsel dönüşüm projesi başlamıştır. Semt içinde sokakları ve kentsel pratikleri kesintiye uğratan mekansal bir sınır olarak kentsel dönüşüm alanı, kullanıcıların da değişmesi ile toplumsal bir dönüşüm yaratmış olup mevcut sosyal ve sembolik sınırları derinleştirmiştir. Tarlabaşı semti, sınırları doğrultusunda kamusal yüz ve mahrem yüz olarak ayrılmıştır, mahrem yüz semtin içini ve sokaklarını tariflerken, Tarlabaşı Bulvarı ve Kurtuluş Deresi Caddesi'nin fiziksel sınır çizdiği yerler kamusal yüzü tarifler. Kamusal ve mahrem yüz ayrımının yapılmasındaki nedense görünmeyen sınır türlerinin bu yüzlerde farklı özelliklere sahip olmasıdır. Mahrem yüzde sosyal ve sembolik sınırlar bulanık ve etkileşime açıktır, net bir ayrım tariflemez, semt içinde toplumsal ayrım ve eşitsizlik hissedilmez, kamusal yüzde ise sınırlar nettir, etkileşime açık değildir; mekansal ve toplumsal dışlanmayı besler. Sınır bilgisinin inşa edilmesinde önemli rol oynayan anlama ve açıklama arasındaki ilişki üzerinden sınırların deşifre edilmesi amaçlanmıştır, ancak görünmeyen bir mefhum olarak sınırın nasıl görünür kılınabileceği yönteme dair sorulan bir soru olmuştur. Bu soru doğrultusunda yöntem Tarlabaşı'nın kentsel yıkım ve toplumsal dönüşüm süreçlerini ele alan belgesel türünde üç filmin analiz edilmesi üzerine kurulmuştur. Mekansal ve toplumsal değişimlerin okunmasında bir arayüz görevi görecek olan filmler üç farklı film analizine tabi tutulmuştur. İlk analiz çeşidi kentsel mekanın ritmi, ritim içinde gözlemlenen sınırlara dair analizler; ikincisi filmin görsel malzemelerinden üretilen kentsel anlatı temelli analizler ve son olarak filmlerde Tarlabaşı'na ve toplumsal yapısına dair söylemlerden elde edilen eleştirel söylem analizleridir. Bu analizlerden elde edilen verilerle görünmeyen sınır mefhumu değişen kentsel pratiklerde, kent aktörlerinin söylemlerinde ve kamusal alan kaybında gözlemlenebilmiş ve yorumlanmıştır. Filmlerde Tarlabaşı'nın bulvar yıkımları ve kentsel dönüşüm yıkımlarına değinilmiş; bu süreçlerden etkilenen toplumsal dokunun değişimine vurgu yapılmıştır. Elde edilen bulgularda toplumsal eşitsizlik, mekansal ayrışma, sosyal dışlanma ile sonuçlanan toplumsal problemler ortaya çıkarken; fiziksel ve mekansal sınırların görünmeyen sınırları ne denli derinleştirdiği de açığa çıkmıştır.