LEE- Kimya-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 58
-
ÖgeCıva(II) iyonuna karşı seçici ve hassas kromenilyum-siyanin tabanlı yeni bir kemodozimetrenin geliştirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-20)Kimyasal sensörler bakımından geniş bir kullanım alanına sahip olan rodamin bileşiği, 1905 yılında m-aminofenol ve ftalik anhidritin bir Lewis asidi varlığında reaksiyona sokulmasıyla ilk kez sentezlenmiş olup, ksanten grubunun bir türevidir. Bu bileşiklerle gerçekleştirilen analizlerin sonuçları, benzersiz tespit mekanizmalarına ek olarak, yüksek floresans verimi, yüksek molar absorpsiyon katsayısı ve uzun uyarım ve emisyon dalga boyları gibi özellikleri sayesinde son derece hassas ve doğrudur. Kapalı spirolaktam halkası nedeniyle geniş bir pH aralığında zayıf floresans özellik gösteren rhodamin türevleri, bir analit varlığında veya asidik koşullarda bu halkasının açılması ile kantitatif analiz yapılmasına olanak tanır. Bu süreç, molekül boyunca π-bağı konjugasyonunun sağlanmasıyla bileşiğin güçlü bir floresans göstermesine ve absorpsiyon ve emisyon dalga boylarının artmasına neden olur. Yakın kızılötesi (NIR) kimyasal sensörler, biyolojik ve çevresel analizlerde geniş kullanım alanı bulmaktadır. Bu sensörlerin tercih edilme sebeplerinden biri, NIR bölgedeki absorpsiyon ve emisyonların cihaz arka plan gürültüsünü minimize etmesidir. Ayrıca, NIR ışığın yüksek doku penetrasyon kabiliyeti, hücre içi çalışmalarda daha derin görüntüleme sağlar ve bu dalga boyunda hücreye zarar verme olasılığı önemli ölçüde azalır. Özellikle rhodamin-siyanin (veya kromenylium-siyanin) türevli kimyasal sensörler, NIR bölgede faaliyet gösterdikleri ve rhodamin türevli bileşiklerde benzersiz tespit mekanizmalarına sahip oldukları için yaygın olarak tercih edilmektedir. Bu sensörler, biyolojik sistemlerde daha hassas, doğru ve güvenilir analizlerin gerçekleştirilmesine olanak tanıyarak önemli avantajlar sunar. Cıva, doğada son derece toksik bir ağır metal olup, düşük konsantrasyonlarda bile yaşamı tehdit eden ciddi riskler teşkil edebilir. Merkezi sinir sistemi organları başta olmak üzere birçok organda ciddi patolojik etkiler gösterebilir. Az miktarda cıvaya maruz kalan bireyler, kısa sürede merkezi sinir sistemi bozuklukları ve endokrin disfonksiyonları gibi belirtiler sergilemeye başlarlar. Ayrıca, kardiyak aritmler ve renal disfonksiyonlar da cıva zehirlenmesinin diğer klinik belirtileri arasında yer alır. Cıvanın vücuttan atılamaması ve biyotransformasyona uğramaması, onun daha tehlikeli bir metal haline gelmesine neden olur. Vücutta biyoakümülasyona uğrayarak birikmesi, merkezi sinir sistemi üzerindeki nörotoksik etkilerini artırır. Cıvanın toksisitesi evrensel olarak kabul edilmiştir ve ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından yapılan değerlendirmelere göre, günlük cıva maruziyeti vücut ağırlığı kilogramı başına 0.1 μg'ı aşarsa, cıva birikimi ölümcül sonuçlara yol açabilir. Bu sebeplerden ötürü, cıva konsantrasyonunun doğru ve hızlı bir şekilde belirlenmesi büyük önem arz etmektedir. Günümüzde cıva tayini için Atomik Absorpsiyon Spektrometresi (AAS) ve İndüktif Eşleşmiş Plazma Kütle Spektrometresi (ICP-MS) gibi analitik teknikler kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemler, yüksek maliyetli cihaz ve ekipman gereksinimi, karmaşık numune hazırlık süreçleri ve nitelikli personel ihtiyacı gibi dezavantajlara sahiptir. Alternatif olarak, florometrik ölçümler sağlayan kimyasal sensörler, duyarlılık, seçicilik, düşük maliyetli ekipman gereksinimi, basit ve hızlı numune hazırlık süreçleri gibi avantajları nedeniyle artan bir ilgi görmektedir. Özellikle bu sensörlerin kullanım kolaylığı ve gerçek zamanlı analiz yapabilme kabiliyetleri, onları biyolojik ve çevresel analizlerde cazip kılmaktadır. Bu tez çalışmasında, fenil izotiyosiyanat modifikasyonlu kromenilyum-siyanin bazlı bir sensör platformu (NIR9) sentezlenerek, hem UV-Gör hem de floresans teknikleri kullanılarak NIR9 probu üzerinden Hg2+ iyonlarının analizi gerçekleştirilmiştir. Sentetik sürecin ardından, probun moleküler karakterizasyonu, NMR spektroskopisi, IR spektroskopisi ve yüksek çözünürlüklü kütle spektrometrisi (HRMS) gibi yöntemlerle detaylı olarak yapılmış ve bileşik yapısı açıkça tanımlanmıştır. Normal şartlarda soluk sarı renkte olan NIR9 probe çözeltisi, Hg2+ iyonlarının varlığında koyu yeşil renge dönüşmekte ve bu değişiklik sonucunda 750 nm'de güçlü bir floresan emisyonu gözlenirken, UV-Gör spektrumunda 715 nm'de yeni bir absorpsiyon bandı ortaya çıkmaktadır. Hg2+iyonlarına karşı seçici ve hassas olan probun titrasyon çalışmaları detaylı bir şekilde yürütülmüş ve elde edilen verilere göre, tespit limitleri UV-görünür ve floresans titrasyon ölçümleri için sırasıyla 3,7 × 10-8 M ve 2,3 × 10-8 M olarak belirlenmiştir. NIR9 kimyasal sensörünün Hg2+ için yanıt süresi, Uv-gör deneylerle 20 dakika olarak ölçülmüştür. Ayrıca, diğer metal iyonlarının girişimi incelenmiş ve sadece Cu2+ iyonunun Hg2+ cevabını etkilediği gözlemlenmiş, bu durum UV-Gör ve florometrik çalışmalarla doğrulanmıştır. NIR9 probu içme suyu, göl suyu ve çeşme suyu gibi gerçek numunelerde Hg2+ iyonlarını başarıyla analiz edebilmiş ve bu probun pratik uygulamalarda etkinliğini göstermiştir. Sonuç olarak, UV-Gör ve floresans teknikleriyle çift kanallı analiz yapabilen, fenil izotiyosiyanat modifikasyonlu rhodamin-siyanin tabanlı seçici ve hassas bir Hg2+ kimyasal sensörü literatüre kazandırılmıştır.
-
ÖgeAnadolu arı sütlerinde şeker ve organik asit içeriklerinin kapiler elektroforez ile tayini ve antioksidan aktivite araştırması(Graduate School, 2024-08-16)Sağlıklı ve besleyici fonksiyonel gıda ürünlerine olan ilgi ve bu ürünlerin tüketimi son yıllarda oldukça artmıştır. Fonksiyonel gıdalar, besin değerlerinin yanısıra hastalıklara karşı koruyucu, büyüme ve gelimeyi destekleyen biyoaktif unsurları içeren gıdalardır. Fonksiyonel gıda olarak kabul edilen arı ürünleri sağlık üzerine olumlu etkileri nedeniyle geleneksel tıpta yüzyıllar boyunca kullanılmıştır. Kimyasal içeriği bakımından zengin olan arı ürünleri antioksidan, antibakteriyel, antikanser ve antiinflamatuvar gibi biyoaktivitelere sahip olup doku yenilenmesinden kanser tedavisine kadar çok geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Arı ürünlerinin kullanımının artmasıyla birlikte arıcılık, dünyadaki en yaygın sosyoekonomik faaliyetlerden biri haline gelmiştir. Zengin bitki örtüsü sayesinde Anadolu, arıcılık faaliyeti için elverişli bir saha oluşturmakta ve birçok arı ürününe ev sahipliği yapmaktadır. Arı sütü, işçi arıların hipofaringeal ve mandibular bezlerinden salgılanan bir arı ürünüdür ve kraliçe arının temel besin maddesidir. Larval ve ergin dönemleri boyunca arı sütü ile beslenen kraliçe arılar, yalnızca larval dönemin ilk üç günü arı sütü ile beslenen işçi arılara göre daha üstün özelliklere sahiptirler. Arı sütü su, proteinler, karbonhidratlar, lipitler, iz mineraller, suda çözünür vitaminler, serbest amino asitler ve henüz tanımlanmamış birçok diğer bileşeni içeren kompleks bir üründür. Besin içeriği bakımından zengin olan arı sütünün büyüme ve gelişmeyi hızlandırdığı ve yaşlanma sürecini yavaşlattığı bilinmektedir. Antioksidan, antikanser, antimikrobiyal, antihiperkolesterolemik ve anti-inflamatuar aktiviteler gibi kanıtlanmış çeşitli farmakolojik aktivitelere sahiptir. Bu tez çalışmasının amacı Anadolu arı sütünün besin içeriğinin ve antioksidan aktivitesinin aydınlatılmasına ve arı ürünlerine dair literatüre katkıda bulunmaktır. Bu kapsamda, Anadolu'nun 13 farklı ilinden toplanan toplam 15 adet arı sütü örneğinin şeker ve organik asit içerikleri basit ve hızlı kapiler elektroforez (CE) yöntemleri kullanılarak tayin edildi. Kapiler elektroforez, yüksek bir elektrik alan altında iyonların elektroforetik hareketliliklerine bağlı olarak ayrılmalarını sağlayan güçlü bir ayırma ve analiz tekniğidir. Şekerler, biyolojik sistemler üzerindeki çeşitli rolleri sayesinde tıp, gıda bilimi ve biyokimya gibi birçok alanda önemli bileşiklerdir. Kromofor grupların eksikliği sebebiyle şekerler genellikle ultraviyole (UV) dedektör ile direkt olarak tespit edilemezler. Bu yüzden tez kapsamında arı sütü örneklerindeki şekerlerin analizi, CEUV sistemi kullanılarak indirekt UV deteksiyon metodu ile gerçekleştirildi. Bu metotta ayırma elektrolitine kromofor bir madde eklenerek devamlı bir sinyal oluşturulur. Analit zonu dedektörden geçerken absorbans düşer ve elektroferogramda negatif bir pik oluşur. Böylelikle türevlendirme işlemine gerek kalmadan şekerlerin analizi gerçekleştirilir. Analit pikinin göç zamanı ve alanı kullanılarak kalitatif ve kantitatif tayin yapılır. Negatif pik referans dalgaboyu kullanılarak pozitif bir pike çevrilerek de piklerin analizi gerçekleştirilebilir. Organik asitler, asidik özelliklere sahip organik bileşiklerdir. Doğal olarak gıdalarda bulunabileceği gibi gıda ürünlerinin raf ömrü süresince aynı kalitede kalmasını sağlamak ve besin kalitesini artırmak amacıyla gıdalara ilave katkı maddesi olarak eklenirler. Böylece ürünlerin tat, koku, renk, yumuşaklık gibi fiziksel özelliklerini ve besin değerlerini korurlar. Arı sütünde ise organik asitler doğal olarak bulunurlar. Arı sütünün kalitesinin ve besin değerinin bilinmesi için organik asitlerin analizi önemlidir. Küçük organik asitler de şekerler gibi kromofor gruplar içermez ve UV deteksiyon ile direkt olarak tespit edilemezler. İndirekt-UV deteksiyonları ise düşük hassasiyetle sonuçlanır. Bu yüzden tez kapsamında arı sütü örneklerinin organik asit içerikleri, küçük organik asitlerin direkt olarak tayin edilebilmesini mümkün kılan temassız iletkenlik dedektörü (C4D) ve buna bağlı bir CE sistemi ile analiz edildi. Arı ürünlerinin potansiyelini ortaya koyan bir diğer faktör ise antioksidan aktivitedir. Fizyolojik faaliyetler sırasında veya çevresel faktörler ile oluşan serbest radikaller ve reaktif bileşikler antioksidanlar sayesinde indirgenerek temizlenirler. Bu nedenle antoksidanların tüketimi sağlık açısından önemlidir. Çalışmanın son aşamasında arı sütü örneklerinin antioksidan aktiviteleri Folin-Ciocalteu testi ve demir iyonu indirgeyici antioksidan güç (FRAP) testi olmak üzere iki farklı yöntem ile tayin edildi.
-
ÖgeGlutamik asidin temassız iletkenlik dedektörü kullanılarak kapiler elektroforez yöntemi ile çeşitli gıdalardaki tayini(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-20)Teknolojinin de gelişmesiyle birlikte insanoğlunun paketli ve hazır gıdalara ulaşması gün geçtikçe kolaylaşmaktadır. Fakat kolay üretilebilir ve kolay tüketilebilir bu besin maddelerinin sağlığa olan etkileri her geçen gün yeni bir tartışma kapısı açmaktadır. Bu sebeptendir ki son yıllarda gıda analiz sektörü önem kazanmış olup fazlasıyla yatırım almaya başlamıştır. İnsanların bilgiye ulaşmasının kolaylaşması ile birlikte de sağlıklı, doğal ve güvenilir gıdaya yönelim artmaktadır. Özellikle hazır ve paketli gıdalarda rastladığımız katkı maddelerinin sağlık etkilerinin tartışılması ile bu maddelerin analizi ve tayini önem kazanmıştır. Bu maddelerden biri olan ve hemen hemen herkesin aşina olduğu monosodyum glutamat (MSG), glutamik asidin bir tuzudur. MSG'nin 1960'lı yıllardan beri insan sağlığına olumsuz etkisi olup olmadığı tartışılmaktadır. MSG, gıdalarda lezzet artırıcı olarak kullanılan bir katkı maddesidir. Cipslerde, soslarda, Çin eriştelerinde ve birçok paketli gıdada MSG kullanılmaktadır. Glutamik asit esansiyel olmayan bir aminoasittir. Dolayısıyla insan vücudunda üretilebilir. Suda çözündüğünde genellikle anyonik formda bulunur. İnsan vücudunda nörotransmiter madde olarak görev alır. Aynı zamanda gıdalara umami tat katar. Glutamik asit, domateste ve soyada yüksek miktarda bulunur. Kapiler elektroforez (CE), bir ayırma ve tayin yöntemidir. CE yönteminde ayrılma, taneciklerin elektrik alan altındaki mobilite farklılıklarına dayanarak gerçekleşir. Bu yöntem ile birlikte oldukça hızlı analiz yapmak mümkündür. Aynı zamanda az madde sarfiyatı, kolay uygulanabilmesi ve yüksek ayırma gücü diğer avantajları arasında yer alır. Bu tez çalışmasında CE, temassız iletkenlik dedektörü ile birleştirilmiştir. Temassız iletkenlik dedektörü (C4D) ile birlikte oldukça hassas analizler yapmak mümkündür. Bu sebeple CE-C4D yöntemiyle birlikte hızlı ve hassas bir şekilde glutamik asit tayini yapmak mümkündür. Literatürde de bu yöntem ile çeşitli gıdalarda glutamik asit tayini yapılan bir çalışma bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada gıda analizinde de kullanılabilecek yeni bir yöntem bulmak hedeflenmiştir. Bu çalışmada tampon olarak 2-hidroksi-3-[(1-hidroksi-2-metilpropan-2-il)amino]propan-1-sülfonik asit (AMPSO) kullanılmıştır. Tampon pH'ı 8,5'a ayarlanmıştır. Glutamik asit sulu çözeltide negatif yüklü olduğu için ayırma voltajı negatif uygulanmıştır. Ayrıca kapiler katyonik bir yüzey aktif madde olan setilpiridinyum bromür ile kaplanmıştır. Tampon çözeltisi 50 mM AMPSO ve 0,2 mM setilpiridinyum bromür içermektedir. pH Tris ile 8,5'e ayarlanmıştır. Ayırma voltajı -28 kV olarak belirlenmiştir. Geliştirilen yöntem ile glutamik asit için dedeksiyon limiti (LOD) 0,05 mg/L ve tayin limiti (LOQ) 0,15 mg/L olarak bulunmuştur. Bununla birlikte geliştirilen yöntem için geri kazanım değerleri %83,23 ile %100,75 arasındadır. Kalibrasyon grafiğinin lineer aralığı ise 0,15 mg/L ile 80 mg/L aralığındadır ve r2 değeri 0,9986'dır.
-
ÖgeThienothiophene and dithienothiophene derivative P-type organic semiconductors for perovskite solar cells(Graduate School, 2025-01-23)Organic compounds have gained significant attention due to their tunable physical and chemical properties, making them highly suitable for electrical and optoelectronic applications. Among these, thiophene-based derivatives, such as thienothiophenes (TT) and dithienothiophenes (DTT), exhibit excellent conjugation, stability, and conductivity, making them ideal candidates for organic material research. Organic semiconductors, characterized by their excitonic charge transport, offer advantages over traditional inorganic materials, including flexibility, lightweight properties, and cost efficiency. This study focuses on the synthesis of thienothiophene-based materials for application in perovskite solar cells. The synthesized molecules employ a donor-π-donor (D-π-D) framework, incorporating TT and DTT as π-bridges and electron-rich donor groups such as EDOT, thiophene, and methoxy-substituted triphenylamine (TPA(OMe)₂). Five distinct molecules—TT-Ph(EDOT-TPA(OMe)₂)₃, DTT-Ph(Th-TPA(OMe)₂)₄, DTT-Ph-(EDOT-TPA(OMe)₂)₄, TT-PhOMe-(EDOT-TPA(OMe)₂)₂, and DTT-PhOMe-(EDOT-TPA(OMe)₂)₂—were synthesized via lithiation, bromination, and cross-coupling reactions (Suzuki and Stille couplings). Their structures were confirmed using 1H-NMR spectroscopy. The optoelectronic properties of these materials were analyzed through fluorescence, UV-Vis spectroscopy, and cyclic voltammetry, with the goal of optimizing their performance in perovskite solar cells. The findings of this research contribute to the development of high-performance organic semiconductors for next-generation photovoltaic applications.
-
ÖgeSynthesis and applications of aza-BODIPY derivatives with benzoic acid functional groups(Graduate School, 2024-06-25)With their unique absorption and emission properties, near-infrared (NIR) dyes have emerged as versatile tools in various fields such as biomedical imaging, cancer theranostics, photovoltaics, and sensing applications. Originated by the charge transfer of a metal-ligand complex or a conjugated organic molecule, these dyes exhibit light absorption and emission in the near infrared area of 780-2500 nm. Upon irradiation with light, these dyes can excite their electrons to an elevated energy level, and subsequently electrons return to the ground state through light emission, thus generating fluorescence and becoming significant tools for biotechnological applications. Shifting of absorption to longer wavelengths in the near-infrared (NIR) range provides advantages such as reduced scattering, minimized photodamage, and improved penetration into deep tissues. NIR dyes encompassing cyanine, squaraine, phthalocyanine, porphyrazine and porphyrin dyes have unique chemical structures and spectral properties. Until recently, porphyrins and phthalocyanines were the commonly studied among these dye groups. Despite their strong absorption in the IR and near-IR regions, excellent chemical and thermal stability, and suitable redox properties for activating semiconductors, these macrocyclic tertapyrrole derivatives are being replaced by new generations of dye compounds due to their challenging synthesis methods, difficulties in purification steps, and low yields. To adress the limitations of porphyrin and phthalocyanine dyes, dipyrromethene and aza-dipyrromethenes boron complexes have emerged as a solution. These compounds have tunable optical properties and biocompatibility. Coordination with BF2+ induces a greater degree of planarity and rigidity in the molecular structure, thereby they promote pronounced conjugation along the π-system of the molecule. This extended conjugation facilitates enhanced electronic delocalization and absorption of light across a wider spectrum of wavelengths that results in a red-shift in their absorption maximum. BODIPYs, resembling a half-porphyrine core, are BF2+ complexes of dipyrromethenes. BODIPY compounds possess exceptional spectroscopic features characterized by pronounced absorption within the visible range of the spectrum with an elevated molar absorptivity coefficients and notably high quantum yields. Furthermore, these dyes demonstrate remarkable chemical and photostability. Their inherent amenability to functionalization at all core positions enable modifications. Through these modifications, electron delocalization can be modulated and chromophore's spectral properties can be rendered for generation of intramolecular charge-transfer absorption bands. In contrast to their remarkable high-yield emission maxima, their most unfavorable characteristic appears in their absorption band positioned at wavelengths below 600 nm because it disables deep tissue penetrations and their applications as theranostic agents. Aza-BODIPYs, the direct homologues of BODIPYs, were discovered by Boyer in 1993. In their structure, the carbon meso-atom in BODIPY core is replaced by nitrogen atom to provide better absorption characteristics while retaining the optical properties of their BODIPY analogues. Due to the narrowing of the HOMO-LUMO energy gap, this replacement induces a bathochromic shift in absorption wavelength typically extending approximately to 100 nm, compared to those of BODIPYs. Aza-BODIPYs in their simplest form, which is the 1,3,5,7-tetraphenyl-aza-BODIPY, possess absorption maximums at 650 and 672 nm, respectively, as well as an enhanced molar extinction coefficient in comparison to their BODIPY analogue, namely 1,3,5,7-tetraphenyl-BODIPY. Over the years, various synthetic pathways have been devised for the synthesis of aza-BODIPYs. These methodologies vary mainly in synthesis of aza-dipyrromethene derivative, the precursor of aza-BODIPY. Nonetheless, a unifying feature among the reported synthetic strategies is formation of their BF2+ chelates through the utilization of boron trifluoride diethyletherate in the final step. Among the array of synthetic strategies, the method reported by O'Shea has emerged as the predominant approach fort the preparation of both symmetrical and asymmetrical products. O'Shea method is relatively simpler since it involves less synthetic steps and the final products are obtained with comparatively high yields. The synthetic pathway begins with the aldol condensation between an aryl aldehyde and an aryl ketone to obtain chalcone, a diaryl-α,β-unsaturated ketone. Nitration of the chalcone compound facilitated via Michael addition of nitromethane, is followed by dimerization of the semi-product by using ammonium acetate to yield in aza-dipyrromethene compound. In the final step, the target aza-BODIPY is prepared by chelation of the aza-dipyrromethene derivative with boron trifluoride etherate. In addition to their absorption at around 650-675 nm, aza-BODIPYs posses intense emission at 700-900 nm, the wavelength range which falls within the therapeutic window that allows deep tissue penetration and higher contrast for biological applications. Since their emission wavelength is considerably higher than those of their BODIPY analogues, they have relatively higher singlet oxygen quantum yields. Hence they posses great potential as photosensitizers for biological and therapeutic applications, especially photodynamic therapy and photothermal therapy. In addition to their remarkable spectrochemical features, their biocompatibility makes these complexes more appealing for biological applications. Photodynamic therapy has become more appealing in the current era since it is a non-invasive clinical treatment method of cancer and non-oncological diseases. The cure is based on generation of singlet oxygen, the cytotoxic component responsible for cellular death. Although there are various possible routes for singlet oxygen generation, photosensitized processes are the most favored ones. Photosensitizers are responsible for singlet oxygen formation in the malignant tissue upon irradiation of light. Therefore, the photosensitizer plays a critical role in the success of the therapy. An ideal photosensitizer should be able to accumulate in the cancerous tissue, be easily excreted after the treatment and should exhibit high photoactivity with minimal dark toxicity. Since the discovery of Photofrin® in the early 1990s, extensive research has been conducted to synthesize the ideal photosensitizer. Unfortunately, many of the reported compounds displayed aggregation-caused quenching which reduces reactive oxygen species yield. Consequently, aza-BODIPYs began to gain more attention as alternatives for traditional porphyrin and phtalocyanine dyes used for photodynmaic therapy. In this thesis, it was aimed to synthesize and characterize an aza-BODIPY derivative functionalized with ethynyl benzoic acid groups at the pyrrolic positions of the core structure. For the preparation of the target molecule, tetraphenyl aza-dipyrromethene compound was synthesized in accordance with the reported procedure along with some modifications. Initially, chalcone was synthesized and followed by Michael addition of nitromethane to obtain the corresponding nitrated semi-product. Reacting with ammonium acetate, 1,3,5,7-tetraphenyl aza-dipyrromethene was obtained, which was then brominated in the pyrrolic positions using NBS. Functionalization of the aza-dipyrromethene core was achieved via palladium catalyzed Sonogashira coupling reaction with 4-ethynyl benzoic acid. The target aza-BODIPY was obtained by the complexation of aza dipyrromethene derivative substituted with carboxylic acid groups with boron trifluoride etherate. Characterization of the compounds was performed by UV–Vis, fluorescence, 1H-NMR and mass spectroscopy techniques. In conclusion, the UV absorbance maxima was observed at 616 nm, with a fluorescence emission peak at 680 nm, exhibiting a Stokes shift of 64 nm. Singlet oxygen quantum yield of the final compound was estimated and the cytotoxicity studies were performed.