LEE- Şehir ve Bölge Planlama-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 7
-
ÖgeDigitalization and phygital public spaces(ITU Graduate School, 2025-06-16)Mekan, kamusal mekan ve dolayısıyla kentler, yalnızca fiziksel çevreye değil aynı zamanda toplumsal, çevresel, ekonomik ve teknolojik yenilikler yoluyla da değişme ve evrilme eğiliminde olan dinamik organizmalardır. Son yarım yüzyılda yaşanan ciddi ve hızlı teknolojik gelişmeler ve değişimler ile birlikte mekan ve mekan algısı değişmiş ve bununla beraber yeni ihtiyaçlar doğmuştur. Bu ihtiyaçlar bağlamında dijitalleşme ve bunun mekansal yansıması da önem kazanmıştır. Kamusal mekan da yaşamın var olduğu yer olduğundan bu algı değişiminde büyük bir rol oynamaktadır. Fakat kent yaşamına etkisi yalnızca bireylerin gündelik deneyimleri üzerinden karşılaştırılmamalı, aksine aynı zamanda kamusal mekanların tanımı ve işlevini de çeşitlendirmesi üzerinden incelenmelidir. Bu bağlamda, teknolojik gelişmelerle beraber artık kamusal mekan yalnızca fiziksel boyutlarıyla sınırlı değil ve hibrit bir şekilde de deneyimlenebilir hale gelmektedir. Kamusal mekana değer katılması ve kullanımının öneminin yeniden vurgulanması için dijital çağ içinde olduğumuz gerçeği göz önünde bulundurularak yeniden kavramsallaşması gerekmekte ve kamusal mekanla birlikte bunların deneyimlendiği sosyal yaşam da bu değerlendirmeye dahil edilmelidir. Bu değişim sayesinde, kentsel çevrede hem dijital hem de fiziksel olarak deneyimlenebilen, birbirlerinin sınırlarını ve dezavantajlarını bulanıklaştırırken faydalarını destekleyen olası "fijital" mekanlar bir potansiyel olarak görülmektedir. Bu potansiyel fiziksel ve dijital öğelerin bütünleştiği ve geleneksel kamusal mekan anlayışının ötesinde yeni bir mekansallık tanımlamaktadır. Bu mekanlar aynı zamanda atıl mekanların yenilenmesi ve canlandırılması için bir yöntem olarak kullanılabilir. Dolayısıyla da hem bu mekanlar hem de çevresi için sosyal etkileşim ve mekanı diriltmek için de bir şans ve potansiyel olarak görülmektedir. Ayrıca, bu mekanların sosyopolitik ve teknolojik faktörler tarafından nasıl şekillendirildiği ve katılım, erişilebilirlik ve kapsayıcılığı nasıl etkilediği de incelenmektedir. Tezin amacı, fijital kamusal mekanların fiziksel sınırlamaları aşarak mekanı yeniden tanımlama ve dönüştürme rolünü incelemektir. Bu rol boyut, kapasite ve konum gibi geleneksel sınırlamaların dezavantajlarını elimine ederek bu mekanların potansiyel ve gücü ve boş zaman etkinlikleri için işlevlerini ön plana çıkarmaktadır. Aynı zamanda fijitalliğin kentsel mekanlara dahil edilmesinin atıl kamusal mekanlara nasıl ek değerler sağlayabileceğini, işlevselliğini arttırabileceğini ve kullanıcı deneyimini ve sosyal etkileşimi vurgulayarak kentsel çevrenin canlılığına nasıl fayda sağlayabileceği sorgulamaktır. Çalışma, dijital ve fiziksel katmanlar arasındaki bağlantıyı ve etkileşimi araştırarak fijital kamusal mekan tasarımıyla ilgili bazı fırsatları ve zorlukları ortaya çıkarmaktadır. Bunun için değişen işlevlerine ilişkin içgörüler sağlayarak dijital çağda kamusal mekanların yeniden düşünülmesine yardımcı olmayı da amaçlamaktadır. Bunu yaparken de, bu fırsat ve zorlukların kullanılmayan ya da az kullanılan örneğin tek işlevli mekanların tasarımına ve geleceğine sosyal ve tasarımsal olarak neler katabileceği araştırılmaktır. Araştırma, hem bugünün bakış açısını hem de gelecekteki eğilimleri ve perspektifleri keşfetmek için literatürü, vaka çalışmalarını ve çeşitli uzmanların konuyla ilgili görüşlerine dayanan tematik ve çerçeveleme analizini entegre eden nitel bir metodoloji kullanmaktadır. Bu metod özellikleri gereği politika geliştirmek için kullanılmakta olup, varolan bilgiler ve uzmanların fikirlerini en iyi şekilde yorumlamak için seçilmiştir. Literatürde henüz mekansal olarak yeni kullanılmaya başlanan bir terim olduğu için fijital terimi ve genel olarak mekansal dijitalleşme süreçleri ve öneminden bahsedilmiştir. Vaka çalışmalarında ise Türkiye ve dünyadan farklı yıllardan, seviyelerden ve biçimlerden 6 fijital mekan örneği verilmiştir. Veri toplama süreci ise, daha önce kamusal mekan ve dijitalleşmenin kesiştiği araştırma veya çalışmaları olan şehir plancıları, mimarlar ve dijital teknoloji uzmanları gibi 10 alan uzmanından kamusal mekanın dönüşümü hakkında bilgi ve içgörü toplamak için tasarlanmış açık uçlu 10 sorudan oluşan görüşmeleri içermektedir. Sorular, araştırma hedeflerine yönelik olarak, fijital mekanları nasıl tanımladıklarına, bu mekanların nasıl yaratılabileceğine, ne gibi bir etkisi olacağına, kullanıcıların mekan algısında ne gibi değişiklikler yaratabileceğine ve atıl kentsel mekanları yeniden canlandırmak için kullanılma potansiyellerine odaklanarak, bu alandaki profesyoneller tarafından nasıl algılandıklarını ve yorumlandıklarını içerecek şekilde oluşturulmuştur. Uzmanların verdikleri yanıtlar, ortak ve önemli temaları, ortaya çıkan örüntüleri, kavramsal değişimleri ve potansiyel gelecek senaryolarını belirlemek üzere analiz edilmiştir. Literatür taraması ve vaka çalışmaları, dijital şehircilik, dijital mekan oluşturma ve fijital mekanlar üzerine yapılan önceki çalışmaları inceleyerek analizi desteklemektedir. Tematik ve çerçeveleme analizi, uzmanların bakış açılarının kapsamlı bir şekilde anlaşılmasına ve çıkarımlarda bulunulmasına olanak sağlamıştır. Bulgular çoğunlukla, kamusal mekanlarda günlük yaşamlarında dijital unsurları kullanan insanların çeşitli ihtiyaçlarına yönelik olarak fijital mekanların farklı boyut ve biçimlerde ortaya çıktığı konusunda bir fikir birliği olduğunu göstermektedir. Ayrıca, uzmanların fijital mekan terimini veya genel olarak kamusal mekandaki dijital gelişmeleri nasıl tanımladıklarını ve bununla beraber geleneksel kamusal mekanı fijital mekandan farklı bakış açılarıyla nasıl ayırdıklarını göstermektedir. Bu bakış açılarının farklılığının en temel sebebi bireysel çalışmalarındaki odak farklılığından dolayı olduğu görülmektedir. Genel olarak, uzmanlar dijitalleşmenin kentsel çevre ve yaşam üzerinde bir etkisi olduğunda anlaşmaktadırlar ve duyusal deneyimi arttırdığını dolayısıyla da yer kimliğini güçlendirici nitelikler taşıdığını belirtmişlerdir. Aynı zamanda dijitalleşmenin kullanılan bir mekan yaratma veya buna katkı sağlaması için bir mekanın ancak mevcut temel kentsel tasarım ilkeleriyle uyumlu bir şekilde ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik bir odakla kurgulandığında atıl mekanların durumunu iyileştirmek ve kent sistemine kalıcı bir şekilde katmak için kullanılabileceği konusunda hemfikir oldukları söylenebilir. Bazı uzmanlar kentsel ortamdaki teknolojik gelişmelerin bireyselliği ve izolasyonu teşvik edebileceğine inanırken, bazıları da toplumsal bir vurgu ile uygulandığında -birbirini tanımayan insanların daha kolay etkileşime geçebileceğini sağladığından- sosyal etkileşim ve katılımı geliştirmeye yardımcı olabileceğine inanmaktadır. Uzmanlarla yapılan görüşmelerden ve çerçeveleme analizinden ortaya çıkan ana temalar şunlardır: kamusal mekanların dijital uzantılar yoluyla çekiciliğinin ve duyarlılığının artma potansiyeli; yerel değerleri öne çıkaran ve bağlama sadık kalan tasarımın önemi; atıl kentsel mekanların dijital iyileştirmeler yoluyla aktif hale gelme potansiyeli; dijital katmanları fiziksel mekanlara entegre etmede kentsel tasarımcıların ve plancıların gelişen rolü; veri gizliliği gibi dijital ayrışmalarla ilgili zorluklar ve fijital ortamlarda yönetişim. Bulgular, fijital kamusal mekanların algılanışının mekansal aidiyet, katılım, duyusal ve duygusal deneyim ve mekan kimliği gibi çok boyutlu parametlere sahip olduğunu ve bu parametlerin mekanın çok boyutlu bir şekilde etkinleştirilmesine katkı sağlayabileceğini göstermektedir. Bu katkılardan en önemlilerinden biri olan kültürel anlatı, fijital mekanlarla birlikte çok daha bilgilendirici, akılda kalıcı ve ilgi çekici bir biçime bürünebilir ve bu sayede mekan algısına ve aidiyet hissine ciddi bir katkıda bulunabilir. Çalışmanın bir diğer önemli bulgusu, uyarlanabilir, ölçeklenebilir ve esnek çözümler sunarak fijital mekanların kentsel kısıtlamaların üstesinden gelebileceğidir. Burada kastedilen, fijital mekanların mekanın ihtiyacına, boyutuna ve altyapısına göre farklılaşabileceği, aynı zamanda da kalıcı veya geçici olarak tasarlanabileceğidir. Bu özelliğiyle atıl mekan ları ve dolayısıyla tek işlevli mekanları, ana işlevleri kullanılmadığında değerlendirebilecek ve kent dokusuna katabilecek imkanı sağlamış olmaktadır. Kamusal mekanların ticarileştirilmesi ihtimali, güvenlik riskleri ve dijital altyapıya eşit ve adil erişim sıkıntıları gibi sorunlar önemli engeller teşkil etmektedir ve bütün uzmanlar tarafından çok dikkat edilmesi ve düzenlemesinin tasarımla beraber kurgulanması gereken bir husus olarak tanımlanmıştır. Uzmanların cevaplarına dayanarak fijital mekanların çekici, kullanılabilir, erişilebilir ve kapsayıcı olması için mekan, içerik ve bağlama özel, yönetişim çerçevelerine ve temel tasarım ilkelerine uygun bir şekilde tasarlanması şarttır. Fijital mekânlar, günümüzün ihtiyaçlarına uygun yeni bir kamusal mekan algısına katkıda bulunabilecek bir potansiyele sahip olmakla birlikte, kentlerdeki aşırı büyümenin getirdiği bazı mekansal sorunlara sürdürülebilir yeni bir bakış açısıyla çözümler üretebilir ve hem serbest zamanların hem de kamusal mekanın tadını çıkarmanın yeni ve daha etkileşimli bir yolunu sağlayabilir. Kentlerdeki atıl mekanlar da hem teknoloji hem de kentsel tasarım ilkelerini bir araya getirecek şekilde ele alınarak daha çekici ve işlevsel mekanlar olarak yeniden canlandırılabilir. Bunlar, dijital gelişmelerle temas halinde olan herhangi bir yerleşimin arazi kullanımı konusunda daha sürdürülebilir bir yaklaşımla sonuçlanabilir. Katılımcı tasarım fırsatlarının kapsayıcı ve demokratik fiziksel kamusal mekanlar yaratmadaki önemi de çalışmada vurgulanmaktadır. Dijital altyapılar kentsel ortamlara daha entegre hale geldikçe, şehir plancıları, tasarımcılar ve karar alıcı birimler kamu yararının her zaman ön planda tutulmasını sağlamalıdır ve bunun için birlikte çalışmalıdır. Tez, dijitalleşmenin kamusal mekandaki mekansal, sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel etkilerini bütüncül bir yaklaşımla ele alarak fijital mekanların kamusal mekana karşı olan ilginin artması için ve atıl mekanların etkinleştirilmesi ve kent sistemine katılması için bir alternatif olarak önermektedir. Fijital mekanların uzun vadede yaşanabilirliği de bu etkilere vurgu yapılarak gelecekteki araştırmaların konusu olmalıdır. Sonuç olarak, araştırmamız esnek, uyarlanabilir ve insan merkezli stratejilerin gerekliliğini vurgulayarak kentsel kamusal mekanların geleceği hakkındaki daha geniş tartışmaya katkıda bulunmaktadır. Fijital kamusal mekanlar, teknoloji ve şehircilik arasındaki boşluğu doldurarak insanların sadece içinden geçmekten ziyade içinde bulunmak ve zaman geçirmek isteyeceği, katılım, sanatsal ve kültürel bilgi ve ifade ve toplumsal gelişim gibi etmenleri içeren dinamik mekanlar olabilir
-
ÖgeDigitalization, culture and urban space interaction: A design fiction approach(İTÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-06-16)Özellikle son birkaç on yıldır yaşadığı hızlı gelişmeler ile hayatımızın neredeyse her alanına dahil olan dijital ortamlar, toplumsal normları ve insanlar ile dijital entegrasyonun yapay ürünleri arasındaki ilişkiyi derinden etkilemiştir. Günlük yaşamımızın birçok yerinde kullandığımız cep telefonları, bilgisayarlar ve diğer dijital cihazlar işlerimizi yürütmemizde ve ihtiyaçlarımızı karşılamamızda sanal mekânlara yönelme alışkanlıklarını da beraberinde getirmiştir. Fiziksel mekâna alternatif olarak ortaya çıkan yeni mekân türleri, "sanal" ve "gerçek" arasındaki ayrımı bulanıklaştırmış, bireylerin kimlik algılarının, yaşam pratiklerinin ve sosyal etkileşim biçimlerinin değişmesine yol açmıştır. Bu değişimler, geleneksel olarak fiziksel ortamda yürütülen kentsel mekân kullanım biçimlerini aşarak, faaliyetlerimizi dijital ortamlara kaydırmış ve dijital platformlar aracılığıyla kentsel yaşamı yeniden şekillendirmiştir. Dijitalleşmenin hayatımıza katmış olduğu temel değişimler, bilgi ve sanallık ile temsil edilen ve alışılmış gerçeklerin dışında kültürel pratikler üreten yeni bir toplumun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Dijital çağ kentsel mekânlar, kültürel yapı ve sosyal etkileşimler arasındaki ilişkiyi kökten dönüştürmektedir. Toplumsal süreçler ve yeni etkileşim biçimleri farklı gelişmeler çerçevesinde kentsel mekânı yeniden yapılandırmaktadır. Dijitalleşme, toplumun çevresi ile olan ilişkisini yeniden tanımlamakta, yeni deneyim alanları sunmakta ve bunun sonucunda kentsel yaşam ve kentsel mekânı değiştirme ve dönüştürme potansiyeli doğurabilmektedir. Fiziksel mekân ve sanal mekân tamamen bağımsız ve zıt uçlarda konumlanan iki kavram gibi gözüküyor olsa da karşılıklı etkileşim ve yıkım ilişkileri sonucu hibrit mekân olarak adlandırılan yeni bir mekân türünün tanımlanmasını sağlamaktadır. Fiziksel hareket ile ağ etkileşimini eş zamanlı olarak deneyimlememizi sağlayan hibrit mekânlar, kentsel mekânların hizmet etmekte olduğu faaliyet karakterlerini değiştirmektedir. Kısacası, dijitalleşme bireyler arası iletişim ve etkileşim biçimini yani geleneksel kültürel yapıyı etkilerken kentsel mekânı deneyimleme biçimini de çok katmanlı bir hale getirmektedir. Bu nedenle, dijitalleşmenin kentsel mekân kullanım kültürü üzerindeki etkilerini ortaya çıkarmak adına farklı sosyo-demografik toplulukların teknoloji ile olan mevcut bağını ve gelecek beklentilerini keşfetmek, mekân ile aralarındaki etkileşimi ortaya çıkarmak, geleceğin kentsel problemlerine çözüm üretmek açısından önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, dijital teknolojilerin kentsel ve kamusal mekânların yeniden yapılandırılması ve kültürel uygulamalar üzerindeki etkisini analiz etmektir. Kentsel dinamikleri şekillendirmede fiziksel ve dijital ortamların melezleşmesini inceleyerek gelecekteki kentsel zorlukları ele alma potansiyellerini değerlendirmektedir. Araştırma, dijitalleşmenin kentsel mekânlar üzerindeki potansiyel etkilerini modellemek için "tasarım kurgusu yaklaşımı ile hazırlanmış senaryo tabanlı anket" tekniği de dahil olmak üzere karma yöntemli bir yaklaşım kullanmaktadır. Zaman, mekân ve toplum arasındaki etkileşimli ilişki göz önüne alındığında, mekân tercihi, çeşitli dinamikler ile birlikte şekillenen bir olgudur. Demografik yapı, teknoloji kullanımı ve geleceğe ilişkin beklentiler bireylerin mekân tercihleri üzerinde potansiyel rol oynamaktadır. Bu nedenle çalışma, dijitalleşmenin mekân tercihleri üzerindeki etkisini incelerken bunu sosyo-demografik değişkenler ve teknoloji kullanım düzeyi ile ortaya koymayı amaçlamakta ve ayrıca geleceğin kentsel senaryolarının keşfedilmesine dair spekülatif bir kentsel geçiş perspektifi sunmaktadır. Çalışma kapsamında ileri sürülen ilişkileri incelemek ve hipotezleri test etmek üzere çevrim içi bir anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Anket çalışması, temel araştırma sorusuna girdi sağlaması amacıyla sosyo-demografik veriler, teknoloji kullanımı ve senaryo tabanlı yaklaşım olmak üzere 3 bölümden oluşmaktadır. Örneklem alanı İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya olan çalışmada, katılımcıların belirlenebilmesi için nitel araştırma örnekleme yöntemlerinden amaçsal (monografik) örnekleme yöntemi ve kartopu örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çevrim içi anket çalışması için belirlenen 5 il, araştırma bulgularının güvenilirliğini sağlamak için yüksek demografik ve sosyoekonomik çeşitliliğe sahip, dijital erişim ve teknoloji kullanımı açısından yeterli temsiliyeti bulunan ve sektörel farklılıkları içeren bir yapı doğrultusunda belirlenmiştir. Çevrim içi anket çalışmasının sonucunda 391 katılımcı sayısına ulaşılmış ve elde edilen veriler hem betimsel analiz yöntemleri ile hem de istatistiksel analiz yöntemleri ile incelenmiştir. Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara göre, 20 yıl sonraki kentsel yaşam bağlamında farklı sosyo-demografik grupların kentsel mekân kullanım tercihlerine dair beklentileri farklı özellikler göstermektedir. Genç yaş grubunda, lisans eğitim düzeyine sahip, kadın ve öğrenci katılımcıların günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirmek için sanal ve hibrit mekânlara yöneldiği; orta yaş aralığında, yüksek eğitimli, erkek ve çalışan katılımcıların ise günlük yaşam aktivitelerinde henüz yaygınlaşmamış teknolojilere ilgi duyduğu ve mekânı dijital araçlar ile birlikte deneyimleme istekleri gözlemlenmektedir. Daha ileri yaş ve düşük eğitim düzeyine sahip katılımcılar ise günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirirken yüz yüze etkileşime önem vermekte ve fiziksel mekânları tercih etmektedir. Bulgular, dijital kültürün özellikle genç kuşakların kentsel mekân kullanım alışkanlıklarını dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır. Söz konusu sosyo-demografik grupların gelecek kentsel mekân kullanım eğilimlerine göre 3 temel yaklaşım ortaya çıkmaktadır: Zaten var olan bir dijital dünyanın içine doğarak bu geleneği sürdürenler, kentsel mekânı dijital araçlar ile birlikte deneyimleme fikrine açık olanlar ve benimsenen kentsel kullanım değerlerine sahip çıkanlar. Çalışmanın bir diğer bulgusu, günlük internet kullanım süresi ile farklı günlük aktiviteler için sanal ve hibrit mekân tercihleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. İnternet kullanım süresi arttıkça, özellikle market alışverişi ve spor aktivitelerinde sanal ve hibrit mekânlara eğilim artmaktadır. Bu durum, dijitalleşmenin bu iki alandaki kent yaşamı pratiklerini dönüştürdüğünü ve ilgili hizmetlerin fiziksel olduğu kadar dijital altyapılarla da desteklenmesi gerektiğini göstermektedir. Son olarak, sanal mekân kullanım sıklığının, sanal mekânlarda gerçekleştirilen aktivite türüne göre farklılaştığı görülmüştür. Katılımcılar, iletişim, alışveriş, eğlence ve sosyalleşme gibi dijital araçlara yoğun ihtiyaç duyulan alanlarda sanal mekânları daha sık kullanırken; sağlık, kültür-sanat ve eğitim gibi alanlarda kullanım sıklığı daha düşüktür. Dijitalleşmenin mekânsal pratikler üzerindeki etkileri bağlamında yapılan değerlendirmeler, genç nesil ve gelecekteki kuşakların sanal ve hibrit mekânları tercih etme eğiliminde olduğunu ortaya koymakta; bu durum, kentsel mekânların işlevsel ve yapısal olarak yeniden düşünülmesini gerekli kılmaktadır. Bu çalışma, mevcut literatürdeki senaryo tabanlı araştırmalara Türkiye'den bir vaka çalışması ile katkı sunmakta ve fiziksel, sanal ve hibrit mekân tercihlerine ilişkin geleceğe dönük eğilimleri ortaya koymaktadır. Elde edilen bulgular, dijitalleşmenin kent yaşamı üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik önemli ipuçları sunmakta; özellikle şehir planlama disiplininde dijital davranış biçimlerinin dikkate alınması gerektiğine işaret etmektedir. Bu kapsamda çalışma, teknolojik altyapı planlamalarından kamu politikalarına ve yerel yönetim uygulamalarına kadar pek çok alanda kullanılabilecek nitelikte veriler sağlayarak, dijital dönüşüm sürecinde kentsel mekânın yeniden tasarlanmasına yönelik tartışmalara katkıda bulunmaktadır.
-
ÖgeGreen entrepreneurship as a driving force for the green economy: A case study on green entrepreneurship in Istanbul(Graduate School, 2023)Environment and economy are an inseparable whole with very strong ties. The environment and economy, which are in constant interaction with each other, are also affected by each other for good or bad. Intensive production and consumption activities and the economic structure that continues its continuous growth in an uncontrolled and unsustainable way affect the environment negatively, trigger climate change and cause the depletion of natural resources. An unhealthy, poor quality and problematic environment, which is formed as a result of the economic structure developing insensitive to the environment, also negatively affects the economic structure in the following processes. For example; it is estimated that about 150 billion dollars of loss in today's economy is indirectly caused by climate change, and 65 billion dollars is directly caused by climate change. The environment and the economy, which are in constant cyclical communication with each other, must act together and support each other rather than affecting each other negatively for a sustainable world life. Increasing industrialization and economic activities with the First Industrial Revolution put great pressure on the environment, and this situation continued to increase in the Second Industrial Revolution and has survived to the present day. Today, while developed countries can cope with environmental problems stemming from economic activities due to their advanced technologies and reaching a certain economic situation, underdeveloped and developing countries cannot achieve this and cannot prevent environmental problems. Agreements made between many countries around the world fail in most countries due to the fact that these agreements remain in theory and cannot be put into practice, and global problems such as global warming and climate change cannot be prevented. All these environmental problems stem from the fact that economic actors see the environment as a free good and want to make all goods cheap. In today's economic system, which acts without considering the protection, quality and integrity of the environment, a continuous economic growth is aimed and growth targets that are far from sustainability are set, but it should not be forgotten that the environment is the enabler of economic growth and the damage to the environment as a result of excessive growth will also collapse the economy. In order to prevent these bad scenarios, new and sustainable environmental economic systems and policies such as green economy, sustainable economy, steady state economy, low carbon economy should be adopted. Among these new environmentalist economic models, the one that has become the most widespread today and is started to be implemented by some developed countries is the green economy. Economic structure is an element that affects the quality of life. Not being paid for the labor in return for intensive and long working hours, economic differences between different segments of the society, environmental pollution caused by the uncontrolled production and consumption and the depletion of natural resources as a result are the consequences of the absence of a sustainable and green economic system. The green economy, which has started to be adopted in many developed countries of the world, makes cities more livable and sustainable by bringing an alternative to today's dominant economic model, which increases inequalities, encourages waste, triggers resource shortages and creates widespread threats to the environment and human health. The green economy is the channeling of employment and income growth, public and private investment into economic activities, infrastructure and assets to reduce carbon emissions and pollution, increase energy and resource efficiency, and prevent the loss of biodiversity and ecosystem services. It is a low-carbon, resource-efficient and socially inclusive economic model. The green economy aims to achieve clean transportation, more efficient and cleaner energy production, better water use and management, greener buildings, clean and efficient waste management, and improved land use through sustainable agriculture and forestry. Entrepreneurship activities, which are the providers of economic growth, tend to be environment-oriented and produce environmentally compatible goods and services in accordance with the expectations of the society today. In this direction, green entrepreneurship, which makes a great contribution to the creation of a green economy environment, aims to do green jobs and harmonize the economy and the environment in order to protect the environment and ensure its sustainability. Just as entrepreneurship contributes to the growth and development of the economy, green entrepreneurship contributes to the development of the green economy. In order for a business to be considered within the scope of green entrepreneurship, it should support sustainable development, contribute to sustainable production, meet its energy needs from renewable resources, should not cause environmental pollution and should not harm ecosystem diversity. The basis of green entrepreneurship activities is social responsibility and awareness and growth in a clean and environment-friendly direction. In the principles, policies and practices of green entrepreneurs, the aim of increasing the quality of life of their customers, employees, society and the environment is in the first place. The main difference that distinguishes the green entrepreneur from the classical entrepreneur is the environmental protection target that they put at the core of their business and activities. Green entrepreneurs are people who seek and find innovative solutions in the production and consumption of goods and services while taking into account social, environmental and economic factors. Green entrepreneurship requires awareness of environmental problems, and technical knowledge in relevant fields, and legislation and market knowledge. Green entrepreneurs are people who establish a business in a sector with the aim of ensuring sustainability and protecting the environment and providing the green transformation of that sector. Green entrepreneurs create green jobs, green products and green technologies for strengthening and growing the green economy. Green entrepreneurship, which is an important potential for an ecological society and a sustainable world, will initiate the creative destruction process, trigger socioeconomic transformation, and enable us to reach healthier environments with a clean and sustainable consumption approach. Today, intensive consumption and production activities, and fast and uncontrolled growing economy cause many problems, especially in metropolitan areas where population and economic activities are intense. Adopting sustainable economic systems such as green economy can be a solution in order to prevent these negativities in metropolitan areas. In addition, adopting green entrepreneurship activities will contribute to the development of this new sustainable and environmentally friendly economic system. Today, developed, developing and underdeveloped countries and the situations of metropolitan areas in these countries and the behaviors of green economy and green entrepreneurship activities in these metropolitan areas are different. While processes related to green economy and green entrepreneurship are managed more successfully and systematically in developed countries, the same is not true for underdeveloped or developing countries such as Turkey. Although the concepts of green economy and green entrepreneurship have been on the agenda for a long time in the world, they are concepts that have just begun to be discussed in Turkey, and applications for these concepts are most common in Istanbul, the country's most developed metropolitan area. Within the scope of this study, first of all, the concepts of green economy and green entrepreneurship are discussed in detail and examples of good practices from the world are presented. The aim of the study in the first stage is to make a general assessment of the green economic situation and green entrepreneurship ecosystem in Turkey and Istanbul, to determine the current situation and to reveal the problems and potentials related to the subject. After making evaluations about green entrepreneurship and green economy in Turkey and Istanbul, the empirical study carried out by conducting in-depth interviews with the founders of 22 green enterprises in Istanbul, which is the case study area, is presented. The purpose of the study in the second stage is to analyze the current situation of the green entrepreneur and green enterprise profile in Istanbul and to determine the reasons for green entrepreneurs' motivations behind their work and what is the driving force to do this business, how the economic performance of green enterprises in Istanbul change, impact of green enterprises on their environment, their goals, their potentials, the challenges they face and what are the predictions and expectations about the future of green entrepreneurship. This study constitutes a roadmap for policy makers by revealing the potentials and what needs to be done for the development of green economy and green entrepreneurship in Turkey and Istanbul. In the last part of the thesis, after a general assessment of the current situation, suggestions are made for the development of the concepts of green economy and green entrepreneurship. The creation of policies and projects that will develop the green economy, the creation of new mechanisms to support green entrepreneurship will contribute to the formation of a green economic order in Istanbul and Turkey and will also develop the green entrepreneurship ecosystem. Green entrepreneurship has the potential to be an important trigger of the green economy, and the right decisions to be made, the right steps to be taken, the right policies to be implemented and innovative incentives will enable the green economic order to be realized by growing and developing the green entrepreneurship ecosystem both in Turkey and in Istanbul.
-
ÖgeMahalle kültürünü sürdürebilmek ve yeni bir kavram arayışı olarak sosyal dayanıklı mahalle: Kurtuluş-Feriköy örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021)Mahalle kavramı ortaya çıkışından bu yana farklı süreçlerden geçmiş ve farklı anlamlar kazanmıştır. Başlangıçta benzer özelliklere sahip bireylerin birlikte yaşamlarını sürdürdükleri, güçlü sosyal ilişkilerin olduğu, kendine yeten ve dışa kapalı bir yerleşim yeri olarak ifade edilen mahalle; zaman içerisinde hem kentleşme süreçleri hem de kavramın farklı disiplinlerin ilgi alanına girmesiyle derinlik kazanmıştır. Mahallede görülen fiziksel mekânla toplumsal yapının diyalektik ilişkisi onu soyut bir kavram olmaktan çıkararak, içinde bulunduğu coğrafya, toplum, o toplumun tarihi ve kültürü gibi bileşenlerle anlam kazanmasını sağlamaktadır. Kavrama yüklenen bu anlamlar mahallenin anlaşılmasını ve genel bir mahalle kabulünden bahsetmeyi güçleştirmekte aynı zamanda mahalleyi anlamaya ve korumaya yönelik gerekliliği doğurmaktadır. Bu kapsamda çalışma öncelikle mahalle üzerine genel bir literatür araştırması sunmakta ve Türkiye özelinde mahallenin geçirdiği değişimleri ele almaktadır. Bu uğraşın arka planındaki düşünce mahalleyi Lefebvre (1974)'nin toplumsal mekân perspektifiyle ele alarak, geçirdiği dönüşümleri ve oluşturduğu yeni pratikleri idrak etmek ve mahallenin yarınını düşünürken onu günümüz şartlarına uygun olacak şekilde koruyup yeni bir paradigmayla ela alma isteğidir. Bu doğrultuda çalışma kapsamında mahallenin geleceğini düşünüp kurgularken ele alınacak bir diğer kavram sosyal dayanıklılıktır. Holling (1973) tarafından ortaya çıkarılan dayanıklılık, başlangıçta ekolojik kapsamda ele alınmış ve genel anlamıyla bir sistemin karşılaştığı bozulma ve zararlara karşı kendini onarma ve geliştirme kapasitesi olarak tanımlanmıştır. Zamanla ekolojik kapsamının yanı sıra farklı disiplinlerde de ele alınmaya başlayan kavram, şehircilik ve planlama perspektifinden bakıldığında bir kentin ya da kent parçasının sahip olduğu çok boyutlu dinamiklerin anlaşılarak olası değişimlere ve tehditlere karşı en az hasar ile dayanabilme veya kendini uyarlama yeteneğinin arttırılmasıdır. Kentsel dayanıklılık yaşam şartlarının iyileştirilmesine, kent genelinde bilgi düzeyinin artmasına ve karar verme süreçlerinde çok aktörlü yapının oluşmasına olanak verdiği için güncel yaklaşımlardan biri haline gelmiştir. Kapsamı gereği fiziksel, sosyal ve ekonomik anlamda bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gereken bir konu olan kentsel dayanıklılık, mevcut çalışmalarda daha çok fiziksel yönüyle ele alınmakta ve sosyal boyutu ihmal edilmektedir. Bu nedende bu çalışmada dayanıklılık kavramının planlama çerçevesinde kritik bileşenlerinden biri olan sosyal boyut üzerine odaklanılmış ve sosyal dayanıklılık kavramı üzerinde durulmuştur. Adger (2000) tarafından "Grupların ya da toplumların çevresel, sosyal ve politik değişimler sürecinde ortaya çıkan gerilim ve karışıklıklarla başa çıkabilme yeteneği" olarak tanımlanan sosyal dayanıklılık; içinde bulunduğu toplumun toplum olma hissini, aidiyetini, kültürel kimliğini ve sosyal uyum yeteneğini arttırarak; daha bilinçli, aktif, kolektif ve öğrenen bir toplum oluşturmakta aynı zamanda bunu yaparken fiziksel mekâna da katkı sağlamakta ve kavramı anlaşılması gereken önemli bir konu haline getirmektedir. Sosyal dayanıklılık kavramını mahalleye ile birlikte ele alma gereksinimi, bu uğraşın zaman içerisinde değişen ve dinamik olan süreçlere sosyal ve çevresel olarak adapte olabilen, kültürlerini, kimliklerini koruyan mekânlar üreterek, mahallenin ve mahalle kültürünün sürdürülebilirliğine katkı sağlayabileceği düşüncesidir. Bu kapsamda çalışma yeni bir kavram arayışı olarak sosyal dayanıklı mahalle kavramını içermektedir. Bu incelemeler yapılırken dayanıklılık ve sürdürülebilirlik literatüründen faydalanılarak sosyal dayanıklı mahalle parametreleri oluşturulmuştur. Bu doğrultuda çalışmanın amacı mahallenin salt fizik mekândan ibaret olmadığı düşüncesiyle sosyal dayanıklı mahalle kavramına yönelik ön çalışma oluşturmak ve mahallenin geleceğine yeni bir bakış açısı sunmaktır. Bu kapsamda örnek alan çalışması üzerinden fiziksel çevre, sosyo-kültürel çevre, algısal çevre ve alternatif yaklaşım başlıkları altında ele alınan sosyal dayanıklı mahalle parametreleri değerlendirilmiştir. Alan çalışması için seçilen Kurtuluş-Feriköy geçmişte farklı etnik gruplara ev sahipliği yapmış, günümüz İstanbul'unda da Rum, Ermeni ve Yahudi gibi grupları barındırmaya devam etmiş ve aynı zamanda özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli göç dalgalarına uğramıştır. Bu nedenle mahalle sahip olduğu farklı etnik gruplarla, sosyal ve fiziksel anlamda farklı kültürlerden izler taşımakta, çok kültürlü bir yapı sergilemekte ve devam eden mahalle kültürünü okutabilmektedir. Çalışma kapsamında mahallenin dinamiklerini anlamak amacıyla öncelikle tarihsel gelişim süreçleri ve kültürel yapı incelenmiştir. Yapılan incelemelerle mahallenin tarihsel ve kültürel birikiminin mekâna nasıl yansıdığı üzerinde durulmuş ve mahallenin genel profili saptanmıştır. Sonrasında ise belirlenen sosyal dayanıklı mahalle parametrelerine yönelik incelemeler yapılmıştır. İncelemeler mahallenin tarihsel gelişimine yönelik literatür araştırmasının yanı sıra eski eski haritalar, fotoğraf arşivleri, anılar ve gözlem ile zenginleştirilmiştir. Kurtuluş-Feriköy'ün sosyal dayanıklılık bağlamında değerlendirmesi fizik mekân kapsamında geçmişe yönelik algı şemaları ve günümüz haritalandırma çalışmaları ile oluşturulmuştur. Aynı zamanda bir yandan pandemi sürecinin getirdiği kısıtlılığın etkisi bir yandan da pandemi sürecinin mahalle üzerindeki etkisini gözlemleyebilme isteği anket çalışmasını da gerekli hale getirmiştir. Böylece sosyal dayanıklılığa yönelik İstanbul geneli için yapılan ve çalışma alanında yoğunlaşan online anket sonuçları da iki aşamalı olarak değerlendirmeye dahil edilmiştir. Elde edilen bulgular doğrultusunda sosyal dayanıklı olmaya yönelik parametrelerin örnek alan çalışmasında ne gibi paralellikler gösterdiğine, mahallenin ne ölçüde sosyal dayanıklı olduğuna yönelik değerlendirmelerde bulunulmuş ve ilerleyen çalışmalarda İstanbul genelinde mahallelerin sosyal dayanıklılık derecelerinin ölçülmesine yönelik fırsat sağlanmıştır.
-
ÖgeUrban agriculture site selection in Beylikduzu, İstanbul(Graduate School, 2023)Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan kentsel alanlarda nüfus artışıyla birlikte gıdaya yönelik talepte ciddi bir yükselme yaşanmaktadır. Gıda üretiminin temel kaynağı olan tarım alanları, sınırlı bulunmaları sebebiyle bu talebe cevap vermede yetersiz kalabilmektedir. Ayrıca kentsel büyüme ile birlikte bu alanlar ciddi baskılarla karşı karşıyadır. Diğer taraftan gıdaya erişim ve bu erişimin sürekliliği yıllar boyunca gıda güvencesi kavramının konusu olmuştur. Bugün mevcut gıda sistemi ele alındığında ekonomik ve sosyal etkilerinin yanı sıra ekolojik etkiler ve iklim değişikliği de karşılaştığı görülmektedir. Bu durum gıdanın farklı disiplinler tarafından ele alınmasına ve tartışılmasına sebep olmuştur. Kent ve gıda ilişkisine bakıldığında gıdanın şehir ve bölge planlama disiplininin konu alanlarından biri olarak görülse de geleneksel planlama yaklaşımında gıda kırsal alanla özdeşleşmiştir. Bu durum kentleri gıda sisteminde tüketici konumuna getirmiştir. Bugün sürdürülebilirlik ve iklim tartışmaları ile kentlerin krizlere karşı dayanıklılığının artırılması yaklaşımı gıdanın kentler üzerinden ele alınması gerektiğini göstermiştir. Bu bağlamda kapsamlı ve hedefe yönelik gıda yaklaşımları gerekmektedir. Kentsel mekanda gıda üretimi ise kentsel tarım ile sağlanmaktadır. Kentsel tarım yerel ölçekte sürdürülebilir, güvenli ve adil gıda sistemlerini desteklerken yerel düzeyde ekonomik gelişimi desteklemekte, sosyal içerme ve sağlık güvenliği konusunda destek olmakta ve ekolojik ve çevresel sorunların bertarafında katkıda bulunmaktadır. Bu çalışma bahsedilen bütün bu durumlar karşısında yerel ölçekte gıdanın nasıl ele alınabileceğini incelemektedir. Çalışma bir kentsel sistem olarak gıdanın şehir ve bölge planlamadaki önemi ve rolü ile yerel ölçekte sürdürülebilir, güvenli ve adil bir gıda sistemi sağlamak için kentsel tarım arazisi seçiminde nelere dikkat edilmesi gerektiğine yönelik araştırma sorularıyla şekillenmiştir. Bu çerçevede, çalışma öncelikle gıda ile şehir arasındaki bağlantıyı incelemektedir. Ardından gıdanın neden yerel ölçekte ele alınması gerektiğini anlamaya çalışmaktadır. Bunun için mevcut gıda sisteminin sorunları ve seçilen dünya örnekleri arasından üç şehir (Baltimore, Austin ve Viyana) incelenmiştir. Bahsedilen şehirler gıdayı şehir planlamasının bir parçası olarak el almakta, gıda sistemine yönelik stratejilerini geliştirebilmek ve uygulamak adına mekansal analizlerde bulunmaktadır. Yerel ölçekte daha sürdürülebilir, güvenli ve adil bir gıda sisteminin oluşturulması için kentsel tarım alanlarının nasıl belirleneceği çalışmanın odağıdır. Bu çalışmada kentsel tarım için alan seçimi kriterlerinin belirlenmesinde "mekânsal çok kriterli analiz" yöntemi kullanılmıştır. Bu bağlamda kentsel tarım alan seçimi için 10 parametre ve 20 alt kriter belirlenmiş, bu parametreler gıda güvencesinin dört ayağı olarak adlandırılan bulunabilirlik, erişim, faydalanma ve istikrar başlıkları altında toplanmıştır. "Bulunabilirlik" altında 1.0 Kısıtlamalar ve 1.1 Mülkiyet Durumu ve Arazi Temini yer almaktadır. 2.1 Demografi ve Nüfus, 2.2 Ulaşım ve Erişilebilirlik ve 2.3 Güvenlik Seviyesi "erişim" başlığı altında yer almaktadır. "Faydalanma" ise 3.1 Kirletici Kaynaklar, 3.2 Dağıtım, Önleme ve Depolama ve 3.3 Yeşil Sistem'i kapsamaktadır. xxiv Son olarak 4.1 Topografya ve 4.2 Toprak ve Jeolojik Yapı "istikrar" başlığı altında ele alınmıştır. Belirlenen alt kriterler içerisinde arazinin boş kullanıma sahip olması ve arazinin büyüklüğü kısıt olarak kabul edilmiş ve çoklu karar değerlendirilmesinde ağırlıklandırma diğer 9 parametre için yapılmıştır. Bahsedilen parametrelerin kentsel tarım alanı seçimindeki ağırlıklarının belirlenmesinde çoklu karar verme yöntemi olan Analitik Hiyerarşi Süreci öntemi kullanılmıştır. Analitik hiyerarşi sürecine üniversiteleri, resmi ve sivil toplum kuruluşları ve dernekleri temsil eden katılımcılar dahil edilmiş, katılımcılara çevrimiçi anket uygulanmıştır. Çalışmanın ilk bulguları kentsel tarım alan seçiminde kirletici kaynakların diğer parametrelere göre açık ara en önemli etken olduğunu göstermiştir. Bunu mülkiyet durumu ve arazi temini ve ulaşım ve erişilebilirlik izlemektedir. Daha sonrasında sırasıyla güvenlik seviyesi, demografi ve nüfus, dağıtım önleme ve depolama, toprak ve jeolojik yapı, yeşil sistem ve topografya gelmektedir.