FBE- Mimarlık Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Mimarlık Ana Bilim Dalı altında bir lisansüstü programı olup, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim vermektedir.
Gözat
Sustainable Development Goal "none" ile FBE- Mimarlık Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAptitudes and attitudes: Human-centred pedagogies in foundation design studios(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Hysa, Desantila ; Özkar, Mine ; 709866 ; MimarlıkAttitudes (dispositions) complement knowledge and skills in a competency-centered curriculum of higher education. They refer to the affective learning dimension, and it is challenging to address and assess them. But they are the crux – when, how, and why to apply the knowledge and skills. In architectural design curricula, attitudes are especially relevant to ensure the training of responsible designers. Although humanistic and environmental issues are increasingly in the spotlight, attitudes endorsed in most schools' studio cultures tend towards the black box of individual creativity more than collaborative and participatory processes. As computational methods that expound the reasoning processes of design become ever more popular, new opportunities arise for open and liable design cultures. Yet, connecting these methods to a broader competency in design is still in progress. This thesis establishes the transdisciplinary context and a conceptual framework for computational methods to implement and assess accountability as an attitude in design education. It involves the development of the designerly character, the training of judgment in performing aptitude. It further shows that computation in early design education supports the cultivation of desired attitudes such as knowledge sharing and consequent accountability. Computational formalisms, such as shape rules, are devices of visual computing that help designers externalize and share design ideas for collective reflection. While documenting thought processes, they support beginning designers in developing a sense of accountability for their design thinking as necessary for reflecting critically. As knowledge and skills are in constant change, attitudes and values are still the core that guides action in design. The overview presented here on the topic points to an ever-growing need to address attitude in architectural design education. The sharing in a collaborative learning environment result in greater opportunities for reflection, and, consequently, learning with accountability. This study highlights the following ethical dimensions of design: a. the externalization of one's design reasoning brings transparency to the process, b. transparency enables self and others to trace one's reasoning and actions, c. sharing one's knowledge and reasoning initiates reflections for further actions. The "externalizing, sharing, and reflecting" motivates accountable actions in the design environment. Furthermore, the study refers to the use of analog computational tools which enable reflection in an educational setting. Five points of impact are identified: a. visual computation has the potential to create original languages of design or to analyze existing languages, still allowing for creative expression, b. the explicitness of visual design computation enables the designer to externalize the design process to a certain extent, c. externalization when followed by sharing with the members of a community, gives opportunity to reflect on past reasoning, internalizing, and regenerating other concepts, externalizing, because of the materialized sharing, d. reflecting on one's reasoning, or thinking about thinking points to the inherent metacognitive aspect of the reflective practice, e. metacognition is a condition for attitudes to be learned and changed over time as sequential reflection contributes to developing dispositions of how to act in future situations. The motivation behind this research is to show the methodological impact of computational design thinking on supporting the learning of attitudes while viewing design as a social act of creation. Allowing more computational methods in the design studio pedagogy holds potential for enhancing the grounds for reflecting, partaking, and answerability. John Dewey wrote on cultivating reflective thinking, through hands-on art, as a character in the learner. In the design literature that Donald Schön spearheaded, reflection is a mode of inquiry that situates the learner in different experiences, enabling a deeper awareness while interacting socially. Reflective practice demands intellectual attitudes which are intrinsically moral. At the same time, there is an ever-growing need to cultivate values and attitudes that acknowledge the computational and digital turn of design in higher education. In this research, I propose and test analog computational tools in a foundation design studio to understand whether making visible the divergence and convergence of thought provides a ground for reflecting, partaking, and answerability. Embracing design as computation and computation as design, the externalization of the process serves a societal purpose. It evokes accountability and sharing. The openness of visual computing in basic design serves to document thinking processes, but it also helps beginning designers develop an understanding of what design thinking entails for communication and collaboration. Thus, computational methods may allow for open design education in support of democratic studio environments, where "openness" is read at different layers: an open design process, being open to peer review, open to collaboration, open to sharing, and open to embracing the views of others. Such attitudes are instrumental in design processes for liable conduct towards colleagues, users, and the environment. This research presents the outcomes of a longitudinal study performed in a beginning design studio. The linguistic analysis of students' reflections shows that a rule-based approach to design incites accountability attitudes among learners even in a brief period. This study reveals that computation in early design education fosters the desired attitudes such as knowledge sharing and consequent accountability. The basic design studio is an inclusive environment where active individuals engage with tools and opportunities to articulate their thought and production processes. Alongside a technical aptitude, the student reflects and develops personal values during the experience. Learning design is about training judgment. How effort and exertion train judgment is both personal and collective, making the studio the pragmatic and at the same time creative design learning environment it is. These reflective learning environments implant attitudes. Computation is not a burden but the means to reflect, share, compare, and alter in the transcending and empowering learning experience of the basic design studio.
-
ÖgeÇatalca bölgesi savunma yapıları ve koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Efeoğlu, Melik ; Eyüpgiller, Kemal Kutgün ; 709833 ; MimarlıkÇatalca Bölgesi, coğrafi yapısı ve konumu nedeniyle tarih boyunca İstanbul'un güvenliği açısından önemli yerlerden biri olmuştur. Trakya üzerinden gelecek saldırıları yavaşlatmak, engellemek ve saldırılara karşılık vermek amacıyla üç farklı dönemde inşa edilmiş savunma yapılarına sahiptir. Bölgedeki savunma yapıları, Karadeniz ve Marmara Denizi arasında, kuzey – güney yönünde kesintisiz bir savunma hattı oluşturmaktadır. Roma Dönemi'nde, Anastasius Surları, Osmanlı Dönemi'nde tabyalar ve Cumhuriyet Dönemi'nde de koruganlar inşa edilmiştir. Bu yapılar, ait oldukları dönemlerin, savunma sistemini ve taktiğini ayrıca, askeri mimarisini temsil eden kültür varlıklarıdır. Ancak, savunma tarihimizde yeri olan ve ülkemizin askeri mimari mirasının önemli bir bölümünü oluşturan bu yapılar, günümüzde farklı koruma sorunlarına bağlı olarak yok olma tehdidi ile karşı karşıyadır. Bölgedeki tarihi savunma yapılarının korunmalarına yönelik, ne yazık ki günümüze kadar kapsamlı ve bütüncül koruma çalışmaları yapılmamıştır. Yapıların yalnızca bir bölümü, ilgili koruma kurulu tarafından tescillenmiş ve yasal olarak koruma altına alınmıştır. Çatalca Bölgesi'ndeki tarihi savunma yapılarının bozulmalarına yol açan etmenlerin tespit edilmesi ve koruma sorunlarına kalıcı, aynı zamanda sürdürülebilir çözümlerin üretilmesi, bu mirasın gelecek kuşaklara aktarılması açısından önemlidir. Bölgedeki tarihi savunma yapılarının, mimari ve tarihi değerlerini gün yüzüne çıkarmak, korunmalarına yönelik farkındalığı artırmak amacıyla bu çalışma hazırlanmıştır. İstanbul'un savunulması için aktif ve etkin roller üstlenen bölgedeki savunma yapılarını, gelecek kuşaklara doğru bir şekilde aktarmayı ve bu bağlamda, bütüncül koruma önerileri üretmeyi amaçlayan bu çalışma, beş bölümden oluşmaktadır. Çatalca Bölgesi'ndeki tarihi savunma yapılarının sayısı ve çeşidi göz önünde bulundurulduğunda, bölgenin stratejik açıdan önemi ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda çalışmanın birinci bölümde, Çatalca Bölgesi'nin konumu ve farklı dönemlerde inşa edilen savunma yapılarının bulunduğu yerler açıklanmıştır. Ele alınan konunun sınırları belirlenmiş ve bu çalışmayı gerekli kılan nedenler belirtilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, tezin ana hedefleri vurgulanmış ve alan çalışmaları sırasında izlenen yöntem ve teknik aktarılmıştır. Yerleşim alanlarını ve insan faaliyetlerini çeşitli tehditlere karşı korumada etkili olan savunma yapıları, uzun yıllar boyunca, kentlerin fiziki yapısını belirleyen ve şekillendiren önemli yapılar olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, savunma yapılarının tarihsel süreç içerisindeki gelişimi ve gelişim sürecine bağlı olarak, ortaya çıkan savunma yapılarının türleri, ikinci bölümde incelenmiştir. Tarih boyunca tehlikelere karşı kendini korumak isteyen insanoğlu, çeşitli savunma yolları aramıştır. Doğal bir refleks olan savunma eylemi, farklı savunma yapılarının ortaya çıkmasına ve değişen koşullar karşısında bu yapıların dönüşmesine ve yenilenmesine yol açmıştır. Bu bölüm kapsamında, savunma yapılarının değişim ve dönüşüm sürecini zorunlu hale getiren koşullar irdelenmiştir. Yeni ihtiyaçlar ve gereksinimler karşısında savunma yapılarındaki evrim, ayrı başlıklar altında açıklanmaya çalışılmıştır. Çatalca Bölgesi'ndeki savunma yapıları da, inşa edildikleri dönemin şartlarına göre tasarlanmıştır. Bu yapılar, farklı dönemlerin askeri mimarisini ve savunma taktiğini, karşılaştırma yaparak değerlendirmemize imkân tanımaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümünde, öncelikle bölgenin önemine vurgu yapılmış ve bölgenin farklı dönemlerde inşa edilen savunma yapıları için tercih edilme nedeni açıklanmaya çalışılmıştır. Tezin ana konusunu oluşturan savunma yapıları ayrı başlıklar altında ele alınmıştır. Arşiv ve literatür araştırmaları sonucunda, özgün bilgilere ulaşılmış, alan – saha çalışmaları ile yapıların mevcut durumları belgelenmiştir. Yazılı ve görsel kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında, bölgedeki savunma yapılarının tarihçeleri, bu bölümde aktarılmıştır. Ayrıca, bölgede yapılan alan çalışmaları sonucunda, yapıların mimari özellikleri saptanmaya, koruma sorunları tespit edilmeye çalışılmıştır. Günümüze ulaşan tarihi savunma yapılarının bozulmalarına ve tahrip olmalarına yol açan faktörlerin doğru bir şekilde saptanması, alınacak koruma kararlarını belirleyeceği için önemlidir. Bu bağlamda, bölgedeki savunma yapıları, yılın farklı dönemlerinde ziyaret edilmiş, savunma yapılarında ve yakın çevresinde süreç içerisindeki değişiklikler tespit edilmiştir. Tarihi savunma yapıları, geçmiş medeniyetlerin mimarlık mirasının önemli bir parçasıdır. Bu yapılar, toplumların savunma tarihleri ve savunma teknolojileri hakkındaki bilgilere ulaşılmasına olanak sağlar. Ayrıca, toplumların sosyal, kültürel ve ekonomik yapıları hakkında yorum yapılmasına da katkı sunar. Çatalca Bölgesi, sahip olduğu farklı dönemlere ait savunma yapıları açısından ender yerlerden biridir. Bölgede, günümüze ulaşmış savunma yapıları, kendi dönemlerini temsil eden kültür varlıklarıdır. Bu askeri mimari mirası gelecek kuşaklara aktarmak, uluslararası koruma standartlarına uygun, koruma teknik ve yöntemleri ile mümkündür. Bu bağlamda dördüncü bölümde, Çatalca Bölgesi'ndeki savunma yapılarına benzer, dünyadan ve Türkiye'den savunma yapıları seçilmiş ve bu yapılar için hayata geçirilen koruma uygulamaları incelenmiştir. Bu araştırmanın, Çatalca Bölgesi'ndeki tarihi savunma yapılarının korunması amacıyla alınacak koruma kararlarına ışık tutacağı ve örnek temsil edeceği düşünülmüştür. Örnek yapıların seçiminde, iki önemli kıstas belirleyici olmuştur. İncelenen örneklerin, Çatalca Bölgesi'nde günümüze ulaşmış savunma yapıları ile yakın dönemlerde inşa edilmiş olmaları birinci kriterdir. İkincisi ise, seçilen savunma yapıları için uygulanmış koruma projelerinin, uluslararası koruma ölçütlerine göre kabul görmüş olmasıdır. Günümüzde, tarihi savunma yapılarının korunması ve uygun yöntemlerle gelecek kuşaklara aktarılması, ulusal ve uluslararası kamuoyunun gündeminde olan bir konudur. İlgili kurum ve kuruluşların öncülüğünde oluşturulmuş, çeşitli yasa, tüzük ve yönetmeliklerde, tarihi savunma yapılarına yönelik koruma kararlarının ve müdahalelerinin kapsamı belirlenmiş ve koruma uygulamalarının belirli standartlara uygun olması amacıyla tavsiyeler verilmiştir. Çalışmanın beşinci ve son bölümünde ise, ulusal ve uluslararası ölçekte, tarihi savunma yapılarının korunmasına yönelik çalışmalar yürüten kurumlar, kuruluşlar ve sivil inisiyatifler ele alınmış, askeri mimari mirasa ilişkin farkındalık aktarılmaya çalışılmıştır. Ülkemizin de taraf olduğu yasalar ve tüzükler incelenmiş, tarihi savunma yapılarının korunması yönündeki kararlar vurgulanmıştır. Ayrıca bu bölüm kapsamında, Çatalca Bölgesi'ndeki tarihi savunma yapıları kendi dönemleri bağlamında değerlendirilmiş ve farklı bölgelerdeki benzer savunma yapıları ile ortak özellikleri açıklanmaya çalışılmıştır. Süreç içerisinde, çeşitli iç ve dış faktörlere bağlı olarak, bölgedeki tarihi savunma yapılarında ciddi bozulmalar meydana gelmiş ve birçok yapı günümüze ulaşamamıştır. Günümüzde de devam eden koruma sorunları, bu bölüm kapsamında, ayrı başlıklar altında açıklanmıştır. Özgün mimari özelliklerini tamamen kaybetme tehdidi ile karşı karşıya olan tarihi savunma yapılarının, koruma sorunlarına sürdürülebilir çözümlerin üretilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, bölgedeki savunma yapılarının bozulmalarına yol açan sorunların önüne geçilmesi ve yapıların gelecek kuşaklara doğru bir şekilde aktarılması amacıyla çeşitli çözüm önerileri üretilmeye çalışılmıştır.
-
ÖgeDilemmas and hopes attributed to Büyükada as a creative city(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Safaei, Mahsa ; Dülgeroğlu, Fazilet Yurdanur ; 709919 ; Mimari TasarımToday, the cities compete to facilitate the expression of new ideas to get to a more cultural and creative level in the global network. In this respect, they try to move in line with the context materials, local residents' and tourists' desires and expectations. Artistic or cultural activity is something carried out in public spaces in so-called creative cities. Creative cities attempt to gather talented people together and provide opportunities to help them to do and create what they want to. The creative city is a concept widely welcomed by people and the new world of change. It is a multi-level approach that works within a holistic framework, embedding not only cultural but equally physical, economic, and social concerns. The aim is not merely about maintaining existing conditions, but equally about enhancing them so that they can grow and evolve. The creative cities are inclusive entities that welcome different creative talents of local, sub-national, national, and international to address everyone. They are the places of dynamic social diversity that attract the creative class. Creative cities constitute the growth of the creative economy, social benefits, and nurtures cultural activities. They enhance the potential assets, attract capital, technology, and competition, and generate wealth and employment opportunities. This is how capital, technology, and services are distributed equally. Thus, it is worthwhile to find the latent creative assets of the city to find the right way and strategy of that inclusive creative city. Understanding a creative city requires diversity and creativity consideration. The main runners of creativity are the creative community. Their artistic imagination creates the city's unity and togetherness. Creative thinkers should have the ability to bring imagined ideas into reality. Nonetheless, being creative does not merely mean generating something new, it is a matter of thinking flexible and maverick when required. There are many different approaches to the creative city concept. However, two critical attitudes as econ-led and cultural-led views are more attributed. The econ-led view raised by Richard Florida emphasizes economic growth. He considers that talent, technology, and tolerance are the three indicators of creative city development. Later on, the creative city concept was mainly employed in culture-led urban regeneration projects. The new projects were designed through various major arts and inspired events. The cultural-led view is specifically highlighted by Charles Laundry. This view's crucial issue is to establish a multi-cultural and people-oriented context built in a transparent environment. In this circumstance, the tourism industry and financial investment can grow. Considering these two views, the study underlines Evans and Barton's perspective attributed to the creative city index. This view is a cultural-led attitude that potentially pokes and triggers economic growth. The employment of people-oriented approaches can thrive the creative pulse of the creative city in a broader sense. These cultural-led creative cities are flexible projects, which serve changes in the social, cultural, and economic aspects of the city. As the creative city appreciates creativity and change, identity and memory, cultural representation and creative class union, diversity and mobility, they help to drive sustainability. Therefore, there is an attempt to revitalize cities that have lost their previous identity by conducting a creative city strategy. Büyükada, the biggest island of Istanbul's islands, has always been the center of attention during history. This place has witnessed every artistic movement freely as it has been away from the urban environment. Many talented people in different fields of arts, architecture, literature, music, etc. have found opportunities to expose their unique abilities. The rich heritage of the island is recognizable today, but the activities are mainly faded out or restricted. During the history, the developments in the island are applied by creative individuals of different tastes and talents. Plenty of summer activities and carnivals assimilate many artists and talents that make the island a center of creativity. All the business-oriented activities are contributed by the civil society organizations within the inner context of the island. The winters are calmer and only local people and domestic tourists come. In this context, the thesis tries to crystalize the creative city in Büyükada example, articulating the issues that help to reach a successful creative city on this island. The creative city strategy highlights the need for incremental change and development in the nature of the island to raise the experience of its place and identity. It is because that any physical change to its urban fabric directly influences identity. As the change is coordinated properly, the latent identity can grow and be revitalized. The new city product is expected to become a new society that emphasizes sustainability. This new creative and sustainable city aims to maintain the historical background for future improvement with attention to the multiple layers of the city. It concerns all levels of physical, ecological, socio-cultural, economic in a dynamic ever-changing entity. Apparently, this approach supports the continuity of cultural identity on the island. However, all these activities are conducted with the mutual cooperation of the creative community and the local community. In this setting, the study defines a revitalization movement with the aim of developing a creative integrated network. A mixed team of the creative community that once have lived on the island and are the original inhabitants of the island and the local people in different organizations is required to make this network. The creation of this network that offers different and flexible opportunities, makes a competitive atmosphere among the actors for a successful creative city. Creative community entrance is an essential part of the revitalization approach and creative strategy as they can contribute to developing new ideas and activities. The creative city desires to attract, support, and maintain local or external talents through engaging creative organizations. In this holistic model, the creative communities of Greeks are the main leaders of the critical organizations of the island. They observe and control the activities to be in terms of nurturing creativity. Thus, in order to attract and make them sustain, different cultural, social, physical, activities and events are suggested in this study. Therefore, the thesis has widely defined the natural and man-made assets and facilities of the island. It has also depicted the daily life of the place in different periods of time to figure out the previous and present quality of life on the island. Thereafter, the study magnifies the precious possessions of the island, which are its sumptuous mansions. The integrity of the island is a combination of these mansions and the greenery of the pine forests. The mansions as separate tectonics shape the city's additive cumulative structure; as the windows, wall texture, and similar elements come together. Another item that provokes integrity is the rate of the ornamental character of the buildings. Besides, the island has been a center of different cultures and religions. The transparency is recognizable in the variety of construction of its mansions. All these characteristics and potentials make the island an alternative creative city. Developing cultural ideas of the island requires elaborate consideration of the strengths, weaknesses, opportunities, and threatens of Büyükada's layers of complexity. The consideration of the SWOT analysis prepares new strategies and offerings, develops opportunities, and highlights the threatens. The amalgamation of these analyses can shape a set of flexible ideas. The developed and confirmed ones are then conducted with the participation of the creative community and the local community in different organizations. Cultural participation in a socially developed space can satisfy the local residents and manifest the tourists' willingness to involve in the cities' activities and spend more time on recreational and cultural places. In this concern, festivals are the main reflectors of the cities' inherent habits, which ask for different cultures to share experiences. Besides, the proper management of the city social spaces' behavior can enrich the attraction of the city. Public programs managed by the government or non-government organizations can further strengthen this condition. Thereafter, the changes of creativity can contribute to improving the cultural routes and tourism, which can also promote the economic and financial attributes of the city. In this framework, the cooperation of the communities and organizations shapes a merged network aiming at incremental development. This network is a transparent society, which looks for talented local people and a global creative community. The suggested model looks for a creative network through introducing physical and social activities, events, and providing economic background. It affirms new policies and attitudes for a well-developed sustainable city. The objective that the agenda pursues is to reassess the rules related to the city's plan, finance, government, and development to gain creativity. The plan addresses all humankind regardless of age, race, nation, and religion. It discloses the comprehensive role of national governments, sub-national and local governments, stakeholders, and the local people. The determined actions are taken into consideration according to changing agents. The policies design an integrated system with high cooperation among all parts of the city. Coherence connection among the city organs and agents sets up a social, economic, and environmental growth which draws it near to an integrated sustainable and creative city. It is a long-term incremental model that empowers innovative activities for sustainable cultural and economic growth. This is an action to save the assets of the land, the value of the place, and reset the connection among all channels of the city. It is a guide to evolve the city to sustainability and integrity.
-
ÖgeDoğal puzolan esaslı hafif jeopolimer duvar malzemesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Barış Ekiz, Kübra ; Tanaçan, Leyla ; 713986 ; Mimarlıkİskelet sistemli yapılarda yoğunluğu en fazla 1 gr/cm3 ve basınç dayanımı 2.5-7.5 MPa olan yatay ve düşey delikli pişmiş toprak tuğla, gazbeton blok ve bimsblok gibi bölücü duvar malzemeleri, TS 825 standardında belirtilen Uduvar değerlerini "ince kesitli halde" tek başına sağlayamamaktadır. Diğer yandan, gözenekli bir yapıya sahip olan bu malzemelerin, dış iklim koşullarına karşı herhangi bir koruyucu katman olmaksızın kullanılması halinde fiziksel ve mekanik performansının yüksek olması beklenemez. Bundan dolayı, yapı kabuğu tasarımında, kendini taşıma, ısı yalıtımı sağlama ve kaplama işlevlerinin farklı malzemeler tarafından karşılandığı katmanlı duvar kesiti yaklaşımı günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu yaklaşımda, çok sayıda farklı malzeme aynı duvar kesitinde bir arada kullanılmakta, yapım süreci birçok adımdan oluşmakta, inşaat süresi uzamakta ve daha yüksek yapım maliyetleri ortaya çıkmaktadır. Farklı malzemelerin bir arada kullanımı detay tasarımını daha karmaşık hale getirebilmektedir. Katmanlı duvar kesiti yaklaşımının neden olduğu bu dezavantajları ortadan kaldıracak bir monolitik duvar malzemesi geliştirmek, bu doktora tezinin temel anlamını ve önemini ortaya koymaktadır. Doktora tezinin amacı, ülkemiz yerel hammadde kaynaklarından üretilen; iç/dış bölücü duvar elemanı tasarımında kullanılabilen; belirli bir dayanım, rijitlik ve stabiliteye sahip; hafif ve kolay taşınabilen; ülkemiz iklim koşulları altında dış duvar için gereken ısı geçirgenlik katsayısı gereksinimini sağlayabilen; koruma gereksinimini kendi bağlayıcısı kullanılarak sağlayabilen; geleneksel çok katmanlı duvara nazaran daha az sayı ve çeşitte malzeme kullanılarak daha hızlı uygulama sürecine olanak sağlayan bir doğal puzolan esaslı hafif jeopolimer duvar malzemesi geliştirilmesidir. Söz konusu monolitik duvar malzemesi kendi içerisinde üç katmanlı olarak tasarlanmaktadır. Ortada yer alan gözenekli çekirdek katmanının işlevi malzeme gövdesini oluşturmak ve ısıl performansı sağlamak, çekirdeğe nazaran daha ince tasarlanan iç ve dış koruyucu katmanlarının işlevi ise nispeten boşluklu malzeme gövdesini fiziksel ve mekanik etkenlerden korumak ve gerekli strüktürel stabiliteyi sağlamaktır. Deneysel yöntem üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada, hedeflenen hafif jeopolimer duvar malzemesinin iç ve dış koruyucu katmanını tasarlamak amacıyla bağlayıcı cinsi, karışım oranı ve kür koşulları saptanmaktadır. Bu aşamada, monolitik bölücü duvar malzemesinin iç ve dış koruyucu katmanının fiziksel ve mekanik özelikleri üzerinde ideal alkali aktivatör türü; sıcaklık kürü koşulları; alkali hidroksit konsantrasyonu ve aktivatör oranı; toplam aktivatör / puzolan oranının etkileri tespit edilmektedir. İkinci aşamada hedeflenen hafif jeopolimer duvar malzemesinin ısıl performansa sahip çekirdek katmanını tasarlamak amaçlanmaktadır. Yüksek ısıl performans sağlamak amacıyla, birinci aşamada ideal karışım oranları ve kür koşulları belirlenmiş olan bağlayıcının içerisinde kimyasal yöntemle köpük oluşturulmaktadır. Köpükleştirici ajan oranının çekirdek katmanının fiziksel, mekanik ve ısıl performansı üzerindeki etkileri araştırılmaktadır. Çalışmanın son aşamasında, Datça puzolanı esaslı jeopolimer bağlayıcıdan üretilen, fiziksel, mekanik ve ısıl özelikleri belirlenen iç/dış koruyucu ve çekirdek katmanlarının, ülkemizin Binalarda Isı Yalıtım Kuralları Yönetmeliği (TS 825) ile belirlenmiş beş iklim bölgesi için dış duvar malzemesi olarak kullanım olanakları belirlenmektedir. Karışımlar hazırlanırken ilk olarak puzolan ve dolgu maddeleri (dış ve iç koruyucu katmanlarda standart kum, çekirdek katmanında ince öğütülmüş silis kumu) kuru halde karıştırılmış ve bu karışıma 24 saat önceden hazırlanmış olan NaOH/KOH çözeltileri, sıvı sodyum silikat çözeltisi ve su eklenmiştir. Kalıplanan karışım, bünyesinde sahip olduğu nemi kaybetmemesi için PE kaplanarak 20±2 °C ve % 95±5 bağıl nemde 24 saat ön kürlemeye tabi tutulmuştur. Ön kürlemenin ardından, kalıplar sökülerek numuneler 90 °C sıcaklıkta ve PE kaplı halde 24 saat etüvde kürlenmiştir. Fiziksel özeliklerin belirlenmesi için özgül kütle, birim hacim ağırlık, kapiler su emme, atmosfer basıncı altında su emme, kompasite ve porozite, buhar geçirgenlik direnci, ultrases hızı ve elastiklik modülü; mekanik özeliklerin belirlenmesi için eğilmede çekme dayanımı ve basınç dayanımı; ısıl performansın belirlenmesi için ısı iletkenlik katsayısı ve makro boyutlu boşluk yapısının belirlenmesi için optik analizler yapılmıştır. Çalışma sonunda, Datça Puzolanı alkali kimyasallar ile aktive edildiğinde, jeopolimer bağlayıcı üretimine elverişli olduğu ve söz konusu puzolanın jeopolimer öncüsü olarak kullanılabileceği tespit edilmiştir. En yüksek mekanik özeliklere sahip Datça Puzolanı esaslı jeopolimer bağlayıcı, 12.5 M potasyum hidroksit ve sodyum silikat alkali aktivatörlerinin kombinasyonuyla üretilebilmektedir. 12.5 M KOH çözeltisinin 2.5 aktivatör oranı (Na2SiO3/KOH) ile birlikte kullanılması, polikondansasyon reaksiyonlarının gelişimi için gerekli olan öncü maddenin daha fazla çözünmesine, daha az gözenekli ve daha az geçirgen bir matris oluşumuna ve en yüksek mekanik özeliklere sahip malzeme üretimine imkan vermektedir. Datça Puzolanı esaslı jeopolimer harcın ideal toplam alkali aktivatör/puzolan oranı kütlece 0.3'tür. Alkali aktivatör miktarı daha fazla artırıldığında, fazla miktardaki alkali kimyasal suyun buharlaşmasını ve buna bağlı olarak harcın içyapı gelişimini engellediğinden fiziksel ve mekanik özelikleri olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca konu ekonomik açıdan değerlendirildiğinde, malzemeden beklenen performans kriterlerinden ödün verilmeksizin, alkali aktivatörlerin minimum miktarda kullanımına yönelmek gerekmektedir. Datça Puzolanı esaslı jeopolimer harcın ideal kür koşulu 90 °C sıcaklıkta ve PE kaplanarak 24 saat etüv kürüdür. PE kaplı halde kürleme daha yüksek mukavemet sonuçları sağlarken, PE kaplanmaksızın kürleme kuruma rötresinden dolayı numunelerin yüzeyinde gözle görülür çatlaklara neden olmaktadır. Bu nedenle kürleme sırasındaki nem koşulları sağlanmalıdır. Karışım oranları ve kür koşullarının optimize edilmesiyle 2.0 g/ cm3 yoğunluk, % 5.48 su emme oranı ve 10.57 MPa basınç dayanımına sahip jeopolimer bağlayıcı üretilmesi mümkündür. Malzemenin su emme oranı (% 5.48) ve doyma derecesinin (0.64) cephede kullanılan malzeme özelikleriyle ilgili gereksinimleri karşılamasından dolayı, sertleşmiş harcın iç ve dış koruyucu katman olarak kullanılabilmesi mümkün olabilmektedir. Datça Puzolanı esaslı jeopolimer bağlayıcının alüminyum tozu ile köpürtülmesiyle yüksek poroziteye ve iyi ısıl performansa sahip bir jeopolimer köpük üretilebilmesi umut vaat etmektedir. Söz konusu jeopolimer köpüğün taze haldeki hacimsel stabilitesini koruması ve çökmenin engellenebilmesi için karışıma ince öğütülmüş silis kumu eklemek önemlidir. Köpükten beklenen fiziksel, mekanik ve ısıl özelikleri sağlayan ideal Al tozu/puzolan oranı ağırlıkça % 0.5 olarak tespit edilmiştir. Söz konusu orana sahip numuneler, daha küçük gözenek çapına, daha düzenli gözenek boyutu dağılımına, gözeneklerin birbirleriyle daha az bağlantısına ve daha homojen bir içyapıya sahiptir. İdeal karışım oranları tespit edilmiş olan Datça Puzolanı esaslı jeopolimer köpüğün ısı iletkenlik katsayısı (0.088 W/mK), yapı sektöründe yaygın olarak kullanılan hafif duvar malzemesi alternatifleri olan düşey delikli hafif tuğla, pomza betonu, gazbeton ve köpük beton gibi bölücü duvar malzemelerinin ısı iletkenlik katsayılarına nazaran daha düşük olması, geliştirilmiş olan malzemenin herhangi bir ısı yalıtım malzemesine gerek duyulmadan kullanılma potansiyelinin olabileceğini göstermektedir. İç ve dış koruyucu katman ve çekirdek katmanı olmak üzere üç tabakalı monolitik duvar malzemesinin Türkiye'nin beş farklı iklim bölgesinde kullanılma olanakları değerlendirildiğinde, birinci derece iklim bölgesinde gereken Uduvar değerini sağlayan ve yıl içerisinde herhangi bir ayda yoğuşmaya sebep olmayan optimum katmanlaşma, 2'şer cm'lik iç ve dış koruyucu katman ve 10 cm'lik çekirdek katmanı olarak tespit edilmiştir. İkinci derece iklim koşulları altında, optimum katmanlaşma 2'şer cm'lik iç ve dış koruyucu katman ve 12.5 cm'lik çekirdek katmanı ile elde edilmiştir. Üçüncü derece iklim bölgesinde, Uduvar gereksinimi 2'şer cm'lik iç ve dış koruyucu katman ve 15 cm'lik çekirdek katmanı kullanılarak elde edilebilmiştir. Dördüncü ve beşinci derece iklim bölgelerinde, 2 cm iç, 2 cm dış koruyucu ve 20 cm çekirdek katmanı ile kriterler sağlanabilmiştir. Ülkemiz iklim koşullarının sıcak/ılıman iklimden soğuk ve karasal iklime doğru ilerlemesiyle, Uduvar gereksinimini sağlayan ve yıl içerisinde herhangi bir ayda yoğuşma oluşumuna neden olmayan ideal duvar kalınlığı kademeli olarak artmaktadır. Bundan dolayı, her bir iklim bölgesi için uygun duvar katmanlaşması tasarlanırken aynı türde duvar kesiti tasarımı yerine, sistem bir bütün olarak ele alınmalı, duvarlardaki ısıl performansın yanısıra yoğuşma ve bunların kullanıcı sağlığı üzerindeki etkileri birlikte değerlendirilmeli ve ideal malzeme katmanlaşmasına karar verilmelidir. Üretilen monolitik duvar malzemesinin kesiti, geleneksel çok katmanlı dış duvar kesitleriyle karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde, monolitik malzemenin Uduvar değerini sağlayan ve yoğuşma oluşmayan toplam kalınlığı, düşey delikli pişmiş toprak tuğla ve gazbeton gövdeli çok katmanlı ve dıştan yalıtımlı duvarların toplam kalınlığının yaklaşık yarısı olması bakımından önemlidir. Yani, monolitik duvar malzemesinin yapılarda kullanılabilmesiyle, toplam duvar kalınlığı yarı yarıya azalması ve yapının kullanılabilir alanında artış olması beklenmektedir. Gerek duvar kalınlığındaki azalma gerekse malzeme çeşidinin ve sayısının azalması, yapıdaki duvar ağırlığının azalmasını beraberinde getirebilmektedir. Türkiye'nin yerel hammadde kaynağı olan doğal Datça Puzolanı'nın alkali aktivasyonuyla üretilen, ideal karışım oranları, kür koşulları, fiziksel, mekanik ve ısıl özelikleri tespit edilmiş, ülkemizdeki farklı iklim koşulları altında dış duvar kesitinden beklenen ısıl performansı herhangi bir ısı yalıtım malzemesi kullanılmadan sağlayabilen, koruma gereksinimini herhangi ek bir kaplamaya gerek duyulmaksızın sağlayabilen, kendi içinde katmanlı ancak makro ölçekte homojen davranan bir jeopolimerin üretilebileceği tespit edilmiştir.
-
Ögeİnşaat sektöründe planlama ve kontrol iş akış süreçlerinin yapı enformasyonu modellemesi (BIM) kullanılarak etkinleştirilmesi: Kavramsal bir model önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Çıracıoğlu Saraç, Ayşen ; Yaman, Hakan ; 709858 ; MimarlıkPlanlama ve kontrol iş akış süreçleri, projenin hedefleri doğrultusunda teslim edilmesi, zamanı, bütçeyi ve kaynakların yönetilmesini sağlayan proje yönetimi ve proje başarısı için kritik fonksiyonlardır. Genel olarak geleneksel yöntem ve tekniklerden beslenmekte olup, yüksek oranda değişkenlik ve belirsizlik içermektedir. Bu durum inşaat sektöründe değişken iş akışlarına ve genel olarak verimliliğinin düşük olmasına sebebiyet vermektedir. İnşaat sektöründe iş akışları kaynak, bilgi ve mekân akışından oluşmakta olup, çoğu zaman kontrol edilemeyen dış faktörlerden doğrudan etkilenmekte, planlamaları ve kontrol edilmeleri oldukça güçtür. Bu nedenle etkili bir şekilde yönetilmeleri gerekmekte olup, geleneksel planlama ve kontrol iş akış süreçleri özellikle karmaşık ve büyük projelerde, aktivite ilişkilerinin planlanması, görselleştirilmesi ve kontrolünde yetersiz kalmaktadır. Ayrıca iş akışları yönetimi yerine aktivite yönetimine odaklanması nedeniyle sıklıkla eleştirilmektedir. Bu yaklaşım nedeniyle birçok projenin başarısız olduğu raporlanmaktadır. Literatürde planlama süreci enformasyon teknolojileri ile bütünleştirildiğinde proje teslim sürelerinin kısalacağı ve iş programı değişkenliklerinin azalacağı belirtilmiştir. Bu sonuç göstermektedir ki proje performansının arttırılması için planlama ve kontrol iş akış sürecinin enformasyon teknolojileri ile bütünleştirilmesi bir gerekliliktir. Günümüzde, planlama ve kontrol iş akış süreçleri çoğunlukla inşaat sektörünün temel katılımcılarından biri olan genel yüklenici firmalar tarafından oluşturulup yönetilmektedir. Bu nedenle bu sürecin başarısı büyük oranda genel yüklenici firmaların planlama ve kontrol iş akış süreçlerinin etkinliğine bağlıdır. Yüklenici firmaların etkili bir planlama ve kontrol iş akış süreci yönetimi yapabilmesi için, projenin erken evreleri itibariyle doğru ve ulaşılabilir proje enformasyonuna ihtiyaçları vardır. Ancak mevcut durumda yüklenici firmalar genellikle metraj çıkarmaya uygun olmayan ve iş programı oluşturulurken faydalanamadıkları tutarlı ve kaliteli bir BIM modelin eksikliği ile mücadele etmektedirler. Bunun sonucu olarak, iş programları çoğunlukla planlama ekiplerinin eksik veya hatalı 2D proje enformasyonu algılama becerisine bağlı olarak geliştirilmekedir. Planlama süreçlerinin iyileştirilmesi için enformasyon teknolojilerinin bütünleştirilmesiyle hem proje enformasyonunun niteliğinin artması hem de koordinasyonla geliştirilmeleri gerekmektedir. Bu çerçevede, yapılan doktora tez çalışması ile birlikte planlama ve kontrol iş akış süreçlerinin BIM ile bütünleştirilerek iyileştirilmeleri çalışmanın odak noktasına alınmıştır. Söz konusu amaca ulaşmak için, bütünleşme çalışmasının nasıl ve ne şekilde yapılabileceği; gerekli girdiler, süreci çalıştıran mekanizmalar, sürecin kısıtlayıcıları ve çıktıları tanımlanarak gösterilmiştir. Bu amaçla öneri iş akış süreçleri kavramsal bir model önerisi kurgulanarak aktarılmıştır. Böylece, yüklenici firmaların tüm projelerinde söz konusu bütünleşme çalışmasını yapabilecekleri bir strateji modeli oluşturulmak istenmiştir. Böyle bir gereksinimle oluşturulmuş bir kavramsal model önerisi Türk inşaat sektöründe ve de dünyada mevcut değildir. Bu anlamda literatürde önemli bir boşluğu dolduracağı düşülmüştür. Söz konusu amaca ulaşabilmek için gerçekleştirilen doktora tezi toplamda altı bölümden oluşmaktadır. Tezin ilk bölümünde; problemin tanımlanması yapılarak, tezin amaç ve kapsamı ile yöntemine yer verilmiştir. Tezin ikinci bölümünde; inşaat sektöründe iş akışları ve güvenilirlik, geleneksel ve yalın inşaat planlama ve kontrol iş akış süreçlerini incelemeye yönelik literatür araştırması yapılmıştır. Tezin üçüncü bölümünde ise planlama ve kontrol iş akış süreçlerini literatürde bütün girdileriyle ayrıntılı inceleyebilmek, hangi kavramlarla birlikte sıklıkla ve görece az çalışıldığı, hangi yaklaşımların etkisinde geliştiği ve sürecin genelinde problemlere neden olan eksiklik ve boşlukları tespit edebilmek amacıyla yapılan bibliometrik analiz çalışmasına yer verilmiştir. Bu amaçla yine, BIM'in planlama ve kontrol iş akış süreçlerine olan etkilerini incelemek ve boşluk analizi için sırasıyla; 4D BIM'in faydaları, kullanımı önündeki engeller, otomatik iş programlarının oluşturulması, iş programı ve BIM model LOD düzeyi ilişkisi ve 4D BIM araçları anlatılmıştır. Ayrıca bu bölümde İngiltere, Çin ve Türkiye'deki planlama ve kontrol çalışmalarına ilişkin literatür araştırmasının sonuçlarına yer verilmiştir. Tezin dördüncü bölümü ise alan araştırmasının yapıldığı bölümdür. Bu bölümde, literatürde tespit edilen planlama ve kontrol iş akış süreçlerinde karşılaşılan problemleri doğrulamak ve sektördeki 4D BIM adaptasyon düzeyini tespit edebilmek için Türk inşaat sektöründe yurt içi ve yurt dışında faaliyet gösteren büyük ölçekli yüklenici firmaların planlama ve BIM departmanlarıyla karşılıklı görüşmeler yapılarak gerçekleştirilen alan araştırması bulguları ve değerlendirmeleri sunulmuştur. Beşinci bölümde kavramsal model önerisi sunularak sırasıyla; modelin amacı, kapsamı, kullanılan yöntem ve teknikler ile model önerisinin aşamaları ve öneri organizasyon yapısı anlatılmıştır. Tezin son bölümünde ise, yapılan çalışmalar özetlenerek, tez kapsamında önerilen model ve çalışmalara ait anahtar bulgulara, değerlendirmelere ve önerilere yer verilmiştir.
-
ÖgeKentsel müdahalelerin kurgusal anlatısına ait sınırların kartezyen altlıklar üzerinden yeniden okunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Haznedar, Burak ; Şener, Sinan Mert ; 675308 ; MimarlıkGünümüz kentlerinin oluşum süreçlerinde modern dönem sonrası ön plana çıkan kentsel müdahalelerin altlıkları incelendiğinde Kartezyen bakış açısı temelinde ortaya konulan yaklaşımların müdahaleler üzerindeki yönlendirici etkisi görülebilir. Temelde belirli bir tarihsel süreci baz alarak çoğu zaman geriye dönük olarak yapılan lineer okumalar neticesinde ilerlemeci bir altlık ile oluşturulduğu ifade edilen bu yaklaşımların toplumsal ikna ve kabulün sağlanması üzerinde etkileri sınırlıdır. Buna karşın bugünün dinamik etkileşimler üzerinden ilerleyen dünyasında ise sosyo-politik ve sosyo-kültürel süreçler lineerlikten uzak şekilde üst üste çakışan katmanların etkisiyle, ilerlemek için bir miktar geri gidişlerin de olabileceği bir kurgu ile gelişir. Bu etkileşim sistematiği karar vericinin sorgulanmasını da beraberinde getirir ve kimi zaman bağımsız şekilde kendi egemenini ve yaratıcısını sisteme dâhil ederek ilerler. Kentsel gelişim ise karşıtlıklar ve ikilikler gibi Kartezyen altlıkların sınırlayıcı bir şekilde ortaya konularak bağlamın göz ardı edilebildiği yaklaşımlar üzerinden ele alınır. Sürecin ve katmanlaşmanın getirisi olarak çatışmanın da oluşacağı bu ara mekânlar kentin tüm aktörleri için verimli kullanım olasılıklarını ve her an orada olabilecek durum içerisinde saklı olan eğilimleri barındırır. Saklı olan bu eğilimler aracılığıyla bağlamın yitimi ile oluşacak bağlam-bağımsız yaklaşımlar da kentsel müdahale süreçleri içerisine dâhil edilebileceklerdir. Müdahale yaklaşımları bu sistematiğe anlatıları üzerinden etkin şekilde dâhil oldukları ölçüde gerçekleştirilebilme şansına sahip olurlar. Bu doğrultuda, toplumsal kabulün sağlanabilmesi için müdahalenin anlatısı geliştirilir. Anlatı kendisini bir bütünselliğin parçası yapabildiği sürece etkin olabilecektir. Tamamlayıcı bütünsellik küresel veya yerel altlıklar aracılığıyla oluşturulan kurgusal altyapı alanı üzerinden ortaya konulur. Kentsel müdahaler için anlatının taşıyıcısı uzmandır, ve bu uzman müdahalenin kahraman anlatıcısı olarak ortaya çıkan mimardır, plancıdır. Uzmanın öncelikle kurgusal altlıktaki tüm çatlakları kapatarak kendi kabulünü, sonrasında da anlatının kabulünü sağlayabilmesi için anlatıya yön verebilmesi gerekir. Bu amaçla çeşitli sınırlamalar ve tanımlı bir üst kurallar sistematiği gereklidir. Üst kurallar koyabilme açısından oldukça verimli olan günümüz kentleri incelendiğinde bu dizimin kimi zaman özgürlükler, kimi zaman gereksinimler, ama her an için içeriği ve kurgusu sorgulanabilecek bir üst tanım üzerinden oluşturulduğu görülür. İlk bakışta bu kuralların müdahaleyi yönlendirebilme amacıyla ortaya konulduğu düşünülse de gerçekte kontrolün sağlanabilmesi için kurgulanmıştır ve sürekli olarak güncellenir. Müdahalenin anlatısı da bu güncellemenin parçası olarak günümüz kentinin kentsel kurgusunun sahip olduğu altyapı düzeninde yerini alır. Altyapı alanının bir parçası olan anlatı artık kurgusaldır, içeriği sorgulanmaz ve toplumsal kabulün sağlanabilmesi amacıyla sık tekrarlar aracılığıyla bir meta-anlatı halini alarak günümüz kentlerinin müdahale yaklaşımlarına yön verir.
-
ÖgeMimar Sinan'ın İstanbul'daki camilerinde mahfiller(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1989-02-10) Camay, Nil ; Ögel, Semra ; Mimarlık Tarihi
-
ÖgeMimari tasarım sürecinde çizim mekanın keşfi - çizim edimi üzerine bir model önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Senvenli Bezircioğlu, Gaye ; Gökmen Pulat, Gülçin ; 709933 ; MimarlıkTasarımda görsel düşünme olarak ifade edilen çizim; düşüncenin geliştiği, dönüştüğü ve depolandığı bir üretim platformu sunar. Çizim düşünme olarak ele alındığında, belirli bir tasarım düşüncesinin simülasyonu yerine, tasarım fikrinin geliştiği dışsal bir bellek tanımlar. Tasarıma dair düşüncenin form bulduğu çizim süreci, tasarımcının eyleminin çizim yüzeyinde oluşturdukları ile kurduğu yansıtıcı bir oluşumu ifade eder. Tasarım çalışmalarında düşünme olarak çizim farklı bilişsel yaklaşımlar üzerinden değerlendirilmektedir. Tasarım dinamiklerini araştıran çalışmalarda çizim zihin, beden ve çevre ilişkisinde farklı yönleri üzerinden ele alınmaktadır. Bu tez çalışması temel tasarım aktivitesi olan çizim edimini keşfetmeye yönelik bir araştırma sunmaktadır. Çizim yüzeyi üzerinde oluşturulan ifadeler, temsili olmanın yanı sıra kendi gerçekliğine sahip bir mekânsallık ortaya koymaktadır. Tez kapsamında 'çizim mekânı' olarak tanımlanan bu alan, çizimi merkezine yerleştiren ilişkisel bir sistemi ifade etmektedir. Çizim, eylem ile kurduğu diyalogda aktif ve dışsal bir bellek oluşturmaktadır. Çalışmanın amacı çizimin ortaya koyduğu etkileşimli düşünme sürecini kavramsal bir model üzerinden tanımlamaktır. Çizim sürecinde düşünme karmaşık, örüntüsel ve bir o kadar da rastlantısal öğeleri içinde bulunduran ilişkiler zinciri ortaya koyar. Süreçte eylemin tanımladığı hamleler ve bu hamlelerin kaynak bulduğu savlar arasında dinamik bir oluşum gerçekleşir. Tezde bilişsel bir aktivite olarak nitelendirilen bu oluşum süreci zihnin sınırları dışında, çevre ve beden ilişkisinde materyale aktarılan ve beynin sınırları dışında form bulan bir fenomen olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda çizimin konumu farklı bilişsel yaklaşımlardan temel alınarak yeniden değerlendirilmiştir. Tanımlanan kavramsal çerçevede çizim, zihin ve materyal etkileşimi üzerinden bir düşünme süreci ortaya koyarken, çizim yüzeyi üzerinde eylemi yönlendiren aktif bir bellek oluşturmaktadır. Bu çerçevede incelenen çizim bilişsel bir model önerisi üzerinden değerlendirilmektedir. Tez kapsamında kavramsal tartışma üzerine geliştirilen modelin bileşenlerinin saptanması için uygulamalı bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Protokol çalışması olarak kurgulanan süreçte bir dizi çizim uygulaması ile sunulan kavramsal çalışmaya paralel olarak çizim süreci yeniden tanımlamaktadır. Zihin, el ve materyal arasındaki etkileşimli süreç çalışmada düşünme mekânı olarak tanımlanmakta, çizimin kendisi araştırmanın nesnesi olarak ele alınmaktadır. Sunulan protokol çalışmasında bireyin çizdikleri ile kurduğu diyalog incelenirken, çizimde ortaya konan diyalektiğin bileşenleri ve bu bileşenlerin kurduğu ilişkiler birbirinden ayrıştırılarak tanımlanmaktadır. Uygulama referans alınan çalışmalarda sunulan modellere bir eleştiri sunarken, çalışmanın ürünü olarak yeni bir model ortaya koymaktadır. Eylemin yansıtıcı süreci temel alınarak önerilen enaktif model kendini üreten bir sistem olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım bireyi ve bireyin öznel deneyimleri merkez alan teorilere farklı bir bakış açısı sunarak, çizimi zihnin sahip olduğu gibi üretme, depolama ve işleme gibi özelliklere sahip bilişsel bir merkez haline getirmektedir. Araştırmanın içeriği teorik ve uygulamalı çalışmaları kapsamaktadır. Tezin ilk bölümünde düşünme olarak ele alınan çizim süreci üzerine teorik bir çerçeve oluşturulmuştur. Bu bölümde çizimin literatürde nasıl ele alındığı ve çizim sürecini açıklamada kullanılan bilişsel yaklaşımlar değerlendirilmiştir. Bilişim teknolojisi ve sosyoloji alanlarında geliştirilen bilişsel teoriler bilginin oluşumu değişen koşullarda zihin ve çevre ilişki üzerinden açıklamaktadır. Tasarım bilişinde yer alan "Genişletilmiş", "Dağıtık" ve "Enaktif" biliş teorileri bu bölümde çizimde düşünme sürecini çözümlemede temel teoriler olarak sunulmaktadır. Tasarımcının çizim ile kurduğu diyalogda zihinsel aktivitenin sınırları dışsal bir olgu olarak temsilin üretimine uzanmaktadır. Bu yaklaşımda çizim eylem olarak etkin bilişsel bir üretimi tanımlanmaktadır. İkinci bölümde ise, çizimin bilişsel süreçteki konumunun belirlendiği temel bir düşünme modeli oluşturulmuştur. Eylem, materyal ve zihin ilişkisini birbirinden farklı tanımlar sunan bilişsel yaklaşımlar çizim süresince oluşan bilişsel etkinliğini farklı yönleri açıklamaktadır. Bu çalışmalarda eylem ve materyal birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmektedir. Bu bölümde tanımı sunulan etkin model çizimi materyal ve eylem olarak bir bütünsel bir tanım sunmaktadır. Düşünme sürecinde eylemin etkin üretimini ve eylemin ortaya koyduğu dışsal belleği birbiri ile ilişkilendirmektedir. Model kavramsal çerçevenin oluşturulması, operasyonel yapısının tanımlanması ve bileşenlerinin saptanmasını içermektedir. Düşünme sürecine dair bir teorik modelin oluşturulması, kavramsal çalışmanın uygulama üzerinden deneyimlenmesi ile gerçekleşmektedir. Tezin üçüncü bölümü teorik alt yapının kurgulanmasında destek alınan uygulama bölümünü oluşturur. İki ayrı alan çalışmasından oluşan çalışma, çizim sürecindeki etkileşim modelin bileşenlerinin belirlenmesi ve çizim mekânın tanımlanması üzerine kurgulanmıştır. Uygulama bölümünde sunulan alan çalışması geliştirilen modelin deneyimlenmesi ve içeriksel tanımının oluşturulmasını kapsamaktadır. Çalışmanın son bölümünde ise etkin model bütünsel bir yaklaşım ile yorumlamaktadır. Sunulan tartışma bölümü aynı zamanda uygulama çalışmasının verileri ışığında çizim mekânı üzerine niteliksel bir tanım ile değerlendirmektedir. Çizimi eylem ve materyal olarak bütünsel bir ilişkide değerlendiren tezde, sunulan teorik yaklaşım ve uygulamaya yönelik yapılan alan çalışması sonucunda çizimi düşüncenin aktif olarak dışsallaştığı ve materyal üzerinde kendi dinamiğine sahip bir üretim alanı oluşturduğu gözlemlenmiştir. Çalışmada çizimin zihnin yapısını benzer olarak bilgiyi alma, depolama ve yeniden işlevlendirme yetilerine sahip olduğu tespit edilmiş, eskizin bilişsel süreçteki konumu, bu yaklaşımla, yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır.
-
ÖgeMimarinin kıvamı: Dikiş figürasyonu ve şehirde yürüyüş inşaları üzerinden bir araştırma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Uysal, Hatice Işıl ; Gökmen Pulat, Gülçin ; 723129 ; MimarlıkMaddi bir olgu olan şehir farklı kuvvetlerin etkisiyle çok farklı şekillerde biçimlenmekte ve yaşanmaktadır. Biçimlendirerek ve deneyimleyerek şehirde görünür hale gelen görme biçimlerinin etkinliği olmaktadır. Şehri insan kendi görme biçimiyle inşa etmekte; mesafe ve ayrıklık ile karakterize olan hakim özne konumlarına bağlı olarak insani anlamlar üreten bu bakış kendi nesnelerini yaratmaktadır. Otoyollar, sokaklar, kıyılar, farklı kullanımlardaki yapılar, parklar ve diğer çevresel müdahaleler yukarıdan bakış ile sokak kotunda olmanın tüm ara seviyelerinin okunaklı nesnellikleridir. Yürüyüş şehirde beden seviyesinde, insan ve insan-dışı her şeyle aynı düzlemde gerçekleşen bir eylem olarak yakın ilişki ve çevresel bağlar kurmaktadır. Yukarıdan bakışla bir uydu haritasında görünen şey eğer bir yüzeyse, yürüyüş yüzeyin derinliğindeki maddenin bir hareketi olmaktadır. Tez kapsamında yürüyüşlerin kurduğu yakın ilişkilerin ve bağların detaylarına bakmak ve inceltmek üzere dikiş bir imge, yüzeyin derinliğine temas ederek maddeyle ilişkilenen ve gömülü olanı çözen bedenlenen bir kavram olarak ele alınmaktadır. Dikişin özellikleri üzerinden bedensel bağ dokudan başlamak üzere bedensellikler ve mimariler tartışılmaktadır. Tez sürecinde İstanbul'da bir seri yürüyüş gerçekleştirilmiştir. Yukarıdan bakışla görülen yüzeyler kesik, yırtık, parça olmaları yönünden değerlendirilerek bunların arasından geçen, dik yön rotaları olarak belirlenen ve çizilen hatlarda yürünmüş, yürüyüşlerin dik yönün ayrıklıklarını diktiği imgelemiyle hareket edilmiştir. Bu tez özne ve nesne oluşun aşırılaştığı, inceldiği ve etkileşimler üzerinden betimlendiği bir rotayı takip etmekte, görme biçimlerini ve failliği sorunsallaştırarak mimariyi yüzeyin derinliğindeki maddede oluşan bir ilişkiler seti olarak tartışmaktadır. Bu tartışmalar tez kapsamında yapılan yürüyüşlerdeki etkileşimlerin irdelenmesiyle yapılmaktadır. Yürümenin dikmek olduğu düşüncesiyle dikiş; katılımcıları iğne, iplik ve kumaş olan, katılımcıların birbirini ziyaretiyle gerçekleşen, kesik, delik ve yırtıkların onarıldığı, yeni birleşimlerin oluştuğu ilişkisel, sağaltıcı ve birleştiren ancak dönüştürmeyen bir imgedir. Bu imgede iğne uğrayan, kumaşta delik açarak iplikle izler bırakan ve ayrılan, ip kumaşı kat eden ve birleştiren, kumaş ise birçok ipliğin birbirinden geçmesiyle oluşan ve iğne ile ipin tüm ziyaretlerine açık olan katılımcılardır. Birbirine uğrama ve ayrılmanın yaşanmasıyla gerçekleşen bu ziyarette ipliğin kumaşta yol almasından dolayı mekânzamansal birleşimler oluşmakta, katılımcıların birbirini ziyaretiyle maddi bağlar kurulmaktadır. Dik yön; akışın tersine veya akışı geçen bir yoldur. Bu yolu açmak veya bu yolda hareket etmekle, engelli, engebeli, parçalı, ayrık, keskin, çoklu ve sıcak bölgelerden geçilmektedir. Şehirde dik yönler bu çalışmada planlanmış ancak zorlayıcı olan hatlardır, çünkü şehirde var olan akışların dikine geçmekte, bunu yaparken ayrıklığı oluşturan görme biçimini bağlantısallığa doğru açılmaya zorlamaktadır. Ziyaretçi, sürekli, sağaltıcı, bağlayıcı ve sakin bir imge olarak dikişin sıcak bir dik yönle buluştuğu yer beden seviyesidir. Beden gevşek bir bedenlenme, beden seviyesi ise etkileşimli ve çok-anlamlı bir bölge olarak ele alınmaktadır. Çalışma beden seviyesinden dikiş hayaliyle başlayarak gezintiye çıkan ve şehir yüzeylerine yüzü izleyene çevrilmemiş yönlerinden yaklaşan bakış etrafında şekillenmektedir. Dikişi imgeleyerek oluşan figürasyonlarla, metinler, görüntüler ve yerler arasında yürüyerek kurulan çalışmanın yöntemi (posthümanist) fenomenolojik yaklaşımla çerçevelenmektedir. Tez metni dünyada endüstriyel orman ile kutsal orman arasındaki dramatik farkın, bu farkı oluşturan yaklaşım ve yaşantının üzerine düşünülmesiyle başlar. Endüstriyel orman imgesi ormanın kesilmek üzere var olduğu düşüncesi, insanın merkeziyeti ve diğer şeylerin onun için malzeme oluşuyla oluşmaktadır. Bu düşünüşten yola çıkarak çevreyi beden seviyesinden insan-merkezli olmayan bir bakışla görebilmek, insan yapımı olanı, mimari inşayı, insana bağlı ve insandan türeyen anlam katmanlarını, maddeye bakışı ve algılamayı sorunsallaştırmaktadır. Bu sorunsallaştırma ile kıvamlı mimari tezin maddesel etkileşimler, hareketler ve anlamları irdeleyen kuramsal tartışmasının kapsamını ifade etmekte, insan ve insan-olmayan maddenin iç içe geçmiş ağı ontolojik zemin olarak alınarak maddesel bütünlüğün içerisinden yüzey ilişkilerine yaklaşılmakta ve mimari fenomenoloji alanında hareket edilmektedir. Mimari fenomenoloji şeylerin kendisini gösterdiği şekilde görülmesi ve gösterilmesi ile hareket halinde, deneyime bağlı olarak ve yaşayarak inşa olan mimariyi öne sürmektedir. Bu alanda biri yüzeyin ardının hayali, görünür olanın anlamlarının oluşma süreci ve bu oluşun katılımcılarının, gömülü olanın nasıl bir bedenlenme olduğunun irdelenmesiyle, diğeri bedensel özellikler olan zamansallık ve mekânsallık üzerinden gerçekleşen algılamaya bağlı inşa ve bedenlenmenin maddiliği ile çevçevelenen iki yaklaşımın söz konusu olduğu ve bu iki yaklaşımın zaman zaman birlikte ele alındığı izlenmektedir. Mimari fenomenoloji bu bağlamda madde, anlam ve inşanın algılamaya bağlı olarak irdelendiği kuramsal pratik bir alan olmaktadır. Öte yandan fenomenolojik betimlemelerin insan-madde ile nesne arasında oluşan deneyim anlatıları insandan kaynaklanan tek yönlü anlamları içerdiği için betimlemeler problematize edilmekte ve içerisindeki maddesel hareketlerin tekrar değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Tez kapsamında merkezileşen bakış filtresi kaldırıldığında oluşacak ilişkilerin iç içeliğinin görülebilmesi ile anlamların çokluğu konu edilmekte ve ontolojik olarak ortak bir zeminden, maddeler arası, gevşek bir bedenlenme içerisinden ancak beden seviyesinde kalarak çevreye bakılmaktadır. Tanıdık olanın içinden geçip gitmek yüzeyleri maddenin bir işlevi olarak görmenin ve ilişkileri insani bağlardan fazlasını içeren karışımlara doğru genişletmenin yöntemi olmaktadır. Yeryüzüne koruyucu ve sevecen bir örtü seren yürüyüşler, dikiş imgelemiyle birlikte yüzeylerin bağlarının bakım ve sağaltımı için aracı olmakta, yüzeylerle ilgilenmek ise hem kendine hem de çevreye sağaltıcı bir şekilde temas etmeyi sağlamaktadır. Şehrin tüm failleri kendi yapılarında ilişkiler üreterek kıvamı değişen bir karışım yaratırken, mimarinin bu karışımın içerisinde ne olduğunu tartışmak, genişleyen bir etik düzlemde dünyanın ihtiyaç duyduğu farkındalık ve duyarlılık için bir adım olarak görülmektedir.
-
ÖgeSes yalıtım ve maliyet performansına bağlı duvar tipi seçimi için bir yaklaşım(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Şan Özbilen, Bilge ; Bayazıt, Nurgün ; 675311 ; MimarlıkTürkiye'de inşaat sektörü ülkenin en önemli ekonomik sektörlerinden biridir. İnşaat sürecinde kaynak tüketiminin en aza indirilebilmesi için sürdürülebilir tasarım konusu son yıllarda daha çok önem kazanmaktadır. Sürdürülebilir bina tasarımlarında enerjinin korunması, yapının gelecekteki ihtiyaçlara uyum sağlaması ve çevreye duyarlı yapı malzemesi kullanımı ile birlikte kullanıcıların her türlü konfor şartlarının sağlanması zorunludur. Konforun sağlanması ısı, ışık, ses, su, yangın gibi faktörlerin kontrol altına alınması ile gerçekleşir. Bu parametrelerin sağlanmasında yapı malzemelerinin seçiminde doğru karar verilmesi önemlidir. İşitsel konforun ses yalıtımı ile sağlanması konusunda Türkiye'de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 31 Mayıs 2017 tarihinde "Binaların Gürültüye Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik" yayınlanmıştır. Yönetmelik, binaların akustik performansını sınıflandırmaktadır ve yeni yapılan binalar için, en az C performans sınıfı sağlanmalıdır. A veya B akustik performans sınıfını hedefleyen binalar için, "Akustik Performans Belgesi", binanın akustik koşullarını değerlendirmek ve belgelendirmek için hazırlanmaktadır. Hava doğuşlu ses yalıtım performansında C akustik performans sınıfı değerlerini sağlamak, B veya A sınıflarına yükseltmek ve sözkonusu performans belgesini alabilmek için, sınıflar arası kriterlerin de birbirine yakın olması nedeniyle yapı elemanlarının ses yalıtım performansı tasarım aşamasında mutlaka hesaplanmış olmalıdır. Türkiye'de tasarımcıların yararlanabileceği duvarların hava doğuşlu ses yalıtım performansını gösteren hazır bir el kitabı bulunmamakta; malzeme olarak ele alındığında Türkiye'de üretilen tek gövdeli yapı malzemeleri ise tek başına çoğunlukla istenilen değerleri sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle tasarım aşamasında hesaplama yapılırken genellikle tek gövdeli yapı elemanının performansı belirlenmekte ve elemanın tasarımında iyileştirmeler yaparak en uygun duvar tipi elde edebilmektedir. Ses yalıtım performansını iyileştirmek için genel prensiplerden 1- kalınlık artışı ile kütle ve yoğunluğu arttırmak 2- çift gövdeli tasarım 3-esnek bağlantı oluşturmak 4- katmanlar arasına hava boşluğu uygulamak 5- hava boşluğu kalınlığını arttırmak 6- boşluktaki gözenekli malzeme kullanmak 7- duvarlar arasında ses köprüsü oluşturacak faktörlerden kaçınılması (Servis boruları bağlantı noktalarında, duvarlardan geçen kanallarda yalıtım vb.) uygulamaları gerekli olmaktadır. Ancak, karar aşamasında, bu uygulamaların diğer tasarım parametreleri üzerindeki etkisi de dikkate alınmalıdır. İlk olarak, bu uygulamalar bir binanın işlevini değerlendirmede önemli bir kriter olan "maliyeti" etkilemektedir. Dünyada kaynakların sınırlı olduğu göz önüne alındığında, maliyeti en aza indirmek her zaman projeler için temel amaç olmalıdır. İkincisi, yapı elemanlarına ilave katmanlar ağırlığı arttırmaktadır. Ancak, ülkemiz deprem kuşağında olduğu için hafif binalar tasarlamak önem taşımaktadır. Hafif duvar malzemeleri taşıyıcı sistem üzerindeki baskıyı azaltır ve depreme karşı direnci arttırır. Üçüncüsü, ses yalıtım performansını artırmak için daha kalın duvarlar tasarlamak hem birim maliyetini hem de ağırlıkları arttırmaktadır. Binalardaki ısı kazancını ve kayıplarını değiştirir, enerji tüketimini de etkiler. Bu nedenle, tasarımda optimum kalınlığın belirlenmesi önemlidir. Binaların Gürültüye Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik'e uygun olup hava doğuşlu ses yalıtım performansının en üst düzeyde; maliyet, ağırlık, kalınlık ve ısı yalıtımında u değeri parametre değerlerinin ise minimum olduğu optimum iç ve dış duvarları bulmak çok sayıda alternatif söz konusu olduğunda mimarlar ve mühendisler için yapı elemanlarının tasarımında karar verme problemini ortaya koymaktadır. Bu nedenle çalışmada, karar verme durumlarında alternatifler arasında en iyi seçimin bulunmasına imkân veren Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKY) yöntemleri ele alınmıştır. ÇKKY yöntemleri içerisinden TOPSIS (Technique for Order Preference by Similarity to Ideal Solution- İdeal Çözüme Benzerlik Yoluyla Sıralama Tercihi Tekniği) yöntemi, büyük ölçekli verilere uygun olması ve en iyi alternatifi hızlı bir şekilde belirlemesi nedeniyle tercih edilmiştir. Ancak parametreler arasında öncelik sırası bulunduğunda hangi parametreye ne kadar ağırlık (önem)katsayısı verileceği tasarımcı için sorun teşkil edebilmektedir. Bu nedenle aynı öncelik sırasını sağlayan farklı katsayılarla elde edilen TOPSIS sonuçlarını birlikte değerlendirerek tek bir sıralama elde etmek için Copeland yöntemi uygulanmıştır. TOPSIS ve Copeland yöntemlerinin birarada ele alındığı bütünleşik yaklaşım mimari alanda daha önce uygulanmamış olup bu tez çalışmasında önerilen yöntemdir. Çalışma kapsamında öncelikle ülkemiz inşaat sektörünün durumu incelenmiş, ulusal envanterler araştırılmıştır. Buna göre binalar çoğunlukla konut olarak ve taşıyıcı sistem tiplerine göre örme sistemle oluşturulmaktadır. Bu nedenle tez çalışmasında konutlarda iki bağımsız birim arasındaki yalnızca örme kagir iç (bölme) ve dış duvarlar (cephe) ele alınmıştır. Kagir duvarlar için yapı malzemesi olarak tuğla ve gazbeton bloklar tercih edilmiştir. Bunun nedeni Türkiye'de, TÜİK Bina Sayımına göre, tuğlanın en yaygın kullanılan malzeme olarak belirtilmesi ve Türkiye'nin Avrupa'nın en büyük küresel gazbeton üreticilerinden biri olmasıdır. Çalışmada yalnızca Türkiye'de üretilen ve standartlarda belirtilen kalınlık ve boyutlara göre duvar sistemleri tasarlanmıştır. Yapı elemanları ise öncelikle gövde özelliklerine, daha sonra kaplama ve kaplamanın tespitine göre, yalıtım malzemesi içerip içermeyişlerine ve toplam sistemin simetrik olup olmamasına göre çeşitlenmektedir. Duvar alternatiflerinin oluşturulmasına bu nedenle tek tabakalı duvarların tasarlanması ile başlanmıştır. Daha sonra alternatifler ses yalıtımını iyileştirmek için genel prensipler göz önünde tutularak çoğaltılmıştır. Oluşturulan duvar alternatifleri, iç duvarlarda iki oda arasında (kaynak ve alıcı oda) tek gövdeli, çift gövdeli ve alçı levha giydirme yapılan tek ve çift gövdeli duvar şeklinde olup dış duvarlarda benzer şekilde tek gövdeli, çift gövdeli ve içeriden ve dışarıdan ısı yalıtımı uygulaması yapılan tek ve çift gövdeli duvar şeklindedir. Uygulama ve malzeme kombinasyonlarına göre iç duvarlarda 490 adet, dış duvarlarda 574 adet duvar elde edilmiştir. Alternatiflerin iç duvarlarda ses yalıtım, maliyet, ağırlık, kalınlık parametreleri, dış duvarlarda ses yalıtım, maliyet, ağırlık, kalınlık ve ısı yalıtım parametrelerinin değerleri hesaplanmıştır. İç duvarlar için ses yalıtım limitleri, kaynak odasının gürültüye karşı hassas (derece I) ve alıcının odasının orta gürültülülük düzeyinde (OG) olması durumu göz önüne alınarak belirlenmiştir. Dış duvarlarda ise TS 825'e göre 2. bölgede yer alan İstanbul ili için U değeri limiti belirlenmiştir. Maliyet, ağırlık ve kalınlık parametreleri için hedeflenen durum değerlerin minimum olmasıdır. Hesaplama sonuçlarına göre istenilen hava doğuşlu ses yalıtımı veya U değeri sınır değerini sağlamayan alternatifler değerlendirmeden çıkarılmıştır. Son durumda iç duvarların 436 tanesi, dış duvarların ise 509 tanesi değerlendirmeye alınmıştır. Değerlendirilen duvar tiplerinin parametre değerleri hesaplanırken ses yalıtım değerlerinin hesaplanabilmesi için yapılan literatür araştırması ve kullanılan simülasyon programına girdi olarak kabul edilebilecek yapı malzemelerinin fiziksel özelliklerine ilişkin araştırmalar da bu çalışmada yer almaktadır. Yaklaşık yapım maliyeti tahmininde T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na ait İnşaat Birim Fiyat Yöntemi (BFY) kullanılmış olup Çalışmada 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununa uygun Hakediş, Yaklaşık Maliyet, Teklif ve Kesin Hesap Programı olarak kullanılan "AMP- Hakediş ve Yaklaşık Maliyet Modülü" ile hesap yapılmıştır. Isı yalıtımı hesapları ve iç yüzeyden ısı yalıtımı yapılan duvarlar için yoğuşma kontrolü TS 825'e uygun olarak İZODER tarafından hazırlanan Hesap Programında yapılmıştır. Yangın kontrolü için A sınıfı hiç yanmaz malzemeler seçilmiştir. Optimum duvar alternatifinin belirlenebilmesi için Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKY) Yöntemlerinden TOPSIS yöntemi ile yapılan hesaplamalarda, karar verilme aşamasında paramatreler için iç duvarlarda öncelik sırası 1. Ses Yalıtım, 2. Maliyet 3. Ağırlık = Kalınlık, dış duvarlarda ise 1. Ses Yalıtım, 2. Maliyet 3. Ağırlık = Kalınlık = U değeri durumunu sağlayacak şekilde belirlenmiştir. Yönetmelikte sınıflandırma olması ve kriterlerin sağlanması gerekliliği birinci önemde olmasının nedenidir. Maliyet konusu inşaat sektöründe sınırlı kaynakları en etkin şekilde kullanmak için ele alınmaktadır. Diğer parametreler de birbirleriyle eşit önemde kabul edilmiştir. Optimum duvarın belirlenmesinde verilen ağırlık katsayıları en önemli rolü oynamaktadır. Çalışmada öncelik koşullarını sağlayan eşit değerlere yakın 3 farklı ağırlık katsayısı verilmiş ve seçim yöntemleri içerisinden Copeland yöntemi ile tek bir sıralama elde edilmesi sağlanmıştır. Çalışmanın sonucu olarak TOPSIS ve Copeland birleşik yöntemlerinin uygulanmasının tasarım aşamasında optimum değerlerin elde edilmesi için kullanılabilir bir yaklaşım olduğu ortaya konulmaktadır. Bu yaklaşımın uygulanması, inşaat sektöründe alınacak yapısal kararlarda, farklı parametrelerin birarada etkilediği alternatifler arasından seçim yapılması gerekli durumlarda, parametrelerin öncelik sırası bilindiğinde ancak önem katsayısı verme konusunda kararsız kalındığında daha güvenilir sonuçların elde edilmesini sağlayarak mimar ve mühendislere yol gösterici olacaktır.
-
ÖgeTasarım yoluyla araştırma ile düşünüm kayıtları: Mimarlar ve defterleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Uzunkaya, Aslı ; Paker Kahvecioğlu, Nurbin ; 663231 ; MimarlıkBu çalışma mimari tasarımı etkileyen, oluşturan örtük bilgiyi öznel birikimler ve araçlar üzerinden araştırma denemesidir. Araştırma ve tasarlama birlikteliğine verilen önemle odağı; özneler, birikimleri ve bu birikimi sağlayan araçları (defterler) özelinde mimari tasarım araştırmalarıdır. "Mimarlar" üzerinden ve "araştırmacı"nın sürece dahil edilmesiyle, örtük bilgiyi dışsallaştırmak üzere geliştirilip sunulan araştırma yaklaşımı ve irdeleme aracı ile mimari tasarım araştırmaları literatürüne eklemlenmek hedeflenir. Mimarın tasarıma yaklaşımının ve dolayısıyla ürünün, her eylemden bilinçli veya bilinçsizce edinilen deneyimler ve kazanımlar aracılığıyla biriktirilerek oluştuğuna dair bir kabulle başlayan çalışma iki önemli sav üzerine kuruludur: mimarlık araştırmasının pratiğe dair problematiklerden doğacağı ve pratiğin süreçleri, araçları ve özneleri aracılığıyla araştırılıp, geliştirilebileceği. Bu bağlamda çalışma, mimarlık pratiğini salt inşa eylemi olarak ele almaz ve mimarlık araştırmasına dair eylemler de pratiğin içinde kabul edilir. Çalışma kapsamında kişinin araştırma eylemini de kapsayan mimari tasarıma dair bu örtük bilgi "düşünümsel birikim" olarak tanımlanır. Mimari tasarım süreci ve ürünü, ortak kabuller, bakışlar, odaklar ve kavramların varlığıyla birlikte, öznelerin düşünümsel birikimleri ve bu doğrultuda kurdukları kavramlar arası ilişkilerle çeşitlenir. Bu savla düşünüm, mimari tasarım ürünü ve süreci araştırmalarında önemli bir noktaya yerleştirilir. Sonuç ürün temsillerine ek olarak bu birikimi de özneler odağında incelemenin, mimarlık teorisinin/pratiğinin gelişimine katkıda bulunacağı öne sürülür. Bu hedef doğrultusunda çalışma (1) öznel birikime bakış ve (2) disiplinin kendi araçlarına bakış olarak tanımlanabilecek iki durum üzerinden örtük olan bu bilgiyi araştırmaya odaklanır. Örtük bilgiyi dışsallaştırma hedefiyle çalışma, bu bilgiyi özneler ve araçlar üzerinden irdelemeye dair bir döngüden beslenir. Kişiler özelinde, ürünü oluşturan, tasarımcıyı besleyen ve biriken bilgi üzerine temellenir. Örtük bilgi ve özne odaklı çalışmalarda, eylemi gerçekleştiren ve ürünü oluşturan kişi aynı zamanda araştırmacının kendisiyken; böylesi araştırmaların eylemin gerçekleştiricisi ve düşünümün sahibi özne(ler) dışındaki kişiler tarafından nasıl yapılacağı çalışmanın problematiğini oluşturur. Mimari tasarım süreçlerindeki örtük bilgi birikimini, bu sürecin öznesi gibi araştırmak mümkün müdür? sorusundan hareketle, başlangıçta bir kısıt oluşturan öznelere dair bu ayrım, araştırmacının da sürecin bir parçası olarak çalışmada yer alışına ve bu bakışla kurgulanan bir araştırma yaklaşımına dönüşmüştür. Bu yaklaşımla çalışma, sürecin öznesi(ymiş) gibi, birikimi araştırmanın ve bu esnada tasarım-araştırma eyleminden yani mimarların süreçteki eylemlerinin temsilini içeren araçlardan faydalanmanın gerekliliğini vurgular. "Düşünüm üzerinden (mimari) tasarım araştırması" ismiyle önerilen bu yaklaşım, temel olarak "tasarım yoluyla araştırma" (ing. research by design) yöntemi altında yer alır. Düşünüm odağında detaylandırabilmek amacıyla, sanat araştırmaları ve mimari tasarım araştırmaları incelenmiş; Christopher Frayling'in (1993) araştırma ve tasarlama birlikteliğine dair fikirleri baz alınmış ve çalışmanın bağlamına göre uyarlanmıştır. Önerilen bu yaklaşım ürün, sonuç ürün temsili, tasarım süreci ile araştırma yoluyla biriktirilen "düşünüm"ü, aracı ve özneyi birbirinden ayırmaz. "Araştırmacı", "kavramsal altlık" ve "mimar" bileşenlerinden oluşan yaklaşım çerçevesinde (1) düşünümsel birikimi araştırmak önemsenir ve örtük olan bu bilgiyi deşifre etmek amaçlanır. (2) Araştırma, disipline dair süreçlerde kullanılan ve birikimi aktaran araçlar vasıtasıyla yapılır. (3) Araştırmacının çalışmaları öncül bileşen olarak kullanılır. (4) Süreç, kavramsal altlık ile desteklenerek geliştirilir. Bu doğrultuda öznelerin düşünümsel birikimi yani örtük bilgi tasarım pratiğiyle ilintili biçimde araştırılmış olur. Önerilen yaklaşımın uygulama sürecinde, "araştırmacı" üzerinden yapılan öncül irdelemeyle bakış açısı kurgulanırken; bu aşama, bir başka öznenin araçlarını (defterler) izlenebilecek bilgi ve eylemleri belirlemeye yönelik bir bileşen olarak ele alınır ve keşif süreci olarak nitelendirilir. Öznelere verilen önem doğrultusunda, araştırmacının da sürecin bir parçası olarak çalışmada yer alışının denenmesinin, mimarlık araştırmalarında yine öznellik odaklı yeni bir çerçeveyi işaret ettiği düşünülmektedir. Ardıl bileşen, "kavramsal altlık", Bryan Lawson'ın (2005a) mimarların birikimini, yönlendirici prensipler şeklinde tanımlayarak incelediği çalışması üzerine kuruludur. Düşünüm odağındaki bu metnin deşifre edilmesiyle, bir mimarın "düşünümsel birikim"ini oluşturabilecek ve katılımcılarda izlenebilecek kavramlar teorik düzlemde belirlenir. Kavramsal altlık ve (araştırmacının) keşif süreci, mimarları (özneleri) inceleyebilmek amaçlı öncül süreçlerdir ve bir altlık görevi görürler. Özneler, burada "mimarlar", bu altlıkla, araştırmacı defterlerinden edinilen bakış ve kavramsal altlık ile ortaya konulan kavramsal ağ aracılığıyla, incelenir. Bu süreçte inceleme aracı, yine tasarım ve araştırma süreçlerine dair örtük bilgiyi barındıran defterlerken; inceleme katılımcılarla yapılan eş zamanlı görüşmeler ile genişler. Bu aşama, pratiğin özneleri ve onların "tasarlama ve araştırma" eylemlerini içeren örtük bilginin, düşünümsel birikimlerinin araştırılması açısından önemlidir. Bununla birlikte, çalışmanın ürünü olan çözümleme diyagramı oluşumuna da katkı sağlar. Öncül bileşende belirlenen kavramlara yeni eklemeler yapılmasında, kavramlar arası ilişkilerin kurulmasında ve çeşitlenmesinde önemli rol oynar. Bu rol ile bir yandan da mimari tasarım süreçlerini şekillendiren düşünüme dair literatürde mevcut perspektif genişletilmiş ve güncellenmiş olur. Üç bileşen doğrultusunda erişilen bağlam, mimarların birikimini yani örtük bilgiyi oluşturması muhtemel kavramlar ve aralarındaki ilişki ağıdır. Bu ağ, "çözümleme diyagramı" adı altında, yine ilişkiler üzerinden ve dönüştürülebilecek bir irdeleme altlığı olarak görselleştirilir. Çözümleme diyagramı, öznelerin düşünümsel birikimini çerçevesinde, değişmeye müsait ilişkilerin yorumlanabileceği; bu doğrultuda mimari tasarım ürününün ve süreçlerinin, özneler ve araçları ile çözümlenebileceği bir araç olarak sunulur. Çözümleme diyagramı ile birlikte diyagramın tasarlanma, üretilme süreci, daha geniş veya farklı katılımcı gruplarını/araçlarını araştırabilecek ileri çalışmalar için bir temel oluşturur. Bu bağlamda, çalışmanın katkısı çözümleme diyagramı önerisi ile temsil bulan örtük bilgiyi araştırmaya yönelik kurgulanan araştırma yaklaşımıdır. Bu yaklaşımla, çalışmanın mimarlık pratiğinin salt ürüne indirgenemeyeceği, araştırmayı da içerdiği ve öznel birikimin önemine dair savı, öznelerin düşünümsel sürecine ulaşarak araştırmanın pratikle ilişkilendirilebileceği yönündeki söylemine dönüşmüştür. Önerilen yaklaşım sebep-sonuç ilişkisi içinde, her konu için tekrar edilebilecek statik ve sıralı bir yapı sunmaz; aksine süreçlere ve öznelere verilen önemle, her problematik ve koşulun kendi yöntemini yaratabileceği savıyla, uyarlamalara müsait organik bir sistem sunar. Sunulan, aynı zamanda, mimari tasarım araştırmalarında özne(ler) ve araç(lar) üzerinden farklı kurguların oluşturulabileceğine dair bir denemeyle, bir bütün halinde düşünme ve üretme biçimidir.
-
ÖgeTürkiye'deki anıtsal kültür mirasının koruma proje ve uygulamaları alanında yönetim süreçlerine ilişkin bir model önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Kambek, Erkan ; Tanyeli, Gülsüm ; 694045 ; MimarlıkYeni başlayan yüzyılda ülkemizin koruma proje ve uygulamaları alanındaki faaliyetlerin oldukça yoğun olduğu görülmektedir. Yaklaşık yirmi yıllık bu kısa dönemde koruma projelerinin sayıca artış gösterdiği ve ülke genelinde kamu kurumlarının başı çektiği hareketli bir projelendirme ve uygulama dönemi geçirdiği söylenebilir. Ancak sayısal olarak ortaya çıkan bu artışın niteliksel olarak bir karşılığının koruma projelerine yansıyıp yansımadığı bir tartışma konusudur. Bu tartışmadan yola çıkarak, bu çalışma kapsamında ülkemizdeki anıtsal kültür mirasının korunmasında yönetim süreçlerinin etkisinin yakından incelenmesi, sorunlarının ortaya koyulması ve mevzuat imkanlarıyla mümkün olan iyileştirmelerin neler olabileceğinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Kültür mirası yönetimi üzerine oldukça çalışılan bir alan olmasına karşın anıtsal kültür mirasının koruma proje ve uygulamaları alanında yönetim süreçleri üzerine yapılan çalışmalar ve araştırmalar kısıtlıdır. Koruma ile proje yönetimi alanlarında anıtsal kültür mirasını yönetim süreçlerini özellikle hedef alan çalışmalar bulunmamaktadır. Bu konu daha çok kültürel mirasın koruma sorunları tartışılırken satır aralarında kalmaktadır. Özellikle konu mevzuat ve mevzuata bağlı ihale süreçleri ile yönetilen kamunun tasarrufundaki projeler olduğunda yönetim süreçleri için akademik alandan gelen katkı sınırlı kalmaktadır. Ancak koruma projeleri yönetimi sadece tek bir paydaş tarafından kotarılamayacak kadar karmaşıktır. Bu alandaki akademik katkıyı artırmak, karar verici konumunda vizyon sahibi olanlara seçenekleri hatırlatmak, koruma projelerinin geçmişinden itibaren önemli yer tutan bilimsel yöntemlerle projeye yön vermek ilkesinin uygulamalardaki yerini göstermek çalışmanın amaçları arasında sayılabilir. Yukarıdaki amaçlara ulaşmak için Türkiye'de kültürel miras korumada yetkili kurumlar ve diğer paydaşların güncel durumları ve bağlı oldukları mevzuat değerlendirilmiştir. Her ne kadar çalışmanın odaklandığı son yirmi yıllık dönemde ülkemizdeki mevzuatta değişiklikler sık olsa da kültürel miras koruma projelerinin bu değişikliklerden yönetimsel süreçler açısından dramatik şekilde etkilenmediği söylenebilir. Kültürel miras açısından oldukça zengin olan ülkemizde çok sayıda kurum, tasarrufunda bulunan anıtsal kültürel miras için, koruma projesi yürütmektedir. Kamu kurumlarında koruma projelerinin yönetim süreçlerinin kültürel mirasa özel bir kurgusu olup olmadığının anlaşılması için yazılı kaynaklar ve mevzuat ile birlikte gerçekleştirilmiş projelerin pratikte nasıl yürütüldükleri önem kazanmaktadır. Bu nedenle kamu kurumları tarafından son on yıl içerisinde tamamlamış olan koruma projelerinden seçilen örnekler, yönetimsel süreç bağlamında incelenmiştir. İncelenen örneklerin bir projenin temel öğeleri olan bütçe, süre ve kalite başlıklarında nasıl yönetildikleri değerlendirilmiştir. İncelenen örneklerin koruma konseptleri çeşitlilik içermekle birlikte yönetimsel açıdan ortak oldukları noktalar çoğunluktadır. Anıtsal külterel mirasa yönelik işlerin projelendirme ve uygulama olarak keskin bir şekilde ikiye ayrıldığı görülmektedir. Bununla birlikte proje çizimleri elde etmek planlamanın bir parçası olarak görülmesinin yanı sıra bu çizimler için koruma bölge kurulu onaylarını almak ana amaç haline dönüşmektedir. Planlamanın devamı olan uygulama safhasında ise proje çizimlerini hazırlayan ekiplerden bağımsız bir iş yapılmaya çalışıldığı rahatlıkla söylenebilir. Hatta bu mesele öyle bir noktaya gelmiştir ki müelliflerin mevzuatta yeri olan denetim hakları, idareler tarafından sözleşmelere eklenen maddelerle ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan aynı mevzuat şartları içerisinde daha başarılı sonuçlar alınan işler de ortaya çıkmaktadır. Bu başarılı durumlardan ipuçları yakalamak mevzuat çerçevesinde geliştirilen öneriler için faydalı olmuştur. Önerilerin oluşturulmasında uluslararası örneklerde yönetimsel süreçlerin nasıl yürütüldüğünün anlaşılması için araştırmalar yapılmıştır. Uluslararası deneyimlerden öğrenilebilecek yaklaşımları göstermek amacıyla yurtdışından seçilen örnekler incelenmiştir. Örneklerin seçildiği ülkelerde projelerin yaklaşım olarak tek bir yönetimsel süreç üzerinden değil, kültür mirasının değerleri ve önemlerine göre farklı yolların izlendiği görülmüştür. Her koruma projesi özelinde farklı özellikler olduğu da görülmektedir. Bu örneklerde yürütülen süreçlerin ülkemizde uygulanması elbette beklenmemektedir. Bunun yerine ülkemizin anıtsal kültür mirası için kullanılabilecek yönlerin neler olduğu değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Türkiye'deki koruma alanında kamu kurumlarında ve yüklenici firmalarda koruma projelerinde görev alan teknik personel ile sorunların tespiti amacıyla anket çalışması yapılmıştır. Anket çalışmasında katılımcıların kendilerini daha iyi ifade etmelerini sağlamak üzere açık uçlu sorulara da yer verilmiştir. Koruma projelerinde aktif görev alan personelin deneyimleri bu şekilde çalışmaya veri olarak dahil edilmiştir. Anketteki soruların analizi yapılarak gelen cevaplar sayısallaştırılmıştır. Katılımcıların sorun olarak en çok gördükleri alanın ihale süreçleri ve buna bağlı olan yaklaşık maliyet, süre, yüklenici seçimi gibi konular olduğu belirlendiğinden ihale süreçleri üzerinde araştırma detaylandırılmıştır. Kamu yararına dayandırılan en az bedel sistemiyle yüklenici seçimi, koruma projelerin istenilen kalite düzeyinde yapılmasının önündeki engelleren bir tanesi olarak görülmektedir. Sadece fiyata odaklanan bu tür bir süreç tasarımının kültür mirası üzerinde uygulanmasının yarattığı sorunlar geri dönülmez durumlara ulaşabilmektedir. En az bedele dayalı yüklenici seçim sisteminin doğurduğu sakıncalardan kurtulmak için mevzuatımızın imkanları olup olmadığı değerlendirilmiştir. İlgili AB direktifine uyumlu hazırlanmış olan ülkemizdeki ihale mevzuatında yer alan fiyat dışı unsurlar kullanılarak nasıl yüklenici seçimi yapılabileceği, bu unsurların ne şekilde belirlenebileceği üzerine AHP yöntemiyle bir çalışma yapılmıştır. En az on yıldır akademik çalışmalar yürüten yirmi koruma uzmanıyla AHP yöntemi kullanılarak fiyat dışı unsurların ağırlıkların belirlenmesi üzerine bir anket çalışması yapılmıştır. Anket çalışmasının sonuçlarında yüklenicinin niteliklerinin verdiği teklif fiyattan çok daha önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki, koruma proje ve uygulamalarında bütüncül bir bakış açısıyla ihale süreci ve yüklenici seçiminde de bilimsel yöntemler kullanılabilir ve mevzuatın verdiği imkanlar bu yönde değerlendirilebilir. Kültür mirasının proje ve uygulamaları yönetim süreçleri proje yönetimi perspektifinden de değerlendirilmiştir. Proje yönetimi bilgi alanlarında bir koruma projesine göre dikkat edilmesi gereken hususlarının neler olduğu incelenmiştir. Proje yönetimi standartlarındaki bilgi alanlarının anıtsal kültür mirası projelerinde uygulama alanı üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. Proje yönetimi standartlarında projelerin safhalara ayrıldığı, her safhada bilgi alanlarının yönetilmesi koruma projelerinin bütüncül bir şekilde ele alınması gerekliliğiyle örtüşmektedir. Projeyi safhalara ayırmak tümüyle birbirinden bağımsız durumlar yaratmak anlamı taşımadığı ve bu safhaları birbirine bağlayacak bütünleşme yönetimini gerektirdiği görülmüştür. Bilgi alanlarından karmaşıklık yönetimi kapsamında projenin karmaşıklık seviyesinin belirlenmesi için önemli bir araçtır. Koruma projeleri için çeşitli karmaşıklık seviyesi ölçme yöntemleri çalışma kapsamında değerlendirilmiş ve öneriler geliştirilmiştir. Proje yönetimi bilgi alanlarının yanı sıra proje teslim sistemleri ile kültür mirası projelerinin ilişkilerinin açıklanması hedeflenmiştir. Ülkemizde kamusal inşaat işlerinde kullanılan geleneksel proje teslim sisteminin koruma projeleri için de uygulanmaya çalışıldığı görülmüştür. Ancak koruma projelerinin kendine has özelliklerinin inşaat sektöründe kullanılan proje teslim sistemleriyle uyumlu olma durumu sorgulanmıştır. Mevcut yönetimsel süreçler incelenerek koruma projeleri için bir yönetim süreci modeli önerilmiştir. Önerilen modelin kurgusu için yönetimsel sürece katılan proje paydaşlarının hangileri olduğu belirlenmiştir. Proje yönetiminde işin aşamalara bölündüğü, yönetilmesi gereken bilgi alanlarının her aşamayla olan ilişkisi kurgulanarak bütüncül bir şekilde ele alındığı görülmüştür. Bu noktadan hareketle kültür mirası projelerinin yönetim süreçleri analiz, planlama, uygulama ve geri besleme olmak üzere dört aşama ortaya çıkarılmıştır. Aşamalar arasında geçişler eşikler olarak tanımlanarak birbirlerine bağlanmışlardır. Modelin içerisinde ihale sürecindeki yüklenici seçiminin nasıl yönetilebileceği açıklanmıştır. Fiyat dışı unsurların ihalelere dahil edilmesinin olası etkileri simülasyonlar aracılığıyla detaylandırılmıştır. Tüm bu araştırmalar sonucunda koruma projeleri yönetim süreci için güncel mevzuat kapsamında kalan, sistemde iyileştirmelere dayalı bir model önerisi geliştirilmiştir. Bu çalışmanın koruma ya da proje yönetim alanında koruma projelerinin yönetim süreçlerine ilgi duyan bilimsel araştırmacılara ve bu tür projelerde görev alan idari ve teknik personele faydalı olması ümit edilmektedir.
-
ÖgeYapı malzemesi yaşam döngüsü değerlendirmesi-envanter analizi üzerine bir model(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Oğuz, Cazibe Zeynep ; Tanaçan, Leyla ; 671575 ; MimarlıkYaşam döngüsü değerlendirmesi (YDD) ürün/hizmetlerin üretimden-yok edilmelerine kadar oluşturdukları çevresel etkilerin hesaplanması için geliştirilmiş bir yöntemdir. Dünyada giderek daha yaygın olan YDD çalışmaları kapsamlı çalışmalardır. Bu çalışmalar uygulamada, belirli etki değerlendirme kategorileri açısından ürünleri değerlendiren çevresel ürün beyanlarına (ÇÜB) da dönüştürülmektedir. Dört evreden oluşan YDD içerisinde ikinci evre olan envanter analizi, bu çevresel etkilere sebep olan girdi ve çıktıların nicel olarak derlenmesinin yapıldığı evredir. Dünyadaki uygulamasına baktığımızda farklı ülkelerin, yaşam döngüsü değerlendirmesi amaçlı, yerel ve küresel değerlendirme araçları ve bunlarla ilişkili veri tabanları oluşturdukları görülmektedir. Doğru sonuçlara ulaşan YDD çalışmaları için yerel özellikleri yansıtan ve koşullarla uyumlu araçların ve veri tabanlarının kullanılması önemlidir. Çalışmanın amacı, Türkiye yapı malzemesi sektörü için küresel veri tabanları ile uyumlu bir YDD envanter analizi modeli geliştirilmesidir. Bu çalışma ile Türkiye koşullarını göz önüne alan modelin oluşturulmasıyla, yapı malzemesine dair çevresel etkilerin değerlendirilmesi daha doğru yapılabilecektir. Bu model, yapı malzemesi üreticilerinin çevresel etkisi olumlu malzemesinin öne çıkabilmesine, proje için malzeme seçimi yapacak mimar/mühendislerin daha az çevre etkisine sebep olan malzeme/ürün seçebilmelerine ve genel anlamda çevresel etkisi daha az malzemenin seçilebilmesini kolaylaştırararak ekolojik faydaya hizmet edecektir. Bu çalışma kapsamında YDD ve ÇÜB standartları, YDD yaklaşımları, YDE hesaplama yöntemleri ve seçili veri tabanları incelenmiştir. Veri tabanları seçimi, yapı malzemesine odaklanan YDD veri tabanlarının incelendiği öncül bir çalışmaya dayanır. Bu çalışma kapsamında da incelenen aynı veri tabanları: ecoinvent, GaBi, ELCD/ILCD, Plastics Europe eco-profiles, Athena, US LCI, CPM, Bedec, Probas ve Base Carbone'dur. Bu veri tabanları envanter analizi ile ilişkili temel başlıklar olarak: veri toplanması, veri hesaplanması ve verinin dağıtılması adımları için incelenmiştir. Veri toplanması ile ilişkili alt başlıklar: veri kaynakları, sistem sınırları, işlevsel birim, kapsam kararları, kesim kuralları, elementer akışlar, veri toplanması yöntemi ve veri biriktirilmesidir. Veri hesaplanması ile ilişkili alt başlıklar: eksik verinin tamamlanması, veri kalitesi kontrolü, verinin onaylanması, verinin işlevsel birim ile ilişkilendirilmesi, verinin birim süreç ile ilişkilendirilmesi, verinin kümelendirilmesi ve sistem sınırlarının inceltilmesidir. Bu inceleme sonucunda gözönüne alınan veri tabanları ile olabildiğince uyumlu sınırlar çizilmiş, genel akış şeması oluşturulmuştur. Bu çalışmanın ardından Türkiye yapı malzemesi sektörü için güncel koşullar incelenmiştir. Önceki bölümde oluşturulan akış şemasının Türkiye yapı malzemesi sektörü koşularına göre güncellemesi yapılarak Türkiye yapı malzemesi envanter analizi (TRea) modeli akış diyagramı oluşturulmuştur. Ardından modelin işlerliği alüminyum (Al) yapısal profil üretimi üzerinden incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda, Al yapısal profil üzerinden malzemenin sınanmasında, Türkiye'de modern araçlar kullanılarak yapılan çalışmalarda birçok girdi-çıktı verisine ulaşımın olduğu görülmüştür. Buna paralel olarak mevzuat kapsamında da bazı girdi-çıktı verilerinin talep edildiği görülmüştür. Ancak çalışma kapsamının genişletilmesi için gerekli arka plan verilerine dair çalışmaların yapılması gereklidir. Türkiye açısından konu değerlendirildiğinde, envanter analizi akışına dair sektörel abakların oluşturulması ve ölçümlerin sıklaştırılması gereklidir. Çevresel etkilere olumsuz katkısı dolayısıyla özellikle yapı malzemesi sektörü için firma tercihi ile alınan çevresel ürün beyanlarının (ÇÜB) arttırılması gereklidir.