LEE- Mimari Tasarım Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Sustainable Development Goal "Goal 9: Industry, Innovation and Infrastructure" ile LEE- Mimari Tasarım Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeEvcil pratikler: Seksenli yıllarda ev imgesi ve mekansal izdüşümler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-18) Kara, Büşra ; Uz, Funda ; 502181039 ; Mimari TasarımEv, kendine has fiziksel örgütlenmesinin ötesinde farklı anlam katmanlarıyla kuşanmış sosyo-kültürel bir ağ niteliği taşımaktadır. Bugün evle kurduğumuz ilişki, esnek bir zeminde ifade bulmakta ve süregelen bir dönüşüm içermektedir. Tezin amacı, ev olgusunun toplumsal dönüşümlerden etkilenme biçimini, hangi süreçlerle şekillendiğini, nasıl taktikler geliştirdiğini ve büründüğü yeni anlamları analiz etmektir.
-
Ögeİzlek ve hareket etkileşiminde göstergelerin topolojisi: Öznel bir kentsel mekan deneyimi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Dabancı, Deniz ; Arı, İffet Hülya ; 502191005 ; Mimari TasarımKent mekanı ile deneyimi merkeze alan bir çalışma deneyimin koşullarından kopmamalı, deneyimin içinde gerçekleştiği süreklilik içinde hareket etmelidir. Böyle bir bakış açısı gerçekliğin düzenleyici kutuplara tabi olmadığı koşulların ana ve mekana özgü olarak sürekli yeniden üretildiği ve deneyimi değiştirdiği içkin bir yaklaşımı ifade eder. Kent mekanını deneyim merkezinde ele alarak, kent mekanı ve mimarlık ile etkileşim lehine ilerlemek istersek bu etkileşimin zenginleşebileceği ve deneyimin olanaklarını arttırabileceği aralıklardan bahsetmek gerekir. Elbette bu kent mekanının günümüzdeki koşullarından bağımsız olarak yapılırsa deneyim bütün yönleriyle ele alınmamış olur ve tabi olduğu koşullardan kopar. Bu kapsamda Rem Koolhaas'ın atık-mekan (2006)'da ele aldığı kent mekanı tasavvurunun günümüz mekanının deneyimleme şeklini somutlaştırdığı kabul edilmiştir. İçinde bulunulan çağ sunduğu sürekliliklerle ve mekanı organize etme şekliyle mekanın arzulanan deneyimlenme şeklini de aynı zamanda beraberinde getirir. Mekan içinde bulunan zamanın koşullarını dışa vurur. Günümüz kentinde bu koşullardan en baskını içinde bulunulan sosyal, ekonomik ve politik gerçekliği oluşturarak mekana da şekil veren global sermaye ekonomisidir. Kapitalizm kendi doğrultusunda hizalanan deneyimlenme veya semiyotikleştirme şeklini kendine has bir semiyotik makine oluşturarak özneleşme süreçlerine sızmasıyla gerçekleştirir. Mekanın üretimi ve deneyimi kapitalizmin düzenleyiciliğinden bağımsız olarak düşünülemez. Ancak materyal bir ortam olan kent, baskın kuvvetler tarafından üretimi bağlamında şekillense de, deneyimi bağlamında kenti yalnızca bir uzantı olarak düşünmek kentin içinde açılan hayata dair pek az şey söyler. Deneyimin zenginliği baskın semiyotikleştirme şeklinin verili homojen gerçekliği içinde direnç noktaları sunma olanağı taşır. Kent mekanı bu kapsamda deneyimin zenginleşmesine imkan veren kapasiteleri takip edilerek ekolojik olarak ele alınmıştır. Fransız filozof ve psikanalist Felix Guattari'nin ortaya koyduğu ekolojik yaklaşım gerçekliği kendine içkin olarak ele alarak özne ve ortam ilişkisinin sürekli olarak olanaklarını ve kapasitelerini arttırabilmesini içerir. Kent deneyiminin bu yaklaşımla göstergelerle eşlenerek yeni özneleşme aralıkları açabilecek bir etkilenimsel ilişkililik içinde gerçekleştiği kabul edilir. Söylemsel olan göstergelerin semiyotik akışları bir tutarlılık olan öznenin içsel gerçekliğinde her zaman farklı şekillerde belirlenebilecek kapasiteler barındırırlar. Bunun için etkilenimsel ilişkililiğe göstergenin şiddetinin belli bir eşik durumunu aşırması ve dışa açılan bir nakarat olarak davranarak etkilenimsel ilişkililiği yeniden organize etmesi gerekir. Böylece deneyimin sürekliliğini oluşturan bileşenler verili işlevlerinden koparlar. Dünyada yankılanabilecekleri başka yerler bularak yeniden belirlenirler. Kent deneyimi kentin materyal kapasiteleriyle temas halinde olunduğunda sürekliliği değiştirerek deneyimi yeniden organize edebilecek olanaklara sahiptir. Kent alışılmış bir durum olarak kendini sergileyen materyal bir ortam olarak halihazırda bir belirlenimin ürünü olan ilişkililiklerle doludur. Kente dair mevcut imajımız olarak anlaşılan ilişkililikler karşılaşma anlarında aktüel (mevcut) materyal kapasiteleri sahip olunan imajların gölgesini de taşırlar. Kent mekanındaki ilişkililikler olarak mimarlık dolayısıyla dünyadaki değişimlerle, mekandaki hareketlerle, ışıktaki ve perspektifteki değişimlerle her zaman kendini kendinden farklı gösterir. Gösterge oluşturduğunda mekandaki ilişkililiklerin keşfedilmesine imkan vererek homojen bir gerçeklik içinde yerel destek noktaları sunabilir. Böylece kent mekanı dinamik bir alan içinde sürekli değişen göstergelerden oluşan bir topoloji olarak anlaşılır. Kent mekanının göstergelerin topolojisi olarak anlaşılmasıyla kente dair mevcut imajlarla karşılaşma anını sağlayan geçiş mekanları bu kapsamda merkeze alınır. İlişkililikleri deneyime içkin olarak ele alınmaya çalışarak, ilişkililiklerin kent deneyiminde sağladığı kendinden farklı görünmesini sağlayan ve yeni olanaklara kapı açarak deneyimi zenginleştiren oynama payları irdelenir. Bu kapsamda mevcut ilişkililikleriyle Taksim Meydanı'nda mekanın sağladığı oynama payları görselleştirmeler oluşturarak kendi içinde göstergeler oluşturan değişim halinde dünya dışlanmadan test edilir. İlişkililikler oynama paylarını sağlar. Oynama payları ise yeni ilişkililiklere imkan verir. Kent deneyimi kısıtlar içinde ve içinde bulunan koşullardan koparılmadan ekolojik anlayışla ilişkililikler ve oynama payları olarak ele alınmış, bu sayede materyal kapasiteler merkezinde bir bakış açısı sunulmuştur.
-
ÖgeMimarlıkta ve matematikte model kavrayışının materyal ve düşünsel eksende irdelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-17) Çalkıcı, Cemil ; Aksoy, Meltem ; 502191004 ; Mimari TasarımMimarlıkta model, mimari fikir ve mimari yapı arasında salınan bir temsil aracı olarak; kimi zaman daha çok yapıları, kimi zaman ise daha çok düşünceleri gerçekleştirmek ve/veya kontrol etmek için kullanılır. Karşımıza çoğunluklukla fiziksel ölçek maketi, dijital model, deneysel maket ve 1:1 ölçekli taklit model (mock-up) şeklinde çıkar. Bu tez için ise mimarlıkta modelin şekilsel farklılıklarından ziyade, mimarlıkta model kavrayışı, bu kavrayışın nasıl kurulduğu ve bu kavrayış alanın hangi tarafına meyilli olduğumuz önemlidir. Mimarlıkta model kavrayışındaki eğilimin onun kendisine odaklanmaktan ziyade; daha çok onun temsil özelliğine odaklanmak üzere olduğu görülür. Mimarlıkta model kavrayışına odaklanmadan önce, genel model kavrayışına bakmamız bu eğilimin nedenlerini anlamak için önemlidir. Model kavrayışı, modelin bir temsil aracı olarak kullanılması ve kendi gerçekliğinin farkındalığından oluşur. Hangi alanda olursa olsun, modelin temsil aracı olarak kullanılması, modelin kendi gerçekliğine ilişkin farkındalığa göre daha yaygın bir biçimde karşımıza çıkar. Bu eğilimin nedenine baktığımızda Batı kültüründe insanı her şeyin merkezine koyan ve doğayı dışsallaştıran bir ideoloji olduğunu görürüz. Aslında, her şeyin merkezine koyulan insan değil, mükemmel insan olgusuna atfedilen bazı kabiliyet ve değerlerdir. Şeylerin düzenlenmesi, seçilmesi, ölçülmesi, belirli bir sınıflandırma ve/veya hiyerarşiye tabi tutularak kontrol sağlanması gibi insan olgusuna atfedilen değer ve hünerler bu tez kapsamında "düşünsel" olarak kavramsallaştırılarak incelenir. Dışsallaştırılan doğa olgusuna atfedilen kaos, belirsizlik, beklenmedik, pis, şiddetli ve düzensizliğe eğilimli hâl ise bu tez kapsamında "materyal" olarak kavramsallaştırılırak incelenir. İnsan da, model gibi kendi geliştirdiği araçlarla doğanın "materyal" özelliklerini kontrol altına almaya çalışır. Bu araçlar doğrultusunda kurulan kavrayışta, doğa olgusu; kontrol edilebilir, tahmin edilebilir ve hesaplanabilir sayısal verilere indirgenerek temsil edilir. Bu temsil, genelde matematiksel modellerle birlikte yapılır. Çünkü, insan için matematiksel modeller, doğa üzerinde istenilen kontrolü, düzeni, olasılık tahminini ve hesaplamaları yapabilecek bir araçtır. "Düşünsel" olan, "materyal" olanı kontrol ederken ondan ayrışmaya çalışır. Bu ayrışmayla birlikte; "düşünsel" olan, kavrayış alanımızda o kadar baskın hale gelir ki, "düşünsel" faaliyeti sağlayan model gibi araçların "materyal" boyutu bile bir süre sonra fark edilmemeye başlar. Artık model, insanın modele ilişkin kavrayış alanında daha çok "düşünsel" bir faaliyete aracılık etmek için vardır. Kendi gerçekliği, yani "materyal" özelliği ise görülmemeye başlar. Nitekim, bu durum matematiksel modeller için de geçerli olur. Matematiksel modellerin kendisi ve temsil özelliği; yani "materyal" ve "düşünsel" özelliği ayrışmaya başlar ve "düşünselin" odağında bir model kavrayışı kurulur. Matematiksel modelin "düşünsel" olana eğilimli örneği için Öklid geometrisinin tanımlı soyut geometrik yüzeyleri verilebilir. Bu örnek üzerinden, matematiksel modelin "materyal" özelliği olarak, matematiksel ifadelerle tanımlanan geometrik yüzey veya şekillerin aslında kendisinin ait olduğu çok uzamlı uzay olarak tarif edilebilir. "Düşünsel" olana eğilimle kurulan matematiksel modeller, uzayın çok boyutlu yapısını indirgeyerek geometrik yüzeyler veya şekiller olarak temsil eder. Mimarlık ise özellikle İtalyan Rönesansı'ndan itibaren, tasarımı ve inşa sürecini uzaktan kontrol etmeye yarayan model, çizim ve metin gibi temsil araçlarıyla yapılan bir meslek olarak anılmaya başlar ve matematiksel modeller, mimarlık için, onu, daha alçakta görülen "materyal" pozisyondan "düşünsel" pozisyona taşıyabilecek bir araç olacağı düşünülür. O nedenledir ki, matematiksel modeller, mimarlığa modeller ve çizimler olarak; bazen ise mimari yapının bizzat kendisi olarak dahil edilir. Matematiğin cisimleşmesi ile mimarinin soyutlanması model üzerinden gerçekleşir. Fiziksel olan matematiksel modeller, "düşünsel" olanın somutlaşarak vücut bulmasıdır. Bu nedenle, "düşünsel" olana odaklı bir mimarlık kavrayışının inşası için matematiksel modeller, mimari fikirlerin biçimini ve içeriğini hazır bir şekilde yaymak için somut araçlar olarak seçilir. Hatta matematiksel modellerin soyut ve düzgün yüzeyleri, mimari maketlerin bitmiş olarak sunulması için de ilham kaynağı olur. Günümüzde bile, mimarlığın konuşulduğu pek çok alanda matematiksel modeller, modern bir mimari kavrayışın "düşünsel" zemine olan yakınlığını göstermek için dolaşımdadır. Matematiksel modellerin insanın kavrayış alanındaki "materyal" ve "düşünsel" boyutlarının ayrıştığı noktada, mimarlıkta model kavrayışında da paralel olarak "materyal" ve "düşünsel" boyutların ayrıştığı görülür. Matematiksel modellere ilişkin kavrayış alanında "materyal" ve "düşünsel" olanın ayrışma dışında, farklı ilişkiler kurduğu durumlarda da mimarlıkta model kavrayışını etkiler mi? Bu soruyla başlayan araştırma, yöntem olarak, model kavrayışında "materyal" ve "düşünsel" olanın olası ilişkileri üzerinden mimarlıkta ve matematikte model kavrayışlarının ilişkilerini irdelemek amacıyla bakış çerçeveleri oluşturulur. Bu bakış çerçevelerinden ilki, bizi bu soruya yönelten ayrışma mekanizması olarak ifade edilir. Diğerleri ise, yakınlaşma, birleşme ve hibritleşme mekanizmasıdır. Matematiksel modellerin insanın kavrayış alanında "materyal" ve "düşünsel" boyutların ayrıştığı noktada mimarlıkta model kavrayışında da paralel olarak "materyal" ve "düşünsel" boyutlarının ayrıştığı görülür. Örneğin, Alberti'nin doğrusal perspektifi, üçgenleştirilmiş haritalama, Öklid geometrisi, CAD (Computer-aided design) yazılımları, Alias/Wavefront (Maya) ve NURBS (Non-Uniform Rational B-Spline) gibi matematiksel model uygulamaları, uzayın tanımlanmış geometrilerini ifade etmek ve bu ifadelerin kontrolü için bir araç olarak kullanılır. Matematiksel model kavrayışında ayrışma mekanizması olarak tanımlanabilecek bu uygulamalar, ilişkili oldukları mimari modellerin kavrayış mekanizmasını da "düşünsel" ve "materyal" olanın ayrışması olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. Yakınlaşma mekanizmasında ise, matematiksel modeller, insanın kavrayış alanında "materyal" boyuta yakınlaşır fakat sonra "düşünsel" boyuta geri çekilir. Stereografi metodu, Mobiüs Şeridi, BIM (Building Information Modeling: Yapı Bilgi Modellemesi veya Sistemi) gibi matematiksel model uygulamarında gözlenen yakınlaşma mekanizması, ilişkili olduğu mimari modellerin de benzer şekilde kavranmasına neden olduğu gözlenmiştir. Birleşme mekanizmasında ise, matematiksel modellerin insanın kavrayış alanında "materyal" ve "düşünsel" olan boyutları, birbirini şekillendirme ve dönüştürme; birlikte var olma ve evrilme hâliyle görünür olur. Yapay zekâ yöntemleriyle oluşturulan matematiksel model uygulamaları, bu çerçevede incelenir. Bu yöntemin kullanıldığı pek çok mimari modelde de, kavrayış alanını benzer bir biçimde birleşme mekanizmasıyla açıklamak mümkündür. Bu durumda mimarlıkta modelin sadece "düşünsel" boyutuyla ilişkilendirilen temsil özelliği değil; "materyal" boyutuyla ilişkilendirilen kendisi de görünür olur. Son olarak, hibrit mekanizma ise matematiksel model kavrayışında eş zamanlı olarak gerçekleşen ayrışma, yakınlaşma ve birleşme durumlarını tarifler. Bu bölümde, mimarlıkta model kavrayışında hibrit mekanizmayı açıklamak için R&Sie(n)'nin Hâletiruhiye Mimarlığı (An Architecture "des Humeurs") sergisi incelenir. Matematiksel modellere ilişkin farklı kavrayış mekanizmalarının bir aradalığıyla oluşan hibrit mekanizması, ilişkili olduğu mimari modelin kavrayış alanını da paralel olarak hibrit olması yönünde etkilemiştir. Bu şekilde mimarlıkta model kavrayışında "materyal" ve "düşünsel" olanın ayrışma, yakınlaşma ve birleşme mekanizmaları hibrit mekanizmasında görünür olur. Sonuç olarak, mimarlıkta model kavrayışındaki ayrışma mekanizmasının yaratılması için, matematiksel modellerin bir dayanak noktası olarak kullanılması, insanı her şeyin merkezine koyan ideoloji nedeniyledir. Yakınlaşma, birleşme ve hibritleşme gibi, matematiksel modellerin ayrışma haricindeki kavrayış mekanizmalarının oluştuğu durumlarda da, mimarlıkta model kavrayışı, matematiksel model kavrayışına paralel olarak etkilenmiştir. Bu etkilenlenme sonucunda, mimarlıkta modelde de matematiksel modele ilişkin kavrayış mekanizmalarının benzerleri gözlenmiştir.
-
ÖgePlânlı konut yerleşimlerinde açık mekân kurgusu ile ilişkili yaşantı potansiyellerinin incelenmesi: Ataköy örneği(Graduate School, 2021-08-25) Mangut, Burak ; Özsoy, Ahsen ; 502162003 ; Mimari TasarımEndüstri Devrimi ile başlayan süreçte artan nüfus yoğunluğu ve kullanım çeşitliliği sorunlarını barındıran kentsel alanlar, kitlelerin barınma ihtiyacına cevap verecek yeni konut çevrelerinin üretimine ihtiyaç duymuştur. Geleneksel üretimlerin sahip olduğu çok katmanlı yapılanmanın aksine; plânlı konut yerleşimlerinin üretiminde yerleşim düzeni, kümelenme sistemi, dolaşım ağı gibi kullanım sürecini etkileyecek kararların en baştan alınması gerekmiştir. Bu süreçte, tasarlanan mekânsal ilişkiler ağının aynı zamanda içerisinde barındırdığı toplumsal kümelenmeye ilişkin sosyal ilişkileri de tariflediği görülmektedir. Fiziksel, sosyal ve kültürel anlamlarda çeşitlilikler barındıran bu yapılanmalar, kullanıcıların birbirleriyle olan etkileşimleri ve iletişimleri üzerinden toplumsal yapının gelişimini desteklemekte ve yerleşim kültürünün oluşumunu sağlamaktadır. Bu kapsamda, kullanıcıların birbirleriyle en doğal yollardan ilişki kurabilecekleri zemini meydana getiren açık mekânlar, sağladıkları kentsel yaşantı potansiyelleri etkisinde ortak yaşantının temelini oluşturmaktadır. Bu doğrultuda, düzenin amacı yalnızca fiziksel parçaların bir araya gelmesi ile oluşturulan kümelenmeden öte; mekânsal olarak tanımlanmış bir alanı paylaşan bireyler arasında toplumsal ilişkiler bütünü oluşturma çabası olarak ifade edilebilmektedir. Plânlı konut yerleşimleri, sahip oldukları açık mekân kurgularına bağlı olarak yaşantı potansiyellerini ve ortak yaşantının organizasyonunu biçimlendirmektedir. Oluşturulan düzenin; sosyal yapının ve insan davranışlarının şekillenmesinde önemli bir etken olduğu görülmektedir. Bu süreçte, yapıyı meydana getiren birimlerin oran ilişkileri ve buna bağlı gelişen yoğunluk durumları, düzeni etkileyen unsurlardan birini meydana getirmekte iken; birimler arası ilişkiler ve bu örüntülere bağlı olarak gelişen sosyal yapı diğer boyutu meydana getirmektedir. Çalışmanın temel amacı, plânlı konut yerleşimlerindeki çeşitli yoğunluk durumları ve mekânsal düzenlemeler ile sosyal organizasyonun zenginliği arasındaki bağıntıyı anlamaya çalışmaktır. Bu kapsamda, plânlı konut yerleşimlerindeki açık mekân organizasyonu ile ilişkili yaşantı potansiyelleri, çevreyi oluşturan iki alt bileşen üzerinden 'fiziksel' ve 'toplumsal' yapı üzerinden irdelenmektedir. Fiziksel mekânın insan davranışlarının şekillenmesinde önemli bir etken olduğu görüşü, çalışmanın temel değişkenlerini de belirlemektedir. Fiziksel çevreyi meydana getiren örüntü kurguları ve konut birimlerinin oluşturduğu kümelenme sistemleri ile birlikte değişken olarak konut birimi miktarına ve yoğunluk durumlarına bağlı olarak farklılaşan ve aynılaşan yerleşim düzenlerinin incelenmesi, çalışmanın faaliyet alanlarından birini meydana getirmektedir. Yerleşimlerdeki ortak yaşantının biçimlenişini etkileyen mekânsal ve toplumsal etkileşimlerin incelenmesi ise çalışmanın bir diğer sorunsal boyutunu ortaya koymaktadır. Tez çalışması kapsamında öncelikle plânlı konut yerleşimlerinin boyut ve kapsamını belirleyen bir değişken olarak yoğunluk ve ilişkili mekânsal etkileşimleri tartışılmıştır. Kavrama ilişkin değerler ve değişkenlerin tanımlanmış; uluslararası ve ulusal literatürdeki karşılıkları incelenmiştir. Açık mekânların etkin bir biçimde tariflenmesini sağlayacak yoğunluk değişkenleri değerlendirilmiş ve farklılaşan yoğunluk değerlerine bağlı olarak yerleşim düzeni ilişkileri incelenmiştir. Ölçüm yöntemi haricinde kavramın sahip olduğu potansiyeller göz önünde bulundurularak kullanıcıların yoğunluk algılarını meydana getiren kurulumlar incelenerek kavramın kentsel yaşantı potansiyelleri üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Tez çalışmasının üçüncü bölümünde, mekânsal örgütlenme ilişkileri çerçevesinde konut çevrelerindeki yerleşim düzenleri analiz edilmiştir. Konut birimlerinin bir araya gelerek oluşturduğu eklemlenme mantıkları tanımlanmış, kümelenme sistemini ortaya koyan yerleşim düzeni ile komşuluk örüntüleri arasındaki ilişkiler ele alınmıştır. Bu kapsamda, plânlı konut yerleşimlerindeki birimler arası örüntü ilişkilerinin yerleşim düzenini yapılandırıcı gücü irdelenmiştir. Kümelenme sistemine bağlı olarak açık mekânların organizasyonu ve kullanıcıların yerleşimdeki konumları kurgulanmakta iken; bu sistem içerisinde kullanıcıların hareket kabiliyetlerinin ve diğer kullanıcılarla kurdukları ilişkilerin anlaşılabilmesi için erişim prensipleri incelenmiştir. Kullanıcının yerleşim içerisinde konut birimine nasıl eriştiği ve komşuluk örüntüleri sonucu tanımlanan fiziksel ve sosyal çevreye ilişkin yaklaşımları 'dolaşım ağı' kapsamında araştırılmıştır. Tariflenen bütün doğrultusunda kullanıcıların kamusal ve özel yaşantı çevrelerinin etkileşimleri incelenerek sosyal yapının biçimlenişini etkileyen yerleşim düzeni kaynaklı mekânsal ilişkiler değerlendirilmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, konut yerleşimlerindeki gündelik yaşantı pratikleri etkisinde mekânsal ve toplumsal etkileşimlerin kurulumları araştırılmıştır. Açık mekânlardaki temel insan davranışları irdelenerek alansal davranış pratiğinin örgütlenmesine ilişkin incelemeler gerçekleştirilmiştir. Kavramın literatürdeki yeri ve gelişimi değerlendirilmiş, konut yerleşimlerindeki davranışsal boyut ile birincil ve ikincil kullanım çevrelerinin kurulumu araştırılmıştır. Yerleşimlerdeki gruplar ile kullanım süreçlerine bağlı olarak ortak yaşantı kurguları ve sahiplenme düzeyleri ele alınmış, sosyo-mekânsal düzeni etkileyen unsurlar irdelenmiştir. Tez çalışmasının beşinci bölümünde konut yerleşimlerindeki açık mekân kurgusu ile ilişkili yaşantı potansiyellerinin değerlendirilebilmesi için oluşturulan kavramsal model, çoklu araştırma metodlarını kapsayan bir alan çalışması üzerinden değerlendirilmiştir. Emlâk Kredi Bankası bünyesinde üretilen, ulusal bağlamda irdelendiğinde mimari, mekânsal ve toplumsal anlamlarda önemli bir örnek ortaya koyan Ataköy Plânlı Konut Yerleşimleri, bu kapsamda ele alınmıştır. Öncelikle alan çalışmasının amacı ve yöntemi aktarılmış, yerleşim seçimine ilişkin unsurlar tartışılarak Ataköy'ün literatürdeki yeri ve incelemenin çalışmaya sağlayacağı faydalar irdelenmiştir. Yerleşim bütününü oluşturan mahalleler incelenerek mekânsal karakteristiklerin analizi kapsamında yerleşim düzeni, açık mekân kurgusu ve kullanım ilişkileri ile üretim süreçlerindeki değerler aktarılmaya çalışılmıştır. Gerçekleştirilen incelemeler ile mahallelere ilişkin verilerin analiz ve sentezi yapılmış, alan çalışmasının uygulanması için mahallelerin ve alt bölgelerin taşıdığı değerler ele alınmıştır. Yerleşim içerisinde seçilen bölgeler çalışma kapsamında irdelenen kavram setleri üzerinden çalışılmıştır. Bölgelerdeki yoğunluğa temel oluşturan sayısal veriler incelenmiş, doğal ve sistemli gözlemler yoluyla kullanım süreçleri ile yapılı çevreyi meydana getiren mekânsal ve toplumsal boyutlar anlaşılmaya çalışılmıştır. Aynı alandan çoklu araştırma metodları kullanılarak elde edilen farklı verilerin bir arada örgütlenmesi amacıyla temelde kullanıcı davranışlarını anlamayı hedefleyen davranış haritalaması gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen inceleme ile mekânsal örüntüler ve sergilenen davranış biçimlerinin üst üste çakıştırılmış, alt bölgelerdeki kullanıcı davranışları ve sahiplenme düzeyleri tespit edilmiştir. Çalışmanın sonraki aşamasında bölgelerde ikâmet eden kullanıcıları odak grubuna alan anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Kullanıcıların yerleşime olan tepkilerinin ve etkileşim boyutlarının ölçülmesini hedefleyen anket çalışması kapsamında kullanıcılara açık ve kapalı uçlu sorulardan oluşan karma sorular sorulmuştur. Elde edilen veriler değerlendirilerek tez çalışması kapsamında önemli olan bağıntıların kurulması sağlanmıştır. Tez çalışmasının sonuç ve değerlendirme bölümünde alan çalışmasından elde edilen sonuçlar, kuramsal veriden çıkarımlar ile birlikte değerlendirilmiştir. Sonuçların genel olarak araştırma hipotezini doğrulayacak biçimde olduğu görülmektedir. Çalışma kapsamında kurulan kuramsal çerçeve ve gerçekleştirilen alan çalışmasından elde edilen sonuçlar, açık mekân kurgularının plânlı konut yerleşimlerindeki mekânsal ve toplumsal yapıların biçimlenmesine etki ettiğini göstermektedir. Çalışmanın önemli bulgularından biri; sayısal ve algısal yoğunluk değerleri, yerleşim düzeni, komşuluk örüntüleri ve dolaşım ağı biçimlenişleri arasında bütüncül bir ilişki olduğudur. Mekânsal ve sosyal yaşantının zenginliğinin sağlanabilmesinin; bu değerlerin etkileşimli bir biçimde ele alınması ile mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Mekânsal örgütlenme ilkelerinin fiziksel çevre ile birlikte, sosyo-mekânsal düzenin kurulumunu etkileyerek ortak kullanım alanlarındaki gündelik yaşantıyı, alansal davranış pratiklerini ve sosyal ilişki ağlarını biçimlendirdiği izlenmektedir. Plânlı konut yerleşimlerinin üretimlerindeki en önemli amaçlardan biri, kullanıcıların dengeli bir insan-çevre organizasyonu içerisinde yaşayabilecekleri konut çevrelerinin üretilmesidir. Tez çalışması, açık mekânların bu olguya sağladığı katkıların incelenmesi ve ulusal bağlamda önemli bir örnek oluşturan Ataköy Plânlı Konut Yerleşimleri'nin bu bakış açısıyla değerlendirilmesini amaçlamaktadır.
-
ÖgeReclaiming autonomy: Architectural design's core and engagement of researchers and practitioners (Iranian case)(Graduate School, 2021-09-02) Kharazmi Nezhad, Alireza ; Erem, Nesip Ömer ; 502122015 ; Architectural DesignArchitecture is an ambiguous discipline. Although Alberti emphasized the autonomy of architecture in his prominent treatise, various scientific paradigms defined an interdisciplinary character for architecture in the postmodern era. Defining the marginal responsibilities for architecture as its intrinsic duties in the postmodern period led to the attenuation of the autonomy of architecture and architects' critical power in human society. Nonetheless, again, the importance of architecture autonomy was raised in the late 1990s. At that time, a transdisciplinary approach to knowledge production had already emerged in academia, primarily underscoring the disciplinary perfection and then the fusion of the disciplines to deal with the world's ongoing complexities. This approach provided an exceptional opportunity for architecture in the 2000s to turn back to itself and be prepared for generating a new type of knowledge. However, the prerequisite of that in architecture was to strengthen its internal disciplinary forces. According to very recent studies, combining theory and practice with powerful institutional support can strengthen architecture and reclaim its autonomy. Concerning the centrality of design in architecture, a similar investigation has been conducted on architectural design in the current thesis. Here, the attempt has been made to identify the discipline-specific and autonomous theoretical core for architectural design by searching the body of the existing literature. Also, the contribution of expert Academic Researchers (ARs) and expert Professional Practitioners (PPs) is examined through a case study in Iran. ARs and PPs, here, are the agents who are most capable of contributing to disciplinary development. This research, thus, seeks to answer: 'what is the theoretical content of architecture's core in relation to architectural design, and how do architectural researchers and professional practitioners help the shaping this theoretical content and contribute to the disciplinary autonomy?'. Accordingly, this study, first, aims to identify the main themes that have been fundamental in architectural design theory (i.e., the themes in the core of architectural design). Then, the research's objective is to find out the theoretical stance of ARs and PPs in architectural design, their commonalities and differences, and their role and engagement in the core of architectural design. The research began with a review of the existing literature. Based on the theoretical framework of the study, three trajectories in the disciplinary development of architectural design were identified, which were hypothesized as the theoretical core of architectural design. These trajectories are Architecture Culture, Design Thinking, and Knowledge Production in Architecture. These trajectories are the leading resources in the present thesis, and, in addition to the core, the case study is organized based on them. Due to the expanded territory of the research, there has not been a unified methodology for the investigation. Gathering the data and their analysis was performed with two sets of methodologies for the core and the case. In both sets, an assistant software, namely NVivo, was used to facilitate the research process and increase the precision. The analysis method was also adopted from the 'thematic content analysis' with regard to the objectives. In relation to the core, first, based on specific criteria, the relevant written materials (e.g., treatises, books, journal papers, etc.) were collected. All materials were then imported to NVivo and analyzed, and the most emphatic words were extracted. Eventually, the obtained list was processed, and the included themes in each trajectory emerged. In relation to the case, two sets of criteria were initially formulated to select the AR and PP participants. Then, an experiment was designed to gather data from the case. The experiment has three major sections: in-depth interview, design session, and document review. The first two sections were planned to be conducted in a single interview session. And the last one, which pertains to the participants' own documents, was dealt with via email. Once the required data were gathered from the case, the analysis started transcribing the interview protocols. They were then imported to NVivo, coded based on the thematic content analysis instructions, and finally, were analyzed to bring the relevant themes into sight. It should be stated that three ARs and three PPs participated in this study. The participants are outstanding experts in their fields, and they are recognized figures in Iran. In the core, the analysis of almost 92000 pages from the literature revealed fifteen themes in Architecture Culture and ten themes in either Design Thinking and Knowledge Production in Architecture. For instance, in Architecture Culture, 'novelty and newness' is the first and foremost theme representing a massive desire for pure innovative creation and touching the unexperienced forms, methods, meaning, etc. In Design Thinking, 'novelty and newness' is in the first place to show the importance of innovation in its associated models, methods, visual experiences, products, etc. Also, Knowledge Production in Architecture highlights either relationship or integration of 'design and research' as its most prominent engagement. One should notice that these themes are not newly invented themes, but they are extracted from the vast body of theories that have pushed the discipline forward over the centuries. These themes provided a new definition for the trinary in this study. In the case, the analysis gave out a set of themes for each participant, including their interview themes and design task themes and sketches. Also, the analysis of their documents (books, papers, reports, etc.) revealed ten themes for each participant. Finally, all achieved themes were aggregated, merged (in case of repetition), and organized into two groups of ARs and PPs. Indeed, these overall themes could clearly reflect the main thinking patterns and contents in each group. The study results showed that the architectural design's core includes the basic and internal themes through which the theory integrated architectural design ideas can come to emerge. These themes extracted from the three aforementioned trajectories imply various characteristics with regard to their own context. The included themes in Design Thinking and Knowledge Production in Architecture highlight objectivity concerning their scientific nature. However, in Architecture Culture, the themes strikingly render the subjectivity and abstract nature of design. Since the involved themes in Architecture Culture have a moderating role, they can intrigue discipline-specific theories for architectural design ideas due to their relevancy to history and theory of architecture. However, Design Thinking and Knowledge Production in Architecture can support architectural design ideas in more practical and material aspects. Based on the results, Iranian ARs and PPs, due to their drastic discrepancies in their aims, thoughts, and tendencies, negatively affect the core of architectural design. This study's details revealed that ARs mainly focus on 'developing' architectural design ideas, while PPs are concentrated on 'generating' architectural design ideas. ARs are very focused on buildings, using concrete ideas; PPs, however, try to focus on architectural design, using abstract ideas. The results reflect the problem that, on the one hand, academia does not pay attention to architectural ideas in a correct way, and consequently, the architectural ideas cannot be investigated and developed in academia. On the other hand, PPs, due to the lack of academia's support, are in a bewildering situation and cannot generate their own design ideas and theories in a very effective way. Also, it can be concluded that disregarding the subjective and abstract topics in the academic research projects and concretizing the ideas, methods, and thinking modes in academia have not been fully congruent with architectural design's nature. Accordingly, by providing discipline-specific theories, methods, and knowledge, academia could positively impact the disciplinary evolution, enrichment, and autonomy and, here, on the architectural design core. Moreover, PPs can contribute to disciplinary development in a controlled and effective way in such a condition. These results have been acquired through a case study in Iran, and applying this research's methods to other contexts may bring about new outcomes.