LEE- İşletme-Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Sustainable Development Goal "none" ile LEE- İşletme-Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeHavayolu kargo taşımacılığı modellemesi ve havayolu kargo ağının planlanması: Türkiye uygulaması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-22) Aydın, Umut ; Ülengin, Kemal Burç ; 403182011 ; İşletme2019 yılında, COVID-19 pandemisinin küresel etkisinin gözlemlenmeye başlamasından hemen önce, hava kargo sektörü tüm zamanların en yüksek Kargo Ton-Kilometre değerine ulaşmıştı; ancak son dönemde küresel tedarik zincirini etkileyen aksaklıklar, hava kargo sektörünün en büyük itici gücü olan üretim ve ticaret operasyonlarını dalgalanmalara sebep olmaktadır. Ayrıca New York JFK, Los Angeles Uluslararası Havalimanı ve Amsterdam Schiphol Havalimanı gibi dünyaca ünlü havalimanlarında, yetersiz kapasite ve çalışanlarının karantina süresi gibi faktörler nedeniyle daha uzun ulaşım süreleri yaşadı. Hava kargo taşımacılığında pandemi dolayısıyla yaşanan problemler, diğer taşıma modlarında yaşanan problemler sebebiyle ve firmaların hammadde taleplerinin ertelenemez hale gelmesi sonucunda sektör, pandemi krizi öncesi döneminde eriştiği rekor taşınan kargo miktarına 2021 yılı itibariyle yeniden erişmiştir. Dahası, Boeing, pazarın 2039 yılına kadar yıllık %4 büyüyeceğini ve hava kargo pazarının Gelir Ton-Kilometresinin 2039 yılına kadar en az iki katına çıkacağını tahmin ediyor. Türk hava kargo pazarı, dünya çapında taşınan kargo miktarına katkı sağlayan en önemli pazarlar arasında yer almaktadır. Türkiye'nin bayrak taşıyıcı havayolu Türk Hava Yolları, küresel kargo trafiğinde 2020 yılında 6,9 milyon Ton-Kilometre kargo trafiği ile sekizinci sırada yer aldı. Son yıllarda Türk hükümeti ve Türkiye'deki hava kargo paydaşları, Türk hava kargo sektörünün küresel pazardaki payını arttırmak adına sektördeki yatırımlarını hızlandırdı. Örneğin 2018 yılında faaliyete geçen İstanbul Havalimanı, tüm yapım aşamaları tamamlandığında yıllık 5,5 milyon ton kargo elleçleme kapasitesine sahip olmayı planlamaktadır ve tam kapasiteye ulaşıldığında havalimanının küresel hava kargo trafiği için önemli bir merkez haline gelmesi beklenmektedir. Türkiye pazarında havayollarının taşıdığı kargo miktarı son 10 yılda yıllık ortalama %9,9 oranında artmıştır ve bu istatistik paydaşların yatırımlarının karşılığını bulduğunu göstermektedir. Dış hat taşınan kargo istatistikleri incelendiğinde, uluslararası hava kargo trafiği, toplu hava kargo trafik verilerine benzer bir performans göstermektedir; öte yandan, yurt içi hava kargo pazarına yönelik yatırımların hızlanmasında uluslararası hava kargo trafik istatistiklerinin etkisi olmasına rağmen, iç hat hava kargo trafiği son on yıldır yatay seyretmektedir. Türkiye iç hat hava kargo pazarında son yirmi yıldır Türk Hava Yolları ve Pegasus Hava Yolları tarafından yolcu uçaklarıyla kargo kapasitesi arzı kesintisiz olarak karşılanmakta ve 2021 yılı itibarıyla İzmir merkezli Air Anka Havayolları da aralarına katılmıştır. Ayrıca Türk Hava Yolları iştiraki olan Turkish Cargo, 2021 yılından itibaren sadece kargo operasyonları yapan bir şirket olarak pazarda faaliyetlerine devam edecek. Bu gelişmeler sonucunda Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DHMİ), Türkiye iç hatlarda taşınacak yıllık toplam kargo miktarını 2021 için 59,7 bin ton, 2022 için 74,2 bin ton ve 2023 için 84,6 bin ton olarak tahmin etmektedir. Türkiye hava kargo pazarının potansiyel büyümesi ve geleceğe yönelik olumlu beklentiler, paydaşların yatırımlarını artırmış olsa da bilindiği kadarıyla, akademik anlamda araştırmacılar arasında hava kargo miktarını etkileyen faktörleri belirlemeye çalışan bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışma, öncelikle Türkiye'nin iç hatlarda havalimanı çiftleri arasında taşınan kargo miktarını etkileyen faktörleri ve ayrıca Türkiye'de bulunan havalimanları ile ülkeler arasında taşınan kargo miktarını analiz ederek bu boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, sonraki bölümler, son yirmi yılda, çekim modelinin havacılık alanındaki yolcu sayısını ve kargo miktarını tahmin etmek için sıklıkla kullanılan yöntemlerden biri olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, araştırmacılar, OLS veya PPML gibi sıfır gözlemleri hariç tutan veya içeren farklı veri setlerinin kullanıldığı farklı çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmanın ikinci katkısı, literatürdeki bu farklı yaklaşımları karşılaştırmalı olarak Türk hava kargo verilerine uygulamaktır. Sonuç olarak bu çalışma, modelde kullanılan diğer değişkenlere kıyasla hangi değişkenlerin destinasyon çiftleri arasındaki hava kargo trafiği üzerinde daha fazla etkiye sahip olduğunu rapor etmekle kalmayıp, aynı zamanda veri setine göre hangi tahmincinin çekim modeli tahmininde daha iyi performansa sahip olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu tez çalışması, Türk hava kargo pazarı için uygulamalı bir analiz yapmak için dört aşamalı bir strateji kullanmıştır. İlk aşamada temel çekim modeli değişkenleri olan nüfus, kişi başı GSYİH ve mesafe değişkenleri açıklayıcı değişken olarak kullanılmış ve Türkiye'de havalimanı çiftleri arasında taşınan iç hat kargo hacmi de denkleme bağımlı değişken olarak dahil edilmiştir. Böylece, Türkiye'de havalimanı çiftleri arasında taşınan kargo miktarını etkileyen faktörler ve bu faktörlerin etki büyüklükleri, temel çekim modeli kullanılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca literatürdeki çalışmaların çoğunda kargoyu gönderen ve kabul eden şehirlerin makroekonomik özelliklerini gösteren değişkenlerin katsayıları matematiksel dönüşümler ve denklemler şeklinde birleştirilirken, katsayıların eşitliği sınanmadan kullanılmıştır. Bu çalışmada literatürdeki çalışmalardan farklı olarak katsayıların eşitliği her aşamada sınanmıştır. İç hat denklem tahminlerinde, her yıl için yatay kesit verisiyle denklem tahminleri hem OLS hem de PPML tahmincileri kullanılarak 2012 ile 2019 yılları için ayrı ayrı uygulanmıştır. Buradaki amaç, iki tahminci ile elde edilen katsayıların zaman içindeki değişimlerini izlemektir ve hangi tahmincinin daha tutarlı parametre tahminleri sağladığını belirlemektir. Zaman içindeki değişimler açısından, bulgular, PPML tahmincisi ile oluşturulan parametre tahminlerinin, OLS tahmincisi ile elde edilen katsayı tahminlerinden daha tutarlı olduğunu göstermektedir. OLS tahmincisi kullanılarak tahmin edilen katsayılar, değişkenlerin yıllara göre dağılımında o kadar oynaklık göstermektedir ki, bazı değişkenlerin katsayıları bazı yıllarda istatistiksel olarak anlamlı bulunurken, diğer yıllarda bu istatistiksel anlamlılığa ulaşılamamaktadır. Ayrıca denklem tahminleri sonrasında havalimanlarının bulunduğu illerin makroekonomik özellikleri için kullanılan nüfus ve kişi başına düşen GSYİH değişkenlerinin katsayıları arasında anlamlı bir farklılık olmadığı rapor edilmiştir. Başka bir deyişle, kargo gönderen ve kabul eden şehirlerin özelliklerinin, iki şehir arasında taşınan hava kargo hacmine etkisinin olmadığı ortaya çıkmıştır. İç hat hava kargo trafik modelinin oluşturulmasının ikinci aşamasında birim ve/veya zaman etkilerinin modele dahil edilmesini sağlayan panel veri seti kullanılmıştır. Elde edilen model göstermektedir ki, Türkiye'de taşınan hava kargo miktarında zaman etkisi yoktur; yani yıllara göre taşınan yük miktarı 2012 yılında taşınan miktardan istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Bu durum üçüncü bir modelleme aşamasına ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur ve bu nedenle yıllar için dahil edilen gölge değişkenler veri setinden çıkarılmış ve denklem tahminleri havuzlanmış panel verileri kullanılarak tekrarlanmıştır. İç hatlarda meydan çiftleri arasında taşınan kargo miktarı havalimanlarının bulunduğu şehirlerin nüfusu, kişi başına düşen GSYİH değerleri ve havalimanları arası kilometre cinsinden uçuş mesafesi ile açıklanmaktadır. Bu açıklayıcı değişkenler, havaalanı çiftleri arasındaki kargo trafiğinin kabaca %72'sini açıklayabilmektedir. Modeldeki tüm açıklayıcı değişkenlerin bağımlı değişken üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi vardır, öyle ki şehir nüfusundaki %1'lik bir artış, Türkiye'nin havalimanı çiftleri arasında taşınan yurtiçi kargo miktarını yaklaşık %2,24 artırmaktadır. Şehirlerin kişi başı GSYİH'si %1 büyüdüğünde, taşınan iç hat kargo %2,01 oranında artmaktadır. Türkiye'de iç hatlarda taşınan hava kargo miktarı mesafeye duyarlıdır ve iki havalimanı arasındaki mesafedeki %1'lik artış ve karşılıklı kargo trafiğinde %2,14'lük bir artışa sebep olmaktadır. Türkiye'deki 56 havalimanı ile 127 ülkeden 300 havalimanı arasındaki dış hat hava kargo trafiği, bir sonraki adımda çekim modelinin bağımlı değişkeni olmuştur. Bu aşamada veri seti, Türkiye'deki havalimanı ve ülke olacak biçimde lokasyon çifti şeklinde oluşturulmuştur. Sonuç olarak, veri seti, bağımlı değişken olarak belirli bir yılda Türkiye'deki herhangi bir havalimanı ile ilgili ülkelerdeki tüm havalimanları arasındaki toplam kargo trafiğini içerecek şekilde revize edilmiştir. Dış hat kargo modelleri için yurt içi kargo modeli oluşturma aşamasındaki benzer prosedürler takip edilmiş ve yurt içi kargo modellerinden farklı olarak uluslararası kargo hacminde zaman etkisi olduğu ortaya çıkmıştır. Havuzlanmış panel verileri kullanılarak, uluslararası hava kargo modelleri, 2016 yılında taşınan uluslararası hava kargosunun toplam hacminde 2012 yılına kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğunu göstermektedir. PPML tahmincisi sıfır değerli bağımlı değişken gözlemleri içeren veri setleri ile çalışabildiğinden, 40427 gözlemlerini kullanarak 8 yıllık veri seti için parametreleri hesapladı. PPML tahmincisi kullanılarak elde edilen modele göre, nüfus değişkenindeki %1'lik bir artış, lokasyon çiftlerinde taşınan kargo trafiğinde yüzde 0,91'lik bir artışa neden olacaktır. Kişi başına düşen GSYİH değişkenindeki %1'lik bir büyüme, taşınan kargo hacminde yüzde 0,76'lık bir artışa neden olurken, mesafedeki %1'lik bir artış, taşınan kargo miktarında yüzde 0,97'lik bir azalmaya yol açmaktadır. Dış hat çekim modelindeki gölge değişken olan gümrük değişkeni, Türkiye'de tüm gümrük işlemlerinin yapıldığı havalimanlarını temsil etmekte ve A sınıfı gümrüklü havalimanları ortalama yüzde 4,32 daha fazla dış hat kargo elleçlemektedir. Tezin son aşamasında, üç olası senaryo ve elde edilen modeller kullanılarak yurtiçi ve yurtdışı taşınan kargo miktarının sonraki yıllar için tahminleri oluşturulmuştur. En karamsar senaryoda bile, Türkiye'nin toplam hava kargo trafiğinin önümüzdeki yıllarda artması beklenmektedir. Analizlere göre, Türkiye'deki havalimanlarının çoğu, bulundukları şehirlerin makroekonomik koşullarına göre hava kargo trafiği açısından potansiyellerinin altında faaliyet gösterdiği görülmektedir. Sonuç olarak, gelecek yıllarda hava kargo trafiği arttıkça çoğu havalimanının kargo elleçleme kapasitesi arzına ihtiyaç duyması beklenmektedir.
-
ÖgeInternal audit decision support framework using spherical fuzzy electre(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Menekşe, Akın ; Akdağ Camgöz, Hatice ; 719019 ; İşletmeInternal auditing is an independent assurance and consulting activity that improves the operations of a firm. An internal audit helps the business achieve its objectives by systematically and systematically reviewing and enhancing the effectiveness of risk management, control, and governance systems. Internal auditing is done by internal auditors who are hired by businesses. The scope of internal audit in businesses can be quite broad, but the most fundamental internal audit areas are governance, risk management, efficiency and effectiveness of operations and asset protection, financial and management reporting reliability, compliance with laws and regulations, and information technology. Internal audit is becoming increasingly crucial in assisting firms in managing and responding to risks, particularly in an age where markets and sectors rely largely on technology to succeed. Internal auditors evaluate whether the established systems protect the organization's assets and data integrity and are working effectively to achieve the organization's goals or objectives. These audits can be paired with financial statement audits or other kinds of internal auditing. Internal auditors focus on governance factors such as clearly defined roles, authority, and duties; risk appetite alignment; effective communication; values management; and accountability as part of corporate governance. In the field of internal auditing, we are currently confronted with several decision-making problems, and multi-criteria decision-making approaches can be employed as a decision support tool for aiding the solution of these problems. Scholars have been working on a variety of techniques to handle complicated and difficult decision-making problems. These methods, which have wide applications in many fields and are very popular, allow for the inclusion of multiple and complex criteria in the problem, while they can offer rational solutions. ELECTRE is an MCDM approach that compares alternatives in a pairwise manner for each evaluation criterion. This method is based on outranking relationships, i.e., concordance and discordance sets for each criterion, and each alternative is scored over these sets. In this method, the user can define the limits of concordance and discordance degrees according to the problem. Following Zadeh's introduction of fuzzy logic, It's been commonly employed in decision-making problems to model the fuzziness in numerical or linguistic data and human evaluations. Recently, many new extensions of fuzzy sets have been introduced to the literature, such as Pythagorean fuzzy sets, neutrosophic fuzzy sets, and spherical fuzzy sets. Spherical fuzzy sets have a three-dimensional spherical character and have been developed for the purpose of modeling the linguistic expressions of experts in a more comprehensive way. Essentially, spherical fuzzy sets are based on the theories of neutrosophic and Pythagorean fuzzy sets, i.e., intuitionistic fuzzy sets of type two. The concept of spherical fuzzy sets may also be thought of as an extension of picture fuzzy sets, since the geometry of spherical fuzzy sets is derived by taking the squares of each parameter of picture fuzzy sets. In this way, spherical fuzzy sets allow users to define membership, non-membership, and hesitancy degrees independently and in a wide area. On the other hand, interval-valued spherical fuzzy sets provide users an interval type of domain rather than a single point, allowing flexible modeling of membership, non-membership, and hesitancy degrees, and this significantly increases the fuzziness carrying capacity of the model. Within the scope of the thesis, the ELECTRE method is strengthened with single and interval-valued versions of spherical fuzzy sets, and uncertainty modeling capacity is integrated into the models. The models developed in this context are presented as decision support models for the internal audit field and are applied to an internal audit planning problem. In this context, the units to be audited are prioritized by the internal auditors over the components of the COSO international internal control framework. The three models developed within the scope of the framework are summarized below. The first method combines the classical ELECTRE method with single-valued spherical fuzzy sets. In this method, while constructing concordance and discordance sets, single-valued spherical fuzzy numbers are compared based on the comparison of membership, non-membership, and hesitancy parameters of single-valued spherical fuzzy numbers. In this approach, three types of outranking relations are constructed. Strong concordance sets consist of greater or equal membership degrees in pairwise comparison, and small non-membership and hesitancy degrees at the same time. On the other hand, moderate concordance sets, are composed of those with a greater or equal membership degree, a small non-membership degree, and a greater or equal hesitancy degree. Finally, weak concordance sets are composed of those whose membership and non-membership degrees are greater or equal at the same time. Discordance sets are obtained with the same idea in a mutually exclusive, collectively exhaustive manner with concordance sets. In this context, strong discordance sets have the elements with a smaller membership degree and those with greater or equal degrees of non-membership and hesitancy degrees. On the other hand, moderate discordance sets are composed of those with lower membership degrees, greater or equal non-membership degrees, and lower hesitancy at the same time. Finally, the weak discordance sets are composed of those whose membership and non-membership degrees are smaller at the same time. The second model of the framework is created by again extending the ELECTRE method with single-valued spherical fuzzy sets. Unlike the first approach, this model is developed based on single types of concordance and discordance sets rather than three separate sets of outranking relationships. The score and accuracy functions described for single-valued spherical fuzzy sets are utilized to determine these sets. This strategy appears to be pretty logical, given that the score and accuracy functions are already used for ranking fuzzy numbers. The second model, obtained in this way, contains fewer computation steps and, as a result, has a simpler structure than the first model. Unlike the previous two models, the third model in the framework benefited from spherical fuzzy sets with interval-valued characteristics. This feature allows the model to quantify the verbal expressions of decision-makers in a wider range. As in the second model, the proposed interval-valued spherical fuzzy ELECTRE is based on a collective total concordance and discordance set. In future studies, other researchers may focus on the following issues: The methods used can be integrated with other fuzzy set extensions; other multi-criteria decision-making procedures can benefit from different sorts of spherical fuzzy sets; different methods can be hybridized to take advantage of each method; machine learning algorithms can be integrated into decision support models to exploit existing data; with the method called sentiment analysis or opinion mining, criterion set selection can be made and thus a more comprehensive decision support model can be created.
-
ÖgePopüler yönetim söylemlerinin Türkiye'deki yayılım dinamikleri ve performans etkileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-04-18) Onay, Eren ; Erçek, Mehmet ; 403142014 ; İşletmeBu çalışmanın temel amacı Yalın Üretim, Altı Sigma, Geleneksel Proje Yönetimi, İş Analizi, Çevik Proje Yönetimi ve DevOps yönetim tekniklerinin, yönetim modaları kuramı çerçevesinde aktör gruplarını, söylemlerini, yayılım dinamiklerini ve uygulayıcı firmalar üzerinde yaratmış oldukları değerin örgütsel performansa etkisini Türkiye bağlamında açıklamaktır. Yönetim modaları, 1990'lı yılların başından itibaren günümüze, araştırmacılar tarafından bir hayli ilgi çeken kuramlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönem, mevcut yönetim tekniklerinde bazı değişikliklerin meydana geldiği, yeni yönetim tekniklerinin ortaya çıktığı, üst düzey yöneticilerin örgütsel performansı arttırmak için yönetim tekniklerini kullandıkları ve uygulamada başarısız olunan tekniklerinin örgütler tarafından terk edildiği sayısız örnekleri barındırmaktadır. Ayrıca yönetim literatüründe bu alanda yapılan çok sayıda akademik çalışmalar ise modayı birer kuram haline dönüştürdü. Araştırmada elde edilen bulgular yönetim modası kuramında geçmişte yapılmış akademik çalışmalarla benzerlikler gösterirken, gelecekte yapılacak yeni çalışmalara da yol gösterecek niteliktedir. Yazında bahsedilen yönetim teknikleri aktör grubu, keşfedilme sebepleri, modaların yayılım süreçleri ve firma içi uyarlama & yapılandırma süreçleri olmak üzere dört temel noktada ayrışmaktadır. İlk ayrışma, yönetim modalarının arz yönünde ortaya çıkan iki yeni moda belirleyici grubun varlığı ile gerçekleşmektedir. Bu aktör grupları, yönetim tekniğini keşfeden ve geliştiren ticari şirketler ve kâr amacı gütmeyen uluslararası kuruluşlardır. Altı Sigma felsefesini geliştiren General Electric ve Yalın Üretim felsefesini ortaya çıkaran Toyota Motor İşletmesi yazın içerisinde geçen ticari şirketleri temsil ederken, Proje Yönetimini oluşturan Proje Yönetim Enstitüsü (PMI), İş Analizi disiplinini ortaya atan Uluslararası İş Analizi Enstitüsü (IIBA), DevOps felsefesini sahiplenen DevOps Çevik Yetkinlik Derneği (DevOps Agile Skills Association-DASA), Çevik Proje Yönetimini geliştiren Scrum Allianz ve Scrum.org ise yazın içerisinde bahsedilen kâr amacı gütmeyen uluslararası kuruluşları temsil eder. Uluslararası kuruluşlar bünyesinde üyelerin katılımı için sertifika programları, eğitimler ve çalıştaylar belirli bir ücret karşılığında düzenlenir. Yalnız elde edilen finansal kazanç kâr amacı güdülmeden yönetim tekniği için harcanır. Her iki yeni aktör grubunun, talep yönündeki pratik uygulamaları profesyonel danışmanlık şirketleri aracılığıyla sağlanmaktadır. İkinci ayrışma noktası, yeni moda belirleyicilerin yönetim tekniğini ortaya çıkarma sebepleri üzerinedir. Ticari işletmeler yönetim tekniğini belirli bir dönem içerisinde finansal bir yarar ya da rekabet avantajı elde edebilmek için ortaya çıkarırken, kâr amacı gütmeyen uluslararası kuruluşlar ise yönetim tekniğini bütün dünyada bir meslek olarak yayılmasına öncülük eder. Üçüncü ayrışma noktası, iki yeni aktör gruplarının yönetim tekniklerinin yayılım sürecinde farklı yayılım perspektifleri çizmesine ilişkindir. Yönetim tekniğinin mülkiyet hakkını üstlenen ticari şirketler, tekniğin içeriğine yönelik herhangi bir referans kitap, standart ya da belge ortaya koymayarak ve yönetim tekniğini gelecekte sahiplenmeyerek (mülkiyet hakkı) kaderine terk etme eğilimi gösterir. Pratik uygulamalarda elde edilen kısa dönemli başarılar, yönetim tekniklerini hızlı şekilde parlatarak farklı işletmelerce hemen kullanım isteği uyandırır. Yönetim tekniğinin bir kuruma uyarlanması esnasında herhangi bir sistematik yapı, akreditasyonun bulunmaması ve yönetim tekniğini kendi iş yaşamında çalıştığı şirketlerde deneyimleyen tecrübeli profesyonellerin de özellikle emeklilik dönemleri yaklaştığında kendi girişimlerini kurma istekleri, danışmanlık sektöründeki oyuncuların dramatik şekilde artmasını sağlayarak tekniklerin uygulayıcılara olan ilk yatırım ve tutundurma maliyetlerini ciddi anlamda düşmesine neden olur. Pratik dünyada oluşan bu trend, yönetim tekniklerini uygulayıcılarda hızla benimsenip kolay terkedilmesini sağlayan bir tüketim olgusu haline getirir. Bu durum, yönetim tekniklerini pazarda popülerliğin ani ve geçici olarak hızlı yükselip düşüş gösterdiği heves olarak kullanmaya yönlendirir. Kâr amacı gütmeyen uluslararası kuruluşlarda ise farklı bir sistematik yapı söz konusudur. Yönetim teknikleri; akademisyenler, iş adamları, yönetim guruları vb. gibi alanında uzman bir komite eşliğinde referans bir kitap, standart ya da dokümantasyon hazırlanarak piyasaya sunulur. Hazırlanan kaynaklar belirli periyotlarla gözden geçirilir ve elde edilen geri bildirimler eşliğinde ilerleyen yıllarda yenilenerek bütün dünyaya yeniden takdim edilir. Referans kaynağının orijinal diline sadık kalarak yerel dile çevrilmesi ise, yönetim tekniklerinin tüm dünyada aynı şekilde kolay anlaşılmasını sağlar. Ayrıca farklı ülkelerde yerel temsilciliklerin açılması, danışman şirketler için akreditasyon zorunluluğu, sertifika ve üyelik ağ yapısı bilginin sistematik bir şekilde örgütlenerek yayılımını gerçekleştirir. Ortaya çıkan bu trend, yönetim tekniğini uygulamak isteyen kuruluşların ilk yatırım ve tutundurma maliyetlerini ciddi anlamda yükseltirken, uygulayıcılardan gelen kullanım talebinin bilinçli bir istekle gelmesini, benimsenme ve tüketim sürelerinin daha uzun olmasını ve uygulayıcılarda sistematik bir yapı oluşturarak kalıcı bir etki bırakmasını sağlar. Bu durum yönetim modaları kuramında tartışılan moda kavramı ile örtüşmektedir. Yalnız yönetim modaları kuramına yönelik yapılan ampirik çalışmaların büyük çoğunluğunda ölçüm zorluklarından dolayı heves/moda kavramları arasındaki fark göz ardı edilerek genelde birbirinin yerlerine kullanılmaktadır. Dördüncü ayrışma noktası, yönetim tekniklerinin firma içi uyarlama ve yapılandırma süreçlerine ilişkindir. Her iki aktör grubu pazarda genellikle heves veya moda yönelimli yayılım gösterse dahi, yönetim tekniğinin işletme içerisindeki uyarlanma ve yapılandırma şekli işletmenin tepe yönetiminin takdirindedir. Bu noktada uyum ve söylem olmak üzere iki önemli kriter bulunmaktadır. Söylem yönetim tekniklerinin işletme içerisinde bir amaç mı yoksa araç olarak mı kullanımı sorunsalı üzerinedir. Yönetim tekniğini araç olarak kullanan uygulayıcı işletmeler sadece belirli bir dönem içerisinde finansal bir yarar ya da rekabet avantajı elde edebilme amacıyla kullanırken, amaç olarak kullanan şirketler ise uzun vadeli dönemler içerisinde (birden fazla tepe yönetiminde kullanılmak) bir örgüt felsefesi olarak kullanır. Uyum kriteri ise, yönetim tekniğinin işletmenin örgüt kültürü, iş modeli, şirketin stratejik hedefleri, çevre koşulları ve örgütsel yapısına ne kadar uyum sağladığını ifade eder. Her iki kriterin birleşimi sonucu kalıcı birliktelik, esnek birliktelik, aykırı birliktelik ve yapay birliktelik olmak üzere dört farklı uygulama biçimi ortaya çıkar. Kalıcı birliktelik, yönetim tekniğinin amaç olarak tercih edildiği ve yönetim tekniğinin işletme bağlarıyla uyumunun yüksek olduğu tam anlamıyla yönetim tekniklerinin işletme içerisinde kök saldığı durumu ifade eder. Esnek birliktelik, yönetim tekniğinin araç olarak tercih edildiği ve yönetim tekniğinin işletme bağlarıyla uyumunun yüksek olduğu belirli dönemlerde yönetim tekniğinin işletme içerisinde kullanıldığı yalnız herhangi bir konjonktür değişikliğinde (tepe yönetimi, çevre şartları, rekabet vs.) yönetim tekniğinin işletme içerisinde gündemden düşüp sadece tekniğe inanan kişilerin uyguladığı durumu ifade eder. Aykırı birliktelik, yönetim tekniğinin amaç olarak tercih edildiği ve yönetim tekniğinin işletme bağlarıyla uyumunun az olduğu durumu ifade eder. Yönetim tekniği işletme içerisinde ısrarla uygulanmak istenir, fakat işletme yapısını uygunluk söz konusu olmadığı için aykırı bir kullanım durumu ortaya çıkar. Yapay birliktelik ise, yönetim tekniğinin araç olarak tercih edildiği ve yönetim tekniğinin işletme bağlarıyla uyumunun düşük olduğu durumu ifade eder. Araştırmanın literatüre kazandırmak istediği ilk önemli katkı ölçüm zorluğundan ötürü ölçümlenemeyen heves/moda ayrımını daha belirgin hale getirmektir. İkinci olarak yönetim tekniğinin oluşmasını sağlayan iki yeni aktör grubunun varlığını yönetim modaları literatürüne kazandırmaktır. Üçüncü olarak mülkiyet hakkını elinde bulunduran moda belirleyicilerin pazarda ortaya çıkardıkları farklı yayılım perspektiflerini analiz etmektir. Dördüncü olarak yönetim tekniklerinin yayılım süreçlerini anlamaktır. Son olarak ise, yönetim tekniklerinin, uygulayıcı firmalar üzerinde yaratmış oldukları değerin örgütsel performansa etkisini Türkiye bağlamında açıklamaktır.
-
ÖgeProfessional service conglomerates and jurisdictional competition: Influences of digital technologies and regulations(Graduate School, 2022-05-02) Köktener, Berker ; Tunçalp, Deniz ; 403142013 ; ManagementThis study focuses primarily on phenomena in the broader perspective of the accounting firms' evolution and the role of digitalization and regulations. Accounting firms may grow their size and variety of services over time and evolve from a Professional Service Firm (PSF) into a Professional Service Conglomerate (PSC). Despite their fundamental differences, various professional groups remain in a single organization during this change. How does a PSF transform into a PSC, and what keeps distinct professional groups together? While there is a vast literature on PSFs, the research on PSCs is limited and fragmented. Also the studies are limited in explaining how digitalization plays a role in the transformation of professions and PSCs. The study has identified three research streams emphasizing different themes: the role of the broader institutional environment, the results of the changing market conditions, and the purposeful strategic actions in becoming a PSC. The research has empirically analyzed a major accounting firm's historical transformation to a PSC over 40 years in an emerging country. The results have noted the critical roles of a particular country's business system and institutional changes in the PSC's organizational context. These factors, such as digitalization and regulatory changes, directly affect the demand for various professional services and their supply, leading to changes in the firm's partnership structure and disciplinary characteristics. In this regard, the contributions to the literature are threefold. First, the study provides a model describing how PSFs transform into PSCs, based on a comprehensive account of how the institutional environment has impacted the focal PSC. Secondly, the study outlines what keeps distinct professional groups inside the organizational boundaries instead of establishing independent professional firms, bringing additional insights to the literature on organizational boundaries. Thirdly, the study develops and analyzes a case study of a leading PSF's transformation into a PSC over 40 years in an emerging country. Lastly, the study calls for further research on the growth and internal organizing factors of PSFs, especially in understudied environments. In the following section, the study zooms into inter-professional dynamics between established and new professions under digitalization and regulatory changes. Internal tensions arise from disparities amongst the professions that comprise multidisciplinary professional service firms. Prior work has advanced our understanding of how the institutional context intersects professional boundaries and creates jurisdictional conflicts in multi-occupational settings. However, we know little about how regulatory changes impact inter-professional and intra-organizational dynamics between established and new professions at professional service firms. Besides, multi-professional service firms must deal with external pressures, such as increasing digitalization. Advances in digital technologies affect the content and control of work among professions, reshaping established jurisdictions. The importance of digital technologies is growing for professionals and their organizations. However, there is limited understanding of how this trend affects professions' content and jurisdictional arrangements. The study explored changes in audit work due to digitalization and how auditors responded to jurisdictional conflicts through boundary work. It analyzed data collected from semi-structured interviews, participant observations, and archival data in a Big Four firm. The findings indicate that new regulations have radical impacts on established jurisdictions. The findings also show that digitalization impacts auditors' critical activities and jurisdictions in the diagnosis and treatment phases, increasing the effectiveness and value of audit work. Accounting auditors can respond to jurisdictional conflicts through different boundary work types for each professional practice act. The study advances our understanding of digitalization's implications on professions. It argues that professions can reduce contestation and increase collaboration through boundary work in the diagnosis and treatment phases. In contrast, professionals' ability to abstract helps them maintain favorable conditions in the inference phase. Later, the study zooms out and connects the findings with the ongoing debate about how advances in intelligent technologies affect professions and their work. The central argument is about whether such changes will make humans more productive and professions accessible to society or make them obsolete. Current views have two opposing camps. Technology replaces most jobs resulting in long-term technological unemployment, or some jobs resulting in short-term technological unemployment. It will bring prosperity by reskilling labor and creating new jobs in the long term. The study structures the fragmented contributions of prior work by analyzing the implications of technological change through the theoretical lenses of the literature on professions. By bridging the technology and professions literature, the study organizes the critical dimensions to link the previously unconnected concepts and structure current contributions in a novel way. In this manner, the study introduces a theoretical approach that allows studying the implications of technology on professions. Besides, the study argues that technological change will replace professions, create new professions, improve productivity, or make them obsolete. However, it depends on how it affects specific acts of professional practices. Lastly, the study offers directions for future research based on the propositions developed.
-
ÖgeThe impact of framing on donation behavior(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Demirel, Sibel ; Burnaz, Şebnem ; 689625 ; İşletmeNonprofit organizations were not used to focus on marketing but as time passed, rising competition has forced these organizations to introduce marketing to achieve the organizations' objectives. Donor and donation related factors affecting donation behavior is extensively studied by previous research. The focal point of this study is how the nonprofit organization should frame its donation request as a tool for communication. This study offers an analysis of nonprofit organization's framing of the donation request by conducting two experimental studies in which donation type is manipulated to analyse its effects on donation behavior. It further analyses what impact framing may have on mindset and how this relation is influenced by the donors' religious orientation. Study 1 establishes effects by manipulating donation type (monetary vs. nonmonetary) and observes how this relation is influenced by the donors' religious orientation (intrinsic vs extrinsic) and how it affects donation behavior. Study 2 attempts to investigate what impact donation type manipulation (monetary vs. nonmonetary) may have on mindset (rational vs. emotional) and thus on both religious orientation groups' donation behavior. Findings of the Study 1 supported that intrinsically religious donors are more likely to donate compared to extrinsically religious donors when they receive nonmonetary donation requests. However, regarding monetary donation requests there is no significant difference between intrinsic and extrinsic religious groups. Study 2 suppported the same argument but added some new insight. The second study was designed to measure situation specific thinking styles when the respondents face a monetary and a nonmonetary donation request. Monetary offer triggers rational mindset significantly higher than the nonmonetary offer and nonmonetary offer triggers emotional mindset significantly higher than the monetary offer. In monetary group, respondents with extrinsic religious orientation have significantly higher rational mindset than intrinsic. However, intrinsicly religious people become more rational when they face a monetary donation request compared to nonmonetary. Therefore, we can conclude that a monetary donation request makes both religious orientation groups think rational and avoid donation.