LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Sustainable Development Goal "Goal 11: Sustainable Cities and Communities" ile LEE- Restorasyon Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; RestorasyonKilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.
-
Öge1920-1960 arası dönemde planlanan çok katmanlı Batı Anadolu yerleşimlerinin modern mimarlık mirası değerlerinin korunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-13) Atala Önsel, Zeren ; Salman, Yıldız Sakine ; 502112203 ; RestorasyonOn dokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde endüstrileşme hareketleri ile birlikte eski kent merkezlerindeki nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun sonucunda sağlıksız ve konforsuz yaşam alanları oluşmuş ve bu yoğun nüfusu barındırma sorunu ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni yaşam biçiminin gerekliliklerini karşılayacak konut tasarımı ve üretiminin yoğun olduğu bir dönem başlamıştır. Konut alanlarının çevresinde ise yine değişen ihtiyaçlara cevap verecek eğitim, sağlık, spor, eğlence, ulaşım ve endüstri yapıları ile açık alan düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni hükümet, millileştirme programı kapsamında kapsamlı ve bütüncül bir kalkınma politikası izlemiştir. Ana ideoloji ve fikirler İzmir İktisat Kongresi'nde açıklığa kavuşturulmuş ve kalkınma planlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politika, Anadolu'da köylüleri özgürleştirmeyi, tarım ve sanayiyi geliştirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde yeni planlı bir ülke kurma ve ulusal bir peyzaj oluşturma hedefi benimsenmiştir. Kırsal, kentsel, üretim ve ulaşım konularında yapılan düzenlemelerle ulusal peyzaj yeniden tasarlanmıştır. Planlı şehirler, demiryolları, devlet fabrikaları, köy enstitüleri ve devlet çiftlikleri ile kır-kent entegrasyonu sağlanmış ve sanayinin tarım üzerindeki ilerici etkisinden yararlanılmıştır. Ankara'nın Cumhuriyet'in başkenti seçilmesi ulus devletin en önemli mekansal stratejisidir. Dolayısıyla Ankara, yeni Cumhuriyet'in modernleşme projesinin model şehri olmuştur. Bu dönemde kentsel planlama faaliyetleri daha çok on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen demiryolu ağı ile Ankara'ya bağlantısı olan Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Yeni Cumhuriyet'in millileştirme idealine uygun olarak üretilen imar planları da bu idealin gerçekleştirilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bu imar planlarının bileşeni olan tasarlanan mekânlar, modernist ve yerel değerleri yansıtmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihi merkezler dünya çapında korumaya konu olmuş; ancak modern kent katmanları görece daha az sayıda olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra miras olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 2001 yılında Helsinki'de ICOMOS Finlandiya tarafından bir konferans düzenlenmiş, 2002 yılı 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü ise yirminci yüzyıl mirasına adanmış ve aynı yılın Tehdit Altındaki Miras Raporu'nda da yine bu dönem yapıları vurgulanarak akademik çevrede uluslararası farkındalık arttırılmıştır. ICOMOS tarafından 2008 yılında Quebec'te gerçekleştirilen toplantıda yerin ruhu-genius loci kavramı mirasa yönelik olarak geliştirilmiş, 2011 yılında kabul edilen Valetta İlkeleri'nde ise somut ve somut olmayan değerleri de içeren çok yönlü bir yaklaşım oluşturulmuştur. 2011'de ICOMOS ISC20C tarafından kabul edilen ve somut değerlere ek olarak somut olmayan değerlerin de altını çizen Madrid Belgesi, 2017 tarihinde Yeni Delhi'de gerçekleştirilen ICOMOS Genel Kurulu sonrasında, Madrid-Yeni Delhi Belgesi olarak güncellenerek kentsel alanlar ve peyzajları da içerecek şekilde güncellenerek yapılı çevrenin farklı dönem ekleriyle bir katman olarak korunması gerekliğinin altını çizer. Öte yandan, Türkiye'deki mevzuat çerçevesi hiçbir zaman yirminci yüzyıl mirasını kapsayacak şekilde güncellenmemiştir. Korumanın anıtsal yapılardan kentsel ölçeğe genişletilmesi yolunda ilk adım, 1972'de İmar Kanunu'nun revizyonu ile atılmıştır. Bu kanun, anıtlarla bir bütün oluşturan çeşme, sokak ve meydanların korunması gerekliliğini vurgulamıştır. "Koruma alanı" terimi ise ilk kez 1973 tarihli ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu'nda kullanılmıştır. 1973-1983 yılları arasında yapılan planlama çalışmalarında geleneksel kent merkezleri protokol alanı olarak tanımlanmış ve imar kapsamına alınmamıştır. Mevzuattaki bu eksiklik, Batı Anadolu yerleşimleri için bir süreklilik değeri barındıran ve bu yerleşimlerin bütünlüğünü oluşturan modern katmanların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mevcut koruma planlarının hiçbiri modern kent peyzajı değerlerini korumayı amaçlamamakta, bunun yerine 1980'lerin koruma planlaması anlayışını takip etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve Batı Anadolu yerleşimlerine odaklanan tez çalışması, 1920-1960 yılları arasında, DPT kurulmadan ve planlı büyüme dönemine geçilmeden önceki dönemde planlanan yerleşimlerde inşa edilen ve o yerleşimin önemli bir tarihsel katmanını oluşturan modern mimarlık mirasını konu edinmiştir. Çalışmanın ana hatlarının çizildiği giriş bölümünün ardından modern kent planlama çalışmalarının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki tarihsel gelişimi ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'de koruma ve planlama pratiğinin gelişimi koruma planlaması kavramı üzerinden, koruma amaçlı imar planı çalışmaları öncesi ve sonrası dönemdeki değişimlerle birlikte ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca Osmanlı'dan Cumhuriyet'e planlamaya ilişkin kurumlar ve yasal düzenlemeler irdelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, çalışmanın odağı olan Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde gerçekleştirilen planlama çalışmaları ve bu çalışmalardaki koruma boyutu açıklanmıştır. Tezin beşinci bölümü, Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde yürütülen planlama çalışmalarının söz konusu yerleşimler üzerinden değerlendirildiği bölümüdür. Bu değerlendirme, Batı Anadolu'da detaylı irdelenen yerleşimler olan Afyon Merkez, Aydın Merkez, Aydın Nazilli, Aydın Söke, Balıkesir Merkez, Burdur Merkez, Denizli Merkez, Denizli Buldan, İzmir Bergama, İzmir Ödemiş, İzmir Tire, Kütahya Merkez, Manisa Akhisar, Manisa Alaşehir, Manisa Kula ve Uşak Merkez üzerinden gerçekleştirilmiştir. Her bir yerleşimin planlama tarihçesi ve miras değerleri irdelenerek, yürütülmekte olan koruma çalışmaları ve mevcut durum değerlendirilmesi yapılarak, günümüzde bu değerlerin korunmasında karşılaşılan sorunların dökümü yapılmıştır. Tezin altıncı ve son bölümünde, Batı Anadolu yerleşimleri özelinde değerlendirilen yirminci yüzyıla ilişkin kentsel katmanın korunması ve karşılaşılan tehditlerin azaltılmasına yönelik benimsenmesi gereken yaklaşım açıklanmıştır.
-
Ögeİstanbul konut mimarlığında ahşap-kâgir yapım sistemlerinin seçiminde belirleyici etkenler (1800-1930)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-16) Yeşim, Erdal ; Mazlum, Deniz ; 502162204 ; Restorasyon19. yüzyıl başlarında İstanbul'un yerleşim dokusunda dolgulu ahşap çatkılı konutların yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen haritalarda kentin bazı bölgelerinde ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların, bazı bölgelerinde ise yığma kâgir konutların yaygınlaştığı görülür. Literatürde genellikle kâgir konutların yaygınlaşması yangınlara karşı önlem alma çabası ile, ahşap konut geleneğinin terk edilememesi ise ahşabın düşük maliyetli olması, hızlı ve kolay yapıma imkân sağlaması gibi gerekçeler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu gerekçeler, neden kentin bazı bölgeleri tamamen kâgirleşirken bazı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların bir arada bulunduğu bir yerleşim dokusunun oluştuğuna tatmin edici bir yanıt vermez. Bu nedenle Osmanlı'nın son döneminde başkent konutunun yapım tekniği bağlamındaki değişimi, politika, ekonomi, teknoloji gibi pek çok alanda gerçekleşen yenilik ve değişikliklerin yarattığı dinamikler göz önünde bulundurularak geniş bir perspektiften incelenmelidir. Bu çalışma, 19. yüzyıl İstanbul konutunda ahşap ve kâgir yapım sistemlerinin seçimini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen, dönemin siyasî, ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerinin belirlenmesine odaklanmaktadır. Ağırlıklı olarak literatür ve arşiv araştırmasına dayanan bu çalışmada birincil kaynak olarak Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, dönemin gazeteleri ve konutlarla ilgili matbu kitaplarından faydalanılmış; arşiv araştırmasından elde edilen veriler günümüze ulaşan konut örnekleri ile desteklenmiştir. Çalışmada, konutlarda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmeler üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Bunlardan ilki, doğrudan konut inşa pratikleri ile ilgili olmayan ancak sonuçları itibariyle konutlarda yapım tekniği ve malzeme seçimini etkileyen imparatorluk ölçeğindeki gelişmelerdir. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında hak ve sorumluluklar bakımından bir fark gözetilmeyeceği yönünde taahhüdde bulunulan Tanzimat Fermanı'nın ilanı bu gelişmeler arasındadır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile yalnızca müslümanlara yarı kâgir konut inşa etme izni verilmesi ve bazı yapı malzemelerinin üretiminde gayrimüslim tebaanın vergi yükümlülüğü karşılığında çalıştırılması gibi uygulamalara son verilmiş; konutlarda yapı malzemesi ve yapım tekniği tercihleri bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiştir. Benzer şekilde, 1838 yılından itibaren bazı Avrupalı devletlerle serbest ticaret antlaşmalarının imzalanması ve 1856 yılında Islahat Fermanı'nın ilanı, doğrudan konutlarda yapı malzemesi seçimine etki etmeyen ancak yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine yön verecek koşullara zemin hazırlaması bakımından önemli gelişmelerdir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmelerin ikinci alt başlığında kente özgü dinamikler yer almaktadır. Bunların başında, 19. yüzyıl başlarından itibaren devlet yönetiminin, başkent konutunun yangınlara karşı korunmasını sağlamak amacıyla yapı malzemesi ve yapım tekniğini değiştirmeye yönelik attığı adımlar gelir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) konutlarda cephe malzemesinin kâgirleşmesi için çıkarılan fermanlarla başlayan süreç, Sultan II. Mahmud döneminde yarı kâgir konut inşasının teşvik edilmesi ile devam etmiş; Tanzimat'ın ilanı sonrasında çıkarılan nizamnamelerle birlikte kâgir yapılaşmanın yaygınlaştırılması bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Öte yandan gerek kâgir yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine ilişkin kısıtlamalar, gerek sosyo-kültürel dinamikler kâgir konutların kısa vadede yaygınlaşmasını güçleştirmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında kâgir konut inşasına bölgesel olarak ivme kazandıran iki büyük yangın felaketi (Hocapaşa ve Pera yangınları) yaşanmıştır. Özellikle Hocapaşa yangınının ardından, kâgir yapı malzemelerinin teminini kolaylaştıracak kararların uygulamaya konması ile yangın alanında kâgir yapılaşma hızına ivme kazandırılabilmiştir. Bununla birlikte, hem Hocapaşa hem de Pera yangın alanlarının yeniden inşa sürecinde yapım tekniği bağlamındaki dönüşüm, mülkiyet durumlarının ve dolayısıyla sosyal çevrenin değişimini de beraberinde getirmiştir. Tanzimat döneminin (1839-1876) bitişi ile başkentte ahşap yapılaşma konusunda daha esnek bir yaklaşım sergilenmesine neden olacak gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan biri, kent içinde boş ve terk edilmiş durumda imar edilmeyi bekleyen yangın alanlarının sayısının artmasıdır. Buna karşılık, Tanzimat dönemindeki yaklaşım ile çelişen ve yangın alanlarında ahşap konut inşasının önünü açan 1882 tarihli Ebniye Kanunu yürürlüğe konmuştur. İstanbul halkının ahşap konutlara yönelimini arttıran bir diğer gerekçe, kentte salgın hastalıkların çok sayıda can kaybına neden olması ve bununla ilişkili olarak yüksek nem oranına sahip sayfiye yerleşimlerinde rutubetten korunmayı sağlamak üzere ahşap konut inşasının yasal hale gelmesidir. Bu durum Boğaziçi köyleri ve Adalar'da ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Yüzyılın sonlarında konutlarda yapım tercihlerini etkileyen bir diğer faktör ise, 1894 depremidir. Deprem sonrasındaki yeniden inşa sürecinde ahşap yapım sistemi, deprem dayanımının yüksek olması, düşük maliyetli olması ve hızlı konut inşa etmeye imkân sağlaması gibi gerekçelerle tercih edilmiştir. Başkent konutunda malzeme ve yapım sistemi seçimini etkileyen diğer kentsel ölçekli parametreler arasında mimarlık hizmetlerinin örgütlenme biçiminin değişmesi; apartman, sıra ev gibi yeni konut tiplerinin yaygınlaşması ve 20. yüzyıl başlarından itibaren geleneksel yapım sistemlerinin terk edilmesinde etkili olan betonarme yapım sisteminin tercih edilmeye başlaması sayılabilir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine yön veren gelişmelerin son alt başlığı yapı malzemesi ölçeğindeki gelişmeler ile ilgili olup, bu kısımda yapı malzemelerinin temininde karşılaşılan olanak ve kısıtlamalar irdelenmiştir. 1840'lı yıllardan itibaren ormanların tahribatını engellemek üzere yasal ve kurumsal bir alt yapı oluşturma yönündeki çabalar, yüzyılın ikinci yarısında kent halkının yerli ahşap tedarikini güçleştiren sonuçlar doğurmuştur. Buna karşılık, çok sayıda devletle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının da etkisi ile İstanbul piyasasında standart ölçülerde üretilmiş olan ithal ahşaba erişim kolaylaşmıştır. Ahşap malzemenin teminini etkileyen bu gelişmelerin neredeyse tam tersi, tuğla malzemenin temininde yaşanmıştır. 1840'lı yıllarda devletin kâgir konutları yaygınlaştırma politikasına paralel olarak modern ölçülerdeki tuğlanın endüstriyel üretimini hızlandırmaya yönelik çalışmaları, yüzyılın son çeyreğinde sonuç vermeye başlamıştır. Başlangıçta ithal tuğlanın hakim olduğu İstanbul piyasasında, yıllar içinde yerli üretim kapasitesinin artması ile yerli tuğlaya ucuz fiyatlarla erişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyıl başlarından itibaren uluslararası ticarî etkinliklerin savaş ve ekonomik krizler gibi sebeplerle sekteye uğraması, neredeyse tamamen ithal ürünlerle karşılanan ahşap tüketimini yavaşlatmıştır. Buna karşılık piyasadaki tuğla ihtiyacının yerli üretim imkânları doğrultusunda karşılanıyor olması, kâgir yapım sisteminin tercih edilmesi bakımından avantajlı bir durum yaratmıştır. 19. yüzyılda taş malzemenin konut sahipleri tarafından tedarikini etkileyen en önemli gelişme ise, aktif durumda olan büyük taş ocaklarının ve kireç imalathanelerinin büyük ölçekli kamu yapılarının inşası için tahsis edilmesidir. Üç farklı ölçekte meydana gelen tüm bu gelişmeler, hem kentin farklı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların dağılımlarının değişkenlik göstermesine, hem de başkent konutunda yapım tekniği ve malzeme seçimi bağlamında alternatif yapısal çözümlerin üretilmesine katkı sağlamıştır. İstanbul konutunun malzeme ve yapım teknikleri bakımından geçirdiği süreçleri aydınlatmak, günümüze ulaşan ve kültür varlığı değeri taşıyan örneklerde özgün öğelerle dönem eklerini anlamada ve ayırt etmede yardımcı olacaktır. Bu bilginin restorasyon uygulamalarında dikkate alınarak değerlendirilmesi ve alınan kararlara yön vermesi de bu tezin bir dileğidir.
-
Ögeİzmir-Foça Sazlıca mevkii kırsal yerleşimini koruma önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Atay, Çağıl ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502191201 ; RestorasyonGünümüzde Kartdere Vadisi olarak geçen bölgede, Eski Foça-Yeni Foça yolu üzerinde yer alan Sazlıca Mevkii, kırsal yerleşime adını veren koyun ardında, iki dere arasındaki yamaçta 19. yüzyılın ortalarında kurulmuştur. 1923'teki Türk-Yunan nüfus mübadelesine kadar ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, sosyal ve altyapısal eksiklikleri zaman içinde yerleşen mübadillerin de buraya uyum sağlayamayıp köyü terk etmesine neden olmuştur. Günümüzde aktif kullanıcısı olmayan yerleşim, mevsimlik yaşayan bir çoban ile yakın çevrede yaşayan emekli bir öğretmen tarafından kullanılmaktadır. Nüfusun yitirilmesi, yapıların niteliksiz ekler almasını önleyip özgünlüğünün korunmasını sağlasa da doğa şartlarında bakımsız kalan yapılar yıpranmış ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Yerleşimin mimari karakterini kökeni antik bir geleneğe dayanan yüksekliği eninden fazla olan kule evler oluşturmaktadır. Kule yapılar ilk bakışta savunma, haberleşme ve gözetleme amaçlı gibi görünse de yüzyıllar boyunca farklı amaçlara hizmet etmiştir. Ortadoğu'dan Britanya'ya çok geniş bir coğrafyada yöresine özgü teknik ve malzemede inşa edilmiş; önemli rotalar, kavşaklar ve stratejik bölgelerde görülmüşlerdir. Foça Yarımadası'nın mimari tipolojisinde yer edinen kule evler, Kartdere (Kartera) ve Sazlıca'da toplu halde bir doku oluştururken, Aliağa'ya kadar olan kuzey yolu üzerinde ve şehir içlerinde tekil olarak bulunmaktadırlar. Merkezlerden uzakta, tarım alanlarını koruyarak kule ev işlevlerini, mimari biçimlenişlerinde de sürdürürken, kullanım açısından daha çok bağ evi niteliğine yaklaşmışlardır. Literatür araştırmaları sonucunda daha önce detaylı bir çalışma yapılmadığı saptanan Sazlıca Mevkii'nde; Hagios Ioannes Kilisesi ve çevresindeki yedi geleneksel yapı mimari açıdan ele alınıp belgelenmiştir. Doğal, kültürel ve mimari nitelikleriyle çalışmaya değer görülen yerleşim ve çevresi 2020-2022 yıllarında izlenmiş, aralıklarla fotoğraflanmıştır. İzmir ve Foça Belediyelerinden alınan halihazır haritalar güncellenmiş, güncellenen haritalarda yapılan üst ölçekli analiz- sentez çalışmaları ile yapıların çevre ilişkileri, temel mimari özellikleri, sorunları ve potansiyelleri ortaya çıkarılmıştır. Çalışma alanı olarak seçilen odaktaki sekiz yapı Faro scanner ve geleneksel yöntemlerle ölçülmüştür. Sonrasında, çekilen yakın açı fotoğraflar Agisoft Metashape programında orthophotolara dönüştürülerek yapıların 1/1 ölçekte belgelenmesi sağlanmıştır. Harita Genel Müdürlüğü'nden alınan 1957, 1970, 1975 ve 1995 uydu fotoğrafları incelenmiş, güncel haritalarla çakıştırılmıştır. Sonucunda 1957 yılı ve günümüzle karşılaştırma haritaları oluşturularak, kule evlerin yakınlarındaki kurutulmuş dere, evleri çevreleyen tarla ve bağlar ile yok olan yapıların sınırları işaretlenmiştir. Rölöve ve restitüsyon çizimleri hazırlanan yapıların Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kırsal mimarlık envanter fişleri de yapıları kısaca tanıtmak için doldurulmuştur. Birinci bölümde çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemiyle beraber yararlanılan ana kaynaklar, fiziksel alan çalışmaları ve belgeleme yöntemleri belirtilmiştir. Yazılı kaynakların yeterli olmadığı konularla ilgili Foça araştırmaları yapan uzman ve yerel halktan kişilerle sözlü bilgi çalışmaları yapılmıştır. Çalışma alanının bulunduğu, kuruluşu tarih öncesi çağlara dayanan Foça Yarımadası'nın genel özellikleri ikinci bölümün konusunu oluşturmuştur. Doğal, kültürel ve mimari açıdan İzmir'in önemli ilçelerinden olan Foça'nın coğrafi ve iklimsel özellikleri, sosyo-ekonomik yapısı, tarihi ve mimari gelişimi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde çalışma alanı Sazlıca Mevkii'nin coğrafyası, sosyal yaşantısı, kültürel değerleri, ekonomik faaliyetleri ve mimarisi hakkında bilgi verilirken dokunun ana karakterini oluşturan kule evlerden bahsedilmiştir. Oldukça köklü bir geleneğin parçası olan kule evlerin özellikleri, ilk ortaya çıkışları hakkında bilgi verilirken, Akdeniz ve Ege coğrafyasındaki örnekleri ile Foça Yarımadası örneklerine değinilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümü, odak olarak belirlenen, doku oluşturan bölgenin yakın çeperinde yapılan analiz ve sentez çalışmalarıdır. 1/1000 ölçekte çevresel durum anlatılırken, 1/500 ölçekte 10 adet yerleşim alanı analizi yapılmış; pasta grafiklerle durum açıklanmıştır. Yerleşimin sorun ve potansiyellerini ortaya çıkarmak ve öneriye hazırlamak adına 1/500 ölçekli iki adet sentez çalışması, seçilen özgün işlev, kullanım durumu ve sağlamlık durumu analizlerinden yararlanılarak yapılmıştır. Bunun sonucunda terk edildiği için işlevsiz ve bakımsız kalan yapıların sağlam olmadığı da açıkça görülmüştür. Yerleşim ölçeğinden, tek yapı ölçeğine geçilen beşinci bölümde; dokuyu oluşturan yapılar kilise, kule evler ve daha geç dönem olduğu düşünülen geleneksel tek katlı yapılar olarak gruplandırılmış; 1/50 ölçekli plan, kesit ve görünüş rölöveleri üzerinden açıklanmıştır. Rölöveleri oluşturulan yapıların mimari gelişimini anlamak ve koruma önerilerine zemin oluşturmak üzere 1/100 ölçekli plan, kesit ve cephe restitüsyon çizimleri oluşturulmuştur. Restitüsyon çalışmasında yapılardan gelen izler, yerleşimdeki ve çevredeki az da olsa korunmuş konut örnekleri ile eski fotoğraf ve çizimlerden yararlanılmıştır. Ayrıntılı incelenen konut yapılarını ve dokudaki mimari gelişimi anlamak üzere yapıların plan, cephe ve düşey ilişkileri incelenmiştir. İlk inşa edildiğinde kare planlı, her katında tek mahal olan, zemini kapı açıklığı dışında sağır olan düz damlı kule evlerin, yakın dönemde yanlarına bitişik ek yapı aldıkları farklılaşan duvar örgülerinden de saptanmıştır. Günümüzde ender de olsa çağdaş ekler alan yapıların gelişimleri kronolojik olarak üç döneme ayrılmıştır. Ayrıca ele alınan konutların düz dam, döşeme ve duvar gibi yapı ögeleri incelenmiş, merdiven, kapı, pencere, bezeme, ocak, dolap nişleri, ikona nişleri, seng-endaz, çörten gibi mimari elemanları ile ağıl ve hela mekanları boyut, biçim ve çeşitleri ayrıntılandırılmıştır. Döşeme, üst örtü ve ahşap merdivenlerini kaybeden yapıların gelen izlerden ve çevre örneklerden hareketle 1/20 restitüsyon detayı, duvar örgülerinin ve bezemelerin de 1/20 ve 1/10 ölçekli rölöve detayları verilmiştir. Altıncı bölümde terk edilen yapıların ve yerleşimin korunma sorunlarına değinilmiştir. Mübadele sonrası kullanıcıları değişen yapıların yeni ailelere uygun olmaması, gelen mübadillerin geçim kaynakları ve uğraşlarının farklılığı, köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, altyapı ve sosyal donatı yetersizlikleri ve Foça'nın askeri yasak bölge olması gibi sorunlarla birlikte köy yaşamının albenisini kaybetmesi, şehir merkezlerine göçleri hızlandırmış; köy 1960'lı yıllarda bütünüyle terk edilmiştir. Köy altı yerleşim niteliğindeki dokunun ikinci derece doğal sit alanında olması ile konutların geç de olsa 2017 yılında tescillenmesi koruma adına önemli bir adım olsa da koruma amaçlı bir imar planı olmaması, ören yeri haline gelen yerleşimin turizm baskısı altında yok olmaya terk edilmesi ve yasal sorunlara da değinilmiştir. Yedinci bölümde, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan yerleşimin bütüncül bir şekilde korunması için önerilen açık hava müzesi senaryosu açıklanmıştır. Nüfusunu yitirmiş yerleşimlerin tekrar kalkınmasının çok disiplinli bir konu olduğu göz önüne alınarak, mimari ve koruma çerçevesinde, ekonomik sürdürülebilirliğinin de sağlanmasına yönelik üst ve alt ölçekte tavsiyeler yapılmıştır. Sonuç olarak, ülkemizde koruma bilinci kentlerde bile yeterince gelişememişken, kolaylıkla gözden çıkarılan kırsal doku ve buradaki geleneksel yapıların korunmasının önemine dikkat çeken çalışmada; Sazlıca Mevkii'nin doğal, arkeolojik, kültürel ve mimari değerlerinin korunarak, insanlık mirasının bir parçası olarak kalması ve kültürel rotalara eklemlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Foça'nın bir dönemine tanık yerleşim ziyaret edilebilecek ve köy hayatı deneyimlenebilecektir.
-
ÖgeKurtuluş (Tatavla) semti kentsel koruma projesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-15) Artuç, Çağlasu ; Salman, Sakine Yıldız ; 502171203 ; RestorasyonTarihi birçok doku ve değer ile günümüze ulaşan İstanbul'da, yaşanmış her olayın kentsel dokuda bir ize dönüşmesi zamanla katmanlaşmaya neden olmuştur. Tüm katmanları ile günümüze ulaşan İstanbul'daki birçok tarihi semt gibi Kurtuluş (Tatavla) Semti de zamanla kazandıkları yanında değişme ve dönüşme baskısı ile kentsel dokuya zarar veren müdahaleler, ekler ve niteliksiz yapılaşmadan da etkilenmiştir. Kökleri çok eskiye dayanan ve günümüzde değişim baskısı altında olan Kurtuluş (Tatavla) Semti, bir önlem alınmazsa geçirdiği dönüşüm ile sahip olduğu değerlerle ilişkili 19. ve 20. yüzyıllara ait kentsel, tarihsel, sosyal ve kültürel dokuyu kaybetme riski altındadır. Tatavla günümüzdeki adı ile Kurtuluş; Bomonti, Osmanbey, Nişantaşı, Harbiye, Elmadağ, Dolapdere, Beyoğlu, Kasımpaşa, Feriköy Semtleri ve tarihi mezarlıklar ile çevrelenmiştir. İstanbul'un merkezinde, tarihi Kanuni Sultan Süleyman dönemine dayanan, bütün milletlerin bir arada yaşadığı kozmopolit İstanbul'da sadece Rum-Ortodoks halkın yaşamasına izin verildiği özerk bir bölge olarak kendine ait gelenekleri, kültürleri hatta 500 yıllık bir karnavalı olan bir semttir. Atların otlak ve barınma yeri olarak kullanılan Tatavla Semti'ne ilk yerleşim Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde başlamıştır. İlk yerleşenler ise Kaptan-ı Derya olarak görev alan Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa'nın Ege, Akdeniz, İyonya Adaları ve Mora Yarımadası'na düzenledikleri deniz seferleri sırasında Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırmak için esir alınan gemicilikte, denizcilikte yetenekli savaş tutsakları ve kölelerdir. Bu semtin zamanla başarıları ile özgürleşen halkı, Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa gibi önemli Kaptan-ı Deryaların himayesi ve teşviki ile gelişmeyi sürdürmüştür. Zamanla gelişen semt, Padişah III. Selim'in 1793 yılındaki bir fermanı sayesinde İstanbul'da farklı semtlerde beraber yaşayan Müslüman, Süryani, Ermeni ve Yahudilerin semte girişini yasaklamakla kalmayıp, bu duruma Protestan ve Katolik mezhebine bağlı olan Avrupalı Hristiyanları (Frenk) bile dahil edip Rum-Ortodoks olmayan birinin yerleşmesini engelleyerek hem köken hem de din ile bağlantılı çok özel bir alan oluşturulmuştur. 19. yüzyılda meydana gelen 1821 tarihli Mora İsyanı semtin Kaptan Paşaların himayesini kaybetmesi ile 1854-1855 tarihli Kırım Savaşı ise Çarlık Rusyası'nın bu himayeliği üstlenmesi ile sonuçlanmıştır. 1831 Pera Yangını, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1870 Büyük Pera Yangını gibi önemli olaylar ve afetler Kaptan-ı Deryaların korumasının kaybedilmesi ile birleşince 1793 yılındaki fermanın geçersiz olmasına sebep olmuştur. Bu duruma, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra semtin yakın çevresinde Sinemköy, Pangaltı, Harbiye, Feriköy, Bomonti ve Nişantaşı gibi önemli semtlerin oluşması da eklenince semtin hem kentsel gelişimi hızlanmış hem de farklı etnik kökene sahip Ermenilerin, Rumların ve Levantenlerin semte yerleşmesine neden olmuştur. Tatavla, 20. yüzyıla sahip olduğu özerk ve özgür bir ortam sayesinde İstanbul'un diğer semtleri arasında Pera'dan sonra en fazla Rum kökenli halkın yaşadığı semt olarak girmiştir. Tersanelilerin yaşadığı yoksul köy; kiliseleri, ayazmaları, mezarları, okulları, tiyatroları, hayır dernekleri, spor kulüpleri, hamamı, kökeni Venedik ve Rio karnavalına dayanan yurt dışında dahi ünlü olan karnavalı, panayırları, meyhaneleri, tavernaları, önemli meslek erbabı insanları ile "Küçük Atina" olarak da isimlendirilmiştir. Bu süreçte Tatavla; kentsel, kültürel ve sosyal birikimini artırarak Pera'dan sonra ünlü olmasının hakkını vermiştir. Tramvay hattının son durağı olarak gelişen ünlü Kurtuluş (Tatavla) Caddesi, üzerinde yükselen evler ile zamanla Beyoğlu Caddesi gibi bir siluete sahip olmuştur. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Tatavla zorunlu göçe dahil edilmeyen yerler arasına girerek önemini tekrar ortaya koymuştur. Mübadele ile göç eden Rumların Yunanistan'da çektiği sıkıntılar da öğrenildikçe Tatavla İstanbul'un birçok semtinde yaşayan Rum ailelerin güvende yaşamak için göç ettiği bir semt konumuna gelmiştir. Tüm bu nüfus artışı sadece kültürü etkilememiş birçok tarihi binanın inşa edilmesini sağlamıştır. Ancak 21 Ocak 1929 gecesi yaşanan 212 evin, 17 dükkanın ve 1 eczanenin kül olduğu Büyük Tatavla Yangını ise sadece büyük maddi kayıplar verilmesi ile sonuçlanmamış, kent dokusunun değişimine de neden olmuştur. Yurt içi ve yurt dışında yayınlanan birçok gazetede gün gün takip edilen 1929 Büyük Tatavla Yangını sadece eski tarihi doku yerine tamamen farklı bir kent dokusunun ortaya çıkmasına sebep olmamış, yüzyıllardır kullanılan "Tatavla" isminin "Kurtuluş" olarak değiştirilmesine de etken olmuştur. 1939-1945 II. Dünya Savaşı'nın etkileri ile ortaya çıkan 1941 Yirmi Kur'a Nafia Askerleri ve 1942 Varlık Vergisi olaylarına, Kıbrıs Sorunu'nun tetiklediği 1955 6-7 Eylül Olayları ve 1964 Zorunlu Mübadele de eklenince Rum halkın göç etmesi semtin kimlik erozyonu yaşamasına neden olmuştur. Boş kalan yerlerin ise Anadolu'dan alınan iç göçler ile dolması, 20. yüzyılın başında sahip olduğu sosyal, kültürel ve kentsel yaşantısından elde ettiği, doğal bir zenginlik olan "özerk kozmopolit yapısını" kaybetmesine sebep olmuştur. 1980 ve 1990 döneminde ise iş bulma umudu ile doğudan batıya göç eden insanlar yakın çevrelerini ve akrabalarını da yanlarına alarak semte yerleşmeye devam etmişlerdir. 2000'li yıllarda ise bu göç, dış ülkelerde yaşanan savaşlar ve ülkelerin ekonomik durumları nedeni ile uluslararası bir boyuta ulaşmıştır. Semtin tarih boyunca birçok afet yaşaması ve Cumhuriyet Dönemi sonrasında yaşanan kontrolsüz göç sebebiyle artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için apartmanlaşmanın hızlanması tarihsel ve kültürel birikimin yok olmaya başlamasına sebep olmuştur. Bu tez; Osmanlı'dan günümüze kadar uzanan tarih boyunca yaşanan kentsel, kültürel, siyasal, sosyal etkileri ve meydana gelen doğal afetleri tarihi belgelere dayandırarak semtin zaman içindeki kentsel değişimini ve tarihsel-kültürel tüm değerlerini inceleyip, günümüze ulaşmayı başarmış tüm tarihi yapıların envanter listesini oluşturarak yapılan analizler sonucunda bu tarihi semti gelecek kuşaklara aktararak kalkınmasını sağlayacak kentsel koruma projesini oluşturmayı hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda tez altı bölümden olmuştur. Tezin birinci bölümü olan Giriş bölümünde tezin konusu, amacı, kapsamı ve uygulanan yöntemler anlatılmıştır. Semtin kültürel, siyasal, sosyal ve fiziksel değişimini ve tarihini detaylı olarak birçok basılı kaynak, tarihi haritalar ve arşiv belgeleri ile kronolojik bir düzende anlatan tezin ikinci bölümü ise üç kısma bölünmüştür. Bu üç bölümde semtin 19. yüzyıla kadar, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda geçirdiği kentsel gelişim ve değişim anlatılmıştır. Bu bölümde, semtin iki döneminin olduğu ve bu iki dönemi yansıtan farklı kent dokularının oluştuğu anlaşılmıştır. Tezin üçüncü kısmında, 19. yüzyıl sonu ve Cumhuriyet Dönemi kent dokusunu yansıtan çalışma sınırı içinde yapılan saha çalışmaları sonrasında mevcut durumunu anlatmak ve bozulmaları belirlemek için hazırlanan analizler, grafikler, tablolar ve fotoğraflar kullanılmıştır. Tüm bu süreçte alanda bulunan kültür varlığı yapılar tespit edilmiş olup bu yapılar için detaylı envanter listesi oluşturulmuştur. Tezin dördündü kısmı olan sentez bölümünde, alanda bulunan tüm bozulma tehditlerini belirleyerek öne çıkarmak için yapılan tüm fiziksel analizler ve sayısal veriler aynı anda değerlendirilmiştir. Tezin beşinci kısmı olan öneriler bölümünde, sentez çalışmasından elde edilen veriler, fiziksel analizler ve tarihsel araştırmalar göz önüne alınarak Kurtuluş (Tatavla) Semti için yapısal, kullanım durumu ve dijitalleşme önerileri hazırlanmıştır. Tezin sonuç bölümü olan altıncı bölümde, Kurtuluş (Tatavla) Semti Kentsel Koruma Projesi'nin bütüncül koruma ilkeleri ile sağlıklaştırma, sürekli kullanım ile canlandırılma ve teknolojiye adapte edilerek geleceğe aktarma prensipleri ile hazırlandığı açıklanmıştır.
-
ÖgeKültürel mirasın bir bileşeni olarak eğitim mirası: Trakya eğitim yapıları (1839-1923) ve korunmalarına yönelik öneriler(Graduate School, 2023-01-13) Çinko Arslan, Merve ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502152206 ; Restorasyon18. yüzyılda dünyada başlayan yenileşme hareketleri, askeriye başta olmak üzere çeşitli sosyal, idari ve ekonomik alanlarda etkisini göstermeye başlamış, pek çok değişimi beraberinde getirmiştir. Modernleşme adımlarının etkileri Osmanlı Devleti'nde de görülmeye başlamış, eğitim ise önemli uygulama sahalarından birisi olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısında geleneksel eğitim devam ederken modern eğitim sisteminin de temelleri atılmaya başlamıştır. İlk uygulamalar başkent İstanbul'da görülmekle beraber modern eğitim sistemi, 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke geneline yayılmıştır. Sıbyan mektepleri ve medreselerde görülen geleneksel eğitimin yanı sıra iptidai, rüşdiye, idadi, sanayi okulu, meslek okulu, öğretmen okulu gibi yeni eğitim kurumları faaliyete geçmiştir. Modern eğitim sisteminin oturtulmaya çalışıldığı ilk yıllarda mevcut mektep, ev ve benzeri yapılarda eğitim verilse de bir süre sonra modern eğitim sistemine göre yeni eğitim yapıları inşa edilmeye başlanmıştır. Ülke genelinde tüm çocuklar için eğitimin zorunlu hale getirilmesi ile okullardaki öğrenci sayısı artmış, mevcut binalar yetersiz gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte, mevcut binaların modern eğitim sisteminin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yeni eğitim yapılarının inşasına ağırlık verilmiştir. Böylece, modern eğitim veren yeni eğitim kurumlarının sayısı ülke genelinde artmaya başlamıştır. Bu dönemde inşa edilen yapıların önemli bir bölümü, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yapıların bir bölümü hala özgün işlevini sürdürüyorken bir bölümü farklı işlevlerle kullanılmaktadır. Günümüze ulaşan yapıların bazıları da harap durumdadır. Bu çalışmada, eğitim ile ilgili taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının tümü eğitim mirası olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'de eğitim mirası kavramının yaygın bir kullanımı olmasa da hem dünyada hem de ülkemizde bu kavramın gelişmesine ICOMOS öncülük etmiştir. 2013 yılında ICOMOS'un düzenlemiş olduğu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Günü kapsamında, 'Eğitim Mirası' temasının belirlenmesi bu konuda etkili olmuş, yapılan etkinlikler ile eğitim yapılarının korunmasına yönelik çalışmaların yapılması tavsiye edilmiştir. Avrupa'da ve Amerika'da son yıllarda bu kapsamda çalışmalara ağırlık verilmiştir. Türkiye'de ise tekil düzeyde yapılan koruma çalışmaları ve bilimsel araştırmalar dışında eğitim mirasının korunmasına ilişkin önerilerin geliştirilmediği tespit edilmiştir. Bu çalışma ile kültür ve eğitim mirasımızın önemli unsurları olan eğitim yapılarının tespit çalışmalarının yanı sıra korunmasına yönelik öneriler geliştirilmiştir. Kültürel mirasın bir bileşeni olarak tanımlanabilecek eğitim mirasının tespitine yönelik yapılacak çalışmalar için öncelikle bir çalışma bölgesi ve zaman aralığı tanımlanmıştır. Bu kapsamda, hem başkent İstanbul'a hem de reformların merkezi Avrupa'ya yakınlığı ile önemli bir uygulama sahası olan ve çok sayıda okul yapısının inşa edildiği Trakya seçilmiştir. Osmanlı Devleti'nde 1839 yılı Tanzimat Fermanı ile başlayan eğitimde modernleşme adımları başlarda kurumsal düzeyde kalsa da 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke genelinde eğitim yaygınlaşmış, okul yapılaşması artmıştır. Bu nedenle, modern eğitim sistemini ve mimariye yansımasını anlayabilmek için 1839 yılı Tanzimat Fermanı'nın ilanından başlayarak 1923 yılı Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen süreç, çalışılacak dönem aralığı olarak tanımlanmıştır. Belirlenen dönem aralığı içerisinde Trakya'nın ana vilayeti olan Edirne'nin sınırları ile günümüz Türkiye sınırları dikkate alınarak çalışma alanının sınırları çizilmiştir. Buna göre Edirne, Kırklareli, Tekirdağ il, ilçe ve köyleri ile birlikte Çanakkale iline bağlı Eceabat ve Gelibolu ilçeleri ve köyleri (Gelibolu Yarımadası) incelenmiştir. Çalışma kapsamında, 1839-1923 yılları arasında Trakya'da inşa edilen eğitim yapılarının tespiti aşamasında T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri başta olmak üzere çeşitli arşivlerde incelemeler yapılmış, çok sayıda yazılı kaynak taranmış, sözlü görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nda yapılan kapsamlı incelemeler ile tespit edilen yapıların koruma sürecine ilişkin detaylı bilgilere ulaşılmıştır. Bölgede yapılan alan araştırmaları ile yapıların mevcut durumuna yönelik tespitler yapılmıştır. Elde edilen veriler doğrultusunda eğitim mirasının korunabilmesi için önerilerin sunulduğu bu çalışma, yedi ana başlıktan oluşmaktadır. Çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemine dair bilgiler ile çalışmada kullanılan temel kaynaklar tezin ilk bölümünde detaylı olarak aktarılmıştır. İkinci bölümde, eğitim mirası kavramına yer verilerek dünyada ve Türkiye'de eğitim mirasına yönelik yapılan çalışmalar incelenmiştir. Yurtiçinde ve yurtdışında yapılan çalışmalar, çalışma kapsamında geliştirilen koruma önerileri için örnek olmuştur. Bununla birlikte, bu bölümde Türkiye'de eğitim yapılarının tasarım, kullanım ve onarım sürecine ilişkin yasal metinler incelenmiştir. Hem bir kültür varlığı olarak eğitim yapılarının koruma mevzuatındaki yeri hem de bir eğitim yapısı olarak kullanımı devam eden yapıların Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatında yer alan yasal metinlerdeki yeri incelenmiş ve sorunlar tespit edilmiştir. Üçüncü bölümde, geleneksel eğitim sisteminden başlayarak modern eğitim sistemine doğru geçiş süreci ve eğitim sistemindeki gelişmeler sırayla aktarılmıştır. Bununla birlikte, eğitim yapılarının inşa süreci, bu süreçte yer alan kişi ve kurumlar incelenmiştir. Bu bölümde, çalışma bölgesi içerisinde 19. yüzyılda inşa edilen eğitim yapıları ve onların fiziksel durumlarına ilişkin bilgiler, çeşitli arşiv belgeleri ile ortaya çıkarılmıştır. Dördüncü bölümde, Trakya'da 1839-1923 yılları arasında inşa edilen eğitim yapılarına yönelik tespitlere yer verilmiştir. Bu yapılar ile ilgili olarak inşa tarihi, kimler tarafından inşa edildiği/ettirildiği, inşa edildiği dönemdeki eğitimin seviyesi, yapıların büyüklüğü, günümüzdeki işlevi ve korunmuşluk durumuna ilişkin analizler yapılmıştır. Günümüze ulaştığı tespit edilen 37 yapı içerisinden farklı değerlere sahip olduğu tespit edilen 16 yapı belirlenmiş ve bu yapıların ayrıntılı çalışılmasına karar verilmiştir. Bu bölümde, aynı zamanda ayrıntılı çalışılmayacak yapılar ile günümüze kadar geçen zamanda yıkıldığı tespit edilen yapılar ile ilgili bilgiler paylaşılmıştır. Beşinci bölümde, ayrıntılı çalışılmasına karar verilen yapılar ile ilgili olarak tarihsel süreç, mimari özellikleri ve koruma sorunlarına ilişkin bilgiler ayrı başlıklar altında aktarılmıştır. Yapılan tespit çalışmaları sonucunda elde edilen verilere ilişkin değerlendirmelere altıncı bölümde yer verilmiştir. İki ana başlık altında yapılan değerlendirmelerde, ilk olarak eğitim mirası yapılarının mimari gelişim süreçlerine yer verilmiştir. Bu kapsamda, yapıların yerleşim durumu ve fiziksel özelliklerine yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Bu bölümde yer verilen diğer önemli konu ise eğitim mirasının korunmasına dairdir. Öncelikle çalışma bölgesindeki tarihi eğitim yapılarında görülen sorunlara yer verilmiştir. Eğitim sistemindeki değişimler, önleyici korumanın eksikliği, niteliksiz müdahaleler, vandalizm, işlev değişiklikleri, bürokratik sorunlar, bütçe yetersizlikleri, yapıların yıkılması ve eğitim mirasının topluma aktarımı konusunda tespit edilen sorunlar, bölgedeki yapılar üzerinden örneklerle aktarılmıştır. Belirlenen sorunlar ve dünyada yapılan uygulamalar dikkate alınarak hem bölgesel hem de ulusal ölçekte hayata geçirilmek üzere öneriler geliştirilmiştir. Bu bölümde aynı zamanda sürdürülebilirlik konusuna değinilerek bir tarihi eğitim yapısının korunmasının sürdürülebilir bir yaşama nasıl katkı sağlayacağı irdelenmiştir. Tezin son bölümü olan yedinci bölümde eğitim mirası, çalışma bölgesinde ve belirlenen zaman aralığında inşa edildiği tespit edilen eğitim yapıları, onların mimari değerlendirmesi, koruma sorunları ve günümüze ulaşan yapıların korunmasına yönelik geliştirilen önerilere dair çıkarımlar aktarılmıştır. Arşiv araştırmaları, alan çalışmaları, yazılı ve sözlü kaynak incelemeleri doğrultusunda tespit edilen eğitim yapılarının mimari biçimlenişine yönelik yapılan değerlendirmeler ile koruma sorunlarına yönelik geliştirilen öneriler bu araştırmanın özgün çıktılarını oluşturmaktadır.
-
ÖgeOrhaneli ve çevresinde geleneksel konut mimarisinin analizi ve koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-10) Kaya Güneş, Zahide Sena ; Eyüpgiller, Kutgün K ; 502152205 ; RestorasyonTarih öncesi dönemlerden itibaren yerleşim alanlarının bulunduğu bilinen Bursa bölgesi arkeolojik, doğal ve kültürel miras açısından zengin bir coğrafyadır. Bursa'nın pek çok bölgesinde arkeolojik, kültürel ve doğal mirasa yönelik tespit, tescil, koruma, sergileme çalışmaları yapılmaktadır. Bu tür çalışmalar Bursa'nın ulaşımı daha kolay veya daha popüler alanlarına yoğunlaşmaktadır. Özellikle yüksek kesimler, Bursa Ovası'nın güneyinde ve Uludağ'ın eteklerinde kalan bölgeler hem ekonomik hem de kültürel açıdan, kentin diğer bölgelerine kıyasla geri plandadır. Dağ Yöresi olarak anılan Bursa'nın güneyindeki Orhaneli, Keles, Harmancık ve Büyükorhan ilçeleri ihmal edilen ilçelerin başında gelmektedir. Yakın zamanlarda bu dört yerleşim, sahip oldukları doğal varlıkların sunduğu imkanlar ile çeşitli alternatif turizm aktiviteleri geliştirerek ekonomiden aldıkları payları artırmaya çalışmaktadır. Geleneksel mimariye yönelik koruma girişimleri ise henüz başlangıç düzeyindedir. Tez çalışmasına başlandığında Orhaneli ilçesi geleneksel mimarisinin sistematik ve akademik şekilde incelenmediği görülmüş, bu nedenle çalışma alanı olarak Orhaneli ilçe merkezi ve çevre köyleri seçilmiştir. Tüm köyleri incelemek mümkün olmadığı için köy dokusunu ve özgünlüğünü büyük ölçüde koruyan, ilçe merkezine yakın köylerden Sadağı, Serçeler ve Kusumlar köyleri seçilerek detaylı şekilde incelenmiştir. Diğer köyler konut örnekleri toplamak ve geleneksel dokular arasında kıyaslama yapabilmek amacıyla ziyaret edilmiştir. Belgelemeler sonucu elde edilen veriler; plan şeması, cephe düzeni, yapım tekniği ve malzeme kullanımı bakımından tasnif edilerek analiz grafiklerine dönüştürülmüştür. Aynı zamanda konutların strüktür, kullanım ve korunmuşluk durumları, yerleşimlerin nüfus durumları ve ekonomik faaliyetleri irdelenmiştir. Mevcut durum tespitlerinin ardından Orhaneli ve çevresindeki yerleşimlerin koruma sorunları tespit edilmiştir. Sağlıklı bir değerlendirme için Orhaneli'nin güçlü ve zayıf yönleri ile sahip olduğu fırsatlar ve tehditler GZFT analizleri ile incelenmiştir. Güçlü yönler ve fırsatlar kültürel, doğal, ekonomik ve sosyal; zayıf yönler ve tehditler ise yönetimsel, fiziksel, ekonomik ve sosyal açılardan ele alınmıştır. Bursa, Türkiye'nin dışardan göç alan büyükşehirlerinden biri olmasına rağmen Orhaneli dahil dört Dağ Yöresi ilçesinin nüfusu azalmaktadır. Bu bakımdan Orhaneli ve çevresinin en önemli koruma sorunu nüfus kaybına bağlı terk ve bakımsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Nüfusunu kaybeden köylerde terk edilen konutlar bakımsız kalmakta, bakımsız kalan konutların bozulması hızlanmakta ve yapılar kaybedilmektedir. Yapıların kaybedilmesiyle geleneksel doku da belgelenemeden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Kırsal alanların yok olmasının önlenmesi ve korunması için uluslararası adımlar ilk olarak 18. yüzyılda atılmıştır. Geleneksel yaşam biçimlerinin hızla değiştiği bu dönemde geleneksel çevrelerin korunması için ortaya atılan en erken fikirlerden biri açık hava müzeleri olmuştur. İsveç'te başlayan ilk uygulamanın ardından bu fikir dünyanın çeşitli yerlerinde uygulama alanı bulmuştur. İngiltere ise köy tasarım rehberlerini üretmesi ve başarıyla uygulaması açısından önemlidir. Almanya ve Avusturya alternatif turizm türlerini çeşitlendirerek geliştirme konusunda yol katetmiştir. Ayrıca kırsal yerleşimlerde dokuya uyumlu çağdaş tasarım uygulamaları da incelenmeye değerdir. İtalya'nın gündeme getirdiği "bir Euro'luk evler" projesi hedeflerine ulaşamasa da, yine İtalya'da ortaya çıkan cittaslow hareketi dünyada yerel kültürün tanıtımında marka haline gelmiştir. Slovakya ise geleneksel çevrelerde turizm tehdidine karşı henüz bozulma başlamadan önlem almıştır. İncelenen örnekler değerlendirildiğinde Orhaneli'de yerel halkın yerinde tutulmasının gerektiği görülmüş, bunun da ancak ekonomik süreklilik ve fiziksel altyapı yeterliliği sağlandığı takdirde gerçekleşeceği anlaşılmıştır. Yerleşim doku analizleri, gzft tespitleri ve incelenen örnekler bir araya getirildiğinde Orhaneli ve çevresindeki geleneksel dokunun korunabilmesi için turizm bir araç olarak önerilmiştir. Kırsal turizm, doğa turizmi ve kültür turizmi özelinde düzenlemeler yapılarak, alternatif kültür rotaları oluşturularak doğal ve kültürel değerlerin sunulması uygun görülmüştür. Turizmin tek geçim kaynağı haline gelmemesi için ise öncelik kırsal kalkınmaya verilmelidir. Bu nedenle yerleşimlerin geleneksel tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin barındırdığı potansiyellere çağdaş ekonomik düzen içinde yer bulmak önemlidir. Tarımsal üretimin, hayvancılığın ve çiftçinin desteklendiği, halkın katılımının sağlandığı, yaşam koşullarının iyileştirildiği, çevrenin sürdürülebilir şekilde kullanıldığı ve kırsal mimarinin yaşatıldığı bütüncül bir yaklaşım geliştirilmelidir. Kırsal mimarinin korunması ve yaşatılması içinse yerel halkın bilgilendirilmesine yönelik köy tasarım rehberleri hazırlanmalıdır. Köy karakterini anlatan rehberler aynı zamanda yerel halkın katılımıyla hazırlanmalı, kalkınmayla bağlantılı olmalı ve planlama kararlarını etkilemelidir. Rehberin hazırlanması disiplinler arası bir çalışma gerektirdiğinden, tez çalışması kapsamında sadece rehberin içermesi gereken mimari nitelikler detaylı şekilde ele alınmıştır. Tespit, tedarik ve kullanıma yönelik tavsiyeler maddelenmiş, örnek bir köy tasarım rehberi içeriği oluşturulmuştur. Çağdaş yaşamın getirdiği ihtiyaçları karşılamak amacıyla altyapı ve konfor koşullarının geliştirilmesi, kırsal yerleşimlerin yaşamasını sağlayacak başlıca adımlardır. Kırsal yerleşimlerin tamamen geleneksel yapılardan oluşması ise gerçekçi bir yaklaşım olarak görülmemiş, çağdaş yapıların inşa edilmesinin kaçınılmaz olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle çağdaş yapılar için hazırlanacak tasarım ve uygulama sınırlarının belirlenmesine önem verilmiştir. Tescil, geleneksel yapıya müdahaleyi zorlaştırmakta, yapı sahiplerini tescilden kaçınmak için yapıyı yıkmak gibi eylemlere teşvik etmektedir. Bu nedenle tescillemek, Orhaneli ve çevresi için bir koruma önerisi olarak gündeme getirilmemiştir. Sonuç olarak, geleneksel bir yerleşimin korunabilmesinin ilk şartı ekonomik refahın temin edilerek yerleşimin yaşatılması ve sürekli bakım onarımın sağlanmasıdır. Orhaneli ve çevresi için gerçekçi olmayan turizm gibi tek faaliyete bağlı ekonomik gelir düzenlemeleri yerine, kırsal kalkınma ile ekonomik faaliyetler çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi gereklidir. Gelir düzeyinin yükseltilmesi ve sürekliliğinin sağlanması ise kırsal çevrelerin korunması için yeterli değildir. Yapı malzemesi ve yapı ustası desteğinin ulaşılabilir hale getirilmesi, dokuların fiziksel kalitesini koruyacak girişimlerdir. Yine de yerleşimler, insanlarla birlikte var olurlar. Tüm öneriler; kırsal yerleşimlerdeki halkın sürekli, konforlu ve kaliteli yaşamasını ana hedef alan yaklaşımlar olmalıdır.
-
ÖgePaşalimanı (Aloni) adası şaraphane yapıları için koruma ve yeniden kullanım önerileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-06) Caner, Tuğçe ; Almaç, Umut ; 502191209 ; RestorasyonIn this context, industrial heritages related to wine production in Greece have been searched. The research focused on wineries of the Samos Island, due to their similarities to the thesis subject. The examples have been compiled using Pandektis and VIDA archives. Pandektis has a special collection titled "Industrial Establishments and Workshops in the Aegean". Most of the wineries in the collection are located on Samos Island. Among the Greek islands, Samos is the closest to Turkey geographically. In the 19th century, Samos was a region- affiliated with the Ottoman administration as Sisam Beyliği. Consequently, it is possible to frequently encounter records of wine taxes of Sisam in the BOA documents. In Turkey, the wineries that witnessed the pre-republic period have been greatly affected by wars and migrations. During the Ottoman era, production, consumption, and trade of alcoholic beverages were forbidden for Muslims. The main actors in the wine industry were non-Muslim groups. In the beginning of the 20th century, the First World War caused migrations. The loss of a large part of the Anatolian Greek population was made certain through the Population Exchange between Greece and Turkey signed in the Treaty of Lausanne. This migration also means the loss of the original users of the wineries and the loss of professional knowledge in the country. After the relocation policies, some of the abandoned wine production structures were reused, some of them in danger of being lost due to neglect, decay or other threats. Many of them have already been lost. The Anatolian Greeks of the South Marmara Islands left the region before the exchange agreement. The agreement, signed in 1923, formalized the situation of the migrants. Relocation policies and the distribution of the "Emval-i Metruke" (abandoned properties) to the exchangees were implemented at different periods. In particular, the South Marmara Islands remained empty for a couple of years. This desolate era resulted in looting of the buildings and other valuables. The repopulation of Paşalimanı Island began with the first migrants coming from Crete Island. Immigrants from Yugoslavia and the Black Sea Region began to form a new population of the Island. During this period, viticulture and winemaking activities on the island have decreased drastically. The newcomers from Macedonia (formerly Yugoslavia) converted some of the winery buildings into houses and used some of them as warehouses. The main production unit possibly has not been used for a hundred years. As can be seen from a 1953 aerial photograph provided from HGM, the roof is completely missing. Considering its abandonment starting from 1920s, it seems unlikely to lose the entire roof without any intervention. Throughout the process of establishing the new state, it was necessary to restructure the wine industry. The foundations of the industry was reestablished through processes such as supporting viticulture, bringing in experts on the subject to the country, supplying the equipment necessary for the production, providing vocational training, and building production facilities under state monopoly. These approaches had effects such as revitalizing and expanding the vineyards in the South Marmara Islands, especially on the islands of Avşa and Paşalimanı. The South Marmara Islands, known for their delicious wines throughout history, have a local grape variety called Adakarası. It is currently grown for commercial purposes in wide vineyards of Büyülübağ Winery on Avşa Island. However, Paşalimanı vineyards are limited to small-scale productions for personal use. The resumption of grape and wine production on Paşalimanı Island, which has a climate and soil type suitable for viticulture, will make significant contributions to the regional economy. Having an industrial heritage that reflects the wine culture of the region is a great opportunity for the island. Within the scope of the study, the current condition of the winery was recorded and assessments were made regarding its architectural features. Material and deterioration analyses were developed with the data provided through the site work. Structural damages, building element losses, material deteriorations, improper interventions, and vegetation growth are general problems faced by the winery. The field study was conducted on Paşalimanı Island in September 2021. For the architectural survey, digital-optical instruments such as laser scanner and totalstation together with traditional survey methods were used. Approximately 50 setups were made with laser scanning. The survey data taken with total station were completed using 13 polygons. Orthographic images were obtained from the created point cloud data, which provides reliable data for the drawings. Some of the winery units did not permit the installation of devices, so survey was obtained using traditional methods. The restitution proposal for the initial state of the complex has been prepared according to the research data, the accounts of island residents, and the architectural survey. Conservation proposals and a reuse project were developed by considering the cultural significance of the heritage in the Southern Marmara Islands and the potential economic opportunities for the local community.
-
ÖgeSu altı kültür mirasının korunması ve sunumu Çanakkale savaş alanları Tekke Koyu örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-05) Çerik, Erkin Yaşar ; Sayar Kahya, Yegan ; 502181204 ; RestorasyonSu altı kültür mirası iç sularda veya uluslararası sularda bulunan tamamen ya da kısmen su altında yer alan arkeolojik alanları, ören yerlerini, ulaşım araçlarını ve kargolarını kapsamaktadır. İnsanlık tarihi su kenarında şekillendiği için en az karadaki kadar kültür mirası ögesine ve çeşitliliğe sahip olsa da görünürlüğünün ve ulaşılabilirliğinin zorluğu sebebiyle 20. yy'ın ikinci yarısına kadar öncelik görmemiştir. Bu tarihten sonra ise uluslararası alanda İsveç Vasa Savaş Gemisi, ülkemizde ise Uluburun ve Serçe Limanı Cam Batıkları ile su altı kültür mirası dikkat çekmiş ve bilimsel kazı ve kurtarma çalışmaları başlamıştır. Bu operasyonların ilk aşamalarında koruma ilkelerinin, tecrübenin ve teknik ekipmanların ve yöntemlerin eksikliklerinden dolayı pek çok kültür mirası ögesine de zarar verilmiştir. Bu kurtarma çalışmaları için emsal oluşturan örnekler sayesinde bilimsel koruma ilkeleri, belgeleme, koruma yöntemlerine kılavuz oluşturacak koruma tüzükleri ve sözleşmeler ortaya çıkmıştır. Uluslararası alanda 1996 ICOMOS Su Altı Kültür Mirasının Korunması ve Yönetimi İle İlgili Tüzük ve 2001 UNESCO Su Altı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi birer kılavuz oluşturmaktadır. Ülkemizde ise su altı kültür mirası koruma uygulamarı 3386 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu içinde değerlendirilmektedir. Ülkemizde pek çok su altı kültür mirası ögesi ve alanı olmasına rağmen Çanakkale, Gelibolu bu alanlar içinde özel bir yere sahiptir. 1915 Çanakkale Savaşları sırasında Gelibolu Yarımadası'nda yapılan çıkarma harekatları ilk amfibik harekatlardan biri olma özelliğine sahip iken 1. Dünya Savaşı'na ait su altı kültür mirasını Dünya üzerinde bulunduran sayılı alanlardandır. Savaş sırasında batırılmış pek çok savaş gemisi, destek gemisi, çıkarma gemisi ve araçları ve deniz altı su altı kültür mirasını oluşturmaktadır. Ancak bu kültür mirasının önemli bir kısmı ne yazık ki 1923-1970 yılları arasında ülkenin başta çelik olmak üzere hammadde ihtiyacını karşılamak için hurda olarak parçalanarak satılmıştır. Hurdacılık faaliyetleri sırasında pek çok gemi ve diğer kültür mirası ögesi anlaşılamayacak kadar zarar görmüştür. Çıkarma alanlarından biri olan Tekke Koyu da pek çok su altı kültür mirası ögesine sahiptir. Su altında, çıkarmada kullanılan tekneler ve barçlar, yüzer iskele olarak kullanılan gemiler, iskele ayakları ve iskele gövdesini oluşturan taşlar mevcuttur. Kıyıda ise iskele ayakları ve iskele gövdelerini oluşturan taşlar, çıkarmada kullanılan barçlar, tekneler, savaş sırasında kullanılmış varil ve sandıklar mevcuttur. Ancak zaman içerisinde hurdacılık faaliyetlerinden ve doğal etkenlerden zarar görerek anlaşılması güç bir hale gelmişlerdir. Buna rağmen Tekke Koyu'nun Çanakkale Savaşları'na yaptığı tarihi tanıklık, bu tanıklığın yansımaları olan gemi, iskele ve diğer kalıntılarının zarar görmüş de olsa birbirini tamamlar şekilde bütüncül olarak günümüze ulaşmış olması ve hala yerin ruhunu yansıtıyor olması, savaş sonrası el değmemiş durumu gibi pek çok özelliği koruma değerini oluşturmaktadır. Tekke Koyu'nun çıkarma koyu olarak seçilmesinde etkili olan coğrafi özellikler ve günümüzde de alanda okunabilir olmaları, savaş sonrasında el değmemiş doğası, ilk amfibik harekatlardan birine ev sahipliği yapmış olması da kültürel peyzaj değerini oluşturmaktadır. Bu şekilde Tekke Koyu'nun ayrılmaz bir parçası olmuş taşınır ve taşınmaz kültür mirası ögelerinin alanda korunması ve ziyaretçilere sunulması 2008 ICOMOS Quebec Yerin Ruhunun Korunması Deklerasyonu'nda da işaret edildiği üzere yerin ruhunun yansıtılmasında en önemli araç olacaktır. In-situ koruma Tekke Koyu'nun bu özelliklerinden de anlaşılacağı üzere su altı kültür mirasında tarih tanıklığı yaptığı yer bağlamında değerlendirilmelidir. Koyun bütün halde koruma uygulamaları başlamamış olsa da Tekke Koyu'nda bulunan su altı kültür mirasından iki batık gemi Gelibolu Tarihi Su Altı Parkı envanterine dahil edilmiştir. Dolayısıyla koyun su altı turizm faaliyetleri için de büyük bir potansiyeli vardır. Bu nedenle Dünya tarihinde ve ulusal tarihimizde önemli bir yer tutan Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı yerlerden biri olan Tekke Koyu'nun, bu tarihsel geçmişinin günümüze ulaşmış izleriyle ziyaretçilere yerinde aktarılması gerekmektedir. Bu aktarım sırasında ise geleneksel su üstü ve su altı sunum teknikleri yeterli olmayacaktır. Teknolojinin gelişmesi ile çağdaş bir sunum tekniği olarak ortaya çıkan artırılmış gerçeklik uygulamaları ise Tekke Koyu için en uygun sunum yöntemini oluşturacaktır. Artırılmış gerçeklik sunumları ile eser açıklamaları direkt görsel ve yazılı olarak eser üzerine yansıtılabilir, pano vb. fiziksel araçların kullanılmasına gerek kalmayabilir ve bakım maliyetinden sakınılabilir, bütünleme uygulamaları görsel olarak yapılarak fiziki müdahale azaltılabilir, fotoğraf ve videolar eser üzerine çakıştırılarak yerin ruhu en gerçekçi şekilde aktarılabilir, gezi rotası işaretçilere gerek kalmadan alanda gösterilebilir, etkileşimli uygulamalar ile ziyaretçi sunuma dahil edilebilir, sunum kurgusu ile ziyaretçi yoğunluğu azaltılabilir. Su altı ögelerinin sunumunda sözel iletişimin olmaması, batıkların bütün formunun anlaşılamaması, sunum ögelerinin su altında konumlandırılamaması, konumlandırılsa bile görüş mesafesi ile okunurluğunun az olması, rotaların takip edilememesi, yansıtma vb. sunumların yapılamaması gibi engeller de bu sayede aşılmış olacaktır. Bu özellikler ile gerek su altında gerekse su üstünde bulunan parçalanmış ve anlaşılması zor bir hale gelmiş kültür mirası ögelerinin artırılmış gerçeklik ile görsel olarak bütünlenerek ziyaretçiye sunulması kalıntıların bir rehber veya zihinde canlandırma ihtiyacı olmadan anlaşılabilirliğini en etkili şekilde sağlayacaktır. Bunun yanısıra tarihi fotoğrafların ve yeniden üretilmiş görsel veya video sunumların kalıntılar üzerine çakıştırılması ile tekil halde bulunan kültür mirası ögelerinin kullanım amaçları, birbirleriyle ve alanla olan ilişkileri ve 1915 yılında ki durumları en doğru biçimde ziyaretçiye aktarılacaktır. Su altı kültür mirasının başından günümüze oluşum öyküsü ve bu öykü sonucunda Tekke Koyu'nun su altı kültür mirası ögelerinin korunmasının gerekliliği vurgulanmış olup, fotoğraflar ile Tekke Koyu'ndaki su altı kültür mirası envanteri oluşturulmuştur. Tekke Koyu için ÇATAB tarafından hazırlanmış olan 2016-2020 ve 2019-2023 ÇATAB stratejik planı ve 1/25.000 Ölçekli Tarihi Alan Planı tez kapsamında incelenmiştir. Hazırlanan stratejik planlar bir çıkarma sahili olarak tanımlanmış ve koruma altına alınmış olan Tekke Koyu için koruma ve sunum uygulamaları için genel ölçekte bir çerçeve çizse de "Tekke Koyu Çıkarma Alanı Açıkhava Müzesi ve Dalış Noktası" adı altında oluşturulacak ve Seddülbahir Kalesi Morto, Ertuğrul Koyları tematik müzesine dahil edilecek özel bir planlama gereksinimi vardır. Bu açıkhava müzesi ve dalış noktasına halihazırda Tarihi Sualtı Parkı'na dahil edilmiş Maria Delle Vittorie and Vincenzo Florio batıkları dışında kalan batık, iskele ve diğer kalıntıların da dahil edilmesi önerilmektedir. Tekke Koyu'nda bulunan kültür mirası eserleri 1996 ICOMOS Su Altı Kültür Mirasının Korunması ve Yönetimi ile İlgili Tüzük ve 2001 UNESCO Su Altı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi değerlendirilmiş ve koruma maddeleri kapsamında yapılması gereken günümüzdeki uygulamalar ve proje planları önerilmiştir. Aynı zamanda Tekke Koyu'nun modern savaş tarihindeki ilk amfibik harekatlardan olması ve özgün su altı kültür mirası durumu 1994 ICOMOS Nara Özgünlük Belgesi, Çanakkale Savaşı'nın Dünya, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki yeri ve günümüzde de bu değerin alandaki kültür mirası ögeleri üzerinde hala okunabiliyor olması 2008 ICOMOS Quebec Yerin Ruhunun Korunması Deklerasyonu kapsamında değerlendirilmiş olup ziyaretçilere sunulmasında önemi belirtilmiştir. 2008 ICOMOS Kültürel Miras Alanlarının Yorumlanması ve Sunumu tüzüğü Tekke Koyu'nun özgün durumuna uygun sunum yöntemlerinin geliştirilmesi için tez kapsamında incelenmiştir. Tekke Koyu'nun envanterinin artırılmış gerçeklik sunumları ile anlaşılabilirliğinin artırılması, koyda su üstünde ve su altındaki kültür mirası ögelerinin yerin ruhunu yansıtır şekilde in situ korunmasını ve sunumunu sağlaması, minimum zarar ilkesine uygun şekilde en az fiziki bütünleme yapılmasını sağlaması, tarihi fotoğraf, çizim vb. kaynakların kültür mirası ögeleri üzerine çakıştırılması ile özgün bir deneyim sunulması, pano vb. ek fiziksel sunum araçlarına gerek kalmaması, koy içinde yönlendirme işaretçilerine gerek kalmaması, fiziki sunum ve yönlendiricilerin azalması ile koyun özgün halinin korunması, su altını ziyaret edemeyen ziyaretçiler için alan çeperinde ve bakı noktalarında alternatif sunumlar oluşturulması gibi öne çıkan avantajları ile Tekke Koyu için en uygun sunum yöntemi olacağı düşünülmekte, en sağlıklı ve etkili şekilde ziyaretçilere aktarılacağı tezin sonucunu oluşturmaktadır.
-
ÖgeZonguldak-ırmak demiryolu hattı ve yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-03) Akbulut, Elif ; Tanyeli, Gülsüm ; 502112206 ; Restorasyonİlk olarak 19. yüzyılda İngiltere'de gelişen demiryolu taşımacılığı hızla Amerika Birleşik Devletleri, Belçika, Avusturya, İtalya, Fransa, gibi birçok ülkede popüler bir ulaşım şeklini almış, ulusal ölçekten evrensel ölçeğe ulaşarak kitlesel gelişimin ve modernizasyonun altyapısını oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu gelişmeye katılmış, ülke genelinde demiryolu inşaat faaliyetleri yürütmüştür. Demiryolu ulaştırma sistemi gelişerek ve ilerleyerek Erken Cumhuriyet döneminde de uygulanmaya devam etmiştir. Demiryolu hammadde ve sanayi ürünlerinin taşınmasına, askeri taşımacılığa, insan ve bilgi aktarımına olanak tanıyarak, ülkenin mimari, mühendislik, kentsel, sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarındaki değişikliklere önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda sermaye, bilgi, teknik ve teknolojinin yetersizliği nedeniyle demiryolu inşa faaliyetleri İngiliz, Fransız, Alman ve Rus girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti kendi imkanlarıyla demiryolu inşa etmek için girişimlerde bulunmuş ancak Hicaz demiryolları hariç girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde ise demiryolu yapım faaliyetleri daha çok yerli girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Erken Cumhuriyet döneminin en önemli demiryolu projelerinden birisi olan ve kömür yolu olarak adlandırılan 415 km uzunluğundaki Zonguldak-Irmak demiryolu hattı tez çalışması kapsamında incelenmektedir. Demiryolunun eğitim ve inşa faaliyetlerindeki yerelleşmesini somut olarak yansıtan hattın tasarım ve inşa süreci çalışmada detaylı olarak anlatılmaktadır. Demiryolu mirası istasyonlardaki yapılar ile güzergah üzerindeki köprü ve viyadükleri kapsamaktadır. Ayrıca teknik elemanlar, donatılar ve taşınır tüm varlıklar da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Tez çalışmasında Zonguldak-Irmak demiryolu mirası köprüler, viyadükler, yolcu istasyon yapıları, şeflik yapıları, alimantasyon ve pompa istasyon yapıları, lokomotif depoları, lojmanlar gibi taşınmaz varlıklarının yanı sıra taşınır değerleriyle birlikte bütüncül bir şekilde ele alınmaktadır. Tespit ve belgeleme çalışmaları da Zonguldak-Irmak demiryolu mirasını tüm çeşitliliğiyle ortaya koymaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası aynı zamanda mimari, mühendislik, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte de incelenmektedir. İsveç ve Danimarka şirketler grubuna ait planlı bir yapılanmanın ve tasarımın ürünü olan hattın ulus aşırı önemine de vurgu yapılmaktadır. Ayrıca çalışmada hattın özgünlük ve bütünlüğü de tartışılmaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası yasal ve yönetsel kaynaklı koruma sorunlarına sahiptir. Tez çalışması kapsamında taşınır ve taşınmaz demiryolu mirasını tehdit eden tüm unsurlara detaylı olarak değinilmektedir. Sorunlar tespit ve tescil kararları ile koruma ve kullanıma yönelik müdahaleler başlığında ele alınmaktadır. Ayrıca yenileme, yeni kullanım ve yeniden işlevlendirme mirası tehdit eden diğer unsurlardır. Bu kapsamda Irmak, Çankırı ve Çatalağzı istasyon yapılarının yeniden kullanım projeleri, Çankırı istasyonu yenileme projesi ve Filyos Vadisi Projesi'ne de değinilmektedir. Ayrıca demiryolu mirasının korunmasında örnek ve öncü olan İngiltere'nin demiryolu ile ilgili koruma yasalarına ve uygulamalarına yer verilerek bütüncül bakış açısıyla Zonguldak-Irmak demiryolu mirasının korunmasına yönelik öneriler sunulmaktadır.