İşletme Lisansüstü Programı - Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Çıkarma tarihi ile İşletme Lisansüstü Programı - Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeBanka Maliyetleri ve Maliyet Ekonomileri : Türk bankacılık sektörü için bir uygulama(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998) Erbil, Ali Fuat ; Bolak, Mehmet ; 92599 ; İşletme ; ManagementBu çalışmanın amacı, bankacılık sektörünün maliyetleri ve maliyet ekonomilerinin neler olduğu konusunun analizini yapmaktır. Bu analiz 1988-1995 döneminde Türk bankacılık sektörüne uygulanmaktadır. Maliyet ekonomileri, bankaların ulaşmak istedikleri ideal büyüklüğü tespit eden ölçek ekonomileri ve bankaların çok ürünlü doğasından kaynaklanan maliyet avantaj mı ölçen kapsam (scope) ekonomilerini içermektedir. Öncelikle, bankaların toplam maliyetlerini (işletme giderlerini) hesaplayabilmek için çıktılarının neler olduğu konusunda karar vermek gerekmektedir. Bu çalışmada banka çıktıları üç aşamalı olarak ele alınmıştır; her aşama ise değişik bir çıktı kümesini temsil etmektedir. Banka maliyetleri, üç ayrı banka modeli ile açıklanmıştır. Banka modeli ile kastedilen, banka maliyetlerinin, çıktılar ile ifade edildiği maliyet fonksiyonlarıdır. Ölçek ekonomileri ile ilgili bulgular şu şekildedir: İlk bulgu, Türk bankacılık sektörünün maliyet eğrilerinin "U" şeklinde olduğunun ve ölçek ekonomilerinin varlığının kanıtlanmasıdır. Küçük ölçekli ve büyük ölçekli bankalar birbirleri ile karşılaştırıldığı zaman ölçek ekonomilerine göre küçük bankaların maliyet avantajı büyüklere göre çok daha fazladır. Kapsam ekonomileri, birden fazla ürün üreten firmaların, çıktılarının hacimlerini teker teker değil de aynı anda arttırarak maliyet avantajı elde etme kaabiliyetlerini göstermektedir. Tüm yıllar için, sektörün kapsam ekonomileri pozitiftir, yani Türk bankacılık sektörü, ürün bileşenindeki ürünlerin hacmini aym anda arttırarak maliyet avantajı elde etmiştir, öte yandan küçük bankalar büyük ölçekli bankalara göre maliyet avantaj ma sahiptirler. Kamu ve özel sermayeli bankaların ölçek ekonomilerine baktığımızda 1988- 1995 dönemindeki tüm yıllar için, kamu bankalarının genelde maliyet avantajı elde etmek için ölçek artırma şanslarının kalmadığını göstermektedir. Kapsam ekonomileri açısından bulgular, özel bankaların ürün çeşitliliklerini ve bunların hacimlerini aym anda artırarak, maliyet avantaj mı, kamusal sermayeli bankalara göre daha fazla elde ettiklerini göstermektedir.
-
ÖgeThe effects of structural adjustment policies on labor market and income distribution in Turkey(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999) Onaran, Özlem ; Onaran, Özlem ; 92710 ; İşletme ; ManagementGelişmekte olan ülkelerde 1970'lerin sonundan ve 1980'lerin başından itibaren esas olarak IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası tarafından şekillendirilmiş olan yapısal uyum programlan çerçevesinde yeni politikalar geliştirilmiştir. Politika değişimini belirleyen temel unsur temelde ithal ikameci politikalardan ihraç yönelimli politikalara geçiş olmuştur. Yapısal uyum politikaları ilk aşamada dar anlamda bir istikrar süreci ve ardından piyasalarda serbestleşmeyi, kurumsal reformları ve üretim faktörlerini ticarete konu olmayan sektörlerden ticarete konu olan sektörlere kaydırmayı içeren bir yapısal değişim süreci içerir. Yapısal uyum sürecinde emek piyasalarıyla ilgili açık bir program olmamakla beraber, yapısal uyum programlarının temel teorik çerçevesini oluşturan neoklasik iktisatta emek piyasasına atfedilen önemli bir rol vardır. Makroekonomik bir çerçevede, emek piyasasından beklenen işsizlikte artış olduğunda emek piyasasım tekrar dengeye getirmek için ücretleri aşağı doğru ayarlamaktır. Emek piyasasındaki düzenlemeler genellikle bu esnek uyum kapasitesinin önünde bir engel olarak görülmektedir. İstikrar uygulamalarının ilk anda istihdam ve gelir dağılımı üzerinde olumsuz etkileri olacağı kabul edilmekle beraber, aynı zamanda yapısal uyum politikalarının sonuçta istihdamı arttıracağı ve beraberinde yoksulluğu azaltacağı varsayılmaktadır. Bu beklentiler özellikle, Hecksher-Ohlin ve Stolper-Samuelson kuramlarına dayanan bir uluslararası ticaret modeli temelinde oluşturulmuştur. Bu çerçevede ihracatı özendiren bir dış ticaret rejiminin, karşılaştırmalı üstünlüklerinin emek yoğun sektörlerde olduğu iddia edilen gelişmekte olan ülkelerde istihdam artışı için bir potansiyel yaratması beklenmektedir. Reel ücretlerin de koruma oranlarındaki bir indirimin ardından, daha emek yoğun olan ihracat yönelimli sektörlerin göreli fiyatlarında bir artış gerçekleşeceği iddiasına dayanarak artması beklenmektedir. Daha yeni tartışmalarda, ticaret serbestleşmesinin, sermayenin sektörler arasında yer değiştirme hızındaki yavaşlığına bağlı olarak kısa vadede istihdam ve ücretleri azaltabileceği de kabul edilmektedir. Bununla beraber, emek piyasasında çarpıklıklar olmadığı sürece, uzun vadeli sonuçların emek lehine olacağı iddia edilmektedir. Bu bağlamda sendikalar veya asgari ücret düzenlemeleri emek piyasası çarpıklıkları olarak görülmektedir. Sermayenin kısa vadede sektörler arasında yer değiştirmesindeki yavaşlığa bağlı olarak düşen istihdama reel ücretlerin ilk anda azalarak uyum göstermesini sınırlandıracak bu tür çarpıklıkların olması durumunda, dış ticaret xvı serbestleşmesinin kısa vadede çözümü zor işsizlik problemlerine yol açabileceği iddia edilmektedir. Buna karşın, pek çok gelişmekte olan ülkede reel ücretlerdeki şiddetli azalmalar ve emek piyasasındaki ciddi düzensizleştirmeler göz önünde bulundurulduğunda, eldeki veriler emek piyasasmı katılık yaratmakla suçlamanın çok zor olduğunu göstermektedir. Yapısal uyum programlarının gelişmekte olan ülkelerdeki sonuçlarıyla ilgili olarak var olan araştırmalar bu politikaların, özellikle gelir dağılımı ve emek piyasası açısından beklentileriyle ilgili olarak ciddi eksikliklere işaret etmektedir. Yapısal uyum politikalarının sonuçlarıyla ilgili genel bulgular düşük istihdam artış oranlarına neden olan darboğazların ekonominin birikim kalıbında aranması gerektiğini göstermektedir. Bu tartışma Türkiye için özellikle önemlidir. Türkiye yapısal uyum programı uygulamasına 1980'de başlamış ve o zamandan günümüze kadar dünya ekonomisine eklemlenme açısından önemli bir aşama kaydetmiştir. Fakat ülkenin istihdam ve gelir dağılımı açısından karnesi başarılı olmamıştır. Diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de düşük istihdam artışları emek piyasası katılılıklannm bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Fakat, ekonominin yapısal özelliklerinin detaylı bir analizi, reel ücretlerin azalmasma rağmen istihdamdaki artış hızının düşük kalmasına yol açan başka faktörlerin varlığına işaret etmektedir. Bu çalışma 1980 sonrası dönemde yapısal uyum politikalarının uygulanmasının ardından Türkiye'de gelir dağılımı ve emek talebinde gerçekleşen değişimleri incelemektedir. Bu amaçla, öncelikle çalışmanın diğer bölümlerine geri plan oluşturması açısından, yapısal uyum dönemi boyunca Türk ekonomisindeki birikim ve büyüme kalıbı sorgulanmaktadır. Sanayideki büyüme ve birikim kalıbının özelliklerine ışık tutmak amacıyla, özel imalat sanayiinde yatırımların kârlılık ve talep bileşenlerine olan duyarlılığını incelemek için bir yatırım denklemi tahmin edilmektedir. îkinci olarak, emek talebin belirleyicilerine ve uluslararası ticaretin bu süreçteki etkilerine özel bir yer vererek emek piyasasındaki dinamikler incelenmektedir. Bu inceleme istihdamın büyüme muhasebesiyle analizinin yam sıra, emek talebi için tahmin edilen ekonometrik bir modeli de içermektedir. Üçüncü olarak, emek piyasasındaki esneklik derecesi, ve özellikle de reel ücretlerdeki esneklik derecesi, yapısal uyumun çeşitli dönemlerinde ücretlerin makroekonomik değişkenlere olan tepkisinin ekonometrik olarak tahmin edilmesi yoluyla incelenmektedir. Ücret belirleme mekanizmasının esneklik derecesi ile ilgili niceliksel ölçütler bulmak emek piyasasımn katılığı veya esnekliği ile ilgili tartışmalarda belirleyici olması açısından çok önemlidir. Dördüncü olarak, kârların ekonomideki önemli yapısal değişimlere tepkisini görmek için ücretlerle kârlar arasındaki ilişki incelenmektedir. Son olarak da ücretler arasındaki farklılıklar incelenmektedir. Bu sonuçlar Türkiye'de yapısal uyum sürecindeki gelir dağılımı dinamiklerine ışık tutmaktadır. Bu araştırmanın sonuçlan emek piyasası ve gelir dağılımıyla ilgili olarak yapısal uyum politikalarının temelini oluşturan neoklasik iddiaların geçerliliğini XV11 sorgulamak için ampirik bulgular sunmaktadır. Buradan hareketle bu çalışma emek piyasası ve gelir dağılımının incelenmesinde, birikim kalıbının ve güç ilişkilerinin büyüme ve dağılımı belirlemedeki etkisini birleştiren, neoklasik iktisat dışı bir senteze olan ihtiyaca işaret etmektedir. Bu çalışmanın en temel sonucu emek piyasasmda ve özellikle de reel ücretlerde istihdamın daha hızlı artmasını engelleyecek bir katılığın bulunmadığıdır. Düşük istihdam artış oranlanmn ve gelir dağılımında sürekli olarak ücretliler aleyhine gerçekleşen bozulmanın kaynağı Türk ekonomisinin yapısal sorunlarında aranmalıdır. Uluslararası ticaretin serbestleşmesi ne istihdamın büyüme oranında bir artışa ne de gelir dağılımda ücretliler lehine bir düzelmeye yol açmıştır. Tersine, reel ücretlerdeki ciddi boyutlara varan aşağı doğru esneklik uluslararası rekabetin yoğunlaştığı bir dönemde dahi yüksek kâr marjlarının korunmasında en temel rolü üstlenmiştir. Türk özel imalat sanayiinde ücret ve kârlar arasındaki karşıtlığın incelenmesi, bir reel ücret katılığından çok, kârlılıkta bir katılığın varlığım göstermektedir. Öte yandan, yüksek kârlılık beraberinde yüksek bir sınai yatırım oranım getirmemiştir. Türkiye imalat sanayiinde yatırımların katma değer içindeki payım arttırmak yerine, kapasite kullanım oranını arttırmaya dayalı bir sanayileşme kalıbına sıkışmıştır. Üretkenlikteki artışlar yüksek yatırım oranlarıyla desteklenmediği için uzun süreli olamamaktadır. Bu durum istihdamda yüksek ve istikrarlı bir büyümenin yam sıra, reel ücretlerde üretkenliğe dayalı bir artışı da engellemektedir. Sonuçlar, imalat sanayiinde ücretlerdeki bir azalmanın üretim ve istihdamda daha düşük bir büyümeyi beraberinde getirdiği, stagnasyonist bir büyüme rejiminin varlığım göstermektedir. Kâr marjlarmdaki katılık istihdam artış oranlan üzerinde de olumsuz etkiler yaratmıştır. Reel ücretler aşağı doğru ciddi bir esneklik göstermişse de, bu ya emek dışı birim maliyetlerdeki artışı dengelemek veya kâr marjlarım daha da arttırmak için kullanılmıştır. Kâr marjları katılık gösterdiği için, veya ticaret yönelimli sektörlerde dahi artma eğiliminde oldukları için, reel ücretlerin aşağı doğru esnekliği sektörün piyasa payının ve dolayısıyla üretiminin ciddi oranda artması için yeterli olmamıştır. Bu araştırma güç ilişkilerindeki dengenin Türkiye'de gelir dağılımını belirleyen temel etken olduğunu göstermektedir. Bu süreçte devlet de çok aktif bir rol oynamıştır, ve yapısal uyum dönemi boyunca bu müdahale esas olarak sermaye lehinde olmuştur. Emek talebinin incelenmesi ekonominin istihdam yaratma kapasitesi üzerinde iç talebin rolüyle ilgili olarak da çarpıcı bir sonuca işaret etmektedir. Ücretlerdeki azalma üretimdeki potansiyel büyümeyi sınırladığı oranda, reel ücretleri düşürmek yoluyla istihdamı arttırma imkanlarının sınırlı olduğu bulunmuştur. Yine, sektörlerin ihracat yöneliminin artması emek talebinde önemli değişikliklere yol açmamaktadır. Bu anlamda reel ücret azalması toplam talep üzerinde bir basınç yaratıyorsa ve bu boşluk da ihracatla kolayca kapatılamıyorsa, ücret düşüşlerinin yeterli sayıda yeni iş imkanı yaratması beklenemez. İhracatın istihdamın büyüme XV111 hızını güçlendirmedeki yetersizliği göz önüne alındığında, iç talep ekonominin istihdam yaratma kapasitesini arttırmak için kilit etken olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle ekonominin genelindeki değişimlerin motoru olan imalat sanayiinde yatırım ve üretkenlik artışı sağlayacak politikalarla, üretim ve istihdamı hareketlendirecek bir stratejiye ihtiyaç vardır. Fakat temel itici güç olarak kâr oranına dayanarak kaynak dağılımında ciddi bir hareketlenme ummak, pek çok gelişmekte olan ülkenin yatırmışız kârlarla ilgili deneyimi göz önünde bulundurulduğunda, çok rasyonel görünmemektedir. Kâr oranının ekonomiyi düzenlemesini beklemek sadece daha çok eşitsizlik getirmektedir. Üretimin, ve özel olarak da iç talebin hem emek talebini hem de yatırımları arttırmadaki önemi, eşitlik düşüncesini geride bırakmaksızın ekonominin istihdam yaratma kapasitesini ve büyüme potansiyelim arttırabilmek açısından önemli politika önerilerine işaret etmektedir. Bu ancak sistematik bir yatırım programıyla olanaklıdır. Bu süreçte devletin de önemli bir rolü bulunmaktadır. Yapısal uyum politikalarının önerdiği gibi devleti küçültmek yerine, devletin rolünü yeniden tanımlamaya ihtiyaç vardır. Üretkenlik düzeyi yüksek, nitelik yoğun sektörlere doğru bir yeniden yapılanma rekabet gücünü arttırmak için düşük ücretlere ve sosyal hakların törpülenmesine bağımlı kalmaya son verecektir. Ortodoks yapısal uyum bakış açısı, emek piyasası düzenlemelerini segmentasyon ve enformalleşmenin nedenleri olarak algılamaktadır. Bu bakış açısının ekonominin istihdam yaratma kapasitesini arttırmak için tek önerisi düzenlemelerin ortadan kaldırılmasıdır. Fakat bu politikaların istihdam ve gelir dağılımı açısından gösterdiği zayıf performans, piyasa güçlerinin ve kâr oranının ekonomideki ana itici güç olmasına dayanan bir yapısal uyum modeline değil, eşitlikçi bir uyum modeline ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu açıdan hem emeğin nitelik düzeyini güçlendirecek politikalara, hem de uzun süredir marjinalleştirilmiş kesimleri hedef alacak aktif emek piyasası politikalarına ihtiyaç vardır. Fiziki yatırımların yam sıra, planlı bir müdahalenin ve devletin rolü bu alanda da kritik önemdedir.
-
ÖgeEmeklilik döneminin finansmanı ve özel emeklilik fonu modelinin Türkiye'ye uygulanabilirliği(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000) Ergenekon, Çağatay ; Bolak, Mehmet ; 98718 ; İşletme ; ManagementToplumsal yapıdaki demografik değişim ve aktüeryal dengeyi bozucu müdahaleler nedeniyle, kuşaklararası dayanışma üzerine kurulu sosyal güvenlik sistemi tüm dünyada, sınırlı sayıdaki aktif üyeden topladığı primlerle giderek artan pasif üyelerine hizmet vermekte zorlanmaktadır. Gelirlerin yükümlülükleri karşılamakta yetersiz kaldığı finansal bir krize yol açan bu durumun, sistemin kendi dengeleri içerisinde alınacak tedbirlerle düzeltilebilmesi olanak dışı olmamakla birlikte; emeklilik yaşmda artış, primlerde yükselme, emeklilik aylığı vd. hizmetlerin reel düzeyde gerilemesi gibi sosyal güvenlik kurumlarının gelirlerini arttırıp giderlerini kısmaya yönelik parametrik tedbirler, çalışanlar açısından sistemin geçmişe göre daha yüksek maliyetli ve daha düşük getirili hale gelmesine neden olmaktadır. Bu çalışmada, brüt gelirlerinin sosyal güvenlik prim tavanım aşan bölümü üzerinden belirli bir emeklilik tasarrufu yapan kazanç geliri sahiplerinin, çalışma hayatlanndaki standartlarım emeklilikte de sürdürebilmelerine olanak tanıyan bir Bireysel Emeklilik Modeli önerilmektedir. Model'de emeklilik gelirinin düzeyi, sosyal güvenlik ve emeklilik aylıklarının çalışma dönemi sonundaki kazanç gelirlerine oram (değişim oram) olarak ifade edilmektedir. Düşük, orta-alt, orta-üst ve yüksek gelir gruplarını temsilen dört kazanç düzeyinde test edilen simulasyon, ekonomik büyümeye bağlı yıllık reel %2 ücret artışı ve beş yılda bir reel %3 promosyona bağlı ücret artışı koşullarında, sosyal güvenlik emeklilik aylıklarının değişim oranının yukarıda belirtilen gelir grupları için sırasıyla %48, %29, %20 ve %15 olacağını göstermektedir. %5 yıllık reel faiz oram, %15 özel emeklilik katkı payı oram varsayımı altında, özel emeklilik gelirinin katkısıyla bu gelir gruplarının eline geçecek toplam değişim oram sırasıyla %55, %63, %68 ve %70 olmaktadır. Başlangıçta özel emeklilik tasarrufu yapamayan dar gelirlilere dahi takviye edici ikinci bir emeklilik geliri sunan özel emeklilik sistemi, birikim arttıkça nemanın da yükselmesine bağlı olarak tüm gelir gruplarının çalışma yaşamlarındaki standartlarını sürdürebileceği düzeyde toplam değişim oranına ulaşmasına imkân tanımaktadır.
-
ÖgeA comparative study of individualism-collectivism : effects on performance in groups (Canada, Libya, and Turkey)(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000) Elarbesh, Seham G. ; Sezgin, Selime ; 98721 ; İşletme ; ManagementDünyada çalışma gruplarının genel kullanımının artması sonucu, grup amaçları ve faaliyetleri doğrultusunda grup üyelerinin toplumsallık eğilimlerinin incelenmesi, grup performansını ve işbirliğini arttırması açısından iletişimin etkileri, grup içinde kişinin takım çalışmalarındaki davranışını yönlendirme açısından sosyal boşluğun rolü ve kişinin kendi grubu içindeki ilişkileri, işbirlikçi ve verimli gruplar oluşturma açısından kritik faktörler olarak önem kazanmıştır. Grup çalışmaları, psikoloji, sosyoloji ve yönetim bilimleri gibi değişik dallarda çok uzun dönemlerce ve farklı kültürlerde incelenmesine rağmen, sonuçlar konuya çok açıklık kazandırmamıştır. Bu araştırma, grup ortamında kişinin performansını etkileyen farklı faktörleri incelemektedir. Bireysellik ve toplumsallık eğilimlerinin kültürel açısının incelendiği ilk değişkendir. İkinci değişken olan takım çalışmasındaki sosyal boşluk iki grupta ele alınmıştır: Takım çalışması için yüksek sosyal boşluk ve Takım çalışması için düşük boşluk. Üçüncü faktör, çalışma gruplarında farklı bireysel performans aşamaları olarak ele alınmıştır. 1. aşama bireysel çalışma, 2. aşama diğer grup üyeleri ile direkt ilişki kurulmadan tek bir grup üyesinin grup çalışmalarına katkısı, 3. aşama ikinci boyutunda olup, üyeler arasında iletişimi içermektedir. Araştırmadaki denekler, üç farklı kıtadaki üç ülkeden, Libya, Türkiye ve Kanada'daki MBA öğrencileridir ve örnek özetleri değerlendirerek umulasyon çalışması yapmışlardır. Grup içindeki performansı etkileyen faktörleri inceleyen bir model oluşturulmuş, mülakat ve deney sonuçlarında toplanan veriler, ANOVA, Person Korelasyonu, Regresyon Yöntemi ve diğer istatistiksel teknikler kullanılarak incelenmiştir. Tüm sonuçlar modeli destekler mahiyettedir. Önerilen gelecekteki araştırma konuları, teorik ve uygulama açısından tezin sonuçlarının katkılarıda ele alınmıştır.
-
ÖgeA cultural model of risky decision-making behaviour : a test of prospect theory (Turkey, Libya, Japan, China and Canada)(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000) Bouazzi, Nagia M. ; Sezgin, Selime ; 98719 ; İşletme ; ManagementRisk altında karar alma farklı alanlarda araştırmaların yoğun ilgi gösterdiği bir alandır. Çok farklı alanlarda çalışmaların yoğunluğuna rağmen, farklı kültürlerde risk altında karar alma çok yeni ve gelişmekte olan bir çalışma sahasıdır. Bu doktora tezi riskli karar verme modelinin farklı kültürel faktörlerden etkileşimini incelemektedir. Bu tezde ele alman modelde dört etkinin faktör grubu içinde üç farklı ilişki zinciri incelenmiştir. Ele alman faktörler; kültürel değerler, karar verme süreci, farklı karar verme türleri içinde tercihler ve problemi tanıma farklılıklarıdır. Modelde yer alan birinci ilişki zinciri kültürel değerler ve karar verme davranışı arasındadır. Bu araştırma daha önce yapılan çalışmalardan daha detaylı olarak çoklu kültürel değişkenleri ele almakta ve her değer üzerinde bunların belirgin etkilerini incelemektedir. İkinci ilişki zinciri risk algılama ve yaratıcılık, riskli seçim ve farklı karar verme stillerinde tercih gibi karar verme davranışının diğer faktörleriyle ilişkisini ele almaktadır. Daha önceki araştırmalarda risk algılama ve farklı karar verme stilleri arasındaki tercih ilişkisi ele alınmıştır. Üçüncü olarak incelenen ilişki zinciri problem tanımlama ve riskli karar verme davranışının tüm yönlerini ele almaktadır. Bu araştırma daha önceki çalışmaların kapsamında yer almayan olasılık teorisinde öngörülen problem tanımlama etkisini geniş açıdan ele almıştır. Öngörülen modelde, deneysel araştırma kapsamında ampirik olarak test edilerek farklı kültürlerdeki deneklere yer verilmiştir. Örneklimde kültürel farklılıkları olan, Türkiye, Libya, Japonya, Çin ve Kanada olmak üzere beş ülke seçilmiştir. Araştırma sonuçlan, geliştirilen modeli ve olasılık teori ile Hofstede'nın kültürel kavram ayrışımını desteklemektedir. Bu araştırmanın sonuçlan, pratik ve teorik açıdan vanlan model ve teorileri yeni verilerle katkı sağlamakta, aynı zamanda gelecekteki araştırmalar için yön gösterici olmaktadır.
-
ÖgeOpsiyon işlemleri, döviz opsiyonları ve TRL/döviz opsiyonları fiyatlama ve risk yönetiminde uygulamaya yönelik model önerisi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001) Doğan, Mustafa ; Bolak, Mehmet ; 107345 ; İşletme ; ManagementBu çalışmada finansal türev piyasalarında işlem gören opsiyon ürünleri ve döviz opsiyonları hem teorik yönüyle hem de Türkiye'deki türev piyasalarını içine alan pratik uygulamalarıyla ele alınmıştır. Teorinin detaylandmldığı ve Türkiye'deki finansal türev uygulamaların incelendiği bölümlerde, türev piyasaların diğer köşe taşım oluşturan vadeli işlemlere de yer verilmiştir. Vadeli işlemler, özellikle daha basit yapılarıyla, opsiyon işlemleri için oluşturulan teorik modellerin test edilmesi amacıyla da çalışmaya konu olmuştur. Bu çalışmanın amacı, oluşturulan bu teorik temele dayanarak opsiyon fiyatlandırma modellerinin incelenmesi ve fiyatlandırma ile risk yönetimi (hedging) konusunda TRL/döviz opsiyonları üzerinde geliştirilen hipotez ve uygulamaya yönelik önerilerin ampirik bir çalışmayla test edilmesidir. Opsiyon işlemlerinin finansal ve emtia piyasalarındaki kullanımı hernekadar geçen yüzyılın başlarına kadar geriye gitse de işlemlerin derinlik kazanması ve finansal risklerin yönetiminde etkin bir araç olarak kullanılmaya başlanması 1970'li yıllara kadar gerçekleşememiştir. 1970'lerin özellikle ikinci yansından sonra hem işlem hacimlerinde hem de opsiyona konu enstrümanların çeşitliliğindeki artışta, opsiyon işlemlerinin fiyatlandınlmalannda teorik alanda gözlenen olumlu gelişmeler ve işleme konu kredi risWerinin en aza indirilmesine olanak sağlayan opsiyon borsalarının ve standart ürünlerin sayısının artması etkili olmuştur. Opsiyon işlemleri, etkin bir risk yönetim aracı olmasının yanında kendi doğası gereği sağladığı yüksek kaldıraç sayesinde etkin bir spekülasyon aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu özelliği, zaman zaman volatiliteyi arttırıcı ve finansal krizleri derinleştirici etki yaptığı yönünde eleştirlere de konu olmuştur. Ancak volatilite alım satımıyla özdeş tutulan opsiyon işlemlerinin, piyasaları tamamlayan yönüyle, daha etkin bir yapının oluşmasma katkı sağladığı bir gerçek olarak kabul görmektedir. Opsiyon ürünleri, finansal risklerin yönetimine kazandırdıkları sigorta konseptine paralel olarak, satın alan ve satan taraflar için farklı getiri/risk profiline sahip bulunmaktadırlar. Potansiyel zarar, opsiyon satın alan taraf için elde edilen hak karşılığında ödenen primle sınırlı kalırken, opsiyonu satan taraf içinse, karşı tarafın taşımak istemediği risk üstlenilerek mutlak bir taahhüt altına girildiği için, teorik olarak çok yüksek değerlere ulaşabilmektedir. Kredi riskleri açısından bakıldığı zaman, bir önceki tanım gereği, satan taraf opsiyon primini işlemin başında aldığından bir kredi riski taşımazken, opsiyonu satın alan taraf, satan tarafın potansiyel zararı kadar bir kredi riskine maruz kalabilmektedir. Araştırmacılar opsiyon fiyatlamasında bir model geliştirebilmek için yıllar boyunca, yatırımcıların gerçek hayattaki riskten kaçan yapısı ve vade sonu opsiyon fiyatının olasılık dağılımı üzerine kurulu problemleri çözmeye çalışmışlardır. Ancak opsiyonlara ilişkin söz konusu olasılık dağılımının pozitif yöndeki eğik şekli, Sermaye Piyasası Fiyatlama Modeli gibi modellerin, bu ürünleri fiyatlamaya uygun olmaması sonucunu doğurmaktadır. Diğer bir ifadeyle opsiyon fiyatı yatırımcıların risk tercihlerinden bağımsız olarak şekillenmektedir. Yatırımcıların risk tercihleri opsiyon fiyatlamasına ancak dolaylı olarak opsiyona konu finansal ya da reel varlığın fiyatı içinde girmektedir. îlk olarak 1973 yılında Fisher Black ve Myron Scholes'un bu ürünlerin fiyatlandırılmasmda risksiz portföy oluşturulmasına yönelik bakış açıları yeni bir çığır açmıştır. Bu model hisse senetleri ve opsiyonlardan oluşacak risksiz bir portföy kombinasyonunun (her ikisi de Wiener prosesindeki aynı rassal değişkene sahip oldukları için), risksiz faiz getirişini sağlaması gerektiği (arbitraj teorisi gereği) varsayımından yola çıkarak opsiyon değerlerini fiyatlamaya çalışmıştır. Opsiyona konu enstrümanlara ilişkin bir sonraki dönem fiyat dağılımlarını, yatırımcıların risk tercihlerinden bağımsız şekilde basite indirgenmiş modellere dayandıran, Eşit Olasılık Dağılımı Modeli ve Binomial Model'in her ikisi de, yukarıda Black/Scholes Modeli'nde oluşturulan arbitraj metodolojisini temel almaktadır. Tüm bu modellerin ana dayanak noktası, finansal varlıkların fiyatlarının arbitraja olanak vermeyecek şekilde sürekli değişmesi gerektiği ve bu riskli varlıkların getirilerinin lognormal bir dağılım izlediği varsayımlarıydı. Yine aynı varsayımlara dayanarak, binomial modeldeki parametrelere standart volatilite tanımından ulaşmayı başaran Cox, Ross, Rubinstein modeli, Black/Scholes modeliyle aynı sonuca ulaşmaktadır. Risk nötral yöntem kullanılarak fiyatlamanın gerçekleştirildiği modelde de, hem Binomial hem de Black/Scholes modeliyle elde edilen sonuç formülü tekrar teyit edilmektedir. Tüm bu modellerde, finansal varlıkların logaritmik getirilerinin normal bir dağılıma sahip olduğu varsayımının yanısıra, opsiyona konu varlığın volatilitesinin ve risksiz faiz oranlarının, opsiyon vadesi süresince değişmemesi, diğer ortak varsayımları oluşturmaktadır. Yukarıda belirtilen opsiyon fiyatlama modelleri üzerine birçok ampirik test gerçekleştirilmiştir. Bu testler, modellerin dayanağını teşkil eden arbitraj teorisi gereği, hem piyasa etkinliğinin, hem de fiyatlama modellerinin geçerliliğinin ortak testleri olmuşlardır. Bunların bir kısmı model fiyatlarıyla piyasa fiyatları arasındaki farklılıkları incelerken, bir kısmı teorik fiyat sınırı ihlallerini, diğer bir kısmı da riski sıfırlanmış türev portföylerin performansım çalışma konusu olarak ele almıştır. Tüm bu çalışmaların sonucunda opsiyon fiyatlama modellerinin doğruluğu ve piyasa etkinliği ekonomik anlamda yeterli bulunurken, bazı parametrelere ilişkin istatistiksel anlamda önemli sapmalar da saptanmıştır. Makro açıdan bakıldığı zaman, diğer tüm türevsel ürünler gibi opsiyon işlemleri yoktan bir değer yaratmamakta ya da var olan bir değerin kaybolması ya da azalması gibi bir sonuç doğurmamaktadır. Sadece diğer türevsel ürünler gibi riskin transferine olanak sağlamaktadırlar. Böylece risk, gerek fiyat, gerek likidite, gerekse kredi riski olsun, bunları taşımak istemeyen ekonomik birimlerden, bu tür riskleri belli bir prim karşılığında taşımak isteyen ekonomik birimlere transfer edilmiş olmaktadır. Riski taşımak istemeyenler bu primi ödeyerek bir sigorta satın alırlarken, aldıkları prim karşılığında riski üstlenenler de, bu riski yönetme çalışması içine girmektedirler. Ekonomik birimler için, daha önce söz edilen kredi riski ve her finasal enstrümana XJ konu likidite risklerinin yönetilmesi daha basit kriterlerle belli ölçüde sağlanabilirken, türev enstrümanlara ve özellikle opsiyonlara ait fiyat risklerinin yönetimi tam bir uzmanlık ve sürekli izleme gerektirmektedir. Ayrıca, son çeyrek yüzyılda global finansal piyasalarda yaşanan krizler, türev enstrümanlann fiyatlandmlmasına temel dayanak teşkil eden, finansal varlık fiyatlarının lognormal dağılımı ve sürekli likiditeye dayalı temel varsayımlar kadar, sistematik olmayan riskin dağıtılmasını konu alan finans teorilerinin yemden değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu tecrübeler, özellikle türev enstrümanlarda fiyata iskonto edilemeyen ve yetersiz model varsayımlarından kaynaklanan artık risklerin, her zaman mevcut olacağı sonucunu doğurmuştur.. Opsiyon ürünlerinin kompleks yapısı ve fiyata etki eden faktörlerin -opsiyona konu enstrümanın fiyatı, vadeye kalan zaman, faiz oranlan, volatilite- çokluğu ve zaman dışında diğerlerinin stokastik yapısı, tüm bu faktörlere ilişkin belli risk tanımlamaları ve gelişmiş risk yönetim tekniklerinin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu tanımlamalar içinde delta, opsiyon fiyatının opsiyona konu enstrüman fiyatındaki değişime olan hassasiyetini ölçerken, gama, aynı değişimin delta değeri üzerindeki etkisini ölçmektedir. Benzer şekilde meta, opsiyon fiyatının geçen zamana karşı, vega volatiliteye karşı ve rho da faize karşı olan hassasiyetini ifade etmektedir. Özellikle delta hedging ve gama hedging olarak adlandırılan delta ve gama risklerinin yönetimi, türev portföylerin fiyat riskinin yönetiminde büyük önem kazanmışlardır. Bu teknikler kullanılarak delta ve gama riskleri ortadan kaldırılmış portföyler, deltanötr ve gamanötr olarak tonmlanmaktadırlar. Türkiye finansal piyasalarında türev enstrümanlar 1990'h yılların başından itibaren artan sıklıkta kullanılmaya başlanmış ve 2000 'li yıllara gelindiğinde belli başlı türev enstrümanlar finansal kurumların günlük operasyonlarının bir parçası haline gelmişlerdir. Henüz İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda (ÎMKB) işlem gören bir türev enstrüman bulunmamasına rağmen, tezgah üstü olarak tanımlanan türev ürünlerin Türkiye finansal piyasalarında, artan bir derinlik kazanmaya başladıkları gözlenmektedir. Özellikle döviz/döviz ve TRL/döviz swap ve forward işlemleri hacim olarak hızlı bir artış gösterirken, faiz opsiyonu ve TRL/döviz opsiyonu işlemleri düşük likidite ve karmaşık yapılan gibi olumsuz faktörlerin yanısıra, muhasebe ve hukuki düzenlemelerdeki yetersizliklerden dolayı paralel bir gelişme gösterememiş bulunmaktadırlar. Bu çalışmanın son bölümünde de, TRL/döviz opsiyonlanndaki, spot kur ve kısa vadeli faiz oranlan arasındaki yüksek korelasyondan kaynaklanan artık risklerin varlığı ve fiyatlama ve risk yönetimine iskonto edilebilmesine yönelik öneriler, 1994 finansal krizini içine alan dönemde, ampirik bir teste tabi tutulmaktadır. Black/Scholes modelini ve delta hedging prosesini baz alan çalışmada test edilen hipotezler, aşağıdaki gibi özetlenebilmektedir.. Black/Scholes modelinde opsiyon vadesi süresince sabit (nonstokastik) olarak kabul edilen faiz değişkeninin, gerçek hayattaki stokastik yapısı ve özellikle TRL benzeri zayıf para birimlerinde görülen faiz ve kur volatilitesi arasındaki yüksek korelasyon nedeniyle opsiyon primlerinin düşük değerlenebileceği ve risksiz portföy getirilerirıin olumsuz etkilenebileceği XII . Delta hedging hatasının TRL benzeri zayıf ve dönemsel değerlenmelere maruz kalabilen (bu sebeple para birimi üzerinde dönemsel atakların ve devalüasyon kaynaklı fiyat sıçramalarının oluşma ihtimali fazla olan) para birimleri üzerinde yazılan başabaş opsiyonlarda yüksek negatif gama etkisiyle risksiz portföy getrisi üzerindeki negatif etkisinin yüksek olacağı TRL/Döviz kuru benzeri finansal varlıklar üzerine yazılan opsiyonlann fiyatlandınlmalannda spot volatilite yerine faiz oranlarındaki değişkenliği de iskonto eden vadeli kur volatilitelerinin kullanılmasının opsiyon satıcıları için kur ve faiz arasındaki yüksek korelasyon riskini göreceli olarak azaltacağı Değişkenlerin stokastik yapısına paralel olarak, delta hedging prosesinde hem faiz hem de volatilite beklentilerindeki değişimin yansıtıldığı uygulamaların, risksiz portföy getirilerini daha olumlu etkileyeceği. Ve son olarak da delta hedging yönteminin direk forward işlemler üzerinde gerçekleştirilmesinin, gecelik faizlerdeki artan volatilitenin, risksiz portföyün fonlama maliyetleri üzerindeki olumsuz etkisini sınırlaması ve perfromansım artırması açısından daha olumlu bir yöntem olacağı. Yukarıdaki hipotez ve öneriler, gerçekleştirilen ampirik çalışmanın sonuçları analiz edilerek değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir.. TRL benzeri zayıf para birimleri üzerine yazılan döviz opsiyonlan, volatilite öngörüsünün kesinliğine ek olarak, kur ve faiz arasındaki yüksek korelasyondan kaynaklanan, değişken kısa vadeli faiz oranları ve spot fiyatlarda yaşanabilen sıçramalar (devalüasyon) gibi Black/Scholes modelinde fiyata yansıtılamayan, önemli artık risklere maruz kalabilmektedirler. Bu açıdan fiyatlamaya konu volatilite girdisi üzerinde yapılacak ayarlamalar, sözü geçen risklerin opsiyon primine yansıtılabilmesi açısından önem kazanmaktadır.. TRL/döviz opsiyonlarrmn fiyatlandırılmasında, spot kur yerine vadeli kur volatilitelerinin referans olarak kullanılması, yukarıda söz edilen yetersiz model varsayımlarından kaynaklanan artık risklerin, fiyata belli ölçüde de olsa yansıtılmasına olanak tanımaktadır.. Değişkenlerin stokastik yapısının da dikkate alındığı delta hedging sürecinde, değişen kurla birlikte, değişen faiz oranları ve değişen volatilite beMentilerinin de yansıtıldığı uygulama, deltanötr portföy performansları açısından daha olumlu sonuçlar vermiştir.. Satılan opsiyonlann risk yönetiminde, delta hedging sürecinin forward kontratlar kullanılarak gerçekleştirilmesi, delta pozisyonları üzerindeki vade (duration) riskinin en aza indirilmesine olanak sağlayarak, deltanötr portföy performanslarım çok olumlu etkilemiştir.
-
ÖgeInternational capital flows and their impact on the Turkish economy(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Çimenoğlu, Ahmet ; Yentürk, Nurhan ; 122675 ; İşletme ; Management19901ı yıllarda uluslararası sermaye hareketlerinde önemli bir artış kaydedilmiştir. Ancak, daha önceki dönemlerden farklı olarak, sermaye hareketlerindeki artış, sadece gelişmiş ülkeleri değil gelişmekte olan ülkeleri de kapsamıştır. Özellikle 1990'ların ilk yarısında, gelişmekte olan ülkelere yönlenmiş sermaye akımlarında önemli artışlar gözlenmiştir. Ancak 1994'te Meksika ile başlayan kriz dalgası, 1997'de, uzun yıllar tüm gelişmekte olan ülkeler için basan öyküleri olarak anlatılan Güney Doğu Asya ülkelerini, 1998'te Rusya'yı, 1999ta Brezilya'yı, 2000'de Türkiye'yi ve 2001 'de de Türkiye ve Arjantin'i son derece olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Gelişmekte olan ülkelerdeki krizlerin sıklığının artması, aynı dönemde artan sermaye hareketleri ile krizlerin ne derecede bağlantılı olduğu sorusunu da gündeme getirmiştir. Bu çalışmanın amacı, uluslararası sermaye hareketlerinin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki makroekonomik etkilerini, Türkiye örneği baz alınarak değerlendirmeye çalışmaktır. Bu yapılırken, öncelikle uluslararası sermaye hareketlerinin kısa bir tarihçesi sunulmuş, daha sonra da, sermaye hareketlerini neyin belirlediği üzerindeki tartışmalar değerlendirilmiştir. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, aslında 1990'lardan çok önce, 1. Dünya Savaşı öncesinde başlamış, ancak daha sonraki dönemde, etkisini kaybetmiştir. Gelişmiş ülkeler arasında 1970'lerde tekrar artmaya başlayan sermaye hareketleri, gelişmekte olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, aslında, dış ticaret ve mali piyasalardaki serbestleşme ve deregülasyon sürecinin bir bütünleyicisi olarak algılanmalıdır. Bu süreci 1970'lerde başlatan ve 1980'lerde büyük ölçüde tamamlayan gelişmekte olan ülkelerden sonra, özellikle uluslararası finansal kuruluşların da telkin ve önerileriyle gelişmekte olan ülkeler de aynı politikaları uygulamaya koymaya çalışmışlardır. Her ne kadar ülkeden ülkeye bazı farklılıklar olsa da, gelişmekte olan ülkelerde gözlenen süreç temelde hemen hemen aynıdır. Bu süreç ise, Washington Consensus diye de anılan ve Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Amerikan ekonomi bürokrasisi ve Washington kaynaklı özel think-tank kuruluşlarının katkılarıyla oluşturulmakta ve uluslararası mal ve sermaye piyasaları ile bütünleşme arzusunu beyan eden ve bu konuda destek isteyen ülkelere önerilmektedir. 1990'larda birçok ülkenin maruz kaldığı krizler, daha çok döviz kuru ve bankacılık sektörü krizleri olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle, döviz kuru kaynaklı krizlerin tam olarak ne olduğu, hangi mekanizmalarla oluştuğu, önceden tahmin edilip edilemeyecekleri ve etkilerinin ne olduğu oldukça önem taşımaktadır. Ayrıca, döviz kuru kaynaklı krizlerin genellikle bankacılık sektörü krizleri ile birlikte görülmeleri, bu ikisi arasında bir bağlantı olabileceği kuşkusunu doğurmuş ve xııı analizlerin bu yönde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bir diğer çok tartışılan konu ise, uygulanan döviz kuru rejimlerinin krizler üzerinde etkili olup olmadığıdır. Bu çalışmanın ikinci bölümünde, ekonomi yazınında bu konularla ilgili tartışmalar sunulmuştur. Özellikle yeni bir kur ve para politikası uygulamasına başlayan Türkiye açısından bu tartışmalar oldukça önemlidir. Türkiye'deki uluslararası sermaye hareketlerinin geçmişi ve bugünkü durumu ile sermaye hareketlerinin Türk ekonomisi üzerindeki etkileri bu çalışmanın son bölümünde değerlendirilmektedir. Türk ekonomisi, 1990'lı yıllara kadar uluslararası sermaye akımlardan hemen hemen tamamen izole olmuş durumdadır. 1989 yolunda alınan kararlarla sermaye hareketleri üzerindeki kısıtların kaldırılması, 1980 yılında başlayan dış ticaret ve mali sistemin liberalleştirilmesi sürecinin devamı niteliğindedir. Bu kararın 1990 yılında efektif olarak uygulanmaya başlamasıyla, Türkiye'de uluslararası sermaye hareketlerinde bir canlanma meydana gelmiştir. Ancak, Türkiye'ye giren net yabancı sermaye, diğer gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırıldığında, milli gelire pay bazında daha düşük boyutta olmuştur. Bunun yanında, sermaye hareketleri 1990'lı yıllarda önemli boyutta oynaklık göstermiş ve Türkiye'de istikrarlı bir net sermaye girişi kaydedememiştir. Türkiye'nin uluslararası sermaye piyasalarıyla bütünleşme çabalarının ne ölçüde başarılı olduğu da bu çalışmanın sorduğu sorulardan bir başkasıdır. Bunun ölçülmesi için ekonomi literatüründe sıkça kullanılan iki uygulama, Türkiye için denenmiştir. Bu uygulamalar, uncovered interest parity'nin Türkiye için geçerli olup olmadığının test edilmesi ve tasarruflarla yatırımlar arasında bir ilişkinin var olup olmadığının teset edilmesidir. Birinci uygulama, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi düşüncesinin altında yatan temel ekonomik varsayıma dayanarak, benzer varlıklar üzerindeki yurtiçi ve yabancı faiz oranlarının birbirlerine ne ölçüde yakınsadıklarını ölçmeye çalışmaktadır. Burada teorinin beklentisi, sermaye hareketlerinin serbest olduğu ülkeler arasındai benzer yatırım araçlarının getirilerinin birbirlerine eşitlenmesidir. Türkiye için bu test uygulandığında, yerli ve yabancı faiz oranlarının birbirlerine yakınsamadıkları görülmektedir. Türkiye'nin uluslararası sermaye piyasalarıyla ne oranda bütünleştiğini test etmek için yapılan bir diğer çalışma ise, tasarruflarla yatrımlar arasındaki korelasyona bakmaktadır. Buradaki mantık, sermaye hareketlerinin tam olarak serbest olması durumunda, sermayenin kendisi için en cazip getiriyi arayıp bulması ve yatırımını orada yapmasıdır. Dolayısıyla, bir ülkede yaratılan tasarruflar, dünyanın başka herhangi bir yerinde, daha yüksek bir getiri olanağı varsa, oraya gidecek ve böylece, yurtiçindeki yatırımları finanse etmeyebilecektir. Bir başka deyişle, yurtiçindeki yatırımlar, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir durumda, mutlaka ve mutlaka yurtiçi yatırımlarla finanse edilmek zorunda değildir. Dolayısıyla, burada test edilen, yatırımlarla tasarrufların birlikte hareket edip etmedikleridir. Eğer bir ülke gerçekten sermaye hareketlerine eklemlenebilmişse, yatırımları ile tasarrufları arasında hiçbir ilişkinin olmaması gerekmektedir. Bu konuda Türkiye için yapılan testler, karışık sonuçlar çıkartmaktadır. Bu testin bazı teknik sorunlarını gidermek için kullanılan yöntemlerini Türkiye'ye uygulamak, veri yokluğu nedeniyle mümkün olamadığı için, ulaşılan sonuçlara ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Ancak yapılan analizlerden elde edilen sonuç kabaca, Türkiye'nin 1990 öncesinde yatırımlarıyla tasarruflarının çok daha güçlü bir şekilde birlikte hareket ettiklerini, ancak 1 990 sonrasında, teorinin de öngörebileceği gibi, tasarruflarla yatırımlar arasındaki bağın zayıfladığıdır. Yıllık xıv ya da üç aylık verilerle çalışmak da sonuçları değiştiribilmektedir. Üç aylık verilerle yapılan analiz, tasarruflarla yatırımlar arasındaki ilişkinin 1990 sonrası istatistiki anlamda yok olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Türkiye 1990 sonrası uluslararası sermaye hareketlerinden pay alabilmek için gerekli yasal düzenlemeleri yapmış, mutlak rakamlar bazında sermaye hareketlerinde artışlar da sağlamıştır. Ancak, Türkiye'nin uluslararası sermaye piyasalarına tam olarak eklemlenebildiğim iddia etmek şu an için zor görünmektedir. Bunun en önemi nedenleri ise, makroekonomik istikrarsızlık, mali sektörün az gelişmişliği ve mali sektörün işleyiş, denetim ve gözetimine yönelik eksiklikler olarak sıralanabilir. Çalışmanın son bölümü, uluslararası sermaye akımlarının Türk ekonomisi üzerindeki etkilerini incelemeye ayrılmıştır. Bunun yapılabilmesi için, öncellikle sermaye akımlarının ekonomiye iletildiği olası kanallar belirlenmiş ve sistemin nasıl çalıştığının çerçevesi çizilmiştir. Daha sonra, ekonometrik yöntemler kullanılarak bu kanalların çalışıp çalışmadığı test edilmiştir. Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki etkisi belli başlı iki kanal aracıığıyla ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi talep yaratıcı kanal, diğeri ise arz arttırıcı kanaldır. Talep yaratıcı kanalın çalışmasını sağlayan üç faktör olduğu ileri sürülebilir. Bunlardan birincisi sermaye hareketlerinin başlamasıyla TL'nin reel olarak değer kazanması, bunun da tüketimi artırıcı bir etki yapmasıdır. İkincisi, bankaların gerek yabancı fonlara aracılık etmelerinden dolayı, gerekse yurtiçi ve yurtdışından sağladıkları fonların artmasından dolayı, tüketici kredileri ve kredi kartları yoluyla tüketimi artırıcı etkide bulunmalarıdır. Üçüncüsü ise, yabancı fonların gelmesiyle genişleyen mali sistemden daha düşük maliyetle ve daha çok miktarda borçlanabilen hükümetin üzerindeki finansman kısıtı hafifleyince, harcamalarını artırması dolayısıyla tüketimin artmasıdır. Bu şekilde artan tüketim, yatırımları tetiklemekte ve bu noktada arz artırıcı kanal devreye girmektedir. Bankalar, artan yatırımları, sermaye hareketleri ve yurtiçi ve yurtdışı borçlanma ile artan kaynaklarıyla, eskiye göre daha uygun şartlarla finanse edebilmekte, bu da arz üzerinde olumlu bir etki yapmaktadır. Sonuç itibariyle, sermaye hareketleri ilk etapta ekonominin büyümesine olumlu katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmada dikkat çekilmek istenen en önemli nokta, tüketimin artması sonucunda göreli fiyatların ticarete konu olmayan sektörler lehine gelişmesidir. Bu durum, yatırımların da bu sektörlere yönelmesi sonucun doğurmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, büyüme sürecine olumlu katkıda bulunan sermaye hareketlerinin bir kriz durumunda kesilmesi ve hatta sermaye çıkışı ile karşı karşıya kalınması durumunda, yatırımların ticarete konu olmayan mallara daha fazla yoğunlaşmış olması, daha da olumsuz bir etki yapmaktadır. Zira, ülkenin uzun dönemli rekabet gücünü koruyabilmesi için gerekli yatırımlar yapılmamış, bunun yerine, iç talebi doyurmaya yönelik, döviz kazancı sağlamayan sektörlere yönelinmiştir. Bu sürdürülebilir bir durum değildir. Bu noktada, vurgulanması gereken, sonuçta kriz yaratan bu sürecin asıl sorumlusunun sermaye hareketleri olmadığıdır. Büyümeye ek kaynak sağlaması anlamında oldukça faydalı olduğu bu çalışmada da saptanan XV sermaye akımlarından en fazla faydanın sağlanması için gerekli reformların ve düzenlemelerin yapılmamış olması, en önemli sorundur. Krizleri yaratan süreçte önemli rol oynayan kamu sektörü açıkları, TL'nin reel olarak değer kazancı sonucu artan cari işlemler dengesi açıkları ve zayıf bankacılık sektörüne yönelik düzenlemeler yapıldığı takdirde, yabancı sermaye akımları ekonomi üzerinde olumlu etkiler yaratabilecek bir unsur olarak değerlendirilmelidir.
-
ÖgeISO-9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi ve Kamu Hastanelerinde Uygulamaya Yönelik Model Önerisi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Dalbay, Özbay ; Biçer, İsmail Hakkı ; 122687 ; İşletme ; ManagementSağlık hizmetlerine ayrılan kaynakların en büyük tüketicisi olan hastaneler, dünyada 1980'li yılların sonunda, ülkemizde de 1990'lı yılların başından itibaren daha düşük maliyet, daha yüksek memnuniyet şeklindeki talepleri karşılamak için kalite çalışmalarına başlamışlardır. Ülkemizde 2002 yılı başı itibariyle mevcut 1212 hastaneden yaklaşık 1000 adedi kamu hastaneleridir. Bunlardan 136 tanesine sahip olan Sosyal Sigortalar Kurumu'nda 2000 yılı Nisan ayında başlayan kalite çalışmaları, ISO-9000 ve Kal-Der Kalite Ödülü hedefleriyle halen devam etmektedir. Bu çalışmada, SSK Hastanelerinde uygulanan ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi çalışmalarındaki uygulamalar, gözlemler ve sonuçlar ortaya konulmuştur. Bu kapsamda, örnek uygulama hastanesi olan İstanbul'daki SSK Kartal Hastanesi'nde ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi standardı uygulamasının ayaktan tedavi hasta memnuniyetine etkisi araştırılmıştır. ISO-9000 uygulamasından önce ve ISO-9000 belgesinin alınmasından sonra ayaktan tedavi hasta memnuniyeti anketi ile yapılan algılama ölçümlerinin sonuçları değerlendirilmiş ve aynı tarihlerde benzer özelliklere sahip İstanbul'daki SSK Paşabahçe Hastanesi'nde yapılan aynı ölçümlerin sonuçlan ile bu sonuçların karşılaştırması yapılmıştır. SSK Kartal Hastanesi'nin ameliyat ve laboratuar tetkik sayılan ile ilaç sarf adetleri de performans sonuçları açısından aynı değerlendirme ve karşılaştırmaya tabi tutulmuştur. Bunun yanında, ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi standardının, SSK Hastanelerinde Toplam Kalite Yönetimi ilkeleri dikkate alınarak uygulanmasının etkileri de analiz edilmiştir. SSK Hastanelerinde uygulanan ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi standardının, Toplam Kalite Yönetimi yaklaşımının süreç yönetimi ve sürekli iyileştirme gibi ilkelere göre yürütülmesinin, sadece ISO-9002:1994 çalışması yapan diğer SSK Hastanelerine göre daha başardı olduğu ve SSK Kartal Hastanesi'nde yürütülen ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi çalışmasının hasta memnuniyetinde artış sağladığı ve kritik performans göstergelerinde de olumlu yönde değişime yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. ISO-900 1:2000 Kalite Yönetimi Sistemi olarak değişen standardın yapısı ve içeriği de incelenmiş, SSK Hastanelerindeki ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi uygulamasının sonuçları ile Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı (EFQM) Mükemmellik Modeli'nin hastanelerdeki uygulamalarının sonuçlarından yararlanılarak, ülkemizde kamu hastanelerinde ISO-900 1:2000 Kalite Yönetim Sistemi'ni uygulamaya yönelik olarak EFQM Mükemmellik Modeli'ni de dikkate alan bir model önerisi geliştirilmiştir.
-
ÖgeISO-9001:2000 kalite yönetim sistemi ve kamu hastanelerinde uygulamaya yönelik model önerisi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Dalbay, Özkan ; Biçer, İsmail Hakkı ; 122687 ; İşletme ; ManagementSağlık hizmetlerine ayrılan kaynakların en büyük tüketicisi olan hastaneler, dünyada 1980'li yılların sonunda, ülkemizde de 1990'lı yılların başından itibaren daha düşük maliyet, daha yüksek memnuniyet şeklindeki talepleri karşılamak için kalite çalışmalarına başlamışlardır. Ülkemizde 2002 yılı başı itibariyle mevcut 1212 hastaneden yaklaşık 1000 adedi kamu hastaneleridir. Bunlardan 136 tanesine sahip olan Sosyal Sigortalar Kurumu'nda 2000 yılı Nisan ayında başlayan kalite çalışmaları, ISO-9000 ve Kal-Der Kalite Ödülü hedefleriyle halen devam etmektedir. Bu çalışmada, SSK Hastanelerinde uygulanan ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi çalışmalarındaki uygulamalar, gözlemler ve sonuçlar ortaya konulmuştur. Bu kapsamda, örnek uygulama hastanesi olan İstanbul'daki SSK Kartal Hastanesi'nde ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi standardı uygulamasının ayaktan tedavi hasta memnuniyetine etkisi araştırılmıştır. ISO-9000 uygulamasından önce ve ISO-9000 belgesinin alınmasından sonra ayaktan tedavi hasta memnuniyeti anketi ile yapılan algılama ölçümlerinin sonuçları değerlendirilmiş ve aynı tarihlerde benzer özelliklere sahip İstanbul'daki SSK Paşabahçe Hastanesi'nde yapılan aynı ölçümlerin sonuçlan ile bu sonuçların karşılaştırması yapılmıştır. SSK Kartal Hastanesi'nin ameliyat ve laboratuar tetkik sayılan ile ilaç sarf adetleri de performans sonuçları açısından aynı değerlendirme ve karşılaştırmaya tabi tutulmuştur. Bunun yanında, ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi standardının, SSK Hastanelerinde Toplam Kalite Yönetimi ilkeleri dikkate alınarak uygulanmasının etkileri de analiz edilmiştir. SSK Hastanelerinde uygulanan ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi standardının, Toplam Kalite Yönetimi yaklaşımının süreç yönetimi ve sürekli iyileştirme gibi ilkelere göre yürütülmesinin, sadece ISO-9002:1994 çalışması yapan diğer SSK Hastanelerine göre daha başardı olduğu ve SSK Kartal Hastanesi'nde yürütülen ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi çalışmasının hasta memnuniyetinde artış sağladığı ve kritik performans göstergelerinde de olumlu yönde değişime yol açtığı sonucuna ulaşılmıştır. ISO-900 1:2000 Kalite Yönetimi Sistemi olarak değişen standardın yapısı ve içeriği de incelenmiş, SSK Hastanelerindeki ISO-9002:1994 Kalite Güvence Yönetimi uygulamasının sonuçları ile Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı (EFQM) Mükemmellik Modeli'nin hastanelerdeki uygulamalarının sonuçlarından yararlanılarak, ülkemizde kamu hastanelerinde ISO-900 1:2000 Kalite Yönetim Sistemi'ni uygulamaya yönelik olarak EFQM Mükemmellik Modeli'ni de dikkate alan bir model önerisi geliştirilmiştir.
-
ÖgeRelationship marketing for cigarette and alcoholic beverage companies on the internet(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) Ersoy, Ayşe Begüm ; Sezgin, Selime ; 122688 ; İşletme ; ManagementBilgi teknolojisi ve telekomünikasyondaki gelişmeler küreselleşen dünyamızda bir fırtına gibi esiyor. Küresel pazar ortamı küresel ihtiyaçları bunlar da küresel tüketiciyi yarattı. Bü düzene ancak tüketiciyi faaliyetlerinin odak noktası yapıp, ürün ve hizmetlerini tüketicilerin istek ve beklentilerine göre geliştirecek kurumlar ayak uydurabilecek. İşte müşteri ile birebir ilişki içinde geliştirilen pazarlama uygulamaları da böylece başlatılmış oldu. Bilgi çağının insanlığa en büyük katkısı da şüphesiz internet olmuştur. Internet öyle bir iletişim kanalı haline gelmiştir ki bireyler doğrudan üreticiler tarafından teşhis edilip, kendileri özel ürün ve servisler konusunda haberdar edilebilmektedirler. Bu çalışmanın amacı internetin, söz konusu sigara ve alkollü içecek sektörleri için etkin bir iletişim ve dağıtım kanalı olup olmadığını saptamaktır. Tez Giriş, İlişkisel Pazarlama, Entegre Pazarlama İletişimi (IMC), Müşteri İlişkisi Yönetimi (CRM), Internet Pazarlaması Sigara Sektörü, Alkollü İçecekler Sektörü, önerilen Pazarlama Modeli ve Araştırma Metodolojisi, Araştırma Sonuçları, Araştırma Sonuçlarının Test Edilen Model üstündeki Etkileri, tüketiciler, pazarlamacilar ve araştırmacılar açısından ifade ettikleri ve Sonuç olmak üzere toplam 11 bölümden oluşmaktadır. İnternetin günlük yaşantıdaki geldiği yer dikkate alınınca önemli bir satış kanalı olduğu da düşünülebilmektedir. Ancak sigara içen ve alkollü içecek kullanan kişiler üzerinde yapılan tüketici araştırması göstermiştir ki internet yolu ile alış veriş Türkiye'de henüz tam olarak kabul görmemiştir. Ve günümüz koşullarında sadece bir tanıtım kanalı olmakla sınırlı kalmıştır. Internet de alışılagelmiş iletişim kanallarında olduğu gibi sigara ve alkollü içecekler için reklam ve tanıtım konusunda bir takım yasal kısıtlamalar ile karşı karşıyadır. Yasal değişiklikler ve uygulamalar sigara ve alkollü içecek kurumları tarafından yakından takip edilmelidir. Internet bugün yaygın bir alışveriş kanalı olmasa da, teknolojik yenilikler ve bilgi çağının ilerlemesi ile önümüzdeki yıllarda bu durumun tam tersine dönmesi beklenmektedir, işte sigara ve alkollü içecek firmaları o zaman geldiğinde farklılıklarını ve rekabet avantajlarını kaybetmemek için internette etkin pazarlamanın alt yapısını günümüzde kurmaya başlamalıdırlar. İlk basamak da internette tanıtım ve reklam faaliyetlerini tüketici alışkanlıkları ve yaşam tarzları açısından doğru bir şekilde tanımlanmış ve belirlenmiş hedef kitlelere doğrudan ve bireysel olarak ulaştırmak ile gerçekleştirilebilir.
-
ÖgeAn analytical valuation technique applied to industrial companies in İstanbul stock exchange(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003) Ülgen, Murat ; Teker, Suat ; 175085 ; İşletme ; ManagementHisse senedi yatırımcılarının yatın m kararlarını verirken kullandıktan kabul görmüş en önemli iki değerleme yöntemi temel analiz ve teknik analizdir. Temel analizde, analist bir şirket hakkındaki tüm temel bilgileri sentezleyerek, hisse senedi ile ilgili yatırım önerisine temel teşkil etmesi açısından şirketin gelecekteki performansına dair öngörülerde bulunur. Veri kümesi açık uçludur ve sınırsız temel bilgiyi içerir. Analist şirketin gelecekteki performansı hakkında çıkarımsama yaparken, gelecekteki mali tablo rakamlarını ve/veya rasyolarını tahmin etmeye çalışır. Sonra bu rakamlar şirketin faaliyet gösterdiği sektörün ortalamaları ile karşılaştırılıp, hisse senedi performansının gelecek bir dönem için piyasa endeksinin üstünde mi veya altında mı kalacağına dair tahminler yapılır. Teknik analizde ise veri kümesi sadece iki tip finansal bilgiyi içerir; hisse senedi fiyatı ve işlem hacmi. Teknik analist vereceği kararları sadece bu iki tip veriye dayandınr. Bunu yaparken de "her türlü bilginin hisse senedi fiyatı içinde olduğu" varsayımından yola çıkar. Hisse senedi fiyatı, şirketin geçmişteki performansının ve şirket hakkında gelecekle ilgili beklentilerin özetlendiği en nihai parametredir, işlem hacmi tek başına herhangi bir kritik anlam taşımaz, ancak hisse senedi hareketleri ile ilgili yorumları güçlendirir. Teknik analistlerin önemli bir kısmı, hisse senedi piyasalarında yapacakları bir hamle için alış ve satış sinyalleri denilen çeşitli işaretleri kullanırlar. Her analiz yönteminin diğerine göre bazı avantajları ve dezavantajları vardır. Göreceli olarak daha kısa bir zaman dilimi için, 'al-sat' stratejisi teknik analiz kullanımına daha yatkındır. Diğer yandan uzun vadeli yatınm kararı göz önüne alındığında kısa vadeli fırsatlar ve tehditler daha az önem arzeder. Diğer bir ifadeyle, daha uzun vadeli yatınm kararları alınırken detaylı ve itinalı bir temel analiz çalışması amaca daha iyi hizmet eder. Teorik olarak gelecekte gerçekleşecek bir olayla ilgili ne kadar çok bilgi mevcutsa belirsizliğin o kadar az olduğu söylenir. Bu açıdan bakıldığında temel analiz, daha geniş bir fınansal veri kümesi ile ilgilendiğinden teknik analize tercih edilebilir. Fakat temel analiz, teknik analize gore daha fazla zaman harcamayı gerektirmektedir. Bir yandan temel analize has bilgileri daha hızlı işlerken diğer yandan da teknik analizin en önemli parametresi olan hisse senedi fiyatlarından yararlanmak, karar verme mekanizmasına önemli katkılar sağlayabilir. Bu kombinasyon 'kantitatif analiz' şeklinde tanımlanabilir. Kantitatif analizde mali tabloların geçmişe dönük incelenmesinden yola çıkılır, sonra bu tablolar gelecekte belli bir süreye kadar tahmin edilmeye çalışılır ve son olarak da hisse senetleri fiyatları kullanılarak gelecekte gerçekleşmesi tahmin edilen mali tablo rakamlarının bugüne taşınması için bir kriter (ağırlıklı ortama sermaye maliyeti) oluşturulur. Bu tip bir analizin bilgisayar yazılımı olarak uygulanması yatırımcıya zamandan ciddi ölçüde tasarruf sağlar. Microsoft Excel ortamı, yaygın kullanımı ve kolay anlaşılır program geliştirme özellikleri yüzünden bu amaç için özellikle seçilmiştir. Burada amaç tabi ki hisse senedi yatırımcısını belli bir yatınm aksiyonuna ikna etmek değil, karar vermeden önce diğer değerleme yöntemlerinin sonuçlan ile karşılaştırma yapabileceği sağlam bir referans oluşturabilmektir. Ayrıca kantitatif değerlemeyi en pratik yöntem olarak da görmemek gerekir çünkü bu yöntemin hazırlanmasında halen geçerliliği bir soru işareti olan tam etkin piyasalar1 varsayımı temel alınmıştır. Bu araştırmanın kalbinde kantitatif analiz yer alsa da, borsada işlem gören şirketlerin fiyatlarını hesaplamak için kullanılan diğer yarı-analitik yöntemlerden de bahsedilecektir. Bunlardan en çok bilinenler arasında fiyat/kazanç, piyasa/defter değeri ve firma değeri/faiz ve vergi öncesi kar, amortisman gibi değerleme rasyoları yer almaktadır. İncelenen sektöre bağlı olarak bir rasyo diğerlerine tercih edilebilir. Analizin son kısmında ise KDT'nin açıklayıcı gücünü ölçmek amacıyla kantitatif metodla elde edilen sonuçlar, piyasada işlem gören şirketlerin gerçek piyasa fiyatları ile karşılaştırılmaktadır. Karşılaştırmaların yapılacağı şirketler, genel piyasa endeksinden (IMKB100) ve sanayi şirketleri arasından seçilmiştir. Neticede ampirik bulgular gerçek piyasa fiyatlarının, kısıtlı girdi kümesine rağmen, cesaret verici bir doğrulukla tahmin edildiğini göstermektedir. Ek olarak, piyasa fiyatlarının gerçek firma değerlerini doğru yansıtmadığı, KDT'nin verdiği sonuçların daha doğru bir baz teşkil ettiği farz edilirse buna göre verilen yatırım tavsiyeleri, piyasa endeksinin getirişinin oldukça üzerinde getiriler sağlamaktadırlar.
-
ÖgeBankacılıkta Operasyonel Risk Ölçüm Modelleri Ve Sermaye Yeterliliğine Etkisi : Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren bir bankaya uygulanması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Teker, Dilek Leblebici ; Ülengin, Burç ; 175095 ; İşletme ; ManagementBankaların maruz kaldığı riskler öteden beri kredi riski ve piyasa riski olarak bilinmekteydi. Ancak piyasalarda sunulan ürün ve hizmetlerin gelişmesi ve daha karmaşık hale gelmesiyle ortaya çıkan fınansal skandallar sonucu operasyonel riskin bankalar için önemli boyutu anlaşılmaya başlanmıştır. Operasyonel risk genel olarak kredi ve piyasa riski dışında kalan tüm riskler olarak ifade edilmiştir. Basel Komite operasyonel riski "uygun olmayan ya da işlemeyen iç süreçler, insanlar, sistemler ya da dış etkenler nedeniyle ortaya çıkabilecek zarara uğrama riski" olarak tanımlanmıştır. Bu tanımdan yola çıkarak operasyonel riske neden olan faktörler; insan, sistem, süreç ve dışsal faktörler olarak sınıflandırılmaktadır. insan faktörü banka personelinin yapmış olduğu hata ve yolsuzluklar olarak tanımlanmaktadır. Sistem faktörü, banka sisteminden kaynaklanan hatalar, kapasite yetersizliği, sistemin güvensizliği olarak örneklendirilebilir. Operasyonel riske neden olan başka bir faktör bankanın süreçlerinde yaşanan aksaklıklardır. Banka iç süreçleri banka içi iletişimi ve kontrolü sağlamak amacıyla oluşturulmuş olsa da yanlış modellenmesi ya da yanlış Çeşitli raporlama hataları, banka içi iletişim eksikliği ve muhasebe hataları süreç faktörü altında incelenmektedir. Dışsal faktörler yasal ve politik olaylar, soygun, hırsızlık ve yolsuzluk gibi banka dışı kişilerin suistimali ve terör saldırıları olarak gruplanabilir. Basel II düzenlemesinin Temmuz 2004 tarihinde yayımlanmasıyla birlikte, bankacılıkta operasyonel risklerin tanımlanması, ölçümü ve sermaye yeterliliği oranına dahil edilmesi konusu daha güncel hale gelmiştir. Basel H'nin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte, bankalar, operasyonel risklerine neden olan faktörleri tanımlayacak, operasyonel risklerini ölçecek ve gerekli sermayeyi ayıracaklardır. "Bankacılıkta Operasyonel Risk ölçüm Modelleri ve Sermaye Yeterliliğine Etkisi: Türk Bankacılık Sektöründe Faaliyet Gösteren Bir Bankaya Uygulanması" başlıklı doktora tezinde operasyonel risk yönetim süreçleri detaylı olarak anlatılmaktadır. Bu tez çalışmasında operasyonel riskleri oluşturan faktörler, fınansal piyasalarda meydana gelen krizler ile örneklendirilerek anlatılmakta ve bankaların operasyonel risklerini ölçmede hangi yöntemlerin kullanılabileceği ve ölçülen risklerin banka sermaye yeterliliğine nasıl yansıtılacağı anlatılmaktadır. Tezin uygulama bölümünde, Türk Bankacılık sektöründe faaliyet gösteren bir bankanın gerçek verileri kullanılarak, bankanın operasyonel riskleri ölçülmüş, sermaye gereksinimi hesaplanmış ve sermaye yeterlilik oranına etkisi incelenmiştir.
-
ÖgePerformans değerleme sistemi etkinliğinin değerleyici ve değerlenen bakış açısından incelenmesi(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Çakmak, Ahmet Ferda ; Biçer, İsmail Hakkı ; 209097 ; İşletme ; Managementİşe yerleştirme, performans değerleme, eğitim ve motivasyon insan kaynakları yönetiminin dört temel unsurudur. Bunlar arasında performans değerleme, diğer üç sistemin kurulmasında bir önşart olması nedeniyle önem derecesinde en ön planda yer almaktadır. Ayrıca değerleme sayesinde çalışanların verimliliği belirlenir ve sürekli gelişim planlarıyla bireylerin desteklenmesi ve geliştirilmesi sağlanır. Sonuç olarak performans değerleme bir organizasyonun insan kaynaklarının verimliliğini arttırmada temel bir gerekliliktir. Performans değerleme sistemleri, organizasyon üyelerinin ortak hedefler doğrultusunda etkin bir şekilde çalışmasını sağlar. Dolayısıyla, hem kişisel olarak çalışanları hem de organizasyonu geliştirmek için kullanılan en kritik yönetim araçlarından biridir. Bu nedenle, değerleme sisteminin, arzu edilen sonuçları yaratıp yaratmadığı, diğer bir deyişle etkinliği devamlı olarak ölçülmeli, organizasyona daha fazla katma değer sağlaması için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada, konuyla ilgili yazın incelenmiş ve bu doğrultuda bir performans değerleme sistemi etkinlik modeli geliştirilmiştir. Araştırılan etkinlik modellemesinde değerleyici ve değerlenen konumunda olan çalışanların algı ve tutumları kullanılarak, değerleme sistemi etkinliğini belirleyen unsurlar incelenmektedir. Teorik beklentiler doğrultusunda oluşturulan etkinlik modeli, kamunun sahipliğini yaptığı özel bir işletmede sınanmıştır. Veriler, güncel yazın incelenerek özgün olarak hazırlanan bir soru formu aracılığıyla toplanmıştır. Soru formunda yer alan ifade grupları, önceki çalışmalarda geçerliliği ve güvenilirliği sınanmış ölçekler temel alınarak geliştirilmiştir. Toplanan veriler, yapılan betimleyici faktör analizlerinden sonra regresyon analizi yapılarak incelenmiştir. Elde edilen bulgular doğrultusunda, etkinlik modeli yeniden yapılandırılmış, modelin içerdiği unsurlar arasındaki ilişkiler açığa çıkarılmıştır. Araştırma sonuçları, daha önceden yapılmış çalışmalarla karşılaştırılarak oluşan farklılıklar yorumlanmıştır.
-
ÖgeTicari Firmaların Kredi Derecelendirmesi : İMKB Firmalarına Uygulanması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Boduroğlu, Çağlayan Şerif ; Teker, Suat ; 175091 ; İşletme ; ManagementCredit analysis is a study aims to give the credit suitable for the bank policy and take it back without any problem. Credit rating of a company is determined after credit analysis which compose of two parts; financial analysis and non- financial analysis. The non-financial analysis, which is a part of credit analysis is compose of morality, management structure analysis, group companies analysis, activity analysis, relations with other creditors and banks, competitive advantage analysis, risk analysis. On the other hand, financial analysis contains the interpreting process of the financial tables. By the help of the interpretation, it is possible to see the financial structure of the company and positive or negative development of the structure during the analyzed period. There are different methods of financial analysis, where most common method is ratio analysis which lets the analyst to interpret the financial tables by the help of mathematical relations between the items of financial tables. The results of financial analysis mostly depend on the interpretation of the analyst and can differ from one analyst to other. Because of that reason, financial analysis is a subjective study. Because of the Turkish accounting system, it is possible to account some of the transactions to the financial tables at different ways. Interest expenses item is a good example for these different applications. The interest paid to the bank loans can be accounted as interest expense at income statement or as inventory at balance sheet if the loans are used to finance the inventory. Like the example of interest expenses, these different entries of the transactions cause the interpretation of the financial analysis differ for each case. On the other hand, the management of the company can use these possibilities to make up the financial tables to increase their credit capacity. To interpret the tables correctly, these kind of balance sheet make up transactions should be cleaned and corrected. Xlll A few Turkish banks and some banks and credit rating companies at other countries use rarely credit scoring models at credit analysis studies. By the help of these credit scoring models, the credibility of a company is determined by objective criteria unlike the subjective classical credit analysis studies. This thesis study, offers a scoring model for the financial analysis of a company, as part of the credit analysis. The financial rating and credit score is determined depending on five financial criteria. These criteria are growth, liquidity, leverage, working capital management and profitability. All these five criteria are - -analyzed-and-scored by two different analysis, which are trend analysis and industry analysis. Trend analysis is the comparison of the related ratios with the previous year where industry analysis is the comparison of the ratios with the industry ratios. To score the real financial structure of the company, the balance sheet make up is cleaned at the scoring model. The offered scoring model is applied to 117 companies coated at Istanbul Stock Exchange Market (İSEM), between years 1993 - 2002. Then the credit scores are compared with the real credibility of the companies. The İSEM news are used to check the consistency between the results of the model and real life financial structure.
-
ÖgeGSM Sektörü İçin Müşteri Merkezli Bilgi Yönetimi Değerlendirme Modeli Tasarımı Ve Bir Uygulama(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Kulaklı, Atik ; Birgün, Semra ; 175089 ; İşletme ; ManagementGünümüz değişen dünyasında bilginin üretim süreci ve yönetimi, rekabetçi iş avantajı yakalamak açısından en temel faktör haline gelmeye başlamıştır. Kurumsal çalışan kimliğinin, insan ve sosyal sermaye boyutlarında geliştirilmesi ve uygun operasyonel sorumlulukların sağlanması, daha iyi bir gelecek oluşturulması açısından anlamlı bir strateji konusu olarak görülmektedir. "Bilgi temel güçtür" ve doğru kararların alınmasında bu güç, zayıf ve güçlü unsurlar arasındaki boşlukların belirlenmesinde, vizyon ve gerçekler temelinde evrensel kabul gören tüm boyutları içermektedir. Bilgi yönetimi süreçlerine ilişkin tartışmalarda bilgi yönetimi; bilginin yaratılması, geçerli kılınması, sunulması, yayılması ve uygulanma faaliyetleri olarak sınıflandırılabilir. Bilgiden yeterince yarar sağlanması, organizasyonun bilgi yönetimi faaliyetlerini dengeli bir şekilde oluşturması ile gerçekleşir. Genel olarak bu, organizasyonel kültür, teknoloji ve tekniklere ilişkin ihtiyaç duyulan değişikliklerin dengelenmesi sürecidir. Birçok organizasyonda insan, teknoloji ve tekniklere değişik ağırlıklarla ve birbirinden ayrı odaklanılarak bilginin yönetildiğine inanılmaktadır. Aslında insan, teknoloji ve tekniklere ayrı ayrı odaklanma, kuruluşun rekabetçi avantajı sürdürmesini sağlayamamaktadır. Bunun yerine teknoloji, teknikler ve insan faktörleri arasındaki etkileşimi esas alan yaklaşımlar ile bilgiyi etkin olarak yönetmek, günümüz çağdaş yaklaşımlarının temelini oluşturur. "Uygulamalardan öğrenilenler" ve sürekli gelişme döngüsü ile besleyerek öğrenmenin yaratılması, organizasyonun rekabetçi avantajını sürdürmesi ve korumasında temel etkendir. Evrimsel sistem perspektifi açısından bakıldığında, bu araştırma bilgi yönetiminin çağdaş sosyal organizasyona geçiş süreci yönünde bir katkı ve anlam içerdiği görülmektedir. Tez çalışmamız, GSM hizmet sektörüne yönelik pratik yöntem ile bilgi yönetimine ilişkin kavramsal boyutun birleştirildiği ve iş programlan için tanımlanmış kavramların kullanımını sağlamaktadır. Araştırmamız ayrıca, çalışanların tüm teknik ve kültürel içerikteki faaliyetleri esnasında, kurumsal bilginin yaratılması ve paylaşılması üzerinde etkisi bulunan unsurların belirli bir değerlendirme modeli çerçevesinde gözden geçirilmesine ve gelişimine destek vermektedir. Değerlendirme XV modeli, çalışma süreçlerine ilişkin tüm anahtar faktörlerin tanımlanmasını içermektedir. Araştırmanın faydalan olarak; bilgi yönetiminde temeldeki davranışlardan, bilgi yönetimine ilişkin stratejilerin oluşturulmasına değin oluşan bağlantılar gözönüne alınmaktadır. Bilgi yönetimi stratejisi organizasyonel kültürdeki ve bilgi teknolojilerindeki değişimleri veya her ikisini, maliyetleri düşürmek, yeni ürün ve hizmetleri zamanında pazara sunmak açısından yenilik boyutunda geliştirmeye yönelik çabalan vurgulamaktadır. Araştırmamız sektöre yönelik bir uygulama çalışması ile desteklenmiş ve test edilmiştir. Tez araştırmamız, bilgi yönetiminin değerlendirmesinin müşteri merkezli yaklaşım çerçevesinde çağdaş bilgi yönetimi yaklaşımı ile bütünleştirildiği ve bilgi temelli- merkezli tasarımı ortaya koymaktadır. Müşteri merkezli organizasyonel yapılanmada bilgi yönetimine ilişkin teorik çerçeve, GSM hizmet sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın kurumsal değerlendirme ve değişim programlannda kullanacağı bir yöntem olarak pratikte de kullanıma sahiptir. Tezimiz sekiz bölümden oluşmaktadır. Birinci ve beşinci bölümler, tezin teorik çerçevesinin oluşturulduğu ve içeriğin verildiği bölümlerdir. Birinci ve üçüncü bölümlerde, bilgi çağında yer alan uygulamalar açısından bilgiye ilişkin kavramlann son zamanlarda elde edilen araştırmalar ve çalışmalarda organizasyonel yapı, teknoloji ve yönetim kararları üzerindeki etkisi açıklanmıştır. Bölüm dörtte, daha iyi müşteri ilişkileri geliştirme kavramı dahilinde müşteri merkezlilik ve çağdaş iş yaklaşımlan açıklanmış, müşteri düşüncesi, yaşam stilleri, tüketici davranışları, değişen müşteri tabanı, segmentasyon ve müşteri ile ilgili konular incelenmiştir. Bölüm beşte, farklı alanlara yönelik uygulamada yer alan değerlendirme ve puanlama yöntemleri ve yaklaşımları tanımlanmış, tezimizin içeriği ile ilgili bilgi yönetimi ve müşteri ilişkileri yönetimi çalışmaları karşılaştınlarak farklı yaklaşımlara ilişkin detaylar sunulmuştur. Bölüm altı, tezimizde ortya konan modelin tasarım bölümü olup, bu bölümde değerlendirme modeli yapısı ve kriterleri oluşturulmuştur. Değerlendirme modeli aşağıda ifade edildiği üzere beş ana kriterden oluşmaktadır. Değerlendirme yapılacak şirket, değerlendirme çalışması esnasında ana kriterlere ilişkin tüm alt kriterleri karşılamak zorundadır. ? Bilgi Stratejisi Oluşturma ana kriteri (13 alt kriterden oluşmakta) Bilgi yönetimi amaç ve vizyonunu belirlemek, Temel bilgi ihtiyaçlannın belirlenmesi, Kritik bilgi yönetimi varlıklarının tanımlanması, Karlılık ve gelir beklentisi, Karar alma sistemi, Stratejik bilgi planlama, Bilgi elde etme stratejisi, Bilgi sıralama stratejisi, Bilgi paylaşımı ve geliştirme stratejisi, Bilgi koruma ve saklama stratejisi, Rekabete ilişkin düzey ve strateji oluşumu, Bilgi organizasyonu oluşturulması hedefi, Segmentasyon yapısının etkisi ? İş Süreçleri Yönetimi ana kriteri (12 alt kriterden oluşmakta) XVI Ürün ve hizmete yönelik değer sunumu, Pazarlama yaklaşımı, Satış ve kanal yönetimi, Müşteri hizmetleri/şikayet ve öneri yönetimi. Faturalama ve yasal yaptırımlar, Tahsilat ve gelir yönetimi, Hilekarlık (fraud) ve risk yönetimi, Bağlılık programlan yönetimi ve churn, Network yönetimi ve altyapı, Proje ve iş akış yönetimi, E-iş ve portaller, Arka ofis süreçleri ? Organizasyonel Ortam ana kriteri (1 5 alt kriterden oluşmakta) Üst yönetimin desteği, Yönetim ve organizasyon yapısı, İç müşteri bağlılığı, Eğitim, Motivasyon yetkilendirme ve ödüllendirme, İnsan Kaynaklan istihdam politikalan, İnsan Kaynaklan performans değerleme, İletişim modeli ve açıklık, Enformasyon akışı ve engellerin giderilmesi, Bilginin kurumsallaştırılması, Bilginin yaygmlaştınlması, İnanç ve değerler, Öğrenme, Yaratıcılık ve değişime açıklık, Dinleme ve anlama/özümseme düzeyi. ? Veri Yönetimi ana kriteri (1 0 alt kriterden oluşmakta) Veri yapısı, Veriye erişim ve kullanım, Veri giriş stardartları, Müşteriye ilişkin verilerin detayı, Veri kalitesi eksik ve yanlış veri, Veri saklama yöntemi, Veri güncelleme, Veri ve enformasyon entegrasyonu, Analiz yeteneği, Veri yönetiminde minimal işletim ve kolay modifikasyon. ? Teknoloji ve Sistemler Bileşeni ana kriteri (10 alt kriterden oluşmakta) Veri saklama ortamı ve araçlan, Analiz araçları, Temas noktası araçları, Operasyonel destek sistemleri ve altyapı, İletişim ağları ve araçları, Raporlama araçları, İş akış ve süreç modelleme araçlan, Belge yönetimi araçlan, İçerik yönetimi ve kütüphane yazılımları, Organizasyonel gelişim ve öğrenme araçlan. Değerlendirme çalışması esnasında, uygulamanın gerçekleştirildiği şirket, beş ana kritere ilişkin sonuçlann elde edilmesinde; Gerçekleşen iş sonuçlan ile bunlann gerçekleştirilmesi esnasındaki hedeflerini karşılaştırmalıdır. Modelin en önemli özelliği anlaşılabilir yapıda olmasıdır. Diğer değerlendirme modellerinde olduğu gibi, bu model de uygulama açısından kolaylıkla gerçekleştirilebilir. Model değerlendirme süreçlerinde etkin bilgi yönetimi faaliyetlerinin müşteri merkezlilik kavramı ve iş uygulamalan ile bütünleştirildiği özgün yapısı ile iş mükemmeliğine ilişkin rolleri tanımlamaktadır. Modelin yapısında var olan pratik uygulama yaklaşımı; iyileştirilmeye ihtiyaç duyulan müşteri ilişkileri yönetimi ile bilgi yönetiminin başansını destekleyen bir araç görevi de görür. Bölüm yedi, tezin uygulama bölümünde ortaya konan modelin test edildiği ve kriterlere ilişkin bulguların açıklandığı bölümdür. Bulgular, teorik araştırmalar ile ortaya konan yaklaşımları, uygulamanın gerçekleştirildiği şirkette kritik görev alanlanndaki çalışanlarla yüz-yüze mülakatlar, beyin fırtınası grup toplantıları, süreç sahiplerinin katılımında yapılan vaka çalışmaları, telefonla ve maille alman veriler, verilerin konsolidasyonu ve çeşitli faaliyet göstergeleri ile karşılaştırma gerçekleştirilmiştir. XVII Değerlendirme çalışması araştırmacı tarafından 2003-2004 akademik yılı içinde yapılmıştır. Bu bölümde model kriterlerine ilişkin inceleme yapılan alanlarda elde edilen bulgular detaylandınlmış ve puanlama tablosu herbir kriter için detaylı olarak hazırlanmış ve yayımlanmıştır. Bölüm sekiz, tezin sonuçlar ve öneriler bölümüdür. Burada bir önceki bölümde elde edilen değerleme sonuçlarına göre bulgular yorumlanmış ve iyileştirme yapılacak alanlara ilişkin öneriler ortaya konmuştur. Ayrıca bir sonraki değerleme döneminin tespiti ile tezin genel sonuçlan açıklanmıştır. Buna göre elde ettiğimiz genel sonuçlar belirtilecek olursa; ? Çağdaş bilgi yönetimi kavramı ve tanımına ilişkin bilinç yeterli düzeyde değildir. Bunun en temel nedeni de faaliyetlerin bu doğrultuda planlanmamış ve organize edilmemiş olmasıdır. ? Şirketin üst yönetimi ile organizasyonun alt katmanlarında iletişim kopukluklarına rastlanmıştır. Üst yönetimin yeterince destek olamaması ve dikkatini bu konu üzerinde yoğunlaştıramaması nedeniyle bilgi yönetiminde etkinliğe ulaşılamamaktadır. ? Model kriterlerine ilişkin bulgulardan elde edilenlere göre sadece K4 "Veri Yönetimi" ana kriterinde müşteri merkezlilik seviyesinin başlangıcında olunduğu, diğer ana kriterlerin ürün odaklı ve değer önerisinin çapının genişletildiği seviyelerinde dağılım gösterdiği saptanmıştır. Bulgular çerçevesinde düzeltilmiş puanlamaya göre şirket toplam 300 üzerinden 149 puan almıştır. Bunun sonucu olarak da iyileştirilmeye yönelik birçok alan tespit edilmiştir. ? Bu doğrultuda şirket, organizasyonel alanlar ile teknolojiye ilişkin alanlarda iyileştirme için anlayışa sahip olmuştur. Organizasyonel yapıya ilişkin iyileştirmeler daha kısa bir zaman diliminde gerçekleştirilebilirken, teknolojik adaptasyon ve yatırımların uygulamaya alınmasında zamana ihtiyaç vardır. ? Bir sonraki değerlendirme çalışması için kriterlerde en uzun süreyi kapsayan sürece (veri stoklama ve temizleme) göre değerlendirme çalışması periyodu belirlenmiştir. Şirketin veri ambarı, bununla uyumlu çalışacak diğer yazılım ve donanım bileşenleri ile birlikte veri madenciliği, müşteri ilişkileri yönetimi yazılımları, arka ofis ile iletişim ve etkileşim araçlarına yatırım yapması XVIII gerekmektedir. Bu yatırımın miktarı ve boyutu, şirketin finansal gücü ve bütçesine göre belirlenir. Üst yönetim teknik yatırımların uygun kombinasyonu kararı için satıcı firmalar ile danışmanlardan destek almalıdır. ? Elde edilen sonuçlara göre, değerlendirme çalışması fikirlerin ve düşüncelerin paylaşılması ve süreç çalışanlarının kendi alanları dışındaki süreçlere yönelik yargılarının da olumlu olmasına destek vermektedir. Şirket çalışanları araştırmacıya tezin uygulanması esnasında oldukça yardımcı olmuşlardır. Bu hem araştırmacı hem de süreç sahiplerinin bilgi yönetimi, müşteri merkezlilik ve takım çalışması açısından oldukça yararlı sonuçlar doğurmuştur. ? Katılımcıların ifade ettiğine göre; bir diğer ana sonuç da modelin açıklığı ve anlaşılabilirliğidir.
-
ÖgeTürkiye'de yazılım teknolojisi için teknoloji öngörüsü(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Yıldırım, Nihan ; Ansal, Hacer ; 206875 ; İşletme ; ManagementGünümüzün artan rekabet ortamında ekonomik gelişme sağlayarak toplumsal refaha ulaşmak için, gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, teknolojik yetkinliklerini geliştirmek ve yenilik üretme yeteneği kazanmak zorundadır. Bu hedefe ulaşmak, ancak ulusal ve sektörel düzeyde etkin ve kapsamlı bilim ve teknoloji politikalarının ve stratejilerinin oluşturulması ve uygulanması ile mümkündür. Bu kapsamda bilgi teknolojilerine ilişkin politikalar ise özellikle dijital bölünmeden kaynaklanan zorluk ve tehditleri, kısıtlı kaynaklar ile aşarak bilgi devrimine yetişmek açısından önceliklidir. Bu politikaların oluşturulması sürecinde ihtiyaç duyulan doğru ve etkin girdiler, ancak doğru kapsamda (ulusal, sektörel, mikro düzeyde), doğru alanlarda (kritik teknolojilerde), tutarlı, uygulanabilir, sonuç veren teknik ve metodlarla, doğru katılımcılarla gerçekleştirilecek etkin teknoloji öngörüleri tarafından sağlanmaktadır. Fiziksel yatırım gerektirmeyen, dinamik, özgün üretim ve inovasyon yapısı ile bir fırsat penceresi sunan yazılım teknolojisi bu kapsama en uygun kritik teknolojilerden biridir. Bu kavramsal çerçeve içinde, çalışmanın temel amacı; yazılım teknolojisinde, ulusal ve sektörel teknoloji politikalarının ve firma stratejilerinin oluşturulma sürecine katkı sağlayan bir teknoloji öngörüsü yaparak, ülkemizin teknoloji üretme yeteneği kazanmasına katkıda bulunmaktır. Bu amaçla, tez çalışmasında yazılım teknolojisinin değişim dinamikleri ve Türkiye'nin bu alanda konumu ve potansiyelini belirlemek üzere, farklı görüş ve tarafları temsil eden katılımcılarla Delphi anketi ve senaryo planlaması uygulanarak toplanan veriler ışığında Türkiye için SWOT analizi yapılmış, politika önerileri sunulmuştur. Türkiye'nin bu teknolojide yetkinleşmesiyle ilgili teknolojik altyapı sorunlarının yanısıra, ve hatta daha çok sosyal, politik ve sektörel sorunlara bağlı zorlukları bulunduğu görülmüştür. Bu zorluklar, Türkiye koşullarına özgün ve yazılımın evrimsel gelişim dinamiklerine uygun politikaların ve stratejilerin, iyi bir yönetişim, kurumlar, yapılar ve disiplinlerarası işbirliği ile ulusal mutabakat sonucu oluşturulması ve istikrarla uygulanması yoluyla aşılabilecektir.
-
ÖgeYatırım kararlarının değerlemesinde reel opsiyonlar : bilişim teknolojileri yatırım uygulaması(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006) Özoğul, Selçuk Altan ; Ülengin, Burç ; 208888 ; İşletme ; ManagementBelirsizligin kelime anlami, bir kisi ya da bir sey hakkinda yeterince bilgi sahibi olmamaktir. Belirsizligin deger yaratmasina imkan veren temel nitelik, gelecekte çözüme kavusma kapasitesidir. Her seyin tam anlamiyla kesin ve belirli oldugu bir dünya, planlama için ideal bir ortam olusturur. Eger atilacak tüm adimlarin doguracagi sonuçlar tam anlamiyla biliniyor olsaydi, yöneticiler hangi kararlar dogrultusunda getirilerini en üst seviyeye çekebileceklerinden emin olabilirlerdi. Ancak her seyin kesin oldugu bir dünya sadece bir idealden ibarettir. Yöneticiler belirsizlik ortaminda nasil hareket etmeleri gerektigini ve firmanin çikarlari dogrultusunda belirsizligi nasil en iyi sekilde yönetebileceklerini ögrenmek zorundadirlar. Genel olarak, birçok projede belirsizlige karsi ortaya konan tutum hatalidir. Yatirim kararlari, belirsizligin sadece kötü tarafi dikkate alinarak gerçeklestirilir. Bu durum literatürde ?Kötü Haber Ilkesi? olarak anilmaktadir ve birçok projenin yanlis gitme korkusu sebebiyle gerçeklestirilmedigi ya da olusabilecek en kötü senaryo ya göre planlandigi anlamina gelmektedir. Belirsizligin kötü tarafi genellikle risk olarak anilmaktadir. Bu düsünceyi yatirimlarla iliskilendirdigimizde, risk, projeyle ilintili herhangi bir seyin yanlis gitmesi durumunda, firmanin daha ilk asamada yatirim kararini vermesini mantikli kilan getiri öngörüsünün elde edilememesi olarak düsünülebilir. Sermaye bütçeleme kararlarinin degerlemesinde yaygin olarak kullanilan iki metot mevcuttur; Net Bugünkü Deger (NBD) ve Karar Analizi (KA). NBD metodu, gelecekteki nakit akislarinin bugünkü esdegerini göstermek için, genelde sermaye maliyeti ya da fonlarin firsat maliyeti dikkate alinarak belirlene n bir iskonto orani kullanir. NBD metodu yönetsel esnekligi dikkate almadan projenin degerini hesaplamaktadir. Bunun sebebi NBD metodunun projenin nakit akisinin daha önceden belirlenen sabit bir senaryo dahilinde gerçeklesecegini ve karar vericilerin belirlenmis yönetim stratejisini pasif olarak takip edecegini varsaymasidir. NBD metodu yöneticileri, belli bir tarihte, sadece o tarihe ait bilgileri kullanarak, projeyi yapma ya da yapmama karariyla sinirlamaktadir. NBD sistematik olarak gelecege ait karar asamalarini barindiran projelerin degerini oldugundan küçük göstermektedir. Halbuki yöneticilerin gelecekte olusacak kosullara bagli olarak takip eden kararlari uyarlama ve düzeltme kabiliyeti projenin nakit akisi dagiliminda asimetrilere yol açabilmektedir. Yöneticilerin projeleri terk etme, büyütme/küçültme, veya erteleme becerileri, bir esneklik sunmaktadir. Bu sayede belirsizligin kötü yanlarindan korunmak ve iyi yanlarini kullanip yükselme potansiyelinden istifade etmek mümkün olmaktadir. NBD metodu, sundugu tek bir nakit akisi senaryosu varsayimi xii dogrultusunda, bu degisimlere karsi bir adaptasyonun gerçeklesme ihtimalini göz ardi etmekte ve dolayisiyla bu esnekligin yaratacagi degeri hesaba katamamaktadir. Sonuç olarak NBD metodu, gelecekteki nakit akislarini deterministik bir biçimde ele alarak belirsizligin ortaya koydugu risklerin yaratabilecegi etkileri dikkate almamaktadir. Kullanilacak iskonto oraninin belirlenmesinin kesin bir yolu yoktur; bu hala tartismaya açik bir konudur. KA, belirsizligi ve yönetimsel esnekligi degerleme sürecine katabildigi için, stratejik karar alma süreçlerinde kullanilan oldukça faydali bir araçtir. KA metodunun kullanimi, yöneticilere, karar problemindeki olasi senaryolara (muhtemel olaylar) bagli tüm makul sonuçlari hiyerarsik olarak esleme imkani sunmaktadir. KA, kararlarini sadece bugünden elde edilebilen bilgiler üzerine temellendirmediginden, projenin gelisimiyle birlikte yeni bilgilerin elde edilebilecegini ve hatta bu bilgilerin projenin optimal tercihini de degistirebilecegini varsaymasindan dolayi NBD`den farklilasmaktadir. KA, diger klasik yöntemlerde gözlenen bazi sikintilara çözüm getirmesine ragmen, pratikte genis bir uygulama alani yoktur. Buna sebep, uygun iskonto oraninin ne olacagi hakkinda soru isaretleri olmasi ve bütün olasi sonuçlar modele gömüldügünde modelin analitik olarak çözümünün oldukça zahmetli olmasidir. Opsiyonlar teorisi, NBD ve KA gibi yöntemlerin belirsizlik altinda sermaye bütçeleme kararlarinin degerlemesi esnasindaki yetersizliklerine bir çözüm getirmek üzere gelistirilmistir. Opsiyonlar teorisi literatüre sunulmasinin hemen ardindan finans çevreleri tarafindan hizla kabul görmüs ve birçok farkli sermaye yatirimi kararlarinin degerlemesinde kullanilmistir. Opsiyonlar genelde önceden belirlenmis bir zaman dilimi içerisinde, önceden belirlenmis bir fiyattan, taraflardan birinin finansal bir varligi satin alma ya da satma hakkina sahip oldugu ancak bu kararinda hiçbir yükümlük tasimadigi iki tarafli bir anlasma olarak tanimlanir. Yükümlülük tasimadan bu haklara sahip olmanin finansal bir degeri vardir; dolayisiyla yatirimcilar opsiyonun sundugu haklari satin almak zorundadirlar. Opsiyonlar degerlerini diger varliklar üzerinden kazandiklari için literatürde türev enstrümanlar olarak adlandirilirlar. Opsiyonun en önemli özelligi sagladigi getirinin asimetrik olmasidir. Opsiyon sahibi belirsizligin olumsuz tarafi olan riski sadece opsiyonun maliyetine katlanarak sinirli bir seviyede tutabilirken; belirsizligin olumlu potansiyelinden faydalanarak teorik olarak kazancini sonsuza çikartabilir. Opsiyonlar, islem görebilecekleri zamana göre de siniflandirilabilir. Amerikan tipi opsiyonlar yazildiktan sonra vade tarihi dahil herhangi bir zamanda isleme konulabilir. Avrupa tipi opsiyonlar ise sadece vade tarihinde isleme konulabilmektedir. Reel opsiyonlarin tanimini finansal opsiyonlarin tanimiyla karsilastirdigimizda finansal opsiyonlar sadece finansal bir varligi satin almak ya da satmakla sinirli iken; reel opsiyonlar daha genel bir anlamda ?birsey yapmak? olarak tanimlanabilir. Diger açilardan finansal ve reel opsiyonlar tamamen benzerlik göstermektedir. Reel opsiyonlar metodu, analistlere, yönetsel esneklikler ve projenin gelisimi sirasinda yapilan stratejik hamleler gibi kolaylikla niceliklestirilemeyen ögelerin etkilerini yatirimi degerleme sürecine katma imkani sunmaktadir. Bu ögelerin degerleme sürecine katilmasi, projenin yapisina esneklik katar. Bu esneklik herhangi xiii bir yatirimin ya da projenin dogasini ciddi anlamda degistirebilir. Ayrica, reel opsiyonlar metodu arbitraj fiyatlama teknikleri kullanarak mevcut esneklikleri daha adil bir sekilde degerle mekte ve olusabilecek bazi degerleme hatalarini da düzeltmektedir. Bununla beraber, reel opsiyonlar metodu, simdiye kadar var olan tekniklerin tamamiyla yerini alacak bir yatirim degerleme araci olarak görülmemelidir. NBD metodu ve reel opsiyonlar metodu karar verme asamasinda birbirini tamamlayan araçlar olarak düsünülmelidir. Bazi yatirimlarin degerlemesine klasik NBD teknikleri uygunken, bazilari ise reel opsiyonlar teknigi ile degerlemeye uygundur. Klasik metotlar ilimli, istikrarli ve seffaf is yapisina sahip, karmasik olmayan ve güvenilir tahminlerde bulunulmasina imkan taniyan yatirimlarin degerlemesinde kullanilmalidir. Reel opsiyonlar metodu ise, yeni bilgilerin deger katacagi, belirsizlik tasiyan yatirimlarin karara baglanmasinda kullanilmalidir. Dolayisiyla reel varlik yatiriminin gerçek degerini belirlemek için klasik NBD metodu kullanilarak hesaplanan beklenen nakit akislarinin pasif (statik) NBD'i ile reel opsiyonlar metodu kullanilarak hesaplanan mevcut esnekliklerin degeri birbirlerine eklenmelidir. Reel varlik yatiriminin gerçek degeri Gelistirilmis (Stratejik) NBD olarak adlandirilir. Reel opsiyon yaklasiminin uygulama alanlari giderek genislemektedir. Ilk ve en bilinen reel opsiyon uygulamalari petrol ve maden gibi dogal kaynaklar üzerinedir. Günümüzde, reel opsiyonlar metodu sadece dogal kaynaklarin isletilmesine dayali projelerle sinirli degildir. Teorik gelismelerin yani sira, reel opsiyonlar metodunun uygulama alanlari hizla artmaktadir. Is stratejilerinin ve piyasa degerinin belirlenmesinde, sözlesme degerlemesinde, portföy yönetiminde ve risk yönetiminden, mühendislik tasarimlarinin modellenmesine kadar bir çok uygulama alani mevcuttur. Reel opsiyon metodolojisi, dogal kaynaklarin isletilmesinden, gayrimenkuller, ARGE, bilisim teknolojileri, eczacilik, imalat, yönetim denetimi ve altyapi çalismalarina kadar pek çok farkli alanda uygulanmaktadir. Reel opsiyo nlari degerlemek için kesikli ve sürekli zaman olmak üzere iki ayri modelleme yaklasimi kullanilmaktadir. Çoklu-nominal agaçlar (multinominal lattices) kesikli zaman yaklasimini olustururken öte yandan kapali formda denklemler, stokastik diferansiyel denklemler ve Monte Carlo Simülasyonu teknikleri sürekli zaman yaklasimlarini olusmaktadir. Bütün bu yaklasimlar finansal opsiyon degerleme prosedürleri baz alinarak gelistirilmistir. En yaygin olarak kullanilan modelleme yaklasimlari Black-Scholes modeli ve binom modelidir. Kapali form denklemler sinifina giren Black-Scholes modeli 1973'te temettü ödemesinde bulunmayan Avrupa tipi alim ve satim opsiyonlarini degerlemek için gelistirilmistir. Günümüzde kullanilan opsiyon fiyatlama tekniklerinin çogu Black-Scholes yaklasiminin bir altkümesidir. Binom modeli, agaç yaklasimlari arasinda en yaygin olarak kullanilanidir. Nakit akisina bagli varligin davranisini yaklasik olarak tahmin etmek için binom agaçlarini kullanan binom modeli 1979'da Cox, Ross ve Rubinstein tarafindan gelistirilmistir. Arastirmalar, Black-Scholes modelinin, binom modelinin özel bir hali oldugunu göstermektedir. Verdikleri sonuçlar da birbirlerine oldukça yakindir. Bu çalismada, e-ticaret sektöründeki bir firmanin gündemindeki olasi bir bilisim teknolojisi yatiriminin optimum zamanlamasi opsiyon teorisi yardimiyla analiz edilmistir. Yatirimi degerlemek için kullanilan matematiksel model, standart Black- Scholes modeli üzerinde bazi düzenlemelere gidilerek, olusturulmustur. xiv Ertelenebilme esnekligini tasiyan bu yatirimin öngörülen zaman araligi içerisinde herhangi bir anda gerçeklestirilebilecek olmasindan ötürü ancak Amerikan tipi opsiyonlarla modellenmeye uygundur. Normalde Avrupa tipi opsiyonlari degerlemede kullanilan standart Black-Scholes modelinin, Amerikan tipi opsiyonlarin degerlemesinde kullanilabilmesi amaciyla, Black yaklasimi matematiksel modelimize dahil edilmistir. Analiz platformu olarak Microsoft® Excel yazilimi seçilmistir. Microsoft® Visual Basic for Applications programlama dili kullanilarak bu platform üzerinde bir opsiyon degerleme otomasyonu gelistirilmistir. Yatirimin bünyesindeki belirsizlik ve esneklik ekonomik degerleme sürecine katilarak analiz edilmis ve bir deger biçilmistir. Opsiyonun sundugu bu deger ile klasik NBD metodu kullanilarak elde edilen deger toplanarak yatirimin gelistirilmis NBD'i ve ideal yatirim zamanlamasi belirlenmistir. Bu arada opsiyon degerine etki eden parametreler ve birbirleriyle olan etkilesimleri incelenerek, yorumlanmistir. Sonuç olarak, önerilen otomasyon, gerek nakit akislarinin gerekse de ana ekonomik faktörleri dikkate alarak, karar vericiye gelecekte olasi senaryolari kapsayan etkin ve esnek bir çözüm sunmaktadir. Ortaya konan detayli yol haritasi model parametreleri cinsinden hassasiyet analizi sunarken, sonuçlar bu parametreler arasi baglantilari irdeleyen tablo ve grafiklerle sunulmus ve negatif NBD'e sahip bir projenin bile barindirdigi stratejik degerler ve olusabilecek piyasa kosullari neticesinde karli bir yatirima dönüsebilecegi gösterilmistir.
-
ÖgeBilişim Sistemleri Gelişmişlik Düzeyi Ve Yönetim Önceliklerinin Bilişim Sistemleri Üst Düzey Yöneticisinin Rollerine Etkisi: Finans, Sanayi Ve Kamu Sektörlerinde Bir İnceleme(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007) Albayrak, Ruşen Ahmet ; Biçer, İsmail Hakkı ; 227573 ; İşletme ; ManagementTeknoloji kullanımının yaygınlaştığı ve kolaylaştığı bir ortamda, yeni bilgi teknolojilerinin kuruluşlara kazandırabileceği rekabetsel üstünlük, ancak bilgi veya teknolojinin etkin yönetilmesiyle elde edilebilir. Modern örgütsel yapılanmalarda, kuruluşların bilişim sistem ve teknolojilerinin yönetiminden, Bilişim Sistemleri Üst Düzey Yöneticileri (BSÜDY / Chief Information Officer - CIO) sorumludur. Bilişim Sistemleri Üst Düzey Yöneticisi'nin kaynaklarda geçen rolleri, kurumların bilişim teknolojisi ve sistemleri yönetiminin gelişim sürecini göstermesi açısından da önem arzetmektedir. Çeşitli ülkelerde yapılmış çalışmalarda, bilişim sistemleri yöneticisinin kişisel özellikleri, örgütsel yapılanmadaki yeri ve çalıştığı kuruluşun Bilişim Sistemleri gelişmişlik düzeyinin yönetici rollerini nasıl etkilediği araştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı, Gottschalk'ın (2002) Norveç'te yaptığı çalışmada kullandığı modelden yola çıkarak, Bilişim Sistemleri Üst Düzey Yöneticisi'nin rollerini ve bu rolleri etkileyen faktörleri ortaya koymaktır. Esinlenilen modelden farklı olarak, BSÜDY'nin bilişim sistemleri yönetim öncelikleri de bilişim sistemleri yönetici rollerini etkileyen ikinci bağımsız değişken olarak çalışmaya ilave edilmiştir. Yönetim öncelikleriyle güçlendirilmiş yeni model, Türkiye'de finans, sanayi ve kamu sektörlerinde görev yapan 130 BSÜDY üzerinde test edilmiştir. Veriler, güncel yazın incelenerek hazırlanan bir soru formu aracılığıyla toplanmıştır. Soru formunda yer alan ifade grupları, önceki çalışmalarda geçerliliği ve güvenilirliği sınanmış ölçekler temel alınarak geliştirilmiştir. Toplanan veriler, betimleyici faktör analizlerinden sonra regresyon analizi yapılarak incelenmiş, modelin içerdiği unsurlar arasındaki ilişkiler açığa çıkarılarak daha önce yapılmış çalışmalarla benzerlikler ve farklılıklar tanımlanmıştır. Yeni model; yazın incelemesinde yer alan çalışmalarda kullanılan modellere ek olarak, BSÜDY rollerine BS yönetim önceliklerinin etkisini de ele almış ve Türkiye örnekleminde rollerdeki değişikliği açıklamada daha başarılı bir sonuç vermiştir. Araştırmanın yapıldığı sektörlerdeki BS yönetim öncelikleriyle ilişkili olarak; kaynak sağlayıcı, girişimci ve lider gibi BS biriminin iç işleyişiyle ilgili BSÜDY rollerinin ön plana çıktığı; dış temsilci, takipçi ve sözcü gibi dışa dönük rollerin ise göreceli olarak daha geri planda kaldığı bulunmuştur.
-
ÖgeEtkin Piyasa Hipotezi Ve Gelişmekte Olan Hisse Senedi Piyasalarında Eşhareketlilik(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007) Çelik, Tankut Taner ; Taş, Oktay ; 227574 ; İşletme ; ManagementBu çalışmanın öncelikli amacı gelişmekte olan ülkelerde zayıf etkinliğin araştırılması ve bu ülkeler arasında artan karşılıklı etkileşimlerin piyasa etkinliği açısından yansımalarını incelemektir. Bu nedenle, gelişmekte olan 12 ülkenin hisse senedi piyasaları, Nisan 1998- Nisan 2007 dönemine ait haftalık verilerine dayanılarak dizilim, birim kök ve varyans oran testleri kullanılarak zayıf etkinlik bakımından test edilmiştir. Birim kök testlerinde Geliştirilmiş Dickey Fuller testinin yanı sıra Phillips Perron ve KPSS birim kök testleri kullanılmıştır. Aynı zayıf etkinlik testleri Nisan 2002- Nisan 2007 alt dönemi içinde ayrıca gerçekleştirilmiştir. Test edilen gelişmekte olan ülkeler Arjantin, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Mısır, Endonezya, Macaristan, Hindistan, İsrail, Kore, Meksika, Rusya ve Türkiye'dir. Bulgular, çoğu ülke için zayıf etkinliği destekler nitelikte olmuştur. Bütün testler tarafından zayıf etkinliğin reddedildiği bir ülke bulunmamaktadır. Öte yandan, Kore ve Türkiye piyasalarında zayıf etkinlik hiç bir test tarafından reddedilememiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde yukarıda belirtilen ülkelerden Rusya hariç onbir gelişmekte olan ülke için eşhareketlilik Etkin Piyasa Hipotezi çerçevesinde incelenmiştir. Bu bölümde çoklu analize izin verdiği için Johansen eşbütünleşim metodolojisi kullanılmıştır. Nisan 1998 - Nisan 2007 dönemi için gerçekleştiren eşbütünleşim testlerinde 2 eşbütünleşim vektörünün varlığı tesbit edilmiştir. Ancak oluşturulan Vektör Hata Düzeltme Modelinin açıklama gücünün zayıf olması nedeni ile Etkin Piyasa Hipotezini ihlal edecek bir kanıt bulunamamıştır.
-
ÖgeAn Expert System For Auditing Six Sigma Project Implementations(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007) Özturaç, Kürşat Naci ; Bayraktar, Demet ; 227557 ; İşletme ; ManagementBu çalışmada geliştirilen prototip Uzman Sistem (EDeSis), Altı Sigma uygulamalarındaki faz geçiş toplantıları vasıtasıyla projenin finansal ve operasyonel olarak hedeflendiği şekilde yürütüldüğünü yargılamak için finansal temsilciye karar desteği sağlamayı amaçlamaktadır. Prototip sistem, EDeSis Altı Sigma programında uzman ve yöneticilerin sezgisel ve bilgi birikimlerinin yeni finansal temsilcilere aktarılması ve finansal temsilcilerin iyi planlanmış ve standartlaşmış prosedürlerle eğitilmesini sağlamayı hedeflemektedir. Böylece iş birimi finansal temsilcisinin eğitimi yoluyla Altı Sigma projesinin uygulanmasının denetimi konularında standardın yükseltilmesi sağlanacaktır. Geliştirilen karar destek sistemi istenilen zaman ve düşük maliyetle kararın kalitesini iyileştirebilir. Bahse konu projelere uygulanan uzman karar destek sistemi EDeSis, işletme yönetimlerin ihtiyacı olan tarafsız bir değerlendirme aracı olarak iç denetim alanına katkı sağlamıştır. Uygulama sonuçları, aynı zamanda literatürde yer alan, daha standart bir Altı Sigma uygulaması formatı yaratılması çalışmalarına destek olmuştur.