LEE- Afet Yönetimi-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Çıkarma tarihi ile LEE- Afet Yönetimi-Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeEarthquake performance and project budget comparison of a conventional building and a seismically isolated building(ITU Graduate School, 2021) Çatlıoğlu, Oğuzcan ; Yanık, Arcan ; Bilir Mahçiçek, Senem ; 678180 ; Disaster ManagementIn the structural design process, various design methods are used all around the world. Seismic isolation is a relatively new method for designing earthquake-resistant structures in comparison with the conventional design approaches. Basically, all the design methodologies specified in the codes and specifications aim to protect life safety of the residents in the building by resisting the forces that may be occured by earthquakes. The energy released by the earthquake must be absorbed by structural elements before the structural failure occurs. While the structures that are designed according to conventional design approaches dissipate the earthquake energy by the help of the possible damages that may be occurred in its structural elements, the aim of base isolation usage is to diminish the effect of the forces that are transmitted to the structure from the ground. Therefore, in base-isolated buildings, the structural elements would be less damaged, and the structure may not lose its functionality after being exposed to different earthquake excitations. Seismic isolation devices are placed into the base of a structure to enhance the ability of energy dissipation. The energy is absorbed by the displacement of the isolation level. This reduces the earthquake effects that the building experiences. In this study, a five-storey structure is chosen to be analyzed from both earthquake safety and cost perspectives. Time history analysis are carried out with SAP 2000 software. The building's width and height are chosen as 40 m and 15 m, in a respective way. The buildings that have same width and height are modelled for two cases. One with fixed base and the other with base-isolation. Time History analysis are performed for both cases by using the same earthquake record to determine the earthquake performance of the buildings. In Case I, the fixed-base building is used. The earthquake performance of the building is obtained by the help of time history analysis. Secondly, a base isolated building is modeled and analyzed. In addition to the comparison of earthquake performance, this study evaluates the cost of these two cases. With no doubt during an earthquake the life safety is the primary concern however financial situation must also be taken into account during the design process. Cost estimation plays a prominent role for financial project budget. It aims to maintain the project with the available resourses. These resources, of course, have limitations since every project have its own budget and time-limit. The method of design has a great impact on the project budget of the building. Design method affects not only the construction cost of project, but also service-life of the project. The costs of both conventional and seismically isolated buildings are calculated. Then, the seismically isolated and conventional buildings are compared in terms of their seismic performance and the project budget.Finally, the result of seismic performance and the cost benefit are presented and discussed according to findings of the analysis. It is obtained from this thesis that, although the initial construction cost of the seismically isolated structure is obviously more than the conventional building, eventually in a possible earthquake scenario seismic isolation may provide financial advantage over the conventional building case.
-
ÖgeAn evaluation about decision-making mechanisms within the scope of disaster management(Graduate School, 2022-05-16) İskender, Begüm ; Trabzon, Levent ; 801181047 ; Disaster ManagementThe Decision-making process in the disaster management cycle has a very significant role in making versatile and effective actions at any level of management for people including disaster managers. People may face any emergency situation or any type of disaster in an unprecedented scale and psychological extent so corresponding decisions on disaster management should be taken at the highest possible reliable level. Thus, it is very crucial to make the right decisions before/during/aftermath the disasters in order to minimize any risks which have the capacity to transform any level of hazards related to life, economy and infrastructure. This thesis's main idea is to scrutinize appropriate decision-making methods which can be useful in compatibility between two systems of thinking, called "System 1" and "System 2", otherwise they are computing to each other to induce unconditioned risk management. The thesis is based on a general literature review in disaster management and a new hypothetical decision-making model for every phase of disaster management will be proposed. The model is composed of two main different parameters of critical level and number of decisions relative impact of the time. The model is formulated and named as "Density of Decisions". It may be possible that in future studies, various parameters e.g "Decision Quality" which are related to the field can be added to the formula. Thus, the decision-making process in disaster management can attain accurate results with a measurable perspective since the level of management difficulty is linked to the density of decision model. Also, disaster managers who aim to be entitled to disaster management will be able to evaluate the effectiveness in their opinions by using the hypothetical model. Integrating two modes of thinking into our model will surely enhance disaster manager's point of view in the decision-making process while they have to make multiple decisions under uncertainties in struggling severe situations. The contribution of this research will be influential and productive in making well-directed decisions and there will be a chance to verify or interrogate their actions with the aid of different branches of science.
-
ÖgeCoğrafi bilgi sistemleri ile Covid-19 pandemisinin yönetimi ve bir salgın olayının yarattığı mekansal kırılganlığın CBS kullanılarak tespit edilmesi: Beşiktaş ve Sarıyer(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-24) Demir, Gülnur ; İskender, Hikmet ; 801181048 ; Afet YönetimiGünümüzde teknoloji hızla gelişip bir çok soruna çare olsa da, yetersiz kaldığı alanlar olabiliyor. Dünyamız 2019 senesinin aralık ayından beri görünmeyen bir düşmanla yani bir virüsle savaşmaktadır. Dünyamız, ortaya çıkan koronavirüs ile savaşırken bir çok sorunla karşı karşıya kalmıştır ve gerekli tepkiyi gelişen teknoloji ve tıbbi yöntemlere rağmen çok hızlı bir şekilde verememiştir. Bu durum yeni nesil bir salgının teknoloji ile nasıl yönetilebilir sorusunu daha çok akıllara getirmiştir. Yaşadığımız çağda nüfusun hızla artması ve kaynaklarımızın kısıtlı olmasından dolayı yaşamımızı sürdürülebilir hale getirebilmek için kaynak planlamasıNA ve yönetimine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple son dönemlerde veri ve veri biliminin önemi ön plana çıkmaktadır. Coğrafi bilgi teknolojileri farklı disiplinlere veri sağlayan, verilerin analiz edilmesine ve farklı veri tabanlarının entegre bir şekilde çalışmasına olanak sağlayan bir sistemdir. Bir nevi veri havuzu niteliğindedir. Aynı zamanda konumsal verilerle çalışabilen ve bu sebepten zamandan ve ekonomiden tasarruf ederek, hızlı karar üretebilmemizi sağlayan bir sistem olarak ön plana çıkmaktadır. Dünyamızın son üç yıldır mücadele ettiği virüs artık bir salgın haline gelmiştir. Pandemi süreci aslında bir afetin içerisinde olduğumuzu bize göstermiştir. Bu sebeple pandemi döneminde en iyi şekilde korunabilmek ve kaynakları en iyi şekilde yönetebilmek için bütünleşik bir afet yönetimi uygulanmalı, bu uygulamalar da veri biliminin ışığında yapılmalıdır. Dolayısıyla pandemiyi etkin bir şekilde yönetebilmek için afet yönetimi uygulamaları coğrafi bilgi teknolojileri ile entegre edilerek planlamalar yapılmalıdır. Bu çalışmada, Türkiye'nin en büyük metropolü İstanbul ilinin komşu olan Beşiktaş ve Sarıyer ilçelerinde koronavirüsün meydana getirdiği mekânsal kırılganlığın ne derecede olduğu ve afet yönetimi kapsamında ilk olarak hangi alanlara müdahale edilmesi gerektiği, coğrafi bilgi sistemleri ile incelenerek ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Yapılan çalışmalar sonrasında sonuç kısmı oluşturularak değerlendirmeler ve öneriler paylaşılmıştır.
-
ÖgeSürdürülebilirlik perspektifinden petrol endüstrisinde iklim değişikliğine yönelik zarar azaltma çalışmaları: İstanbul akaryakıt istasyonları örneği( 2024-01-29) Bayram, Gönenç ; İskender, Hikmet ; 801191042 ; Afet Yönetimiİklim değişikliği, tüm dünyanın kabul ettiği en güncel ve en ciddi çevresel tehdittir. Artan hava kirliliği ile birlikte küresel ısınma hızlanmış; sera gazının olumsuz etkileri yanında doğal afetlerin sıklığı, yoğunluğu ve öngörülemezliği de artmıştır. Sıklıkla yaşanan kasırgalar, seller, kuraklıklar ve yangınlar her seferinde toplulukları ve ekonomileri olumsuz etkileyerek insan hayatına ve çevreye büyük zararlar vermektedir. Özellikle zarar görebilirliği ve kırılganlığı yüksek olan ülkelerde afetlerin etkileri daha da büyük olmaktadır. Yaşanan afetler sonrası gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınma olanakları ortadan kalkmaktadır. Yoksul nüfusun yoğun olduğu kentlerin sahip oldukları altyapılarıyla, iklim değişikliği ve afetler karşısında kırılganlıkları artmaktadır. Bu nedenle, toplumların dirençli ve dayanıklı olma kapasitelerini artırmak, afetlerle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma için hayati önem taşımaktadır. Küresel boyutta iklim değişikliğine karşı oluşturulan zarar azaltma stratejilerine öncülüğü petrol endüstrisi göstermektedir. 1970'li yıllardan itibaren petrol ürünlerine bağlı emisyonların önlenmesi ve ekonomiye tekrar kazandırılması için teknolojik geliştirmeler ve bunları destekleyen yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu çalışmada, ülkemizde 2018 yılında yürürlüğe giren yönetmelik ile birlikte zorunluluk haline gelen akaryakıt istasyonlarında benzin kaynaklı uçucu organik bileşik emisyonunun önlenmesinin ve ekonomiye geri kazanılmasının iklim değişikliğine yönelik zarar azaltma çalışmalarına nasıl katkıda bulunabileceği incelenmiştir. Akaryakıt istasyon sayısı ve perakende satış miktarı en fazla olan İstanbul ili içinde bir akaryakıt dağıtım firmasına ait 124 adet istasyon örnekleme ile seçilerek çalışma alanı sınırlandırılmıştır. Örnekleme alınan istasyonların akaryakıt tanklarına dolum ve depolama (Faz I) ve taşıtlara ikmal (Faz II) aşamalarındaki benzin buharı emisyonları, 2022 yılına ait benzin satış miktarı, tanktaki ürün sıcaklığı, aylık ortalama hava sıcaklığı ve uçuculuk (RVP) değerleri kullanılarak literatür araştırması sonucu seçilen ampirik hesaplama modelleri ile öngörülmeye çalışılmıştır. Ayrıca Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kullanılarak istasyonların çevresel etkileri incelenmiştir. Elde edilen veriler ışığında, yakın zamanda uygulamaya geçen benzin buhar geri kazanım sistemlerinin, benzin kaynaklı emisyonları önleyerek hem akaryakıt istasyonlarının çevresel etkisini azaltacağını hem de ekonomiye geri kazandırılan ürün buharı ile birlikte ülkemizin sürdürülebilir kalkınma ve 2053 net sıfır emisyon hedeflerine önemli düzeyde katkıda bulunacağı kesin bir biçimde değerlendirilmektedir. Çevresel sürdürülebilirlik ve emisyon azaltma çabaları, iklim değişikliği ile mücadelede kritik bir rol oynamaktadır.
-
ÖgeAfet yönetiminde ikincil travmatik stresin SAR Arama Kurtarma Gönüllüleri üzerindeki etkisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-07) Erdemir, Şeymanur ; Kahya, Ceyhan ; 801211040 ; Afet YönetimiÜlkemizde 2000 yılından günümüze son 23 yılda 201 adet doğa ve insan kaynaklı afet meydana gelmiş; sonucunda ise 10.713.555 kişi etkilenirken toplamda 54.492 kişi hayatını kaybetmiştir. Değişen iklim koşulları göz önüne alındığında ise bu sayılarda artış görülmesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu hususta afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla devlet yönetimlerinin izlediği politika ve stratejiler kadar bireylerin aldığı önlemler de afetlerin muhtemel sonuçlarına önemli derecede etki etmektedir. Doğru stratejilerin belirlenmesi ve toplumun afet yönetimine katılarak devlet-toplum iş birliğinin sağlanması için bireylerin afetler konusundaki algıları incelenmeli ve tedbirler buna yönelik geliştirilmelidir. Bu amaçla afet müdahalelerinde görev alan arama kurtarma ekiplerinden başlayarak bu ekiplerdeki bireylerin psikolojik durumlarını, afet sonrası afete hazırlık konusundaki inançlarını ve davranışlarını anlamaya yönelik bir çalışma yapılması amaçlanmıştır. Çalışma örneklemi AFAD tarafından akredite edilen ve ilgili eğitimlere tabi tutulan SAR (Search and Rescue) Derneği gönüllülerinden oluşmaktadır. Araştırma kapsamında katılımcıların tamamı sosyo-demografik özelliklerin öğrenilmesi amacıyla Kişisel Bilgi Formu'na; afet hazırlık davranışları ve bu davranışların afetler sırasındaki ihtiyaçlara olumlu yanıt vereceğine dair inançların ölçülmesi amacıyla Afetlere Hazırlık Anketi ve Afet Hazırlık İnancı Ölçeği'ne; afet müdahale çalışmalarına gönüllü olarak katılım sağlayanlar ise ek olarak İkincil Travmatik Stres Ölçeği'ne yanıt vermişlerdir. Katılımcıların yanıtları değerlendirildiğinde ikincil travmatik stres faktörü ile afetlere hazırlık inançları arasında güçlü düzeyde pozitif bir ilişki bulunurken afet hazırlık davranışları ile arasında negatif bir ilişki gözlemlenmiştir. Diğer taraftan elde edilen bulgulara göre 18-30 yaş grubunu kapsayan katılımcıların ikincil travmatik stres düzeyinin 30 yaş üstü katılımcılara göre daha fazla olduğu anlaşılırken; hazırlık eylemlerinin ölçüldüğü Afet Hazırlık Anketi'ne göre 30 yaş ve üzeri katılımcıların afetlere karşı daha hazır olduğu ortaya çıkmıştır. Cinsiyet faktörü incelendiğinde ise kadın olmanın ikincil travmatik stres için bir risk grubu oluşturduğu gözlemlenmiştir. Katılımcıların afetlere hazır olma ve inanç durumları diğer sosyo-demografik özellikler bakımından kıyaslandığında ise; medeni hal, çocuk sahibi olma, meslek grubu, eğitim düzeyi ve sosyo-kültürel düzeyin herhangi bir etkisi olmadığı bulgulanmıştır. Afetlere karşı dirençli bir ülke oluşturmak, toplum ile birlikte hareket etmekle mümkündür. Bu doğrultuda bireylerin afet algısını etkileyecek olumsuz psikolojik etkenleri azaltmak adına proaktif davranılmalı ve özellikle afet sahasında çalışan meslek elemanlarına yönelik psikolojik dayanıklılık kazandırılmak üzere afet öncesinde çalışmalar yapılmalı; yapılan çalışmalar ise her yaş grubu için afet bilinci eğitimleri ve tatbikatlar ile desteklenmelidir.
-
ÖgePetrol ürünleri kaynaklı endüstriyel kazaların etki alanı modellemesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-12) Koraş, Derya ; Dertli Saloğlu, Didem ; 801211003 ; Afet YönetimiEndüstriyel tesisler, çeşitli sektörlerde hammadde ve bileşenlerin işlenmesi, üretimi ve depolanması için malzeme, ekipman ve işgücü gibi kaynakların organize edilerek faaliyetlerin gerçekleştirildiği fiziksel mekanlardır. Çeşitli kimyasallar ile işlem yapılan bu işletmelerde, beklenmedik toksik, reaktif veya yanıcı sıvı ve gaz salınımları sonucunda ortaya istenmeyen sonuçlar çıkabilmekte ve bu olaylar canlılarda ve çevrede beklenmedik etkilerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. İtalya'nın Seveso kasabasında gerçekleşen endüstriyel kaza sonrasında, endüstriyel kazaların oluşmasının engellenmesi ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla hazırlanmış olan Seveso Direktifi kabul edilmiştir. Önce Bhopal'de ve Mexico City'de, sonrasında da Enschede, Baia ve Toulouse'daki yaşanan kazalar direktifin tekrardan gözden geçirilmesi gerekliliğini ortaya koymuş ve AB, SEVESO II'nin kapsamını genişleterek direktifi 16 Aralık 2003 tarihinde yayımlamış ve bu direktif ile tehlikeli maddeler içeren büyük endüstriyel kazaların önlenmesine yönelik çeşitli kontrol yükümlülükleri getirmiştir. Seveso-II Direktifinin ülkemiz mevzuatına uyumlaştıran "Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik (BEKRA)" Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca oluşturulan bir komisyon hazırlanarak, 30 Aralık 2013 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Büyük endüstriyel kazaların önlenmesi, önlenemediği durumlarda da etkilerinin azaltılarak, canlı ve çevre için olası bir kazada kayıpların önüne geçilmesinde önemli bir adımdır. Endüstriyel kazalarda olası yangın, patlama ve toksik yayılım alanlarını hesaplayabilmek için kantitatif kaza modelleri bulunmaktadır. Kazanın olası sonuçları, kazanın öznesi olan kimyasal maddenin cinsi ve miktarı, olay ve ortamın fiziksel koşullarına göre farklı davranan yangın, patlama ve dağılım modelleri kullanarak mesafe ve zamana bağlı olarak nicel olarak tahmin edilebilmektedir. Buna yönelik karmaşık model ve yöntemler içeren çeşitli yazılımlar, Türkiye menşeli AFAD-EKA, Hollanda menşeli TNO EFFECTS yazılımı, Norveç menşeli PHAST yazılımı, ABD menşeli ALOHA yazılımı, AB menşeli ADAM yazılımı vb., mevcuttur. Sunulan tezde, EFFECTS yazılımı ile gerçek veriler kullanılarak, petrol ürünleri ve türevlerini tesisinde bulunduran ve BEKRA sistemine kayıtlı alt ve üst seviyeli endüstriyel tesisin kaza sonucu ortaya çıkan yangın ve patlama etki alanı modellemeleri çalışılmıştır. Ortam şartları değiştirilerek, kaza olasılığı hesaba katılmadan, tankın keskin kenarından yırtılma sonucu ortaya çıkan endüstriyel kaza sonucu oluşan jet yangın modeli, genleşen buhar patlaması sonucu ortaya çıkan ateş topu modeli, kimyasal maddenin kaynak etrafında havuzlanması sonrasında meydana gelen havuz yangını modeli, buhar bulutu patlama modeli incelenmiştir.
-
ÖgeA conceptual Disaster Risk Reduction (DRR) framework for building resilience to satellite failures( 2024-06-26) Saeedi,Sorush ; Çağlayan Özdemir, Pınar ; 801211013 ; Disaster ManagementDisasters, whether natural or man-made, pose significant threats to life, property, and environmental integrity. The increasing reliance on space-based systems, particularly satellites, has introduced a new category of risks known as space-based disasters. These encompass phenomena such as solar storms, space debris, and satellite system failures, each capable of disrupting essential services like communication, navigation, meteorology, and environmental surveillance. The growing density of objects in Earth's orbit highlights the urgency to enhance the resilience of our space infrastructure. Traditional disaster risk reduction (DRR) strategies have focused on terrestrial calamities like floods and earthquakes, but the unique challenges presented by spacebased disasters necessitate tailored approaches. Despite the critical role of satellites, there is a significant gap in understanding the risks they face and the optimal strategies to mitigate these risks. This study, conducted alongside research on space debris by Sajjad Jokar, specifically focuses on satellite failures, aiming to develop a comprehensive DRR framework to address these issues. The increasing risks of spacebased disasters, especially satellite failures, highlight the vulnerability of this infrastructure, with potential disruptions posing threats to public safety and national security. This research aims to bridge this gap by identifying and prioritizing satellite failure risks and developing a tailored DRR framework to enhance the resilience of our space infrastructure. The primary objective is to deepen the understanding of space-based disasters, particularly satellite failures, and refine DRR strategies to better manage these incidents. Specific goals include identifying and prioritizing the most pressing satellite failure risks and developing a DRR framework specifically designed to address these risks. The study employs a conceptual framework based on the Sendai Framework for Disaster Risk Reduction, guiding the identification, assessment, and mitigation of risks associated with satellite failures. The research methodology includes a thorough literature review, expert surveys, and the application of the Technique for Order Preference by Similarity to Ideal Solution (TOPSIS) to prioritize risks. Data was collected through surveys distributed to experts in the field, and the analysis involved using the TOPSIS technique to evaluate and prioritize risks based on their likelihood, potential impacts, and existing mitigation measures. This structured approach ensures a comprehensive assessment of satellite failure risks and informs the development of the DRR framework.
-
ÖgeDünya ve Türkiye'deki çimento endüstrisinin CO2 emisyonunu azaltmayöntemlerinin karşılaştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-07) Akarsu Dikçal, Fatma ; Dertli Saloğlu, Didem ; 801211005 ; Afet YönetimiSera gazlarından olan ve çoğunluğu fosil yakıtların yanması sonucunda ortaya çıkan CO2, dünyamızın ısınmasında büyük rol oynamaktadır. Dünyamızın ısınması, iklim değişikliği, aşırı hava olayları, buzulların erimesi, deniz ve okyanus seviyelerini yükselmesi, gıda ve su kıtlığı, biyoçeşitlilikte azalma gibi insan yaşamını olumsuz etkileyen durumlara sebep olmaktadır. Bu nedenle başta CO2'i azaltmak amacıyla Paris Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi geniş kapsamlı emisyon azaltma hedefleri ve yol haritaları belirlenmiş ülkeler tarafından imzalanarak, kabul edilmiştir. Paris Anlaşması'nda alınan kararlara bağlı olarak ülkelerin, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının %45 oranında azaltması, 2050 yılına kadar ise net sıfır hedefine ulaşması gerekmektedir. Lakin ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) ve Scripps Enstitüsü, Hawaii'deki Mauna Loa Atmosferik Temel Gözlemevi'nin yaptığı ölçümlere bakıldığında 2023 Mayıs ayında 422,39 ppm olan CO2 konsantrasyonunu, 2024 Mayıs ayında 426,3 ppm değerine ulaşmıştır. Buna göre, 2023 yılı baz alındığında yıllık değişim %0,92 olurken 1990 yılına göre %20, sanayi önceki devre göre ise %50 civarında bir artış meydana gelmiştir. Küresel enerji talebi bu hızla artmaya devam ederse ve belirlenen emisyon azaltma hedefleri uygulanmazsa yüzyılın sonunda CO2 konsantrasyonu 800 ppm veya daha yüksek seviyelere ulaşabilir. İnsan faaliyetleri nedeniyle atmosferdeki konsantrasyonu artan CO2'ın sektörel birçok kaynağı mevcuttur. Enerji sektörü başta olmak üzere sanayi, tarım ve atıklar hem CO2'in hem de diğer sera gazlarının ana kaynağıdır. Sanayi de yoğun enerji gerektiren faaliyetlerde CO2 salınımı toplam emisyonu oldukça fazla etkilemektedir. Çimento sektörü de fosil yakıtların kullanıldığı yüksek derecede ısı gerektiren bir üretim prosesine sahip olduğu için antropojenik sera emisyonlarının %5'inden sorumludur. Çimento üretimi sırasında kalsinasyon aşamasında gerekli olan 1450-1900oC'lik ısıya ulaşmak için kullanılan fosil yakıtlardan, klinker oluşumunda kireç taşının kalsiyum oksite dönüşümü sırasındaki kimyasal reaksiyonlardan ve tesis içi enerji gerektiren diğer faaliyetlerden ciddi oranda CO2 salımı olur. Sektör bu CO2 salımını azaltabilmek için enerji verimliliği iyileştirmeleri, alternatif yakıtların kullanımı ve malzeme ikamesi gibi yöntemler kullanmaktadır. Bu yöntemler her ne kadar CO2 salımını azaltsa da bu sorunun tamamen çözülebilmesi için karbon yakalama ve depolama (CSS) gibi yeni ve yenilikçi teknolojilerin kullanılması önem arz etmektedir. CCS teknolojilerinin çimento tesislerine entegrasyonu ile 2050 yılına endüstrisindeki en büyük kümülatif CO2 emisyonunu azaltması öngörülmektedir. Çimento sektörü için CCS seçenekleri arasında amin temizleme, oksiyakıt yakma, kalsiyum döngüsü ve membranlar yer almakta olup bu teknolojilerin avantajları ve dezavantajları son yıllarda geniş çapta araştırılmakta ve tartışılmaktadır. Sunulan tez çalışmasında dünya genelinde üretim kapasitesi yüksek çimento şirketleriyle ve Türkiye'de faaliyet gösteren büyük çimento şirketlerinin emisyon azaltma stratejileri karşılaştırılmıştır. Böylelikle Türkiye olarak emisyon azaltma stratejilerinde uygulanan mekanizmaların yeterliliği konusunda çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu bağlamda, dünya genelinde yapılmış olan antlaşmalar sayesinde alınan ortak kararların ve stratejilerin uygulama aşamasına gelindiğinde devlet ve şirket politikaları, şirketin misyonu ve vizyonu, fiziksel koşullar, maaliyet vb. parametrelerden dolayı değişkenlik gösterdiği açıktır. Dünyanın önde gelen çimento şirketleri CO2 emisyonlarının azaltılmasında öncü niteliğinde yeşil dönüşüm stratejileri belirleyerek bunları uygulamaya geçmiştir. Lider konumdaki bu şirketler, çimento üretimi sürecinde, yeşil enerjiden elde edilen alternatif yakıtların kullanılması, alçıtaşına alternatif hammadde kullanılması, enerji tasarrufu, elektrifikasyon (yeşil enerjiden elde edilen elektriğin kullanımı), otonom araç ve sistemlerin kullanılması, atık ısıdan enerji elde edilmesi, atık malzemelerden katkı malzemesi yapılması, beton ve inşaat kalıntılarının çimentoya dönüştürülmesi ve en önemlisi de karbon yakalama ve depolama teknolojilerine yatırımlarla 2050 yılına kadar %95 oranında CO2 emisyonunu azaltmayı hedeflemektedirler. Türkiye'deki büyük çimento şirketleri, CO2 emisyonu azaltmak için yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, klinkerdeki alçıtaşının azaltılması veya eşdeğer ürünlerle ikamesi, tesislerdeki enerji verimliliğinin artırılması, enerji tasarrufu noktasında lider çimento şirketleriyle benzer bir yol izlemektedir. Farklı olarak Türkiye'deki çimento fabrikaları CO2 emisyonunu azaltmak amacıyla atıkların yakılmasıyla enerji elde edilmesi ve atıklardan hammadde eldesi gibi yöntemlere daha fazla yönelmiştir. Küresel çapta bir dönüşümün gerçekleştiği bu noktada riskler ve fırsatlar yer almaktadır. Gereken müdahalenin zamanında yapılabilmesi için bu risklerin ve fırsatların şirket tarafından çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bunun yanında CO2 azaltma stratejilerinin, bu stratejiler ışığında yapılan uygulamaların her yıl raporlanarak kamuya açık hale getirilmesi, diğer şirketlerle bu ortak paydada hareket edilebilmesi gerekiyorsa desteklenebilmesi emisyon sıfırlama hedefine ulaşmada ve gelecek nesillere temiz bir dünya bırakmada büyük önem arz etmektedir.
-
ÖgeOrman yangını risklerine karşı aloha destekli bir zarar azaltma çalışması; Sarnıç Tepe Mesire Alanı ve Hayvanat Bahçesi örneklemi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-01-21) Yağmur, Sinem ; İskender, Hikmet ; 801211012 ; Afet YönetimiOrmanlar, dünya oksijen çevrimindeki aktif rolleri ile doğal yaşamın en önemli unsurlardan biridir. Dört mevsimi yaşayan, ılıman iklim özelliklerine sahip ülkemizde de bu durum farklı değildir, orman varlığı ve çeşitliliği bakımından oldukça zengin bir ülke konumundadır. Ormanlık alan kapsamında değerlendirilen bölgelerdeki yerleşik ve göçer insanların yaşamı, tabiattaki vahşi yaşam ve özellikle turistik amaçlı kullanılan ormanlık alanların sürdürülebilirliği açısından orman sağlığının sağlanması, korunması gereklidir. Orman yangınları bir ülkeyi maddi ve manevi anlamda yüksek kayıplara uğratan istenmeyen olaylardır. Ülkemizde ormanlık alan olarak kabul edilen ve birtakım faaliyetlerin/çalışmaların yapıldığı alanlarda çıkan orman yangınları, bölgedeki insan hayatını ve yaban hayatını tehlikeye atmaktadır. Ayrıca mevsimsel koşullara, arazi yapısına ve ormanın flora özelliklerine bağlı olan orman yangının ilerlemesi, büyümesi ve yayılması birbirleri ile ilintilidir. Özellikle meteorolojik koşulların değişkenliği orman yangınları ile mücadelenin en büyük zorlukları arasında gösterilmektedir. Afet öncesinde meydana gelme potansiyeli olan riskler göz önünde bulundurulduğunda, alınması gereken önlemleri, belirlenen riskler doğrultusunda zarar azaltma planlamaları ve bu risklere karşı hazırlıklı olma çalışmaları, afet sırasında müdahale uygulamaları ve afet sonrasında da toplumun afetten önceki durumuna bir an önce ulaşması için iyileştirme çalışmaları kapsamında; esnek, risk ve sonuç temelli, tamamlayıcı, birlikte çalışılabilirlik, sürekli geliştirme, liderlik ve ortaklık prensipleri temel alınarak devlet, özel kurum ve kuruluşlar, kişi ve toplumların da dahil olduğu organize etme, planlama ve uygulama çalışmaları afet yönetimi olarak tanımlanmaktadır. Bir orman yangını meydana gelmesi durumunda yetki alanında bulunan insanların tepkileri ve tahliye kararı vermeleri, bireyin cinsiyetine, yaşına, eğitim ve farkındalık durumuna göre büyük farklılıklar göstermektedir. Hayvanların herhangi bir tehlike karşısında yaşadıkları stresten dolayı hırçın, agresif hareketlerde bulundukları, kaçma dürtüsü, içe kapanma veya saklanma gibi davranışlar gösterdikleri bilinmektedir. Tahliye çalışmalarında insanlara nazaran hayvanların yönetilme ve transfer zorluğu karşımıza aşılması gereken önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle her bir hayvan türünün farklı ihtiyaçları ve zayıflıkları olabileceği göz önüne alınarak tahliye planlarının yapılması, bu planların test edilmesi ve şayet varsa eksikliklerin giderilecek şekilde yeniden revize edilmesi gerekmektedir. Tahliye çalışmaları, bir afet meydana geldiğinde afetten etkilenen tüm unsurların afetin meydana geldiği sıcak alan olarak tabir edilen bölgeden afetten etkilenme riskinin olmadığı ve afetin yayılım alanı dışında bulunan soğuk alana transferi işlemi olarak tanımlanır. Tahliye operasyonları için birçok yöntem mevcuttur, tahliye çalışmaları kapalı alan ve açık alan tahliyesi olarak iki ana başlıkta incelenebilir. Yapılan bu çalışmada açık alan tahliyesi temel alınarak yetki alanına göre tahliye özellikleri incelenmiş, bütünleşik afet yönetimi evrelerinde uygulanması gereken açık alan tahliye operasyonları sırasında karşılaşılabilecek olumlu ve olumsuz yönler irdelenmiştir. Yetki alanı olarak 36°21'29" N, 30°18'24"E koordinatlarında yer alan Antalya ili Kumluca ilçesinde 15.000 m2'lik bir alana sahip olan Sarnıç Tepe Mesire Alanı ve Hayvanat bahçesi seçilmiştir. Çalışma yapılan konumun hayvanat bahçesi kısmında sürekli olarak çalışan iki görevli ve bir nöbetçi çalışan olmak üzere toplam üç personel bulunmaktadır. Hayvanat bahçesinde kanatlı türlerden 590 adet hayvan ve 155 adet de memeli hayvan bulunmaktadır. Mesire alanı bölümünde aileler için 20 adet masa ve 30 adet sabit mangal yer almaktadır ayrıca bir çocuk parkı ve lokanta bulunmaktadır. Yetki alanına yakınlığı sebebi ile Kumluca Devlet Hastanesinin, Kumluca İlçe İtfaiye İstasyonunun, Kumluca İlçeler Terminalinin, Kumluca Farabi Meslek Anadolu Lisesi ve Yurdunun, Köpek Barınağının, Kumluca Sosyal Bilimler Lisesinin, Opet Petrol İstasyonunun, Ziraat Odası Başkanlığına ait Zeytin Yağı Fabrikasının ve hemen yan tarafında bulunan marangoz atölyesinin etki alanı içerisinde yer aldığı, bölge için hazırlanan senaryolara göre elde edilen grafiklerden bu tesislerin olası bir orman yangınından olumsuz etkilenecekleri anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, ALOHA (Areal Locations of Hazards Atmosphere) yazılımı kullanılarak orman yangını bakımından riskli olduğu düşünülen yetki alanı için dört farklı konumda orman yangını çıkabileceği düşünülmüş ve bu durumlar için en kötü ihtimallerin yer aldığı senaryolar kurgulanmıştır. ALOHA yazılımında tehlikeli madde olarak Likit Propan Gazı (LPG) seçilerek, senaryoya göre gerçekleşecek olası bir sızıntı durumunda Kimyasal Sızıntı, Alevli Yangın ve Bleve durumları için yangın başlatılmış ve çıkan sonuçlar irdelenmiştir. Bu çalışma ile afet yönetiminin risk ve kriz Yönetimi kapsayan beş evresinin tamamının etkili ve verimli bir şekilde nasıl kullanılabileceği incelenerek, yetki alanında meydana gelebilecek bir orman yangını riskine karşı başta insan tahliyesi olmak üzere, hayvanat bahçesi kısmında bulunan alandaki hayvanların da tahliyesi için bir örnek oluşturulacaktır, olası eksiklikler belirlenerek bunların giderilmesi, uygulanacak eylemlerin düzeltilmesi sağlanacaktır. Bölgenin coğrafi, kültürel, eğitim ve afetlere karşı farkındalık durumları da göz önünde bulundurulup bu bağlamda belirlenen alan için başlatılan potansiyel orman yangınlarında erken uyarı, insanların ve bölgedeki hayvanat bahçesinde bulunan hayvanların güvenli alana transferi ve orman yangınlarında tahliye kararları incelenmiş ve öneriler sunulmuştur.