LEE- Yapı Mühendisliği Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Çıkarma tarihi ile LEE- Yapı Mühendisliği Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAssessment of seismic performance of RC members after fire exposure through large-scale testing( 2020) Demir, Uğur ; İlki, Alper ; Green, F. Mark ; 648701 ; İnşaat Mühendisliği Ana Bilim DalıQuantifying the seismic resistance of reinforced concrete (RC) buildings after fire is currently difficult because of the lack of information regarding their strength and ductility under earthquake loads. This thesis presents the results of an experimental study, which was carried out to investigate the post-fire seismic behavior of reinforced concrete columns. The thesis is mainly comprised of three papers accepted by high quality journals. In the first chapter, the factors affecting the post-fire seismic behavior of RC columns are analyzed with a particular focus on the behavior of concrete and steel under elevated temperatures and after cooling. In the second chapter, post-fire seismic behavior of cast-in-situ RC columns are investigated. Five cast-in-place RC columns were tested to failure under constant axial load and reversed cyclic lateral displacements after being exposed to ISO-834 standard fire for 30, 60 or 90 minutes. All of the columns are full-scale and designed to behave in flexure-controlled manner complying with major design codes (e.g. ACI 318-14). Other than the effects of fire exposure durations, the effects of thickness of concrete cover (25 and 40 mm) on structural performance was also investigated for the short fire exposure duration (30 minutes). The responses of the columns are analyzed in terms of lateral load-displacement relationships, ductility, stiffness, energy dissipation capacities and residual displacements. The test results indicated that fire exposure reduced the lateral load capacity of the columns whereas the deformability capabilities were found to be satisfactory in terms of structural response. It was also seen that the thickness of the concrete cover has only a slight influence on the post-fire seismic behavior of the columns which is attributed to the fact that lower concrete cover thickness results in higher effective depth which in turn leads to higher bending moment capacity and thereby higher lateral load capacity. Furthermore, a theoretical study was conducted to predict the load-displacement response of the fire exposed columns. The comparison of the experimentally and theoretically obtained load-displacement relationships indicated that the principals of structural mechanics usually applied to conventional columns are also valid for the columns exposed to fire in case the proposed algorithm is followed. In the third chapter, a similar approach as stated for the cast-in-situ columns is followed for precast RC columns as well. The precast columns had the same cross-section and reinforcement configuration and had been exposed to the same fire scenarios with the cast-in-situ columns. These columns were inserted into a socket foundation and had a lower axial load ratio (i.e. 10%) in order to represent the condition in common industrial buildings. The findings indicated that the repair mortar between the columns and foundation behaved in a satisfactory manner and therefore, similar post-fire seismic behavior was observed for cast-in-situ and precast columns. In the fourth chapter of the thesis, an experimental study is presented to examine the impact of time after fire on (i) post-fire behavior of small-scale specimens (cubes and cylinders), (ii) seismic behavior of full-scale reinforced concrete columns. The post-fire seismic response of the columns are analyzed 30, 60 and 360 days after fire exposure. Impact of time after fire exposure on residual lateral load capacity and ductility of the columns was found to be limited while the column subjected to seismic test 30 days after fire exposure, exhibited less stiff behavior with respect to the columns tested later. Furthermore, an analytical study is conducted for the prediction of seismic behavior of reinforced concrete columns after fire exposure considering the variations in residual properties of concrete by time, and the proposed model is found to be in good agreement with the test results.
-
ÖgeYerel olmayan Timoshenko çubuklarında burkulma probleminin başlangıç değerleri yöntemiyle incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-09-10) Demirkan, Erol ; Artan, Reha ; 501142004 ; Yapı MühendisliğiBurkulma problemi mühendislikte her zaman önemli bir konu olmuştur. Yapıların güvenliğini sağlamak için dikkat edilmesi gereken bir unsurdur. Burkulma problemleri diferansiyel denklemlerin çözümü ile hesaplanır. Fakat bu denklemlerin çözümü kolay değildir. Bundan dolayı burkulma problemlerinin çözümünde başlangıç değerler yöntemi ve taşıma matrisi etkili bir şekilde kullanılarak burkulma yükleri kolayca hesaplanır. Çubuğa ait taşıma matrisi bir kez hesap edildikten sonra her yeni problemde denklem çözmeye gerek kalmaz. Bu çalışmanın amacı Timoshenko çubuklarının yerel olmayan elastisite teorisi kullanılarak burkulma yüklerinin hesaplanmasıdır. Bu çalışmada öncelikle kapsamlı bir şekilde nanoteknolojiden bahsedilmiştir. Nanoteknoloji, atomik ve moleküler seviyedeki birimleri anlatan ve bu ebatlardaki maddeleri geliştiren, düzenleyen ve kontrol eden bir alandır. Nanopartikülleri büyük materyallerden ayıran özellik sadece boyutlarının özel önemi değildir. Bu yapılar fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri açısından büyük materyallerden farklı bir yapı ortaya koyarlar. Özetle, bir maddenin atomik ve moleküler seviyelerde kontrol edilmesi, nanoteknoloji sayesinde gerçekleşmektedir.
-
ÖgeAlkali ile aktive edilmiş harç ve atık çelik tel donatılı betonların (SIFCON) fiziksel, mekanik ve dayanıklılık özelliklerinin araştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-12-11) Gök, Saadet Gökçe ; Şengül, Özkan ; 501132005 ; Yapı Mühendisliği ; Structural EngineeringGeleneksel beton üretimi, günden güne büyümekte olan büyük ölçekli bir endüstridir. Çimento üretimi sırasında açığa çıkan yüksek miktarlardaki karbondioksit emisyonu ve üretim için ihtiyaç duyulan büyük enerji ihtiyacı, bu süreci maliyetli, kirletici ve çevreye zararlı hale getirmektedir. Bu durum, uygun işlenebilirlik, dayanım ve dayanıklılık özelliklerine sahip olmanın yanı sıra ekonomik de olan alternatif yapı malzemeleri arayışına ihtiyaç doğurmaktadır. Sürdürülebilir bir beton üretimi için, sürdürülebilirliğin temel ayakları olan çevresel, ekonomik ve sosyal açıdan iyileştirme gerekmektedir. Farklı sanayilerden elde edilen yan ürünlerin veya atık ürünlerin betonda yeniden değerlendirilmesi, söz konusu sürece dikkate değer bir katkı sağlayacaktır. Alkali ile aktifleştirilmiş malzemeler, sürdürülebilir olmaları ve çimento içermeyişleriyle öne çıkan birtakım olumlu özelliklere sahip doğa dostu malzemelerdir. Bu araştırmada, atık ya da yan ürünlerin kullanımıyla bir malzeme üretmek amaçlanmış olup öğütülmüş yüksek fırın cürufu; sodyum hidroksit (NaOH) çözeltisi ve sıvı sodyum silikat kullanılarak aktive edilmiştir. Sodyum silikat yerine, silikat kaynağı olarak öğütülmüş atık camın kullanılabilirliği araştırılmıştır. Bu amaçla, sodyum silikat, öğütülmüş atık cam ile ikame edilerek değişen molaritelerde (8-14 M) NaOH içeren harç numuneler üretilmiştir. Alkali ile aktifleştirilmiş harçların mekanik ve dürabilite özellikleri, su kürü, hava kürü ve ısıl işlem (24 saat 60˚C) olmak üzere üç farklı kür koşulunda incelenmiştir. Referans karışımlarda, CEM I 42,5 R Portland çimentosu, su ve standart kum kullanılmıştır. Üretilen numunelerin 3, 7, 28 ve 90 günlük basınç dayanımları ve eğilmede çekme dayanımları ölçülmüştür. Bununla birlikte harçlar üzerinde, sülfat direnci, donma-çözülme, kılcal su emme, toplam su emme miktarının belirlenmesi, hızlı klor geçirimliliği ve elektriksel özdirenç deneyleri gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın sonunda, atık camın alkali ile aktifleştirilmiş harçlarda alternatif silikat kaynağı olarak kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. Çalışmanın diğer aşamasında alkali ile aktive edilmiş beton üretimi gerçekleştirilmiş ve alkali ile aktifleştirilmiş beton numunelerin geçirimliliğini incelemek amacıyla kılcal su emme, toplam su emme miktarı, hızlı klor geçirimliliği ve elektriksel özdirenç deneyleri gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın son aşamasında çimento bulamacı emdirilmiş lifli beton üretimi gerçekleştirilmiştir. Burada, Portland çimentosu ile yapılan üretimin yanı sıra, 14 M sodyum hidroksit çözeltisi ve sıvı sodyum silikat, 8 M sodyum hidroksit çözeltisi ve sıvı sodyum silikat, 14 M sodyum hidroksit çözeltisi ve öğütülmüş atık cam, 8 M sodyum hidroksit çözeltisi ve öğütülmüş atık cam aktivatör olarak kullanılarak yüksek fırın cürufu ve ince kum ile üretim gerçekleştirilmiştir. Kullanılmış araç lastiklerinin geri dönüştürülmesiyle elde edilen hurda çelik teller, çelik lif olarak kullanılmıştır. Yanak teli (sürekli lif) ve kırılmış tel (süreksiz lif) olmak üzere iki farklı lif tipinin etkisi incelenmiştir. Çelik tel olarak atık lastiklerin içerisinde bulunan çeliğin seçilmesindeki sebep, bu tellerin yüksek çekme dayanımına sahip olması ve büyük miktarlarda kullanılması gerektiğinde, temininde bir zorlukla karşılaşılmayacak olmasıdır. Kullanılamaz duruma gelen, otomobil ve kamyon/tır lastiklerinin miktarı göz önünde bulundurulduğunda, bu lastikleri depolamak ve bertaraf etmek bir sorun haline gelmektedir. Türkiye'de, bu telleri ayrıştırmada ve malzemenin geri kazanımını sağlamada, piroliz ve geri dönüşüm hizmeti veren çok sayıda firma mevcuttur. Çalışmada, farklı geri dönüşüm firmalarından temin edilen hurda çelik tellere ait boy/çap dağılımları histogram olarak verilmiştir. Üretilen lifli betonlarda fiber hacim oranı %0, 1, 2, 3, 4 ve 5 olarak değişmektedir. Üretimi gerçekleştirilen numunelerde deplasman kontrollü üç noktalı eğilme deneyi yapılmış ve yük-sehim grafikleri elde edilmiş; numunelerin eğilmede çekme, yarmada çekme ve basınç dayanımları belirlenmiş, tokluk ve kırılma enerjisi değerleri hesaplanmıştır. Atık çelik liflerin kullanımı, eğilme dayanımlarını ve toklukları arttırmıştır. Kullanılan atık çelik lifler, uygulamada kullanılan ticari liflere benzer sonuçlar vermiştir.
-
ÖgeMixed finite element formulations for laminated beams and plates based on higher order shear deformation theories(İTÜ Graduate School, 2021) Bab, Yonca ; Kutlu, Akif ; Structure EngineeringThe engineering design process requires a thorough understanding of the behavior of structural applications under applied loads. In engineering applications, finite element formulations have been proven to be one of the most efficient analyses tools. This content is essential because it has always been a priority for ngineers/researchers to provide answers that are as close to the actual problems as possible. Composite structures are now widely used in a variety of engineering sectors, including construction, biomechanics, automobile, industrial, aircraft, defense, and nuclear. Several types of composite materials, which are based on the cooperation of several materials, offer some benefits such as sound, heat, and water insulation, fire safety, high strength, corrosion resistance, lightness, and low cost in the structures in which they are employed. Load carrying capacity, failure load and damage detection are critical in the structural design of composite materials. In this context, the need for detailed static analysis is inevitable. Since the financial situation or the physical environment is not always suitable for experimental work, it will be an efficient way to determine the formulation closest to the real behavior according to the problem type and to work theoretically. In this thesis, applying linear static analysis, a mixed finite element formulation is proposed to evaluate the stress and displacement components of thin to relatively thick laminated composite beams and plates. The formulations rely on the HigherOrder Shear Deformation Theories, which eliminates the necessity for the shear correction factor required by the First-Order Shear Deformation Theory. Instead of imposing a constant transverse shear deformation through the thickness of the laminate several studies have proposed trigonometric, exponential, and polynomial type shear functions that meet the nonuniform shear stress distribution in the crosssection. In this study, four different shear functions were utilized and their predictive capabilities are compared in plate analysis through numerical examples. Whereas, for the stress analysis of laminated composite beams, the famous third order shear function was adopted to all solved problems. To be more specific; while the shear functions of Reissner, Reddy, Touratier and Nguyen-Xuan et al. were applied for plate analysis, Reddy's shear function was applied for beam analysis. In the formulation part of this thesis, the Hellinger-Reissner variational principle was used and the first variation of the functional based on this principle was obtained separately for the laminated beam and plate elements. In this way, finite element equations possessing two independent field variables of displacement and stress resultant type were obtained. In the finite element discretization, two-noded, onedimensional straight elements were employed for beams and four-noded, twodimensional quadrilateral elements were employed for plates. Field variables are interpolated with linear shape functions as the proposed mixed finite element formulation requires C0 continuity. The beam kinematical variables consist of a deflection, axial displacement, and a shear rotation, while the plate displacement field consists of a deflection, two in-plane displacements and two shear rotations. The displacements and stress components are derived precisely at the nodes as an advantage of mixed finite element equations. Axial stress and in-plane shear components of both beam and plate structures are calculated directly at the nodes in terms of the stress resultants and sectional compliance matrix by employing Hooke's law. The continuous transverse shear stresses of the laminated composite beam are calculated with the help of the equilibrium equations of elasticity. On the other hand, the equivalent section principle is employed for the determination of the transverse shear stress components of the laminated plate. In order to reflect the extendibility of the proposed mixed finite element formulation for other types of analyses a viscoelastic formulation is also presented for isotropic plates based on higher order shear deformation theory. By employing the correspondence principle the material constants of the plate is replaced by their complex counterparts and static analyses are conducted in Laplace space. In order to call back the parameters of the quasi-static analyses to the time space the modified Durbin's algorithm is implemented. The quasi-static analysis of simply supported and clamped viscoelastic plate is conducted by adopting standard model. Comparison and convergence assessments for several lamination schemes were performed under various boundary conditions in order to reflect the performance of the proposed solution procedure.
-
ÖgeInvestigation of non-contact smartphone-based monitoring of structures(Graduate School, 2021-02-01) Orak, Mehmet Sefa ; Öztürk, Turgut ; 501122006 ; Structural EngineeringIn this thesis, a non-contact monitoring/inspection approach based on a smartphone camera and a computer vision algorithm is proposed to estimate beams' vibrating characteristics and stresses subjected to thermal loads. It is hypothesized that a beam's vibration can be captured using a smartphone camera operating at slow-motion mode, which is higher than conventional video camera frame rates.
-
ÖgeLP sargılı beton için önerilmiş olan dayanım ve şekil değiştirme modellerinin farklı boyutlar üzerindeki performanslarının incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-08-16) Turgut, Alper ; İlki, Alper ; 501181006 ; Yapı Mühendisliği ; Structural EngineeringGeçmişten günümüze, dünyada oluşan depremler birçok kez betonarme binaların toptan göçmesine veya ağır hasar görmesine yol açmışlardır. Günümüzde mevcut yapıların önemli bir kısmı güncel yönetmeliklerin istediği sınır şartları karşılayamamaktadır. Bu yapılar olası bir depremde göçme ya da ağır hasar görme tehlikesiyle karşılaşacaklardır. Mevcut yetersiz yapıların yıkılıp baştan yapılması, yüksek maliyet, kullanıma kapanma gibi birçok nedenden ötürü her koşulda uygulanamamaktadır. Bu soruna çözüm olarak çeşitli güçlendirme yöntemleri önerilmiştir. Bir binanın yeniden yapılması yerine çeşitli güçlendirme yöntemleri ile yönetmelik şartlarını sağlar hale getirilmesi, olası bir depremde oluşacak maddi ve manevi kayıpların önüne geçmek için önemli bir uygulama halini almıştır. Yetersiz bir yapı güçlendirilirken, zaman, maliyet, uygulanabilirlik gibi birçok parametre göz önüne alınıp o yapı için en uygun güçlendirme yöntemi belirlenir. Bu güçlendirme yöntemlerinden bir tanesi son yıllarda popülerite kazanan lifli polimer ile dıştan sargılama yöntemidir. Lif doğrultusunda çekme dayanımının çok yüksek olmasının yanında oldukça hafif bir malzeme olması, korozyon gibi çevresel etkilere karşı dayanıklı olması, şekil verilebilir olması, uygulama sırasında yapının kullanımı engellememesi gibi özellikler LP ile sargılama yöntemini popüler yapan bazı özelliklerdir. Bu yöntem; kolon, kiriş, yığma duvar, döşeme gibi yapı elemanlarında farklı şekillerde uygulanabilir. LP ile dıştan sargılama yönteminin en etkili olduğu yapı elemanlarından bir tanesi kolonlardır. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda LP ile sargılanan kolonlarda, önemli ölçüde dayanım ve süneklik artışı olduğu gözlemlenmiştir. LP ile sargılanan kolonlarda dayanımın ve şekildeğiştirme kapasitesinin ne kadar artacağını teorik olarak hesaplamak için çeşitli modeller önerilmiştir. Bu modeller sayesinde bir yapıdaki kolonların LP ile ne kadar sargılanırsa yeterli dayanım ve şekildeğiştirme kapasitesine ulaşacağını hesaplamak mümkün olmuştur. Ancak bu modellerin önemli bir çoğunluğu 150 mm çapında ve 300 mm yüksekliğinde olan kolon numunelerinin deneyleri sonucunda elde edilmiştir. Bu çalışmada, önde gelen 6 LP ile sargılama modeli, 2 farklı boyutaki kolon deneylerinden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmış ve modellerin farklı boyutlar için güvenilirliği test edilmiştir. Çalışma kapsamında yükseklik/çap oranı 2 olan, 150 mm ve 300 mm olarak iki farklı çaptaki numuneler test edilmiştir. Iki boyutta da 3'er numune LP ile sargılanmayıp referans numune olarak kabul edilirken, 3'er numune tek kat, 3'er numune ise çift kat karbon LP ile sargılanmıştır. Çalışma kapsamında toplam 18 adet eksenel basınç deneyi yapılmıştır. xxii Deney sonuçları incelendiğinde, modellerin boyuttan bağımsız olarak dayanım hesabında deneysel sonuçlara yakın sonuçlar verdiği, şekildeğiştirme hesabında ise kendi içlerinde bile oldukça farklı sonuçlar verdiği saptanmıştır. 150 mm çaplı tek kat sargılı numune ile 300 mm çaplı çift kat sargılı numune sargı oranı olarak aynıdır. Bu iki numune arasındaki tek parametre farklı boyutlardır. Bu iki numune incelendiğinde sargılamanın dayanıma ve dayanıma karşı gelen şekildeğiştirmeye sağladığı artış birbirine oldukça yakındır. Dolayısıyla LP ile sargılamada boyut etkisine neden olan bölgesel kusurların, bu ölçekteki numunelerde etkisinin azaldığı, hatta ortadan kalktığı sonucuna varılmıştır.
-
ÖgeAtık çelik tel içeren çimento bulamacı emdirilmiş lifli betonların mekanik özellikleri( 2021-11-23) Çelikcan, Pınar ; Şengül, Özkan ; 501181039 ; Yapı Mühendisliği Bilim DalıBeton; heterojen yapılı, bünyesinde boşluklar ve mikro çatlaklar bulunduran yarı gevrek bir malzemedir. Geleneksel yalın betonun enerji yutma kapasitesi düşük olduğundan, betonda dış yükler altında ani kırılma gözlenir. Gevrek kırılmanın önüne geçmek ve malzemeye daha sünek bir yapı kazandırmak adına çeşitli güçlendirme teknikleri kullanılmaktadır. Bunlardan biri olan çelik lif ile güçlendirme ise son yıllarda araştırma alanı genişleyen bir tekniktir. Çimento bulamacı emdirilmiş lifli beton (SIFCON) olarak adlandırılan bu kompozit malzeme geleneksel betona göre gelişmiş performans göstermektedir. Günümüzde, doğal kaynakların hızla tükenmesi, malzeme üretimi esnasında atmosfere salınan CO2 miktarının üretimin sürekliliğiyle devamlı olarak artması ve üretimler sırasında ihtiyaç duyulan enerjinin çokluğu gibi temel konu başlıklarından yola çıkılarak inşaat sektöründe de sürdürülebilirlik fikri önem kazanmaya başlamıştır. Bu sebeple, yürütülen çalışmadaki SIFCON üretimlerinde, ömrünü tamamlamış atık lastiklerden elde edilen iki çeşit hurda çelik tel kullanılmıştır. Bu çalışmanın temel amacı, atık çelik tel takviyeli SIFCON'un basınç, yarmada çekme ve eğilme dayanımlarına ek olarak; kırılma enerjisi ve tokluk gibi mekanik özelliklerinin çelik tel içeriğiyle değişiminin incelenmesidir. Deneysel çalışmada çimento hamuru bileşenleri sabit tutularak; %1, %2, %3, %4 ve %5 oranlarında atık çelik tel içeren karışımlar üretilmiştir. Bu üretimlere ek olarak karşılaştırma yapılabilmesi adına, tel takviyesiz şahit numuneler de üretilmiştir. Her bir karışımdan 3'er örnek olmak üzere 18 adet, iki farklı tel çeşidi için ise toplamda 36 adet prizma numune üretilmiştir. Geri dönüşüm tesislerden temin edilen atık çelik tel gruplarının içindeki veya yüzeyindeki lastik ve elyaf gibi istenmeyen malzemeler temizlenmiş, sürekli olarak kullanılacak teller kalıplara uygun şekilde kesilerek hazırlanmıştır. Ardından teller kalıplara mümkün olduğunca homojen olacak şekilde el ile yerleştirilmiş ve çelik teller arasına üretilen hamur emdirilmiştir. Kür uygulaması ile dayanım kazanılması ardından prizma numuneler çentiklenmiştir. Çalışmanın sonucunda, yarmada çekme dayanımı, eğilme dayanımı, tokluk ve kırılma enerjisi gibi mekanik özelliklerin tel takviyesiyle önemli oranda iyileştiği ve artan tel içeriği ile bu değerlerin de arttığı gözlemlenmiştir. Malzemenin yük-sehim eğrisinin pik sonrası davranışı iyileşmiş, bu noktadan sonra eğriler daha az dik hale gelmiş yani malzeme sünek yapı kazanmıştır. Ek olarak, atık çelik tel kullanımı ile basınç dayanımı değerlerinde önemli farklılıklar gözlenmemiştir. Özetle, farklı lif tiplerinin SIFCON'un mekanik özelliklerinin iyileşmesinde önemli bir katkısı olduğu, bu katkının artan tel içeriği ile arttığı ve bu iyileşme miktarlarının takviye olarak kullanılan telin karakteristik özellikleri ile değiştiği de gözlemlenmiştir. Bu çalışmadaki, takviye olarak yüksek fiyatlı ticari teller yerine atık çelik teller kullanılarak sürdürülebilir bir yaklaşımla yapılan SIFCON üretimlerinin mekanik özelliklerinde önemli oranlarda iyileşme olduğunu doğrulamaktadır.
-
ÖgeMechanical behavior of the bi-directional beams(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Çelik, Murat ; Artan, Reha ; 693155 ; Yapı MühendisliğiNanotechnology, which is one of the most developed areas of today's technology, has a widespread usage area because it can be easily integrated into many areas of engineering. The design and production of very small-scale functional materials in fields such as aerospace and aviation industry, medicine, energy and civil engineering, and their effective use in related fields make significant contributions to engineering science. The fact that these very small-scale materials used in many areas of technology have spread to almost every field of engineering has revealed the need to determine their internal structure and mechanical properties. Materials exhibit some mechanical behavior such as bending, torsion and buckling under loads. It is an important issue for the stability of the structure to be able to detect such mechanical effects in the most accurate way. In this sense, the dimensions of nanoscale structures, which are comparable to the distance between atoms that make up that material, have shown that the classical elasticity theory, which is currently widely used, is not sufficient in determining the mechanical behavior of such structures. Since the size effect is an important factor in nanoscale structures, defining a more general continuum model that includes such parameters increases the accuracy of the solution of the related problems. In this thesis, the bending and buckling behavior of beams is investigated within the framework of the strain gradient theory. In determining the mechanical behavior of nanostructures, the non-local elasticity theory, the couple stress theory and the strain gradient theory, which are proposed by respectable scientists such as Eringen and Mindlin, are widely used. The calculation load of the problem may increase depending on the loading, boundary conditions and geometric properties of the analyzed structure. Thus, the Initial Values Method is used to solve the problem in the thesis. The transport matrix approach is used for the static bending analysis of the beam within the scope of Initial Values Method. In the first part of the study, the bending behavior of the Euler-Bernoulli nano beam whose material properties change in two directions (bi-directional) is investigated. Therefore, it is assumed that the modulus of elasticity is variable along the axis and thickness of the beam. In the literature, the modulus of elasticity for a functionally graded material (FGM) is expressed in terms of arbitrary functions and the bending behavior is investigated for the first time within the scope of the gradient elasticity theory. In this context, the basic equations and boundary conditions (simply supported and fixed at both ends) are obtained with the help of Hamilton's principle for the beam under uniformly distributed load. While 4 end conditions can be written depending on the boundary conditions in the classical elasticity approach, 6 end conditions are obtained by using the gradient elasticity theory. While each loading case is required for the solution of the 6th order differential equation in the classical solution, the vertical displacements for two different types of loading cases are calculated by solving 3 linear equation systems based on 3 unknowns using the initial values method. As a result of the study, it was observed that the size effect decreased depending on the increase of nano beam length. In other words, the difference between local and non-local theory becomes important in small scales. However, it was observed that there is a lower vertical displacement in the bi-directional Euler-Bernoulli nano beam due to the increase in the inhomogeneous material constant (β). The accuracy and importance of the study for both boundary conditions are demonstrated with the help of graphics. In the second part of the study, the buckling behavior of the Euler-Bernoulli nano beam (FGM) whose material properties change in two directions (bi-directional) is investigated. Basic equations and boundary conditions are derived with the help of Hamilton's principle. Since the transport matrix cannot be calculated analytically for buckling analysis, the approximate transport matrix (Matricant) is used in the solution. Critical buckling loads are calculated for the classical theory of elasticity and the gradient elasticity theory depending on the number of intervals. In the results of study; It is observed that the first two terms of the transport matrix reflect the exact result if the number of intervals is chosen large enough. Remarkably, it is concluded that the first and second type of boundary conditions in the buckling calculation may depend on the type of material used. The accuracy of such a proposition can only be demonstrated more clearly by experimental studies. In addition, it is observed that the buckling resistance of the beam increases depending on the increase in the material characteristic length (γ). The accuracy and scientific contribution of the study is expressed with the help of the diagrams. The greatest contribution of the subject investigated herein to science is that it can guide the analysis and design of nanostructures used in many areas of technology. The importance of parameters such as the size effect and inhomogeneous material coefficient in the analysis of very small-scale structures has once again been demonstrated with strong propositions and results. Thus, it is supported by previous studies that theories such as the non-local elasticity theory and the gradient elasticity theory give more realistic results compare to the classical theory. With the design of micro and nano electro-mechanical systems (MEMS and NEMS), which are frequently encountered in the electronic device industry, as functional graded materials, it has become more important to determine the mechanical properties of such small-scale structures. In this sense, it is aimed that the relevant thesis study and the international publications published by us will make significant contributions to the literature.
-
ÖgeBetonarme önüretim kiriş kolon bağlantısı için önerilen sigorta tipi mekanik manşonun özelliklerinin deneysel olarak belirlenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Karakuş, Kubilay ; Yüksel, Ercan ; 724486 ; Yapı Mühendisliği Bilim DalıPrefabrikasyon, üretim kalitesinin yüksek olması, daha hızlı inşaat süreci ve daha düşük inşaat maliyetleri gibi temel faktörler açısından yerinde dökme sistemlere göre çoğu alanda üstünlük sağlamaya başlamıştır. Prefabrike yapılara olan ilgi gelişen teknoloji ve yeni otomasyon sistemleriyle her geçen gün daha da artmıştır. Deprem kayıtları incelendiğinde, prekast yapı elemanları arasında en hassas bölge olan kolon kiriş birleşim bağlantılarının yetersiz sismik performans gösterdiği gözlenmiştir. Bu sebeple prekast yapılarda kiriş kolon birleşim bölgelerinin tasarımına ve yapımına gösterilen ilgi yoğunlaşmıştır. Zaman içerisinde deprem sırasında daha iyi sonuç veren birleşim bölgesi tasarımları akademik araştırma konuları arasına girmiştir. Yüksek lisans tezi olarak sunulan bu çalışmada literatür araştırmaları kapsamında üzerinde yoğunca çalışılan prekast yapıların kiriş-kolon birleşim bölgeleri için yeni bir tasarım olan Sigorta Tipi Mekanik Manşon (STMM) bağlantı detayı önerilmiştir. Bağlantı detayının ana felsefesi, oluşan kesme kuvvetinin kirişin doğal ekseninde bulunan mafsal üzerinde yoğunlaştığı STMM'lere etki eden zıt yönlerde iki eksenel kuvvete moment etkilerini ayrıştırmayı amaçlamıştır. Kiriş kolon bağlantı bölgelerine STMM'ler monte edilerek bir takım ön deneyler gerçekleştirilmiştir. YDMLab'da gerçekleştirilen ön deneyler ışığında STMM'lerin ilk tasarımının burkulma mukavemeti ve deformasyon açısından yetersiz olduğu görülmüştür. STMM'ler burkulmadan yaklaşık olarak 20 mm'lik yerdeğiştirme kabiliyetine çıkabilmiştir. Bu nedenle STMM tasarımının iyileştirilmesi gerekli hale gelmiştir. Gerçekleştirilen basınç, çekme ve çevrimsel deneyler kapsamında STMM'lerin tasarımlarının iyileştirilmesi, burkulma davranışlarının geliştirilmesi gösterilmiştir. Monotonik ve döngüsel deneyler yapılarak, gerekli değerlendirmeler yapılmış, nihai STMM tasarımı belirlenmiştir. Yüksek lisans tezi kapsamında STMM'lerin aşamalı olarak gelişimi ve iyileştirilmesi sunulmuştur. Tez üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm olan giriş kısmında konuyla ilgili genel bilgiler verilip altbaşlıklarına geçilmiştir.
-
ÖgeBir veri merkezi yapısının farklı sismik yalıtım birimleri kullanılarak TBDY-2018 yönetmeliğine göre değerlendirilmesi ve sonuçlarının karşılaştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-01-26) Kurt, Şafak ; Çağlayan Özdemir, Pınar ; 501171056 ; Yapı Mühendisliği ; Structural Engineeringİnternet ile globalleşen günümüz dünyasında, veri çok önemli bir yere sahiptir. Yapılan her bir işlemin kayıt altına alındığı teknoloji şirketleri, bankalar, ulusal güvenlik kurumları gibi birçok organizasyonun bu verileri yönetme ve saklama ihtiyacı bulunmaktadır. Günden güne artan veri hacminin güvenli bir şekilde depolanması ve her an ulaşılabilir olması bu kurumlar için kritik önem arz etmektedir. Ülkemizde can ve mal kayıplarına neden olan doğal afetlerin başında deprem gelmektedir. Ülke nüfusunun ve sanayinin çok büyük bir kısmı aktif fay hatlarının üzerine kurulan şehirlerde bulunmaktadır. Olası bir deprem durumunda, veri merkezi yapısının taşıyıcı sistemine ve içerisinde bulunan hassas ekipmanlara zarar gelmemesi için önlem almak zorunlu hale gelmektedir. Sismik yalıtım, yapıların ve yapısal olmayan elemanların deprem etkilerine karşı korunmasında kendini ispatlamış en etkin yöntemlerden biridir. Sismik yalıtımda temel amaç, deprem kuvvetlerini karşılayacak yapının dayanımını arttırmak yerine yapıya gelen deprem kuvvetlerini azaltmak prensibine dayanmaktadır. Zemin ile yapının taşıyıcı sistemi birbirinden ayrılarak deprem ivmelerinin yapıya erişmesinin önlenmesi, sismik yalıtımın birincil amacıdır. Yapıya etkiyen deprem ivmelerinin azalması nedeniyle sismik yalıtımlı binalarda kat ivmeleri ve göreli kat ötelemeleri standart binalara göre oldukça düşüktür. Sismik yalıtım sayesinde hem taşıyıcı sistem hem de bina içinde yer alan yapısal olmayan eleman ve ekipmanlardaki hasar oluşma ihtimalleri büyük oranda azaltılabilmektedir. Bu tez çalışmasında, bir veri merkezi yapısının iki farklı yalıtım birimi ile ankastre mesnetli olması durumları için deprem etkisi altında davranışı incelenmiştir. Uygulamada en çok kullanılan, kurşun çekirdekli kauçuk yalıtım birimi ile eğri yüzeyli sürtünmeli yalıtım birimi çalışma kapsamında değerlendirilmiştir. Kurşun çekirdekli kauçuk yalıtım birimi (LRB), kauçuk katmanlarının arasına ince çelik plakalar yerleştirilerek oluşturulan içerisinde bir veya daha fazla kurşun çekirdek bulunan sismik yalıtım sistemidir. Yeni Zelanda'da icat edilen bu yalıtım biriminin çevresel etkilere karşı dayanıklılığı fazladır. TBDY-2018 yönetmeliğinde tarif edilen kurşun çekirdekli kauçuk yalıtım birimi elastik ötesi rijitliği; kauçuk kayma modülüne, kauçuk alanına ve kauçuk yüksekliğine bağlıdır. Bu parametreler değiştirilerek istenilen yalıtım birimi davranışları elde edilebilmektedir. Eğri yüzeyli sürtünmeli yalıtım birimi (FPS), sürtünmeli sarkaç sistem olarak da adlandırılmaktadır. Taşıyıcı sistem, eğrisel yüzeylerin arasında bulunan düşük sürtünmeli bir çekirdek üzerinde hareket eder. Deprem esnasında yapı, yalıtım biriminin iç bükey yüzeyinde yükselip alçalarak enerji sönümler. Eğri yüzeyli sürtünmeli yalıtımın biriminin diğer sürtünmeli yalıtım birimlerinden en önemli farkı, yapısı gereği geri merkezlenme özelliğinin bulunmasıdır. Yapıya etkiyen dinamik etki ortadan kalktığında sürtünme kuvveti yardımıyla, yapı ilk konumuna dönme eğilimindedir. Eğri yüzeyli sürtünmeli yalıtım biriminin elastik ötesi rijitliği, TBDY-2018 yönetmeliğinde belirtildiği gibi eksenel yükün, etkin eğrilik yarıçapına bölünmesi ile bulunmaktadır. Yapı hakim titreşim periyodu ve yalıtım birimi yerdeğiştirmesi doğrudan etkin eğrilik yarıçapına bağlıdır. Yalıtım birimi mekanik özellikleri, TBDY-2018 yönetmeliğinde tarif edilen etkin deprem yükü yöntemi kullanılarak hesaplanmıştır. Yalıtım birimlerinin mekanik özellikleri belirlenirken DD-2 deprem yer hareketi düzeyi için deplasman ve periyot değerlerinin benzer olmasına dikkat edilmiştir. Kurşun çekirdekli kauçuk yalıtım birimi ve eğri yüzeyli sürtünmeli yalıtım birimi için ayrı ayrı elde edilen özellikler ETABS programında doğrasal olmayan link elemanlara atanmıştır. Link elemanlar kolonların yalıtım arayüzüne bastığı noktalara girilmiştir. Deprem parametreleri, yapı konumu ve zemin sınıfı gözönüne alınarak AFAD Türkiye Deprem Tehlike Haritaları İnteraktif Web Uygulaması'ndan elde edilmiştir. PEER veritabanından, DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyi için hesaplanan yatay ivme spektrumuna uygun 11 adet deprem kaydı takımı seçilmiştir. Yapı konumunun depremsellik özelliklerini belirleyen fay tipi, faya olan uzaklık ve deprem büyüklüğü parametreleri veritabanında filtreleme yaparken gözönüne alınmıştır. Seçilen deprem kaydı takımları TBDY-2018 yönetmeliğinde belirtilen periyot aralıkları için DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyinde ayrı ayrı SeismoMatch programında ölçeklendirilmiştir. Ankastre mesnetli, kurşun çekirdekli kauçuk yalıtım birimli ve eğri yüzeyli sürtünmeli yalıtım birimli mesnet koşulları için DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyinde herbiri için iki adet, toplamda altı adet hesap modeli oluşturulmuştur. Analiz sonuçları, zaman tanım alanında doğrusal olmayan hesap yöntemi kullanılarak ETABS programından elde edilmiştir. Yapılan modal analiz sonucunda ankastre mesnetli yapının hakim periyodu 0.515 s, LRB yalıtım birimli yapının DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyi için hakim periyotları sırasıyla 3.933 s ve 1.516 s, FPS yalıtım birimli yapının DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyi için hakim periyotları ise sırasıyla 2.182 s ve 1.504 s bulunmuştur. Yalıtım birimi ön tasarımında bulunan periyot değerleri ile analiz sonucunda elde edilen periyot değerlerinin oldukça yakın olduğu görülmektedir. DD-2 deprem yer hareketi düzeyinde kat kesme kuvvetleri ankastre mesnetli yapıya kıyasla, LRB yalıtım birimli yapıda %90, FPS yalıtım birimli yapıda %78.5 oranında azalmıştır. Çalışmada elde edilen DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyi için en üst katın ortalama kat yerdeğiştirmeleri incelendiğinde, ankastre mesnetli yapıya kıyasla yalıtım birimli yapıların kat yerdeğiştirmeleri beklenildiği gibi artmıştır. Yalıtım birimli modellerde üst yapının rijit kütle davranışı sergilediği gözlemlenmiştir. Yapılan analizler sonucunda elde edilen göreli kat ötelemeleri incelendiğinde, DD-1 ve DD-2 deprem yer hareketi düzeyi için yalıtım birimli yapıların kesintisiz kullanım performans düzeyini rahatlıkla sağladığı ancak ankastre mesnetli yapının sınırlı hasar performans düzeyi limitlerini aştığı görülmektedir. Analizler sonucunda DD-2 deprem yer hareketi düzeyinde en üst katta oluşan ivmeler, ankastre mesnetli yapı için 1.854 g, LRB yalıtım birimli yapı için 0.073 g ve FPS yalıtım birimli yapı için 0.230 g olarak elde edilmiştir. Kat ivmelerinin ankastre yapıya kıyasla, LRB yalıtım birimli yapıda %96, FPS yalıtım birimli yapıda %87.6 oranında azalmıştır. Ayrıca LRB yalıtım birimli yapının kat ivmelerinin 0.2 g limit değerini aşmadığı, ancak FPS yalıtım birimli yapının kısa doğrultuda 0.2 g limit değerini bir miktar aştığı gözlemlenmiştir. Elde edilen veriler göz önüne alındığında, deprem gibi bir doğal afet sonrasında kesintisiz kullanım gerektiren veri merkezi tipi bir yapıda sismik yalıtım birimlerinin kullanılmasının, göreli kat ötelenmelerini ve kat ivmelerinin sınırlandırılmasında etkili bir yöntem olduğu sonucuna varılmıştır.
-
ÖgeOrta yükseklikte betonarme binada eğri yüzeyli sürtünmeli izolatör sisteminin etkinliğinin incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-03) Aksay, Meltem ; Darılmaz, Kutlu ; 501181064 ; Yapı MühendisliğiBu çalışmada deprem yalıtımı uygulamalarının tipik bir hastane binası üzerinde etkinliği incelenmiştir. Plan ve taşıyıcı sistem özellikleri hemen hemen her katta aynı olan 5 katlı binanın Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (2018)'nda bulunan şartlara göre deprem yalıtımı tasarımları yapılmıştır.Yapısal analizlerde ETABS analiz programından yararlanılmıştır. Sismik izolatör tipi olarak uygulamada ve literatürde sıklıkla kullanılan kayıcı esaslı sürtünmeli sarkaç tipi izolatör kullanılmıştır. Sırasıyla 50 yılda %2 ve 50 yılda %10 aşılma olasılıklarına karşılık gelen DD-1 ve DD- 2 deprem seviyelerine göre ölçeklendirilmiş 11 adet deprem kaydı doğrusal olmayan dinamik analizlerde kullanılarak yapılan tasarımların deprem performansları belirlenmiştir. Performans kriterleri, DD-1 deprem seviyesinde izolatör sistemlerinin alt sınır değerleri kullanılarak, yalıtım birimlerinin (izolatörlerin) deplasman ve dayanım limitlerinin aşılmaması, DD-2 deprem seviyesinde ise izolatörlerin üst sınır değerleri kullanılarak, üst yapıya etkiyen kuvvet ve kat göreli şekil değiştirmelerinin hedeflenen ve yönetmelikte verilen sınırların altında kalması olarak belirlenmiştir. Analizlerin sonucunda ortaya çıkan kat kesme kuvvetleri, göreli kat ötelemeleri, en büyük kat deplasmanları ve yapı periyotları karşılaştırmalı olarak çizelgeler halinde verilerek değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar geometrik ve malzeme özellikleri değişmeden oluşturulan ankastre mesnetli bina tasarımı ile karşılaştırmalı olarak yorumlanmıştır. Sismik izolatör mesnetli sistemlerin kullanılmasıyla artan yapı periyodu, azalan göreli kat ötelenmesi oranı,azalan kat kesme kuvveti ve azalan kat deplasmanları ile yapı daha güvenli hale getirilmiştir.
-
ÖgeResponse of a hyperbolic cooling tower under seismic excitations and wind load(Graduate School, 2022-02-09) Alzouabi, Mutz ; Hayır, Abdul ; 501191043 ; Structural EngineeringAt the beginning of the 20th century, the consumption of electricity increased around the world remarkably. Therefore, the construction of thermal and nuclear power stations speared worldwide. The power stations needed a large quantity of water in the power generation process. To cool water and reuse it again, the hyperbolic cooling towers were built in the power stations. The hyperbolic cooling towers are designed as tall and thin structures. During the services-life, towers may be exposed to different load types such as wind load, seismic load, construction load, and thermal load in addition to self-weight of the towers. The external loads on the hyperbolic cooling towers may cause a failure or collapse of the towers. The case of collapsing cooling towers may have consequences on both society and the economy. The work presented in this thesis aims to assess the behavior of an existing reinforced concrete hyperbolic cooling tower located at the RWE power station in the Neurath city in western Germany under seismic and wind loads. The reinforced concrete hyperbolic cooling tower is modeled and analyzed utilizing ABAQUS CAE 2020 finite element software. To investigate the seismic response of the tower, dynamic nonlinear time history analysis was applied in accordance with Eurocode 8. Due to the axis-symmetrical nature of the hyperbolic cooling towers, the seismic load is applied only in one horizontal direction. Three ground motion records are chosen in accordance with Eurocode 8 and matched to the elastic response spectrum of Eurocode for 5 percent viscous damping by spectra matching method, using SeismoMatch software. To apply time history analysis in ABAQUS, the Time-Integration implicit method is followed. The dynamic implicit step of ABAQUS is using Hilber-Hughes-Taylor's method (HHT), which is an extension of the Newmark β-method. Modified Newton–Raphson iterative procedure is followed throughout the dynamic analyses. The effect of wind load on the tower is calculated according to the VGB R610U standard as equivalent static pressure on both the external and internal shell walls of the tower. The external and internal pressure distribution coefficients (C_pe and C_pi) are taken into account. According to the abovementioned standard, the pressure caused by wind load is calculated based on terrain category and geographical location of the tower in terms of height, circumferential direction, and fundamental period. The nonlinearity of the materials is taken into the consideration. The concrete damage plasticity model (CDP) is utilized to simulate the inelastic behavior of the concrete. This model accurately defines concrete behavior under cyclic or dynamic loads, as well as simulates residual damage of concrete. The isotropic hardening model is used to simulate the plastic behavior of the steel reinforcement. In this thesis, the stress distributions, lateral displacement, and compressive and tension damage of the hyperbolic cooling tower caused by seismic and wind loads are investigated.
-
ÖgeMalzeme özellikleri iki doğrultuda değişen kirişler için taşıma matrisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-05-23) Barış, Gülfem ; Artan, Reha ; 501171049 ; Yapı MühendisliğiMalzemelerin gün geçtikçe gelişen evrimi malzeme özelliklerini geliştirmekte, yapısı değişmeyen ve pek çok alan için kısıtlı uygulama imkanı olan saf metaller, alaşımlar, geleneksel kompozitler gibi özellikleri kontrol edilemeyen malzemelere karşı yeni malzemeler ortaya çıkmaktadır. Geçmişte mühendislik malzemeleri, homojen karakteristikleri olan ürünleri imal etmek için geliştirilmişlerdir. Bu geleneksel malzemeler endüstriyel uygulamalar için optimum performans sağlar iken karakteristiklerinde çok az veya sıfır değişim gösteren malzemelerdir. Bugünün teknolojisinde ihtiyaç duyulan, malzemelerde homojen olmayan kademeli veya devamlı değişen bir yapı olduğundan bilim insanlarının arayışı, kimsayal ve fiziksel olarak farklı özelliklerde, birbirleriyle birleştirilmiş iki madde arasında, farklı ısıl genleşme özelliklerinden kaynaklanan ısıl gerilmeleri ve yine iki madde arasındaki kimyasal ve fiziksel özelliklerdeki ani değişim nedeniyle oluşabilecek diğer olumsuz durumları derecelendirilmiş yapılarıyla en aza indiren yeni nesil malzemeler yönündedir. Gelişmiş bir heterojen kompozit malzeme kategorisindeki Fonksiyonel Derecelendirilmiş Malzemeler (FDM) olarak bilinen malzemeler, kademeli olarak değişen bileşim veya yapı ile bir parçada çok işlevli özelliklere sahiptir ve tek bir bileşende çelişen özellikler gerektiren mühendislik uygulamaları için çok uygundur. Fonksiyonel Derecelendirilmiş Malzemeler fikri başlangıçta ısıya dayanıklı malzemeler için tasarlanmış olsa da, zamanla bu malzemeler deformasyonu, basıncı, aşınmayı ve korozyonu kontrol etmek ve ayrıca tüm ürün boyutları boyunca derecelendirilen yumuşak geçiş yoluyla gerilim konsantrasyonunu azaltmak için kullanılmıştır. Fonksiyonel Derecelendirilmiş Malzemeler belirli bir oranda karıştırılan iki veya daha fazla malzemeyle elde edilmektedir. Bu malzemeler birbirleri ile malzeme boyutları doğrultusunda bir fonksiyona göre değişmektedir. Böylece malzemelerin birbirleriyle derecelendirilmiş olarak dağılımı sürekli bir değişme neden olmaktadır. Bu sayede malzemeler arasında çatlaklar gibi istenmeyen durumların oluşabileceği bir ara yüzey meydana gelmemektedir. Sonuçta tüm bu yanlarıyla Fonksiyonel Derecelendirilmiş Malzemeler ileri teknolojik uygulamalar için tercih imkanı sunan ideal malzemeler haline gelmektedir. Bu çalışmada Fonksiyonel Derecelendirilmiş Malzemeler geniş ölçekte ifade edilmiştir. Malzeme özellikleri çift doğrultuda değişen malzemelerin mekanik davranışları son yıllarda birçok araştırmanın konusu olmuştur. Çalışmada bu malzemeleri analiz etmek için kullanılan yöntemlerden bahsedilmiştir. İlgili yöntemler kapsamında Başlangıç Değerler ve Taşıma Matrisi konusu irdelenmiştir. Malzeme özellikleri iki doğrultuda değişen kirişlerde eğilme problemi için Euler-Bernaulli kiriş teorisiyle Başlangıç Değerler Yöntemi kullanılarak incelenmiştir. Malzeme özellikleri keyfi olarak değişen kirişler için Taşıma Matrisi verilmiştir.
-
ÖgeAtmosferik depolama tanklarında güncel hasarlarla ampirik ve analitik kırılganlık analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-08) Bezir, Fırat ; Sarı, Ali ; 501171048 ; Yapı MühendisliğiSilindirik atmosferik depolama tankları temelde ülkelerin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılan petrol ve türevleri ile sıvılaştırılmış doğal gaz gibi ürünlerin depolanmasında faydalanılan yapısal elemanlardır. Bu tanklar su, şarap ya da katı atıkların da depolanmasında kullanılmıştır ve halen kullanıldığı tesisler mevcuttur. Depoladığı üründen bağımsız olarak, depolama tanklarının gerek geometrisinden kaynaklı hasar almasının mümkün olması, gerek ülkeler genelinde tank tesislerinin konumlandırıldığı alanların sismik etkilere daha açık bulunmaları, gerekse tanklar içerisindeki sıvı malzemenin olası salınımlarda sahip olduğu salınım etkilerinin tanklarda hasara sebep olacak şekilde etkili olması durumları, depolama tanklarını kırılgan yapmakta ya da hasar görebilmeye açık hale getirmektedir. Bu çalışma kapsamında "kırılganlık" ya da "hasar görebilme" terimleri sadece sismik etkilerden direkt etkilenen ya da sismik etkilere bağlı ikincil etkilerden kaynaklanan hasarı temsil etmek için kullanılacaktır. Literatürde ve pratik kullanımlarda farklı depolama birimleri bulunmaktadır. Bu araştırmada, sadece atmosferik silindirik çelik depolama tankları üzerinde çalışılmıştır. Çalışma genelinde, ilgilenilen bu tanklar depolama tankı ya da atmosferik depolama tankı ifadeleriyle nitelendirileceklerdir. Bu çalışmada izlenen yol kısaca ifade edilecek olursa, çalışmanın ilk aşamasını mevcut akademik yayın çalışmalarından, sismik aktiviteler sonucu hazırlanan raporlardan, araştırma tezlerinden ve akademik açıdan kabul edilebilecek diğer kanallardan elde edilen depolama tankı hasar veri tabanının derlenmesi işi oluşturmuştur. Gözleme dayalı hasar kayıtları çalışmalarının tarihçesi 1970'lere dayanmakla birlikte, yakın tarihimize kadar depolama tanklarındaki hasarlarla ilgili çalışmalar mevcuttur. Yazar, ilgili çalışmalarda işlenmiş gerçek deprem olayları sonucu hasar gören tankları, tankların geometrileri, tank lokasyon bilgileri, tankın içerdiği sıvı niteliği, tank konfigürasyonu ve özelliği ve çalışmanın ileriki bölümlerinden görüleceği üzere, sismik hesap sonuçları ve diğer değişkenleri içerecek şekilde derlemeyi başarmıştır. Bu şekilde toplanan toplam tank sayısı 4509'dur. Bu çalışma sonucu tank hasarlarına ait bir hasar matrisi oluşturulmuştur. Tanklar bu matriste sahip oldukları hasarlara göre belirli hasar sınıflarına atanmıştır. Tank hasar belirleme ve hasar sınıfı tayini mevcut literatürde ve tank tasarımı ile ilgili uluslararası kodlarda günümüze kadar gelişip değişerek işlenmiştir. Bu hasar sınıfları arasında ciddi farklar olmasa da farklı hasar sınıfı tanımlamaları mevcuttur. Bu araştırmada, yazar tank hasar sınıfını da yaptığı kapsamlı veri toparlama işlemleri neticesinde, sektör uzmanlarının da görüşleri üzere güncelleyerek çalışmaya dahil etmiştir. Ardından, gözleme dayalı bu hasar veri setinde, hasara sebep olan sismik olayların temel karakteristikleri kullanılarak, hasar ve hasarın sebebi arasındaki istatistiksel ilişki mevcut istatistiksel bakış açıları ile yorumlanıp, tank hasar matrisindeki hasar sınıfları için sismik kırılganlık eğrileri elde edilmiştir. Bu noktada kısaca vurgulanmak gerekirse, literatürde kırılganlık analizi gerçekleştirmek için birden fazla istatistiksel metot bulunmakla birlikte, bu çalışma kapsamında hasarın doğası ile uyumlu olacağı ispat edilmiş yöntemler seçilmiştir. Sismik aktiviteler sonucu tankların performansı söz konusu hasarın varlığı veya yokluğu şeklinde ikili değişkenle tanımlanabileceği için, istatistikte ikili (binary) dağılımlar için olasılık hesaplarında işlevselliği ispatlanmış olan lojistik regresyon yöntemi seçilmiştir. Bununla birlikte, bu yöntemde parametre tahmini için kullanılan fonksiyonlardan logit ve probit modeller ile maksimum olabilirlik yöntemi seçilerek, lojistik regresyon analizleri gerçekleştirilmiştir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken konu; hasarın çıkış nedeni olan depremlerin ve tanklara ait karakteristiklerin her tank ya da tank grubu için birbirinden bağımsız olmasıdır. Bu nedenle, elde edilen hasar sınıflandırma matrisi her hasar sınıfı için yakın ya da ortak dağılımı vermekten uzaktır. Bu da hasar matrisinin ve sadece gözleme dayalı verilerin kullanılarak elde edilen kırılganlık eğrilerinin güvenilirliği sorusunu göz önüne getirmektedir. Ayrıca farklı durumlarda, özel ihtiyaçlara göre risk hesaplamalarının gerekli olduğu durumlarda, çok genel sonuçlar ifade edecek gözlemsel sonuçların vereceği kanı sorgulanmalıdır. Bu noktada, akademik ve mühendislik perspektifi mevcut veri boşluğuna rasyonel müdahalelerle elde edilen kırılganlık eğrilerinin iyileştirilmesini gerekli kılmaktadır. Bilimsel bilginin temel ilkelerinden biri olan faydalılık prensibi gereğince, mevcut hasar veri tabanını iyileştirmeye yönelik sonlu eleman analizleri ile gerçek tank geometrisi ve özelliklerini kullanarak, tanklarda sismik etkilerin sonuçları gözlemlenmiştir. Tankların maruz bırakıldıkları sismik yer hareketleri sonucu, sahip oldukları hasarlara göre her tank ilgili hasar sınıfına yerleştirilerek mevcut hasar veri tabanı hem nitelik hem de nicelik olarak iyileştirilmiştir. Sonlu eleman modelleri ile kırılganlık analizlerinin gerçekleştirildiği hasar veri tabanında toplamda 396 adet hasar bilgisi bulunmaktadır. Çalışmanın bu bölümünde, 11 adet yer hareketi ile gerçekleştirilen 396 adet analiz sonucu kırılganlık eğrileri 8 farklı deprem şiddet ölçüm birimi için gerçekleştirilmiştir. Çalışmada 3 farklı geometride, 2 farklı doluluk oranında, 2 farklı çatı konfigürasyonunda ve 3 farklı tank kabuk kalınlığı dağılımında modellenen tanklar, yapı sıvı etkileşimi göz önünde tutularak, zaman serisi analizleri sonucu hasar bilgileri kaydedilmiştir. Numerik çalışmaların sunduğu model bilgileri ile literatürde güvenilirliği kanıtlanmış ampirik formülasyonlar kullanılarak depolama tankları için periyot hesapları gerçekleştirilmiştir. Bunun nedeni, maksimum yer ivmesi ve maksimum yer hızına (PGA, PGV) ek olarak diğer sismik ölçüm birimlerinin kırılganlık analizinde ortaya çıkaracağı sonuçlara yanıt aramaktır. Böylece, aşağıda izah edileceği üzere deprem kayıtlarından elde edilebilecek PGA ve PGV parametrelerine ek olarak, 6 adet sismik şiddet parametresi elde edilmiştir. Çalışmanın bu konusu kapsamlı şekilde, binlerce veri analizi sonucu elde edilmiştir. Bu çalışmada sadece elde edilen sonuçlar ve analiz prosedürleri ifade edilmiştir. Çalışmada enerji hesapları, 24 farklı periyot değerinin 3 farklı deprem bileşenine sahip 11 adet deprem kaydı için milyonlarca deprem verisinin yazılımsal araçlarla işlenmesi sonucu, enerji talep spektrumları olarak elde edilmiştir. Bu sismik parametrelerin PGA ile aralarındaki korelasyon, lineer regresyon analizleri ile elde edilmiştir. Buna ek olarak, bu çalışmada ilgilenilen bir diğer temel konu ise, yapılan kırılganlık analizlerinde kullanılan sismik şiddet ölçüm değişkeninin faklı türdeki hasarların tespitindeki başarısını test etmektir. Tank geometrilerine bağlı olarak, farklı konfigürasyonlar farklı salınım periyotlarına neden olmaktadır. Tankların geniş çaplı olması içereceği sıvının sahip olacağı salınım periyodunun artmasına neden olduğu için, kullanılan sismik şiddet ölçüsünün bu noktada sınanması gerektiği düşünülmüştür. Bu amaçla, yapı analizlerinde ve söz konusu depolama tanklarında sismik yoğunluğu ifade etmek için daha fazla kullanılan "maksimum yer ivmesi" birimine ek olarak, maksimum yer hızı, spektral ivme, spektral hız, spektral deplasman, ortalama spektral ivme, deprem giriş enerjisine eşdeğer ivme ve sönümlenmiş deprem enerjisine eşdeğer ivme değişkenleri de kullanılarak, kırılganlık eğrileri 8 farklı sismik şiddet ölçüm birimi için elde edilmiştir. Yapılan analizler sonucu spektral hız, spektral deplasman ve sönümlenmiş deprem enerjisine eşdeğer ivme parametrelerinin kırılganlık analizinde farklı hasar durumlarının tespit etmek için kullanılabileceği gözlemlenmiştir. Bu kapsamdan bakıldığında yapılan çalışmanın ilgili konuda mevcut çalışmaların bulgularına yenilik eklediği görülmektedir. Lde edilen bu bulgularla gelecek yıllarda yapılacak çalışmalara bu noktada kaynak olacağı umulmaktadır. Yapılan kırılganlık analizlerinde, literatürde kullanılmış farklı istatistik metotlardan faydalanılmıştır. Kırılganlık analizinde işleme giren ana değişkenler sismik şiddet ölçüm birimi ile hasar durumuna ait verilerdir. Fakat unutulmamalıdır ki, işlemden sonuç üreten fonksiyonun kendisi de bir değişken olarak hasar görebilme olasılığına etki etmektedir. Bu noktada, farklı istatistiksel prosedürlerin de hasar olasılıklarına etkisi ispat edilmiştir. Gerek söz konusu alanda gerekse yapı ve deprem mühendisliği noktasında yapılan analizlerde farklı istatistiksel prosedürlerin verdiği sonuçların farklı olacağı göz önüne alınmalıdır. Görüleceği üzere, bu yüksek lisans çalışmasında gözlemsel verilerin elde edilmesi, hasar sınıflarının güncellenerek yeniden tanımlanması, hasar verilerinin yorumlanarak hasar sınıflarına atanması, istatistiksel prosedürlerin kırılganlık analizinde irdelenmesi, gözlemsel veriler için kırılganlık eğrilerinin elde edilmesi, numerik modelleme sonucu elde edilen hasar verilerinin yorumlanması, sıvı salınımı ve tank duvar periyotları hesapları ile sismik şiddet ölçüm parametrelerinin elde edilmesi için spektral analizlerin gerçekleştirilmesi ve analitik verilerle farklı sismik değişkenler için kırılganlık eğrilerinin tekrar elde edilmesi ve elde edilen iki farklı yaklaşımın birbiri ile kıyaslanması olarak özetlenebilecek çok sayıda temel konu ele alınmıştır. Çalışmanın bu anlamdaki kapsamlılığı ve kendi içindeki birliği gerek akademik çalışmalar için yararlanmak isteyen okuyuculara, gerekse pratik mühendislik alanında tasarıma, uygulamaya veya kontrole dayalı işlemlerde tez içeriğinin güvenilir bir kaynak olarak kullanıcıya hitap etmesini mümkün kılmıştır.
-
ÖgeNano silikanın yüksek oranda uçucu kül içeren betonların taze hal, priz süresi ve mekanik ozellikleri üzerine etkisinin araştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-20) Baran, Ahmet ; Atahan, Hakan Nuri ; 501181002 ; Yapı MühendisliğiBeton; çimento, agrega, su ve katkı malzemelerinden oluşmaktadır. Beton ve harç yapımında bağlayıcı malzeme olarak kullanılan çimentonun üretim ve nakliye aşamalarında çevreye yüksek miktarda karbondioksit (CO2) salınmaktadır. Bu nedenle, çimento üretimi, çevreye sürdürülebilirlik anlamında büyük zarar vermektedir. Son yıllarda daha sürdürülebilir bir çevre için bilim insanları, çimentoya alternatif malzemeler geliştirmeye çalışmaktadır. Bu malzemeler, bazı durumlarda çimentonun yerini tamamen alamasa da çimentonun belirli bir miktarı ile ikame edilerek (puzolanik malzemeler) kullanılmaktadır. Bu puzolanik malzemelerden birisi olan uçucu kül, hem atık bir malzeme olması hem de çimento hidratasyonu sonucu oluşan serbest kireci nemli ortamda bağlayarak çimento esaslı malzemeye ileri yaşlarda mukavemet kazandırması ve malzeme dürabilitesine katkı sağlaması nedenleri ile kritik bir öneme sahiptir. Ayrıca araştırmalar, uçucu külün, betonun işlenilebilirlik özelliklerini arttırdığı ve hidratasyon sıcaklığını düşürdüğünü de göstermektedir. Uçucu kül ile çimentonun ikamesi sürdürülebilirliğe ciddi bir katkı yapsa da bu malzemenin bazı dezavantajları da vardır. Örneğin, uçucu kül içeren betonların erken yaş dayanımları genel olarak düşüktür. Bunun sebebi uçucu külün bağlayıcılık özelliği kazanması için ortamda hidratasyon ürünlerinden olan CH kristallerinin bulunması gerekliliğidir. Çimentonun hidratasyonu başlamadan uçucu külün bağlayıcılık özelliği kazanamaması, priz süresinde de gecikmeye yol açmaktadır. Betonu daha sürdürülebilir yapmanın başka bir yolu da beton kalitesini arttırarak servis ömrünü uzatmaktır. Bu anlamda, yüksek özgül yüzey alanı ve yüksek reaktiflerinden dolayı nanomalzemeler, son yıllarda birçok çimento esaslı kompozitlerde kullanılmaktadır. Bu nanomalzemelerden, beton üzerinde en çok araştırma yapılan malzemelerden biri de nano silikadır. Nano silika, amorf silikanın ayrı parçacıklarının su içindeki kararlı dağılımları olarak tanımlanabilir. Nano silikanın, ana bileşeni olan amorf silika (>%99), CSH jelleri oluşturmak için Ca(OH)2 ile reaksiyona girer (puzolanik etki). Oluşan CSH, hem matrisin hem de arayüzey geçiş bölgesinin mikro yapısını iyileştirmektedir. Ek olarak, nano silika, sahip olduğu yüksek özgül alanına bağlı olarak bir çekirdeklenme etkisi yaratarak hidratasyon sürecini hızlandırmakta ve buna bağlı olarak priz süresini azaltmaktadır. Ayrıca, betonun erken yaş dayanımını arttırdığı da bilinmektedir. Nano silikanın görece dezavantajları ise hidratasyon sıcaklığını arttırması ve işlenebilirlik özelliklerini azaltmasıdır. Son yıllarda, nano silika ile puzolanik malzemelerin (uçucu kül, yüksek fırın cürufu, silis dumanı) sinerjitik etkisi araştırmacılar tarafından sıklıkla çalışılmaktadır. Uçucu kül kullanmanın dezavantajları olan erken yaş dayanımının düşük olması ve geciken priz süresinin, nano silika ile telafi edilip edilemeyeceği ile alakalı bir literatür boşluğu bulunmaktadır. Araştırmalarda kullanılan betonlarda, aynı akışkanlaştırıcı miktarları kullanılmış ve bu durumun da yerleşme özellikleri üzerinde olumsuz bir etki yaratabileceği düşünülmüştür. Bu bağlamda, bu tez kapsamında sunulan çalışmada, aynı kıvamlarda (Naftalin esaslı akışkanlaştırıcı kullanılmıştır; Slump: 20±1 cm) 4 farklı uçucu kül oranında (çimentonun hacimce %0, %20, %35 ve %50 ikame edilmiş) ve 3 farklı nano silika dozajındaki (bağlayıcının hacimce %0, %1,7 ve %3,4 ü oranlarında) toplam 12 farklı karışım üzerinde reoloji (Plastik viskozite, statik ve dinamik akma gerilemesi), priz süresi, hidratasyon sıcaklık ölçümü, ve 3 farklı yaşta (7, 28 ve 90 gün) basınç dayanımı ve elastisite modülü testleri yapılmıştır. Sunulan bu çalışmanın önemli bir amacı, çimentonun, normal ve yüksek oranlarda uçucu kül ile yer değiştirilmesi sonucu oluşacak dayanım kayıplarının veya gecikmelerinin nano silika kullanımı ile ne derece tolere edilebileceğinin araştırılmasıdır. Ayrıca, nano silikanın ve/veya uçucu külün dayanım ve elastisite modülü gelişimi üzerine etkileri de araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre; uçucu kül ikame oranı arttıkça aynı kıvamı elde edebilmek için kullanılması gereken katkı miktarı azalırken, nano silika dozajı arttıkça, aynı kıvamı elde edebilmek için gerekli katkı miktarı artmıştır. Uçucu külün ikame oranı arttıkça işlenilebilirlik özelliklerinin geliştiği ve tersine, nano silika dozajı arttıkça işlenebilirlik özelliklerinin zayıfladığı gözlemlenmiştir. Kullanılan katkı miktarlarının, reolojik özelliklere ve hidrataston sıcaklığı üzerine ciddi olarak etki ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca, uçucu külün priz süresini geciktirdiği ve nano silikanın priz süresini azalttığı sonucuna varılmıştır. Kullanılan nano silika, uçucu kül kullanımı ile oluşan priz süresindeki gecikmeyi bir nebze tolere etse de gecikmenin tamamını karşılayamamıştır. Mekanik deneylere ait sonuçlar irdelendiğinde, uçucu kül ikamesi arttıkça 7 ve 28. günlerde basınç dayanımının azaldığı fakat aradaki dayanım farkının 90 günde azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Nano silika, öte yandan, 7 günlük basınç dayanımı sonuçları üzerinde bir artış etkisi gösterse de bu etki 28 ve 90 günlerde azalmaktadır. Uçucu külün erken yaşlarda oluşturduğu olumsuz etkinin, nano-silika ilavesi ile kısmen dengelendiği görülmüştür. Ancak ilerleyen yaşlarda nano silikanın etkisi azalmıştır. Elastisite modülü deney sonuçlarına göre, genel olarak, artan basınç dayanımı ile elastisite modüllerinin arttığı söylenebilir. 28-90 günlük elastisite sonuçları, uçucu külün ve/veya nano silikanın elastisite modülü üzerinde ciddi bir etkisi olmadığını göstermektedir. Bunun yanında, 7 günlük elastisite deneyi sonuçlarına göre artan uçucu kül ikamesi ile elastisite modülü azalmıştır (%20 uçucu kül içeren karışım hariç).
-
ÖgeNano silika ve mikro silika katkılı harçlarda durabilite ve mekanik özellikler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-20) Başaran, Merve ; Atahan, Hakan Nuri ; 501181024 ; Yapı MühendisliğiBeton; çimento, agrega, katkı maddeleri ve karışım suyunu içeren karmaşık yapıya sahip olan bir yapı malzemesidir. Aynı zamanda en yaygın olarak kullanılan insan yapımı yapı malzemelerinden biridir ve her yıl yaklaşık 20 milyar metrik ton üretilmektedir. Beton yapımı için üretilen çimento, küresel karbondioksit emisyonunun büyük bir kısmına neden olmakta ve çevre kirliliği açısından büyük endişe yaratmaktadır. Bu etkiyi azaltmak için son zamanlarda birçok araştırmacı çimento kullanımını azaltmak ve betonun servis ömrünü artırmak için çalışmalar yapmaktadır. Betonun servis ömrünün en önemli göstergelerinin durabilite ve mekanik performans olduğu söylenebilir. Beton, çeşitli boyutlarda ve farklı miktarlarda boşluklar içeren bir yapı malzemesi olduğundan, çeşitli çevresel faktörler betonun özelliklerini etkiler ve değiştirir. Sıvı ve/veya gazın betona sızması bu boşluklar sebebiyle gerçekleşir. Bu olaya betonun geçirgenliği denir. Boşluklara penetrasyon, difüzyon, basınç altında emme veya kılcal emme ile gerçekleşir ve beton içindeki boşlukların miktarına, dağılımına ve boyutuna bağlıdır. En yaygın durum kılcal emmedir, bu nedenle kılcal boşluklar betonun durabilitesi ve mekanik performansında önemli bir role sahiptir. Betondaki boşluklardan içeri giren sıvılar veya gazlar zamanla betonda fiziksel veya kimyasal reaksiyonlara neden olur, sonrasında ise betonda çatlaklar oluşturur ve onun yapısını bozar. Bu kimyasal saldırılardan biri de sülfat saldırısıdır. Bu reaksiyonlar sonucunda oluşan ürünler birleşerek sertleşmiş betonun genleşmesine neden olur. Bu genişleme nedeniyle derin çatlaklar oluşur. Bu, betonun dayanım ve durabilitesinin azalmasına neden olur. Sonuç olarak da betonun servis ömrünü azaltır. Betonun durabilitesini ve mekanik özelliklerini arttırmanın en temel yolu betondaki boşlukları azaltmaktır. Betondaki boşluklar azaltıldığında daha yoğun bir yapı elde edilir, böylece gaz ve sıvı girişleri daha zor hale gelir. Bu sayede daha dayanıklı bir beton elde edilir. Bu konuda bugüne kadar birçok çalışma yapılmış ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte mikro ve nano boyutta birçok farklı mineral katkı maddesi denenmiştir. Betonda kullanılan mikro ve nano malzemelerin, özellikle arayüz bölgesinde, filler etkisi nedeniyle genel olarak betonun özelliklerini iyileştirdiği gözlemlenmiştir. Ancak en iyi etki, silika içeriğinden dolayı nano-silika (NS) ve mikro-silika (MS) minerallerinde gözlenmiştir. Filler etkisinin yanı sıra silika içeren mineral malzemeler betonda puzolanik etkiye de neden olmaktadır. Nemli bir ortamda betondaki CH kristalleri ile silis arasındaki reaksiyonla C-S-H yapısının oluşması puzolanik reaksiyon olarak adlandırılır. Bu sayede daha yoğun bir arayüz ve daha güçlü bir yapı elde edilir. Nano malzemeler üzerine yapılan çalışmalar incelendiğinde genel olarak beton yerine harç numuneleri üzerinde yapıldığı görülmektedir. Bazı araştırmalarda harçlarda NS ve MS birlikte kullanılır ve bu sinerjik bir etki yaratır. Yapılan bu çalışma kapsamında sinerjik etkinin değerlendirilmesi amacıyla harç numuneleri üretilmiş ve mikro ve nano silika tek tek veya birlikte kullanılmıştır. Üretilen numuneler üzerinde mekanik (basınç ve eğilme) ve durabilite (sülfat direnci, su emme ve ağırlıkça su emme) deneyleri yapılarak bu malzemelerin ve bunların kombinasyonlarının karışımların mekanik ve durabilite özelliklerine etkisinin görülmesi amaçlanmıştır. Üretilen numuneler bir yılı aşkın bir süredir sülfat içeren çözelti içersinde tutulmaktadır ve belirli periyotlarda boy ölçümleri alınmaktadır ve MS ve NS kullanımının dış sülfat etkisinden dolayı kaynaklanabilecek deformasyonları ne ölçüde sınırlayabileceği araştırılmıştır. Sonuçlara göre mikro silika ilavesi basınç ve eğilme dayanımlarını %25'e kadar arttırmıştır. Öte yandan nano silikanın bu parametreler üzerinde önemli bir etkisi gözlenmemiştir. Ayrıca kapiler su absorpsiyon ve sülfat dayanım testleri sonuçları değerlendirildiğinde, mikro ve nano silikanın ayrı ayrı ilave edildiği karışımlarda sorptivitenin azaldığı gözlemlenmiştir. Ayrıca, mikro ve nano-silika kombinasyonu çok daha önemli (sorptivite için %50'ye kadar) bir azalma ile sonuçlanmıştır.
-
ÖgeEğri eksenli çubukların bulunduğu çerçevelerin tesir çizgilerinin elde edilmesi ve kafes sistemlerin limit yüke göre minimum ağırlıklı olarak boyutlandırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-21) Ahioğlu, Nuri ; Orakdöğen, Engin ; 501181032 ; Yapı MühendisliğiBu çalışma kapsamında, içerisinde eğri eksenli çubuklar bulunan yapı sistemlerinin tesir çizgilerinin yaygın olarak kullanılan bir yapı analizi programı ile doğrudan elde edilmesi ve kafes sistemlerin limit yüke göre minimum ağırlıklı olarak tasarımı konuları incelenmiştir. Çalışma yedi bölümden oluşmakta olup, ilk bölümde çalışmanın amacı ve literatürde çalışma kapsamındaki konularda daha önce yapılan çalışmalar verilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde tesir çizgilerinin kullanılmasında önemli olan yükler konusu, sabit yükler ve hareketli yükler olarak iki ayrı kategoride incelenmiş olup, hareketli yüklerin çeşitleri hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde, ilk olarak tesir çizgisi kavramı verilmiş ve tesir çizgileri oluşturulurken dikkat edilmesi gereken hususlara değinilmiştir. Ardından izostatik sistemlerin tesir çizgilerinin elde edilmesinde kullanılan, denge denklemleri ile çözüm ve Müller-Breslau prensibi ile çözüm yöntemleri açıklanmış ve elde edilen tesir çizgilerinin pratikteki kullanımı hakkında bilgi verilmiştir. Sonrasında hiperstatik sistemlerin tesir çizgilerinin elde edilmesinde kullanılan fonksiyonlar ve açı yöntemleri açıklanmıştır. Son olarak daha pratik ve sistematik olan hiperstatik sistemlerin tesir çizgilerinin açı yöntemi ile çiziminin açıklandığı sayısal iki örnek verilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümünde tesir çizgilerinin matris yerdeğiştirme yöntemi yardımıyla çizilmesi için bir yöntem açıklanmıştır. Yöntemde üçüncü bölümde verilen sonlu elemanlar yöntemine de uygulanmak üzere bir matris formülasyonu verilmiştir. Açıklanan bu yöntem literatürde bulunan diğer yöntemlere kıyasla analizleri oldukça kısaltmaktadır. Çalışmanın beşinci bölümünde tesir çizgilerinin çizilmesi amacıyla eleman yükleme matrislerinin matris deplasman yönteminde kullanılan birim deplasman matrislerinden yararlanarak nasıl elde edildiği anlatılmıştır. Elde edilen yükleme matrisleri sistemin analizinde kullanılacak yapı analiz programına ters yönde düğüm noktası yükü olarak etkitilmiş ve aranan kuvvetlerin tesir çizgileri elde edilmiştir. Ayrıca bu bölümde, klasik yöntemlerle tesir çizgisi diyagramları elde edilmiş eğri eksenli bir elemana sahip bir sistemin tesir çizgilerinin SAP2000 programı ile nasıl elde edileceği ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Çalışmanın altıncı bölümünde ilk olarak kafes sistemler hakkında bir bilgilendirme yapılmıştır. Ardından kafes sistemlerin limit yüke göre minimum ağırlıklı olarak boyutlandırılmasında kullanılacak formülasyon açıklanmıştır. Ayrıca bu bölümde ilgili konu ile ilgili dört adet örnek çözülmüştür. Problemlerin ilkinde optimizasyon işleminin tamamlanmasının ardından sistemin SAP2000 programı ile düşey yükler için statik itme analizi yapılmış ve limit yük parametresinin göçme yüküne (P = 1) eşit olup olmadığı kontrol edilmiştir. Çözümü yapılan dördüncü örnek ilk üç örnekten farklı olarak üç boyutlu bir geometri sahip olduğundan, sistemin SAP2000 programı ile modellenmesinin aşamaları ayrıntılı olarak verilmiş ve optimizasyon işlemleri tablolar üzerinde açıklanmıştır. Çalışmanın yedinci ve son bölümünde yapılan çalışmalar özetlenmiş ve elde edilen sonuçlara yer verilmiştir.
-
ÖgeMevcut betonarme binaların burkulması önlenmiş çaprazlar (BÖÇ) ile davranış kontrollü güçlendirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-29) Bal, Ahmet ; Çelik, Oğuz Cem ; 501122023 ; Yapı MühendisliğiSon yıllarda ülkemizde (Kocaeli-17.08.1999, Düzce-12.11.1999, Van-23.10.2011) ve dünyada (Northridge-17.01.1994, Kobe-16.01.1995, Jiji-21.09.1999, Sumatra-26.12.2004, Sichuan-12.05.2008, Haichi-12.01.2010, Doğu Japonya-11.03.2011) meydana gelen depremler oluşturdukları yıkıcı etki nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açmıştır. Japonya ve Türkiye gibi sismik etkilerin yüksek olduğu bölgelerde, depreme hazırlıklı olmak yalnızca depreme dayanıklı yeni binalar inşa etmekle mümkün olamamakta, mevcut yapıların depreme karşı güçlendirilmesini ve güçlendirmede yeni teknolojilerin geliştirilmesini gerektirmektedir. Tez kapsamındaki çalışmalar Japonya'da bulunan Tokyo Institute of Technology, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Nippon Steel & Sumikin Engineering Co.'nun ortak olduğu bir proje ve disiplinlerarası perspektifte gerçekleştirilmiştir. Türkiye'de de yapı stokunun büyük bölümünü oluşturan betonarme yapıların geçmiş depremlerde beklenen performansı gösterememesi yeni yapısal çözümlerin geliştirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Özellikle Japonya'da davranış kontrollü güçlendirme ve tasarım kavramı ile ilgili önemli araştırmalar gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla, Japonya ve Türkiye gibi ülkelerde ekonomik ve etkili güçlendirme yöntemlerine olan ihtiyaç yüksektir. Mevcut betonarme yapılar yetersiz yanal rijitlik, süneklik, dayanım ve düşük enerji yutma kapasiteleri sebebiyle depremde hasar görmektedir. Özellikle hastane ve okullar gibi kamu binalarının büyük kısmı ülkemizde betonarme olarak üretilmiş olup deprem güvenliği istenen performansı sağlamaktan uzaktır. Bu tür mevcut betonarme yapıların geleneksel yöntemler ile (betonarme perde eklenmesi, betonarme mantolama, çelik ceketleme ve çapraz eklenmesi) güçlendirilmesi mümkün olsa bile davranış kontrollü güçlendirme teknikleri özellikle Japonya'da yönetmeliklerde yer almakta ve daha etkin çözümlere imkân sağlamaktadır. Yapı mühendisliğinde dayanıma göre tasarım ve davranış kontrollü tasarım arasında önemli farklar bulunmaktadır. Mekanik bir sönümleyici türü olan BÖÇ'ler deprem tesiriyle tekrarlı çevrimsel yükleme etkisinde kaldıklarında basınç ve çekme durumlarında dengeli, dolu histeretik çevrimler oluşturarak yüksek miktarda enerji yutabilirler. Metalik esaslı bir sönümleyici olan BÖÇ'lerin kullanılarak hasar dağılımının takip edilmesi, yutulan enerji miktarının dayanıma göre tasarıma oranla arttırılması hedeflenmektedir. Proje ortağı olan Tokyo Institute of Technology BÖÇ'lerin tasarımı ve uygulama esasları konusunda yüksek birikime sahiptir. Diğer proje ortağı Nippon Steel & Sumikin Engineering Co. olabildiğince dünyadaki önemli BÖÇ üreticilerindendir. BÖÇ kullanılarak gerçekleştirilen davranış kontrollü güçlendirme tekniğinde amaç mevcut yapının taşıyıcı sistem elemanlarının elastik bölgede kalması hasarın BÖÇ'lerde toplanmasıdır. BÖÇ'ler mevcut çelik ya da betonarme binalarda da dayanım, rijitlik ya da sünekliğin arttırılmasını hedefleyen güçlendirmelerde kullanılabilir. Geleneksel güçlendirme yöntemlerine göre davranış kontrollü güçlendirmenin önemli üstünlükleri vardır. BÖÇ'lerin kullanıldığı davranış kontrollü güçlendirmede mimari işlevsellik bozulmaz ve yerinde montajı kolaydır. Ayrıca gün ışığı ve aydınlatma gibi çevre kontrolü unsurlarının sağlanmasında yararlıdır. Geleneksel betonarme perde ile güçlendirmeye göre daha hafiftir ve yapının rijitlik ve süneklik düzeyi projeye özgün biçimde oluşturulabilir.
-
ÖgeOrtak podyum üzerinde yükselen mevcut betonarme yüksek katlı yapının deprem performansının zaman tanım alanında doğrusal ötesi analiz ile belirlenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-03) Aksoy, Ömer Faruk ; Taşkın, Beyza ; 501191049 ; Yapı MühendisliğiYüksek yapının deprem etkileri altında davranışını belirlenmesi, davranışa etki eden pek çok parametrenin hesaba katılması gerekliliği, bu parametrelerin üzerinde mutabakat sağlanmış kesinlikte anlaşılmış olmaması ve yüksek modların davranışa etkisinin büyük olması gibi durumlar düşünüldüğünde, yapı ve deprem mühendisliğinin en sofistike konularından biri haline gelmektedir (Budak, 2015). Yüksek yapıların ülkemiz mevcut bina stokunu içindeki yüzdesi gün geçtikçe artmaktadır. Ülkemizdeki küçük ve orta ölçekli yapıların büyük çoğunluğunun yeterli kapasiteye sahip olmadığı geçtiğimiz birkaç yüzyılda yaşanmış yıkıcı depremler ile acı bir şekilde tecrübe edilmiştir. Bu durumdan yapılabilecek nihai çıkarım az ve orta katlı yapıların önemli bir çoğunluğunun tasarım ve inşa dönemlerinden yürürlükte olan deprem yönetmeliğine uygun olarak tasarlanmadığı ve/veya yapım aşamasında yeterli mühendislik hizmeti alınmadığı, sıkı denetimlere tabi tutulmadığıdır. Yüksek yapılar, az ve orta katlı yapılara kıyasla daha iyi bir mühendislik hizmeti alması ve yapım aşamasında daha sıkı denetime tabi tutulması yönüyle ayrışıyor olsa da yüksek yapıların deprem performanslarının kâğıt üzerinde gerçeğe yakın tahmin edilmesi az ve orta katlı yapılara nazaran bir o kadar meşakkatlidir. Yüksek yapının deprem performansının belirlenebilmesi için geliştirilmiş günümüzde en çok tercih edilen hesap yöntemi zaman tanım alanında doğrusal olmayan hesap (ZTADOH) yöntemidir. Bu yöntem yüksek işlem hacmi gerektirdiğinden ve analiz sonucu açığa çıkan verilerin depolanması ve işlenmesindeki iş yoğunluğu sebebiyle bu yöntemin kullanım sıklığı bilgisayar teknolojisinin gelişimi ile doğru orantılıdır. Hesap yöntemi ile alakalı bilgi vermek gerekirse yapılan işlem adımlarını kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür. Yapı modeli oluşturulduktan sonra yapı deprem etkisi altında analize tabi tutulup her bir betonarme taşıyıcı sistem elemanının kritik kesitlerindeki beton ve çelik malzemesinin şekil değiştirmeleri, deprem yönetmeliğince belirlenen hasar sınırları ile karşılaştırılarak yapının deprem performansı belirlenmektedir. Bu işlem 22 deprem seti için tekrarlanmaktadır. Sonuçlar arasından en elverişsizi seçilerek hasar tespiti yapılmakta ve bina performansı tespit edilmektedir. ZTADOH yönteminin harcanan zaman ve bilgisayar kapasitesi bakımından uygulanabilir hala getirmek ve analiz sonuçlarının yorumlanmasını kolaylaştırmak amacıyla istatistik biliminden yararlanılmaktadır. İncelenen bina taşıyıcı sistemleri benzer özelliklerine göre gruplandırıldıklarında aynı örneklem içerisinde yer alan binalar yeterli sayıda deprem yer hareketine maruz bırakıldıklarında alınan sonuçlar bir araya getirildiğinde verilerin dağılımının Standart Normal Dağılım ile yüksek korelasyon gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu benzerlik göz önünde bulundurulduğunda yapının ilgili deprem parametresi altında ne kadar olasılıkla hangi hasar seviyesinde bulunabileceği hakkında çıkarımda bulunulabilir. İlgili dağılım fonksiyonları Hasar Görebilirlik (Kırılganlık) Eğrileri şeklinde literatürde yer almıştır. İncelenen mevcut yüksek yapının TBDY 2018 yönetmeliğince deprem performansı belirlenmiş ve değerlendirilmiştir. Yedi bölümden oluşan yüksek lisans tezinin birinci bölümü olan giriş kısmında çalışmanın önemi, konusu, amacı ve kapsamına ek olarak literatür özetine yer verilmiştir. İkinci bölümde yüksek bina performans değerlendirmesi konusu üzerinde durulmuştur. Kapasite tasarım yaklaşımı ve performansa dayalı tasarım yaklaşımı özetlenmiş, doğrusal olmayan hesap yöntemi anlatılmıştır. Deprem düzeylerinden bahsedilmiş ve deprem tasarım spektrumları tanımlanmıştır. Bu bölümde son olarak TBDY 2018'e göre yüksek binalar için tanımlanan performans düzeyleri ve hedefleri açıklanmıştır. Üçüncü bölümde mevcut bir betonarme yüksek binanın analiz modelinin oluşturulması konusu işlenmiştir. Yapı genel bilgileri verilmiş, modelleme ve çözümlemede kullanılan yaklaşımlardan söz edilmiştir. Yük tanımlamaları ve malzeme modelleri açıklanmıştır. Tasarıma esas perde, kolon ve kiriş kesitleri tespit edilmiş, betonarme kesitlerin çevrimsel (histeretik) davranışı irdelenmiştir. Plastik mafsal tanımları açıklanmış, kiriş, kolon ve perdelerde plastik mafsal tanımlamalarının analiz programına tanıtılması gösterilmiştir. Taşıyıcı sistem elemanlarının yönetmelikçe tanımlanan hasar sınırları belirlenmiştir. Çok serbestlik dereceli taşıyıcı sistemlerin dinamik çözümü üzerinde durulmuş ve çalışmada kullanılacak programlar ve programların kullanım esasları açıklanmıştır. Dördüncü bölümde deprem kayıtlarının seçimi üzerinde durulmuş seçilen kayıtların özelliklerinden bahsedilmiştir. Deprem kayıtları ham veri olarak elde edilmesinden dolayı temel çizgisi düzeltmesi ve filtreleme işlemine tabi tutulmasının ardından filtrelenmiş kayıtlar bölgesel deprem tasarım spektrumunun (Hedef Spektrum) ilgili periyot aralığında ölçeklenerek analizlerde kullanılabilir hale getirilmesi açıklanmıştır. Beşinci bölümde mevcut betonarme yüksek binanın zaman tanım alanında doğrusal olmayan analizi gerçekleştirilmiş ve yapım aşamaları açıklamıştır. Altıncı bölümde analiz sonuçları değerlendirilmiştir. Göreli kat ötelemeleri kontrol edilmiş, yapısal elemanların hasar durumları incelenerek yapının deprem performansı belirlenmiştir. Yedinci ve son bölümde yapısal analiz sonuçları değerlendirilmiş, çalışma sonucunda yapılabilecek çıkarımlar derlenmiştir. Benzer yapısal tasarım ve analiz konuları ile alakalı gelecekte yapılması muhtemel çalışmalar için öneri ve tavsiyeler sıralanmıştır.
-
ÖgeBetonarme kolonların deprem performansının tekstil donatılı / donatısız cam lifli püskürtme harçla iyileştirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-04) Ateş, Ali Osman ; İlki, Alper ; 501132006 ; Yapı MühendisliğiÜlkemiz ve gelişmekte olan ülkelerdeki mevcut yapı stokunu oluşturan yapıların büyük bir kısmı deprem esnasında arzu edilen sünek davranışı göstermekten oldukça uzaktır. Bu yapılar depreme dayanıklı yapı tasarımı açısından modern yönetmeliklerde verilen kuralları sağlamamakta olup, genellikle inşa edildikleri yıllarda yürürlükte olan yönetmeliklerin öngördüğü koşulları dahi sağlamamaktadır. Bu nedenle, bu yapılar literatürde genellikle standart altı yapı olarak adlandırılmaktadır. Kocaeli (1999), Pakistan Kashmir (2005), Elazığ (2010), Van (2011), Gorkha (2015), İzmir (2020) ve diğer depremler esnasında bu tip yapıların yetersiz deprem davranışı sebebiyle önemli ölçüde yapısal hasar ve buna bağlı olarak can ve mal kayıpları meydana gelmiştir. Betonun dıştan sargılanarak dayanımının ve şekildeğiştirme yapabilme yeteneğinin iyileştirilmesi, güçlendirme için oldukça yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu amaçla genellikle lifli polimer (LP) kompozit malzemeler kullanılmaktadır. LP kompozit malzemelerin birtakım avantajları bulunsa da, uygulama esnasında toksik gaz salınımı, reçinelerin camlaşma geçiş sıcaklığının üzerine çıkıldığında mekanik özelliklerin önemli ölçüde kötüleşmesi, uygulamadan önce yüzey hazırlığı gerektirmesi, ıslak yüzeylerde ve düşük sıcaklıklarda uygulama zorluğu, epoksi reçinelerin yüksek maliyeti gibi dezavantajları da bulunmaktadır. Sayılan bu dezavantajların giderilmesi için açık ızgara geometrisinde dokunmuş karbon, bazalt, cam gibi tekstil donatılar ve çimento esaslı matris malzemelerin bir arada kullanıldığı kompozit malzemeler yapı elemanlarının güçlendirme çalışmalarında ve betonun dıştan sargılanmasında kullanılmaya başlanmıştır. Sunulan bu tez çalışması kapsamında, standart altı yapılarda sıkça rastlanan kolonların tipik özellikleri göz önüne alınarak düşük dayanımlı beton (basınç dayanımı yaklaşık 10 MPa) ve düz yüzeyli boyuna donatı kullanılarak üretilen tam ölçekli kolonların deprem davranışı ve bu kolonların çimento esaslı kompozitlerle potansiyel plastik mafsal bölgelerinde yapılan dıştan sargılama ile güçlendirilmesi incelenmiştir. Tekstil donatılı çimento esaslı kompozit sistemin çekme davranışını iyileştirmek için literatürdeki mevcut çalışmalardan farklı olarak kırpık cam lifler matris malzemede kullanılmış ayrıca yine bir başka yenilik olarak kırpık lifli matris malzemenin yüzeye uygulanmasında püskürtme yöntemi kullanılmıştır. Püskürtme yöntemi ile uygulama hızı önemli ölçüde artmakta ve işçilikte tasarruf sağlanmaktadır. Tez çalışmasının ilk bölümünde, kullanılacak kompozit sistemin çekme ve eğilme etkileri altındaki davranışını analiz etmek için malzeme karakterizasyonu çalışmaları yapılmıştır. Bu amaçla ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren kompozit, ağırlıkça %5 oranında kırpık cam lif içeren kompozit ve ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam life ilaveten içinde bir, iki ve üç kat açık ızgara geometrisinde dokunmuş bazalt tekstil donatı bulunan kompozit konfigürasyonları test edilmiştir. Kompozit içindeki kırpık cam lif miktarının ağırlıkça %3.5'tan %5'e çıkmasıyla çimento esaslı kompozit içindeki boşlukların artması sebebiyle kompozitin çekme ve eğilme davranışındaki iyileşme sınırlı düzeyde gerçekleşmiştir. Bu durum dikkate alınarak içinde bazalt tekstil donatı bulunan konfigürasyonlar için matris malzeme olarak ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren harç tercih edilmiştir. Yapılmış olan eksenel çekme deneylerinde; bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlarda bazalt tekstil donatı kat adedi arttıkça çekme dayanımı ve nihai çekme şekildeğiştirmesi değerleri gibi davranış özelliklerinin iyileştiği belirlenmiştir. Çekme deneylerine paralel gerçekleştirilen dört noktalı eğilme deneylerinde de, ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren harç içine yerleştirilen bazalt tekstil donatı bir kattan iki kata yükseldiğinde eğilme gerilmesi ve deformasyon kapasitesinin iyileştiği görülmüştür. Ancak çekme deneylerinde açıkça gözlenen iki ve üç kat bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlar arasındaki iyileşme farkı eğilme deneylerinde ortaya çıkmamıştır. Tekstil donatının (iki veya üç kat) nispeten sınırlı bir kalınlık (25 mm) içine katmanlar arasında eşit mesafe olacak şekilde yerleştirilmesi ile eğilme deneyleri esnasında çekme bölgesinde yer alan ve çekmeye çalışan bazalt tekstil donatı katmanı adedinin anlamlı ölçüde değişmemesi ve bazalt tekstil donatının kompozitin basınç dayanımına etkisinin olmaması bu durumda etkili olmuştur. Tez kapsamında yürütülen araştırmanın bir sonraki aşamasında bazalt tekstil donatılı/donatısız kırpık cam lifli püskürtme harç ile düşük dayanımlı beton numunelerin dıştan sargılanarak güçlendirilmesi incelenmiştir. Bunun için tam ölçekli kesit geometrisinde (çapı 200 mm olan daire, kenar boyutu 200 mm olan kare ve 200 × 300 mm, 200 × 400 mm ve 200 × 600 mm kenar boyutlarında dikdörtgen) 500 mm boyunda toplam 31 adet numune üretilmiştir. Referans ve güçlendirilmiş numuneler monotonik basınç yüklemesi altında test edilmiştir. Tüm kesit tiplerinde ve güçlendirme konfigürasyonlarında (bazalt tekstil donatılı veya donatısız) güçlendirme sonrasında numunelerin basınç dayanımında artış sağlanmıştır. Basınç dayanımındaki artış miktarı daire kesitli numunelerde ve üç kat bazalt tekstil donatının kullanıldığı güçlendirme konfigürasyonunda maksimum olup dikdörtgen kesitli numunelerde kenarlar arasındaki oran büyüdükçe azalmaktadır. Benzer şekilde, nihai şekildeğiştirme değerlerinde de üç kat bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlar için tüm kesit tiplerinde güçlendirme sonrasında artış tespit edilmiştir. Ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif ve bir kat bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlar için kenar oranı iki ve üç olan dikdörtgen kesitli numunelerde nihai şekildeğiştirme değerinde belirli bir artış sağlanamamıştır. İçinde bazalt tekstil donatı bulunmayan, sadece ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren kompozit ile yapılan dıştan sargılama sonucunda ise kare ve kenar oranları 1.5, 2 ve 3 olan dikdörtgen kesitlerde nihai şekildeğiştirme referans numunelerden daha küçük kalmıştır. Bu bağlamda, güçlendirme sonrasında betonda nihai şekildeğiştirme değerindeki artışın kare ve kenar oranları 1.5, 2 ve 3 olan dikdörtgen kesitlerde bazalt tekstil donatı miktarı ile alakalı olduğu belirtilebilir. Güçlendirme sonrasında numunelerin eksenel rijitlikleri de bir miktar artmıştır. Bu durum benzer sargılama karakteristiğine sahip lifli polimer kompozitler (FRP) kullanılarak yapılan güçlendirmeye göre önemli bir fark olarak görünmektedir. Elde edilmiş olan deneysel sonuçlardan yararlanılarak, güçlendirilmiş numunelerin basınç dayanımı ve nihai şekildeğiştirme değerlerinin tahmin edilmesi için literatürde verilen bir model modifiye edilerek sargı modeli kurulmuş, bu modelin diğer araştırmacılar tarafından yapılan ve benzer yöntem kullanılarak güçlendirilen numunelerin dayanım ve nihai şekildeğiştirme değerlerinin tahminindeki performansı irdelenmiştir. Tez çalışmasının bir sonraki kısmında, düşük dayanımlı beton ve düz yüzeyli boyuna donatı kullanılarak üretilen standart altı referans ve güçlendirilmiş kolonlar (toplamda 16 tam ölçekli kolon) düşey yük ve depremi benzeştiren tersinir tekrarlı yatay yükleme altında test edilmiştir. Tüm kolonlar eğilme kritik olarak tasarlanmıştır. Test parametreleri etriye aralığı (60 mm, 90 mm, 120 mm, 180 mm), etriye kanca boyu (40 mm, 80 mm), etriye kanca açısı (90, 112.5 ve 135 derece) ve güçlendirme etkisidir. Deneyler esnasında uygulanan eksenel yük/kolon eksenel yük kapasitesi oranı yüksek mertebede olup kolon eksenel kapasitesinin (boyuna donatının katkısı dikkate alınmadan) %45'i veya %53'ü kadardır. Etriye aralığı 60 mm olan ve enine donatı detayının (etriye kanca boyu ve kanca açısı) davranışa etkisinin incelendiği güçlendirilmemiş standart altı kolonların yerdeğiştirme sünekliklerinin etriye kanca açısı ve/veya boyundan bağımsız olarak depreme dayanıklı yapı tasarımı açısından yeterli seviyede olduğu görülmüştür (yerdeğiştirme sünekliği etriye aralığı 60 mm olan kolonların hepsinde 5.5 değerine eşit veya daha büyüktür). Bu durum etriye kanca açısı ve/veya kanca boyundan bağımsız olarak, yeterli sıklıktaki etriyelerin eğilme kritik olarak tasarlanmış düşük dayanımlı düz yüzeyli boyuna donatılı bir kolonda benzer sargı etkisi oluşturabildiğini göstermektedir. Diğer yandan, aynı etriye detayına sahip standart altı kolonlarda etriye aralığı arttıkça (etriye oranı azaldıkça) yerdeğiştirme sünekliği önemli ölçüde azalmaktadır. Benzer şekilde standart altı güçlendirilmemiş kolonların birikimli (kümülatif) enerji tüketme yetenekleri de etriye aralığı arttıkça önemli düzeyde azalmaktadır. Tez çalışmasının standart altı kolonların sunulan kompozit sistemle güçlendirilmesinin incelendiği bölümünde, test parametreleri yukarıda verilen kolonların güçlendirilmiş eşdeğerleri düşey yük ve tersinir tekrarlı yatay yükleme altında test edilmiştir. Güçlendirme sonrasında kolonların göçme modu değişmiş, davranış kolon temel birleşiminde oluşan çatlağın açılıp kapanması ile karakterize edilen "rocking" şeklinde gerçekleşmiştir. Güçlendirilmiş ve referans kolonların deney sonuçları karşılaştırıldığında güçlendirme sonrasında kolonların yerdeğiştirme kapasitesinin, enerji tüketme yeteneğinin, yerdeğiştirme sünekliğinin önemli ölçüde arttığı tespit edilmiştir. Etriye aralığı seyrek olan kolonlarda güçlendirme sonrasında davranışta iyileşme nispeten sık etriyeli kolonlara nazaran daha fazla olarak gerçekleşmiştir. Ek olarak; güçlendirilmiş ve referans kolonların düşey yük ve tersinir tekrarlı yatay yükleme altındaki davranışlarını tahmin etmek için yayılı plastisite ve lif yaklaşımının kullanıldığı doğrusal olmayan modelleme stratejileri sunulmuştur. Son olarak; Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (2018), ASCE 41-17 (2017) ve Eurocode 8 (2004) yönetmeliklerinde verilen hasar sınırları deneysel sonuçlar ile karşılaştırılmıştır. Özellikle göçmenin önlenmesi performans düzeyi için ASCE 41-17'de verilen yaklaşımla yapılan hesaplamaların test edilen tipteki kolonlar için güvensiz tarafta kalabildiği, Eurocode 8 ve Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği'nde verilen yaklaşımlar kullanılarak yapılan tahminlerin ise oldukça konzervatif olduğu tespit edilmiştir. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği'nde verilen mevcut yaklaşımın aksine (mevcut yaklaşımda 90 derece kancalı etriyelerin %30'u hesaplamalarda dikkate alınmaktadır) 90 derece kancalı etriyelerin tamamının dikkate alındığı durumda dahi göçmenin önlenmesi performans düzeyi için yapılan tahminlerin güvensiz olmadığı gösterilmiş, bu tip kolonların deprem performanslarının daha gerçekçi olarak değerlendirilmesi için öneriler yapılmıştır.