LEE- İşletme-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 20
  • Öge
    Elektrikli araçlar modüler batarya takas sisteminin finansal ve genel performansının satın alma kararı üzerindeki etkisi: AHP ve MOORA yöntemlerine dayalı araç seçimi uygulaması
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Şenocak, Muhammed Sefa Onur ; Tokmakçıoğlu, Kaya ; 786702 ; İşletme Bilim Dalı
    Karbon emisyonun giderek arttığı ve konunun tüm dünyada ve akademide gündemin önemli bir parçası haline geldiği görülmektedir. Giderek artan emisyon salınımı dünyanın iklimini değiştirmekte ve dünya üzerinde yaşayan tüm canlıları ve ekosistemi tehdit etmektedir. Karbon emisyonunu azaltmak için yapılması gereken en önemli şeylerden biri fosil yakıt kullanımını azaltmaktır. Fosil yakıt kullanımını artıran nedenlerden biri olarak karşımıza çıkan otomobil kullanımı ise her geçen gün artmaktadır. Dünya nüfusunun giderek artması ve mobilite ihtiyacının buna paralel olarak artması otomobil gibi fosil yakıt kullanan mobilite araçlarının sayısının da artmasına sebep olmaktadır. Tüm bu sebepler ve gelişen teknolojilerle beraber fosil yakıt kullanan mobilite araçlarının sayısının azaltılması için birçok çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmalardan en önemlisi fosil yakıt kullanan araçlar yerine karbon emisyonu sıfır olan elektrikli araçların üretilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Özellikle otomobillerde yeni üretilen birçok modelin fosil yakıt kullanan versiyonlarıyla beraber elektrikli olanlarının da satışa çıktığı görülmektedir. Yapılan araştırmalar elektrikli araçların tercih edilmesindeki en büyük engellerden birinin aracın menzili olduğunu göstermektedir. Bununla beraber satın alma maliyeti ve bataryaların yenileme maliyeti de kullanıcıların sorun olarak gördüğü kriterlerdir. Çalışmanın en temel amacı elektrikli araçların yaygınlaşmasına katkı sağlayacak bir model oluşturulmasıdır. Uygulanacak olan batarya takas sisteminin finansal ve genel performansının, geleneksel sistemler ile karşılaştırıldığında kullanıcının satın alma kararını nasıl etkilediği sorgulanmıştır. Sistemin sonuçlarının, kullanıcıların satın alma kararlarına etkisi AHP ve MOORA yöntemleri kullanılarak hesaplanmış, iki farklı yöntemin sonuçlar üzerindeki etkisi sorgulanmıştır. Tasarlanan bu model mevcut teknolojilerin izin verdiği kapsamda, menzilin içten yanmalı motorlu araçlar da olduğu gibi akaryakıt istasyonlarından 10 dakika içerisinde hızla artırılması prensibine dayanarak oluşturulmuştur. Modelde elektrikli araçların bataryalarının %60'lık kısmı modüler olarak tasarlanmış, bu %60'lık kısım için şarj istasyonu ve noktalarında 10 dakika içerisinde boş-dolu batarya takasının yapılarak menzilin içten yanmalı motorlu araçlarda olduğu gibi kısa sürede artırılması hedeflenmiştir. Modelde araçların %60'lık kısmının modüler olması ve takas sistemi ile edinilmesinden dolayı, temel amaca ek olarak modüler bataryalı elektrikli araçların klasik elektrikli araçlara göre bakım maliyetinin ve satın alma maliyetinin de düşmesi amaçlanmıştır. Tasarlanan bu modelin insanların satın alma kararı ve araç seçimi üzerindeki etkisinin ölçümlenebilmesi için uygulama alanı Türkiye seçilmiştir. Çalışma kapsamında zorunlu durumlar dışındaki tüm veriler güncel ve Türkiye'deki fiyatlardan seçilmiş, tüm hesaplamalar buna göre yapılmıştır. Çalışma kapsamında insanların araç satın alma kararını etkileyen dört ana kriter belirlenmiştir. Bu kriterler satın alma maliyeti, yakıt maliyeti, bakım maliyeti ve menzildir. Kapsam olarak kriterlerin seçilmesinde menzil hariç finansal kriterler ön plana çıkarılmıştır. Menzilin istisna olması, tasarlanan batarya takas sisteminin ana amacının menzil problemini çözmeyi hedeflemesidir. Bu kriterlere göre satın alma tercihinin ölçümlenebilmesi için ise üç adet alternatif belirlenmiştir. Bu alternatifler, içten yanmalı motorlu araçlar (Alternatif A), elektrikli araçlar (Alternatif B) ve modüler bataryalı elektrikli araçlar(Alternatif C) olarak sıralanmıştır. Alternatiflerin belirlenen örnek araçların verileri ile satın alma maliyetleri, yakıt maliyetleri, bakım maliyetleri ve menzilleri hesaplanmıştır. Kullanıcıların belirlenen dört ana kriterden hangilerine daha fazla önem verdiğinin ölçülmesi için 52 katılımcıya, belirlenen anket uygulama kriterlerine göre anket uygulanmıştır. Anketin sonuçları ile kriterler arasında önem ağırlıkları oluşturulmuştur. Anket sonuçlarında oluşan ağırlıklar ile beraber alternatiflerin seçimi için AHP ve MOORA yöntemleri uygulanmıştır. AHP yöntem çıktılarına göre içten yanmalı motorlu araçlar 1. sırada, modüler bataryalı elektrikli araçlar 2. sırada, elektrikli araçlar ise 3. sırada yer almıştır. MOORA yöntemi çıktılarına göre de aynı şekilde içten yanmalı motorlu araçlar 1. sırada, modüler bataryalı elektrikli araçlar 2. sırada, elektrikli araçlar ise 3. sırada yer alacak şekilde sıralanmıştır. Tüm sonuçlar değerlendirildiğinde, çalışmanın amacında sorgulanan ilk sorunun cevabı, uygulanan batarya takas sisteminin finansal ve genel performansının, geleneksel sistemler olan içten yanmalı motorlu ve elektrikli araçlar ile karşılaştırılmasının insanların satın alma kararı üzerinde etkisinin pozitif yönde olacağı şeklinde verilebilir. Tasarlanan modüler bataryalı araçların, klasik elektrikli araçlara göre kullanıcılar tarafından daha çok seçileceği görülmüştür. Tasarlanan sistem ana amaç olarak menzil sorununa çözüm alternatifi oluştursa da aynı zamanda ek olarak satın alma maliyetlerini kısmen, bakım maliyetlerini ise önemli ölçüde düşürerek pozitif etki sağlamıştır. Pozitif etkilere rağmen tasarlanan modüler bataryalı elektrikli araçlar, içten yanmalı araçların tercih sırasını değiştirecek ölçüde kullanıcı satın alma kararını etkileyememiştir. AHP ve MOORA yöntemlerinin sonuçları satın alma tercihi sıralamasını değiştirmemiş, sonuçların tutarlı şekilde benzer çıktığı görülmüştür.
  • Öge
    Managing strategic reorientation of new ventures in a developing country context
    (Graduate School, 2023) Şen, Anıl ; Baysal, Ulaş ; 815313 ; Master in Management Programme
    New ventures often undergo strategic reorientations while searching for a market fit. They target establishing and maintaining their legitimacy among specific audiences. However, these moves may limit their legitimacy in their further moves. In explaining how actors justify fundamental strategy redirections, the research identified a sequence of stratagems helping actors change their strategies while showing commitment to earlier objectives to maintain legitimacy while positioning strategic changes in an established institutional environment, like the USA. To shed light on how ventures manage strategic reorientations in a less institutionalized environment, such as a developing country, we performed an inductive, comparative case study of ventures in a nascent financial-technology sector similar to the original study that identified the series of stratagems. Our case studies were compared and constructed among themselves and with the original study in the USA to identify the impacts of contextual differences. The comparisons reveal that these ventures also pursued parallel reorientations in a different contextual environment and produced comparable end products. However, their audiences and their audience management approaches have diverged even further. The developing country context offers unique challenges and opportunities for strategic reorientation. The study also has methodological contributions. While this study was not entirely a replication, it contributes to our understanding of qualitative research in comparable and non-comparable environments. It also discusses theoretical limits and practical opportunities for performing qualitative research with a replicative logic across contexts.
  • Öge
    The effect of investor sentiment on non-ferrous metals contracts at LME and optimizing a metals commodity portfolio
    (Graduate School, 2024-07-03) Açıkgöz, Ekin ; Taş, Oktay ; 403211010 ; Management
    The history of the financial markets is full of occurrences contradicting the assumptions of the traditional theories. Recent studies on Behavioral Finance argue that some of these observed financial phenomena can be explained by the probability that some of the traders at markets are not fully rational. These studies argue that the heuristics, biases, and sentiments affect the decisions of investors, who possess scarce cognitive resources and limited information. Behavioral finance is an approach that arose as an alternative approach to the criticized aspects of the traditional theories. Behavioral Finance discusses that non-financial drives influence the investors and can explain their investment preferences. Many empirical literatures discuss the effect of investor sentiment in finance. As investor sentiment is an influencer in the price formation of assets, it should be used to model the prices, returns, and volatility in the market. As studies on behavioral finance accumulate, empirical evidence on the influence of investor sentiment on the dynamics of the market increases. This study aims to assess the effect of sentiment in commodity markets. In the commodities markets, the participants are a mix of both investors and direct purchasers of the commodity itself, for its industrial use. The changing nature of the commodity markets can be observed through the increasing interest of financial investors, especially in the futures market, who do not have any physical exposure to the commodities in question. The literature argues that cointegration is one important concept in empirical behavioral finance. The study argues that investor sentiment is contagious among various markets and the conveyors of the sentiments are the financial investors, who diversify their portfolio with multiple asset classes traded in different markets, including commodities. Because of their significant role in industrial manufacturing, non-ferrous metals are an important area of concern for economic activity worldwide. The studies on the price patterns of industrial metals should also focus on the behavior of investors in both physical and derivatives markets. This study argues the existence of interconnectedness of the London Metal Exchange (LME) metals by other global financial markets through the way of investor sentiment. As for the sentiment measure, this study chooses an indirect approach to use a market proxy and assumes the Chicago Board Options Exchange's Volatility Index (VIX), which is a recognized measure of volatility and investor sentiment. As the literature states that the most successful and practical model for multivariate modeling is the Vector Autoregression (VAR) this study employs VAR as the analyzing methodology. Harry Markowitz introduced an analytical construct of a connection between the investment's return and the risk, which is called the Mean Variance Portfolio optimization. In this methodology, either the risk should be minimum for a specified return or the return should be maximum for an accepted value of risk. Portfolio diversification reduces the exposure of investors to the individual risk of the assets. It is all about deciding on the best possible portfolio diversification strategy. In time, many sophisticated estimation techniques were developed, in hopes of providing a better way than the Mean Variance Portfolio optimization method. However, it still remains as the milestone of the Modern Portfolio Theory. The study employs Mean Variance Portfolio optimization methodology to create a metal commodity portfolio from the assets traded at the LME. The biggest disadvantage of a regular Mean Variance Portfolio is actually a long-position-only (long-only) portfolio, which ignores a whole bunch of securities with negative expected returns. Investors overcome this disadvantage by the method of short selling. With short selling, investors are able to borrow and sell an asset without actually having its ownership. Investors, who short sell, earn their profits when the prices decline. Therefore, the study reconstructs the metal commodity portfolio by allowing short selling. This way, the study increases the flexibility of its portfolio and it benefits from the losing assets as well as the increasing assets. A portfolio with short positions results in a better performance if compared to a portfolio with long positions only. The first aim of this study is to investigate the idea that the investor fear gauge is universal for all exchanges and markets, and after blossoming in one driver market, such as the equity market, it will have effects on all other markets in degrees, such as the commodity markets. One of the other aims of this study is to emphasize the signifcance of non-ferrous industrial metals for the global financial markets by validating that the metals market is not independent of the developments of other markets with different kinds of assets classes, on the contrary, they express interrelationships among each other in various ways. The final aim of this study is to use the LME non-ferrous metals to create an optimum portfolio of metals commodity by using the Markowitz's optimization methodology, withouth and with short selling. The study gathers data for Nickel, Tin, Aluminum, Copper, Lead, and Zinc, which are the six non-ferrous metals of the LME. The study employs the VAR methodology to analyze the cointegration between industrial metals market prices and VIX. Test results verify a long-run relationship among the prices of non-ferrous metals and the fear factor in the global financial markets. Furthermore, the study constructs three different metals commodity portfolios: i) Portfolio 1 – Equal Weight Portfolio: To calculate the return series from the prices of each non-ferrous metal series, logarithmic expression is used. The results show positive returns for Copper, Lead and Tin, whereas they show negative returns for Aluminum, Nickel and Zinc for the defined period. As each of six assets are given equal weight, the resulting expected return for this portfolio is negative due to the losing assets. ii) Portfolio 2 – Optimized Mean Variance Portfolio: This is a metals commodity portfolio constructed by using the optimization methodology. The study calculates the covariance matrix for metal series. The highest covariance is among Nickel and Tin and the lowest covariance is among Copper and Lead. Moreover, all the relationships between the two metals are positive, which indicates that all metals tend to behave in the same direction with other metals. Then the study uses the Sharpe Ratio to approximate the market portfolio. It employs standard deviation as a measurement of total risk. The portfolio which maximizes the Sharpe Ratio is the optimum portfolio among the six non-ferrous metals. It can be observed that the highest weight in the optimum portfolio belongs to Lead. Copper and Tin also enter into the equation due to their positive expected return; however, the optimum portfolio does not include any Aluminum, Nickel and Zinc. The expected return is slightly lower than the individual asset with highest daily return. But it is higher than the portfolio with equal weights. The standard deviation is lower than both the portfolio with equal weight and the weighted average of the individual standard deviations of the metals, due to the fact that there are covariances among all two sets of assets. iii) Portfolio 3 – Long-Short Portfolio: Finally, the study constructs a second portfolio with short selling. This time the portfolio has long positions for Copper, Lead and Tin, whereas it has short positions for Aluminum, Nickel and Zinc. The study shows that the highest long position in the optimum portfolio belongs to Copper and it is limited with the threshold value. Whereas the biggest short position belongs to Zinc and it is also limited with the threshold value. All industrial metals enter into the equation. The resulting long-short portfolio has a larger number of assets, which results in a more diverse structure than the long-only portfolio, a daily return, which is significantly higher than both the portfolio with long positions only and any/each one of the individual assets, a portfolio variance, which is significantly lower than both the long-only portfolio and any/each one of the individual assets, and a higher Sharpe Ratio than the portfolio with long positions only, which indicates a higher portfolio performance. The study employs the London Metal Exchange Metals Index (LMEX) as the market benchmark and compares all three portfolios with LMEX in the same period. Although LMEX has a negative expected return due to the losing three metals out of six, it still has a better expected return than the equal weight portfolio. However, both optimized Mean Variance Portfolio and the long-short portfolio perform much better than the market index. When the study compares the three portfolios among each other, it utilizes Sharpe Ratio (SR) and Treynor Ratio (TR). a) SR of Portfolio 2 is higher than Portfolio 1. SR of Portfolio 3 is significantly larger than Portfolio 2. This indicates that Portfolio 2 performs better than Portfolio 1 and Portfolio 3 is the best performing among the three. b) TR is negative for Portfolio 1, which indicates a worse performance than the market benchmark. By assessing TR, the study concludes that Portfolio 2 outperforms Portfolio 1. However, the TR is negative for Portfolio 3, which is not very surprising since Portfolio 3 transforms negative performing assets into positive. It is an expected outcome as the benchmark return is negative, it leads to a negative Treynor ratio, especially as the portfolio's return is positive but the covariance between the portfolio and the benchmark index is also negative.
  • Öge
    Yerel ve küresel şirketlerin cinsiyetlendirilmiş organizasyon dinamikleri: Uzaktan çalışma modellerinin etkileri
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-01-23) Avşar, Çiğdem ; Akdoğan Küskü, Fatma ; 403201005 ; İşletme
    COVID-19 pandemisiyle birlikte, pek çok şirket uzaktan çalışma modeline geçiş yaptı ve pandemi sonrasında da bu modeli kısmi veya tam zamanlı olarak sürdürmeye devam etti. Bu geçişin hem erkek hem de kadın çalışanlar üzerinde farklı olumlu ve olumsuz etkileri oldu. Kadın-erkek eşitliği uygulamalarındaki bu değişiklikleri değerlendirmek, mevcut coğrafi ve kültürel etkilerden bağımsız olarak gerçekleştirilemez ve toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi de göz ardı edilemez. Bu nedenle, bu tez çalışmasında, Türkiye'de faaliyet gösteren bir yerel ve bir uluslararası şirketin cinsiyet eşitliği pratikleri ve uzaktan çalışma modellerine geçiş ile bu pratiklerdeki değişimler, cinsiyetlendirilmiş organizasyon teorisi çerçevesinde incelenmektedir. Böylece, farklı kültürel ve coğrafi kökenlere sahip şirketlerin Türkiye'deki cinsiyet eşitliği uygulamaları ve COVID-19 pandemisi sonrası kısmi veya tam zamanlı uzaktan çalışmaya geçişin kadın-erkek eşitliği uygulamaları üzerindeki etkileri değerlendirilmektedir. Çalışma, pandemi öncesi tam zamanlı ofisten çalışan ve pandemi sonrası kısmi veya tam zamanlı uzaktan çalışma modeline geçmiş Amerikan merkezli bir şirket ile yerel bir şirketi kapsamaktadır. Amerikan merkezli şirketten 20, yerel şirketten ise 32 olmak üzere toplam 52 katılımcı ile gerçekleştirilen çalışmanın verileri, açık uçlu sorulara dayanan nitel bir soru formu ile toplanmıştır. Veriler tümdengelim tematik analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Elde edilen veriler cinsiyetlendirilmiş organizasyon teorisi kapsamında beş ana tema altında incelenmiştir; "Cinsiyetlendirilmiş Hiyerarşi," "Cinsiyetlendirilmiş İş Gücü", "Cinsiyetlendirilmiş Kimlik", "Organizasyonel Süreçler" ve "Pandemi Sonrası Cinsiyetlendirilmiş Organizasyon Dinamikleri". Tezin ilk bölümünde, pandemi öncesi dönemde şirketlerin cinsiyetlendirilmiş organizasyon yapılarının incelemesi gerçekleştirilmiştir. İkinci bölümde ise, şirketlerin uzaktan çalışma modellerine geçişlerinin cinsiyetlendirilmiş yapılar üzerindeki etkisine odaklanılmıştır. Bu çalışmanın bulguları, iki şirketin yerel operasyonlarında çalışanların, cinsiyet eşitliği pratiklerinde, organizasyonların kültür ve politikalarından daha çok derin kültür ve içerisinde bulundukları toplumun cinsiyet normlarından etkilendiklerini göstermektedir. Bu etkiler, liderlik pozisyonlarında düşük kadın temsiliyeti, belirli departmanlarda kadınların azınlıkta olması, iş gücünün cinsiyetlendirilmiş olması, kadınların profesyonel kimliklerinin toplumsal cinsiyet normlarına göre şekillenmesi ve işe alım ile terfi gibi organizasyonel süreçlerde annelik ve cinsiyet faktörlerinden kaynaklanan dezavantajlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Erkek egemen liderlik yapısının, erkekler arasındaki güçlü ilişkilerle devam etmesi, bu zorlukların bir kısır döngü haline gelmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, organizasyonlardaki cinsiyet eşitliği çabalarını daha etkili hale getirmek için işletmelere, cinsiyet eşitliği pratiklerinde kültürel ve coğrafi etkileri anlamaları, eğitimler düzenlemeleri ve sürekli takip mekanizmaları oluşturmaları önerilmektedir. Bu çalışma ayrıca, pozitif ayrımcılık uygulamalarının tek başına kalıcı çözümler sunmada yetersiz olduğunu göstermektedir. İşletmelere ve politika yapıcılarına, cinsiyet eşitliğini sağlamak için daha etkili ve kapsamlı stratejilere odaklanmaları önerilmektedir. Ayrıca, şirketlerin cinsiyet eşitliği konusunda yüzeysel bir yaklaşım benimseyerek "pembe yıkama" uygulamalarına başvurduğu tespit edilmiştir. İşletmelere, cinsiyet eşitliği konusundaki çabalarını yüzeysel düzeyde tutmayıp, yapısal değişiklikler yapmaları önerilmektedir. Son olarak, bu çalışma, uzaktan çalışma modellerinin cinsiyet eşitliği üzerindeki etkilerine odaklanarak, uzaktan çalışma modellerine geçiş sonrasında da cinsiyetlendirilmiş organizasyon yapılarının devam ettiğini göstermektedir. Pandemi sonrası uzaktan çalışma modellerinin geleneksel cinsiyet rollerini değiştirebilme potansiyelini ortaya çıkarmak için işletmelere, daha kapsamlı politikalar geliştirmeleri önerilmektedir. Esneklik ve güvene dayalı politikalar, çalışanların iş-yaşam dengesini ve verimliliği arttırma fırsatları sağlayabilir. Bu yönde atılacak adımlar, işletmelerin cinsiyet eşitliği hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olabilir.
  • Öge
    Türkiye'de faaliyet gösteren büyük ölçekli özel bankaların performanslarını etkileyen faktörler
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-02-03) Kara, Ömer Faruk ; Tokmakçıoğlu, Kaya ; 403201001 ; İşletme
    Bu çalışma, Türk Bankacılık Sektörü'nün aktif büyüklüğü açısından en büyük 6 özel bankası arasındaki rekabet gelişimini ve performans göstergelerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bahsi geçen 6 bankanın aktif toplamı, 2021 Aralık dönemi itibarıyla Türk Bankacılık Sektörü'nde faaliyet gösteren toplam 43 özel bankanın %73,2'sini oluşturmaktadır. Araştırmamızda, 2006 yılsonu ile 2021 yılsonu arasındaki dönem dikkate alınmış, üçer aylık dönemlerde yayımlanan halka açık finansal tablo ve dipnotlar üzerinden veri elde edilmiştir. Tüm bankalar için konsolide olmayan finansal tablolar kullanılmıştır. Bahsi geçen 15 yıllık periyotta, araştırma konusu bankalar kredi büyüklüklerini 12 ilâ 25 katına çıkarmışlardır. Bankacılık sektörü pratiğinde, münhasıran analizi yapılan bankalara ilişkin değerlendirmeler çoğunlukla kısa dönemli nominal verilerin gelişimleri üzerinden yapılmakla birlikte özellikle enflasyonist dönemlerde rakamsal büyüklüklerin hızlı artışı, nominal veriler üzerinden değerlendirme yapılmasını anlamsız hale getirebilmektedir. Bu kapsamda tezimizde rakamsal büyüklükler yerine ağırlıklı olarak pazar payı gelişimleri kullanılmıştır. Kâr motivasyonları, karar verme dinamikleri ve iş büyüklükleri nispeten benzer olan mezkûr 6 bankanın kendi içlerindeki pazar payı gelişimleri, bazı alt bilanço kalemlerinin bilanço toplamı içerisindeki payı ve gelir tablosunun alt bileşenlerini ilgilendiren bazı oranlar, bağımsız değişken olarak belirlenerek ölçümlemeler yapılmıştır. Çalışmada performans ölçüm metriği olarak sermaye kârlılığı (RoE) ve aktif kârlılığı (RoA) oranları dikkate alınarak bunlar üzerinden iki ayrı model kurulmuştur. Tezimiz kapsamında, panel veri kullanılarak sabit etkiler lineer regresyon modeli ile çalışılmış, çözümleme yöntemi olarak ise OLS yöntemi tercih edilmiştir. OLS, verinin hem kesit hem de zaman boyutlarını dikkate alarak, kareleri alınmış artıkların toplamını en aza indirerek doğrusal regresyon modelinin katsayılarını tahmin ettiğinden ve gerek yatay kesit gerekse de zaman serisi verilerinin güçlü yönlerinden yararlanmasından dolayı panel verilerin çözümlemesinde etkili bir yöntem olduğu değerlendirilmektedir. Çalışmamızda üzerinde çalışılan veriler farklı kesitler için belirli eğilimlere sahip verilerdir. Bu nedenle tezimizde OLS modellerinde sabit etkiler modelleri kullanılmıştır. Regresyon analizleri aşamasından önce, aralarında korelasyon olan değişkenler elenmiş ve yüksek seviyede temsili olan değişkenler nihai değişken listesinde bırakılmıştır. Regresyon çalışması sırasında regresyona girdi olarak değişkenlerin interaktif gruplama düğümü (Interactive Groping Node – IGN) ile elde edilen ispat ağırlığı (Weight of Evidence- WoE) değerleri kullanılmıştır. Model geliştirilmesi kapsamında, modelleme metodu olarak adımsal lineer regresyon kullanılmış, sade ve tahmin gücü yüksek model elde edilebilmesi için, değişken çıkarımının düzeltilmiş R^2 üzerindeki negatif etkisi kayda değer bir şekilde fazlalaştığı noktaya kadar değişken azaltımına devam edilmiş ve değişken sayısının asgari seviyede tutulması hedeflenmiştir. Çalışmamızda aday olarak toplam 29 adet bağımsız değişken değerlendirilmiştir. Nihai RoE ve RoA modellerinde 7'şer adet bağımsız değişken yer almıştır. Bu değişkenlerden iki adedi her iki modelde de yer almaktadır. Tüzel kişilere verilen kredilerin banka aktif toplamı içerisindeki payı değişkeni ile net komisyon gelirlerinin net kâra oranı değişkeni her iki modelde de yer almaktadır. RoE modelinin R^2 değeri %54,16; RoA modelinin R^2 değeri %61,37 olarak hesaplanmıştır. RoE modelinde, YP nakdi kredilerin toplam aktif içerisindeki payı bağımsız değişkeni %37 ağırlık ile en yüksek ağırlığı alan bağımsız değişken olmuştur. Bunu %13 ağırlık ile bireysel kredi kartı alacaklarının toplam aktif içerisindeki payı izlemektedir. RoA modelinde ise TL mevduatın banka mevduat toplamı içerisindeki payı %19 ağırlık ile en yüksek ağırlığı alan bağımsız değişken olmuştur. Model sonuçları, uzmanlık görüşümüz ile önemli oranda uyumludur. Diğer taraftan vadesiz TL tasarruf mevduatının banka pasif toplamı içerisindeki payının yüksekliğinin, beklentimizin aksine, RoE modelinde banka performansını azalttığı görülmüştür. Benzer şekilde, net komisyon gelirlerinin net kâr içerisindeki payının yükseliği, beklentimizin aksine, hem RoE hem RoA modelinde banka performansını azaltmaktadır. Bankacılık sektöründe performans göstergesi olarak değerlendirilen bu iki bağımsız değişkene ilişkin istatistiki sonuçların aksi yönde oluşmasının, bu rasyolar özelinde çeşitli dönemsel sebepleri olduğuna dair olası açıklamalar sunulmuştur. Söz konusu modellerden ari olarak tezimizde ayrıca bahsi geçen 6 bankanın her bir yılda elde ettiği münferit RoE ve RoA sonuçlarının aritmetik ortalamaları alınarak karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan analizde her iki performans ölçütünde de, tez çalışmamızda yeşil banka olarak kodladığımız banka en başarılı banka olarak öne çıkmaktadır. Her iki metrikte de geride kalan bankalar ise lacivert ve mavi bankalardır. Bu bankaların 15 yıl içerisinde bazı alanlarda stratejik olarak birbirinden farklı yol izlediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşmelere yansıyan trendler analiz edildiğinde, bahsi geçen 3 bankanın farklılaştığı metrikler açısından, YP nakdi kredilerdeki risk iştahı, vadesiz TL tasarruf mevduatı pazar payı, bireysel kredi kartı alacağı pazar payı metriklerinin ön planda olduğu görülmektedir. Öte yandan uygun operasyonel altyapı, insan kaynağı yetkinliği, bilgi sistemlerinden doğru yararlanabilme becerisi, bunları ahenkle bir araya getiren doğru strateji ve sürdürülebilir iş modeli oluşturabilme kapasitesi gibi etkenlerin üst başlığı olarak; yönetim yapısı, hâkim ortağın bankadan beklentisi ve vizyonu, yönetim kurulu başkanı - genel müdür - denetim komitesi başkanı arasındaki ilişki ve dengeler, üst yönetimde uzun süre bulunan yöneticilerin kişilikleri ve entellektüel kapasiteleri, genel müdür ile hâkim ortak arasındaki ilişki, bankada yıllar içerisinde oluşan kültür gibi sayısallaştırılması mümkün olmayan koşulların da banka performansına etki eden diğer önemli unsurlar olduğu değerlendirilmektedir. Sonuç olarak, banka performansına yön veren kantitatif ve kalitatif bazı kritik unsurların olduğu, başarının da başarısızlığın da tesadüf olmadığı; performans karşılaştırmalarının uzun vadeli sonuçlar ve trendler üzerinden yapılmasının daha sağlıklı sonuç üreteceği değerlendirilmiştir.