LEE- Sanat Tarihi-Doktora

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 9
  • Öge
    Yeni materyalizmin madde kavrayışının ve romantizmle (Anti) ilişkiselliğinin günümüz sanatına yansımaları: Yapıtlararası yeni materyalist bir analiz
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-23) Kızıl, Uras ; Haşlakoğlu, Oğuz ; Şiray, Başak Kaptan ; 402182003 ; Sanat Tarihi
    Bu tez yeni materyalizmin madde kavrayışının ve romantizmle (anti) ilişkiselliğinin günümüz sanatına etkisini görsel sanatları, kalitatif sonrası ve temsili olmayan araştırma yöntemlerini, küratöryel pratikleri kullanarak ve insan sonrası epistemoloji, katılımcı gözlem, antropoloji ve etnografi kuramlarından yararlanarak trandisipliner bir perspektifle incelenmiştir. Tezin materyalizm ile romantizmi birlikte analiz etmekle neyin amaçlandığı detaylı bir şekilde irdelenmiştir. Aralarındaki yakınlıklar [Aydınlanma eleştirisi, insan (olmayan) ötekiyi düşünce ve sanata dahil etmek], ve uzaklıklar [insan/insan olmayan], ortak kaygılar [doğa] ve benzeşmezlikler [yüce/hipernesne] incelenmiş; teorik çerçeve dahilinde ele alınan tüm bu unsurların görsel sanatlar üzerindeki etkisinin de altı çizilmiştir. Yeni materyalizm gibi bir düşünce setinin bilme pratiklerine eklenip eklenemeyeceği, sanatın/sanatçının/küratörün/yazarın günümüze içkin 'yeni' rollerini belirlemedeki içkin potansiyelinin unsurları belirlenmiştir. Yeni materyalizmin yalnızca madde üzerine söz söyleyen bir düşünce setinden ibaret olmadığı, her alanda bilgi üretimine katkı sağlayan bir weltanschauung [dünya görüşü] olduğu iddiası temellendirilmeye çalışılmıştır. Yeni materyalizm gibi güncel düşünme biçimleri etrafında yazılacak bir tezin bu yeni bilgi sistemiyle uyumlu olduğu düşünülen kalitatif sonrası yöntemin kriterleri çerçevesi etrafında durulmuştur. Yeni materyalizm felsefesinin genel tanımı ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. 1990'ların ikinci yarısı itibariyle tartışılmaya başlayan yeni materyalist felsefenin oluşumunda doğrudan ve/ya dolaylı yoldan rol oynamış aktörlere ve unsurlara yer verilmiştir. İnsanın araştırmanın tek olası öznesi olmaktan çıktığı ve bilginin giderek merkezsizleştiği vurgulanarak, insan olmayanların bilgi üretimine katılımları ve katkıları çeşitli örneklerle temellendirilmiştir. Yeni materyalizmde yeni olanın ne anlama geldiği ve yeninin neye nazaran yeni olduğu tanımlanmıştır. Yeni materyalizmde altı çizilen yeninin yalnızca teorik çerçevede kalmayarak pratik alanda da uygulanabilir oluşu üzerinde durulmuştur. Tek ve mutlak bir yeni materyalist felsefeden söz edilmeyeceğinden ötürü, farklılıkları görünür kılmak amacıyla felsefenin savunucuları nezdindeki yaklaşımlar belirlenecek ve birbirinden ayrılan 'yeni materyalizmler' incelemeye tâbi tutulacak; söz konusu teorilere getirilen eleştiriler, birbirleri arasındaki nüanslar ve çözüm yolları açımlanacaktır. Ancak, analizden önce romantizmin yeni materyalizmle kurduğu dirsek temasının altını çizmek üzere, romantizmi karşı aydınlanma ve yeni bir estetik rejim olarak ön plana çıkaran nitelikler serimlenmiştir. Bu bağlamda romantizmin sanatın toplumsalın ifadesi olmaklığı vurgulanmış, 'anti-mimesis' ve 'yüce nesneler' çerçevesinde analizi yapılmıştır. Doğa kavrayışı, nesnelerin araçsallık düzeyleri, insan olmayan ötekiyi duyumsatma, sinestezik jest gibi yaklaşımlar analizin uğrakları olarak irdelenmiştir. Intra-art(i)facts kavramı ortaya atılmış ve kavramın özellikleri çeşitli maddeler ve yapıt örnekleri çerçevesinde analiz edilmiştir. Bu doğrultuda tüm tez yapıtlararasılık kavramı etrafında şekillenmiştir. Yeni materyalizm felsefesinin günümüz sanatı üzerinden incelemesini yapmak, teoride kalan yapıtlararasılık kavramını pratik alana taşımak amacıyla küratöryel araştırma olarak İYG (2022) ve YBİKK (2023) sergilerine yer verilmiştir. Her iki küratöryel araştırmayla ortak üretim vurgusu yapılmış; kalitatif sonrası yöntemin bir unsuru olarak da birlikte düşünmenin [think-ing with] ve onsuz düşünmenin [think-ing without] çeşitli cihetleri açımlanmıştır. İnsan sonrası epistemolojiyle birlikte tezin ileri sürdüğü yeni imge arayışı, her iki sergiyle güncel bir tartışma ortamı oluşturmuştur. Türkiye ölçeğinde yeni materyalist perspektifte değerlendirilebilecek sergilere ve yapıt örneklerine yer verilmiştir. Özellikle 1980'lerin ikinci yarısı Türkiye ölçeğinde yapılan nesne-odaklı örnekleri yeni materyalist düşünce kapsamında değerlendirmenin imkânı ve imkânsızlığı vurgulanmıştır. Özellikle insan olmayanı mesele eden bir sanat düşüncesinin Türkiye çevresinde sistematik olarak görülmesinde etkin rol oynayan faktörler irdelenmiştir. 14. İstanbul Bienali (2015), 16. İstanbul Bienali (2019) ve Covid 19 salgını (2019) gibi sanat faaliyetlerinin ve olgularının söz konusu sistematik dönüşümde oynadığı rol, metin ve yapıt ekseninde analize tâbi tutulmuştur.
  • Öge
    Larisa'daki (Aiolis) antik taş ocaklarında yöntem ve sürece ilişkin tespitler
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-12) Mater, Gizem ; Saner, Nejat Turgut ; 402122009 ; Sanat Tarihi
    İzmir Menemen'in Buruncuk ilçesine bağlı Larisa yerleşimi antik dönemde Aiolis olarak adlandırılan bölgenin önemli kentlerinden biridir. Arkeolojik verilerden elde edilen bilgilere göre, yerleşim tarihi Neolitik dönemlere kadar uzanmaktadır. En erken tarihli mimari kalıntıları ise Erken Tunç Çağı'na aittir. Bugün arazide karşılaşılan mimari buluntular ise MÖ 7. yüzyıl ile MÖ 4. yüzyıl arasına tarihlenmektedir. Gediz ovasına hakim bir sırt üzerinde konumlanan Larisa iki tepe ile aralarında kalan alanlardan oluşmaktadır. Tepeler izmir banliyö tren hattı ile birbirlerinden ayrılmıştır. Ova seviyesinden daha alçak olan ve Batı'da bulunan kısım Larisa Batı olarak adlandırılmaktadır. Kulelerle desteklenmiş surların sardığı akropol bu tepenin en üst noktasıdır ve yönetim yapıları ile dini yapıları barındırır. Güneyinde ve kuzeyinde yerleşim alanları yer alır. Akropolün kuzey, kuzeydoğu ve doğusuna yayılan alanlarda çeşitli tipte mezar yapıları ile nekropol bulunur. Tren yolunun kuzeyinde devam eden nekropol yerini tarım alanlarına bırakır. Ardından yükselmeye başlayan ve Larisa Batı'dan daha yüksek bir tepe olan Larisa Doğu'nun eteklerinde yerleşim terasları başlar ve en tepe noktasında ise bir kale konumlanmıştır. Bölgedeki ilk araştırmalar 20. yüzyılın başında Alman ve İsveçli arkeologlar tarafından gerçekleştirilmiş, özellikle akropole yoğunlaşılan çalışmalarda yerleşimi saran surlar, tapınak, saraylar gibi pek çok yapı ortaya çıkarılmıştır. 2010 yılından itibaren İTÜ mimarlık tarihi öğretim üyesi Prof. Dr. Turgut Saner tarafından başlatılan mimari ağırlıklı yüzey araştırmaları kapsamında, 20. yüzyıl çalışmaları daha da genişletilerek yerleşim alanının tamamına yayılmıştır. Alanda yapılan gözlemlerde antik dönemlerde uygulanan çok sayıda blok elde etme izlerine rastlanmıştır, 20. yüzyılda kapsam dışında bırakılan bu faaliyetler, 2010 araştırmaları ile üzerine düşünülmeye başlanan konulardan biri olmuş ve bu çalışma da böylece şekillenmeye başlamıştır. Yüzey araştırmaları devam ettiği süre boyunca arazi çalışmalarıyla paralel ilerleyen belgelemeler yapılmıştır. Batı Anadolu kıyılarındaki en geniş volkanik alan olan Yunt dağının güneybatı bölümünü oluşturan Dumanlı dağdan Gediz ovasına uzanan bir sırt üzerinde konumlanmıştır. Volkanik karakterli olan bu yapı üçüncü jeolojik zaman olan Tersiyer'in (yaklaşık 65-2,5 milyon yıl) alt dönemlerinden biri olan Neojen'de (yaklaşık 24-2,5 milyon yıl) meyadana gelen jeolojik olaylarla şekillenmiştir. Dumanlı Dağı oluşturan piroklastik bir örtü üzerine gelen andezit lavlarla kaplanmıştır. Larisa'nın bu andezit alana yayılan bir yerleşim olması inşaatlarda da bu yerel malzemenin tercih edilmesini sağlamıştır. İşlemesi zor ancak hava koşullarına dayanıklı olan bu malzemenin Larisa inşaatlarında yetkin bir biçimde kullanıldığı görülmektedir. Yerleşimin konumlandığı alanlarda ve yamaçlarında irili ufaklı kaya öbekleri ile yaygın kaya yüzeylerinde ocakçılık faaliyetlerine ait izler bulunmaktadır. Blokların ana kayadan ayrılmadan hemen öncesi ve ayrıldıktan sonraki aşamasına ait olan bu izlerde en çok kama yönteminin kullanıldığı görülmüştür. Kama yönteminin Larisa'da en erken MÖ 6. yüzyılın ortasından itibaren kullanıldığı anlaşılmıştır. Kama yöntemi dışında şerit halinde açılan kanallar yardımıyla da blokların ana kayadan ayrıldığı anlaşılmıştır. Kimi durumlarda kamalar şerit halinde açılan kanalların içine yerleştirilerek ayırma ve bölme işlemleri gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla şerit halinde kanalların açıldığı yöntem de büyük oranda kama yöntemi ile birlikte ilerlemiştir. Larisa'nın andezitleri gri-mavi tonlarından kızıl-kahve tonlarına, yer yer pembeye uzanan geniş bir renk aralığına sahiptir. Ocaklardan birlikte çıkarılan bu farklı renklerdeki andezitler inşaatlarda da renkli bir görünüm sağlamıştır. Ocaklardan blok elde etme izlerinin dışında, taşıma, kaldırma, bağlama yerleştirme gibi sonraki aşamalara ilişkin izler az da olsa inşaat bloklarında görülebilir. Böylece inşaat sürecinin tutarlı bir öyküsü ortaya konabilmektedir. Ayrıca bloklar üzerindeki, aletlerin bıraktığı izlerden külünk, kama, murç ve keski kullanılmış olabileceği de anlaşılır.
  • Öge
    The establishment of art history as a discipline in Turkish universities (1870s-1960s)
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-10-06) Bingöl, Verda ; Tokgöz Kuban, Zeynep ; 402132002 ; Art History
    This thesis is a historiography of the establishment of art history education in Turkey, covering the years between the 1870s and the 1960s. It focuses on the first two institutions where art history as an academic discipline was established: Istanbul University and Ankara University, and aims to uncover the reasons, the institutions, the scholars and the historical background responsible in the discipline's establishment, in light of archival documents and accounts of the witnesses. The thesis takes the Ottoman university (Dârülfünun) and the School of Fine Arts (Sanayi-i Nefise Mektebi) as its starting point, hence the thesis starts with the 19th century, even though the establishment of the first chair related to art history dates to 1942. In the first chapter, independent art history courses held at Dârülfünun and Sanayi-i Nefise Mektebi are discussed in relation to the educational programme of the two universities and the academic background of the lecturers that held the courses. The lecturers were all autodidacts with foreign language skills, who had not received a formal art history education, and the courses reflected these: The curriculum changed with every lecturer, they taught what they found necessary, and the focus was on aesthetics, rather than a classic art history module. The consequent result of the first chapter is that these courses cannot be viewed as the forerunners of the later art history chairs. The second chapter is divided into three sections for the three art history chairs at Istanbul University: Chair of Byzantine Art, Chair of Turkish and Islamic Art and Chair of European Art, and the third chapter is on the art history department at Ankara University, Faculty of Languages and History-Geography. These chapters are ordered chronologically, and each section discusses the reasons for the establishment, the academic backgrounds of the founders and the curriculum of the particular chairs. Since all the founding professors were from England, Germany or Austria, the chapter aims to answer whether or not there was a transfer of knowledge from the founding professors' academic backgrounds to their new posts in Turkey, what the reasons behind their invitation to Turkey were, and whether there was a continuation of their tradition in the second generation of art historians. In order to answer these questions, the thesis uses a variety of research methods: A thorough analysis of secondary sources, gathering, sorting and interpreting primary sources such as official documents, correspondences and letters as archival material, and interviews with first-hand witnesses have been carried out.
  • Öge
    İran ve Türkiye'de resim sanatının modernleşmesine karşılaştırmalı bir bakış: Jail Ziapour ve Nurullah Berk
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-05-05) Toomajnia, Jamaleddin ; Kuban Tokgöz, Zeynep ; 402122006 ; Sanat Tarihi
    Komşu iki ülke olarak İran ve Türkiye, eski dönemlerden beri ortak tarihe ve kültüre sahiptir. 20. yüzyılda büyük toplumsal ve siyasal değişimler yaşayan İran ve Türkiye, iki büyük imparatorluk ülkesi olarak batılı ülkelerin sömürgeci politikalarına hiçbir zaman tam anlamıyla maruz kalmamıştır. Ancak batılı ülkeler İran'ı da Türkiye'yi de ekonomik ve kültürel açıdan dolaylı bir biçimde etkilemiştir. O etki altında iki toplumda da yeni bir çığır açılmış ve bu topraklarda yeni kavramlar yaratılmıştır. İran'ın ve Türkiye'nin batılılaşma seyri az çok benzer bir güzergâh izlemiş, Rusya ile yapılan savaşlarla beraber iki ülkede de askeri anlamda modernleşme isteği uyanmıştır. Bu uyanışın akabinde batının gelişme prosedürünü kavramak üzere bazı aydınların batıya dönük kültürel metinler ve kitap tercümeleri yapmaları sağlanır. Bu eylemler saray tarafından yapılandırılır, ancak iki ülkede de bu yola karşı çıkanlar olur. Modern dünyaya açılmak isteyen Kaçarlar ve Osmanlılar, ilk olarak eski eğitim sistemlerinin yerine batılı yeni sistemlere geçiş yaparlar. Bu geçiş 20. yüzyılda Rıza Şah Pehlevî ve Mustafa Kemâl Atatürk'ün temel reformlarıyla devam ederek eski sistemden tamamen kopar. Yeni sistemler sanat eğitiminde de hâkim olur. İran'da, Rıza Şah Pehlevî döneminde yeni kurulan Tahran Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesi'nden ilk öğrenciler sanat eğitimi almak üzere Avrupa'ya gönderilirler. Bu öğrenciler arasında yer alan Jalil Ziapour, İran'ın kuzey bölgesinde yaşayan orta sınıf bir aileye mensuptur. Paris'teki Académie des Beaux-Arts'ta resim ve heykel eğitimi alan Ziapour, kendisini geliştirmek amacıyla bir süre o kentte Kübist sanatçı ve ünlü bir eğitimci olarak tanınan André Lhote'un atölyesine de devam eder. Ziapour İran'a döndükten sonra devlet tarafından bir sanat lisesinin kurulmasının temel taşlarını atar. Bu lise sonraları İran'daki en önemli merkezlerden biri olarak geleceğin modern sanatçılarını eğitir. Kurumun müfredatında modern resim ve heykelin yanı sıra İran'ın eski ve geleneksel sanatlarına dair dersler de yer alır. Ziapour da evvelce İran'ın geleneksel sanatları üzerine eğitim almış ve bu birikimle Paris'e gitmiş, dönemin Paris'indeki atmosfere, Kıta Avrupa'sında iki dünya savaşı arasında gelişip büyüyen Düzene Çağrı hareketine ve Lhote'un Fransız Klasisizm'ine dayandırdığı Fransız Kübizm'i algısına uygun modern resim tarzını öğrenmiştir. Bilgi birikimiyle İran'a özgü yerel ve modern tarz geliştiren Ziapour, kuramına 'İranlı Kübizm' (İranî Kübizm) adını verir. O da ustası ve hocası Lhote gibi resim yapmanın yanı sıra yazılar yazar ve metinleriyle modern sanatı İran toplumuna tanıtmaya çalışır. Dolayısıyla Ziapour, İran'da modern sanatın 'babası' olarak tanınır. Komşu ülke Türkiye'de batılılaşma hareketi Osmanlı döneminden ve İran'dan daha önce başlar; modern sistemler eskilerin yerine geçer. Bu değişikler Cumhuriyet'in ilanından sonra hızlanır ve devrim niteliği kazanır. Eğitim sistemi de bu değişikliklere ayak uydurur ve sanatın gelişiminde büyük rolü olan Sanâyi-i Nefîse Mektebi yeni sistemlerle öğrenci yetiştirmeye başlar. Okul, Cumhuriyet döneminde Güzel Sanatlar Akademisi adıyla hizmet vermeye devam eder. Osmanlı Devleti'yle başlayan Batı'yöğrenci gönderme programı, Cumhuriyet döneminde de devam eder. Bu süreçte Paris'e giden öğrenciler, Académie des Beaux-Arts'ta aldıkları eğitimin dışında sanatta yeni arayışları kavramak için dönemin ünlü ressamlarının atölyelerine de kaydolurlar. Bu ressamlar arasında en tanınanı, André Lhote'tur. İstanbullu üst düzey bir ailenin üyesi olan Nurullah Berk, Sanâyi-i Nefîse Mektebi'nden mezun olduktan sonra kendi imkânlarıyla Paris'e gider ve Académie des Beaux-Arts'ta eğitim alır. Ayrıca André Lhote ve Fernand Léger'nin atölyelerinde de çalışır. Ancak bu dönemde Lhote'un eğitim tarzını kavramaz; sonraki gelişinde ise bu eğitimleri iyice anlar. Ziapour gibi Berk de kendi ülkesinde Kübizm'in savunucusu olarak tanınır. O da Lhote ve Ziapour gibi yazar kimliğine sahiptir ve modern sanatı Türkiye toplumuna tanıtmak için gazetelerde, dergilerde yazar. Türkiye'nin modern sanat tarihi için kaynak oluşturur ve bu yönde çaba gösterir. Bu tez çalışmasında André Lhote'un yanında çalışan, onun düşüncesini kavrayan iki sanatçı, İran'dan Jalil Ziapour ve Türkiye'den Nurullah Berk, karşılaştırmalı bir biçimde incelenecektir. Söz konusu sanatçıların ressamlık ve yazarlık kimlikleri merkeze alınacak, düşünceleri metinlerinden okunacak ve karşılaştırılacaktır. Gerek metinlerinde gerek resimlerinde ortak ustaları Lhote'un etkisi araştırılacak, Lhote'un sanat algısı ve kavramlarının, iki farklı doğuyu temsilen 'doğulu' öğrencilerindeki yankısı incelenecektir. Bunlarla beraber Lhote'un resim tekniği bir eleştiri sistemi olarak baz alınacak, Ziapour ve Berk'in resimleri üzerinde tetkik yapılarak bu ressamların Lhote'tan etkilendiği alanlar tespit edilecektir.
  • Öge
    The effects of earthquakes in antioch and its vicinity: Evidence of repair, rebuilding and urban reorganization between the fourth and thirteenth centuries
    (Graduate School, 2022-07-06) Bakır, Mevlüde ; Tokgöz Kuban, Zeynep ; Necipoğlu, Nevra ; 402052003 ; Art History
    Founded by Seleucus I Nicator on May 22, 300 B.C., Antioch, one of the most important cities of the Byzantine Empire, lies at the southwest corner of the Amuq Valley at an angle where the Orontes River (modern Asi Nehri) meets Mount Silpios (modern Habib Neccar Dağı). Antioch was routinely struck by earthquakes over the centuries since it is located on an active fault line. Some of these quakes were minor while others were highly destructive but all played a role in the life of Antioch. The city was critical to the spread of Christianity and it served as the axis point through which information flowed between Constantinople and the East. It was also at Antioch that Byzantine emperors based their military campaigns against the Persians and later the Arabs. From its foundation and through the Middle Ages Antioch was occupied and ruled by different cultures. Each left its mark. Historians' and chroniclers' accounts as well as ecclesiastical histories, homilies, and other texts that survive focus on Antioch's history, social and intellectual life, and they provide information from different perspectives. All of these sources, especially those from the Byzantine era, record valuable information on the occurrence of earthquakes, the physical effects these disasters had on the built environment, and the resulting psychological impact. Information touches on Antioch proper as well as Seleucia Pieria and Daphne in the city's vicinity. In addition to primary sources, the Princeton University excavations of 1932-1939 as well as recent archaeological studies and explorations provide limited but crucial data. The original sources and archaeological material together give us some idea of the destruction to houses, ecclesiastical and public buildings that occurred as a result of these seismic events. In our study, we first provided historical background on the history and the buildings of the city and evaluated the accounts of the earthquakes starting with the quake of 341 and ending with the one that occurred on April 17, 1269. One of the most important outcomes of this study is that we created three maps and focused on Antioch's three key historical periods. The first map covers the period from the foundation of the city to the seventh century. The second covers the period between the seventh and the eleventh centuries, and the third deals with the period of the siege of the city by the Crusaders in 1097/1098. In our study, a compendium of the ecclesiastical and public buildings and other structures has been created for Antioch and its environs. These maps and lists of buildings and structures helped form a picture of the city's buildings and topography and how these changed over time. Following these chapters, we focused on the various effects of earthquakes on public and ecclesiastical buildings and other structures. We considered structures that were reconstructed as a result of seismic events not only in Antioch but also in its surrounding areas between the fourth and the thirteenth centuries. We also discussed potential precautionary measures that appear to have been taken to reduce the effects of the earthquakes. This included evaluating the techniques and materials used to strengthen the affected buildings and to make structures more resistant to earth tremors. One of the difficulties we confronted during our study was the availability of information regarding the reconstruction efforts following the quakes. Although the Princeton University Excavation Reports provide essential data about the structures of the city, unfortunately, the archaeological findings were re-buried following the excavations. Therefore, we studied the excavation reports instead of physical remains. To be sure recent archaeological studies and explorations in and around the city have uncovered essential evidence reflecting the damage caused by quakes, but still more evidence is needed to gain a deeper understanding of the effects of earthquakes in Antioch and its vicinity. What is clear from the information we do have, though, is that the Antiochians were aware their city was located on a fault line. They learned how to live with it, and they took necessary precautions to reduce the effects of these tremors throughout the centuries.