LEE- Kentsel Tasarım Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 10
  • Öge
    İstanbul konut alanlarındaki değişimin yapılı çevre bileşenleri yönünden çözümlenmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-01-24) Yetiş Çakmak, Ebru ; Terzi, Fatih ; 519181024 ; Kentsel Tasarım
    Yapılı çevre kavramı, kentte parçalar halinde tasarlanmış bileşenlerin entegrasyonundan oluşan bütüncül bir kavramdır. Yapılı çevrenin anlaşılabilmesi için onu oluşturan bileşenlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin anlaşılması gerekmektedir. Evimizin penceresinden dışarıya baktığımızda gözlemleyebildiğimiz insan yapımı olan tüm nesne ve ortamlar (binalar, yollar, köprüler, açık alanlar, parklar, otomobiller vb.) kentsel yapılı çevrenin bir parçasını oluşturmaktadır. Kentsel yapılı çevreyi oluşturan bileşenleri araştırmacılar tarafından şehir, mahalle, yapı adası, parsel gibi çok çeşitli ölçeklerde ele alınmakta, kentsel örüntü, ulaşım, altyapı, açık ve yeşil alanlar, yoğunluk ve arazi kullanımı gibi bir dizi bileşenle ifade edilmektedir. Kentin yapılı çevresini oluşturan yapılar, yapı grupları ve bunların bir araya geliş biçimleri, yapılar arasındaki boşluklar, yapıların büyüklükleri, yapı sayısı ve yoğunluğuna ek olarak kentte var olan arazi kullanımı kentteki ilişkileri etkilemesi nedeniyle oldukça önemlidir. Kentin biçimlenmesine yön veren bu bileşenler bir araya gelerek kentsel yapılı çevreyi oluştururken, aynı zamanda kentsel açık alanların oluşumunu da yönlendirmektedir. Kentlerde yaşanan hızlı nüfus artışı ve düzensiz yapılaşma yapılı çevre üzerindeki baskıların artmasına ve yapılı çevrenin karakteristiğinin değişmesine neden olmaktadır. Yapılı çevrede meydana gelen bu değişiklikler, kimi zaman yapılı çevrede var olan karakter ve niteliklerin güçlenmesini sağlamakta kimi zaman ise, yapılı çevrede nitelik kaybına ve yapılı çevre kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır. 1950'li yıllardan itibaren hız kazanan sanayileşmeye birlikte yoğun bir göç hareketine sahne olan İstanbul'da, göçle gelen nüfusun ihtiyacının karşılanması amacıyla her geçen gün yeni konut alanları açılmış, yeni ulaşım arterleri inşa edilmiş, mevcut arterler genişletilmiş ve kent hızlı bir değişim, dönüşüm ve yoğunlaşma süreci içerisine girmiştir. Bu yılları izleyen süreçte, gecekondulaşma ve kaçak yapılaşmayla birlikte, İstanbul'un makroformu önemli ölçüde değişmeye başlamış, kente yeni göç eden nüfus kentin çeper bölgelerine yerleşerek bu alanlarda düzensiz, her türlü altyapıdan ve yaşam koşullarından uzak kent parçalarının oluşmasına neden olmuşlardır. Hızla gerçekleşen yayılma süreci, kentin doğal yapısında da bozulmaları berberinde getirmiştir. Bu durum, İstanbul'un mekânsal yayılmasının fiziksel çevre ve sürdürülebilirlik konuları bağlamında yeniden sorgulanmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla, İstanbul bugün kapasitesinin çok üstüne nüfus ve yapı yoğunluğunu barındırmakta, sürdürülebilir gelişimden uzak bir yapılaşma süreci yaşamaktadır. Bu çalışma, 1950'li yıllardan itibaren değişim, dönüşüm ve yoğunlaşma süreci içerisinde giren İstanbul'da farklı niteliğe sahip konut alanlarında (düzenli, düzensiz, tarihi konut, toplu konut ve düzenli, düzensiz ve toplu konut gibi birden fazla gelişme türünü bir arada barındıran karma konut dokularında) 2005 yılından günümüze kadar olan yaklaşık son 15 yıllık süreçte, meydana gelen değişimin, yapılı çevre unsurları bakımından çözümlenmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada, 2005 yılında yapılan İstanbul'da Konut ve Yaşam Kalitesi Araştırması kapsamında tasarlanan ve İstanbul Metropoliten Alanı sınırları içindeki konut alanlarından seçilen doku örnekleri kullanılmıştır. 2005 yılına ait araştırma projesine ait örneklem alanlarda (100 ve 200 m. yarıçaplı daire içerisinde kalan 900 adet konut dokusunda) yapılaşma katsayıları, toplam açık alan oranı, toplam yaşanabilir alan oranı gibi yapılı çevreye ilişkin özellikler ölçülerek İstanbul'un farklı niteliğe sahip konut dokularında (düzenli yapılaşan konut dokuları, düzensiz yapılaşan konut dokuları, çoklu gelişme türüne sahip dokular, tarihi konut dokuları, toplu konut dokuları) yapılı çevre karakteristiği çözümlenmiştir. Böylelikle, gerek İstanbul'un her iki yakasında gerekse farklı ilçe ve mahallelerinde yapılaşma yoğunlukları, açık alan oranları ve yaşanabilir alan oranları kapsamında yapılı çevre kalitesi araştırılmıştır. Dolayısıyla, bu tez çalışmasında, 2005 yılına ait araştırma projesi kapsamında tasarlanan örneklem alanlarında, 2021 yılı verileri kullanılarak güncel bir çözümleme yapılmış ve İstanbul konut alanlarında yaklaşık son 15 yılda meydana gelen ortaya koyulmuştur. Çalışma sonucunda, İstanbul'da 2005 yılından bu yana inşaat yoğunluğunun ilçelerin büyük çoğunluğunda (özellikle kentin çeperinde yer alan ilçelerde) artış gösterdiği ve buna paralel olarak kentin açık alanlarında ciddi azalmaların gerçekleştiği tespit edilmiştir. Konut alanlarında meydana gelen değişikliklerin, çoğunlukla düzensiz (plansız) ve karma (düzenli, düzensiz ve toplu konut alanlarının bir arada bulunduğu konut alanları) gelişim gösteren konut alanlarında gerçekleştiği görülmüştür. Yaklaşık son 15 yıllık süreçte, İstanbul'da inşaat yoğunluğunun artmasına paralel olarak; konut alanlarında açık alanlar ile inşaat yoğunluğunu ilişkilendiren açık alan indeksi ve yaşanabilir alan indeksi değerlerinde ciddi bir azalmanın yaşandığı ve dolayısıyla açık alan-yoğunluk dengesinin giderek bozulduğu, konut alanlarının sağlıksız yaşam çevrelerine dönüştüğü ve İstanbul il genelinde mevcutta yetersiz olan açık alanların daha da yetersiz hale geldiği görülmüştür.
  • Öge
    The effects of passive and active street interfaces on users' perceived safety
    (Graduate School, 2023-06-19) Zaibak, Lujain ; Özkan Yıldız, Dilek ; 519191029 ; Urban Design
    Perceived safety at the street interface is directly related to a set of factors that define the activeness and passiveness levels. However, there is ambiguity concerning the amount of the desired activeness and passiveness at the street interface for it to be perceived as safe by its users. Therefore, this study aims to fill this gap, by first classifying the street interface into different types of active and passive relying on the factors that affect perceived safety, then testing the effect of these classified types on users' perceived safety. The Individual factors that affect perceived safety were kept constant throughout the study to avoid complexity. The diagnostic observation was performed to classify the street interfaces into different types and choose the appropriate case study areas from the city of Istanbul. These chosen interfaces were then used to test each type's effect on the users' perceived safety. This study employed a quantitative research method using a questionnaire containing photographs of the selected interfaces, to test each type's effect on the users' perceived safety. The analysis of variance (ANOVA) test and Tukey's HSD test in SPSS were then applied to the data to understand whether the perceived safety created by each type is significantly different from the other. The results show that a certain level of activeness defined by certain factors is desired to create a safe street interface. Too much activeness or passiveness at the street interface was perceived unsafe by the users. This study also revealed which of the factors that were used to classify the street interface into passive and active types had the most influence on perceived safety in each of the case study areas. These results can be applied to streets to determine which part of the street interfaces are considered safe in relation to their activeness and passiveness levels. Consequently, this approach aims to aid urban designers in creating street interfaces that are perceived as safe by their users.
  • Öge
    Akıllı hareketlilik ve engelsiz erişimde yön bulma teknolojileri: Bir veri modeli önerisi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-17) Akdemir, Çiğdem ; Ayataç, Hatice ; 519171007 ; Kentsel Tasarım
    Kentler, pek çok farklı dinamik tarafından şekillenen ve sürekli değişim geçiren yaşam alanlarıdır. Sanayi devrimi ile başlayan kentleşme sürecinde, kentlerin ve kentlilerin çeşitli sorunlarla başa çıkmak için yöntemler geliştirdiği bir gerçektir. Her kent, kendi potansiyelleri ve ihtiyaçları çerçevesinde ele alınarak, daha yaşanabilir ve sürdürülebilir alanlar yaratmayı hedeflemektedir. 20. yüzyıldan itibaren bilimde yaşanan hızlı gelişmelerle, teknik ve teknolojik çözüm önerileri kentsel yaşama da adapte edilmeye başlanmıştır. Kentlerin mevcut kaynaklarının ve altyapısının en verimli şekilde kullanılması, kentteki sorunlara hızlı ve yerinde müdahalelerin yapılması, tüm bu çözümler için de teknolojinin entegre edilmesini baz alan "akıllı kent" anlayışı da 21. yüzyılın temel akımlarından biri haline gelmiştir. Akıllı kent kavramı konusunda farklı tanımlar bulunsa da, kısaca, vatandaşı odağına alan ve kentteki problemlere karşı teknolojiyi kullanarak çözümler üreten, kentte verimliliği arttıran bir anlayış olarak özetlenebilir. Akıllı kenti meydana getiren bileşenleri, kentsel problemler için farklı kollardan çözümler üretmektedir. Akıllı devlet, akıllı ekonomi, akıllı yaşam, akıllı çevre, akıllı vatandaş gibi bileşenleri olan anlayışta, akıllı hareketlilik ve akıllı ulaşım konusu da üzerinde çalışılan önemli konulardan bir tanesidir. Akıllı hareketlilik(mobilite) kavramı, ulaşım ve erişilebilirlik üzerine kurgulanan, bilgi ve iletişim teknolojileri ile desteklenen bir sistemi içerir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren temel vatandaşlık hakkı olarak görülmeye başlanan erişilebilirlik kavramı da, kentteki kullanım alanları ve hizmetlere erişim ile elektronik hizmetler dahil olmak üzere bilgi ve iletişim teknolojilerine erişimi kapsamaktadır. Erişilebilirlik kavramı, bireylerin topluma tam ve eşit katılımının sağlanması için bir ön koşul olmakla birlikte, dezavantajlı grupların karşılaştığı erişim sorunlarının giderilmesi yönünde çalışmalarla tanımlanır. Hem dünyada hem de ülkemizde kanun ve yönetmeliklerce tanımlanan erişilebilirlik, binaların, açık alanların, bilgi ve iletişim teknolojilerinin ve diğer kentsel hizmetlerin engelli bireyler tarafından güvenli ve verimli şekilde kullanılmasını kapsar. Yine de günümüzde kentin ve kentteki binaların, altyapının yetersiz olması, erişilebilirlik standartlarına uygun üretilmemesi, tasarım yapılırken yalnızca sağlıklı bireylerin düşünülmesi gibi sebeplerden ötürü, erişilebilirliğin sağlanması adına engeller oldukça fazladır. Bireylerin çevre ve bilgi ile bütünleşmesini kapsayan bir süreç olan yön bulma (wayfinding), bu çalışma kapsamında, akıllı hareketlilik ve engelsiz erişimin sağlanmasında bir araç olarak ele alınmıştır. Çünkü, yön bulma sistemleri, kentlerde daha erişilebilir yaşam alanları oluşturmayı, kişiselleştirilmiş rotaları kullanıcıların tercihlerine göre kategorize ederek kullanıcıya aktarmayı hedefler. Ayrıca yön bulma sistemleri kullanıcıların deneyimlerini de sisteme dahil eder ve bireylerin bağımsız ve güvenli seyahat deneyimi yaşamalarını sağlar. Yön bulma sistemleri, insanların kolayca erişebileceği mobil uygulamalar üzerinden deneyimlenebildiği için, kullanıcılar için daha aktif ve kolay bir çözüm sağlar. Hareketlilik veritabanını ve yönlendirme algoritmalarını içeren yön bulma sistemleri, akıllı kent altyapısı ile kolaylıkla entegre edilebilir. Sürekli güncellenen ve kullanıcı deneyimleri ile desteklenen akıllı kent teknolojileri, yön bulma için veri altyapısını ve teknolojik yenilikleri beraberinde getirir. Bilgi ve iletişim teknolojileri, akıllı hareketlilik ve yön bulma teknolojilerinin, engelsiz erişimin ve erişilebilirliğin sağlanması, kentsel problemler için de bir takım çözümler getirmesi söz konusudur. Kentin kullanıcılarına kesintisiz, güvenli ve konforlu bir erişim deneyimini yaşatmak adına, öncelikle ülkemizin ve kentlerimizin eksikliklerinin belirlenmesi gerekmektedir. Dünya çapında yapılan başarılı örneklerin incelenerek, hareketlilik ve erişilebilirlik çözümlerinin irdelenmesi ve bu bağlamda ilgili veri setlerinin ortaya koyulması, bu tez çalışmasının altlığını oluşturmaktadır. Ülkemizin akıllı kent konusundaki çalışmalarını incelemek, mevcut çalışmaların yeterlilik düzeyini anlayabilmek ve mevcut çalışmalara bağlı olarak potansiyel ve kısıtları belirlemektir. İstanbul gibi bir metropolde yaşayan bir kentli olarak, kentte erişilebilirliğin arttırılması amacı ile bu tez çalışması hazırlanmıştır.
  • Öge
    Geleceğin kentlerinde kamusal açık alan tasarım niteliklerinin değerlendirilmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-19) Kılıçdağ, Büşra ; Ocakçı, Mehmet ; 519191004 ; Kentsel Tasarım
    İnsanların, toplum ve çevre ile iletişim ve etkileşim kurduğu, yeni deneyimler kazandığı, toplum duygusunu hissettiği mekân olarak kamusal açık alanlar; sosyal, kültürel, politik, psikolojik ve mimari açılımları barındıran çok bileşenli bir olgudur. Kentsel yaşam içerisinde birey-toplum arasındaki ilişkinin fiziksel çevre tarafından desteklendiği bu alanlar dinamik bir sosyo-mekânsal yapıya sahiptir. Temelde bireyler gereksinim ve beklentileri doğrultusunda kamusal açık alanlar ile etkileşim kurmakta ve mekânın biçimlenmesini de bu doğrultuda etkilemektedirler. Kamusal açık alanlarda kullanıcıların bu iletişim ve etkileşimi kurması, kentsel mekânın örüntülerini algılayabilmeleri, benimseyebilmeleri ve kullanabilmeleri ise mekânın nitelikleri ile doğrudan ilişkilidir. Literatürde kamusal açık alanların tasarımlarının sosyo-mekânsal yapısında etkili olarak kullanıcıların bu mekanlara ilgi duymasını sağlayan, yönlendiren ve kullanımını teşvik eden birçok tasarım niteliği bulunmaktadır. Tasarım çalışmalarında etkili olan bu nitelikler birbirini tamamlamakta ve hatta bazı niteliklerin yarattığı etki başka bir niteliği şekillendirerek bir ilişki ağı sistemi kurmaktadır. Bu alanlar, tasarım niteliklerinin bir arada ve doğru ilişkiler çerçevesinde değerlendirilmesiyle anlamlı hale gelmekte ve başarılı olmaktadır. Kamusal açık alanlar, tarihsel süreçte teknolojik gelişmelerin etkisiyle sosyo-mekânsal yapılarında önemli dönüşümler geçirmiş ve bunun sonucunda mekân tasarımına ait kavramlar da gelişmiş ve değişmiştir. Özellikle Endüstri Devrimi sonrasında gelişen teknolojilerin yarattığı katalizör etkisi, kamusal açık alanların dönüşüm sürecine hızlanan bir ivme kazandırmıştır. Bu süreçte, teknolojinin etkisi ile toplum yapısında gerçekleşen her değişim kamusal açık alanları değiştirmiş, bu alanlar değişirken de toplumu dönüştürmüştür. Bu bağlamda teknoloji-toplumsal yaşam-kamusal açık alanlar arasında simbiyotik bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Kamusal açık alan ve teknoloji ilişkisi, toplumun iletişim, etkileşim ve deneyim süreçlerini etkilemekte ve bu ilişkinin doğru bir şekilde ele alınmaması bu alanların kullanıcılar tarafından tercih edilmemesine sebep olabilmektedir. Bunun sonucunda ise kamusal açık alanlardaki toplumsal yaşam olumsuz etkilenebilmektedir. Ancak kamusal açık alanlar, kent içerisinde toplumsal yaşam kalitesinin sağlanmasında kritik bir rol oynamaktadır. Özellikle son dönemde yaşanan pandemi süreci, bu alanların toplumsal yaşamdaki önemini bir kez daha vurgulamış ve insanların fiziksel çevre ve sosyal etkileşime olan gereksinimlerini hatırlatmıştır. Günümüzde kamusal açık alanlarda toplumsal etkileşimin desteklenmesi, teknoloji etkisiyle farklılaşan kullanıcı gereksinimlerinin başarılı bir şekilde karşılayabilmesine bağlıdır. Bu da ancak teknolojik gelişmeler doğrultusunda oluşan yöntemleri, teknikleri anlamak, değerlendirmek ve mekânın tasarım aşamasından uygulama aşamasına kadar kullanmakla sağlanabilir. Tasarım sürecinde mekân tasarım niteliklerinin temel alınmasının ise inovatif ve çağdaş bir yaklaşımı beraberinde getireceği öngörülmektedir. Bu yaklaşım gelecek tasarımlarında kullanıcı gereksinimlerini karşılamayı hedefleyen, teknolojiyle entegre edilmiş, işlevsel ve estetik açıdan zengin mekanların ortaya çıkmasında önemli bir katkı sağlayabilir. Aynı zamanda bu yaklaşım çerçevesinde gerçekleştirilen tasarım uygulamaları ve mekânsal düzenlemelerde mekân tasarım niteliklerine farklı boyutlar kazanmasında da etkili olabilir. Bu doğrultuda, son dönemde gelişen teknolojilerin doğru bir şekilde ele alınması ve kamusal açık alan tasarımlarında yaratacağı etkinin analiz edilmesi gereklidir. Bu kapsamda tez çalışmasının amacı; yeni gelişen teknolojiler ve kullanıcı gereksinimleri doğrultusunda geleceğin kamusal açık alanlarında etkili mekân tasarım niteliklerini belirlemek ve bu niteliklerin önem/öncelik değerlerini saptayarak, gelecekteki tasarım çalışmaları için kavramsal bir çerçeve oluşturmaktır. Çalışmanın amacı doğrultusunda hipotez olarak; teknolojik gelişmelerle geleceğin kamusal açık alan tasarımlarında etkili mekân tasarım niteliklerinin anlamlarının farklı boyutlar kazanacağı ve bu doğrultuda önem/öncelik değerleri değişeceği savunulmaktadır. Bu hipotezin test edilmesi için öncelikle gelecek tasarım çalışmalarında kamusal açık alanların sosyo-mekânsal yapısında etkili tasarım niteliklerinin belirlenmesine yönelik literatür araştırmasında toplam 56 nitelik saptanmıştır. Bu nitelikler anlamsal açıdan benzerlik gösterenler dışarda bırakılacak şekilde bir kısmı alt nitelik olarak gruplanmış ve bu işlemin sonucunda birçok tasarım niteliğini kapsayan 6 temel nitelik ve 40 alt parametre belirlenerek çalışmanın modeli oluşturulmuştur. Belirlenen temel niteliklerden ikisi teknolojinin etkisiyle kamusal açık alanlarda oluşan sorunlardan yola çıkılarak tasarım niteliği olarak çalışmaya dahil edilmesi uygun bulunan kapsayıcılık ve ekolojik yaklaşım kavramları olup diğer nitelikler ise; imaj/imge oluşturma, çeşitlilik, okunabilirlik ve konfordur. Bu nitelikler son dönemde gelişen ve geleceği şekillendireceği öngörülen teknoloji başlıklarıyla ilişkili olarak ele alınmış niteliklerin anlamları farklı boyutlarda değerlendirilmiştir. Araştırmanın son aşamasında geleceğin kamusal açık alanlarında etkili olacağı belirlenen bu altı mekân tasarım niteliğinin hangilerinin ön planda değerlendirileceğini saptama amacıyla ANP (Analytic Network Process) metodu kullanılmıştır. Bu kapsamda mimar, peyzaj mimarı ve şehir planlama meslek gruplarından 44 uzmana ulaşılarak yöntem çerçevesinde hazırlanan değerlendirme çalışması gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda uzmanlardan elde edilen sonuç verileri ayrı ayrı Super Decisions yazılımına işlenerek çıkan sonuçların tutarlılık analizi gerçekleştirildikten sonra niteliklerin önem ağırlık değerleri belirlenmiştir. Bu değerler uzman katılımcılar arasında meslek ve unvanlarına göre kurulan çapraz ilişkiler bağlamında gruplanmış ve her grup için niteliklerin önem ağırlıkları ve oransal değerleri hesaplanmıştır. Çalışmanın sonucunda mekân tasarım nitelik anlamlarının gelişen teknolojilerin etkisiyle farklı boyutlar kazanabileceğinin yanı sıra yeni niteliklerin oluşabileceği ve bu niteliklerin önem ağırlıklarının ANP metodu kapsamında değerlendirilerek gelecek tasarım çalışmaları için kavramsal bir çerçeve oluşturabileceği görülmüştür. Bu kapsamda elde edilen sonuç bulgularına göre uzmanların dahil edildiği değerlendirme aşamasında kurulan iki çapraz ilişkide de benzer veri sonuçları ortaya çıkmış ve beklenildiği gibi gelecek tasarım çalışmaları için niteliklerin önem/öncelik değerlendirmesinde farklılaşmalar gözlemlenmiş ve çalışmanın hipotezi ispatlanmıştır. Buna göre kurulan iki çapraz ilişkiye ait bulgular incelendiğinde, teknolojin etkisi çerçevesinde çalışma kapsamına tasarım niteliği olarak dahil edilen ekolojik yaklaşım ve kapsayıcılık kavramlarının diğer niteliklerinden çok daha yüksek bir önem ağırlığında değerlendirildiği saptanmıştır. Bu bağlamda, çapraz ilişkilerde oransal değerler farklı olmasına rağmen, ilk üç sırada önceliklendirilen nitelikler aynıdır ve bu sıralama ekolojik yaklaşım, kapsayıcılık ve konfor şeklindedir. Öte yandan, imaj/imge niteliği ise önem/öncelikte en son sırada yer almanın yanı sıra oransal açıdan diğer niteliklere kıyasla oldukça düşük önem ağırlığında değerlendirildiği görülmüştür. Okunabilirlik ve çeşitlilik nitelikleri, iki çapraz ilişkide de dördüncü veya beşinci sıralarda yer almış ve oransal değerlere bakıldığında ise çeşitlilik niteliği biraz daha yüksek bir ağırlık değeri verilmiştir. Tez çalışmasında aynı zamanda teknolojinin etkisiyle tasarım niteliklerinin anlamlarının kazandığı farklı boyutlar ve önem/öncelik sıralaması bağlamında gelecek tasarımlarının kullanıcı gereksinimlerini ne ölçüde karşılanabileceği de incelenmiştir. Elde edilen sonuç bulguları, teknolojik gelişmelerin mekân tasarım nitelikleri kapsamında tasarım çalışmalarına ve mekânsal düzenlemelere entegre edilmesi ile kamusal açık alanlarda işlevsellik, estetik, kullanılabilirlik ve toplumsal gereksinimlere yönelik etkili çözümlerin geliştirilmesine olanak sağlayacağı yönündedir. Bunun yanı sıra teknolojinin kamusal açık alanlara entegrasyonu, sadece mekânın fiziksel özelliklerini değil, aynı zamanda toplumsal etkileşimi ve deneyimini de büyük oranda etkileyecektir. Bu bağlamda, geleceğin kamusal açık alanlarında teknolojinin etkisiyle ekolojik dengeyi koruyan, kullanıcıların gereksinimlerine daha iyi yanıt veren ve inovasyonun ön planda olduğu tasarımların gerçekleştirilebileceği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda tüm teorik çerçeve ve değerlendirme çalışmasının, teknolojinin mekân tasarım niteliklerine olan etkisinin değerlendirilmesinde ve teknolojinin bu nitelikler çerçevesinde tasarım çalışmalarında ele alınmasıyla gelecek kamusal açık alan tasarımlarının nasıl şekillenebileceğine dair ilgili meslek gruplarına yararlı bir perspektif sunarak katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
  • Öge
    Morphological analysis of the formation and consolidation of the main street: The case of Kurtuluş Street, Antakya
    (Graduate School, 2023-06-15) Tiryaki, İrem Duygu ; Kürkçüoğlu, İsmail Eren ; 519201002 ; Urban Design
    Moving in a linear space to go from one place to another is an instinctive characteristic of humans. In this context, the street that emerges as a linear space enabling movement and serves as a fundamental response to humans' innate needs is a significant element of the city formed by a combination of various parameters. These parameters affect the street's evolution by being influenced by the changing and transforming process of the city. In its evolutionary change, the street becomes essential to the city's internal integrity by initially incorporating social and economic dimensions into its physicality. In this part and whole relationship, the continuation of the process depends on responding to the needs of the period. The street that meets the local needs of the space undergoes various physical changes while continuing its existence. Therefore, it began to assume different roles involving multiple actors and responsibilities emerging from this changing process. As a result of these roles, the streets are primarily divided into main streets and local streets, with the main street representing a space that stands out from the rest of the street network. Thus, the main street, a linear public space where society spends the most time, the commercial axis that forms an economic centre, the primary carrier of pedestrian and vehicle transportation and the city's backbone is an essential element of the city. The physical integration of the street and its consolidation within the texture of the city is one of the most critical stages in transforming the street into a main street. Therefore, it is necessary to define the permanence of the main street in the urban texture and determine the parameters during the transformation process. This study aims to analyse the parameters of the formation of the main street based on the concept of consolidation. In this context, the research examines significant developments in the formation of the main street from the past to the present and how these steps were realised within an existing urban fabric. Furthermore, the study investigates the physical characteristics that led to the integration and consolidation of the main street with the urban fabric, allowing it to survive throughout history up to the present. Kurtuluş Street, Antakya, is selected as a research area that preserves its main street identity through its rich historical background. The study focuses on analysing the historical past that demonstrates the consolidation of the street and the parameters that make up this consolidation and integration. Accordingly, the study includes five main stages The first stage of this study examines the historical development of the street, starting from ancient settlements where the street is not visible and continuing throughout history. Starting from Çatalhöyük, considered one of the first settlement areas where the street did not exist, the street found its place spatially in the subsequent settlements. Then, it differentiated itself into primary and secondary roles by gaining different functions. As its importance grew, the need for different categories and subcategories in classification arose to increase its ability to respond to transportation needs. As a result of these needs, the street classification system reached its current form. While projects to reduce the impact of the street emerged in the early 19th century as its importance increased, counter-arguments revealed that the street continues to exist as one of the most crucial components of the city today and has solidified its role within the city. At this point, the diversity of functions that emphasise the importance of the street and the physical characteristics that consolidate it within the urban fabric are prominent topics worth analysing. The second stage covers the concept of the main street, including a section that explains the different roles and functions the street serves. The street acquires several names due to its responsibility to provide solutions to multiple variables, including its location and the user group it serves. Thus, the main street, which stands out from the street network, is most commonly defined as the most frequently used street, but its definition varies due to many reasons, such as the urban form and cultural structure of societies. The multiple meanings of the main street create confusion during the management and design phases, making it necessary to redefine it. Therefore, the main street is defined as an urban backbone, a linear space that has a historical past within traditional cities, is accustomed to people's use, meets various urban functions for daily and administrative needs, provides opportunities for vehicular and especially pedestrian transportation, and is designed according to human scale for creating a robust spatial perception in the third dimension. The third stage involves examining the parameters of consolidation within the urban fabric of the main street, with Kurtuluş Street, Antakya, selected as the pilot region. The historical plans and maps of Kurtuluş Street were examined during this phase, dating back to the Hellenistic period. Despite the destructive events that the city has undergone, such as fires, earthquakes, and invasions, it has been observed that Kurtuluş Street has maintained its status as the city's main street throughout history and has survived until the present day. Analysis of historical maps and plans reveals that, despite changes in the city's fabric, the street has remained integrated into the urban fabric and has mostly remained unchanged, consolidating within the urban core over time. The fourth stage investigated the physical parameters underlying the street's continuous importance during history. Based on the literature review, worldwide examples examined, and historical changes in the pilot region analysed, it was found that the degree of integration of the street within the urban fabric, the diversity of land use, and the density and continuity of buildings along the street are the parameters that affect the process of consolidation of the main street within the urban texture. Different examination methods were used for each parameter. The spatial arrangement method was used to investigate the integration of the avenue within the urban fabric, examining both global and local integration values. As a result, it was observed that the axes with the most integration with the fabric at both global and local scales are parts of the street. This observation explains why the street is the most frequently used street in the city centre and fulfils the role of the city's most commonly used artery. For land use analysis, the land use functions of the city's historical core in 1925 and 2022 were compared and evaluated, showing that the roles of the street have diversified and increased over the past century. Thereupon, it satisfies the need for the street to offer a variety of functions to the community and provide access to different social opportunities. The building continuity and density parameter was analysed by examining how buildings are positioned on the street to study building continuity and by analysing the number of doors, windows, and showcase to check building density. As a result, it was observed that buildings are mostly located in line with the street, creating an uninterrupted perspective on the street, thus strengthening the sense of space. Regarding building density, the high number of doors, windows, and showcases in buildings indicates the level of building density and permeability on the street, which increases the frequency of street use and thus consolidates the street within the urban fabric. The building continuity and density on Kurtuluş Street support the street's strong perception of space, which is essential for the main street. The fifth stage of the study is evaluating the analysis data resulting from all stages. As a result, it has been observed that various parameters are effective in the analysis conducted towards the permanence of the main street within the urban fabric. In this context, it has been determined that Kurtuluş Street, with the highest integration rate within the street network, providing various functions primarily as a commercial route, and increasing spatial perception with building density and continuity, is a permeable and used route. These features that Kurtuluş Street possesses as a main street have enabled it to reach the present day as the most frequently used and integrated artery within the city. The parameters examined in the study and the pilot area are thought to contribute to proving the importance of the main street and making interventions for Kurtuluş Street. As a result of the analyses presented by this study, it is believed that examining the formation and consolidation process and parameters of the main street will allow for a different approach to the location and function of the main street in future urban planning and urban design studies. Additionally, after the significant destruction caused by the earthquakes on February 6, 2023, preserving the city's values and reviving Kurtuluş Street as the host to the community's cultural existence has become even more critical to maintain Antakya in the future. In this context, the thesis emphasises the necessity of evaluating Kurtuluş Street as a living space and examining it through this context.