FBE- Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Ana Bilim Dalı altında bir lisansüstü programı olup, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim vermektedir.
Gözat
Başlık ile FBE- Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAğır Petrol Sahalarında Sagd Uygulamalarında Kuyu Testleri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-06-26) Aian, Elnaz Ghafouri ; Satman, Abdurrahman ; 10078035 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringKüresel ham petrol fiyatlarının yükselmesi nedeniyle petrol kumları gibi alışılagelmemiş ağır petrollerin üretilmesi oldukça kârlı bir düzeye erişmiştir.Venezuela, Kanada ve Suudi Arabistan petrol kaynak rezervi olarak dünyada ilk üç ülke olarak sıralanmaktadır. Kanada’nın 174 milyar varil olan ham petrol rezervinin %97’si sadece Alberta Eyaleti petrol kumlarıdır. Isıl üretim arttırma yöntemi petrol üretim arttırma yöntemlerinden birisidir. Dünyada ağır petroller ve bitumen gibi oldukca ağır petrolleri üretmek için en çok kullanılan yöntem, ısıl üretim arttırma yöntemidir. Isıl üretim arttırma yöntemleri; yerinde yakma, surekli buhar, ve çevrimsel buhar yöntemleri olarak sınıflandırılmaktadır. Kanada Alberta Eyaleti petrol kumlarını ısıl üretim arttırma yöntemi olarak buhar destekli yerçekimi drenajı (SAGD) yöntemiyle üretmektedir. SAGD yöntemi, petrol kumları yatağı içerisinde beş metre aralıklı iki yatay kuyu (enjeksiyon kuyusu üretim kuyusunun üstünde) olarak uygulanmaktadır. SAGD yönteminde, buhar enjeksiyonu yöntemi kullanıldığında, 570 ˚F’dan yüksek sıcaklıklı ve yüksek basınçlı buhar, yaklaşik 1000-1500 ft derinliklerindeki enjeksiyon kuyusuna basılmakta, ağır petrolü ısıtmakta ve sıvılaşmasına neden olmaktadır. SAGD yöntemi; yatay kuyu kullanılarak rezervuarın buharla çok büyük alanda temasta olması sağlandığından dolayı tercih edilmektedir. Buhar basma ile petrol üretiminde, buharla dolu zonun hacmini bilmek uygulamaların verimliliğini incelerken önemlidir. Bu araştırmada ısıl üretim arttırma yöntemlerinden buhar destekli yerçekimi drenajı (SAGD) yöntemi incelenmiştir. Öncelikle buhar destekli yerçekimi drenajı prosesi ve üretim mekanizmaları göz önunde bulundurulmakta, daha sonra bu yöntem uygulanırken yapılan kuyu testleri konusu incelenmektedir. Çeşitli mühendislik parametreleri; farklı yönlerde rezervuar geçirgenliği (anisotropy) , zar faktörü (skin factor), gözeneklilik (porosity), v.b., parametreler ve etkileri incelenmektedir. Modellemede iki farklı grid yaklaşımı kullanılarak, buhar enjeksiyonu süresi, su buharı enjeksiyon debileri ve farklı kalitelerde buhar basma dikkate alınarak senaryolar oluşturulmuştur Bu senaryolar için kuyu dibi basıncının zamanla değişimi gözlemlendi ve kuyu testlerinde kullanıldı. Bu tez araştirmasi Computer Modeling Group (CMG) STARS 2012.12 simulator programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Rezervuar simülasyonunda 3D modeli oluşturuldu ve rezervuar ve akışkan özellikleri veri olarak modele girildi. Simülasyon modelinde sadece düşey enjeksiyon kuyusu incelendi. Bu enjeksiyon kuyu konumu için yukarıda bahsedilen parametreleri dikkate alarak, simülasyondan elde edilen ve Satman et al. (1980) yöntemi ile en iyi hangisinin uyuşduğunu göz altına alındı. Kuyu testleri analizinde genellikle basınç yükselim dönemine ait basınç ve basınç-türev sinyalleri analiz edilir. İncelenen yöntemde (SAGD) enjeksiyon/basınç düşüm (“injection/falloff”) testi, tek kuyu kullanımı ile yapılan testlerdir ve genellikle testlerde kapama zamanında ölçülen basınçların analizi daha güvenilir sonuçlar vermektedir. Bu testin analizi ile enjeksiyon kuyularının verimliği ve enjekte edilen buharın rezervuar içerisindeki yayılımı (cephesi) belirlenmektedir. Kuyu basınç testleri analizinde, kuyu geometrisine, rezervuar yapısına ve sınır koşullarına, akış ve akışkan türüne bağlı olarak kullanılabilecek pek çok model mevcuttur ama bu araştirmada MDH (Miller-Dyes-Hutchinson) kuyu testlerinin yöntemi, temel ilkeleri, test tipleri ve analizleri hakkında bilgiler verildi ve kullanıldı. Basınç-zaman veya basınçtürevi-zaman verileri, log-log, yarılog ve kartezyen grafiklerde çizilir ve analiz yaparken, kuyu içi depolama, çevrel akış, doğrusal akış, küresel akış, vs. akış rejimleri tanımlanır. Rezervuar-kuyu sisteminin basınç üzerinde meydana getirdiği değişimlerin türev eğrisinde, basınç-türev fonksiyonu kullanılır. Bu nedenle, kuyu basınç testleri analizinde, basınca ek olarak basınç-türev eğrilerinin kullanımı standart bir araç olmuştur. Basınç-türev fonksiyonu, kaydedilmiş kuyu dibi basıncının (veya sabit bir basınç değeri; basınç azalım testlerinde ilk basınç, basınç yükselim testlerinde ise kapama anındaki kuyu dibi akış basıncı, referans alınarak oluşturulan basınç değişiminin) zamanın doğal logaritmasına göre türevi olarak tanımlanır. Basıncın zamanın logaritmasına göre türevi alınmasının iki temel nedeni vardır. Birincisi doğal logaritmaya göre türev alındığında, basınç-türev fonksiyonun fiziksel birimi basıncın birimiyle (örneğin psi, bar, vs) ile aynı olur. İkincisi ise, kuyuya çevrel akışın (“radial flow”) olduğu durumlarda, basınç (veya basınç değişimi) zamanın doğal logaritması ile değiştiğınden, bu akış rejimi döneminde basınç-türev eğrisi sabit bir değer alır. Basınç-türev fonksiyonun test zamanı t’ ye karşı log-log grafiğinde çevrel akış dönemi sıfır eğimli bir doğru ile tanınır. Erken zamanlarda gözlemlenen kuyu içi depolaması etkileri basınç/zaman ve basınç-türev/zaman log-log grafiklerinde +1 (birim) eğimli doğru ile tanınır. Geç zamanlarda kuyuya yakın beslenmeli bir sınır ya da fay kendini basınç-türev/zaman log-log grafiğinde +1 eğimli doğru ile gösterir. Basınç düşüm testlerinde (falloff) Δt kapama anından itibaren ölçülen zamanı temsil eder. Bu araştırmada 500 STB/day debide toplam 30 gün buhar enjeksiyonu yapılmakta ve 1 gün (24 saat) kapatılmaktadır. Δp basınç yükselim testlerinde kapama anındaki kuyu dibi akış basıncı ile kaydedilmiş kuyu dibi basıncının farkıdır. Her akış ve kapama dönemine ait basınç-zaman verilerinin uygun şekilde analizi ile akışkan/kayaç/zar faktörü parametrelerine ait değerler belirlenebilir. Buhar zonunun hacimi, basınç-zaman grafiğinden elde edilen eğimden yararlanarak hesaplanabilir. Basınç-zaman yarılog eğimi ise etken geçirgenliğin hesaplamasında kullanilir. Zar faktörü basınç-zaman yarılog grafiğinin uzerinde 1 saat kapama zamanindaki basınç değerini okuyarak ve gerekli denklem kullanarak hesaplanabilir. Çeşitli su buharı enjeksiyon debileri, farklı kaliteli buharlar ve farklı enjeksiyon zamanı dikkate alınarak senaryolar oluşturulmuştur. Buhar enjeksiyon süresi 20, 30, 40 ve 50 gün alınarak buhar zonunün hacmine ve mobilitesine etkisı incelendi. Buhar enjeksiyonun debisi 200, 500, 1000 ve 1500 STB/gün alındı ve buhar zonunün hacmine ve mobilitesine etkisi değiştiği incelendi. Enjekte edilen buharin kalitesi % 60, 70 ve 80 alınarak, buhar zonunün hacmine ve mobilitesine etkisi incelendi. Bütün bu sonuçlar yarı kararlı akiş yöntemi ile (PSS) karşılaştırıldı. Simulatorden elde edilen sonuçlarla kullandiğimiz yöntemin (Satman-Eggenschwiler-Ramey yöntemi ile çok iyi uyuştuğu görüntülendi. Sadece kisa enjeksiyon zamanlarında ve duşuk kaliteli buhar kullanıldiğinda sonuçlar arasında fark gözlendi. Bunun nedeni kısa enjeksiyon zamanlarinda ve duşuk kaliteli buhar kullandiğimizda iyi bir buhar zonu oluşmadiği için, yari kararlı akiş davraniş eğimlerinin okumasında ki hatalar olarak düşünülmektedir.
-
ÖgeAlışılagelmemiş Gaz Rezervuarlarında Üretim Debisi Azalım Eğrisi Yöntemlerinin Karşılaştırılması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2013-09-13) Orang, Ali Jahed ; Çınar, Murat ; 10015248 ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringSon yıllarda petrol ve doğal gazdaki talep artışı özellikle düşük geçirgenlikli gaz ve şeyl gazı gibi alışılagelmemiş enerji kaynaklarının geliştirilmesine yol açmıştır. Düşük geçirgenlikli gaz rezervuarlarının geçirgenlik değerleri, hidrolik çatlatma olmadan üretimin ekonomik değerlere ulaşmasını mümkün kılmamaktadır. Tanım gereği bu tip rezervuarların geçirgenlik değerleri 0.1 mD’den (0.9869×10-15 m2) gözeneklilik değerleri ise yüzde 10’dan küçüktür. Bu tip rezervuarların geçirgenliklerinin çok düşük olmasından dolayı yarı kararlı akışa geçiş süreleri alışılagelmiş rezervuarlar kıyaslandığında çok uzundur. Bu tezde dört yöntem tamamı MATLAB (2010) yazılımında yazılan programlarla değerlendirilmiştir. Sonuçlar dokuz kuyunun saha verileri ve ECRIN (2012) yazılımında üretilen 3 sentetik örnek ile karşılaştırılmıştır. Yazılan programlar akış debilerini, özetlenen matematiksel modeller ile simule etmektedir. Kümülatif üretim değerleri her model için hesaplanmış ve çıktılar kuyu bazında karşılaştırılmıştır. Üretim debisi azalım eğrisi yöntemleri alışılagelmiş olarak ancak verilerin sınır etkilerini hissettikleri yarı kararlı akış bölgesine uygulanabilir.
-
ÖgeApplication of fractals to reservoir characterization(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2000) Zeybek, Ayşe Dönmez ; Onur, Mustafa ; 100790 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringRezervuar tanımlaması, gerçekçi rezervuar performans tahminlerinin yapılmasında son derece önemli bir adımdır. Rezervuar tanımlaması, çeşitli rezervuar karakteristiklerinin (gözeneklilik, geçirgenlik, kalınlık, vb.) eldeki tüm verilerin kullanılarak (jeolojik, jeofizik, petrofizik, üretim verileri, vb.) tanımlanması olarak düşünülebilir. Bu amaca ulaşmak için izlenecek en uygun yol, eldeki tüm jeolojik, jeofizik, petrofizik, üretim verilerine koşullandırılan, rezervuar tanımlamalarım elde etmektir. Ancak, herbiri farklı kökene sahip tüm bu verilerin rezervuar tanımlamalarına etken bir şekilde nasıl entegre edilebileceği, rezervuar tanımlaması alanında çalışan her insanın kafesim kurcalayan önemli bir problemi oluşturmaktadır. Kriging veya ko-kriging gibi jeoistatiksel yöntemler, statik verilerin entegrasyonu için oldukça uygun olmalarına rağmen, kuyu testleri ve üretim verileri gibi, dinamik verilere uygulanmaları oldukça sınırlıdır. Dinamik veriler ile rezervuar değişkenleri arasındaki ilişkinin doğrusal olmayışı doğrudan dinamik verilere koşullama yapmayı zorlaştırmaktadır. Son yıllarda, Bayes yaklaşımına dayalı ters problem teorisinin sadece statik ve dinamik verilere koşullu rezervuar tammlamalan türetmek için değil, aynı zamanda performans tahminlerindeki belirsizliği değerlendirmek için de uygun bir yöntem olduğu literatürde gösterilmektedir. Şimdiye dek literatürde sunulan uygulamalar, kayaç özelliklerinin normal dağılımdan geldiği ve dağılımın ikinci dereceden durağan olduğu varsayımlarına dayanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ters problem teorisini fraktal dağıhmlardan gelen gözeneklilik ve geçirgenlik değerlerine uygulayarak, statik ve dinamik verilere koşullu heterojen gözeneklilik ve geçirgenlik sahalarım türetmektir. Son yıllarda yapılan çalışmalar, fGn ve fBm fraktal dağılımlarının gözeneklilik ve geçirgenlik gibi özelliklerin tanımlanmasında kullanılabileceğini göstermektedir. Literatürde, variogram ve statik verilere koşullu fraktal simülasyonlann elde edilmesi için kullanılabilecek bazı stokastik interpolasyon yöntemleri olmakla birlikte, kuyu basınç verilerine koşullu fraktal özelliklerin türetilmesine ait bir çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle bu çalışmanın amacı, variogram, statik ve dinamik verilere koşullu fraktal gözeneklilik ve geçirgenlik dağılımlarının ters problem teorisi kullanılarak türetilmesidir. Tez toplam 6 bölümden oluşmaktadır. Fraktal ve fraktal dağılımlara ait teori ikinci bölümde ayrıntılı olarak sunulmaktadır. Ayrıca, koşulsuz fraktal dağılımların oluşturulması için kullanılacak yöntemlerde bu bölümde verilmektedir. Bu çalışmada Bayes yaklaşımına dayalı ters problem teorisi kullanılacağından, bu xvı metoda ilişkin bilgi üçüncü bölümde sunulmaktadır. Ayrıca, ters problemin fraktal dağılımlara nasıl uygulanabileceği de bu bölüm içerisinde sunulmaktadır. Dördüncü bölümde, tek fazlı akış problemleri için, variogram, statik ve dinamik verilere koşullu fraktal gözeneklilik ve geçirgenlik sahalarının türetilmesine ait uygulamalar sunulmuştur. Beşinci bölümde ise, çatlak ağı fraktal bir yapı gösteren rezervuardaki taşınım olayı incelenmiş ve bu rezervuarlara ait basınç ve basınç türevi verileri ile lineer olmayan regresyon yöntemini kullanarak fraktal parametrelerinin tahmini ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ayrıca, Kızıldere jeotermal rezervuarmda yapılan bir girişim testi fraktal rezervuar modeli kullanılarak analiz edilmiştir.
-
ÖgeBalçova jeotermal sahası yer altı sıcaklık dağılımlarının ve sığ derinliklerden yüzeye olan ısı akışının belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2001) Kaya, Eylem ; Mıhçakan, I. Metin ; 101451 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliğiİzmir ilinin Balçova yöresinde bulunan Balçova jeotermal sahası Türkiye'de geliştirilen ilk jeotermal sahadır. Saha çalışmalarının ilk kez 1962 yılında başladığı ve o günden beri içine bir çok jeotermal kuyunun delindiği bu jeotermal sistem, antik çağlardan beri sağlık amacıyla kullanılmakta olan Agamemnon kaplıcalarının bağlı olduğu sistemdir. Günümüzde bu sahadan, 1996 yılında kurulan bir merkezi sistem aracılığıyla, Balçova-Narlıdere yerleşim bölgelerindeki yaklaşık beşbin konuta ısıtma sağlanmaktadır. Balçova yöresindeki jeotermal sistemin özellikle daha verimli işletimi ve yaygın kullanımını sağlamak için, sahanın depolanmış ısıl enerji kapasitesini ve yerinde ısı akış mekanizmalarını iyi bilmek gerekir. Delinen kuyularda yapılan sıcaklık ölçümlerinin değerlendirmeleri bu amaca hizmet eden tek araçtır. O nedenle, sahadaki yatay ve düşey sıcaklık dağılımlarının irdelenmesi, haritalanması ve yorumu bu tez çalışmasının ana konusunu oluşturmaktadır. Bu sahanın sığ derinliklerine ait olarak bir yeraltı sıcaklık gradyanı haritası oluşturulması ve bunun kullanımıyla sahanın sığ katmanları boyunca yüzeye olan ısı kayıplarının ve ısı akısının hesaplanması ise bu tez çalışmasının diğer parçasıdır. Balçova jeotermal sahasında delinen ve derinlikleri 11 -m ile 1100-m arasında değişen kuyulardaki noktasal ya da sürekli sıcaklık ölçümleri 35°C ile 140°C arasında değişen değerler vermişlerdir. Sahadaki bütün resmî kuyular MTA (Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü) tarafından delinmiş, diğer kuyular ise herhangi bir resmî izin olmaksızın delinmişlerdir. Bu çalışmada bugüne kadar alınmış tüm sıcaklık ölçümleri değerlendirilmiş, haritalanmış ve irdelenmiştir. Sahadaki sıcaklık ve yeraltı sıcaklık gradyanı dağılımlarının haritalanmasında GMT (The Generic Mapping Tools) yazılımı kullanılmıştır. Bu çalışma karmaşık rezervuar sistemine sahip böyle bir sahadaki ısı kaynağının konumunun belirlenmesinde, ismin yayılma mekanizmasının ve karakteristiklerinin tanımlanmasında yukarıda sözü geçen haritaların önemini ve gerekliliğini ortaya koymuştur.
-
ÖgeBatı Raman Petrolünün Yerinde Yanma Kinetiğine Basıncın Etkisinin Alışılagelmiş Ve Eşdönüşüm Yöntemleri İle İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-01-12) Anto-darkwah, Evans ; Çınar, Murat ; 10097180 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringHam petroller özgül ağırlıklarına göre genellikle üç kategoriye ayrılırlar; ağır petrol (10o – 20o API), orta düzey petrol (20o – 30o API) veya hafif petrol (> 30o API). API dereceleri 10’dan düşük petroller extra ağır petrol (bitümen) olarak adlandırılmakla birlikte bu petrollerin akmazlıkları oldukça yüksektir. Ağır petrollerin moleküler ağırlıkları yüksektir ve daha büyük bileşenleri içermekle birlikte akmazlıkları yüksektir (> 100cp). Alışılagelmiş petroller (hafif petroller) dünya petrol kaynalarının sadece %30’unu içerirler. Bu nedenle teknolojinin ve kaynakların, dünyanın çeşitli yerlerindeki, bol ağır petrol ve bitümen kaynaklarının çıkartılmasına yoğunlaşması beklenir. Ağır petrol ve bitümen kaynaklarının çıkartılmasına kullanılar mevcut yöntemler soğuk ve ısıl yöntemler olarak ikiye ayrılır. Akmazlığı çok yüksek petroller için, akmazlığı düşürmeyi hedefleyen ısıl yöntemler tercih edilir. Isıl yöntemler buhar basma, yerinde yanma ve sıcak su basmayı kapsar. Diğer yandan, akmazlığı daha düşük ağır petroller içi madencilik, su basma gibi soğuk yöntemler uygulanır. Yüzey madenciliği rezervuar koşullarında mobilitesi olmayan bitümen çıkarımında tercih edilirken, su basma Kuzey Denizi gibi ağır petrollerin akmazlığı daha düşük olduğu yerlerde tercih edilir. En yaygın kullanılan ısıl yöntem buhar basma, bir enjeksiyon kuyusundan buharın rezervuara iletimi ve buharın etkisi ile mobilitesi artan petrolün üretim kuyularından üretilmesini içerir. Buhar basma ile ilişkili en önemli problem ısı kayıplarıdır. Isı kayıpları esas olarak buharı kuyuya ulaştıran yüzey hatlarında, kuyu içerisinde kuyu boyunca ve rezervuarda üst ve alt formasyonlara gerçekleşir. Buna ek olarak göreli olarak kalın rezervuarlara yerçekimi ardalanması karşılaşılan diğer önemli bir problemdir. Uzun süredir bilinen yerinde yanma yöntemi buhar basma yönteminin bir çok sınırlamasını içermemektedir. Temel olarak kuru ileri basma şeklinde uygulanır. Bu uygulamada kuru buhar ile rezervuar süpürülür. Diğer bir yandan ıslak ileri yanma yönteminde hava ve su beraber veya sırayla basılırlar. Buradaki amaç geride kalan ısıyı su yardımı ile süpürüp taşımaktır. Diğer bir yöntem ise tersinir yanmadır. Bu yöntemde basılan hava ve yanma cephesi zıt yönlerde haraket ederler. Yerinde yanmanın en önemli avantajı ısının yer altında üretilmesi ve yanma ürünlerini yer altında kalmasıdır. Yanma için gerekli hava ücretsiz olmakla birlikte heryerde ulaşılabilirdir – karada veya suda. Ancak yerinde yanma prosesi karmaşık olmakla birlikte mühendisliği zordur; kinetik modellerinin kurulması ve yanma özelliklerinin anlaşılması için birçok laboratuvar çalışması gereklidir. Bu çalışmanın temel amaçları; Türkiyenin güneydoğusunda yer alan Batı Raman sahasının 12o API’lık ağır petrolü için yanma kinetiği reaksiyon modelini oluşturmak, basıncın eş-dönüşüm yöntemi üzerine etkisini incelemek ve kullanılan petrolün yanmaya uygun olup olmadığını eş dönüşüm yöntemi ile incelemektir. Literatüredeki yanma kinetiği çalışmaları alışılagelmiş yöntemler ve eş dönüşüm yöntemleri olarak iki gruna ayrılabilir. Tadema (1959), Bousaid ve Ramey (1968) ve Fassihi (1981) tarafından gerçekleştirilen yerinde yanma kinetik çalışmalarının hepsi bir tür eğri-çakıştırma yöntemine dayanmaktadır. Bu çalışmalarda, reaksiyonlar gruplanır ve bir veya birden fazla reaksiyona indirgenirler. Ancak gerçekte yanma birçok karmaşık reaksiyonu içermektedir. Eş-dönüşüm yöntemi ise modelden bağımsız bir yöntem sunarak, karmaşık reaksiyon modelini devre dışı bırakarak aktivasyon enerjisinin tahminin sağlar. Ayrıca eş dönüşüm yöntemi kullanarak bir petrolün yanmaya uygun olup olmadığı incelenebilir. Daha önce geliştirilen alışılagelmiş ve eş dönüşüm yöntemleri üç grup reaksiyona işaret ederler. Bu reaksiyonlar düşük sıcaklıkta oksidasyon (DSO), orta sıcaklıktaki reaksiyonlar (OSO) ve yüksek sıcaklıkta oksidasyondur (YSO). LTO reaksiyonları petrol ve oksijenin 300oC altındaki reaksiyonlarıdır.Bu reaksiyonlar su ve kısmı olarak oksitlenmiş bileşenler ve carbon oksitler üretir. Orta sıcaklıktaki reaksiyonlar 300o-400oC (573.15– 673.15 K) arasında gerçekleşirler ve sıcaklığın artarken, oksijen tüketiminin azaldığı negatif sıcaklık gradyanı bölgesi içerir. Bu reaksiyonlar sırasında kok katı kayaç matrisi üzerine çökelir. HTO reaksiyonlar çökelen kokun oksijenle reaksiyonu sonucu oluşur ve 400oC’nin (673.15 K) üzerinde gerçekleşir. Yakıtın (kok) yanması bu dönemde gerçekleşir ve karbonmonoksit, kardondioksit ve su, bu dönemin en önemli ürünleridir. HTO reaksiyonları ısı üreten reaksiyonlardır. Bu çalışmada 100, 150, 200 ve 250 psig basınç altında ve farklı ısıtma hızlarında deneyler gerçekleştirilmiş ve Batı Raman petrolünün yanma kinetiği irdelenmiş, buna ek olarak basıncın eş dönüşüm yöntemi üzerine etkisi incelenmiştir. Gerçekleştirilen deneylerde sıcaklık artırımlı oksidasyon yöntemi uygulanmış ve üretilen gazlardan karbon oksitler ve oksijen, sıcaklık ölçümleri ile birlikte analiz edilmiştir. Bu deneylerde örnek (petrol, kum ve su karışımı) reaktörün içerisine konulur. Ardından reaktör fırının içine yerleştrilir ve sıcaklık daha önceden belirlenen ısıtma hızına göre ısıtılır. Reaktör içerisine yerleştirilen sıcaklık sensörleri aracılığıyla sıcaklık deney boyunca kayıt edilir. Deneyler boyunda reaktöre sabit debide hava basılır. Rektör içerisinde sıcaklığın artmasıyla birlikte öncelikle su buharlaşır. Ardından petrolün ayrışması başlar ve sıcaklık yeterince yükselince kinetik reaksiyonları gerçekleşir. Sistem basıncı, geri basınç regülatörü sayesinde kontrol edilir. Reaktörden çıkan gaz bir dizi filtreden geçerek sudan, yoğuşan hidrokarbonlardan ve parçaçıklardan temizlenir ve çıkan gazın içerindeki CO2, CO, O2 ve CH4 derişimleri kayıt edilir. Elde edilen oksijen tüketim verileri zamana göre çizildiğinde bütün ısıtma hızlarında ve bütün basınçlarda üç ana reaksiyon bölgesi olduğu görülmüştür: DSO, OSO sıcaklıktaki reaksiyonlar ve YSO. Isıtma hızı arttıkça oksijen tüketiminin ulaştığı maksimum değer artmaktadır. Alışılagelmiş yöntemler, doğrusal eğri-çakıştırma yöntemlerini kullanmaktadır. Aktivasyon enerjisi YSO bölgesi için Fassihi modeli kullanılarak hesaplanmıştır. Fassihi yöntemi ile elde edilen aktivasyon değerleri irdelendiğinde, artan ısıtma hızıyla hesaplanan aktivasyon enerjisi değerlerinin azaldığı, artan basınçla birlikte arttığı gözlemlenmiştir. Buna ilaveten modeleden bağımsız ve reaksiyon gruplarını ayrıştırabilen eş-dönüşüm yöntemi kullanılarak aktivasyon enerjisi hesaplanmış ve Fassihi yönteminden elde edilen değerlerle kıyaslanmıştır. Fassihi yöntemi ile elde edilen aktivasyon enerjisi değerlerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Basıncın etkisi eş-dönüşüm yöntemi ile hem oksijen ölçümleri hem de karbonoksit ölçümleri kullanılarak incelenmiştir. Eş-dönüşüm eğrileri farklı basınçlarda karşılaştırıldığında, Batı Raman petrolünün YSO bölgesinde basıncın artmasıyla daha yüksek aktivasyon enerjilerinin hesaplandığı görülmüştür. Bunlara ek olarak, bütün basınçlar için reaksiyon modelleri oluşturulmuştır. Son olarak eş dönüşüm eğrileri değerlendirilerek Batı Raman petrolünün yanma için iyi bir aday olduğu sonucuna varılmıştır.
-
ÖgeBoru Hatları Ekonomisi Tarife Belirleme Kriterleri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010-03-08) Cebeci, Efe Barış ; Serpen, Umran ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringBu çalışmada, Türkiye’nin mevcut jeopolitik konumu nedeni ile oluşan enerjinin Asya’dan Avrupa’ya iletilmesi konusunda yapılacak boru hattı çalışmaları için temel olacak yatırım maliyet modelleri, maliyetlerin bugünkü değerine indirgeme metodu ile geliştirilmiş ve geliştirilen modeller çerçevesinde boru hattının işletilmesinde oluşacak tarifenin belirlenmesini sağlamıştır. Çalışmada ayırca önerilen tarife modelleri için üç farklı boru hattı için hesaplamalar yapılmış ve karşılaştırmaları sunulmuştur. Örnekleme için otuz yılı aşkın süredir çalışan Irak Türkiye ham petrol boru hattı, henüz dört senedir işletmede olan Bakü Tiflis Ceyhan ham petrol boru hattı ve yakın zamanda yapılması planlanan NABUCCO doğal gaz hattı projeleri irdelenmiştir. Bu üç farklı proje ile bundan sonra oluşabilecek her türlü boru hattı yatırımları ve işletmeleri için tarifeler belirlenmiş ve karşılaştırılmıştır. Ayrıca son bölümde boru hattı dizaynı sırasında göz önüne alınması gereken faktörler sıralanarak gelecekte yapılması planlanan projelere temel bilgiler hazırlanmıştır.
-
ÖgeÇatlaklı rezervuarlarda su enjeksiyonu ile petrol üretimi üzerine deneysel araştırmalar(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1991) Toklu, İsmail T ; Satman, Abdurrahman ; 19359 ; Petrol ve Doğalgaz MühendisliğiBu çalışma gözenekli ortamda petrolün su tarafından kılcal kuvvet ve yoğunluk tartanın yardımı ile ötelenmesi üzerine yapılan deneysel bir araştırmayı içerir. İki farklı kuvvete dayanan bu öteleme imbibition olarak adlandırılır ve çatlaklı rezervuarlardan su ötelemesiyle yada su itişimiyle üretim yapılıyorsa önemli bir yere sahiptir. Sahaların üretim performansları laboratuarda yapılan imbibition deneylerinden yararlanılarak tahmin edilebilir. Bu çalışmada, literatürdeki deneyler temel alınarak, mâtrikslerin tamamen su içinde kaldıkları durum deneysel olarak incelenmiştir. Karotlar her deney öncesi, aynı standarta uyularak aynı ön işlemlerden geçirilip imbibition deneylerine hazırlanmışlardır. Yapılan üretimin belirlenmesinde gerekli duyarlılığı sağlama ve olayı etkileyen parametrelerin çok ve ölçülmesi zor olması, yorumlama konusunda güçlüklere neden olmuştur. Bir diğer önemli sorun ise deneylerin uzunluğudur. Ancak literatürde yapılan bazı deneyler incelendiğinde kullanılan karotlar yüksek geçirgenlik, büyük gözeneklilik yanında petrollerin de daha küçük akmazlık ve özgül yoğunluğa sahip olmaları üretim zamanlarını kısaltmıstır. Bu çalışmada ortalama 1.5 ay süren bir deney süresinin hazırlık çalışmalarıyla 2 aylık bir döneme uzadığı olmuştur. 20'nin üzerinde deney yapıldığı göz önüne alınırsa bu konudaki güçlük daha iyi anlaşılır. Deneylerde Batı Raman ve Şahaban sahalarından alınan rezervuar karotları ve Yeniköy ile Karakuş petrolleri kullanılmıştır. Kalker matriks bloklarını temsil eden bu örnekler dışında özellikle litolojinin ve geçirgenliğin etkisini incelemek üzere kumtaşı karotlarla da deneyler yapılmıştır. Genellikle % 100 petrole doymuş karotlar yanında kalıcı su doymuşluğunda petrol içeren karotlar da kullanılmıştır. Genel değerlendirmede özellikle gözeneklilik, geçirgenlik, ıslatımlıl.k, su tuzluluğu, petrol özgül yoğunluğu ve diğer bazı parametrelerin ımbıbıtıon'a etkileri incelenmiştir. Bu yaklaşımın dışında orijinal petrol ve karotun kullanıldığı B. Raman ve sahası için ölçeklendirme yardımıyla bir performans tahmini çalışması da yapılmıştır. Ancak burada yorumlamada ıslatımılığın neden olduğu belirsizliği belirtmek gereklidir. Rezervuardaki orijinal ıslatımlılığın bilinmesi güçtür ve muhtemelen deneylerde kullanılan karotların ıslatımlılığı da farklıdır Çalışma ve sonuçları, özellikle kısmi imbibition ve optimum hız konusunda eksiklikler içermesine rağmen, önemlidir. Bu önem bu konuda ülkemizde yapılan ilk ve tek çalışma olmasından kaynaklanmaktadır. Konu üzerine yapılacak eklemelere, bağlı konularda yapılacak deneylere zemin hazırlayacak bilgi ve donanım birikimi elde edilmiştir ve 3. ve 4. bölümde ayrıntılı olarak anlatılmıştır
-
ÖgeÇok-kuyulu Tek-faz Petrol Ve Doğal Gaz Rezervuar Basınç Davranışlarının Tahmini İçin Kütle-korunumu Temelli Yeni Analitik Modeller(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2009-06-18) Bidaibayev, Sabit ; Onur, Mustafa ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringDünyadaki birçok ülkelerin ekonomisini enerji sektörü, özellikle, petrol endüstrisi oluşturmaktadır. Şimdiki zamanda birçok eski ve yeni petrol ve doğal gaz sahalarının araştırılması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Birçok büyük şirketler üretim tahmini için oldukça fazla yatırımlar yapmaktadır. Bunun yanında, şirketler kuyu azami performansını yükseltmek için kendi teknolojilerini ilerletmektedir. Bu nedenle, birtakım çalışmalar burdaki sunulan çalışma gibi teknoloji süreç için geçerli ve gerçek şartlara dönüştürülebilir. Bu çalışmada sıvı ve kuru gaz rezervuar performansları için kütle-korunum temelli analitik modeller geliştirilmiş ve sunulmuştur. Analitik modeller, genelde, kolaylığından dolayı yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, dış sınırları akışa kapalı dikdörtgen şekilli rezervuar modelleri göz önünde bulundurulmuştur. Bu çalışmada izotrop ve anizotrop rezervuar koşullardaki dikey, eğimli ve yatay kuyular için çözümleri içeren FORTRAN program dilinde kodlar oluşturuldu. Üstelik, bu parametreler tek kuyu ve çok kuyu kombinasyonlar için de kullanıldı. Sonuç olarak, biz bu durumlar için kümülatif sıvı (petrol) veya doğal gaz üretimini, ortalama rezervuar basıncını, kuyu dibi akış basıncını buluyoruz. Bu araştırma düzeyinde FORTRAN programının verdiği neticeleri Ecrin 4.10 programının sonuçları ile kıyasldık. Nitekim, biz farklı durumlarda çalışmamızın verdiği sonuçları kontrol ettik ve bu çalışma sonuçları uygulamarda gösterdik. Bu çalışmada geliştirilen model doğal gazın gözenekli ortamlarda yeraltında depolanması için kullanılabilir.
-
ÖgeDeğirmenköy Yeraltı Gaz Depolama Sahasının Modellenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-06-20) Sagnalıyeva, Gulzada ; Türeyen, Ömer İnanç ; 10112841 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas Engineeringİnsanlığın en önemli ve vazgeçilmez ihtiyaclarından birisi enerjidir. Doğalgaz dünya enerji sektöründe yaygın olarak kullanılan bir petrol türevidir. Dünyada, ama özellikle Avrupa piyasasında doğalgazın önemi gittikçe artıyor. Bunun çeşitli nedenleri var ama bunlardan en önemlisi, doğalgazın diğer tüm yakıtlara nazaran daha fazla çevre dostu olması ile birlikte doğalgaz haricindeki birçok enerji kaynağının rezervlerinin geleceğe yönelik kaygılar oluşturmasıdır. Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) verilerine göre 70'lerin başından 2008 yılına kadar dünya enerji dengesinde gazın payı %16'dan %21'e çıkmıştır. British Petroleum'in (BP) Dünya Enerji İstatistiksel araştırmalarına göre bu gaz payı 2010-2014 yıllar arasında küresel enerji tüketiminde daha yüksek, yaklaşık %24 olmuştur. BP doğalgazın önümüzdeki 25 yıl içinde hızlı büyüyen bir yakıt tipi olacağı belirtilmektedir. IEA uzmanlarına göre dünya enerjisindeki gazın payı 2035'te %25'e kadar artacağı ve gazın petrolden sonraki ikinci enerji kaynağı olacağı tahmin edilmektedir. Gaz tüketicilerine gazın güvenilir bir şekilde sağlanması özellikle önemlidir. Bu nedenle gaz sağlama güvenliği arttırılmasının bir çözüm yolu olarak yeraltı gaz depolama tesisleri seçilmiştir. Gaz endüstrisinin bir alt sektörü olarak, yeraltı gaz depolaması acil durumlarda gazın temininde önemli bir rol oynamaktadır. Gaz basınç altında en yaygın üç türlü yeraltı tesislerde depolanmaktadır. Bu yeraltı tesisleri, petrol veya doğalgaz tükenmiş rezervuarları, akiferler ve yeraltında açılan tuz oyuklarında depolama tesisleridir. Doğal gazın yeraltı rezervuarlarına depolanmasında temel amaç mevsimsel tüketim farklılıklarını gidermektir. Doğal gaz, talebin düşük olduğu dönemlerde depo ortamına basılıp ihtiyacın yüksek olduğu dönemlerde ise depodan geri üretilir. Doğalgaz, ayrıca yerüstü tanklarında sıvılaşmış halde depolanabilmektedir. Gaz, Türkiye'nin önemli bir enerji kaynağıdır. Günümüzde Türkiye'de artan talebi karşılamak için, kendi enerji kaynağı yeterli olmadığından dolayı, enerjiyi başka ülkelerden ithal etmek zorundadır. Bu yüzden, gerekli olan enerjinin zamanlı, güvenli, düşük maliyetli, çevre açısından sağlıklı ve yüksek kalitede olmasının sağlaması Türk enerji politikalarının ana hedefi olarak belirlenmiştir. Türkiye'nin enerji güvenliğinde gazın depolanan miktarı önem kazanmaktadır. Türkiye'de tank şeklinde olan yüzey depolama ve yeraltı gaz depolama tesisleri mevcut bulunmaktadır. Yeraltı gaz depolama önemli ölçüde büyük bir hacim sağlar ve çeşitli stratejik gereksinimleri karşılamaktadır. Şu anda Türkiye'nin doğal gaz sektörü gelişmiş diğer ülkelerdeki gibi önemli gaz depolama hacimleri yoktur. Buna rağmen, Türkiye jeolojisi hem tuz oyuklarında depolama, hem de tükenmiş rezervuar depolaması için uygundur. Değirmenköy Silivri yeraltı doğalgaz depolama tesisinin iki rezervuarından biridir. Saha Trakya bölgesinde yer almaktadır; Küzey Marmara sahasının 16 km küzeybatısında yer alan bir on-shore gaz sahasıdır. Saha 1994 yılında kesfedilmiş olup 21.18 bscf olarak hesaplanan yerinde gaz miktarı belli bir süre gaz üretiminden sonra 27.53 bscf olarak düzeltilmiştir. Kuzey Marmara ve Degirmenköy dogal gaz sahaları, BOTAŞ ana dogalgaz iletim hattına ve İstanbul’a yakın olması ve sahaların rezervuar ve üretim özelliklerinin depolama rezervuarı için kullanıma uygun olması nedeniyle, Trakya Yarımadasında gaz deposu olarak geliştirilmek üzere en uygun sahalar olarak seçilmiştir. Bu çalışmada, Değirmenköy yeraltı doğalgaz depolama sahasının modellenmesi RUBIS simülatörü kullanılarak yapılmıştır. Bir yeraltı depolama rezervuarının tasarım amacı, belirli bir rezervuar yapılandırması ve yüzey özellikleri için maksimum işletilen gaz kapasitesini elde etmektir. Bu nedenle kuyuların uygun sayısı, kuyubaşı basıncı ve yastık gaz gereksinimleri gibi parametreler bu çalışmada dikkate alınmaktadır. Değirmenköy yeraltı gaz depolama sahasının modelleme yöntemleri aşağıdaki gibi olmuştur: - İşletilen gaz kapasitesini 14.37 bscf tutarak Değirmenköy gaz sahasının mevcut durumun modellemek. - İlave kuyuların ekleyerek rezervuarın performansını incelemek. Değirmenköy yeraltı gaz depolama sahasında depolama süresi bir yıllık periyot kapsamında, ilk 180 gün enjeksiyon yapılması, sonrasında 35 gün akışa kapatılması, daha sonra 150 gün üretıim yapılması şeklinde planlanmıştır. Değirmenköy #5 kuyusuyla sahadaki bütün kuyular aynı akış özelliklerine sahip olduğu varsayılmıştır, ve model verileri #5 kuyusundan elde edilmiştir. İstenilen sonucu elde etmek için, öncelikle mevcut olan altı kuyu ile modelimiz simüle edilmiştir. 14.37 bscf’lik işletilen gaz kapasitesini elde edebilmek için enjeksiyon ve üretim dönemleri boyunca sabit akış debileri ve sabit kuyudibi ile kuyubaşı basınçları incelenmiştir. Bundan sonra, rezervuarun maksimum kapasitesini elde etmek için yeni altı kuyu ilave olarak eklenmiştir. Ayrıca, Değirmenköy yeraltı gaz depolama rezervuar performansına mekanik zar faktörü etkisi incelenmiştir. Bunun sonucu olarak zar faktörün arttığında işletilen gaz kapasitesinin azaldığı öğrenilmiştir. Aynı şekilde, kuyubaşı basıncının rezervuar performasına etkisi incelenmiştir. Kuyubaşı basıncının azalması işletilen gaz kapasitesinin artışı nedenidir. Ayrıca ortalama rezervuar basıncı ve yüzey akış debisi performansına kuyubaşı basıncının etkisi incelenmiştir.
-
ÖgeDeğişken debili testlerin analizi ve dekonvolüsyon(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2000) Gök, İhsan Murat ; Onur, Mustafa ; 101116 ; Petrol ve Doğalgaz MühendisliğiDekonvolüsyon yönteminde, kuyu dibinde ölçülen basınç ve akış debisi verileri kullanılarak rezervuar sisteminin sabit debili basmç davranışı hesaplanmaktadır. Dekonvolüsyon ters bir problem olduğundan dolayı, basınç ve akış debisi verileri üzerindeki ölçüm hatalarından etkilenmesi beklenmektedir. Bu çalışmada, basmç ve akış debisi verileri üzerindeki ölçüm hatalarının dekonvolüsyon üzerine etkisi ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Literatürde sunulan dekonvolüsyon algoritmaları, Laplace uzaylı ve gerçek zaman uzaylı dekonvolüsyon algoritmaları şeklinde iki ana grup altında sınıflandırılabilir. Bu çalışmada, literatürde "debi" dekonvolüsyon ve "sentetik" dekonvolüsyon olarak isimlendirilen Laplace kökenli iki dekonvolüsyon algoritmasıyla birlikte Kuchuk ve Ayestaran tarafından sunulan gerçek zaman uzaylı dekonvolüsyon algoritması göz önünde bulundurulmuştur. Basınç ve akış debisi verileri üzerine, literatürde yaygın olarak kullanıldığından dolayı, belirli varyanslı ve sıfır ortalamah normal dağılım gösteren hatalar rasgele olarak eklenmiştir. Rezervuar modeli bilindiğinde kuyu dibinde ölçülen basmç verileri kullanılarak akış debisi hesaplanabilir ve ölçülen akış debisi verileri ile kıyaslanabilir. Bu tezde bu konuyla ilgili olarak çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Değişken yüzey debili kuyu basmç testlerinde, kuyu dibinde bütün periyotlara ait basınç verileri kaydedildiğinde, değişken debi etkileri dekonvolüsyon sayesinde ortadan kaldırılabilir. Değişken yüzey debili yapay basmç testleri ile dekonvolüsyon uygulamaları yapılarak, değişken debi etkileri ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Son olarak, yayınlanmış bir saha verisi için doğrusal olmayan regresyon analizi ile parametre tahmini yapılmıştır. İlk olarak, basınç verileri üzerine çeşitli oranlarda ölçüm hatası eklenerek debi dekonvolüsyonu uygulamaları yapılmıştır. Basmç verileri üzerinde % 0.1 oranında ölçüm hatası olması durumunda, dekonvolüsyon işleminden hesaplanan sabit debili basmç verilerinin türevi rezervuar modelinin tanınmasına olanaklı kılmasına rağmen basmç verileri üzerinde % 1 hata olması durumunda dekonvolüsyon işleminden hesaplanan türev verileri modelin tanınmasını mümkün kılmamaktadır. Hata içeren basınç verileri ile yapılan uygulamalarda olduğu gibi akış debisi verileri üzerine % 0. 1 hata eklenildiğinde, rezervuar modeli tanınabilmekle birlikte % 1 hata olması durumunda türev verileri rezervuar modeli tanınamayacak şekilde bir sacdım yapmaktadır. Sonuç olarak basmç ve akış debisi üzerindeki ölçüm hataları benzer etkileri göstermiştir. XV Basınç ve akış debisi verileri üzerine aynı anda hata eklenerek debi dekonvolüsyon uygulaması yapılmıştır. Aynı tohum değeri kullanılarak basınç ve akış debisi verileri üzerine aynı seviyede hata eklenildiğinde, dekonvolüsyon işleminden elde edilen türev verileri rezervuar modeline ait karakteristik davranışı mükemmel bir şekilde gerçeklemektedir. Tohum değeri değiştirilerek aynı seviyede hata eklendiğinde, dekonvolüsyon işleminden elde edilen türev verileri, erken zamanlarda saçılım göstermekte ancak son iki logaritmik devirde modele ait davranışı yakalayabilmektedir. Genellikle kuyu testleri literatüründe akış debisi verilerinin basmç verilerine göre daha fazla hata içerdiği kabul edilmektedir. Bundan dolayı akış debisi verileri üzerine % 1 oranında, basmç verileri üzerine % 0. 1 oranında hata eklemiş ve dekonvolüsyon uygulaması yapılmıştır. Dekonvolüsyon işleminden elde edilen türev verileri büyük bir saçılım yapmakta ve rezervuar modeli tanınamamaktadır. Laplace kökenli dekonvolüsyon algoritmaları kullanılırken, Laplace fonksiyonu şeklinde sunulan basmç ve akış debisi verilerini gerçek zaman uzayında ifade edebilmek için ters sayısal Laplace dönüşüm algoritmalarının kullanılması gerekir. Bu çalışmada etkinliği literatürde kanıtlanmış olduğundan Stehfest algoritması kullanılmıştır. Stehfest parametresi, Laplace fonksiyonu şeklinde sunulan bir değişkenin (basınç veya debi) gerçek zaman uzayına doğru şekilde dönüştürülmesinde oldukça etkilidir. Hata içeren basmç ve debi verileri ile yapılan dekonvolüsyon uygulamaları yapılırken farklı Stehfest parametreleri kullanılarak uygulamalar yapılmıştır. Homojen rezervuar modeline göre üretilen basınç ve akış debisi verileri üzerinde hata olması durumunda, Stehfest parametresi yaygın olarak kullanılan (N=8) değerinden küçük (N=2 veya 4) seçildiğinde dekonvolüsyondan daha düzgün sonuçlar hesaplanmıştır. Warren & Root'un çift gözenekli rezervuar modeline göre üretilen basmç ve akış debisi verileri üzerinde hata olması durumunda, Stehfest parametresini yaygın olarak kullanılan değerinden daha küçük seçildiğinde homojen rezervuar modeline göre yapılan uygulamalarda olduğu gibi düzgün sonuçlar elde edilememiştir. Genel olarak ölçüm hatalarından homojen rezervuar modeline göre üretilen basmç ve akış debisi verileri, çift gözenekli rezervuar modeline göre üretilen basmç ve akış debisi verilerine göre daha az etkilenmektedir. Kuyu içi depolanma dekonvolüsyon işleminden hesaplanan sabit debili basmç verileri ve sabit debili basmç verilerinin türevinin erken zamanlarda saçılım yaptığı hem yapay hem de yayınlanmış saha verileri ile yapılan dekonvolüsyon uygulamalarında görülmüştür. Kuyu içi depolanma dekonvolüsyonu, kuyu içi depolanma etkilerini hiçbir zaman tam olarak ortadan kaldıramamaktadır. Basmç verileri üzerine çeşitli oranlarda hata eklenerek yapılan kuyu içi depolanma (sentetik) dekonvolüsyonu uygulamaları, ölçüm hatalarından kuyu içi depolanma dekonvolüsyonun debi dekonvolüsyona göre daha fazla etkilendiğini göstermiştir. Kuyu içi depolanma dekonvolüsyonunda, kuyu içi depolanma katsayısının doğru değerinden daha küçük bir değer seçilerek basınç verileri üzerindeki kuyu içi depolanma etkilerinin bir bölümü ortadan kaldırılabilir. Kuyu içi depolanma etkilerinin bir bölümünün ortadan kaldırıldığına ilişkin çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Basınç ve akış debisi verileri üzerindeki ölçüm hatalarının gerçek zaman uzaylı dekonvolüsyon algoritmasına etkisini incelemek amacıyla Kuchuk ve Ayestaran tarafindan sunulan algoritma kullanılmıştır. Basınç veya akış debisi verileri üzerine % 0. 1 oranında hata eklenerek yapılan dekonvolüsyon uygulamasından hesaplanan türev xvı verileri rezervuar modeli taranmayacak şekilde saçılım yapmaktadır. Basınç veya akış debisi verileri üzerindeki hata seviyesi arttırıldığında gerçek uzaylı dekonvolüsyon işleminden elde edilen türev verileri çok büyük bir saçılım yapmaktadır. Basmç ve akış debisi verileri üzerine aynı tohum değeri kullanılarak aynı seviyede ölçüm hatası eklendiğinde dekonvolüsyon işleminden elde edilen türev verileri rezervuar modelini tanınmasını olanaklı kılmaktadır. Akış debisi verileri üzerine basmç verilerine göre daha fazla hata yüklendiğinde dekonvolüsyon işleminden elde edilen türev verileri büyük bir saçılım göstermektedir. Genel olarak basınç ve akış debisi verileri üzerindeki ölçüm hatalarından gerçek zaman uzaylı dekonvolüsyon algoritması, Laplace uzaylı dekonvolüsyon algoritmalarına göre daha fazla etkilenmektedir. Basmç ve akış debisi üzerindeki ölçüm hatalarından en az debi dekonvolüsyonu, en fazla gerçek zaman uzaylı dekonvolüsyon algoritması etkilenmektedir. Çalışmada Laplace kökenli dekonvolüsyon için Stehfest dışındaki ters Laplace dönüşüm algoritmaları kullanılmamıştır. Dolayısıyla, Laplace uzaylı dekonvolüsyon işleminin her zaman gerçek uzaylı dekonvolüsyon işlemine göre hatalardan daha az etkilendiği genel bir sonuç değildir. Diğer bir ifadeyle, başka dönüşüm algoritmalarının ölçüm hatalarına duyarlılığı Stehfest algoritmasınınki gibi olmayabilir. Bu bir ayrı araştırma konusudur. Her ne kadar diğer dönüşüm algoritmaları bu çalışmada denenmemişse de, Laplace kökenli dekonvolüsyonun gerçek uzaylı dekonvolüsyona göre daha düzgün sonuçlar vermesi, sadece Stehfest algoritmasının bir sonucu da olabilir. Rezervuar modeli bilindiğinde, kuyu dibinde ölçülen basmç verileri kullanılarak formasyon yüzeyi akış debisi hesaplanabilir ve ölçülen akış debisi verileri ile kıyaslanabilir. Bu çalışmada çift gözenekli rezervuar modeli için üretilen kuyu dibi basmç verileri ile birlikte homojen rezervuar modeline ait analitik çözümler kullanılarak akış debisi hesaplanmıştır. Çift gözenekli rezervuar modeline göre üretilen akış debisi profili ve homojen rezervuar modeline göre hesaplanan akış debisi profili birbirine oldukça yakındır. Çift gözenekli rezervuar modeline göre üretilen basmç verileri ve homojen rezervuar modeline göre hesaplanan akış debisi verileri kullanılarak yapılan dekonvolüsyon uygulamasından elde edilen türev verileri homojen rezervuar modeline ait davranışı göstermektedir. Bu işlemler yayınlanmış saha örneği içinde tekrarlanmış ve benzer sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan uygulamalardan kullanılan debi verilerinin debi dekonvolüsyonda ne kadar etkili olduğu görülmüştür. Kuyu başında ölçülen akış debisi birim adım değişikliği şeklinde olduğunda, dekonvolüsyon farklı debilerle üretim yapılması sonucu elde edilen basmç sinyalim, belli bir referans akış debisi ile üretim yapıldığında elde edilecek basmç sinyaline dönüştürür. Değişken yüzey debili basmç testleri için yapılan dekonvolüsyon işleminden hesaplanan türev verileri son logaritmik devirde radyal akış periyoduna ait davranıştan sapmaktadır. Bunun nedeni, akış debisi verilerinin sayısal Laplace dönüşümü sırasındaki geç zaman etkilerinden kaynaklanmaktadır. Basmç verileri üzerine % 0.5 oranında hata ekleyerek yapılan dekonvolüsyon uygulamalarında Stehfest parametresinin küçük değerlerinin (örneğin N=4) seçilmesi durumunda türev verilerinde görülen saçılım azalmaktadır. xvu Değişken debili testlerin analizi yapılırken bu çalışmada doğrusal olmayan en küçük kareler yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntemle yayınlanmış bir saha örneği (değişken debili basınç yükselim testi) analiz edilmiştir. Değişken debili basmç yükselim testi Aganval değişken debili eşdeğer zamanı kullanılarak, eşdeğer basmç azalım testine dönüştürdükten sonra analizi yapılmıştır. Aynı veriler değişken debi etkileri göz önünde bulundurularak tekrar analiz edilmiştir. Eşdeğer zaman kullanılarak yapılan analizle elde edilen geçirgenlik ve zar faktörü değerleri, test zamanına göre analiz sonucu elde edilen geçirgenlik ve zar faktörü değerlerinden farklıdır. Test zamanına göre analiz sonucu elde edilen parametrelerin güvenilirlik aralıkları, eşdeğer zamana göre analiz sonucu elde edilen parametrelerin güvenilirlik aralıklarından daha küçük çıkmıştır.
-
ÖgeDestek Vektör Regresyonu Yöntemi İle İlerleme Hızı Optimizasyonu(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-07-01) Kor, Korhan ; Altun, Gürşat ; 10077444 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringGünümüzde enerji kaynaklarına olan talep artışı nedeniyle petrol, gaz ve jeotermal kaynak arayışları önemini daha da arttırarak korumaktadır. Bu talep artışını karşılamak amacıyla daha önce araştırma yapılmamış yeraltı derinliklerinde ve su derinliğinin 3000 metreyi bulduğu açık denizlerde yeni kaynak araştırmaları devam etmektedir. Bu araştırma giderlerinin büyük bir çoğunluğunu sondaj operasyonları oluşturmaktadır. Doğası gereği, sondaj esnasında kulenin ve sondaj dizisinin en çok aşınmaya uğrayan, çabuk eskiyip değiştirilmesine ihtiyaç duyulan elemanı matkaptır. Sondajın metraj veya perfornas maliyetini düşürmek için bir matkabın hem uzun süre çalışması, hem de iyi iş yapması istenir. Matkap çalıştıkça aşınacağı için ilerleme hızı azalır ve sondaj maliyeti artmaya başlar. Bu sebepten dolayı, matkabın aşınma durumunun dikkatle takip edilmesi gerekmektedir. Eğer matkap zamanından önce kuyudan çıkarılırsa, başka kuyularda tekrar kullanılma özelliğini çoğunlukla kaybeder. Eğer matkap fazla aşınır ve bu durum fark edilmezse, bazı kısımları (diş, kon, vs.) parçalanarak kuyunun içinde kalır. Bu kalan parçalar çıkarılıp kuyu temizlenmeden sondaja devam edilemeyeceği için tahlisiye olarak adlandırılan kurtarma operasyonlarının yapılmasını zorunlu kılar. Bu durum, zaman ve para kaybına yol açtığı gibi tahlisiye operasyonunun yüzde yüz başarı ile gerçekleşeceğinin garantisi de yoktur. Sondaj esnasındaki ilerleme hızı birçok parametreye bağlıdır. Bu sebeple, ilerleme hızını tahmin veya optimize etmek oldukça karışıktır. Ancak yaygın optimizasyon yöntemleri kullanılarak, oyma dişli matkaplar için en iyi parametre kombinasyonlarının seçilmesiyle en düşük maliyeti oluşturan matematiksel modeller türetilmiştir. Bu matematiksel modellerden en kapsamlı ve en yaygın olanı Bourgoyne ve Young (BY) yöntemidir. BY yönteminde en iyi ilerleme hızını tahmin edebilmek için sekiz parametre içeren en az otuz girdi veri setine ihtiyaç vardır. Bu otuz veri seti, ya bir sahadaki otuz farklı kuyudan ayrı ayrı şeyl zonlarından alınmış olmalı ya da bir kuyuda otuz farklı derinlikteki şeyl noktalarından elde edilmiş olmalıdır. Herhangi bir sebeple elde yeterli veri olmadığı durumlarda BvY yönteminin doğruluğu azalmakta ve önemli hatalara yol açmaktadır. Bu nedenle, verinin yetersiz olduğu durumlarda alternatif yöntemler kullanılması zorunludur. Bu alternatif yöntemlerden en yaygın olanı, yapay öğrenme yöntemlerinin en etkililerinden biri olan Destek Vektör Regresyonu (DVR)'dur. DVR'nin ilerleme hızı tahmini problemine uygulanabilirliği literatürde ilk kez bu çalışma ile gösterilecektir. Bu çalışmada, ilerleme hızını tahmin etmek için iki farklı regresyon tekniği kullanılmıştır. İlk teknik, BvY'nin uyguladığı çoklu regresyon analizidir. İlerleme hızı probleminde bir bağımlı parametreyi tek bir bağımsız parametre ile bağdaştırmak mümkün değildir. Ayrıca, bu parametreler aynı zamanda birbirlerini de etkilemektedir. Bu nedenle, bu şekilde birden çok parametrenin bulunduğu durumlarda tekli regresyon analizi yapmak mümkün olmamaktadır. Çoklu regresyon analizi, parametrelerin birbirleri ile olan ilişkilerini çeşitli yöntemlerle belirleyip, her bir parametre için korelasyon katsayısı hesaplar. Daha sonra bu korelasyon katsayıları sayesinde tahmin modeli oluşturulur. Tahmin modeli oluşturulduktan sonra uygunluk katsayısı adı verilen R2 değeri hesaplanır. Bu sayede katsayıların geçerliliği ve modelin uygunluğu gözlemlenir. R2 değeri 1'e ne kadar yakınsa oluşturulan model o kadar geçerlidir. Çalışmada irdelenmiş olan ilerleme hızı probleminde birbiriyle ilişkili sekiz parametre bulunmaktadır. Her bir sekiz parametre için ise otuz adet veri seti vardır. Bu otuz veri seti, en küçük kareler yöntemi kullanılarak modellenir ve sekiz adet korelasyon katsayısı bulunur. İkinci teknik ise güçlü bir yapay öğrenme yöntemi olan Destek Vektör Makinesi (DVM)'nin regresyon modelidir. Büyük miktarlardaki verilerin elle işlenmesi ve analizinin yapılması mümkün değildir. Bu tür problemlere çözüm olması amacıyla yapay öğrenme (makine öğrenmesi) yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemler, eldeki (geçmiş) verileri kullanarak, bu verilere en uygun modeli bulmaya çalışırlar. Bu işleme, öğrenme işlemi adı verilir. Model oluşturulduktan sonra yeni gelen (gelecek) veriler, bu modele göre analiz edilip sonuç üretilir. Yapay öğrenme yöntemleri farklı uygulamalara, analizlere ve beklentilere göre gruplara ayrılır. Bu gruplardan en yaygın olanları sınıflandırma, kümeleme ve regresyondur. DVM, sınıflandırma konusunda kullanılan oldukça etkili ve basit yöntemlerden birisidir. DVM'de sınıflandırma işlemi için aynı düzlemde bulunan iki grup, aralarına bir sınır çekilerek birbirinden ayrılır. Sınırın çekileceği yer ise iki grubun da elemanlarına en uzak olan yer olması gerekmektedir. Bu işlem, iki gruba da yakın ve birbirine paralel iki sınır çizgisi çekilerek yapılır. Daha sonra bu sınır çizgileri birbirlerine yaklaştırılarak ortak sınır çizgisi üretilir. DVM'de sınıflandırma işlemi iki grup arasında yapılabileceği gibi ikiden çok grup arasında da yapılabilir. DVM'de regresyon ile sınıflandırma arasında matematiksel olarak çok fark bulunmamaktadır. İki yöntem de yapısal risk minimizasyonu ve istatistiksel öğrenme teorisi ile çalışır. Çıktı olarak sınıflandırma bir çeşit etiket (label) verirken, regresyon bir sayı verir. Bu çalışmada, tahmin edilmesi istenen değer ilerleme hızı, yani sayısal bir değer olduğu için DVM'nin regresyon modeli kullanılmıştır. Bu model Destek Vektör Regresyonu (DVR) olarak adlandırılır. Yöntem, kullanılmak istenen veri setinin öğrenme (train) ve test olmak üzere iki alt veri setlerine bölünmesi ile uygulanır. Öğrenme veri seti kullanılarak, ilgili parametreler ve gözlemler arasındaki ilişki belirlenerek bir regresyon modeli oluşturulur. Daha sonra test veri seti, oluşturulan bu model üzerine uygulanarak hedef değer tahmin edilir. Bu çalışmada DVR'nin yaygın modellerinden biri olan Epsilon-duyarsız kayıp fonksiyonu ve nü kontrol parametreli model kullanılmıştır. Bu modelde, öğrenme veri setindeki her bir gözlem değerinden en fazla Epsilon kadar sapma yapacak ve mümkün olduğunca düz olacak şekilde bir fonksiyon bulunur. Diğer bir deyişle, Epsilon'dan küçük olan hatalar göz ardı edilir; fakat Epsilon'dan büyük sapmalar kabul edilmez. Belirlenen epsilon bandı civarında da gevşek değerlerin tolare edilebilirliğini belirleyen bir penaltı parametresi belirlenir. υ parametresi ise epsilon bandını kontrol edebilen kullanıcı tarafından belirlenen bir parametredir. Bu tez çalışmasında DVR yöntemi kullanılarak ilerleme hızı tahminleri BvY çalışmasındaki veri seti kullanımıyla gerçekleştirilmiştir. Veriler sekiz parametre kapsamında tanımlandığı için genel bir yaklaşım olarak parametre sayısının iki katı olan 16 veri, üç katı olan 24 veri ve tamamı girdi verisi olarak kullanılmıştır. Geri kalan veriler ise test seti olarak kullanılmıştır. Veri seçimi rastgele olabildiği için çok sayıda analiz kombinasyonu ortaya çıkmaktadır. Veri seçiminde tercih edilen yaklaşıma bağlı olarak DVR yönteminin uygulanması farklı durumlar ve senaryolar için incelenmiştir. Farklı yöntemler ile elde edilen sonuçlar, her bir senaryo için ait olduğu durum altında irdelenmiştir. Sonuçlarda en iyi tahmin yapan yöntemin seçilen veri setine bağlı olduğu görülmüştür. Öğrenme veri setinin az olduğu durumlarda ilerleme hızı tahmini yapmak için DVR'nin çoklu regresyon yerine alternatif olarak kullanılabileceği belirlenmiştir. Makine öğrenmesi yöntemlerinin en etkililerinden biri olan DVR, ilerleme hızı optimizasyonu için literatürde ilk kez bu tez çalışmasında kullanılmıştır. Böylelikle, DVR'nin ilerleme hızı optimizasyonu problemine genelleştirilmiş bir çözüm sunabileceğinin araştırılması gibi yeni araştırma alanı ortaya çıkmıştır.
-
ÖgeDoğal çatlaklı rezervuarların kuyu loglarından saptanması ve saha uygulamaları(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1990) Bayır, Abbas ; Gürkan, Argun ; 14135 ; Petrol ve Doğalgaz MühendisliğiBu çalışmada doğal çatlaklı reservuarların kuyu loğlarının yardımıyla değerlendirilmesi ele alınmıştır. Porosite loğları, resistivite loğları ve diğer bası loğlarla yapılan değerlendirmeler olumlu sonuçlar vermiştir. Çeşitli loğlardan elde edilen sonuçlar yardımıyla göseneklilik ve mineral dağılımını gösteren bir log oluşturulmuştur. Ayrıca dipmetre ve kuyu dibi kamerası, (BHTV^ gibi aletler de değerlendirmelerde kullanılma olanağı olmamakla birlikte son derece olumlu sonuçlar sağladıkları dikkate alınarak ayrıca anlatılmıştır.
-
ÖgeDoğal Gaz Basınç Düşürme İstasyonlarından Elektrik Üretiminin Çorlu-kayseri Ve Yalova Rms-a İstasyonları İçin İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-08) Deniz, Özer ; Altun, Gürşat ; 10043072 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringGazların daha az enerji sarfiyatı ile daha ekonomik bir şekilde taşınabilmeleri için özgül hacimlerinin küçültülmeleri gerekir. Gazların özgül hacimlerinin küçültülmesi ise basınçlandırılarak ya da sıvılaştırılarak yapılabilir. Günümüzde doğal gazın taşınabilmesi için kullanılan iki ana metod vardır. Bunlar sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ve yüksek basınç altında boru hattı ile taşıma metodlarıdır. Sıvılaştırılmış doğal gaz metodu boru hattının olmadığı yerlerde ve deniz aşırı taşımalarda kullanılır. Boru hatları ile taşıma metodu ise genellikle karasal alanda yapılmasına rağmen, zaman zaman denizaltından da yapılmaktadır. Uzun mesafe taşıma metodu her ne olursa olsun tüketiciye temin edilecek doğal gaz, düşük basınçlı şehir içi doğal gaz dağıtım hatlarıyla yapılır. Ülkemizde üretilen ve ithal edilen doğal gaz, BOTAŞ iletim şebekesi vasıtasıyla 50 – 75 bar basınç altında şehir giriş istasyonları olarak tanımladığımız RMS-A tipi istasyonlarda 18 – 25 bar basınca düşürülerek şehir doğal gaz dağıtım şebekesine ulaştırılır. Bu istasyonlarda yaklaşık 50 bar basınç düşürme işlemi, kullanılabilir enerjiyi üretmeden gerçekleşir. Bu problem termodinamik açıdan incelendiğinde, klasik basınç düşürme işlemleri yerine genleşme türbini (turbo-expander) kullanarak elektrik üretiminin yapılmasını, hatta küçük ölçekli sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ünitesinin çalıştırılmasını mümkün kılabilir. Genleşme türbini vasıtasıyla elektrik üretimi, enerji kaynaklarının kısıtlılığı ve çevresel değerler dikkate alındığında hızla önem kazanmaktadır. Bu yolla yapılacak sistemin kapasitesi, giriş basıncı, giriş sıcaklığı, debi ve çıkış basıncına bağlı olarak birkaç yüz kW’dan birkaç MW’a kadar değişebilir. Bu konuda Amerika, İngiltere, İtalya, Çekoslovakya ve Rusya gibi ülkelerde çeşitli çalışmalar ve araştırma amaçlı uygulamalar yapılmıştır. San Diego (California), Memphis (Tennessee) ve Hamilton (New Jersey) ilk uygulamalar arasındadır, (Bloach ve Soares, 2001). Bu teknolojinin, Türkiye’deki iletim ve dağıtım sisteminin ve ekonomik koşullarının dikkate alınarak kullanılması durumunda potansiyel elektrik üretimi ve bir kazanç elde edilebileceği analizi bu çalışmanın temelini oluşturmaktadır.
-
ÖgeDoğal Gaz Boru Tesisatlarının Tasarımında Kullanılan Yöntemlerin Geliştirilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1995) Durak, Levent ; Zeybek, Murat ; 46479 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringBilindiği gibi konutlarda doğal gaz şebekesinin tasarımında basınç kaybını hesap etmek için 7363 sayılı Türk Standardındaki Grafik 1 ve 2 kullanılmaktadır. Bu grafiklerin hazırlanmasında kullanılan doğal gaz yoğunluğu Türkiyede kullanılan doğal gaz yoğunluğundan daha fazladır, ayrıca hesaplamalarda oldukça yüksek bir pürüzlülük değeri alınmaktadır. Bu çalışmada doğal gaz yoğunluğunun ve boruların mutlak pürüzlülüğünün duyarlılığı araştırılmakta ve TS 7363, menü ile kolay kullanılabilir bir yazılım programına dönüştürülmektedir. Gerçek yoğunluk ve mutlak pürüzlülük değerleri kullanıldığında basınç kaybında önemli azalmaların olduğu gözlenmiştir. Bu değişiklikler sonucunda boru çaplarında azaltmaların yapılabileceği gösterilmiştir. Sonuç olarak konutlarda doğal gaz şebekesinin maliyeti bir ölçüde azaltılabilir. Bunlara ilaveten laminer ve türbülans rejimler arasındaki kritik bölge de hesaplamalar için grafiklerde tanımlı hale getirilmekte ve gereğinden büyük boru çapı seçimini önlemektedir. TS 6565, kapsamı gereği yanıcı gazların taşınması ve dağıtımı sırasında hatlardaki basınç kayıplarınının hesaplanmasında kullanılmalıdır. Ancak piyasada konutsal gaz şebekeleri için TS 7363 ve endüstriyel gaz şebekeleri için de Renouard denklemleri yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Piyasada TS 7363 ve TS 6565 'in farklı hesaplama yöntemleri içerdiği ve bu yüzden hangisinin kullanılması gerektiği yolunda bir soru işareti bulunmakta ve Türk Standartları Enstitüsünün aynı konuda birden fazla standart yayınladığı için kargaşaya sebebiyet verdiği iddia edilmektedir. Çalışmanın ikinci kısmında TS 6565 tam bir çözüme kavuşturulmaya çalışılmış ve alçak basınçlı hatlar hesap tekniğinin birkaç varsayım dışında TS 7363 ile tam bir uyum içinde olduğu gösterilmiştir. Yüksek basınçlı hatlar hesap tekniği de tekrar çözülerek eksiklikleri tartışılmıştır. Üçüncü kısımda boru hatları tasarımında çok kullanılan ve neredeyse temel denklem varsayılan analitik denklemler; Weymouth denklemi ve onun daha çağdaş bir uyarlaması olan Panhandle 'in iki denklemi TS 6565 ve TS 7363 'de kullanılan Darcy- Weisbach teorik denklemi ile karşılaştırılmışlardır. Ayrıca İGDAŞ tarafından bütün endüstriyel gaz tesislerin basınç kaybı hesaplarında kullanılan Renouard denklemleri de aynı karşılaştırılmaya tabi tutulmuşlardır. Bunlara ilaveten yukarıda adı geçen ve literatürde bu konuda verilmiş bazı denklemlerin türetilmesinde esas alman sürtünme etkeni denklemleri Moody çizgesinde (diyagramında) çizilerek gösterilmiştir.
-
ÖgeDoğal gaz dağıtım şebekesinin dizaynı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1991) Taşbaş, Gülgün ; Yenersoy, Gönül ; 19273 ; Petrol ve Doğalgaz MühendisliğiPetrol ve doğal gazın önümüzdeki 2000 yılına kadar ana enerji kaynağı olma özelliğini sürdürmesi beklenmektedir. Doğal gazın kullanımı da gün geçtikçe artmaktadır. Doğal gazdaki üretim dolayısıyla tüketimin gelişmesi isbatlanmış rezervlerin artmasıyla paralellik göstermektedir. Sosyalist blokta doğal gaz rezervi dünya toplamının % 45.2 sini tutmaktadır. Birinci enerji kaynakları içerisinde doğal gazın payının 1995 ' te % 20.3 ' e çıkması beklenmektedir. Türkiye ' nin doğal gaz rezervleri, Mardin ve Trakya bölgesinde toplanmış olup, toplam üretilebilir rezervimiz 479 m3 tür. Doğal gazın ortaya çıkışı birçok ülkede gaz şebekelerinin yeni yerleşim bölgelerine doğru hızla genişlemesine yol açmıştır, bu gelişmeyi eskiyen şebekelerin geliştirilmesi ve kısmen yenilenmesi çalışmaları izlemiştir. Her iki faaliyet için kullanılan malzemeler de aynıdır, ancak mühendise yeni buluşlar ve başarılı bir yönetim açısından daha geniş bir ufuk sağlayan olay muhtemelen eskiyen boru sisteminin tekrar yenilenmesidir. Bu ödevin birinci bölümünde doğal gaz hakkında genel bilgiler verilmektedir. İkinci ve üçüncü bölümlerde gaz dağıtım şebekelerine giriş yapılmakta, şebeke tiplerinden, malzemeden bahsedilmektedir. Dördüncü bölümde,, gaz şebekelerinin dizaynı ile ilgili bilgiler verilmekte, dizayn için gerekli yöntemlerden, formüllerden bahsedil - inektedir. Beşinci bölümde, kısaca doğal gaz şebekelerinin inşaat metodları anlatılmaktadır. Altıncı bölüm doğal gaza geçiş faaliyetlerinin idarî ve teknik yönlerini detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Yedinci ve son bölümde şebeke dizaynına örnek olması açısından ger çek bir uygulamaya yer verilmiştir. Bu bölümde İstanbul Doğal Gaz Projesi ' nden, bu projede kullanılan malzemelerden, yöntemlerden bahse dilmektedir. Ayrıca İstanbul Doğal Gaz Projesi nde, dağıtım şebekesinin bazı semtleri için gerçek sonuçlar sunulmaktadır.
-
ÖgeDoğal Gazın Yeraltında Depolanmasının Modellenmesi Ve Etkileyen Parametrelerin İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2011-07-08) Erdoğan, Seyit Murat ; Türeyen, Ömer İnanç ; 405624 ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringEnerji ihtiyacını karşılayan kaynaklar incelendiğinde, fosil kökenli yakıtların bu kaynakların başında geldiği görülmektedir. Petrol, kömür, doğalgaz gibi fosil kökenli enerji kaynakları toplam enerji ihtiyacının % 80 ninden fazlasını karşılamaktadır. Fosil kökenli kaynakların dörtte birinden fazlasını ise doğalgaz oluşturmaktadır. Günümüzde toplam enerji tüketiminin % 24 ünü karşılayan doğalgaz; stratejik değeri fazla olan önemli bir ekonomik kaynaktır. Yeryüzünde mevcut teknoloji ile ispat edilen toplam 180 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi bulunmaktadır. Yılda, bu doğalgazın yaklaşık olarak 3 trilyon m³ bir kısmı çıkarılıp tüketilmektedir. Tüketilen bu doğalgazın 750 milyar metreküplük bir kısmı ise çıkarıldığı ülke sınırlarının dışına iletilmektedir. Yeryüzündeki kanıtlanmış doğalgaz rezervleri ve tüketim trendlerini incelediğimizde, yaklaşık 60 yıl yetebilecek kadar doğalgaz miktarı olduğu öngörülmektedir. Hızlı nüfus artışı, sanayileşme ve şehirleşme gibi nedenlerden dolayı Türkiye’de doğal gaza olan talep her sene artmaktadır. Talep edilen doğal gazın yaklaşık %50’si elektrik üretimi için kullanılmaktadır. Doğal gazın ısıtma amaçlı kullanımının artması, arz güvenliği ve de gelişen çevre bilinci gibi nedenlerden dolayı doğal gazın depolanması Türkiye için kaçınılmaz olmuştur. Türkiye için doğal gazın depolanmasının asıl amacı arz ve talep arasındaki olası dengesizlikleri gidermektir. Bunun yanında depolama, ana hatta meydana gelebilecek arızalara karşı arzın devamını sağlayacaktır. Talepte meydana gelen dalgalanmaları gidermek amacıyla depolama yer altında veya yer üstünde farklı şekillerde yapılabilir. En yaygın depolama yöntemleri boru hatlarında depolama, yüksek basınçlı tankalar da depolama, sıvılaştırılmış doğal gaz depolanması, yer altında açılan boşluklarda depolama, akifer depolama ve terk edilmiş petrol ve doğalgaz rezervuarlarında depolamadır. Doğal gaz depolamada en yaygın uygulama alanı terk edilmiş petrol ve doğal gaz rezervuarlarında depolamadır. Trakya bölgesinde bulunan Kuzey Marmara doğalgaz sahası depolama rezervuarına dönüştürülmüştür. Bu saha, civarda bulunan diğer sahalara göre daha yüksek geçirgenliğe sahip olmasından ve yüksek miktarlarda gaz kullanılan kentlere ve Türkiye’nin arzını sağlayan ana hatta olan yakınlığından dolayı seçilmiştir. Bu çalışmada depolama amaçlı kullanılmaya başlanan X doğalgaz sahası modellenmiştir. Modeldeki yaklaşım; belirli kuyu sayısı, rezervuar ve kuyu özellikleri için çalışma gazı kapasitesini en yüksek seviyede tutmaya yöneliktir. Hesaplamalarda ortalama basınca karşı yerinde gaz miktarı kullanılmıştır. Rezervuar içinde akış performansı US Bureau of Mines tarafından önerilen dağıtımlılık denklemiyle modellenmiştir. Denklemelerdeki rezervuar ve akışkan özelliklerini veren C katsayısı ise düşey ve yatay kuyular için Satman (1997) tarafından verilen denklemler yardımıyla bulunmuştur. Çalışma gazı hacmini maksimize etmek için McVay ve Spivey tarafından önerilen optimizasyon yöntemi kullanılmıştır. Modelleme sonuçları farklı durumlar için bulundu ve aşağıdaki gibi özetlenebilir: -Kuyu sayısının kabul edilen koşullarda depolama hacmine olan etkisinin tasarımda düşünülmesi gereken ana parametrelerden biri olduğu görülmüştür. Kuyu sayısının arttırılması depolama gazı hacmini ciddi şekilde değiştirmektedir. -Kuyu başı akış basıncının tasarımı belirleyici ana parametrelerden biri olduğu görülmüştür. Kuyu başı akış basıncının düşürülmesi belirli kuyu sayısında depolama gazı hacminde artışı sağlamıştır. -Depolama amaçlı kazılan kuyuların yatay olmasının depolama gazı hacmine önemli etkileri görülmüştür. -Mekanik zar faktörünün kuyu üretilebilirlğine ve depolama hacmine etkileri olduğu görülmüştür. Kuyu kirlenmesini engellemeye çalışmak üretilebilirliği ve depolama kapasitesini arttıracaktır. -Bu çalışmanın amacı bir depolama çalışmasının planlanmasıdır. Örneğin bu model kullanılarak verilen kuyu ve yüzey özellikleri için depo performansı tahmin edilebilmektedir.
-
ÖgeDüşey girişimli basınç testlerinin modellenmesi ve parametre tahmini(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2004) Gök, İhsan Murat ; Onur, Mustafa ; 152291 ; Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringGeçirgenlik ve gözeneklilik gibi kayaç özelliklerindeki uzaysal heterojenliğin, rezervuarların üretim performansı üzerinde çok kuvvetli bir etkiye sahip olduğu çok uzun süreden beri bilinmektedir. Dolayısıyla bu tür kayaç özelliklerindeki heterojenliğin rezervuar içerisinde iyi tanımlanabilmesi, rezervuar üretim performansı tahminlerinin gerçekçi bir şekilde yapılması için ön koşul olmaktadır. Literatürdeki çalışmalardan, alışılagelmiş uzun zamanlı kuyu basınç testi verilerinden genelde yatay yöndeki kayaç özelliklerine ait heterojenliğin iyi çözümlenebileceği bilinmektedir. Ancak bu testlerden düşey yöndeki heterojenliğin, özellikle de tüm formasyon kalınlığı üretime açık tutularak yapılan testlerden, belirlenmesi mümkün olmamaktadır. Son yıllarda, çevre problemlerini (yüzeye üretim gibi) önlemede, testlerin daha kısa sürede yapılmasına ve kuyu boyunca farklı noktalarda düşey girişim testlerinin yapılmasına da olanak sağladığı avantajları nedeniyle, alışılagelmiş kuyu testlerine alternatif olarak önerilen ve petrol endüstrisinde yaygın uygulama alanı bulmuştur. Çok-problu veya paker-problu testlerden elde edilen farklı noktalardaki (uzaysal) basınç seti ölçümlerinin, hem düşey hem de yatay doğrultudaki kayaç heterojenliğine ait daha fazla bilgi ihtiva ettiği, bir başka deyişle, daha çok etkilendiği bilinmektedir. Ancak, bu tür testlerden, yatay ve düşey yönde uzaysal heterojenliğin ne ölçüde çözümlenebileceği üzerinde literatürde çalışmalar bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu çalışmada, bu tür düşey girişim testlerinden elde edilen basınç verilerinden heterojenliğin ne ölçüde çözülebileceği ayrıntılı olarak araştırılmıştır. Bu çalışmada, heteroj enlik için iki farklı modelleme göz önünde bulundurulmuştur. Bu modellerden birinde, her tabakada farklı kayaç ve akışkan özelliklerine sahip zonlann oluştuğu, diğerinde ise, daha küçük ölçekte, yani grid blok ölçeğinde kayaç özelliklerinin jeo istatistiksel modellere uygun olarak değiştiği kabul edilmiştir. Düşey girişimli basınç testi verilerine koşullu geçirgenlik ve gözeneklilik dağılımları, son yıllarda yaygın kabul bulan Bayes olasılık teoremi üzerine kurulu ters problem yöntemi kullanarak kestirilmiştir. Bu ters problem yöntemi ile hem doğrudan ölçümler yolu ile elde edilen statik verilere (kuyu loğları ve karot analizlerinden elde edilen geçirgenlik ve gözeneklilik değerlerine ve bu özelliklerin jeo istatistikten belirlenen uzaysal korelasyonlarına) hem de dolaylı ölçümlerden kuyu basınç testi verilerine koşullu geçirgenlik ve gözeneklilik değerlerinin kestirimi olasıdır. Düşey girişim testlerinin modellenmesi, çalışmada geliştirilen üç boyutlu (3B) r-Q-z tek-fazlı sayısal bir akış simülatörü ile yapılmıştır. Bu çalışmada geliştirilen simülatörde hem blok merkezli hem de nokta merkezli grid sistemi göz önünde xıx bulundurulmuştur. Geliştirilen simulator, çeşitli uygulamalar için hem mevcut analitik çözümler ile hem de ECLIPSE 100 ticari simülatörü ile ayrıntılı olarak kıyaslamıştır. Yapılan uygulamaların tamamında bu çalışmadan elde edilen sonuçların, analitik çözümlerden ve ECLIPSE 100 ticari simülatöründen elde edilen sonuçlar İle uyumu oldukça iyidir. Bu sayısal simülatöre ters problem yöntemi üzerine kurulu doğrusal olmayan parametre talimin yöntemi entegre edilmiştir. Doğrusal olmayan parametre tahmini, gradyent temelli Levenberg-Marquardt algoritması kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Levenberg-Marquardt yönteminde gerekli olan duyarlılık kat sayılarının etkin bir şekilde hesaplanması için üç farklı yöntem (sonlu fark, gradyent simulator ve adjoint) çalışmada göz önünde bulundurulmuş ve bu yöntemlere ait duyarlılık katsayısı formülleri geliştirilmiştir. Duyarlılık katsayılarına ait bu denklemler (r-B-z) bir simulator için literatürde ilk defa bu çalışmada sunulmuştur. Bu yöntemlerden hangilerinin hangi durumlarda hesaplama zamanlan bakımından kullanılması gerektiği belirlenmiştir. Çeşitli homojen ve heterojen modellerde farklı düşey girişim testi konfigürasyonlan göz önünde bulundurularak, kuyu boyunca düşey yönde farklı noktalarda kaydedilmiş basınç verilerinin geçirgenliğe, gözenekliliğe, zar faktörüne, ilk basınçlara, vs. duyarlıkları hesaplanmış ve hangi tür basınç verilerinin bu parametrelere nasıl duyarlılık gösterdiği ayrıntılı olarak çalışılmıştır. Ayrıca, düşey girişim testlerinden elde edilen basınç verilerinin geçirgenlik ve gözeneklilik gibi kayaç özelliklerine formasyonun neresinde duyarlı olduğu anlaşılması için duyarlılığının alansal grafikleri çizilmiştir Duyarlılık katsayısı grafikleri üzerinde yapılan ayrıntılı inceleme ve değerlendirme sonrasında, ilk dikkati çeken husus, paker aralığındaki ölçülen basınç verilerinin yatay geçirgenliğe olan duyarlılığı paker aralığının içerisinde en fazla iken paker aralığının üstündeki ve altındaki bölgelerde duyarlığın neredeyse sıfıra yakın olmasıdır. Paker basıncının, düşey geçirgenliğe olan en fazla duyarlılığının ise çiftli paker aralığının üst ve alt sınırına yakın bölgelerde olduğu yapılan uygulamalardan görülmüştür. Paker basıncının gözenekliliğe olan duyarlılığı, erken zamanlarda çiftli paker aralığının tam karşısı ile sınırlı kalırken, zaman ilerledikçe duyarlılık hem yatay hem de düşey yönde genişleyerek hareket etmektedir. Gözlem probu basınç verileri kullanılarak, yatay ve düşey geçirgenliklerle olan duyarlılıkları incelenmiştir. Yapılan uygulamalardan, prob basıncının yatay geçirgenliğe en fazla duyarlılığı, probun bulunduğu grid ile pakenn üst sının arasındaki gridlere olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde, prob basıncının düşey geçirgenliklere duyarlılığın en fazla olduğu yer probun bulunduğu grid ile pakenn üst sınırı arasındaki gridblok olduğu görülmüştür. Aynca, prob basıncının, probun bulunduğu grid ile tabanın üst sınırı arasındaki bölgelere bir miktar duyarlılık gösterdiği görülmüştür. Gözlem probu basıncının ise erken zamanlarda paker aralığının üst sının ile gözlem probu arasında kalan bölgelerde sınırlı kalırken, zaman ilerledikçe duyarlılık hem yatay hem de düşey yönde genişleyerek hareket etmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere bu çalışmada, her tabakanın farklı kayaç ve akışkan özelliklerine sahip birden fazla zondan oluştuğunu kabul eden heterojen model uygulamalarına yer verilmiş ve bu tür sistemlerden parametre tahmini üzerinde de durulmuştur. Bu tür modeller, genellikle sondaj akışkanın formasyona filtrasyonundan dolayı formasyonun yakın civannda mobilitesi ve storativitesi daha XX farklı kirlenmiş bölgelerin basınç testleri üzerinde etkisini çalışmak için kullanılabilinir. İster su bazlı ister petrol bazlı çamur kullanılmış olsun, bu zona filtre olan akışkanın akmazlığı ve sıkıştırılabilirliği formasyonun orjinal akışkanın akmazlığı ve sıkıştırılabilirliğinden ve hatta bu zondaki etken geçirgenlik formasyonunkinden farklı olacaktır. Bu problem, her tabakada farklı özelliklere sahip iki zondan oluştuğu düşünülerek modellenebilir ve parametre tahmini yapıla bilinir. Bu çalışmada böyle bir sistemde çok-problu bir düşey girişim testi tasarlanmış ve hangi basınç seti verilerinden kirlenmiş ve kirlenmemiş zonlara ait hangi parametrelerin güvenilir olarak bulunabileceği araştırılmıştır. Yapılan bu uygulama göstermişti!- ki, üretim probu veya onun tam karşısındaki yatay prob basınç verilerinin herhangi bir düşey gözlem probuna ait basınç seti ile birlikte kullanılmasıyla hem kirlenmiş hem de kirlenmemiş zona ait tüm parametreler saptanmasına yetecektir. Buna karşın, sadece düşey gözlem probu verilerinin kullanılması yalnız kirlenmemiş zona ait özelliklerin saptanmasına yardımcı olacaktır. Düşey girişimli basınç testlerinin, kayaç özelliklerindeki heteroj enliğin hem düşey hem de yatay yönde konumsal olarak güvenilir olarak çözümlemede ne ölçüde katkıda bulunacağı çalışmada ayrıntılı olarak araştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar, yukarıda belirtilen duyarlılık katsayılarının alansal grafikleri ile oldukça uyumludur. Ayrıca yapılan bu uygulamalardan, paker ve gözlem probu basınçlarının formasyonun farklı yerlerine duyarlılık gösterdiğinden dolayı, parametre tahmini sırasında hem paker hem de gözlem probu basınçlarının beraber kullanılmasıyla daha fazla bölgeye ait heterojenliğin çözülebileceği görülmüştür. Bu çalışmada geliştirilen yöntemi kullanılarak, sentetik olarak simülatörden türetilen çok-problu ve çiftli paker-problu düşey girişim testi basınç seti verileriyle, geçirgenlik ve gözeneklilik değerlerinin kestirimi üzerine yapılan dört uygulama ile bir çiftli paker-prob testine ait bir saha uygulaması sunulmaktadır.
-
ÖgeElektrik Devre Sistemlerinin Bir Jeotermal Sisteme Uygulanması(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Özyurtkan, Mustafa Hakan ; Altun, Gürşat ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringJeotermal sistemlerin üretime bağlı basınç ve sıcaklık değişimlerini bulabilmek için materyal balans ve/veya enerji balans yaklaşımı kullanılmaktadır. Ancak, jeotermal rezervuar sistem özelliklerinin zamana bağlı olması nedeniyle, analitik çözümü yoktur. Bu nedenle jeotermal sistemlerin davranışlarının incelenmesinde karmaşık yazılımlar kullanılmaktadır. Bu konuda genellikle petrol endüstrisinin sağladığı ticari yazılımlar mevcuttur. Ancak, bu yazılımlar hem pahalı hem de kullanımı uzmanlık gerektirmektedir. Elektrik devre çözümleri uygun elektriksel analojiler kullanılarak birçok mühendislik sistemin çözümünde ve incelenmesinde kullanılmaktadır. Literatürde elektriksel analoji kullanılarak mühendislik problemlerinin çözümünde daha çok mekanik sistemler göz önüne alınmış ve uygulamaları verilmiştir. Akışkan sistemi elektriksel analoji uygulamasında bir örnek dışında yapılmış çalışma yoktur ve bu çalışma da iki sabit akışkan seviyeli tank arasındaki akışı modellemek üzerinedir. Elektrik devrelerinin analizi için kullanılan yöntemler, bazı değişkenler göz önünde tutularak hidrolik sistemlerin analizinde de kullanılabilir. Sistem uygun olarak kullanıldığında, bu sistemler ile elektrik devre sistemlerinin arasında bir paralellik (analoji) kurmak söz konusudur. Bu paralelliği ortaya koymak üzere öncelikle fiziksel olarak, elektrik devrelerini oluşturan elemanlara karşılık hidrolik sistemlerde hangi elemanların bulunduğunu belirlemek gerekir. Bu elemanlar belirlendikten sonra, elektrik elemanları için kullanılan akım ve gerilim büyüklüklerine karşı düşecek iki hidrolik büyüklüğün tanımlanması ve bunların ölçülmesi söz konusu olacaktır. Bu çalışmada, hidrolik sistemleri elektrik devre sistemleri ile tanımlamanın ve çözmenin mümkün olabileceği gösterilmiştir. İki tank jeotermal rezervuar sistemini elektrik devre sistemleri ile modellemek farklı üretim debilerine karşılık oluşacak basınç düşüm senaryolarını hem teorik olarak hem de deneysel olarak simule edilmesini sağlayacaktır.
-
ÖgeFarklı Yöntemlerle Yapılan Petrol Ve Gaz Rezerv Tahminlerindeki Belirsizliklerin Değerlendirilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010-07-09) Tuğan, Murat Fatih ; Onur, Mustafa ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringPetrol şirketlerinin ana hedefi petrol ve/veya gaz üreterek gelirlerini artırmaktır. Petrol/gaz üretimi için anahtar parametre ise lisans alımları, kuyu sondajları ve üretim tesisi inşaası gibi yatırımlardır. Şirketler belirli bir sahaya yatırımlarını, o sahadan elde edecekleri toplam üretime bakarak planlarlar. Bu çalışmada, rezervlerin hidrokarbon potansiyellerinin nasıl daha isabetli hesaplanabileceği ve kaçınılmaz olan belirsizliklerin nasıl sayısallaştırılabileceği ayrıntılı olarak incelenmektedir. Bu çalışmada, öncelikle çeşitli rezerv hesaplama yöntemleri, avantaj ve dezavantajlarıyla birlikte sunulmuştur. Bununla birlikte, bu yöntemleri farklı rezerv tiplerinin özelliklerine göre seçimi tartışılmıştır. En uygun yöntemleri seçiminin ardından, belirsizliklerin nerelerden kaynaklandığı ve bu belirsizliklerin sayısallaştırılması için yöntemler sunulmuştur. Son olarak, aritmetik toplamın, rezervlerin toplanmasında kullanılmasından ortaya çıkan hatalardan bahsedilmiş ve bu problemin çözümü olarak analitik belirsizlik yayılma yöntemi ile olasılıklı toplam yöntemi önerilmiştir.
-
ÖgeGirişimli Kuyu Basınç Testi Verilerinden Farklı Optimizasyon Tekniklerinin Kullanılmasıyla Parametre Tahmini(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Mengen, Ahmet Ergün ; Onur, Mustafa ; Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği ; Petroleum and Natural Gas EngineeringBu çalışmada, Duhamel prensibinden yola çıkarak iki kuyulu ve çok tabakalı bir rezervuarda girişim kuyu basınç testlerini tasarlamak için bir model geliştirilmiştir. Özellikle kuyularda kuyuiçi depolama ve zar faktörü etkileri görüldüğü durumlarda, bu faktörlerin basınç sinyali ve de formasyon akış debi verileri üzerindeki etkileri incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın ikinci adımı ters problem üzerine kuruludur. Geliştirmiş olduğumuz modelden elde edilen basınç ve formasyon debi verilerine optimizasyon algoritmalarının kullanılmasıyla regresyon yapılarak, kuyuiçi ve rezervuara ait önemli parametrelerin tahmini gerçekleştirilmiştir. Parametre tahmini probleminde regresyon yapılan veriler sentetik olarak oluşturulmuştur. Ters problem çözümünde üç farklı optimizasyon algoritması kullanılmış olup performanslarına göre kıyaslamaları yapılmıştır. Bunlardan Levenberg-Marquardt algoritmasının hesaplama süresi ve de global minimuma yakınsama kriterlerine göre en optimum bir yöntem olduğu sonucuna varılmıştır. Polytope ve simulated annealing algoritmalarının daha çok türevinin analitik olarak hesaplanmasının zor olduğu problemlerde, kullanılmalarının avantaj sağladıkları görülmüştür.