FBE- İnşaat Mühendisliği Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Başlık ile FBE- İnşaat Mühendisliği Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge1253 Sohu Deresi Fındıklı Araştırma Havzasına Jeomorfolojik Anlık Birim Hidrograf Uygulamaları(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Işık, Arif Yusuf ; Oğuz, Beyhan ; Su Mühendisliği ; Water EngineeringBu çalışmada, Sohu Deresi Fındıklı Araştırma Havzasının ana akarsu parçaları ve yaz aylarında kuruyan akarsu parçaları eklendikten sonra oluşan iki farklı konfigürasyonu üzerine üç farklı jeomorfolojik anlık birim hidrograf uygulaması yapılmıştır. Bu yaklaşımlardan ilki olan Genelleştirilmiş R-V uygulamasında havza üzerine etkiyen anlık ve üniform yağışın havza çıkışına ulaşmadan önce takip ettiği akarsu parçalarında harcadığı zamanı ifade eden tutulma zamanı, yağışı oluşturan parçacıkların olası geçiş yolları kullanılarak belirlenmiştir. Geçiş yolu olasılıkları belirlenerek havzanın jeomorfolojik anlık birim hidrografını ifade eden havza tutulma zamanı olasılık yoğunluk fonksiyonu bulunmuştur. Uygulanan bir diğer yaklaşım olan Lineer Öteleme yaklaşımında havza üzerine etkiyen anlık ve üniform yağışın havza çıkışına varış zamanlarının olasılık yoğunluk fonksiyonu havza çıkışından itibaren akarsu ağı boyunca dallanan linklerinin dağılımı yardımıyla bulunmuştur. Üçüncü ve son yaklaşım olan Difüzyon Ötelenmesinde daha önce geniş ve dikdörtgen bir kanaldaki tek boyutlu akışın havza çıkışında oluşturacağı hidrolojik davranışı veren formüller, akarsudaki dallanmayı ifade eden fonksiyonlarla birlikte hesaplanarak jeomorfolojik anlık birim hidrograf elde edilmiştir. Üç farklı yaklaşımın sonucu bulunan jeomorfolojik anlık birim hidrografların birbirleriyle yeterli derecede uyuşmadığı görülmüştür.
-
Öge13 Mart 1992 Erzincan Depremi Yapısal Hasarları Üzerinde Yerel Zemin Koşullarının Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-06-29) Aslan, Özge ; Lav, Musaffa Ayşen ; 10078471 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringYerel zemin koşullarının deprem hasarları üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, yaşanacak olası depremlerin hasarlarının azaltılmasında büyük rol oynamaktadır. 13 Mart 1992 Erzincan Depremi ciddi can ve mal kayıplarına sebep olmuştur. Bu çalışmada, 1992 Erzincan depremi sebebiyle oluşan hasarlar üzerinde yerel zemin koşullarının etkisi incelenmiştir. Deprem sırasında zemin yüzeyine ait deprem ivme kaydından kayıt noktasındaki zemin koşullarının olası etkisi çıkartılarak sağlam tabaka olarak kabul edilen yüzeye indirilen bu kayıt, diğer zemin profillerinin etkilerini taşıyacak şekilde tekrar muhtelif noktalarda yüzey kayıtları elde etmek üzere zemin davranışları analiz edilmiştir. Zemin davranış analizleri SHAKE programı ile yapılmıştır. Analizler sonucu elde edilen zemin büyütme fonksiyonları ve yüzey spektral ivme değerleri ile yapı hasarları arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Elde edilen bu ilişkilerin N-SPT profillerine bağlı olarak hesaplanan kayma dalgası hızlarının azaltılmasıyla (enerji düzeltmelerinin ortamın rijitliğini azaltıcı etkisini yansıtmak üzere) güçlenip güçlenmeyeceği araştırılmıştır. Azaltılmış kayma dalgası hızlarına göre tekrarlanan zemin davranış analizleri sonucu, yapı hasarları ve zemin büyütme etkileri arasında daha kuvvetli bir ilişki elde edilmiştir. Yapı hakim periyoduna bağlı zemin amplifikasyon değerleri ve yapı hasar oranları arasındaki ilişki %80, periyoda bağlı spektral ivme ile yapı hasar oranları arasındaki ilişki ise %78 olarak hesaplanmıştır.
-
Öge15 Katlı Betonarme Bir Binanın Deprem Performansının Zaman Tanım Alanında Doğrusal Elastik Olmayan Hesap Yöntemi İle Belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-11-03) Çoban, Pınar ; Gündüz, Abdullah Necmettin ; 10091250 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringYapı sistemlerinin dış yükler ve deprem etkileri altındaki davranışlarının incelenmesinde doğrusal ve doğrusal olmayan hesap yöntemleri kullanılabilmektedir. Doğrusal teoriye göre hesapta, malzemenin doğrusal elastik ve yer değiştirmelerin çok küçük olduğu varsayılmakta, yönetmeliklerde yer alan doğrusal hesap yöntemleri uygulanarak yapı sisteminin analizi ve boyutlandırması yapılmaktadır. Doğrusal olmayan hesapta ise, malzemelerin doğrusal-elastik sınırın ötesindeki davranışı hesaba katılmakta ve yer değiştirmelerin çok küçük olmadıkları göz önünde tutulmaktadır. Son yıllarda yaşadığımız şiddetli depremler ve bu depremlerin sebep olduğu can ve mal kayıpları depreme dayanıklı yapı tasarımının önemini arttırmıştır. Bu konu hakkında hem yurt dışında hem yurt içindeki akademisyenler tarafından araştırmalar yapılmaya devam etmektedir. Bu yapılan araştırmalarla birlikte bilgisayar, teknoloji, malzeme ve imalat sektöründeki gelişmelere paralel olarak Deprem Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik kapsamına Mevcut Binaların Değerlendirilmesi ve Güçlendirilmesi için Bölüm 7 eklenmiş ve 06.03.2007 tarihli 26454 numaralı resmi gazetede yayınlanarak olarak yürürlüğe girmiştir. Bu çalışma kapsamında doğrusal elastik olmayan davranış temel alınarak Deprem Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik esasları çerçevesinde zaman tanım alanında doğrusal elastik olmayan hesap yöntemi kullanılarak mevcut betonarme 15 katlı bir yapı irdelenmiştir. İlk bölümde konu detaylı olarak anlatılmış, amaç ve kapsama değinilmiştir. Ardından ikinci bölümde betonarme ile ilgili genel kavramlara değinilmiştir. Üçüncü bölümde doğrusal olmayan analiz ilkelerinden bahsedilmiştir. Dördüncü bölümde ise performans kavramından bahsedilmiş ve 2007 deprem yönetmeliğindeki yaklaşıma değinilmiştir. Beşinci bölümde zaman tanım alanında doğrusal elastik olmayan hesap yöntemi anlatılmış ve bu çalışmada kullanılacak deprem ivme kayıtlarının belirlenmesi ve kullanımına ait tüm bilgiler detaylı olarak anlatılmıştır. Daha sonra altıncı bölümde sayısal örneğe geçilmiş, mevcut yapının genel bilgileri verilmiş, yükler belirtilmiş, yapılan kabuller ve hesap modelleri gösterilmiştir. Kullanılan program çerçevesinde yapısal modelleme aşaması ve analiz süreci şekiller yardımıyla detaylı olarak anlatılmıştır. Son olarak ise bina hakkında elde edilen bu bilgiler incelenmiş, binanın bu analizler karşısında yapmış olduğu performansı değerlendirilmiş, oluşan hasarın kaynağı hakkında bilgi verilmiş ve sonuçlar yorumlanmıştır. Çalışmanın sonunda ise kullanılan kaynaklar için bir kaynak listesi sunulmuştur.
-
Öge16 katlı betonarme bir yapının projelendirilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1998) Feşel, Nami Fatih Cem ; Aydoğan, Metin ; 75133 ; İnşaat MühendisliğiBu çalışmada 16 katlı betonarme binanın statik ve betonarme çözümü yapılarak projelendirilmiştir. Esas olarak çözümlemelerde bilgisayar programlarından faydalanılmış farklı programların sonuçlan derlenerek ortak bir sonuca varılması sağlanmıştır. Tezin ilk bölümü olan giriş bölümünde tezin içeriği ve konusu kısaca açıklanmış ve veriler ışığında taşıyıcı sistemdeki tek seçenek olarak ortaya çıkan betonarme perdelere oturan mantar döşeme üzerindeki çalışmanın genel perspektifi verilmiştir. İkinci bölüm çözüme esas yüklerin analizini kapsamaktadır. Mantar döşemede düşey yüklere ait çözümlemelere ait analizler ve hesap değerleri, kullanılan malzemelere ve ilgili standart olan TS 498'e göre yapılmış, sonuçta elde edilen veriler sayesinde statik çözüm için gerekli olan yüklemeler bulunmuştur. Üçüncü bölümde düşey yüklere göre çözüm yapılmıştır. Bu çözümlemede kullanılan Sonlu Elemanlar Yöntemi ile mantar döşeme ve kirişler bir kerede çözüme tabi tutularak gerçek etkileşimleri bulunmuştur. Sonlu elemanların çözümünde Sap90 statik analiz programı kullanılarak her düğüme ait değerler elde edilmiştir. Dördüncü bölüm yapının yatay yüklere göre davranışının incelendiği bölümdür. Bu bölümde de esas olarak yapının modellenerek yapılacak dinamik analizin Sap90 ile yapılması düşünülmüş, ancak yapının oldukça fazla noktaya sahip olması sebebi ile oluşan dosya ve dahilindeki düğüm adedi Sap90 programının limitlerini aşmış ve çözüm elde edilememiştir. Buradan hareketle yeni arayışlara gidilmiş ve sonuçta Yyp adlı yatay yük programı kullanılmıştır. Bu programın eski ABYYHY'ye göre yazılmış olmasından dolayı program iki kere çalıştırılıp yeni yönetmeliğe adaptasyonu sağlanmıştır. Bunun detayları ilgili bölümde mevcuttur. Beşinci ve altıncı bölümler, kirişlerin ve kolonların kendilerine etkiyen en elverişsiz zorlar karşısında yapılan betonarme tablolarını ve çözümlerini içerir. Yazar tüm sonuçların incelenip kontrol edilebilmesi amacı ile sonuçları tablolar halinde sunmayı uygun görmüştür. Bu bölüm içinde bodrum perdesinin çözümlemesi ve detaylarına da yer verilmiştir. Yedinci bölüm radye temelin Winkler Hipotezi uyarınce sonlu elemanlardan oluşan sistemin her düğümüne bir fiktif yay konularak Sap90 ile statik çözümünü içermektedir. Bu bölümde radye temel eşit büyüklükte elemanlara bölünmüş ve üzerine etkiyen yükler en kısa mesafedeki düğüme dış yük olacak şekilde etkitilerek çözüm yapılmıştır. Winkler yaylan sayesinde her noktadaki zemin gerilmesi elde edilerek zemin emniyeti sağlanmıştır. Optimum plak kalınlığı olarak düşünülen 100cm. kalınlıkta temelde oldukça fazla donatı çıkmıştır. Sebep olarak zeminin çürük olması, üst yapı yüklerinin elverişsizliği düşünülebilir. Radye ve döşeme plağında ayrıca zımbalama tahkikleri yapılarak plakların zımbalama emniyeti sağlanmıştır. Sekizinci bölümde yine sonlu elemanlar yöntemi ile merdiven plağı çözümü Sap90 ile yapılmış, donatı hesabına geçilmiştir. Tüm detay çizimleri ekte verilmiştir.
-
Öge1975 Türk Deprem Yönetmeliğine Göre Projelendirilen Mevcut Betonarme Binaların Deprem Performanslarının İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-18) Gündoğan, Safiye ; İlki, Alper ; 10045405 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringMevcut betonarme yapıların deprem güvenliklerinin belirlenmesi amacı ile 1975 Türk Deprem Yönetmeliğine göre projelendirilmiş dokuz adet mevcut betonarme bina ele alınarak, DBYBHY 2007'deki doğrusal elastik yöntemlerden Eşdeğer Deprem Yükü yöntemi, PERA (Performance Based Rapid Assesment Method) Hızlı Performans Değerlendirme Yöntemi ve RBTE (Riskli Binaların Tespit Edilmesi)esasları kullanılarak, mevcut betonarme binaların deprem performansları belirlenerek, yöntemlere göre elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır.
-
Öge2007 Türk Deprem Yönetmeliği Ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliğine Göre Yüksek Bir Binanın Tasarımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-07-07) Çınar, Ersin Deniz ; Gündüz, Abdullah Necmettin ; 10079964 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringBu Tez aşamasında, 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği kullanılarak betonarme yüksek katlı bir binanın tasarımı ve analizleri yapılmıştır.
-
Öge2010 Elazığ Depremi Sırasında Şevlerin Göçmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-02-04) Romouzi Kouchehbagh, Behnam ; Erken, Ayfer ; 10101316 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringSon zamanlarda dünyanın nüfusun artması ve ayrıca kentsel alanlarda yaşama eğiliminin hızlıca artması nedeniyle daha fazla yapı (yüksek yapılar, köprüler, barajlar, limanlar vs.) inşasına her zamankinden fazla ihtiyaç vardır. Bazen bu yapılar mimari ya diğer sebeplerle şevlere ya da şevlerin yakınına inşa edilebilir. Yapının taşıyıcı sisteminin en önemli parçalarından olan temeller yapının yükünü temelin altındaki zemine aktarır. Yapılar şevlere ya da şevlerin yakınına inşa edildiğinde şevin ve ayrıca yapının stabilitesinin göz önüne alınması gerekir. Şevlerdeki temellerin davranışı ve ayrıca yapının davranışı hesaba katılmalıdır. Yapılan bu tezin amacı deprem sırasında şev üzerinde veya yakınında yer alan temel davranışını ve üzerinde yer alan yapının davranışını değerlendirmektir. Türkiye bulunduğu yer itibari ile büyük deprem potansiyeli olan bir bölgededir ve ayrıca birçok şev deprem nedeniyle dengesiz hale gelebilir. Elazığ şehri ve şehrin yer aldığı bölge Elazığ Depremi sırasında hasar görmüştür ve bu deprem vaka analizi için seçilmiştir. Şevler ve şev üzerinde yer alan yapıların araştırılması her dönem geoteknik mühendisliğinde ilgi çekici bir konu olmuştur. Son zamanlarda, örneğin binalar gibi birçok yapı, şevlere ve dağlık arazilere inşa edilmektedir. Bu yüzden şev üzerinde yer alan yapıların ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ve deprem sırasında nasıl davrandıklarının araştırılması gerekmektedir. Bu tez kapsamında, Elazığ Depremi incelenmiştir. Çok sayıda toprak kayması ve şevlerde yer alan yapıların göçmesi bu konuyu önemli bir hale getirmektedir. Etkilenen bölgede yer alan şevlerin davranışına depremin etkisini araştırmak için Plaxis 2D sonlu eleman programı kullanılmıştır. Son zamanlarda, sonlu eleman yöntemi şevlerin davranışını incelemek için en etkili ve en güvenilir yöntemlerden biri olmaktadır. Analizleri gerçekleştirmek için sonlu eleman programından bulunan bünye modelleri incelenmiş ve dinamik analize en uygun olan Hardening Soil with small strains modeli seçilmiştir. Bünye modeli için gereken uygun zemin parametrelerini belirlemek amacıyla literatür taraması yapılmıştır ve model parametreleri ile parametrelerin elde edilmesinde kullanılan yöntemler incelenmiştir. Zemine ait model parametreleri depremden etkilenmiş bölgeden alınan numuneler üzerinde yapılan elek analizi deneylerine dayanan yöntemler ile belirlenmiş ve bu yöntemler yapılan bu çalışma kapsamında açıklanmıştır. İlk olarak, 510 metre genişliğe ve 180 metre yüksekliğe sahip olan bir geometrik model kurulmuştur. Şevin eğimi 25 derece olarak seçilmiş ve bu eğim bölgede yer alan şevlerin eğimini genel olarak temsil ettiği kabul edilmektedir. Depremden etkilenen bölgede yer alan şevlerin eğimi 10 ila 35 derece arasında değişmektedir. Bu yüzden depremden etkilenen bölgedeki zeminin davranışını değerlendirmek için bahsedilen geometriye sahip tipik bir şev seçilmiştir. Depremden etkilenen bölgede killi kum (SC), siltli kum (SM) ve yüksek plastisiteli kil (CH) olmak üzere üç tip zemin bulunmaktadır. Bahsedilen üç tip zemin çeşidinin tümü Elazığ depremi için analiz edilmiştir ve deplasman ile şeve ait güvenlik sayıları hesaplanmıştır ve birbirleriyle kıyaslanmıştır. Diğer analiz serisinde ise bina yüklerini temsil eden yayılı yük altında şevin davranışı incelenmiştir. Son olarak iki farklı tipteki yapının davranışı 1999 Kocaeli Depremi ve 2010 Elazığ Depremi için analiz edilmiştir. 1999 Kocaeli Depremi, Türkiye’de gerçekleşen kuvvetli yer hareketlerinde biridir ve bu tez kapsamında farklı deprem etkisini kıyaslamak amacıyla seçilmiştir. Deprem etkisinin incelendiği analiz serisinde kritik zemin koşullarını temsil etmesi için kumlu zemin ve killi zemin olmak üzere iki tip zemin seçilmiştir. Analizlerde kullanılan zemin tipi, gevşek ve orta sıkı zemin özelliklerine sahiptir. Analiz edilen yapılar 2 katlı ve 5 katlı yapılar olarak modellenmiştir ve bölgede bulunan taşra tipi yapılardan daha dayanıklıdır. Kocaeli ve Elazığ Depremlerine ait iki kayıt modellere uygulanmıştır ve elde edilen sonuçlar birbirleriyle kıyaslanmıştır. Analiz sonuçlarına göre 15 ila 35 cm arasında deplasman bulunmuştur ve sonuçlar arazide ölçülen gerçek değer olan 20 cm ile kıyaslandığında kabul edilebilir mertebededir. Analiz sonucunda elde edilen deformasyonlar sahada gözlemlenen deformasyonlar ile benzerlik ve uyum göstermektedir. Şevin güvenlik sayısı 1.1 olarak hesaplanmıştır ve şevin deprem sırasında göçmelere karşı güvensiz olabileceği görülmüştür. Alınan sonuçların doğruluğunu kontrol etmek için Geostudio bilgisayar programı kullanılmış ve analizler tekrarlanmıştır. Alınan sonuçlar diğer sonuçlarla uyumlu olup ve modellemenin doğru olduğu tespit edilmiştir. Şevin farklı noktasına uygulanan bina yükü altındaki davranışının incelendiği analiz sonunda şevde meydana gelebilecek kaymaların temeli göçme tehlikesine açık hale getirdiği olduğu görülmüştür. Killi tabakada meydana gelen deformasyonlar ve yer değiştirmeler daha fazla miktardadır ve bu bölgeye yapılacak binalar inşa edilmeden daha detaylı incelemelerin yapılması gerekmektedir. Şev üzerinde yer alan yapı davranışının incelendiği analiz serisinde ise yapının şev üzerindeki yerinin ve yapının temeli altındaki tabakaların önemi görülmüştür. Şevin eğimi ile yapılarda meydana gelen deformasyon doğrudan ilişkilidir. Elazığ kaydının uygulandığı analizlerde düşey deplasman 30 derecelik şev açısı için 1 ila 10 cm arasında değişirken 15 derecelik şev açısında ise 1 cm’ye kadar düşmektedir. Depremden etkilenen bölgede bulunan yapı modellenen yapıya göre daha zayıftır ve bu bölgede yer alan kırsal tek katlı yapılarda meydana gelecek deformasyonun miktar olarak daha fazla olabileceği göz önüne alınmalıdır. Aynı analizler 1999 Kocaeli Depremi için yapıldığında ise daha fazla deformasyon meydana gelmiştir ve killi tabakalarda 2 metreye varan deformasyonlar bulunmuştur. Bu sonuçlar bölgenin yer alan zemin tabakaları nedeniyle tehlikeye açık olduğunu göstermektedir. Bu sebeplerden ötürü bu bölgeye yapı malzemesine ve temel zeminine de bağlı olarak 2 ya da 3 katlı yapıların yapılması uygundur. Ağır yapı yükü verecek olan yapılar inşa edilmemelidir. Şevin göçme riskini azaltmak için şeve bina inşasından kaçınılmalıdır. Kocaeli kaydı için yapılan analizler sonucunda deprem sırasında tabakalarda oluşan aşırı boşluk suyu basınçlarının Elazığ vakası için çok önemli bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Yapıların şev üzerinde bulunduğu noktanın önemi bu analizlerde anlaşılmıştır. Ayrıca şev göçmesine yatkın olan bölgeler, ağır binalar inşa edilmeden detay önce detaylı bir biçimde incelenmelidir.
-
Öge2011 Van Depreminden Etkilenmiş Bir Yapının Farklı Kabullerle Deprem Güvenliğinin Belirlenmesi Ve Karşılaştırılması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-06-24) Toy, Ebru ; Gülay, Fatma Gülten ; 10114723 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringTürkiye'nin aktif bir deprem kuşağında yer almasının yanı sıra ülkemizde meydana gelen depremlerin büyük hasarlara yol açmasının ikinci bir sebebi de geçmiş yıllarda bina tasarımlarının bir çoğunda deprem etkilerinin dikkate alınmamış olması ve böylelikle binaların sadece düşey yük etkisi altında olduğu varsayımına dayanıp buna göre inşa edilmeleridir. Türkiye'de meydana gelebilecek olası depremlerde oluşacak hasarları azaltabilmek için öncelikle mevcut binaların deprem güvenliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye'de bir yapıda deprem performans kavramı oldukça yeni bir kavram olup ilk kez 1997 Deprem Yönetmeliği'ne ilave bir bölüm eklenerek oluşturulmuş olan 2007 Deprem Yönetmeliği'nde ele alınmıştır. Bu yönetmelikte 7. Bölüm olarak eklenen "Mevcut Binaların Değerlendirilmesi ve Güçlendirilmesi" ile kritik bir deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde deprem mühendisliği uygulamalarında yeni bir saha açılmıştır. 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik, Bölüm 7'de ayrıntılarıyla izah edilen mevcut bina ve bina türü yapıların deprem performans seviyelerini belirlemede uygulanacak olan adımlar, yeni yapılmış ya da yapılacak olan binaların değerlendirilmesinden biraz farklıdır. Bunun nedeni mevcut bir binada deprem performans seviyesinin tespiti için toplanması gereken bilgi düzeyinin yapım yılına bağlı olarak sınırlı kalması, binanın yapım aşamasında dönemin inşaat mühendisliği yönetmeliğine ne kadar bağlı kaldığı hususu ve yapıda kullanılan malzeme kalitesi gibi belirsizliklerdir. Bu yüzden mevcut bina ve bina türü yapıları değerlendirirken bu durum göz önüne alınarak yeni yapılmış binalara kıyasla daha güvenli koşullarda incelememiz gerekmektedir. 2007 Türk Deprem Yönetmeliği, Bölüm 7'ye göre mevcut bina ve bina türü yapıların deprem performans analizi doğrusal elastik hesap yöntemleri (Doğrusal Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi, Doğrusal Mod Birleştirme Yöntemi) ve doğrusal elastik olmayan (Artımsal Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi, Artımsal Mod Birleştirme Yöntemi ve Zaman Tanım Alanında Doğrusal Olmayan Hesap Yöntemi) ile çözümlenebilir. Dolgu duvarlı betonarme çerçeveler, Türkiye'de yaygın olarak kullanılan yapım uygulamalarıdır. Dolgu duvarlar yapı içerisinde herhangi bir düzensizliğe sebebiyet vermeyecek şekilde düzgün bir dağılım gösterip, tasarımda uygun bir şekilde göz önüne alınırsa, o zaman herhangi bir depreme maruz kalan yapının sismik performansına olumlu katkıları olacaktır. Bunun yanı sıra eğer dolgu duvarların planda ve düşeyde düzensiz bir yerleşimi varsa o zaman yapıya olan olumsuz etkileri de kaçınılmaz olur. Dolgu duvarlı yapılar için genelde en alt katın çökmesiyle sonuçlanan yumuşak kat örneği bu olumsuz etkiye örnek olarak gösterilebilir. Dolgu duvarları modellemek zor ve karmaşık bir işlem olmasından ötürü yapının tasarım ve analiz aşamasında çoğu zaman dolgu duvarlar göz önüne alınmaz. Yapısal bir eleman olarak ihmal edilseler bile, yıllardır yürütülen çalışmalar ve araştırmalar dolgu duvarların yapının dayanımını ve taşıyıcı sistemin yanal rijitliğini nasıl değiştirdiğini ve neticesinde ise binanın doğal titreşim periyodunu küçülttüğünü ortaya koymuştur. Daha basit açıklamak gerekirse, dolgu duvarlar doldurdukları betonarme taşıyıcı çerçevenin yanal rijitliğini arttırırlar. Bunun yanı sıra 2007 Deprem yönetmeliğinde ise dolgu duvarlar yalnızca sabit yük olarak yapıya etkitilmekte bunun dışında yapının analiz aşamasında binanın dinamik özelliklerini (rijitlik, doğal periyot, sönümleme vs.) değiştirmediği varsayılmaktadır. Sunulan yüksek lisans tezi 6 bölümden oluşmaktadır. Tez çalışmasının ilk bölümünde genel olarak tezin amaç ve kapsamı hakkında kısa bir bilgi verilmiştir. İkinci bölümde, Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik 2007, Bölüm 7'de ayrıntılarıyla izah edilen, mevcut binaların performans değerlendirmesi ile ilgili aşamalar hakkında genel bir bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde, yapı davranışı açısından dolgu duvarların öneminden bahsederek, bina taşıyıcı çerçevesine olan olumlu veya olumsuz etkilerinden yani ilave bir eleman olarak yapının yükünü nasıl etkilediği ve yapının dinamik karakteristik özelliklerini nasıl değiştirebileceği konusu üzerinde durulmuştur. Bunun yanı sıra aynı bölümde, dolgu duvarların betonarme çerçeve ile birlikte nasıl modelleneceği hakkında birkaç modelleme tekniği anlatılmıştır. Bu öneriler eşdeğer diyagonal basınç çubuğu ve sonlu elemanlar yaklaşımıdır. Dördüncü sayısal uygulamalar bölümünde ise 2007 Türk Deprem Yönetmeliği'ne göre, 23 Ekim 2011 Van Depremine maruz kalmış gerçek bir yapının farklı kabuller yapılarak oluşturulan üç farklı modelinin deprem performansı analizi yapılmıştır. İlk model olan TSM-1 yapı modeli SAP 2000 Yapı Analizi programı yardımıyla gerçekte yapının kendi statik projesi ile uyumlu olacak şekilde modellenmiştir. İlk yapı modelinin (TSM-1) aksine, ikinci model olarak TSM-2 taşıyıcı sistemi, 2,8 m yüksekliğinde ilave bir kat ve binanın yan cephesi boyunca ilave balkonlar içerecek şekilde modellenmiştir. En son yapı modeli olan TSM-3 taşıyıcı sisteminde ise, dolgu duvarların yapı yanal rijitliğine olan katkısı eşdeğer diyagonal basınç çubuğu yardımı ile modellenmiştir. 3 farklı modelin performans değerlendirmesi 2007 Deprem Yönetmeliği'nde verilen doğrusal elastik hesap yöntemleri ile yapılmıştır. Son olarak altıncı bölümde ise tüm bir çalışmaların sonuçları özetlenmiştir. Bu bölümde, farklı kabuller yapılarak çözümlenen üç farklı yapı modelinin sonuçları detaylı olacak şekilde karşılaştırılarak 2011 depremini yaşamış mevcut binanın gerçek durumu ile karşılaştırmalı olarak yorumlanmıştır.
-
Öge33 Katlı Betonarme Yüksek Bir Binanın Deprem Davranışına Farklı Döşeme Sistemlerinin Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-10-23) Uzun, Deniz ; Güler, Kadir ; 10047683 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringGünümüzde deprem ölçüm kayıt teknolojilerinin ve bilgisayar programlarının gelişmesi sayesinde, binalar gerçek deprem etkileri altında modellenip boyutlandırılabilmektedir. Kaydedilmiş deprem kayıtlarının etkileri altında gerçeğe olabildiğince yakın modellenebilen binalarda; deprem etkisi altında oluşacak gerçek davranışa yönelik tasarım yapılabilmektedir. Bu tez çalışmasında; 33 katlı betonarme bir yüksek bina, 4 farklı döşeme sistemi ile modellenerek Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik 2007 ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği Taslağı 2008 kapsamında belirtilen lineer analiz yöntemleri kullanılarak analiz edilmiş, analizler sonucunda bu 4 farklı tipte döşemenin bina davranışına etkisi incelenmiştir. Yedi bölümden oluşan tezin giriş bölümünde, çalışmanın amacı ve daha önceki yıllarda bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar anlatılmış, Dünya’da ve Türkiye’de yüksek yapıların tarihsel gelişiminden ve günümüzde varlığını sürdüren başlıca yüksek binalardan bahsedilmiştir. İkinci bölümde, yüksek binaların taşıyıcı sistem özelliklerine değinilmiştir. Tübüler sistemler, çekirdek sistemler, çerçeve sistemler ve perde duvarlı sistemler incelenerek; yüksek bir binada kullanılabilecek döşeme sistemleri açıklanmıştır. Üçüncü bölüm bu tez çalışmasının ana konusu olan döşeme tiplerini kapsamaktadır. Yüksek binalarda sıkça kullanılan kirişli plak döşeme sistemleri, tek doğrultuda veya çift doğrultuda çalışan dişli döşeme sistemleri ve kirişsiz plak döşeme sistemlerinin başlıca özelliklerinden, olumlu ve olumsuz yönlerinden ayrıca boyutlandırılması ve donatılması prensiplerinden bahsedilmiştir. Dördüncü ve beşinci bölümlerde, 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği Taslağı ayrıntılı olarak incelenmiş; iki yönetmelik kapsamında da belirtilen, depreme dayanıklı yapı tasarımı için kullanılacak hesap yöntemleri ve taşıyıcı sistem elemanlarının tasarım ilkeleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Altıncı bölümde ise, 33 katlı betonarme yüksek bir binanın sayısal incelemesine yer verilmiştir. Söz konusu bina; kirişli plak döşeme, bir doğrultuda çalışan dişli döşeme, kirişsiz plak döşeme ve bina çevresinde kirişleri bulunan kirişsiz plak döşeme sistemleri olmak üzere dört tip döşeme sistemi tanımlanarak ETABS programı ile modellenmiş, her sistemin Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi ve Mod Birleştirme Yöntemi ile analizi yapılmıştır. Yedinci bölümde, altıncı bölüm kapsamında yapılan analizler sonucunda taşıyıcı sistemde döşeme tipi farklılıklarının bina davranışına etkileri sayısal olarak incelenmiş ve sonuçlar tablo ve şekillerde karşılaştırmalı olarak verilerek davranışları tartışılmış, sonuçlar ayrıca topluca verilmiştir.
-
Öge4734 Sayılı Yeni İhale Kanununa Göre Müteahhitlerin Teklif Dosyalarının Veri Tabanı Üzerinden Bilgisayar Destekli Olarak Yönetimi Modeli(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Külür, Hayri Murat ; Müngen, Uğur ; Geoteknik Mühendisliği ; GeotechnicsBu çalışmada, öncelikle 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile kamu ihaleleri uygulamalarına getirilen yenilikler incelenmiş, bu yeni yapılanma içerisinde inşaat mühendislerinin özellikle teklif hazırlama aşamasındaki rolü ve sorumlulukları analiz edilmiştir. Bu analizin sonucunda, ihale öncesi proje yönetimi aşamalarının en hassas bölümü olan teklif hazırlama safhasında gelişen teknolojiye paralel olarak bilgi teknolojileri (Information Technologies) konusunda bir uzmanla çalışma yürütülerek bir bilgisayar yazılımı hazırlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, inşaat mühendisinin teklif hazırlama aşamasında 4734 sayılı kanunun gereklerinden olan standart formların hazırlanmasında zaman ve işgücü harcamasının ve bilgilerin formlara aktarılmasında insandan kaynaklanan hataların en aza indirilebileceği ve maliyet analizi ile proje planlaması konularına daha fazla zaman ayırabileceğini göstermektir. Bu amaç doğrultusunda Microsoft Access Programının veritabanı üzerine ASP yazılımıyla kodlanmış ve server üzerinden de kullanılabilen bir İhale Hazırlama Programı geliştirilmiştir. Sonuçta hazırlanan program örnek bir ihale dosyası için uygulanmış, amaçlanan kesinlikte ve hızda sonuçlar alındığı incelenmiş ve açıklanmıştır.
-
Öge500 Kw Enerji Kapasiteli Bir Rüzgar Türbinin çelik Kule Tasarımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-11) Kanbur, Faik Alper ; Vatansever, Cüneyt ; 10044216 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringGünümüzde nüfusa bağlı olarak hızla artan enerji ihtiyacı, mevcut enerji kaynaklarının sınırlı ve çevreye zararlı olması, yenilenebilir enerjiye olan ilgiyi artırmıştır. Doğanın sunduğu sonsuz enerjiyi dönüştürerek çevreye zarar vermeden, insanların ihtiyaçlarında kullanacağı enerjiye çeviren yenilenebilir enerji sistemleri içinde, rüzgar enerji sistemleri önemli bir konumdadır. Rüzgarın kinetik enerjisini pervaneler ile jenaratörlere aktararak elektrik enerjisine çeviren rüzgar türbinleri, zaman içerisinde potansiyellerini artırmışlardır. Rüzgar türbin pervanesini daha yüksek rüzgar hızlarına ulaştıran rüzgar türbin kuleleri, bu potansiyelin artmasındaki önemli faktörlerdendir. Tarihsel süreçte farklı yapı sistemleri ve malzemelerinin tercih edildiği rüzgar türbin kulelerinde, tasarım özel bir mühendislik konusudur. Kule tasarımda farklı yapı sistemleri deneniyor olsa da günümüz enerji sektöründe en fazla tercih edilen sistem çelik silindirik kuleler olmuştur. Bu tez çalışması, ana hatlarıyla silindirik çelik gövdeli bir kulenin tasarımındaki dinamik özellikleri, yükleme senaryolarını ve çelik yapı tasarım kriterlerini kapsamaktadır. Tezin sayısal uygulamalar bölümünde; TÜBİTAK destekli, “Milli Rüzgar Enerji Sistemleri Geliştirilmesi ve Prototip Türbin Üretimi-MİLRES”, projesi kapsamında tasarımı yapılan silindirik çelik rüzgar türbin kulesine ait sayısal incelemeler bulunmaktadır. Tez çalışmasının birinci bölümünde, tezin amacı ve kapsamı ile konu ile ilgili yapılan literatür araştırması yer almaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde, ilk olarak rüzgar türbinlerinin geçmişten günümüze geçirdiği tarihsel süreç ve günümüzde rüzgar enerjisinin yeri açıklanmıştır. Sonrasında tez çalışmasında tasarım kuralları incelenecek olan yatay eksenli rüzgar türbinlerinin ana elemanları tanıtılmıştır. Bu bölümde son olarak rüzgar türbin kulelerinin tasarımında tercih edilen yapı türlerine değinilmiştir. Rüzgar türbin kulesi ön tasarımında en önemli parametre olan dinamik özelliklerden tez çalışmasının üçüncü bölümünde bahsedilmiştir. Kuleye ait doğal frekansın belirlenmesinde kullanılabilen üç farklı yöntem ve türbin çalışma frekansları ile kule doğal frekansının rezonansa girme kriterleri açıklanmıştır. Son olarak bir rüzgar türbin kulesine etkiyecek yorulma yüklerini doğrudan etkileyen dinamik yük artırma katsayısı hesabı hakkında bilgi verilmiştir. Tez çalışmasının dördüncü bölümünde rüzgar türbin kulelerine etkiyecek tasarım yüklerine dair hesap yöntemleri yer almaktadır. IEC 61400-1 Rüzgar Türbinleri Tasarım Kuralları standartında belirtilen yükleme senaryoları baz alınarak, Eurocode 1991-1-4 ve ASCE 7-05 yük yönetmeliklerine göre kuleye etkieyecek rüzgar yükü hesaplamaları teorik olarak anlatılmıştır. Ayrıca bu bölümde kule tasarımında kullanılacak deprem yüklerinin DBYBHY 2007 yönetmeliğine göre hesap yöntemleri yer almaktadır. Son olarak tasarımda kullanılacak yük kombinasyonlarına değinilmiştir. Çelik silindirik rüzgar türbin kulesini oluşturan gövde ve bulonlu flanş birleşimlerinin tasarım kuralları beşinci bölümde yer almaktadır. Gövde tasarımında dört adet sınır durum incelenmiştir. Kule gövde dayanım kontrolü için AISC 360-05 yönetmeliğinde belirtilen LRFD yöntemine göre tahkikler belirtilmiştir. Stabilite sınır durumu için ECCS tarafından belirtilmiş hesap adımları anlatılmıştır. Kule yorulması sınır durumu için hesap kriterlerinde, EN 1993-1-9 yönetmeliğinde belirtilen dayanımlar esas alınmış ve hasar birikim metoduna ve hasar eşdeğer yükü yöntemine göre tasarım değerlendirilmiştir. Flanş tasarımında üst flanşlar ve taban flanşları için ayrı tasarım teorileri yer almaktadır. Üst flanşlar için statik dayanım kontrolünde, flanş davranışını temsil etmek üzere bölünen hücrelerde oluşacak göçme modlarına göre dayanımlar incelenmiştir. Taban flanşı tasarımında da hücre elemanlarla çalışma yapılmış ancak; taban flanşı plastik davranışı ile benzerlik gösteren T-stub bağlantı için oluşacak göçme modlarına göre dayanım hesapları belirtilmiştir. Bölüm 6’da Tübitak destekli, “Milli Rüzgar Enerji Sistemleri Geliştirilmesi ve Prototip Türbin Üretimi-MİLRES” projesi kapsamında ön tasarımı yapılan kule gövdesi, bulon flanş birleşimlerine ait geometrik ve malzeme parametreleri belirtilmektedir. Kule ön tasarımına göre; dinamik özellikler, yükleme durumları ve çelik tasarım esasları ile ilgili sayısal incelemeler yer almaktadır. Silindirik çelik bir rüzgar türbin kulesinin tasarım aşamalarına ait, incelenen hesap yöntemleri ve sayısal uygulamaların değerlendirmesi yedinci bölümde yer almaktadır. Bu bölümde, tasarımda belirleyici olacak dinamik karakteristiklere ve yükleme durumlarına değinilmiştir. Rüzgar türbin kule gövdesinin tasarımında incelenmesi gereken dört sınır durum hakkında sonuçlar açıklanmış ve değerlendirmeler yapılmıştır. Plastik davranışı incelenen flanş birleşimlerinin statik dayanım tahkik sonuçları ve göçme modları hakkında bilgi verilmiştir. Türbinden etkiyen rüzgar yükleri ve yorulma yükleri hakkında yapılan kabullere değinilmiş ve son olarak gelecek çalışmalarda dikkat edilmesi gereken hususlar belirtilmiştir.
-
ÖgeA novel risk assessment approach for data center structures(Institute of Science and Technology, 2020) Çiçek, Kubilay ; Sarı, Ali ; 634545 ; Department of Civil EngineeringStructural safety includes evaluation of both structural and nonstructural components of buildings. Although structural design is completed only considering structural elements of buildings, nonstructural components are crucial in an earthquake event. Post-earthquakes areas show that structural safety may not be ensured even when the load-bearing system is undamaged. Failure of nonstructural components resulted in loss of enormous economic losses and loss of life in past earthquakes. Therefore, nonstructural components should also be included in seismic safety evaluation of structures. Researches show that cost of the nonstructural components ranges from \%70 to \%90 of the total cost of buildings. Therefore, nonstructural component failure in structures with high-tech equipment, laboratories, data centers can damage economy significantly. Additional to economic losses from downtime of these structures, repairing or replacement of equipment inside increase the cost extremely. Apart from the economic losses, damaged nonstructural components can be the cause of deaths directly by falling onto people and closing pathways. During and after an earthquake event, damaged nonstructural components can prevent escape of people inside and entry of medical staff. Moreover, operational failures caused by nonstructural components in critical facilities such as hospitals and fire stations, can lead to higher number of deaths after earthquake occurred. Nonstructural components do not participate to load-bearing systems in structures. However, they are still subjected to external loads with the load-bearing system. Therefore, it is crucial to design structures by considering the nonstructural systems inside. Nonstructural components can be classified in 3 groups by their functions: (i) architectural components such as, partition walls and lighting systems, (ii) mechanical-electrical components such as piping systems and generators, and (iii) building equipment such as, computers and file cabinets. Researches show that some of nonstructural components are sensitive to acceleration whereas the rest are sensitive to floor displacement ratio. According to the function of the structure, design should be completed to limit the defining response. This study aims to propose a new method and generate risk curves for structural design and structural evaluation of data centers in high seismic risk regions. A sample structure with base isolation system is selected from current literature in companion with standards for data centers. Structural properties are also selected in companion with standards. After the structure model is generated, probabilistic seismic hazard assessment is completed for the selected site where the main campus area of Istanbul Technical University in Maslak, Istanbul. Source-to-site distances are determined by using online map in General Directorate of Mineral Research and Exploration website. The closest point of main line of Western North Anatolian Fault is approximately 28 km away from ITU campus and the longest effective distance is selected as 65 km on the Western NAF. Probability of rupture distance is taken as uniform and 6 different values of distances between 28 km and 65 km are used in Ground Motion Prediction Equations. Characteristic earthquake method is considered and the characteristic magnitude is used as 7.2 in GMPEs. Probabilistic study is conducted on this structure by using Monte Carlo simulations with the selected structural parameters. Probabilistic distributions for different parameters are taken from various studies in literature. Random samplings are generated for each parameters according to the belonging probabilistic distributions. For comparison purpose the structure is also analyzed as a fixed-base structure. Same procedures are repeated for the fixed-base structure. Failure of nonstructural components are investigated in two different ways. The first failure criterion is overturning-sliding behavior of server racks. FEMA P58 and ASCE 7-16 is used to calculate acceleration limits for anchored nonstructural components. The second failure criterion is the acceleration limitations of servers given by producers and researchers. A special MATLAB code script is generated to run Monte Carlo simulations on OpenSees platform. Fragility curves are generated according to the predefined failure criteria. Risk curves are created for both structures with the site specific annual hazard curve and generated fragility curves. Results show that base-isolation systems reduces the accelerations significantly comparing to the fixed-base structures in higher floors. Another outcome is the isolation systems are highly sensitive to earthquake characteristics rather than structural variables in terms of accelerations. It was also understood that the critical failure mod in data centers is the overturning-sliding behavior rather than vibration failure of servers.
-
ÖgeA3 düzensizliği bulunan bir binanın farklı dilatasyon yöntemleriyle modellenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023) Kaşıkçı, Emin Gazi ; Özkul Aksu , Tülay ; 806835 ; İnşaat Mühendisliği Ana Bilim DalıYer kabuğunda ortaya çıkan enerjinin sismik dalgalar ile yeryüzünde oluşturduğu sarsıntılara deprem denir. Depremler tüm canlıların yaşamını olumsuz etkileyebilmektedir. Depremler önüne geçilemeyen bir doğa olayı olmasına karşın deprem sonucu oluşan can ve mal kaybı en aza indirilebilmektedir. Depremler sonucu oluşan yıkıcı etkinin temel sebebi binalardır. Bu yüzden deprem sonucu oluşan etkileri azaltmanın ilk adımı inşa edilecek olan yapıların tasarımının uygunluğudur. Bina tasarlarken karşılaşılabilecek birtakım düzensizlik durumları mevcuttur. Bu düzensizlik durumları dikkate alınarak tasarım yapılması gerekmektedir. Bu tezde A3 türü düzensizliği bulunan bir binanın farklı dilatasyon yöntemleri ile tasarımı ve bu yöntemler arasındaki farklılıklar incelenmektedir. Bu tez çalışması altı bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde tez hakkında kısaca bilgilendirmeler yapılmakta ve tezin amacıyla kapsamına değinilmektedir. Giriş kısmı tezin ilk bölümünü oluşturmaktadır. İkinci bölümde bu tezde kullanılan dilatasyon yöntemlerinden bahsedilmektedir. Bu yöntemler: Çift kolon yöntemi, guseli kiriş yöntemi, konsol kiriş yöntemi ve gerber kirişi yöntemidir. Bu yöntemler hakkında bilgilere yer verilmiş ve uygulamada nasıl kullanıldıklarına değinilmektedir. Üçüncü bölümde Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (TBDY-2018)'de yer alan bina tasarım esaslarına, deprem hesaplamalarına, düzensizlik durumlarına ve tasarımda dikkat edilmesi gereken kontrollere yer verilmektedir. Dördüncü bölümde teze konu olan tüm yapılar için genel bilgilere yer verilmektedir. Genel bilgilerin içinde yapıda kullanılan malzemeler, yapıya etkiyen yükler, kolon boyutları, kiriş boyutları ve yapıya etkiyen deprem etkisi hesabı yer almaktadır. Bunlara ek olarak TBDY-2018'e göre A3 türü düzensizliği bulunan yapı (Temel bina) tasarımına yer verilmektedir. Çift kolon yöntemiyle oluşan bina (Çift kolon binası), guseli kiriş yöntemiyle oluşan bina (Guseli kiriş binası), konsol kiriş yöntemiyle oluşan bina (Konsol kiriş binası) ve gerber kirişi yöntemiyle oluşan bina (Gerber kirişi binası) hakkında bilgiler bu bölümde yer almaktadır. Beşinci bölümde modelleme yapılan beş bina için analiz sonuçlarına yer verilmektedir. Bu bölümde temel bina, guseli kiriş binası, gerber kirişi binası, çift kolon A1 binası, çift kolon A2 binası, konsol kiriş A1 binası ve konsol kiriş A2 binası karşılaştırılmaktadır. Çift kolon ve konsol kiriş binaları birbirinden bağımsız yapılardan meydana geldiği için ayrı ayrı isimlendirilmiş ve karşılaştırmalara ayrı ayrı dahil edilmiştir. İlk olarak binaların periyotları sütun grafikler ullanılarak karşılaştırılmıştır. Periyot değerlerine paralel olarak hareket eden toplam kat ötelemeleri ve göreli kat ötelemeleri çizgi grafiklerle karşılaştırılmıştır. A1 burulma düzensizlikleri, B2 komşu katlar arası rijitlik düzensizlikleri, ikinci mertebe etkileri sütun grafiklerle karşılaştırılmıştır. Binaların düzensizlik bulunan kısımlarında yer alan kolonlarda oluşan iç kuvvetler incelenmiştir. Bu karşılaştırmalarda binaların en alt katta bulunan kolonları baz alınmıştır. çünkü en fazla yük bu kolonlara gelmektedir. Bu kolonlara etkiyen eksenel kuvvetler, kesme kuvvetleri, eğilme momentleri ve burulma momentleri karşılaştırılmıştır. Tüm binaların taban kesme kuvvetleri verilmiş ve bu binaların düzensizlik bulunan kısımlarında yer alan birince kat döşemelerinde meydana gelen düzlem içi eksenel kuvvetler karşılaştırılmıştır.
-
ÖgeAASHTO LRFD'ye göre betonarme bir köprünün tasarımı ve doğrusal olmayan statik itme yöntemi ile performansının belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Bulut, Şahin ; Darılmaz, Kutlu ; 636963 ; İnşaat MühendisliğiBu tez çalışmasında, prefabrik öngerilmeli betonarme bir köprü, AASHTO LRFD 2017 yönetmeliğine göre tasarımı yapılmıştır. Ayrca, doğrusal olmayan statik itme analizi yöntemi ile tasarımı yapılan köprünün, DD-1 ve D-2 depremleri altındaki performansı incelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde, konuya giriş yapılarak tezin amacı açıklanmış ve bu tez çalışması esnasında yapılan literatür çalışmalarına değinilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, köprünün betonarme tasarımı AASHTO LRFD 2017 yönetmeliğine göre yapılmıştır. Bu kapsamda, köprü boyutları ve köprüde kullanılacak malzeme özellikleri tanıtılmıştır. Köprüye gelecek sabit ve hareketli yükler belirlenip prefabrik kirişin öngerilme hesabı yapılarak tasarımı yapılmıştır. Ardından, köprünün bilgisayar modeli SAP2000 programında oluşturulmuştur. Programa tüm düşey, yatay ve deprem yükleri ile yönetmeliğin öngördüğü yük kombinasyonları tanımlanıp yapının analizi yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre başlık kirişi ve orta ayaklardaki kolonların betonarme tasarımları yapılmıştır. Üçüncü bölümde, doğrusal olmayan analiz için genel bilgilendirme verilmiş ve kolonlarda oluşacak plastik mafsal boyu ve kolon kesitinin moment eğrilik ilişkileri açıklanmıştır. Ayrıca, doğrusal olmayan analizde kullanılacak olan DD-1 ve DD-2 depremlerine göre yatay elastik tasarım spektrumları verilmiştir. Ardından, KGM ile beraber Yüksel Proje'nin hazırladığı Karayolu ve Demiryolu Köprü ve Viyadükleri Mayıs ayı taslak raporuna göre performans hedeflerine göre elemanların plastik dönme sınırları belirlenmiştir. Son olarak, doğrusal olmayan statik itme analizinin adımları verilmiştir. Dördüncü bölümde, yapının doğrusal olmayan analizi yapılmış ve DD-1 ve DD-2 depremleri altında performansı belirlenmiştir. Bu kapsamda, SAP2000 programı kullanılarak köprünün statik itme ve kapasite eğrileri elde edilmiştir. Elde edilen kapasite eğrileri ile her iki deprem durumu yatay elastik tasarım spektrumları ile beraber incelenip köprünün performans noktası belirlenmiştir. Talep edilen yerdeğiştime miktarına kadar yapılan itme analizi sonucunda yapıda plastik mafsalların oluşmadığı görülmüştür. Plastik mafsalların oluşmamasından dolayı tasarımı yapılan köprü hem DD-1 hem de DD-2 depremi altında elastik davrandığı ve Kesintisiz Kullanım performans seviyesinde olduğu belirlenmiştir. Beşinci bölümde, elde edilen sonuçlar özetlenmiş ve yorumlanmıştır.
-
ÖgeAçık Kanal Akımlarında Kararsızlık Derecesinin Hidrolik Karakteristikler Üzerine Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-01) Erdog, Eryılmaz ; Yağcı, Oral ; 10042451 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringDoğada karşılaşılan akımların büyük bir çoğunluğu karasız özellik sergilerler. Son yıllarda yaşanan iklim değişiklikleri nehir akımlarını büyük ölçüde etkilmiştir. Şiddetli ve ani yağışlar taşkınlara sebebiyet vermekte ve bu sebeple bir taşkının veya değişken bir akımın geçişi sırasında hidrolik özelliklerinin ne derecede değiştiğinin saptanması büyük önem kazanmıştır. Kararsız akımlar belli bir bölgede hidrolik özelliklerin zaman içerisinde değiştiği akım tipleridir. Bu tip akımların hidrolik olarak incelenmesi zor olması sebebiyle genel olarak çoğu hidrolik mühendislik formülü kararlı akım kabulü ile çıkarılmıştır. Her ne kadar bu kabül faydalı ve kullanışlı olsa da değişken akım koşullarını tanımlamak konsusunda yeterli olamazlar. Bu sebeple hidrolik formüllerin kararsız akım koşullarına göre düzeltilmeleri gerekmektedir. Kararsız akımların hidrolik özellikler üzerinde en önemli etkilerinden biri histerik etkilerdir. Histerik etkiler bir hidrolik özelliğin, aynı derinlik ve koşullar altında farklı özelliker göstermesi durumudur. Histerik etkilerin incelenmesi, bu çalışmada önemli amaçlarından biridir. Bir akım ortamında değişken bir akımın geçişi ele alındığında, bu durum seviyenin yükselmesi ve seviyenin alçalması olarak iki evreden oluşmaktadır. Histerik etkiler bu akım koşullarında çok net olarak gözlenir. Değişken akımın geçişi boyunca su seviyesi-debi grafiği çizilecek olduğunda aynı su derinliği için seviyenin yükselmesi evresinde daha yüksek, seviyenin alçama evresinde ise daha düşük debi gözlenir. Bu çalışmada değişken akımların hidrolik özellikleri nasıl ve ne seviyede etkilediğini araştırmak amaçlanmıştır. Bu sebeple İstanbul Teknik Üniversitesi, Hidrolik Laboratuvarında deneyler yapılmıştır. 26 m uzunluğunda ve 1 m genişliğinde bir kanalda akım deneyleri gerçekleştirilmiştir. Bu deneyler iki setten oluşup ilk set 20 cm eşik derinliği ile ikinci set ise 14 cm eşik derinliğinde gerçekleştirilmiştir. Kontrol edilebilir vana sayesinde debi regüle edilerek farklı tiplerde hidrograflar oluşturacak akımlar yaratılmıştır. Deneyler boyunca hız ve su derinliği ölçümleri alınmıştır. Hız ölçümleri ADV cihazları, su derinliği ölçümleri ise akıma temas etmenden ölçüm alabilen akustik sensörler ile 100 Hz freakansla yapılmıştır. İki hız ölçüm cihazı ile hem taban hem de serbest su yüzü için hız değerleri alınmıştır. İki akustik sensör biri hız ölçüm aletlerinden menba tarafında diğeri ise mansap kısmında olacak şekilde yerleştirilmiştir. Bütün ölçüm aletleri birbiri ile senkronize edilmiş ve tüm aletler aynı anda ölçüm almaya başalatılarak deneyler gerçekleştirilmiştir. Alınan veriler bilgisayar ortamında incelenmiştir. ADV hız ölçüm cihazları her ne kadar kullanışlı ve isabetli sonuç veren cihazlar olasalarda bazı sebeplerden aykırı değerler verebilmektdir. Bu sebeple, verilerde bir gerçek dışı gözlem oluşmaması için ilk olarak veriler literatürde sıkça kullanılan bir metod ile aykırı değerlerden arındırılmıştır. Temizlenen veri setleri analiz edilmiştir. Analizler için ilk olarak hız ve su derinliği ölçümlerinin zamansal ortalamaları alınmıştır. Bu sayede hız değerleri ortalama ve çalkantı bileşenleri olarak ikiye ayrılmış ve çalışmanın önemli kısımlarından biri olan türbülans bileşenleri hesaplanabilir hale gelmiştir. Zamansal olarak ortalamaları alınan tabandan serbest su seviyesi kadar olan noktalar her an için tabandan su seviyesine kadar birleşitirilerek anlık hız profilleri elde edilmiştir. Hız profilleri derinlik boyunca integre edilerek anlık debi değerleri bulunmuştur. Bulunan debi su derinliğine bölünerek derinlik boyunca ortalama hız elde edilmiştir. Derinlik boyunca ortalama hızın elde edilmesi akım özelliklerini tanımlayıcı Reynols ve Froude sayıları hesaplanmıştır. Hidrolik parametrelerin bulunması ile tüm hidrolik parametrelerin değişken akımın geçişi boyunca su derinliğine göre nasıl değiştiğini gözlemlenmiştir. Yapılan tüm deneyler için bütün hidrolik değerler histerik etkiler gösterdiği görülmüştür. Akımın çalkantı bileşini kullanılarak, değişken akımın geçişi süresince türbülans kinetik enerjisi hesaplanmıştır. Bulunan değer taban akışı için elde edilmiş olan türbülans kinetik enerjisine bölünerek birimsiz hale getirilmiştir. Bu aşamadan sonra su derinliği makisimum su derinliğine bölünerek boyutsuz hale getirilmiş ve bu iki boyutsuz değer bir grafiğe çizilmiştir. Diğer tüm hidrolik parametreler gibi türbülans da değişken akım boyunca histerik karakteristik göstermiştir. Çalışma kapsamında histerik etkilerin ne ölçüde değiştiğini gözlemlemek için histerik etkiler boyutsuz olarak sayısallaştırılmıştır. Bunun için bir döngü şeklinde olan histerik grafiklerin dikey ve yatay olarak genişlikleri çarpılmış ve bu boyutsuz sayıyla göre histerik etki tanımlanmıştır. Bu sayı ne kadar büyük olursa histeri o kadar fazla etkin ve ne kadar küçük olursa histeri o kadar etkisiz olarak değerlendirilmiştir. Geniş diyagrama sahip olan grafikler dolayısıyla daha büyük histeriye sahip olup dar diyagramlar etkisiz histeriye sahip olacaktır. Bu düşünceden yola çıkarak histerik etkilerin sayısallaştırılması kıyaslanmalarını sağlamıştır. Bu sayede her zamansal değişkenlik derecesine karşılık gelen histeriklik değeri bir grafiğe çizilmiştir. Bu grafikler açıkça göstermiştir ki artan kararsızlık dereceleri histerik değerleri net bir şekilde arttırmaktadır. Çalışmanın bir başka önemli sonucu ise akımların kararlı ya da kararsız olarak tanımlanmasını sağlayacak bir kriterin geliştirilmiş olmasıdır. Histerik etkiler ve kararsızlık derecesinin aynı grafiğe çizilmesinin ardından değerler bir eğilim çizgisi ile birleştirilmiştir. Bu eğilim çizgilerinin grafiğin kararsızlık derecesini kestiği yer histerinin sıfır olduğu yer olması sebebiyle ile bu noktaya kararsızlık etkilerinin belirginleşmeye başladığı yer denmiştir. Bu nokta kararsılık derecesinin 0.01-0.02 arasındaki bölgeye denk gelmektedir. Çalışma göstermiştirki kararsızlığın etkili olmaya başladığı değerden yüksek kararsızlağa sahip akımlar kararsız akım olarak değerlendirilip formüller ona göre düzeltilmelidir. Bu değerin altına kararsızlığa sahip olan akımlar ise kararlı olarak kabul edilip kararlı akım formülleri geçerli olarak kullanılabilir.
-
ÖgeAçık Kanallarda Oksijen Transferi(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Küçükali, Serhat ; Çokgör, Şevket ; Su Mühendisliği ; Hydraulics EngineerinSudaki çözünmüş oksijen (DO), akarsularda suyun kalitesi açısından bakılan en önemli parametrelerden biridir. Sudaki çözünmüş oksijenin akım genelinde veya yersel olarak artışı habitat açısından çok önemlidir. Özellikle sanayileşme ve nüfus artışıyla birlikte birçok akarsudaki kirlenme ve katı madde oranı artmıştır. Bu artış serbest yüzeyden suyun derinliğine doğru aktarılan oksijenin miktarının azalmasına yol açmaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda akarsulardaki DO miktarının arttırılması için birçok yapısal çözüm denenmiştir. Bunlar; savaklar (Kim ve Walters, 2001), dolu savaklar (Chanson, 1990), basamaklı yapılar (Toombes ve Chanson, 2000) v.b. Bu su yapıları, akarsulardaki çözünmüş oksijen miktarını arttırmalarına rağmen, doğayla dost oldukları söylenemez. Bu yapılar akarsulardaki akımın ikiye bölünmesi veya membayla mansap arasındaki ilişkinin kesilmesi gibi çevresel sorunlara yol açmaktadırlar. Akarsulardaki DO miktarının arttırılması için ekolojik hayatı olumsuz yönde etkilemeden, doğada mevcut bazı düzenekler vardır. Bunlar akarsu içinde yer alan büyük taş parçalarıdır. Bu taş parçaları akım rejiminde önemli etkilere yol açmakta, oksijen transferi için gerekli olan hidrolik sıçrama, çevrinti ve ters akımların oluşması gibi hidrolik koşulları ortaya çıkarmaktadırlar. Bu çalışmada, DO değerleri değişik taş düzenekleri, su derinliği ve taban pürüzlülükleri gibi değişkenlerin dikkate alınmasıyla kanala yerleştirilmiş taşların memba ve mansabında ve taş çevrelerinde yersel olarak ölçülmüştür. Deneyler 0.5 m genişliğinde, 0.45 m yüksekliğinde ve 17 m uzunluğundaki tabanı yatay olan açık kanalda yapılmıştır. DO ölçümleri OXI 3000 oksijen metre aletiyle, hız ölçümleri ise Tip 400, model 403 mikro muline aletiyle yapılmıştır. Deneyler dört farklı su yüksekliğinde, iki farklı taş düzeneğinde ve üç farklı taban pürüzlülüğünde gerçekleştirilmiştir. Hız dağılımları, taş düzenekleri akımda yokken, her bir taban pürüzlülüğünde ve akım koşullarında tespit edilmiştir. Sonuçlar mansap ve memba bölgesinde yapılan ölçümlerle oksijen verim katsayısın hesaplanmasıyla sunulmuştur. Oksijen verim katsayısı, E; E=(CU-CD)/(CS-CD) (1) Şeklidedir.Burada; Cs, havadaki oksijen konsantrasyonu, CU, memba bölgesindeki oksijen konsantrasyonu, CD, mansap bölgesindeki oksijen konsantrasyonudur. Ayrıca membayla taş çevrelerinde elde edilen en yüksek oksijen konsantrasyonu arasında aynı formül kullanılarak oksijen verim katsayısı elde edilmiş, 4 farklı eksendeki değişimleri verilmiştir. Ayrıca taş düzenekleri çevresinde elde edilen DO dağılımları eş oksijen eğrileriyle gösterilmiştir (Şekil 1). Deney No = 17 Taş Düzeneği = 2 ve 3 numaralı doğal taşlar k = 0 mm, D = 14.90 cm Q = 7.2 lt/s, Uort = 14.60 cm/s, h= 9.86 cm Tair = 26 oC, Twater = 25.6 oC Cs = 8.08 mg/L, Cu = 7.64 mg/L, Cd = 7.79 mg/L, Cmak = 7.94 mg/L E : 0.34, Emak : 0.68, r : 1.52, rmak : 3.14
-
ÖgeAfet bölgelerinde yapılacak yapılar hakkında yönetmeliğin incelenmesi ve bu yönetmeliğin kullanılarak çok katlı bina projelendirilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1998) Işınak, Ali ; Altan, Melike ; 75189 ; İnşaat MühendisliğiBu yüksek lisans tez çalışmasının amacı ; Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmeliğin ( A.B.Y.Y.H. ) incelenmesi ve bu yönetmelik kullanılarak perdeli, çerçeveli, çekirdekli ve tüp bir sistemden oluşan, çok katlı bir betonarme yapı projelendirilmesidir. Söz konusu bina ; 2 bodrum kat, 1 zemin kat ve 20 normal kattan oluşmuştur. Yapıda malzeme olarak ; beton BS30 ( C 30 ), donatı çeliği olarakta döşemelerde BÇ I ( S 220 ), diğer kısımlarda BÇ m ( S 420 ) kullanılmıştır. Yapının taşıyıcı sistemi perdeli, çerçeveli, çekirdekli tüp bir sistemdir. Binanın içinde ve dışında tüp sistem oluşturulmuştur.Dış kolonları 2 m. ara ile yerleştirilerek dışta bir tüp, orta kolonlar 4 m. ara ile yerleştirilerekte içte bir başka tüp oluşturulmuştur. Yapının kat yüksekliği 3,20 m' dir. Döşeme sistemi olarak tek doğrultuda çalışan döşeme seçilmiştir. Yapının döşeme hesapları, kiriş hesapları, statik ve dinamik hesapları SAP90 yapı analizi programının 5.40 versiyonu ile yapılmıştır.Bu hesaplar yapılırken programda, yapının bodrum katlarının perdelerle çevrili olduğu dikkate alınmıştır. Yapının statik ve dinamik hesabında binanın ağırlık merkezinde kat kütlelerinin master joıntlere toplandığı kabul edilerek hesap yapılmıştır. Deprem hesabı yapılırken Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelik kullanılmıştır. Gerekli olan değerler bu yönetmelikten alınmıştır. Düşey ve yatay yükler altında yapılan hesaplarda TS 498 'de verilen sabit ve hareketli yüklere göre hesap yapılmıştır, TS 500 ' de belirtilen yük kombinasyonları kullanılmış ve en elverişsiz durumlar dikkate alınmıştır. TS 500 ve Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelik' te belirtilen kesit hesapları çizimleri yapılmıştır. Yapının zemin emniyet gerilmesi 4,00 kg/cm2 'dir, zemin yatak katsayısı ise Ko =1.000 ton/m2. Yapının temeli, kirişli radye temel ön görülmüştür.
-
ÖgeAgrega Konsantrasyonunun Betonun Kırılmasına Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-10-23) Özdemiroğlu, Çağrı ; Yıldırım, Hasan ; 10050084 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringTez çalışmasında bazalt, beyaz kalker, cebeci kalkeri ve dolomit olmak üzere dört farklı agrega kullanılarak agrega hacim konsantrasyonunun betonun kısa süreli elastik ve elastik olmayan mekanik davranışına etkisi araştırıldı. Üretilen betonlarda en büyük agrega boyutu, granülometri ve su/çimento oranı sabit tutularak agrega konsantrasyonu değiştirildi. Yarma deneyleri yardımıyla betonların şekil değiştirme kapasiteleri ölçüldü ve agrega konsantrasyonunun bu dolaylı çekme halindeki şekil değiştirme kapasitesine etkileri incelendi. Üretilen Bazalt serileri, Cebeci Kalkeri serileri, Dolomit serileri ve Beyaz Kalker serileri, %0, %20, %40, %60, %75 agrega konsantrasyonularıyla üretildi. Agrega konsantrasyonu %0 - %75 arasaında değişirken, su/çimento oranı ve en büyük tane çapı sabit tutuldu. Su/çimento oranı 0,28, en büyük agrega çapı 20mm alındı. Bütün testlerde standart silindir ve küp numuneler kullanıldı. Silindir için yükseklik 300mm, çap 150mm; küp için 150mm x 150mm boyutlarına üretilen numunelere 28. günde yarma ve basınç deneyleri uygulandı. Yapılan deneylerde taze beton özellikleri, elastik ve elastik olmayan davranış özellikleri, gerilme – şekil değiştirme ilişkisi, ultrasonik ses hızının değişimi ve elastisite modülü araştırıldı. Deneylerde ulaşılan sonuçlara göre, agrega konsantrasyonu artıkça taze betondaVe-Be değerinin arttığı çökmeninde azaltığı görülmüştür. Su/çimento oranı sabit tutulan deneylerde, agrega konsantrasyonunun artışıyla artan agrega yüzeyini ıslatmak için daha fazla suya ihtiyaç duyuldu. Bu nedenle %60 ve %75 konsantrasyonlu numunelerde süper akışkanlandırıcı kullanıldı. Taze Beton birim ağırlığı, agrega konstrasyonunun artışıyla, agrega özgül ağırlığının betondan fazla olmasına bağlı olarak artış gösterdi. Elastisite modülü deneysel yöntemlelerle bulundu. Kırmataş agregalarının elastisite modülü hamur ve beton fazlarına göre yüksek olduğu için, kırmataş agrega konsantrasyonundaki artışın, betonun elastisite modülünü arttırdığı gözlendi. Agrega konsantrasyonundaki artışın süreksizlik sınırındaki Poisson oranını bir minimumdan geçtikten sonra arttığı görüldü. Aynı şekilde basınç dayanımı, çözülme sınırı ve süreksizlik sınırı değerlerinin de bir minimumdan geçtikten sonra arttığı gözlendi. Yapılan ultra ses deneylerinde, ultra ses hızının agrega konstrasyonu arttıkça, arttığı görüldü. Agrega konsantrasyonundaki artışın yarma-çekme dayanımını artırdığı gözlendi. Betonda agrega konsantrasyon artışıyla basınç dayanımındaki birim kısalmaların ve kırılma işinin azaldığı bulundu.
-
ÖgeAgrega türünün normal ve yüksek dayanımlı betonların mekanik özelliklerine etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2000) Şengül, Özkan ; Taşdemir, Mehmet Ali ; 100982 ; İnşaat MühendisliğiMineralojik açıdan bakıldığında literatürde sınırlı sayıda deney sonucu vardır. Sunulan bu çalışmada, agreganın mineralojik kökeninin değişik sınıflardaki betonun mekanik davranışına etkisi araştırılmıştır. Bu araştırmada BS 18'den BS 90'a kadar değişen 6 farklı beton sınıfı incelendi. Bazalt, beyaz kalker, gri kalker ve kumtaşı olmak üzere mineralojik kökenleri farklı dört tür agrega kullanıldı. Üretilen tüm betonlarda granülometri, kullanılan kum ve çimento aynı ve her bir beton sınıfında efektif su/çimento oranları sabit tutuldu. Normal dayanımlı betonlarda beyaz kalkerle yapılanlar en yüksek basınç dayanımlarına ulaştı. Beyaz kalkerin bu davranışının sebebi, çimento hamuruyla elastik uyumunun daha iyi olmasına ve emdiği fazla suyun daha sonra arayüzeydeki çimentonun hidratasyonu için yardımcı olarak temas yüzeyinde daha iyi bir bağ oluşturmasına bağlandı. Agrega-çimento hamuru ara yüzeyi güçlendikçe agrega dayanımının etkisi de artar. Dayanımı en yüksek kayaç olan bazalt kullanılarak yapılan betonlar yüksek beton sınıflarında en iyi sonucu gösterdi. Beton sınıfının yükselmesiyle birlikte agrega türüne göre beton basınç dayanımları arasındaki oranlar da arttı. Yarma dayanımlarında, normal betonlarda kumtaşı, yüksek dayanımlı betonlarda ise bazalt en iyi sonuçları verdi. BS 90 sınıfında beyaz kalker içeren betonların yarma dayanımlarında görülen düşüş beyaz kalkerin dayanımının az olmasına bağlandı. Beton sınıfının yükselmesiyle birlikte elastisite modüllerinde artış görüldü. Elastisite modülü beyaz kalkerden yüksek olan kumtaşı, beton elastisite modüllerinde tüm sınıflarda en düşük değeri gösterdi. Beton basınç dayanımının yükselmesiyle birlikte poisson oranında da artış oldu. Agrega türüne göre beton poisson oranları değişiklik gösterdi. Beton dayanımı arttıkça süreksizlik ve çözülme sınırları da arttı. Beton sınıfının yükselmesiyle histerisis çevrimleri daraldı ve gevreklik indisi arttı. Yüksek dayanımlı betonlarda, gri ve beyaz kalker içeren betonların histerisis çevrimleri bazalt ve kumtaşına göre daha dardır.
-
ÖgeAkarsu Havzalarında Topoğrafik Nem İndeksleri İle Taşkına Meyilli Alanların Belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-07-15) Ermiş, Işıtan Selin ; Aksoy, Hafzüllah ; 10081351 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil Engineeringİnsanlar tarihten bu yana yerleşik hayata geçmek için su kenarlarını tercih etmiş, bu durumun dezavantajı olarak küçük ya da büyük ölçekli birçok taşkın olayına maruz kalmışlardır. Güvenilir barınma ve ekonomik gelişim sağlama ihtiyaçları açısından toplumlar için her zaman bir tehdit unsuru oluşturan taşkınlar, temelde doğru tahmin ve uygun yönetim eksiklikleri gibi nedenlerle, geçmişte önemli ölçüde can ve mal kaybına yol açmıştır. Ülkemizde de taşkınlar, depremlerden sonra en büyük can ve mal kaybına yol açan doğal afetlerdendir. Taşkın ve taşkın alanları üzerine yapılacak detaylı bir çalışma; hidrolojik, hidrolik ve topoğrafik unsurların zaman ve alan boyutunda analizini gerektirmektedir. Son zamanlarda modellerle taşkın yatağı belirleme tekniği, taşkınların nerede ve ne kadar bir süre sonra oluşacağının daha doğru bir tahmini için kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntem sayesinde taşkın tahmini ve taşkın alanı belirlenmesinin daha doğru ve daha kısa sürede yapılması mümkün olmaktadır. Bu türden bir çalışma için, hidrolojik ve hidrolik modeller ile Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ideal bir destek oluşturmaktadır. CBS teknolojilerinin özellikle taşkın çalışmalarında kullanımı son yıllarda artarak devam etmektedir. CBS özellikle hidrolojik model sonuçlarının değerlendirilebildiği bir teknoloji olmasından dolayı, sahip olduğu özelliklerle birlikte taşkınla ilgili çalışmaların her bir aşamasında kullanılmaktadır. Bunun yanında taşkınların insanların yaşam alanlarına girmesiyle birlikte bunların sadece hidrolojik ya da hidrolik özelliklerinin değil aynı zamanda etki alanlarının da belirlenmesi çok önemli hale gelmiştir. Bu hususta CBS oldukça geniş çalışma olanağı sağlamaktadır. Bu çalışmada havzaların topoğrafya tabanlı nemlilik indeks haritalarının elde edilmesi ile akarsu havzalarında taşkın riskine maruz bölgelerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında Türkiye’nin kuzey batısında yer alan Tekirdağ ve Orta Karadeniz bölümünde yer alan Samsun’dan altı adet havzanın topoğrafik nem indeksleri modeli ile taşkına meyilli alanları belirlenmiştir. Bunun için CBS tabanlı yazılımlar yardımı ile analiz yapılmış, arazinin topoğrafik verilerinden ve Sayısal Yükseklik Modeli (SYM) haritalarından faydalanılmıştır. Çalışmada Tekirdağ ve Samsun’da bulunan altı adet havzanın Harita Genel Komutanlığı’ndan temin edilen eşyükselti haritaları ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın sitesinden temin edilen havza sınırları haritaları yardımıyla taşkın analizi yapılmıştır. Öncelikle haritalar, CBS tabanlı yazılımlar sayesinde model analizine uygun duruma getirilebilmek için ön çalışmaya tabii tutulmuş, bu ön çalışmalarla SYM haritası oluşturulduktan sonra model analizi uygulanarak iki farklı indeks hesabı yapılmış ve taşkına meyilli alan haritalarına ulaşılmıştır. Taşkın analizi, arazinin topoğrafik yükseklik verilerine dayanarak Topoğrafik nem indeksi ve SAGA nem indeksi içerikli bir model kullanılarak yapılmıştır. Model analizi taşkına meyilli alan haritaları dışında akış yönü, havza alanı, havza eğimi, akarsu güç indeksi gibi çıktılar da vermektedir. Çalışma sonunda Topoğrafik nem indeksi ve SAGA nem indeksi ile elde edilen taşkına meyilli alan haritaları karşılaştırılmıştır. Her iki indeks de benzer görünümdedir ve havza topoğrafyası ile uyum içinde sonuçlar vermektedir. SAGA nem indeksinin taşkına maruz kalma riski taşıyan daha geniş bir bölge belirlediği görülmektedir. Havzanın yüksek memba bölgelerinde her iki indeksin nispeten benzer sonuçlar verdiği ancak havzanın eğiminin azaldığı mansap kısmında ve özellikle akarsu vadisinde SAGA nem indeksinin Topoğrafik nem indeksine göre daha geniş bir alanın taşkın riski taşıdığına işaret ettiği görülmektedir. Bu nedenle SAGA nem indeksinin kullanılması olası bir taşkına karşı güvende kalabilmek ve taşkının neden olabileceği hasarı minimuma indirmek açısından önemlidir. Çünkü bu indekse göre havza içinde daha geniş alanların taşkına maruz kalma olasılığından bahsedilebilir. Ancak bu indeksin gereksiz taşkın uyarılarına neden olabileceğini de gözden uzak tutmamak gerekir.