Müzikoloji ve Müzik Teorisi Lisansüstü Programı - Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Konu "Aranjör" ile Müzikoloji ve Müzik Teorisi Lisansüstü Programı - Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeTürk Popüler Müziğinde Aranjörlüğün Dönüşümü(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014) Sınır, İsmail ; Karahasanoğlu, Songül ; 381925 ; Müzikoloji ve Müzik Teorisi ; Musicology and Music TheoryBir müzik prodüksiyonu halkın beğenisine sunulana kadar gerek yaratım gerekse üretim boyutunda birçok aşamadan geçer ve aşamaların tümünde çok sayıda çalışma paydaşı bir arada çalışarak, kolektif bir ürün ortaya koyarlar. Bu çalışma paydaşları kısaca yapımcı, yorumcu, prodüktör, müzik yönetmeni, aranjör, besteci, söz yazarı, icracılar, tonmayster, miksajcı, mastering uzmanı, baskı çalışanları vs. şeklinde sıralanabilir. Ancak sayılan bu çalışma paydaşlarından konumuz açısından önemli olanı ise aranjördür; çünkü bir müzik prodüksiyonun sonuçta ulaşmış olduğu hale gelmesinde en önemli pay sahiplerinden biri aranjördür. Zira aranjör, bir şarkıyı büyük oranda yaratan, bir şarkının melodi, ritmik, armoni, form, orkestrasyon, çalgılama vb. parametrelerini tasarlayan ve onu satışa sunulacak hale getiren kişidir. Aranjörlük işinin dünyadaki tarihsel gelişimine bakıldığında ise bunun geçmişinin çok eskilere dayandığı görülmektedir. Batı müzik kültüründe yaklaşık olarak 500 yıldan daha fazla bir zaman diliminden bu yana önemli bir literatür kaynağı olarak hizmet eden aranjörlük pratiği, günümüzdeki her türlü çalgının literatürünün gelişiminde ve günümüzdeki halini almasında önemli bir rol oynamıştır. İlk aranjörlük çalışmalarının ortaçağ vokal müziğinin enstrümanlara uyarlanması ile başladığı bilinmektedir. Örneğin 14. yüzyılın başlarından 16. yüzyılın sonlarına kadarki zaman diliminde vokal müziğinden genelde klavyeli çalgılar veya lut için yapılan aranjmanların varlığı bilinmektedir. Ancak aranjörlük pratiğinin günümüzdeki popüler müzik endüstrisindeki anlamını bulması için 19. Yüzyılın başlarındaki zaman diliminin beklenmesi gerekir. 19. Yüzyılın başlarında ilk olarak Alois Senefelder ve Franz Gleisner'in taş baskı yöntemini nota basımında kullanması ve sonrasında buhar gücüyle işleyen hızlı baskı presinin geliştirilmesiyle beraber ortaya çıkan, notaların sınırsız sayıda ve hızlıca basılabilmesi imkânı, beraberinde, endüstriyel anlamda bir aranjörlük alanının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bununla beraber Avrupa'daki eğlence sektörünün gelişmesi ile beraber, giderek artan bir müzik tüketimi meydana gelmiş, bu duruma ayak uydurmaya çalışan Strauss gibi besteciler orkestralarında görev alan müzisyenleri yaratım ve üretim süreçlerine dâhil etmek durumunda kalmışlardır. Bu gelişmelerin ardından "dahi besteci" yani kompozitör, zaman içerisinde birkaç alt alana bölünmüş; kompozitörlük sanatı popüler müzik endüstrisinde bestecilik, söz yazarlığı, orkestrasyonculuk ve aranjörlük gibi alt alanlara ayrılmak durumunda kalmış ve popüler müzik üretimi geniş bir uzmanlık ağı içerisinde üretilir olmuştur. Aranjörlük işinin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında, bunun, pratik olarak 1826 yılına kadar geri götürülebileceği anlaşılmaktadır. Ancak günümüzdeki endüstriyel anlamıyla aranjörlüğün, ülkemizde yaklaşık olarak 1950-1960'lı yıllar arasındaki periyodda geliştiği ve bu ivmelenmede dönemin müzik orkestralarının önemli oranda pay sahibi olduğu görülmektedir ki bu dönem, İkinci Dünya Savaşının bitimine denk düşmekte ve tüm dünyada önemli dönüşüm dalgaları gözlenmektedir. Ülkemizde gelişen bu aranjman pratiklerinin çoğunlukla yabancı müziklerin aynen taklidi yoluyla geliştiğini eklemek gerekmektedir ki bu dönemdeki aranjörlük anlayışının, çoğunlukla yabancı şarkıların aranjmanlarının aynen notaya alınarak, (enstrümanist bulma sıkıntıları dışında) orkestrasyonun aranjmanın orijinaline olabildiğince sadık kalınarak yazılması anlayışı üzerine kurulu olduğu bilinmektedir. Hatta dönemin ruhu içerisinde, bu şekilde bir çalışmanın maharet sayıldığı görülmektedir. Bu zaman diliminde özellikle Arif Mardin, İsmet Sıral, Şerif Yüzbaşıoğlu ve Emin Fındıkoğlu gibi müzisyenlerin ülkemizde aranjörlük mesleğinin ilk adımlarını attıkları ve kendilerinden sonraki nesilleri yetiştirme gayreti içerisinde oldukları görülmektedir. Bu isimler ve onların ardından gelen aranjör kuşağı içerisindeki önemli isimler günümüzde ülkemiz popüler müzik endüstrisinde önemlerini korumaya devam etmektedirler. Ülkemizin ikinci aranjör kuşağı içerisinde sayılabilecek aranjörler Atilla Özdemiroğlu, Onno Tunç, Osman İşmen, Garo Mafyan, Turhan Yükseler, Günnur Perin ve Cengiz Özdemir şeklinde sıralanabilir. Ancak bu aranjörler arasında özellikle Onno Tunç, ülkemizin gelmiş geçmiş en başarılı aranjörü olarak anılmaktadır. Bu, hem eski nesil müzisyen ve aranjörlerin hem de günümüz müzisyen ve aranjörlerinin üzerinde uzlaştıkları bir husustur. 1980'li yılların ortalarına kadar yani MIDI'nin bulunuşu ve ardından ülkemize ithalinin gerçekleşmesine kadar ki süreçte, ülkemizdeki aranjörlük çalışmalarının temelde bir kompozitör algısı ile tanımlandığı, aranjman yapılırken olabildiğince yazılı bir çalışma yürütüldüğü ve orkestrasyon olarak da olabildiğince akustik temelli çalışmalar üretildiği görülmektedir. Her ne kadar bunda dönemin teknolojik ve ekonomik koşullarının etkisi büyük olsa da aranjörlüğe yüklenen anlamların ve aranjörden beklenenlerin de etkisi yadsınamaz. Özellikle '80'li yılların ortalarına kadarki dönemde aranjörden beklenen yeterliklerin, bir kompozitörün sahip olması gereken neredeyse tüm özellikleri kapsadığı söylenebilir ki bunlar notasyon, armoni, kontrpuan, ritim, orkestrasyon, enstrümantasyon, form vb. şeklinde sıralanabilir. Ancak 1983 yılında MIDI'nin keşfi ve gelişen diğer teknolojik yenilikler, zaman içerisinde ülkemizdeki aranjörlük anlayışını dönüştürmüş, dolayısıyla da aranjörlük işinin içeriğini ve gerektirdiği nitelikleri zorunlu bir değişim içine sokmuştur. Ülkemize teknolojik yeniliklerin yurtdışından ithalinin kolaylaşması ile beraber, özellikle de '90'lı yılların başlarından itibaren, ülkemiz müzik endüstrisinde yeni bir aranjörlük pratiğinin gelişmeye başladığı, gelişen bu yeni aranjörlüğün '50' li ve '80' yıllar arasındaki aranjörlük pratiklerinden oldukça farklı bir şekle dönüştüğü, bu alanın nota yazmaktan daha farklı donanımlar gerektiren ve daha çok sanal ortamda tamamlanan bir işe dönüştüğü görülmektedir. Aranjörlük işinde yaşanan bu dönüşümle beraber, ülkemizde '90'lardan bu yana yetişen aranjör neslinin bir yandan bilgisayara bağımlı olarak işleyen bir aranjörlük pratiği geliştirdikleri diğer yandan eski aranjörlerin sahip oldukları müzikal donanımların çoğuna sahip olmadıkları, bilgisayar olmadan aranjman yapamadıkları, nota, armoni, kontrpuan, orkestrasyon, enstrümantasyon, form gibi noktalarda bilgi sahibi olmadıkları ve çalışmalarında neredeyse hiç nota kullanmadıkları bile görülmektedir. Dolayısıyla bu iki pratiğin birbirinden farklı kavramlarla tanımlanması gerekir; çünkü içerikleri ve gerektirdikleri nitelikler bakımından birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Bu sebeple, ülkemizde gelişen bu yeni aranjörlük pratiği, bu çalışmada, "midijör" olarak tanımlanmıştır. "Midijör" kavramı, MIDI kelimesinin tamamı ile "Aranjör" kelimesinin son heceleri bir araya getirilerek elde edilmiş ve bu çalışmada, sadece bilgisayar kullanarak, bilgisayara bağımlı bir şekilde aranjman yapabilen kişileri tanımlamak üzere kullanılmıştır. "Midijörler" sadece bilgisayar monitöründe gördükleri MIDI ve ses dalgası parçacıklarını resim olarak algılayıp, onları kesip yapıştırarak aranjmanlarını tamamlamaktadırlar ve bilgisayar kullanmak dışında kalan müzikal donanımlara çoğunlukla sahip değildirler. Türkiye'de gelişen bu yeni aranjörlük anlayışını kaçınılmaz kılan teknolojik yenilikler tüm dünyada etkisini göstermiştir ve benzer bir çalışma pratiği için özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde "dijital müzisyen" şeklinde bir tanımlama da yapılmaktadır. Bu türlü müzisyenler yaptıkları işi gelişigüzel bir şekilde edinilen bilgilerle yürütmektedirler ki bu durum ülkemizdeki ile benzerdir. Ancak teknolojinin aranjörlük alanı için kaçınılmaz kıldığı bu dönüşüm dalgası bir yandan aranjörlüğün içeriğini dönüştürürken diğer yandan müzik endüstrisinde önemli bir pazar rekabetinin gelişmesine de zemin hazırlamıştır. Günümüzde farklı aranjör nesilleri arasında önemli bir pazar rekabeti vardır. Bu rekabete eski nesil aranjörlerle yeni nesil aranjörlerin sahip oldukları müzikal donanımlar arasındaki uçurumlar da dâhil olunca eskiler ile yeniler birer rakibe dönüşmektedir. Dolayısıyla da birbirlerine yönelik eleştirileri önemli detaylar taşımaktadır. Bu çalışmanın tamamlanabilmesi için öncelikle ciddi bir literatür taraması yapılmıştır. Ancak bu tek başına yeterli olamayacağından, özellikle ülkemizin eski ve yeni nesil aranjörleriyle görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmeler neticesinde ülkemizde aranjörlüğün anlam dünyası, içeriği, gerektirdiği nitelikler ve eski aranjörlerin yeni nesile yönelik eleştirileri anlaşılmaya çalışılmıştır. Bununla beraber bu çalışma da "midijörlük" olarak tanımlanan bu yeni aranjörlük pratiğinin içeriği ve midijörlerin aranjörlere göre kendilerini nasıl konumlandırdıkları üzerinde durulmuştur. Teknolojik gelişmelerle beraber pazarda gelişen rekabetin sadece aranjörler ve midijörler arasındakiyle sınırlı kaldığını söylemek zordur. Zira bir tür erk kavgası piyasanın bütün aktörleri arasında hala sürmektedir. Ancak süren bu çekişmenin belki de en önemli ayaklarından birisi müzik yönetmenleri ve aranjörler arasında olanıdır. Aranjörler bir müzik yönetmeni ile çalıştıkları durumlarda, müzik yönetmenlerinden bir alt kademede konumlanmaktadırlar. Bazen de bu ikili birbirinin yerini alabilen paydaşlara dönüşmektedirler. Yani günümüzde bir aranjör müzik yönetmenliği, bir müzik yönetmeni de aranjörlük yapabilmektedir. Dolayısıyla bu durum pazarda önemli bir rekabet yaratmaktadır. Bu sebeple bu çalışmada bu ikili çalışma sisteminin tarihsel gelişimi ve içeriği de anlaşılmaya çalışılmıştır.