Sustainable Development Goal "Goal 11: Sustainable Cities and Communities" ile 'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; RestorasyonKilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.
-
Öge1920-1960 arası dönemde planlanan çok katmanlı Batı Anadolu yerleşimlerinin modern mimarlık mirası değerlerinin korunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-13) Atala Önsel, Zeren ; Salman, Yıldız Sakine ; 502112203 ; RestorasyonOn dokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde endüstrileşme hareketleri ile birlikte eski kent merkezlerindeki nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun sonucunda sağlıksız ve konforsuz yaşam alanları oluşmuş ve bu yoğun nüfusu barındırma sorunu ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni yaşam biçiminin gerekliliklerini karşılayacak konut tasarımı ve üretiminin yoğun olduğu bir dönem başlamıştır. Konut alanlarının çevresinde ise yine değişen ihtiyaçlara cevap verecek eğitim, sağlık, spor, eğlence, ulaşım ve endüstri yapıları ile açık alan düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni hükümet, millileştirme programı kapsamında kapsamlı ve bütüncül bir kalkınma politikası izlemiştir. Ana ideoloji ve fikirler İzmir İktisat Kongresi'nde açıklığa kavuşturulmuş ve kalkınma planlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politika, Anadolu'da köylüleri özgürleştirmeyi, tarım ve sanayiyi geliştirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde yeni planlı bir ülke kurma ve ulusal bir peyzaj oluşturma hedefi benimsenmiştir. Kırsal, kentsel, üretim ve ulaşım konularında yapılan düzenlemelerle ulusal peyzaj yeniden tasarlanmıştır. Planlı şehirler, demiryolları, devlet fabrikaları, köy enstitüleri ve devlet çiftlikleri ile kır-kent entegrasyonu sağlanmış ve sanayinin tarım üzerindeki ilerici etkisinden yararlanılmıştır. Ankara'nın Cumhuriyet'in başkenti seçilmesi ulus devletin en önemli mekansal stratejisidir. Dolayısıyla Ankara, yeni Cumhuriyet'in modernleşme projesinin model şehri olmuştur. Bu dönemde kentsel planlama faaliyetleri daha çok on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen demiryolu ağı ile Ankara'ya bağlantısı olan Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Yeni Cumhuriyet'in millileştirme idealine uygun olarak üretilen imar planları da bu idealin gerçekleştirilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bu imar planlarının bileşeni olan tasarlanan mekânlar, modernist ve yerel değerleri yansıtmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihi merkezler dünya çapında korumaya konu olmuş; ancak modern kent katmanları görece daha az sayıda olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra miras olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 2001 yılında Helsinki'de ICOMOS Finlandiya tarafından bir konferans düzenlenmiş, 2002 yılı 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü ise yirminci yüzyıl mirasına adanmış ve aynı yılın Tehdit Altındaki Miras Raporu'nda da yine bu dönem yapıları vurgulanarak akademik çevrede uluslararası farkındalık arttırılmıştır. ICOMOS tarafından 2008 yılında Quebec'te gerçekleştirilen toplantıda yerin ruhu-genius loci kavramı mirasa yönelik olarak geliştirilmiş, 2011 yılında kabul edilen Valetta İlkeleri'nde ise somut ve somut olmayan değerleri de içeren çok yönlü bir yaklaşım oluşturulmuştur. 2011'de ICOMOS ISC20C tarafından kabul edilen ve somut değerlere ek olarak somut olmayan değerlerin de altını çizen Madrid Belgesi, 2017 tarihinde Yeni Delhi'de gerçekleştirilen ICOMOS Genel Kurulu sonrasında, Madrid-Yeni Delhi Belgesi olarak güncellenerek kentsel alanlar ve peyzajları da içerecek şekilde güncellenerek yapılı çevrenin farklı dönem ekleriyle bir katman olarak korunması gerekliğinin altını çizer. Öte yandan, Türkiye'deki mevzuat çerçevesi hiçbir zaman yirminci yüzyıl mirasını kapsayacak şekilde güncellenmemiştir. Korumanın anıtsal yapılardan kentsel ölçeğe genişletilmesi yolunda ilk adım, 1972'de İmar Kanunu'nun revizyonu ile atılmıştır. Bu kanun, anıtlarla bir bütün oluşturan çeşme, sokak ve meydanların korunması gerekliliğini vurgulamıştır. "Koruma alanı" terimi ise ilk kez 1973 tarihli ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu'nda kullanılmıştır. 1973-1983 yılları arasında yapılan planlama çalışmalarında geleneksel kent merkezleri protokol alanı olarak tanımlanmış ve imar kapsamına alınmamıştır. Mevzuattaki bu eksiklik, Batı Anadolu yerleşimleri için bir süreklilik değeri barındıran ve bu yerleşimlerin bütünlüğünü oluşturan modern katmanların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mevcut koruma planlarının hiçbiri modern kent peyzajı değerlerini korumayı amaçlamamakta, bunun yerine 1980'lerin koruma planlaması anlayışını takip etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve Batı Anadolu yerleşimlerine odaklanan tez çalışması, 1920-1960 yılları arasında, DPT kurulmadan ve planlı büyüme dönemine geçilmeden önceki dönemde planlanan yerleşimlerde inşa edilen ve o yerleşimin önemli bir tarihsel katmanını oluşturan modern mimarlık mirasını konu edinmiştir. Çalışmanın ana hatlarının çizildiği giriş bölümünün ardından modern kent planlama çalışmalarının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki tarihsel gelişimi ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'de koruma ve planlama pratiğinin gelişimi koruma planlaması kavramı üzerinden, koruma amaçlı imar planı çalışmaları öncesi ve sonrası dönemdeki değişimlerle birlikte ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca Osmanlı'dan Cumhuriyet'e planlamaya ilişkin kurumlar ve yasal düzenlemeler irdelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, çalışmanın odağı olan Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde gerçekleştirilen planlama çalışmaları ve bu çalışmalardaki koruma boyutu açıklanmıştır. Tezin beşinci bölümü, Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde yürütülen planlama çalışmalarının söz konusu yerleşimler üzerinden değerlendirildiği bölümüdür. Bu değerlendirme, Batı Anadolu'da detaylı irdelenen yerleşimler olan Afyon Merkez, Aydın Merkez, Aydın Nazilli, Aydın Söke, Balıkesir Merkez, Burdur Merkez, Denizli Merkez, Denizli Buldan, İzmir Bergama, İzmir Ödemiş, İzmir Tire, Kütahya Merkez, Manisa Akhisar, Manisa Alaşehir, Manisa Kula ve Uşak Merkez üzerinden gerçekleştirilmiştir. Her bir yerleşimin planlama tarihçesi ve miras değerleri irdelenerek, yürütülmekte olan koruma çalışmaları ve mevcut durum değerlendirilmesi yapılarak, günümüzde bu değerlerin korunmasında karşılaşılan sorunların dökümü yapılmıştır. Tezin altıncı ve son bölümünde, Batı Anadolu yerleşimleri özelinde değerlendirilen yirminci yüzyıla ilişkin kentsel katmanın korunması ve karşılaşılan tehditlerin azaltılmasına yönelik benimsenmesi gereken yaklaşım açıklanmıştır.
-
ÖgeA conceptual model for lean and green marketing in the housing industry(Graduate Institute, 2021) Tuz, Ahmet ; Sertyeşilışık, Begüm ; 675497 ; MimarlıkThe construction industry, which is classified as a service industry, contributes greatly to the economies of developed and developing countries. Similarly, the Turkish construction industry contributes to Turkey's economy and to its Gross Domestic Product. The environmental degradation (e.g., global warming and the nature's deterioration faster than its regeneration rate), humanity's own environmental footprints as well as the environmental footprints of the industries endanger the future of humanity. Considering the construction industry in this context, besides its contributions to the economy, the construction industry draws attention due to its environmental footprint at the global level. Reducing the environmental footprint of the construction industry's outputs such as the built environment and building materials, evaluating construction project processes in the light of environmental factors and within the scope of sustainability can support the increase in the sustainability performance of the construction industry. Attempts to reduce environmental footprint in all industries can have potential contribute to the customer satisfaction. In recent years, there has been an increase in the customer demand and customer satisfaction in industries that offer sustainable and environment-friendly products/services. As supply and demand balance is achieved under the free market conditions, the environmental footprint of the relevant industries can be reduced and the contribution of the industry to the economy can be increased under this equilibrium condition. Reducing the environmental footprint of the construction projects through environment-friendly green construction projects can contribute to meeting the demand in the construction market. Achieving this balance highlights the need to support the sustainability performance of all processes of construction project management and of the construction project supply chain management based on the sustainable management philosophies. Integration of the lean construction management philosophy into the construction project management processes can result in an increase in the sustainability performance of construction projects. Adaption of the lean construction management principles to the construction project supply chain processes can enable the supply chain to be re-planned to meet the expectations of its end customers and to establish sustainable relationships among stakeholders throughout this supply chain. Green marketing is an important management tool to reduce the environmental footprint of the construction industry. Integration of the green marketing tools and strategies into the construction supply chain management process, which is redesigned through integration of lean construction management into the process, can allow minimization of the environmental footprint of construction project management processes and increasing the sustainable performance of the supply chain. The adaptation of lean and green marketing practices to the Turkish housing industry can support establishment of the customer-oriented supply chain and create a potential for positive acceleration in the housing industry to maintain the supply-demand balance with sustainable approaches. Achieving the balance of supply and demand in the housing industry can enable companies that adopt lean and green marketing to gain competitive advantage and increase their brand value. This thesis aims to develop a conceptual model for lean and green marketing in the construction industry. The objectives of this research are to: review marketing, lean and green in the construction industry, investigate the current scope of the marketing mix implementation in the housing industry, evaluate the current scope of the lean and green marketing practices in the housing industry, and determine the appropriate business-to-customer and business-to-business green marketing mix tools for stakeholders of construction supply chain (e.g., suppliers, designers and construction firms) from the mass marketing and niche marketing perspectives. With the aim and objectives specified, following the literature review, website analysis, hedonic price modelling, and questionnaire survey were performed. Based on the three staged structured literature review the gaps in the literature were identified. The literature review was performed to determine the state-of-the-art of the marketing studies in the construction industry, the effects and contributions of marketing on management strategies as well as the effects of lean and green marketing strategies on the sustainability performance of the construction supply chain. The marketing strategies of companies operating in the Turkish housing industry were examined to evaluate the current implementation of the lean and green marketing in the Turkish housing industry. Two staged research method was conducted to investigate the current scope of the marketing mix application in the Turkish construction industry. In the first stage, qualitative secondary data analysis was implemented to analyze the data collected from the Turkish Statistical Institute. The results of this first stage were evaluated as input to the identification of the Turkish construction companies' websites in the second stage. 325 websites were examined through random sampling method. According to the results, it was observed that there is a lack of implementation of the lean and green marketing and traditional marketing mix implementation in the Turkish construction industry. Hedonic price modelling was used to describe the applications of lean and green marketing strategies on housing project attributes that affect the sale price the most. 8040 newly built on sale residential project advertisement were assessed based on the data gathered from the real estate agent's website. The findings revealed that the effects of sustainable design criteria on the price stands out and that these sustainable design criteria, which affect the sales price the most, were insufficient to meet the lean and green marketing mix criteria. A questionnaire survey was applied to determine lean and green marketing mix tools for the housing industry as well as to determine the expectations of the potential customers from the Turkish housing industry. The data of 556 questionnaires were subjected to suitability and validity analysis in SPSS 23.0 program and the data were modeled with the structural equation model. Participants were categorized according to the Turkish socio-economic classification criteria. The models were evaluated for the Turkish housing industry separately according to the niche marketing criteria based on the socio-economic classification criteria and mass marketing. The examinations resulted in 16 lean and green marketing mix tools that can be applied to the Turkish housing industry. These 16 lean and green marketing mix tools were identified as marketing mix tools that can be applied as business-to-customer lean and green marketing mix tools. In addition, marketing mix tools were modeled separately from the business-to-business perspective for suppliers, designers and construction companies that would be included in the housing projects' supply chain. Moreover, internal marketing plans were created to enable each stakeholder to reflect the lean and green marketing mixes to their marketing strategies. As a result, 6 new marketing tools (i.e., green efficacy, green harmony, green proven benefits, green convenience, green confirmation, green proven context) were introduced to the green marketing literature. This thesis is expected to be useful to researchers in the relevant field and to guide proffessionals (i.e., suppliers, designers, construction firms) who are operating or willing to operate in the housing industry to enhance their lean and green marketing practices. Moreover, this thesis is expected to pave the way of the further studies to improve lean and green marketing in the construction industry.
-
ÖgeA novel risk assessment approach for data center structures(Institute of Science and Technology, 2020) Çiçek, Kubilay ; Sarı, Ali ; 634545 ; Department of Civil EngineeringStructural safety includes evaluation of both structural and nonstructural components of buildings. Although structural design is completed only considering structural elements of buildings, nonstructural components are crucial in an earthquake event. Post-earthquakes areas show that structural safety may not be ensured even when the load-bearing system is undamaged. Failure of nonstructural components resulted in loss of enormous economic losses and loss of life in past earthquakes. Therefore, nonstructural components should also be included in seismic safety evaluation of structures. Researches show that cost of the nonstructural components ranges from \%70 to \%90 of the total cost of buildings. Therefore, nonstructural component failure in structures with high-tech equipment, laboratories, data centers can damage economy significantly. Additional to economic losses from downtime of these structures, repairing or replacement of equipment inside increase the cost extremely. Apart from the economic losses, damaged nonstructural components can be the cause of deaths directly by falling onto people and closing pathways. During and after an earthquake event, damaged nonstructural components can prevent escape of people inside and entry of medical staff. Moreover, operational failures caused by nonstructural components in critical facilities such as hospitals and fire stations, can lead to higher number of deaths after earthquake occurred. Nonstructural components do not participate to load-bearing systems in structures. However, they are still subjected to external loads with the load-bearing system. Therefore, it is crucial to design structures by considering the nonstructural systems inside. Nonstructural components can be classified in 3 groups by their functions: (i) architectural components such as, partition walls and lighting systems, (ii) mechanical-electrical components such as piping systems and generators, and (iii) building equipment such as, computers and file cabinets. Researches show that some of nonstructural components are sensitive to acceleration whereas the rest are sensitive to floor displacement ratio. According to the function of the structure, design should be completed to limit the defining response. This study aims to propose a new method and generate risk curves for structural design and structural evaluation of data centers in high seismic risk regions. A sample structure with base isolation system is selected from current literature in companion with standards for data centers. Structural properties are also selected in companion with standards. After the structure model is generated, probabilistic seismic hazard assessment is completed for the selected site where the main campus area of Istanbul Technical University in Maslak, Istanbul. Source-to-site distances are determined by using online map in General Directorate of Mineral Research and Exploration website. The closest point of main line of Western North Anatolian Fault is approximately 28 km away from ITU campus and the longest effective distance is selected as 65 km on the Western NAF. Probability of rupture distance is taken as uniform and 6 different values of distances between 28 km and 65 km are used in Ground Motion Prediction Equations. Characteristic earthquake method is considered and the characteristic magnitude is used as 7.2 in GMPEs. Probabilistic study is conducted on this structure by using Monte Carlo simulations with the selected structural parameters. Probabilistic distributions for different parameters are taken from various studies in literature. Random samplings are generated for each parameters according to the belonging probabilistic distributions. For comparison purpose the structure is also analyzed as a fixed-base structure. Same procedures are repeated for the fixed-base structure. Failure of nonstructural components are investigated in two different ways. The first failure criterion is overturning-sliding behavior of server racks. FEMA P58 and ASCE 7-16 is used to calculate acceleration limits for anchored nonstructural components. The second failure criterion is the acceleration limitations of servers given by producers and researchers. A special MATLAB code script is generated to run Monte Carlo simulations on OpenSees platform. Fragility curves are generated according to the predefined failure criteria. Risk curves are created for both structures with the site specific annual hazard curve and generated fragility curves. Results show that base-isolation systems reduces the accelerations significantly comparing to the fixed-base structures in higher floors. Another outcome is the isolation systems are highly sensitive to earthquake characteristics rather than structural variables in terms of accelerations. It was also understood that the critical failure mod in data centers is the overturning-sliding behavior rather than vibration failure of servers.
-
ÖgeA3 türü düzensizliğe sahip betonarme bir yapının DBYBHY-2007 ve TBDY-2018 esaslarına göre incelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020-03) Şimşek, Furkan ; Özkul Aksu, Tülay ; Yapı Mühendisliği Bilim DalıDoğal afetler geçmişten günümüze kadar insanlık tarihinde önemli sonuçlara yol açmış olaylardır. Bu doğal olaylarının başında ise deprem gelmektedir. Hem Türkiye hem de Japonya, Filipinler ve Yeni Zelanda gibi dünyada deprem kuşağında bulunan diğer ülkeler sık sık deprem konusu ile gündeme gelmektedirler. Her ne kadar depreme karşı önlemler alınmaya çalışılsa da depremin yıkıcı etkisi, her zaman insanlık tarihinin sınavı olmuştur ve önemli derecede can ve mal kaybına yol açmıştır. Bu doğal olaya karşı birçok alanda gelişen teknoloji ile birlikte çeşitli önlemler alınmaktadır. Dikkate alınması gereken diğer bir önlem ise deprem etkisi altında yapıların dayanımını sağlamaktır. Bunun güvenliğini sağlamak ise yönetmelikler ve şartnameler gibi devlet nezdinde kararlar alınarak yürürlüğe koyulmasıdır. Ülkemizde bugüne kadar toplam 11 adet yönetmelikler ve talimatnameler yayımlanmıştır. Bu tez kapsamında ise tasarımı yapılan betonarme bir üst yapının hem Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik-2007' ye hem de Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği-2018' e göre deprem etkisi altında analizi yapılarak sonuçlar karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırmalar sonucunda ise A3 türü düzensizliğe sahip bir yapının her iki yönetmeliğe göre farklılıkları ortaya konmuştur. Tez kapsamında incelenen yapı, bodrum katlarla birlikte 20 katlı olup planda düzensizlikler ana başlığı altındaki A3 türü planda çıkıntılar bulunması durumuna sahiptir. Yapı kirişli plak döşeme taşıyıcı sistemi ile tasarlanmış olup, planda iki eksene göre simetriye ve tüm katlarda aynı düzene sahiptir. Radye temele sahip bu yapının bodrum katlarını çevreleyen rijit betonarme perdeler yer almaktadır. Tezin ilk bölümü, depremin ne ifade ettiğini, coğrafi açıdan açıklanmasını içermektedir. Doğal afetlerin, jeolojik ve meteorolojik olarak iki ana gruba ayrıldığı anlatılmıştır. Depremin ise yer kabuğundaki hareketlilik olarak tanımlanan jeolojik doğal afetler grubunda olduğu vurgulanmıştır. Depremin tanımı yapılarak Türkiye' nin bulunduğu deprem kuşağı görsel ifadelerle açıklanmıştır. Ayrıca Türkiye' nin deprem geçmişi ile ilgili bilgiler verilerek bugüne kadar yürürlüğe girmiş deprem yönetmelikleri kronolojik olarak listelenmiştir. Ayrıca tezin amacı ve kapsamı detaylı olarak açıklanarak yapıdaki A3 türü düzensizliğin nedeni belirtilmiştir. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği-2018' de verilen bazı konulara değinilerek tez kapsamında değerlendirilen yapı hakkında kısaca bilgiler verilmiştir.
-
ÖgeAçık tüplerin burulması(İstanbul Teknik Üniversitesi, 2006) Arpacı, M. Alaeddin ; Arpacı, M. Alaeddin [0000-0002-4085-1868] ; Makine Mühendisliği
-
ÖgeAfet lojistiğinde araç rotalama problemi ve geliştirilen iki aşamalı bir optimizasyon yöntemi ile uygulama(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Bal, Mustafa ; Çelik, Hüseyin Murat ; 634995 ; Şehir ve Bölge Planlama Anabilim DalıGünümüzde mal, hizmet veya insanların bir noktadan başka bir noktaya ulaştırılması faaliyetlerine dahil olan binlerce kuruluş bulunmaktadır. Çağımızın dinamik koşullarından dolayı kuruluşların hedefleri ve kısıtlamaları oldukça değişkendir. Bu kapsamda organizasyonların en çok karşılaştıkları sorunlardan biri de araçların hizmet noktalarına dağıtımı, ulaştırma ve lojistik gibi faaliyetlerinin doğru şekilde yapılamamasıdır. Bu kuruluşlardan biri de acil yardım durumlarında (afet vb. olaylar sonrası yardım hizmetleri) ulaştırma hizmeti veren organizasyonlardır. Bu faaliyetler için tahsis edilmiş araçların bahsedilen konuları gerçekleştirmek için bir rota üzerinden faaliyete geçtikleri andan bu rotayı tamamlama anına kadar geçen aradaki süre düşünülünce harcanan süre miktarı, oluşan maliyetler ile harcamalar ve bu hizmet sonunda elde edilecek fayda bu organizasyonlar için de geçerliliğini korumaktadır. Ulaştırma konusunda rota planları ve rotalama faaliyetleri tüm organizasyonlarda olduğu gibi acil durum hizmetleri (ambulans, kurtarma araçları gibi) kapsamında faaliyet gösteren organizasyonlar için de önemlidir. Afetlerin yol açtığı sonuçlar düşünüldüğünde ulaştırma konusundaki her türlü fayda organizasyonel başarıları artıracağı gibi toplumun da faydasını artırır. Toplumsal fayda aynı zamanda sosyal faydadır. Afetlerin ölümcül etkisini en aza indirme ve afet sonrası iyileştirme ile rehabilite çalışmaları ile sosyal fayda maksimize edilebilmektedir. Bunun için ulaştırma sistemlerinde yer alan her bir aracın afet bölgelerine en kısa sürede ulaşması oldukça mühimdir. Bu önem literatürde de ilk 72 saatlik zaman dilimi içerisinde yardımı ulaştırma şeklinde belirtilmiştir. Aynı şekilde deprem gibi yıkım gücü çok yüksek afetlerde ise ilk 12 saatte yardım hizmetlerinin ulaşması elzem bir konudur. Bu sebeplerden ötürü afet lojistiği için araç rotalarından oluşan bir ulaşım ağ planı oldukça önemlidir. Ulaştırma sisteminde yapılan planlamalar birer çizelgeleme örneğidir ve bu çizelgelemeler de rotalama ile özdeşlik göstererek konunun tamamlayıcısı haline gelmektedir. Araçların optimum rotalara sahip bir ağ içinde hareket etmesini sağlayacak planlama faaliyeti her sistem için uygulama alanı bulabilecek bir konudur ve bu özelliği ile sahip olduğu amaçlarda da çeşitlilik görülebilmektedir. Araç rotalama başlığı altında ulaşılmak istenen amaçlar çeşitlilik göstermektedir ve bunlardan bazıları, yolda harcanan sürenin minimum olması, maksimum müşteriye ulaşabilme, minimum maliyeti sağlama, maksimum karı elde etme ve minimum riske sahip yolların kullanılması gibidir. Bu amaçlar zaman içinde çeşitlenmiş ve daha detaylı hale gelmiştir. Araç rotalama ilk olarak Hamilton'un Halka Teorisi temelli ortaya çıkan gezgin satıcı problemi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Zaman içerisinde de tır taşıma problemi olarak şekillenmiş ve günümüze araç rotalama problemi olarak ulaşmıştır.
-
ÖgeAfet sonrası geçici barınma amacıyla kullanılacak kamusal yapıların seçimi için bir model: Geçici İşlevsel dönüşüm (adaptive reuse)(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-09-19) İdemen, Ayşe Esra ; Şener, Sinan Mert ; 502032002 ; Mimari TasarımAfet, "bir toplumun veya topluluğun işleyişini ciddi biçimde bozan ve kendi kaynaklarını kullanarak baş edebilme kapasitesinin üzerinde bir can kaybı, maddi, ekonomik veya çevresel kayba neden olan ani ve yıkıcı bir olay"dır. Bir afet sonrası meydana gelebilecek en önemli ve en büyük toplumsal hasarlardan biri de barınma ve konut sorunudur. Bu anlamda, afet sonrası devlet eliyle gerçekleşen müdahale stratejilerine bakıldığında, bu sorunun çözümü, genellikle hızlı ve esnek barınma çözümlerine (çadır kentler, kamplar, prefabrikler vb.) dayanmaktadır. Bununla birlikte, afet mağdurlarının acil barınma ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan çeşitli çözüm modelleri arasında mevcut binaların geçici "İşlevsel Dönüşümü" de (İng. adaptive reuse, AR), hem düşük maliyetli hem de pratik bir çözüm olarak değerlendirilebilir. İlgili literatürde, mevcut yapıların toplu barınma amaçlı işlevsel dönüşümü, bir "geçici yerleşke" seçeneği veya tipolojisi olarak da adlandırılabilecek "kolektif merkezler" kategorisi altında sınıflandırılmaktadır. Türkiye Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) Aralık 2013 yılında yayınlanan Türkiye Afet Müdahale Planı'nda (TAMP Bölüm 1.8 Varsayımlar) "yiyecek, içecek, giyecek, barınma ve benzeri acil yardım ihtiyaçlarının belirlenmesinde ve temininde acil yardım süresinin 15 günden daha fazla olabileceği" varsayımı yapılmaktadır. Bu anlamda, afet sonrası normal yaşama geçiş sürecinin kısaltılmasına ve barınma konusunda devlet ve sivil toplum kuruluşlarının yükünün hafifletilmesine katkıda bulunabilecek çözümlerin araştırılması önem kazanmaktadır. Bu öngörü ile bu çalışmada AFAD tarafından İstanbul il sınırları dışında kurulması planlanan konteyner kent ve çadır kent çözümlerine ek olarak, yapılaşmış şehir dokusu içindeki alternatif barınma kaynaklarının da kullanılabilirlik potansiyelinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Afet hallerinde pek çok acil durum işlevine ihtiyaç duyulmakla birlikte, karar vericiler için hızlı, ekonomik ve sürdürülebilir bir çözüm olarak özellikle geçici barınma işlevi ve yapılarda geçici işlevsel dönüşüm (İng. temporary adaptive reuse) konusu ele alınmıştır. İşlevsel dönüşüm mimaride "tarihsel olarak önemli binaları yıkımdan korumak için bir yöntem" olarak adlandırılırken, gayrimenkul alanında "bir arazi veya yapı için yeni bir kullanım bulmak adına kapasitesini, işlevini ve performansını değiştirmek için bakımın ötesinde ve üzerinde herhangi bir işlem" olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda geçici bir süre için toplu barınma merkezi olarak hizmet verecek binalara yapılacak ve afetzedelerin yararına, olası riskleri azaltmaya veya ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir müdahale, işlevsel dönüşüm ile yeniden kullanım altında sınıflandırılabilir. Afet halinde okullar, kışlalar, toplum merkezleri, belediye hizmet binaları, spor salonları, oteller, depolar, kullanılmış fabrikalar gibi mevcut yapılar acil durumda afetzedeleri bir arada barındırmak üzere kullanılacak birer seçenek olarak düşünülebilir. Bununla birlikte, bu gibi yapıların afet sonrası kullanıma uygunlukları tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir. Bu alanda farklı kırılgan gruplara odaklanan AFAD, 2015 yılından bu yana kamu ve özel sektör yapılarına yönelik çeşitli çalışmalar yapıyor olsa da, bu yapıları sistematik olarak değerlendirecek kapsamlı bir bina değerlendirme modeli yalnız Türkiye'de değil, dünyada da mevcut değildir. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada, Türkiye ve benzer afet riski altındaki ülkelerde de uygulanabilecek, pratik faydaları olması muhtemel "Geçici işlevsel dönüşüm potansiyeli (ARP) değerlendirme modeli" için bir çerçeve önerilmektedir. Afet sonrası yerinden olmuş kitleleri barındırmak için hızlı kararlar almak zorunda olan karar mercilerinin, sadece afet sonrasında değil aynı zamanda afet öncesi afete hazırlık aşamasında da böyle bir işlevsel dönüşüm modeli uygulamasından yararlanması muhtemeldir. Bu uzun vadeli süreçte mimarlara da önemli görevler düşmektedir. Bu tez çalışmasının birinci bölümünde çalışmanın amacı, yöntemi ve yapılan literatür çalışması üzerinde durulmuş; ikinci ve üçüncü bölümde, çalışma kapsamında gayrimenkul sektöründe kullanılan kar amaçlı geliştirilen uluslararası bina değerleme modelleri ile kamu yararı gözeten afet literatürü ve toplu barınma ile ilişkilendirilebilecek ilgili standartlar incelenmiş; dördüncü bölümde ölçütler ortaya konmuş, veto ölçütleri belirlenmiş; Çok kriterli karar verme (ÇKKV) yöntemlerinden AHP tanıtılarak, bu kriterlerin nasıl ağırlıklandırılabileceği üzerinde durulmuş; saha değerlendirme formları oluşturulmuş, modelin test edilmesi amacı ile barınma amaçlı kullanılabilecek 2 eğitim yapısı bu formlar aracılığı ile değerlendirilmiş; beşinci ve son bölümde karar vericiler için önerilen modelin kullanımı ve alt süreçlerine dair bir akış şeması tanıtılmış, modelin okul binalarına uygulanması neticesinde elde edilen bulgular ortaya konmuş ve sonuçlar tartışılmıştır. Bu çalışma ile afet öncesi süreçte yapıların acil ve geçici barınma halinde avantaj ve dezavantajlarının ortaya konması, varsa yapısal problemlerinin önceden belirlenmesi, muhtemel risklerin azaltılması ve bertaraf edilmesi hedeflenmiştir. Barınma problemi üzerinden kamu yapılarının afete cevap verebilirliğinin (resilience) artırılmasına dair bir model ve yöntem önerilmiş, normları ve yönetmelikleri esas alan değerlendirme kriterlerine dayalı tasarım yaklaşımı ve uygun yer seçimi ile kırılgan grupların maruz kalabileceği risklerin azaltılabileceğinin mümkün olduğunu ortaya koyan aydınlatıcı sonuçlar alınmıştır. Çalışma bulguları, okul, spor salonu, kültür merkezi, cami gibi çeşitli kamu yapılarının, bir afet veya acil durumda da kullanmaya elverişli esneklikte tasarlanmasını mümkün kılacak mevzuat değişikliklerine gidilmesi ve mevzuat içeriklerinin bu amaçla gözden geçirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Çalışma kapsamında ele alınan kriterler ve model önerisi, gerek afet sonrası barınma amaçlı hizmet vermesi planlanan mevcut binaların dönüştürülmesi, gerekse afet endişesi güden yeni tasarlanacak binalar için kolaylayıcı ve belirleyici bir bakış açısı sunmaktadır. Önerilen model, gelecekte kapsamlı bir proje dâhilinde geliştirilerek, çeşitli dijital araçlar aracılığı ile sivil toplum kuruluşları ve afet hallerinde yetkili karar verici mercilerin kullanabileceği bir veri tabanı, bir ara yüz ve uygulama ile bütünleştirilmek suretiyle daha erişilebilir ve yaygın kullanılır bir araç haline gelebilir. Bina değerlendirmelerinin disiplinler arası bir uğraş kapsamında uzmanlarca gerçekleştirilmesi gerekliliği, ilgili meslek alanlarından uzman yetiştirmek ve istihdam yaratmak adına da dolaylı bir fayda sağlayabilir. Bu çalışmanın hem ulusal hem de uluslararası düzeyde, afet öncesi ve afet sonrası süreçlerde, afete hazırlık ve afete cevap verebilirlik kapasitesinin güçlendirilmesine önemli katkıları olacağı umulmaktadır.
-
ÖgeAfetlerde yaralı taşıma sistemi tasarımı için benzetimle analiz ve stokastik programlama modeli: istanbul depremi için pilot uygulama(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021) Çağlayan, Nadide ; Satoğlu, Şule Itır ; 682659 ; Endüstri Mühendisliği Anabilim DalıAfetler; ani gelişen, doğal veya doğal olmayan olaylar sonucunda ortaya çıkan ve çok sayıda kişiyi hem sağlık açısından hem de maddi olarak etkileyen olaylardır. Afetin olumsuz etkilerinin üstesinden gelebilmek için öncesinde organizasyon çalışmalarının afet yönetim yaklaşımıyla planlanmış olması gerekir. Afet yönetimi, olayların ortaya çıkmasından önce başlayan ve durumun eski haline döndürülebilmesi ile tamamlanan dinamik yapıda bir yönetim sürecidir. Arama-kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesi, ilk yardım, yaralı nakli, geçici sağlık merkezlerinin konumlarının belirlenmesi ve kurulum süreçleri, gerekebilecek kaynak ve ekipmanlar, iletişim ve haberleşme kanalları, sistem elemanlarının koordinasyonu, malzeme akışı gibi birçok konuda afet öncesinde eylem planlarının hazırlanması gereklidir. Afet yönetimi sürecinde alınan neredeyse tüm kararlarda ilk amaç hayat kurtarmaktır. Yaralıların kurtarılması, ilk müdahalenin yapılması ve gerekirse sağlık kuruluşlarına nakledilmesi doğrudan insan hayatıyla ilgili olduğu için büyük öneme sahiptir. Çalışmamızda büyük ölçekli afetlerde yaralıların triyaj alanından hastanelere ulaştırılana kadar taşıma süreci incelenmektedir. Çalışma, yaralı taşıma süreci için karar destek aracı önerisi, etkili faktörlerin belirlenmesi ve ambulans konumlarının, sayılarının belirlenerek yaralı atama ile ilgili kararların alınabilmesi için matematiksel programlama modelinin geliştirilmesi olmak üzere iki bölümde ele alınmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde yaralıların ve hastane kapasitelerinin gerçek zamanlı takibini sağlamak için Radyo Frekansı ile Tanımlama teknolojisi bazlı veri temelli bir karar destek aracı önerilmiştir. Afetlerde bilgi sistemleri ile ilgili çalışmalarda karar destek sisteminin etkileri ve müdahale aşamasında karar verme konularına etkileri yeterince çalışılmadığı görülmüştür. Yaralı taşıma sürecinde bilgi sistemlerine dayalı süreçler ile mevcut durumların karşılaştırılarak değerlendirildiği çalışmaların da sınırlı sayıda olduğu anlaşılmıştır. Afetlerde simülasyon çalışmaları daha çok hastane içi süreçleri ve triyaj politikalarını analiz etmektedir. Ancak bu çalışmalarda da büyük ölçekli ve nadir gelişen olaylar için bilgi sistemi önerisinde bulunulmamıştır. Bu çalışmada, önerilen bilgi sistemi, uygulama stratejisi ve yaralı nakil optimizasyonu için performans kriterlerine göre önemli faktörler analiz edilmiştir. Hazırlık aşamasında hem bilgi sisteminin tasarım aşamaları hem de önerilen uygulama stratejisi için ayrıntılı akışlar hazırlanmıştır.
-
ÖgeAffordability and quality issues in social housing; a comparative study in selected European countries(Graduate School, 2022-02-17) Gharanfoli, Shilan ; Dülgeroğlu, Fazilet Yurdanur ; 502112010 ; Architectural DesignIn recent years, there has been an ever-greater demand for affordable housing in metropolitan regions. However, with rapid urbanization and population growth, housing people in decent conditions has become challenging. Access to affordable housing has become more critical, particularly in the global emergency posed by COVID-19. Despite all efforts to tackle housing shortages, the issue continuously increases. The quantity of housing is not the only issue; the quality of the living environment also plays an important role. Today, people's living conditions have changed, and social housing needs to accommodate a greater diversity. Social housing must be more inclusive and multigenerational to be sustained for a long time. This research examines the relationship between housing quality and affordability and the possibility of reconciling these seemingly contradictory concepts in social housing design. The study rethinks the role of architectural design principles and housing policies in transforming social housing. The study compares European attitudes toward social housing policies and implementations of their integration into global housing policies. It is based on multidimensional research that combines quality and affordability aspects. The literature review indicates that the attitude toward the concept of housing affordability has changed; it is not only assessed in terms of economic viability, but it extends to border issues related to housing quality, neighborhood quality, and quality of life. Lack of balance between quality and affordability will be economically and socially costly throughout the life-cycle of housing and directly impacts dwellers' life quality. While considering this balance, social housing design provides more potential for sustainable developments. The research also developed a social housing timeline model (1984–2018). A historical timeline of social housing provides a better perspective for creating a successful project. It examined the transformation of social housing in four selected European countries and five historical periods. The selected countries for research are the UK, the Netherlands, Austria, and France. They were chosen for analysis because they have a long history and the highest percentage of social housing in Europe. The timeline model presents the transformation of social housing from the 19th century to the present. The status of social housing has risen and fallen over time. Population, household size, ownership status, rents, the quality of indoor and outdoor public amenities, and crime rates have all changed, and these have affected social housing. Besides assessing its transformation as a whole process, the research also investigated sixteen projects from different countries and periods. In other words, the study indicates that changes and the extent of issues vary across projects and over time. It evaluated projects in the four countries during four periods, assessing transformations of concepts, practices, and policies throughout the history of social housing. In this sense, the thesis represents social housing transformation through those sixteen case studies in Europe. It examines the renovation of significant social housing projects, both completed and in development, at various urban scales, from the neighborhood and public spaces to blocks and residential units. Also, different periods of transformation and the main changes in housing design and policy that have affected social housing architecture are examined. For this purpose, the research developed a multicriteria framework to analyze the dynamic relationship between housing quality and affordability. The multicriteria set includes ten aspects: accessibility, identity, diversity, adaptability, density, privacy, safety, social interactions, energy efficiency, and cost-efficiency. The research applies this framework to case studies to explore aspects that enhance the design quality and housing affordability of renovated social housing. As a result, comparing case studies illustrates the success rate of social housing in terms of design principles and their contribution to designing more affordable housing. The case study analysis makes it possible to understand better each social housing regarding the defined set of criteria in terms of quality and affordability. Also, intervention methods used for the renovation of case studies are compared, and their effects on housing quality and affordability are investigated. The physical intervention strategies related to modifying existing units and adding new units help to improve housing diversity, adaptability, and density. The physical interventions related to renovating the facade offer several solutions and arrangements for promoting the physical identity. Enhancing the building's connection with its neighborhood through physical interventions promotes social interactions, enhances privacy, ensures safety for its tenants, and generates housing diversity and mixed-used developments. This research tries to bring together a remarkable selection of architectural case studies, from award-winning projects to thought-provoking speculation on housing redevelopment. It analyzes the transformation of social housing from the 1900s to the present and the complex social housing issues revolving around how authorities, in collaboration with architects and residents, can address profound social housing solutıons to create more high-quality and affordable housing. The findings from literature research and case study analysis are used to propose new social housing improvement strategies. This proposed framework includes physical, socio-cultural, and economic dimensions to improve housing quality, strengthen balanced communities, and create a more affordable housing. The proposed methods indicate that hybrid partnerships that create mixed-use projects are a new paradigm for successful social housing redevelopments. The future of social housing depends on partnerships, people-based design, and place-based planning that make mixed developments. According to the comparative analysis of selected countries and case studies, the redevelopment of most large-scale social housing projects has led to changes in tenure, typology, density, and delivery methods. The most significant shift in social housing is toward public-private partnerships, mixed-use development projects, sustainable architecture, and new forms of living. After many years of standard dwellings, some European countries began to experience a new era in social housing design. The research examined social housing from a new perspective to understand its aspects and interrelationships. In this sense, the research provided a holistic and transdisciplinary model based on planning, design, construction, social interaction, policy, and financing strategies. Indeed, the developed set of criteria for housing quality and affordability and the proposed integrated social housing model make it possible to redevelop social housing sustainability. This integrated social housing model can help designers, decision-makers, and university authorities better understand the relationship between housing quality and affordability to create sustainable social housing developments. It also provides opportunites. Further studies toward developing a more comprehensive and in-depth knowledge base are possible by adding new indicators to have a more detailed examination of sustainable social housing. Also, the study's findings are significant in transferring aspects to other contexts.
-
ÖgeAkıllı çok ölçütlü yasal takip avukatlık ofisi performans yönetimi sistemi(Fen Bilimleri Enstitüsü , 2020-06) Uruç, Erdinç ; Onar, Sezi Çevik ; 642735 ; Endüstri Mühendisliği Anabilim DalıYapılan tez kapsamında, zamanında ödenmeyen borçlar için firmaların birlikte çalıştığı yasal takip süreçlerini yürüten avukatlık ofislerinin performanslarının ölçülmesi için bir model geliştirilmiştir. Model geliştirilirken analitik hiyerarşi süreci ve bulanık analitik hiyerarşi temel alınarak iki farklı yöntem ile hesaplama yapılmıştır. Hesaplamaları yapmak üzere Java dili kullanılarak bir yazılım uygulaması geliştirilmiştir. Yazılım uygulaması, hem AHP(Analitik Hiyerarşi Prosesi) hem de BAHP(Bulanık Analitik Hiyerarşi Prosesi) için firmaların performanslarını hesaplamakta ve hesaplama sonucunda avukatlık ofislerini performans puanına göre sıralamaktadır. Günümüzde ödenmeyen borçların miktarı gün geçtikçe artmaktadır. Firmalar müşterilerine ürün ve hizmetlerini sunmakta ancak her zaman bunların karşılığında ödemelerini zamanında alamamaktadır. Bu durum firmaların nakit akışlarını, cirolarını, kredi puanlarını ve hatta marka değerlerini ciddi anlamda etkilemektedir. Bu nedenle firmalar ödenmeyen borçların tahsilatı konusuna büyük önem vermektedirler.
-
ÖgeAkıllı hareketlilik ve engelsiz erişimde yön bulma teknolojileri: Bir veri modeli önerisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-17) Akdemir, Çiğdem ; Ayataç, Hatice ; 519171007 ; Kentsel TasarımKentler, pek çok farklı dinamik tarafından şekillenen ve sürekli değişim geçiren yaşam alanlarıdır. Sanayi devrimi ile başlayan kentleşme sürecinde, kentlerin ve kentlilerin çeşitli sorunlarla başa çıkmak için yöntemler geliştirdiği bir gerçektir. Her kent, kendi potansiyelleri ve ihtiyaçları çerçevesinde ele alınarak, daha yaşanabilir ve sürdürülebilir alanlar yaratmayı hedeflemektedir. 20. yüzyıldan itibaren bilimde yaşanan hızlı gelişmelerle, teknik ve teknolojik çözüm önerileri kentsel yaşama da adapte edilmeye başlanmıştır. Kentlerin mevcut kaynaklarının ve altyapısının en verimli şekilde kullanılması, kentteki sorunlara hızlı ve yerinde müdahalelerin yapılması, tüm bu çözümler için de teknolojinin entegre edilmesini baz alan "akıllı kent" anlayışı da 21. yüzyılın temel akımlarından biri haline gelmiştir. Akıllı kent kavramı konusunda farklı tanımlar bulunsa da, kısaca, vatandaşı odağına alan ve kentteki problemlere karşı teknolojiyi kullanarak çözümler üreten, kentte verimliliği arttıran bir anlayış olarak özetlenebilir. Akıllı kenti meydana getiren bileşenleri, kentsel problemler için farklı kollardan çözümler üretmektedir. Akıllı devlet, akıllı ekonomi, akıllı yaşam, akıllı çevre, akıllı vatandaş gibi bileşenleri olan anlayışta, akıllı hareketlilik ve akıllı ulaşım konusu da üzerinde çalışılan önemli konulardan bir tanesidir. Akıllı hareketlilik(mobilite) kavramı, ulaşım ve erişilebilirlik üzerine kurgulanan, bilgi ve iletişim teknolojileri ile desteklenen bir sistemi içerir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren temel vatandaşlık hakkı olarak görülmeye başlanan erişilebilirlik kavramı da, kentteki kullanım alanları ve hizmetlere erişim ile elektronik hizmetler dahil olmak üzere bilgi ve iletişim teknolojilerine erişimi kapsamaktadır. Erişilebilirlik kavramı, bireylerin topluma tam ve eşit katılımının sağlanması için bir ön koşul olmakla birlikte, dezavantajlı grupların karşılaştığı erişim sorunlarının giderilmesi yönünde çalışmalarla tanımlanır. Hem dünyada hem de ülkemizde kanun ve yönetmeliklerce tanımlanan erişilebilirlik, binaların, açık alanların, bilgi ve iletişim teknolojilerinin ve diğer kentsel hizmetlerin engelli bireyler tarafından güvenli ve verimli şekilde kullanılmasını kapsar. Yine de günümüzde kentin ve kentteki binaların, altyapının yetersiz olması, erişilebilirlik standartlarına uygun üretilmemesi, tasarım yapılırken yalnızca sağlıklı bireylerin düşünülmesi gibi sebeplerden ötürü, erişilebilirliğin sağlanması adına engeller oldukça fazladır. Bireylerin çevre ve bilgi ile bütünleşmesini kapsayan bir süreç olan yön bulma (wayfinding), bu çalışma kapsamında, akıllı hareketlilik ve engelsiz erişimin sağlanmasında bir araç olarak ele alınmıştır. Çünkü, yön bulma sistemleri, kentlerde daha erişilebilir yaşam alanları oluşturmayı, kişiselleştirilmiş rotaları kullanıcıların tercihlerine göre kategorize ederek kullanıcıya aktarmayı hedefler. Ayrıca yön bulma sistemleri kullanıcıların deneyimlerini de sisteme dahil eder ve bireylerin bağımsız ve güvenli seyahat deneyimi yaşamalarını sağlar. Yön bulma sistemleri, insanların kolayca erişebileceği mobil uygulamalar üzerinden deneyimlenebildiği için, kullanıcılar için daha aktif ve kolay bir çözüm sağlar. Hareketlilik veritabanını ve yönlendirme algoritmalarını içeren yön bulma sistemleri, akıllı kent altyapısı ile kolaylıkla entegre edilebilir. Sürekli güncellenen ve kullanıcı deneyimleri ile desteklenen akıllı kent teknolojileri, yön bulma için veri altyapısını ve teknolojik yenilikleri beraberinde getirir. Bilgi ve iletişim teknolojileri, akıllı hareketlilik ve yön bulma teknolojilerinin, engelsiz erişimin ve erişilebilirliğin sağlanması, kentsel problemler için de bir takım çözümler getirmesi söz konusudur. Kentin kullanıcılarına kesintisiz, güvenli ve konforlu bir erişim deneyimini yaşatmak adına, öncelikle ülkemizin ve kentlerimizin eksikliklerinin belirlenmesi gerekmektedir. Dünya çapında yapılan başarılı örneklerin incelenerek, hareketlilik ve erişilebilirlik çözümlerinin irdelenmesi ve bu bağlamda ilgili veri setlerinin ortaya koyulması, bu tez çalışmasının altlığını oluşturmaktadır. Ülkemizin akıllı kent konusundaki çalışmalarını incelemek, mevcut çalışmaların yeterlilik düzeyini anlayabilmek ve mevcut çalışmalara bağlı olarak potansiyel ve kısıtları belirlemektir. İstanbul gibi bir metropolde yaşayan bir kentli olarak, kentte erişilebilirliğin arttırılması amacı ile bu tez çalışması hazırlanmıştır.
-
ÖgeAn alternative approach to accident analysis and prevention: Road safety audit(Institute of Science And Technology, 2020) Yücel, Hassanburak ; Atahan, Ali Osman ; 633553 ; Ulaştırma Mühendisliği Bilim DalıOne of the most common studies in the world within the scope of road safety is the Road Safety Audit. The Road Safety Audit, which was carried out for the first time in England, has been carried out in many countries for more than thirty years. Road Safety Audit basically follows the steps of auditing a road section, determining safety problems, and taking necessary measures. In the Road Safety Audit, analyzes are carried out in the field with the help of various checklists, and the problematic points are tried to be determined. The main topics in the checklists are; general topics, intersections, interchanges, alignment, and cross-section. In addition, road users and road surface issues are also evaluated. Within the scope of this thesis, the accidents that occurred in Ankara between 2016-2019 were examined with the aid of the Geographical Information Systems supported by the Kernel Density method. As a result of the analysis, the Road Safety Audit was carried out for Atatürk Boulevard, where most accidents occurred. In Road Safety Audit; general issues, intersections, interchanges, alignment, cross-section, road user and road surface were inspected. As a result of the analyzes, it was determined that Atatürk Boulevard, which was built approximately 100 years ago, is the busiest region of the city and could not meet the traffic demand. In addition, the difference between the design speed and the average speed of the drivers has been found to cause safety problems. Besides, it is determined that advertisement signs are frequent because of being the busiest region of the city and this restricts the view distance. Moreover, some deformations on the road surface have been observed to cause safety problems. Furthermore, it has been determined that the design contains safety problems for disabled individuals and bicycle users. As a result, it was determined that Atatürk Boulevard could not meet the traffic density of today, but with the measures taken, there would be a decrease in the number of accidents.
-
ÖgeAn intelligent overtaking assistant for autonomous racing cars( 2020-07) Armağan, Ersin ; Kumbasar, Tufan ; Department of Control and Automation EngineeringNowadays, advanced driver assistance systems are becoming more popular since they are being used more and more in commercial vehicles. Interest in advanced driver assistance systems is growing because they prevent car accidents and improve driving comfort. As a solution, computational/artificial intelligence applications have been employed in the literature to design advanced driver assistance systems. Control systems such as PID controllers, fuzzy logic based controllers are also widely used for advanced driver assistance systems. Recently, the usage of fuzzy logic based control systems in the control of advanced driver assistance systems and autonomous driving systems has also increased significantly. Fuzzy logic based systems are preferred in many research areas because it is capable to imitate expert behavior even in complex systems. For example, fuzzy logic based control systems are effectively implemented especially decision-making applications, system modeling and control applications.
-
ÖgeAnkara-İstanbul arası yüksek hızlı demiryolunun sağladığı enerji tasarrufu ve maliyetlerin diğer türler ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Kutlu, Onur ; Öztürk, Zübeyde ; 627588 ; İnşaat Mühendisliği Anabilim DalıGelişen teknoloji ve ekonomik imkanlar ile küreselleşen dünyada, artan nüfusla beraber hareketlilik de artmaktadır. Bu nüfus artışı ve hareketlilik ile enerji tüketimi de artmakta ve doğal kaynaklar artık yeterli gelmemeye başlamaktadır. Artan hareketliliği karşılayabilmek için ulaştırma sistemleri yapılmakta ve geliştirilmektedir. Ancak ulaşım faaliyetleri enerji tüketimini de beraberinde getirmektedir. Hem çevre hem de ekonomik boyutuyla ele alındığında, ulaştırma faaliyetleri, enerji tüketimi bakımından öne çıkan ve en fazla enerji tüketimi gerçekleştirilen sektörlerin başında gelmektedir. İnşaat, bakım ve onarım maliyetlerinin yanında dışsal maliyetleri ve özellikle enerji tüketim maliyetleri önemle üstünde durulması gereken konulardan biridir. Bu bakımdan günümüzde, yüksek hızlı trenler elektrik enerjisi tüketimiyle daha çevreci ve ekonomik ulaşım sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, hızlı, güvenli, dakik ve konforlu bir seyahat imkanı sağlayan yüksek hızlı trenler gün geçtikçe yolcu taşımacılığında önemli bir paya sahip olmaktadır. Daha fazla yolcuyu daha kısa sürede daha az enerji tüketerek taşıyan yüksek hızlı trenler bu sayede; zaman maliyetlerini, fosil yakıt tüketimlerini ve enerji maliyetlerini düşürmektedir. Bu çalışmada, Ankara-İstanbul arası yolcu taşımacılığında, yolculuk dağılımlarının farklı durumları için oluşabilecek enerji tüketimleri ve maliyetleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Özellikle 2014 senesinde yüksek hızlı trenin işletime girmesiyle beraber farklı ulaştırma türleri arasındaki rekabet artmış ve yolcu tercihlerini önemli ölçüde etkilemiştir.
-
ÖgeArchitectural retrofit of educational buildings towards nearly zero energy and cost optimal levels considering the life cycle and occupant comfort(Institute of Science and Technology, 2020) Ferdos Moazzen, Nazanin ; Tanaçan, Leyla ; Mimarlık Anabilim DalıThe thesis research is going to be one of the pioneer studies about school buildings' environmental impacts during their life cycle in Turkey and provide a basis for further analysis and studies. The study will be a base for further research. According to research conducted all over the world, it is known that the current fossil energy resources will be inadequate to meet energy demand in the next decades and that the share of buildings in total energy consumption is very high. The main aim of the thesis study is to focus on the Life Cycle Energy Consumption (LCEC) and the Life Cycle Cost (LCC) efficiency of educational buildings in different climatic regions of Turkey, considering the comfort conditions. Analyses on LCEC and LCC efficiency of a project was conducted in order to generate a reference model, which can represent large-scale educational projects in different climate of Turkey.
-
ÖgeAutomated lane change decision making for autonomous vehicles using machine learning techniques(Graduate School Of Science Engineering And Technology, 2020) Nasırı, Mehdi ; Günel Öke, Gülay ; 638083 ; Department of Control and Automation EngineeringAutonomous cars play a significant role in the future of transportation. Due to the progress in Artificial Intelligence, it is anticipated that future smart cars and trucks will be driverless, accident avoiding, and efficient. They eliminate human driving errors and supply safe travel by reducing reaction time lag and safe lane change. To reach these goals, automakers have invested in the research areas regarding the current challenges to reach the expected results. Following the recent advancement in machine-learning algorithms, it is expected that driver-less cars will appear in the market within the next two decades. Self-driving cars received considerable attention during the past ten years. The concurrency of this attention with the rise of deep learning and deep reinforcement learning algorithms is not a coincidence. Deep learning algorithms found their path into the autonomous vehicle applications first by applying convolutional neural networks (CNN) to image classifications. The obtained promising results have motivated researchers in the area of the autonomous vehicles to utilize deep neural networks in the perception layer of the advanced driver-assistance systems (ADAS). The perception layer in ADAS is responsible for detecting and classifying actors surrounding the ego vehicle, e.g., cars, pedestrians, and cyclists. After creating a bird-eye-view (BEV) mapping of the environment, the sensor fusion layer identifies and tracks the other actors in the scene. Then, a decision-making algorithm produces high-level actions - e.g., ChangeLane, Accelerate, or Stop - to minimize a pre-defined cost function, usually to avoid collisions and achieve a goal location as soon as possible. Trivially, after producing optimal high-level actions, lower-level controllers generate the desired throttle and steering angle to follow the given commands. This thesis investigates autonomous lane-change by utilizing different methods such as Q-table, reinforcement learning, and neural network. The autonomous lane change is one of the crucial parts of ADAS's decision-making center, especially while driving on highways. Currently, the autonomous vehicles, that actively drive in cities cannot perform safe and reliable lane changes without relying on the human driver. Most of the companies utilize the Finite State Machine approaches to generate heuristic decisions based on the driving situation. However, these techniques may not generalize enough to capture different driving situations affected by the environment, road, and traffic conditions. Recently, Reinforcement Learning algorithms have shown promising results in producing discrete actions by observing discrete and continuous environments. Thus, we have decided to apply these algorithms to tactical decision making in highway driving tasks for self-driving cars. To this end, we have simulated the grid-world of the car on PyGame environment with four number of lanes and three different actions such as turning left, turning right, and stay on the lane. Finally, we compared the results of different methods and came up with different future work scenarios to see the feasible impact.
-
ÖgeBir Başkentin Morfolojik Değişimi: Ankara Örneği(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Günay Boz, Melike ; Kubat, Ayşe Sema ; 630679 ; Kentsel Tasarım Ana Bilim DalıDünyadaki pek çok ülke başkentleriyle bilinmektedir. Başkentler, yaşanılan tarihsel süreçlere, kenti yönlendiren stratejik kararlara ve zamanla değişen koşullara yakından tanık olan ana kahramanlardır. Kentler gelişip büyürken morfolojik yapıları da değişmektedir. Kentlerin oluşumunda etkin role sahip olan planlama ve tasarım kararları da bu değişimlerden etkilenmektedir. Sözü geçen değişim sürecinin başkentleri özel kılan morfolojik karakterleri üzerinde önemli ölçüde farklılıkları ortaya çıkaracağı düşüncesi çalışmanın temel problemini oluşturmaktadır. Çalışmanın amacı, bir başkentin zamanla değişimi ve gelişiminin morfolojik olarak analiz edilmesidir. Bu noktada araştırılan başlıca soru, bir başkenti diğer şehirlerden farklı kılan planlama kararları ve mekânsal özellikleri tespit etmek yönünde olmuştur. Bu sorunun tespitine yönelik olarak, kentsel değişime etki eden politikalar, ekonomik ve kültürel süreçler başkent kavramı özelinde araştırılmaktadır. Türkiye'nin başkenti Ankara da tarihsel gelişimi boyunca birçok planlama ve tasarım kararından etkilenmiş ve bu etkiler kentin özgün karakterini oluşturan alanlarda da kendini göstermiştir. Çalışma kapsamında, Ankara'yı başkent yapan özgün mekânsal ve karakteristik alanlar morfolojik olarak araştırılmış; bu alanları çevreleyen süreçler ve etmenler analiz edilmiştir. Çalışmanın yöntem kurgusu, iki farklı morfolojik yöntem ile başkenti tanımlamayı ve kentteki değişimi analiz etmeyi hedeflemektedir. Yöntemin uygulanmasında, Başkent Ankara'ya etki eden tarihsel dönemler ve planlama kararları kent ve bina ölçeğinde çalışılmaktadır. Cumhuriyet dönemi itibariyle Ankara'nın başkent karakterine yön veren önemli tarihsel dönemler ve planlama kararları tarihi haritalar ile incelenmiş ve başkent için özgün anlama sahip olan mekânlar tespit edilmiştir. Ankara'nın kentsel biçimlenişine etki eden tarihsel dönemlerin kent yapısına etkilerinin analizinde matematiksel bir yöntem ile çalışılmış ve Mekân Dizim (Space Syntax) yöntemi kullanılmıştır. Mekân Dizim yöntemi eşliğinde ulaşılan analitik bulgular ile, başkentin tanımlanmasında rol oynayan karakteristik yerlerin/ yapıların/ aksların kentsel ölçekte kanıtlanabilir veriler ile tespiti sağlanmıştır. Gerçekleştirilen analitik bulgularda, Başkent Ankara'nın Cumhuriyet dönemini yansıtan anıtsal nitelikte kent aksının günümüzde de varlığını koruduğu ancak; kentsel potansiyelinin azalarak yerini yeni dönemde gelişen ekonomik ve politik taleplerle birlikte batı aksına bıraktığı sonucuna ulaşılmıştır.
-
ÖgeBetonarme çerçeve sistemlerin kolonlarında bindirmeli boyuna donatı ek yerinin davranışa etkisinin belirlenmesine yönelik deneysel bir çalışma(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Safarli, Murad ; Yüksel, Ercan ; 636932 ; İnşaat Mühendisliği Anabilim DalıYapı mühendisliğinde yapıların özağırlık, haraketli yükler, deprem etkileri gibi farklı tesirler altında yapı elemanlarını oluşturan malzemelerin fiziksel özelliklerinden yaranlanılarak en ekonomik ve yeterli dayanımda tasarımının yapılması amaçlanır. Son zamanlarda teknolojik gelişmelerin ışığıyla daha önceki dönemlerde hesabı zor olan deprem kuvvetlerinin yapı üzerindeki etkilerinin sonuçlarını daha gerçeğe yakın verebilen hesap yöntemleri geliştirile bilmiştir. Bu gelişmeler sonucunda farklı yapısal parametrelerin yapı sistemlerinin deprem performansına etkisi araştırma konuları arasına girmiştir. Bu çalışma kapsamında literatürde eksikliği bulunan "kolon bindirmeli boyuna donatı ek yerinin betonarme yapı sistemlerinin performansına etkisi" konusu kolonlarından birinin boyuna donatıların bindirmeli ek yerinin kolon alt, diğerinin orta 1/3-lük bölgesinde yapıldığı 1:1 ölçekli betonarme çerçeve üzerinde YDMLab-da yöndeğiştiren çevrimsel yüklemeler altında deneye tabi tutulmuş ve akademik alanda kullanılan iki farklı (DC2B ve VecTor5) sayısal analiz programlarıyla modellenerek hesabı yapılmıştır. Tez 4 bölümden ibaret olmaktadır. Tezin birinci bölümünde giriş ve amaç altbaşlıkları verildikten sonra yapılmış olan literatür araştırmasının konuyla yakından ilişkili olduğu düşünülen makaleler hakkında özet bir bilgi verilmiştir. İkinci bölümde deney numunesinin elemanlarının kesit bilgileri, çerçeve çizimleri, deney üretim aşamaları, malzeme deneyleri ve sonuçları, deneyde kullanılan ölçüm aletleri hakkında bilgi verildikten sonra deneyde kullanılmış olan yöndeğiştiren yerdeğiştirme çevrimlerinin protokolünün çıkartılması anlatılmış ve deney verisinin işlenerek sonuçları sunulmuştur. Üçüncü bölümde DC2B ve VecTor5 programları hakkında bilgi, modelleme teknikleri, kesit analizlerinin nasıl yapıldığı ve ilgili simulasyon sonuçlarının deney verilerinden elde edilen sonuçlarla karşılaştırılması yapılmıştır. Dördüncü bölümde ise sonuçlar kısaca özetlenmektedir. Daha önce yapılmış olan araştırmalarda araştırmacıların deneylerde kullandıkları numuneler konsol kolonlar ve ya kiriş elemanlar olmuştur ki bu tür izostatik numuneler tek eğrilikli olarak çalışır. Bu çalışmanın önemli farklılıklarından bir tanesi 1:1 ölçekli betonarme çerçeve numunesi kullanarak bindirmeli donatı eklerinin çift eğrilikli çalışan kolonlarda davranışının öğrenilebilmesidir.
-
ÖgeBetonarme kolonların deprem performansının tekstil donatılı / donatısız cam lifli püskürtme harçla iyileştirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-04) Ateş, Ali Osman ; İlki, Alper ; 501132006 ; Yapı MühendisliğiÜlkemiz ve gelişmekte olan ülkelerdeki mevcut yapı stokunu oluşturan yapıların büyük bir kısmı deprem esnasında arzu edilen sünek davranışı göstermekten oldukça uzaktır. Bu yapılar depreme dayanıklı yapı tasarımı açısından modern yönetmeliklerde verilen kuralları sağlamamakta olup, genellikle inşa edildikleri yıllarda yürürlükte olan yönetmeliklerin öngördüğü koşulları dahi sağlamamaktadır. Bu nedenle, bu yapılar literatürde genellikle standart altı yapı olarak adlandırılmaktadır. Kocaeli (1999), Pakistan Kashmir (2005), Elazığ (2010), Van (2011), Gorkha (2015), İzmir (2020) ve diğer depremler esnasında bu tip yapıların yetersiz deprem davranışı sebebiyle önemli ölçüde yapısal hasar ve buna bağlı olarak can ve mal kayıpları meydana gelmiştir. Betonun dıştan sargılanarak dayanımının ve şekildeğiştirme yapabilme yeteneğinin iyileştirilmesi, güçlendirme için oldukça yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu amaçla genellikle lifli polimer (LP) kompozit malzemeler kullanılmaktadır. LP kompozit malzemelerin birtakım avantajları bulunsa da, uygulama esnasında toksik gaz salınımı, reçinelerin camlaşma geçiş sıcaklığının üzerine çıkıldığında mekanik özelliklerin önemli ölçüde kötüleşmesi, uygulamadan önce yüzey hazırlığı gerektirmesi, ıslak yüzeylerde ve düşük sıcaklıklarda uygulama zorluğu, epoksi reçinelerin yüksek maliyeti gibi dezavantajları da bulunmaktadır. Sayılan bu dezavantajların giderilmesi için açık ızgara geometrisinde dokunmuş karbon, bazalt, cam gibi tekstil donatılar ve çimento esaslı matris malzemelerin bir arada kullanıldığı kompozit malzemeler yapı elemanlarının güçlendirme çalışmalarında ve betonun dıştan sargılanmasında kullanılmaya başlanmıştır. Sunulan bu tez çalışması kapsamında, standart altı yapılarda sıkça rastlanan kolonların tipik özellikleri göz önüne alınarak düşük dayanımlı beton (basınç dayanımı yaklaşık 10 MPa) ve düz yüzeyli boyuna donatı kullanılarak üretilen tam ölçekli kolonların deprem davranışı ve bu kolonların çimento esaslı kompozitlerle potansiyel plastik mafsal bölgelerinde yapılan dıştan sargılama ile güçlendirilmesi incelenmiştir. Tekstil donatılı çimento esaslı kompozit sistemin çekme davranışını iyileştirmek için literatürdeki mevcut çalışmalardan farklı olarak kırpık cam lifler matris malzemede kullanılmış ayrıca yine bir başka yenilik olarak kırpık lifli matris malzemenin yüzeye uygulanmasında püskürtme yöntemi kullanılmıştır. Püskürtme yöntemi ile uygulama hızı önemli ölçüde artmakta ve işçilikte tasarruf sağlanmaktadır. Tez çalışmasının ilk bölümünde, kullanılacak kompozit sistemin çekme ve eğilme etkileri altındaki davranışını analiz etmek için malzeme karakterizasyonu çalışmaları yapılmıştır. Bu amaçla ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren kompozit, ağırlıkça %5 oranında kırpık cam lif içeren kompozit ve ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam life ilaveten içinde bir, iki ve üç kat açık ızgara geometrisinde dokunmuş bazalt tekstil donatı bulunan kompozit konfigürasyonları test edilmiştir. Kompozit içindeki kırpık cam lif miktarının ağırlıkça %3.5'tan %5'e çıkmasıyla çimento esaslı kompozit içindeki boşlukların artması sebebiyle kompozitin çekme ve eğilme davranışındaki iyileşme sınırlı düzeyde gerçekleşmiştir. Bu durum dikkate alınarak içinde bazalt tekstil donatı bulunan konfigürasyonlar için matris malzeme olarak ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren harç tercih edilmiştir. Yapılmış olan eksenel çekme deneylerinde; bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlarda bazalt tekstil donatı kat adedi arttıkça çekme dayanımı ve nihai çekme şekildeğiştirmesi değerleri gibi davranış özelliklerinin iyileştiği belirlenmiştir. Çekme deneylerine paralel gerçekleştirilen dört noktalı eğilme deneylerinde de, ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren harç içine yerleştirilen bazalt tekstil donatı bir kattan iki kata yükseldiğinde eğilme gerilmesi ve deformasyon kapasitesinin iyileştiği görülmüştür. Ancak çekme deneylerinde açıkça gözlenen iki ve üç kat bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlar arasındaki iyileşme farkı eğilme deneylerinde ortaya çıkmamıştır. Tekstil donatının (iki veya üç kat) nispeten sınırlı bir kalınlık (25 mm) içine katmanlar arasında eşit mesafe olacak şekilde yerleştirilmesi ile eğilme deneyleri esnasında çekme bölgesinde yer alan ve çekmeye çalışan bazalt tekstil donatı katmanı adedinin anlamlı ölçüde değişmemesi ve bazalt tekstil donatının kompozitin basınç dayanımına etkisinin olmaması bu durumda etkili olmuştur. Tez kapsamında yürütülen araştırmanın bir sonraki aşamasında bazalt tekstil donatılı/donatısız kırpık cam lifli püskürtme harç ile düşük dayanımlı beton numunelerin dıştan sargılanarak güçlendirilmesi incelenmiştir. Bunun için tam ölçekli kesit geometrisinde (çapı 200 mm olan daire, kenar boyutu 200 mm olan kare ve 200 × 300 mm, 200 × 400 mm ve 200 × 600 mm kenar boyutlarında dikdörtgen) 500 mm boyunda toplam 31 adet numune üretilmiştir. Referans ve güçlendirilmiş numuneler monotonik basınç yüklemesi altında test edilmiştir. Tüm kesit tiplerinde ve güçlendirme konfigürasyonlarında (bazalt tekstil donatılı veya donatısız) güçlendirme sonrasında numunelerin basınç dayanımında artış sağlanmıştır. Basınç dayanımındaki artış miktarı daire kesitli numunelerde ve üç kat bazalt tekstil donatının kullanıldığı güçlendirme konfigürasyonunda maksimum olup dikdörtgen kesitli numunelerde kenarlar arasındaki oran büyüdükçe azalmaktadır. Benzer şekilde, nihai şekildeğiştirme değerlerinde de üç kat bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlar için tüm kesit tiplerinde güçlendirme sonrasında artış tespit edilmiştir. Ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif ve bir kat bazalt tekstil donatı içeren konfigürasyonlar için kenar oranı iki ve üç olan dikdörtgen kesitli numunelerde nihai şekildeğiştirme değerinde belirli bir artış sağlanamamıştır. İçinde bazalt tekstil donatı bulunmayan, sadece ağırlıkça %3.5 oranında kırpık cam lif içeren kompozit ile yapılan dıştan sargılama sonucunda ise kare ve kenar oranları 1.5, 2 ve 3 olan dikdörtgen kesitlerde nihai şekildeğiştirme referans numunelerden daha küçük kalmıştır. Bu bağlamda, güçlendirme sonrasında betonda nihai şekildeğiştirme değerindeki artışın kare ve kenar oranları 1.5, 2 ve 3 olan dikdörtgen kesitlerde bazalt tekstil donatı miktarı ile alakalı olduğu belirtilebilir. Güçlendirme sonrasında numunelerin eksenel rijitlikleri de bir miktar artmıştır. Bu durum benzer sargılama karakteristiğine sahip lifli polimer kompozitler (FRP) kullanılarak yapılan güçlendirmeye göre önemli bir fark olarak görünmektedir. Elde edilmiş olan deneysel sonuçlardan yararlanılarak, güçlendirilmiş numunelerin basınç dayanımı ve nihai şekildeğiştirme değerlerinin tahmin edilmesi için literatürde verilen bir model modifiye edilerek sargı modeli kurulmuş, bu modelin diğer araştırmacılar tarafından yapılan ve benzer yöntem kullanılarak güçlendirilen numunelerin dayanım ve nihai şekildeğiştirme değerlerinin tahminindeki performansı irdelenmiştir. Tez çalışmasının bir sonraki kısmında, düşük dayanımlı beton ve düz yüzeyli boyuna donatı kullanılarak üretilen standart altı referans ve güçlendirilmiş kolonlar (toplamda 16 tam ölçekli kolon) düşey yük ve depremi benzeştiren tersinir tekrarlı yatay yükleme altında test edilmiştir. Tüm kolonlar eğilme kritik olarak tasarlanmıştır. Test parametreleri etriye aralığı (60 mm, 90 mm, 120 mm, 180 mm), etriye kanca boyu (40 mm, 80 mm), etriye kanca açısı (90, 112.5 ve 135 derece) ve güçlendirme etkisidir. Deneyler esnasında uygulanan eksenel yük/kolon eksenel yük kapasitesi oranı yüksek mertebede olup kolon eksenel kapasitesinin (boyuna donatının katkısı dikkate alınmadan) %45'i veya %53'ü kadardır. Etriye aralığı 60 mm olan ve enine donatı detayının (etriye kanca boyu ve kanca açısı) davranışa etkisinin incelendiği güçlendirilmemiş standart altı kolonların yerdeğiştirme sünekliklerinin etriye kanca açısı ve/veya boyundan bağımsız olarak depreme dayanıklı yapı tasarımı açısından yeterli seviyede olduğu görülmüştür (yerdeğiştirme sünekliği etriye aralığı 60 mm olan kolonların hepsinde 5.5 değerine eşit veya daha büyüktür). Bu durum etriye kanca açısı ve/veya kanca boyundan bağımsız olarak, yeterli sıklıktaki etriyelerin eğilme kritik olarak tasarlanmış düşük dayanımlı düz yüzeyli boyuna donatılı bir kolonda benzer sargı etkisi oluşturabildiğini göstermektedir. Diğer yandan, aynı etriye detayına sahip standart altı kolonlarda etriye aralığı arttıkça (etriye oranı azaldıkça) yerdeğiştirme sünekliği önemli ölçüde azalmaktadır. Benzer şekilde standart altı güçlendirilmemiş kolonların birikimli (kümülatif) enerji tüketme yetenekleri de etriye aralığı arttıkça önemli düzeyde azalmaktadır. Tez çalışmasının standart altı kolonların sunulan kompozit sistemle güçlendirilmesinin incelendiği bölümünde, test parametreleri yukarıda verilen kolonların güçlendirilmiş eşdeğerleri düşey yük ve tersinir tekrarlı yatay yükleme altında test edilmiştir. Güçlendirme sonrasında kolonların göçme modu değişmiş, davranış kolon temel birleşiminde oluşan çatlağın açılıp kapanması ile karakterize edilen "rocking" şeklinde gerçekleşmiştir. Güçlendirilmiş ve referans kolonların deney sonuçları karşılaştırıldığında güçlendirme sonrasında kolonların yerdeğiştirme kapasitesinin, enerji tüketme yeteneğinin, yerdeğiştirme sünekliğinin önemli ölçüde arttığı tespit edilmiştir. Etriye aralığı seyrek olan kolonlarda güçlendirme sonrasında davranışta iyileşme nispeten sık etriyeli kolonlara nazaran daha fazla olarak gerçekleşmiştir. Ek olarak; güçlendirilmiş ve referans kolonların düşey yük ve tersinir tekrarlı yatay yükleme altındaki davranışlarını tahmin etmek için yayılı plastisite ve lif yaklaşımının kullanıldığı doğrusal olmayan modelleme stratejileri sunulmuştur. Son olarak; Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (2018), ASCE 41-17 (2017) ve Eurocode 8 (2004) yönetmeliklerinde verilen hasar sınırları deneysel sonuçlar ile karşılaştırılmıştır. Özellikle göçmenin önlenmesi performans düzeyi için ASCE 41-17'de verilen yaklaşımla yapılan hesaplamaların test edilen tipteki kolonlar için güvensiz tarafta kalabildiği, Eurocode 8 ve Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği'nde verilen yaklaşımlar kullanılarak yapılan tahminlerin ise oldukça konzervatif olduğu tespit edilmiştir. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği'nde verilen mevcut yaklaşımın aksine (mevcut yaklaşımda 90 derece kancalı etriyelerin %30'u hesaplamalarda dikkate alınmaktadır) 90 derece kancalı etriyelerin tamamının dikkate alındığı durumda dahi göçmenin önlenmesi performans düzeyi için yapılan tahminlerin güvensiz olmadığı gösterilmiş, bu tip kolonların deprem performanslarının daha gerçekçi olarak değerlendirilmesi için öneriler yapılmıştır.