FBE- İşletme Mühendisliği Lisansüstü Programı - Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Başlık ile FBE- İşletme Mühendisliği Lisansüstü Programı - Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAnalysis of customer lifetime value: Development of alternative models(Institute of Science And Technology, 2011-07-01) Ekinci, Yeliz ; Uray, Nimet ; 507062009 ; Management Engineering ; İşletme MühendisliğiThe general aim of this study is to develop a model to provide a guide to the future marketing decisions of a firm, using predicted customer lifetime values. Developed as such, it can be applied in a specific industry. In this thesis, the banking industry is selected for real life application of the proposed model. The proposed framework for the prediction of customer lifetime value tries to eliminate the limitations and drawbacks of the majority of models encountered in the literature through a simple and industry-specific model which has easily measurable and objective indicators. In addition, this model predicts the potential value of the current customers rather than measuring the current value which is generally used in the majority of previous studies. This study makes a contribution to the literature by helping to make future marketing decisions via Markov Decision Processes for a company that offers several types of products. Another contribution is that the states for Markov Decision Processes are also generated using the predicted customer lifetime values of the customers. Finally, the real world application of the proposed model is another important contribution to the literature because the applicability of the previous studies is often a subject of concern. Therefore, it is thought that the proposed framework and the developed model can guide both practitioners and researchers.
-
ÖgeBankalarda Faiz Riski Yönetimi(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Müstecaplıoğlu, Engin ; Bolak, Mehmet ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringBu çalışmada bankaların faiz riski, Net Faiz Marjı değişimlerinin boyutu ile ölçülmüştür. Bunun için Değişim Katsayısından faydalanılmıştır. Faiz riskinin büyüklüğü Net Faiz Marjı Değişim Katsayısının büyüklüğü ile artmaktadır. Bu çalışmada sadece faiz değişmelerinin yarattığı gelir etkisi ölçülmüştür. İki farklı uygulama yapılmıştır. Birinci uygulama kamu, özel ve yabancı banka grupların Net Faiz Marjlarında meydana gelen dalgalanmalar arasındaki farkın üç aylık ve yıllık dönemler itibarıyla araştırılması ve ikinci uygulama banka büyüklüğü ile Değişim Katsayısı arasında farkın olup olmadığıdır. Uygulamalarda Varyans analizi ve Barlett Testinden faydalanılmıştır. Üç aylık bazda yapılan çalışma kamu, özel ve yabancı bankaların Değişim Katsayıları arasında fark olduğunu göstermektedir. Özel bankaların Net Faiz Marjı dalgalanmalarını, kamu ve yabancı bankalara nazaran daha kontrollü tuttuğu gözlenmektedir. Yıllık bazda yapılan çalışmada ise kamu, özel ve yabancı bankaların Değişim Katsayıları birbirine yaklaşmıştır. Banka grupları arasında önemli bir fark gözükmemektedir. Banka büyüklüğüne göre yapılan sınıflandırmalarda da faiz riskinin boyutunun banka büyüklüğü ile ilgili olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
-
ÖgeBilgi transfer rotalarının ürün tasarım performansına etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2017) İmamoğlu, Okşan ; Gözlü, Sıtkı ; 10183816 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringFirmalar, rekabetçi çevrede varlıklarını sürdürmek için, ürün inovasyonuna giderek artan miktarlarda kaynak aktarmakta, yönetim kademesi bu süreçlere odaklanmaktadır. Ürün geliştirme süresini kısaltma ve yeni ürün yaratma sıklığını arttırma yönündeki baskılar nedeniyle, bu konuya atfedilen yönetimsel ilgi süreklilik arz etmektedir. Birkaç istisna dışında, literatürde genellikle yeni ürün geliştirme projelerinin yönetimi ve organizasyonu konularına yer verilmektedir. Bu konuda geliştirilen alternatif bir bakış açısı, yeni ürün geliştirme projelerinin, daha kapsamlı bir süreç olan sürekli ürün inovasyonunun adımlarından biri olduğunu ileri sürmektedir. Sürekli ürün inovasyonu modelinde ürünler, ürün ailesi kavramında ele alınmakta ve yeni ürün geliştirme projelerinde ürün yaşam çevriminin tüm aşamaları da göz önünde bulundurulmaktadır. Bu çalışmada, firmaların üstün performans göstermek için organizasyonel yetkinliklerden biri olan bilgi transfer rotaları kullanılarak, yeni ürün geliştirmeyle ilgili sahip oldukları kaynaklardan ne şekilde faydalandıkları, kaynak bağımlılığı teorisinden hareketle test edilecektir. Kaynak bağımlılığı teorisi, firmanın kaynak ve yetkinliklerinin, sahip olduğu rekabetçi avantajın temel belirleyicileri olduğunu vurgulayan bir modeldir. Bu çalışmada firmanın yeni ürün geliştirmede kullandığı organizasyonel kaynaklar, bilgi transfer rotaları, bilgi yönetimi davranışları, yeni ürün geliştirme programının performansı ve firma performansı arasındaki ilişki sorgulanacaktır. Yeni ürün geliştirme sürecine dair Türkiye'deki durumun ortaya konması; yeni ürün geliştirme takımının ve üst yönetimin davranışsal özelliklerinin, firmanın yeni ürün geliştirme kapsamında sahip olduğu organizasyonel kaynakların, bilgi transfer rotaları üzerindeki etkilerinin belirlenmesi; bilgi transfer rotalarının, yeni ürün geliştirme programlarının performansını ve dolayısıyla firma performansını nasıl ne yönde etkilediğinin ortaya konmasını sağlaması bakımından; literatürde farklı kaynaklarda yer verilen unsurları bir arada inceleyen ve aralarındaki ilişkileri ortaya koyan bu çalışma, literatüre önemli katkılar sağlayacaktır. Bu amaçlara yönelik olarak, çalışma şöyle yapılandırılacaktır. Öncelikle, yeni ürün kavramı açıklanacaktır. Sürekli ürün inovasyonu süreci tanımlanacak, bu süreçteki bilgi transfer modelinin aşamaları açıklanacaktır. Sürekli İnovasyon ve İyileştirme Yönetimi metodolojisinin unsurları açıklanacak, modeldeki değişkenler tanımlanacaktır. Kaynak bağımlılığı teorisi açıklanacak ve araştırma modeli oluşturulacaktır. Model; organisayonel kaynaklar, bireylerin sergilediği bilgi yönetim davranışları, bilgi transfer rotaları, yeni ürün geliştirme program performansı ve firms performansı arasındaki ilişkiyi ele alan sentez bir modeldir. Modelin kısımları: 1. Organizasyonel kaynaklar, 2. Bireylerin sergilediği bilgi yönetim davranışları, 3. Bilgi transfer rotaları, 4. Yeni ürün geliştirme program performansı, 5. Firma performansı. Model üç kısımdan oluşmaktadır. Modelin ilk kısmı, firmanın yeni ürün geliştirmede yararlandığı organizasyonel kaynakları göstermektedir. Bu çalışmada yer alan temel organizasyonel kaynaklar: 1. İnovasyon kültürü, 2. Üst yönetimin sürece katılımı, 3. Yeni ürün geliştirme çalışmalarına aktarılan kaynaklar, 4. Yeni ürün geliştirme kullanılan rutinleri belirleyen formel süreçler, 5. Yeni ürün geliştirme proje takımı. Modelin ikinci kısmı, organizasyonel yeterliliklere odaklanmıştır. Bu çalışmada, organizasyonel yeterliliklerinden bilgi transfer rotaları alınacaktır. Zira bilgi transfer rotalarının kullanımı, firmaların yeni ürün geliştirme süreci içinde ve faklı yeni ürün geliştirme süreçleri arasındaki bilgi transferleri yoluyla elde edilen bilginin, firma tarafından ürün inovasyonunda kullanılması yeteneği olarak alınmıştır. Modelin son kısmı, yeni ürün geliştirme projelerinin performası ile ilgilidir. Kaynak bazlı yönetim modelinde performans, sahip olunan rekabetçi avantajdır. Bu bileşen finansal performans ölçütleri ve firmanın stratejik pozisyonunda iyileşme gibi kısa dönemli ölçütlerle ölçülmüştür. Modele göre, firmanın sahip olduğu organizasyonel kaynaklar, yeni ürün geliştirme performansını dolayısıyla firma performansını, dolaylı olarak temel yeni ürün geliştirme süreç yeterlilikleri ve rutinleri vasıtasıyla etkilemektedir. Modelle ilgili olarak aşağıda yer alan adımlar izlenmiştir: 1. Kapsamlı bir anket hazırlanmıştır. 2. Üç firmada yeni ürün geliştirme konusunda otorite olan kişilerle anket ön teste tabi tutulmuş ve ankete son şekli verilmiştir. 3. Örneklemde yer alan firmalar, İstanbul Sanayi Odası tarafından sağlanan 2011 yılı Türkiye'nin ilk 1000 firması listesinden seçilmiştir. 4. Anketler, yeni ürün geliştirme konusunda otorite olan işletme müdürleri, fabrika müdürleri, Ar-Ge müdürleri ve Ar-Ge yöneticileriyle yapılmıştır. 5. Toplanan veriler istatistiki olarak analiz edilmiştir. a)Firmaya özgü karakteristikleri değerlendirmek için frekanslar kullanılmıştır. b)Faktör analizi yapılmış, faktörler belirlenmiş ve güvenilirlik analizleri gerçekleştirilmiştir. c)Kısmi en küçük kareler yapısal eşitlik modellemesi yapılmıştır. Hipotez testlerinin sonuçlarına ilişkin özet, şu şekilde sunulabilir: • İnovasyon kültürü ile yeni ürün geliştirme sürecinde bilgi transfer rotalarının gözlemlenme sıklığı arasındaki ilişkiye ilişkin, 'firmanın güçlü bir inovasyon kültürüne sahip olması durumunda bilgi transfer rotalarının kullanımı daha etkin sonuçlar doğuracaktır' hipotezi kabul edilmemiştir. • 'Üst yönetimin yeni ürün tasarımı sürecine katılım düzeyi arttıkça, bilgi transfer rotalarının kullanımı daha etkin sonuçlar doğuracaktır' hipotezi kabul edilmemiştir. Üst yönetimin yeni ürün geliştirme projelerinde rol alması fikri kabul görmüştür, ancak bu katılımın ne ölçüde olacağı sorgulanmaktadır. Üst yönetimin yeni ürün geliştirme takım faaliyetlerine çok fazla müdahale etmesinin, performansı negatif yönde etkileyeceği ortaya konmuştur. • 'Yeni ürün geliştirme sürecine sağlanan kaynak arttıkça, bilgi transfer rotalarının kullanımı daha etkin sonuçlar doğuracaktır' hipotezi kabul edilmemiştir. • 'Yeni ürün geliştirme sürecinin formellik düzeyi arttıkça, bilgi transfer rotalarının kullanımı daha etkin sonuçlar doğuracaktır' hipotezi kabul edilmemiştir. Süreç formelliğinin çok üst düzeyde olması, performansı negatif yönde etkileyecektir. Sürecin esneklikten uzak bir yapıda olması, hayli inovatif, yüksek riskli projelerin reddedilmesi ya da yanlış yönetilmesi, daha az inovatif olanlarınsa gereksiz bürokrasiye maruz bırakılması ve etkin olmamasına neden olacaktır. • 'Çapraz fonksiyonlu yeni ürün geliştirme takımlarının bir arada çalışması durumunda, bilgi transfer rotalarının kullanımı daha etkin sonuçlar doğuracaktır' hipotezi kabul edilmemiştir. • 'Bireylerin sergilediği bilgi yönetim davranışlarının kullanım sıklığı arttıkça, bilgi transfer rotalarının yeni ürün geliştirme süreçlerinde kullanım sıklığı artacaktır' hipotezi, yüksek bir anlamlılık düzeyinde kabul edilmiştir (p<0,01). • 'Yeni ürün geliştirme projelerinde bilgi transfer rotalarının kullanım sıklığı artttıkça, yeni ürün geliştirme programının performansı artacaktır' hipotezi kabul edilmemiştir. Anket çalışması öncesi cevaplayıcılar, bilgi transfer rotalarına ilişkin ayrıntılı şekilde bilgilendirilmişlerdir. Ancak ifadelerin net olarak kavranamaması, ifadelerin yanlış değerlendirilmesine neden olmuş olabilir. • 'Yeni ürün geliştirme program performansı arttıkça, firma performansı da artacaktır' hipotezi, yüksek bir anlamlılık düzeyinde kabul edilmiştir (p<0,01). Bu çalışma, bilgi transfer rotalarının ürün tasarım performansı üzerindeki etkisini araştıran öncü bir çalışmadır. Bu çalışmada, yeni ürün geliştirmeden sorumlu yöneticiler ve konuyla ilgili akademisyenler için önemli olabilecek yorumlar sunulmaktadır.
-
ÖgeBilişim Alanında Proje Esaslı Çalışan Firmalarda Ürün Geliştirme Süreçlerindeki Bozucu Etmenlerin Modellenmesi Ve Etkilerinin Belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2012-03-28) Sökmen, Nermin ; Gözlü, Sıtkı ; 426022 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringEtkin bir ürün geliştirme süreç modelinin oluşturulabilmesi için süreci olumsuz yönde etkileyen tüm unsurların etki düzeyleriyle birlikte tanımlanmış olması gerekir. Bu doktora tezi, bilişim alanında ürün geliştiren organizasyonların ürün geliştirme yaşam döngüsü boyunca karşı karşıya kaldıkları sıkıntıları inceler; bu sıkıntıların neden olduğu takvim ve iş gücü sapmalarını ortaya çıkararak en uygun süreç performans modellerini oluşturur. Bu çalışmada ürün geliştirme süreç performansı, süre sapma miktarı, sapma oranı, iş gücü sapma miktarı ve iş gücü sapma oranıyla ölçülür. Ürün geliştirme yaşam döngüsünde süre sapmalarına neden olan tüm etmenler proje genelindeki sapma değerleriyle birlikte değerlendirilir. Yine bu etmenlerin üzerinde etkili olan diğer unsurlar belirlenir. İstatistiksel yöntemlerle ve karar ağaçları gibi veri madenciliği yöntemleriyle süre sapmasını etkileyen tüm etmenler tanımlanır. Ürün geliştirme sürecinde iş gücü sapmasına neden olan etmenler ise istatistiksel yöntemler kullanılarak ortaya çıkarılır. Bu çalışmada ürün geliştirme süreci üzerinde etkili olan etmenler iki sınıf altında toplanır. Ürün geliştirme sürecini doğrudan etkileyen etmenler, proje süresinde belirli bir gecikme yaratabilen ve gecikme miktarları bir şekilde proje ekibinden ya da proje planından elde edilebilen etmenlerdir. Süreci dolaylı bir şekilde etkileyen etmenlerin yarattığı etki doğrudan proje planlarından ya da proje ekibinden elde edilemez. Bu etmenlerin etkileri istatistiksel yöntemlerle ortaya çıkarılır. Yedi temel etmen sınıfı ürün geliştirme sürecini doğrudan etkiler. Mevcut gereksinimlerin anlaşılamaması, yeni gelen gereksinimler, genel teknik problemler, müşteri kaynaklı problemler, insan kaynaklarının temininden ve süreksizliğinden kaynaklanan problemler, satın alma problemleri ve alt yükleniciler ya da proje ortaklarından gelen problemler proje genelinde takvim gecikmelerine neden olur. Ürün geliştirme sürecini dolaylı bir şekilde etkileyen unsurlar ise on başlık altında incelenir. Geliştirilen ürünün araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) düzeyi, yenilik yönü, ürün gereksinimlerinin tanımlı olma durumu, müşteri katılımı (desteği), proje ön hazırlık çalışmaları, yeniden kullanım, referans alınan ürünler, proje yöneticisinin yetkinlik düzeyleri, ekip elemanlarının yetkinlik düzeyleri ve ekip içi koordinasyon ve eğitim etmenleri ürün geliştirme sürecini ve yedi temel etmen sınıfını etkileyen önemli unsurlardır. 75 adet biten proje üzerinde gerçekleştirilen çalışmalarda bu bozucu etmenlerin proje süresini nasıl etkilediği ortaya çıkarılmıştır. Çalışmalarda geciken projelerin hangi etmenler nedeniyle geciktiği, bu etmenlerin proje süresini ne kadar uzattığı sorgulanmıştır. Bu çalışmada ürün geliştirme sürecini doğrudan veya dolaylı bir şekilde etkileyen etmenlerle ilgili önsavlar oluşturulmuş, bu etmenlerin geliştirme süreci üzerindeki etkileri önsav sınamalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Önsav sınamalarında Pearson, Kendall s tau_b, Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U yöntemleri kullanılmıştır. Bu çalışmada temel bozucu etmenler ile dolaylı etmenlerin bağımsız değişken olarak kullanıldığı beş adet regresyon modeli geliştirilmiştir. İlk regresyon modeli gereksinimlerin anlaşılamaması, genel teknik problemler, yeni gelen gereksinimler, insan kaynakları ve satın alma sıkıntıları nedeniyle oluşan sapma miktarları üzerinden toplam süre sapma miktarını tahmin eder. Modeldeki süre sapma miktarlarındaki değişkenlik, bu beş bozucu etmeninin sapma miktarları tarafından %89.5 oranında açıklanır. İkinci regresyon modeli gereksinimlerin anlaşılamaması, yeni gelen gereksinimler, genel teknik problemler, satın alma sıkıntıları ve müşteri kaynaklı sıkıntılar üzerinden toplam süre sapma oranlarını tahmin eder. Süre sapma oranlarındaki değişkenlik, bu beş bozucu etmeninin sapma oranları tarafından %90.5 oranında açıklanır. Üçüncü regresyon modeli, referans yapıların kullanılma durumunu gölge değişken olarak kullanır. Burada yeni gelen gereksinimlerin, genel teknik problemlerin ve müşterilerin neden olduğu sapmalar bağımsız değişken olarak kullanılır. Bu üç bozucu etmen modeldeki süre sapma oranlarındaki değişkenliğin %76.7’sini açıklar. Dördüncü regresyon modelinde proje yöneticisinin yönetim tecrübesi gölge değişken olarak seçilmiştir. Bu denklem gereksinimlerin anlaşılamaması, yeni gelen gereksinimler, genel teknik problemler ve müşteri problemleri etmenlerini bağımsız değişken olarak kullanır. Süre sapmalarındaki değişkenlik, bu dört bozucu etmeninin sapma değerleri tarafından %91.6 oranında açıklanır. Beşinci regresyon modelinde proje ön hazırlık çalışmaları gölge değişken olarak kullanılır. Oluşturulan regresyon modelinde yeni gelen gereksinimler, genel teknik problemler, müşteri problemleri ve proje ekibinin alan uzmanlığı etmenleri bağımsız değişken olarak seçilmiştir. Bağımlı değişkendeki değişiklik bu üç bozucu etmenin sapma oranları ve ekibin alan uzmanlığı tarafından %79.8 oranında açıklanır. Çalışmanın son bölümünde karar ağaçları tekniklerinden biri olan otomatik ki-kare etkileşim belirleme analizi (CHAID-Chi-squared Automatic Interaction Detection) yöntemi kullanılmış ve projelerdeki süre sapma oranlarını etkileyen etmen sınıfları ortaya çıkarılmıştır. Karar ağaçları üç adımda oluşturulmuştur. İlk olarak süre sapma oranları bağımlı değişken, temel etmen sapmaları ve dolaylı etmenler ise bağımsız değişken olarak seçilmiştir. Bu kapsamda iki karar modeli geliştirilmiştir. İlk model gereksinimlerin anlaşılamaması etmenini ilk ayrışma noktasına yerleştirir. Bu model proje öncesinde ön hazırlık yapılma durumunu, ürünün yenilik düzeylerini, genel teknik sıkıntılara ve sapmalara göre toplam süre sapma oranlarının bir kestirimini verir. Gereksinimlerin anlaşılamaması nedeniyle geciken projelerde sapma oranları oldukça yüksektir. Burada proje öncesinde yürütülen çalışmalar ve ürünün yenilik özelliği ön plana çıkar. İkinci modelde ilk ayrışma noktası, yeni gelen gereksinimlerdir. Bu model yeni gelen gereksinimlerin kabul edilme durumunda proje performansının nasıl etkileneceğini ortaya koyar. Daha sonra temel etmen sapmaları bağımlı değişken, süreci dolaylı bir şekilde etkileyen etmen sınıfları bağımsız değişken olarak seçilir. Bu kapsamda beş karar modeli geliştirilir. Çalışmanın üçüncü ve dördüncü modelleri, ürün gereksinimlerinin anlaşılamaması nedeniyle oluşan süre sapmalarını hedef değişken olarak seçer. Üçüncü karar modelinde ilk ayrıştırma noktası işlevsel gereksinimlerin tanımlanma düzeyidir. Bu oldukça basit bir karar ağacı modelidir. Dördüncü modelin ilk ayrıştırma noktası ise proje ön hazırlık çalışmalarıdır. Proje ön hazırlık çalışmalarını yürütmeyen projelerde gereksinim kaynaklı süre sapma oranları oldukça yüksektir. Bu modelde proje yöneticisinin alan uzmanlığı ve referans alınan yapılar ön plana çıkar. Beşinci modelin hedef değişkeni genel teknik problemlerden kaynaklanan süre sapma oranlarıdır. Tasarım gereksinimlerin tanımlanma düzeyi bu modelin ilk ayrıştırma noktasıdır. Bu modelde tasarım gereksinimlerinin tam ve doğru bir şekilde tanımlanması oldukça önemlidir. Tasarım gereksinimlerinin yeterli olmadığı durumda ekip elemanlarının teknik deneyimi ve becerisi ön plana çıkar. Altıncı modelde yeni gelen gereksinimlerden kaynaklanan süre sapma oranları hedef değişken olarak seçilmiştir. Model ilk ayrıştırmayı bu gereksinimlerin kabul edilme durumuna göre yapar. Yeni gereksinimlerin kabul edilmesi durumunda geliştirilen ürünün yenilik düzeyi ön plana çıkar. Yedinci modelde satın alma sürecinin neden olduğu sapma durumları hedef değişken olarak seçilir. Bu modelde gecikme olasılığını ürünün Ar-Ge özelliği belirler. Son aşamada süre sapma oranları bağımlı değişken ve süreci dolaylı bir şekilde etkileyen etmen sınıfları ise bağımsız değişken olarak seçilir. Sekizinci ve dokuzuncu modellerde projelerdeki süre sapma oranları ürün gereksinimlerinin tanımlı olma durumuna ve proje yöneticisinin yetkinlik düzeylerine göre incelenir. Proje yöneticisinin yetkinlik düzeyini referans alan model, yönetim tecrübesinin çok iyi olduğu durumlarda yüksek gecikme oranlarına sık rastlanılmadığını gösterir. Bu kategorideki gecikmelerin neredeyse tamamı ürünün yenilik özelliğiyle ilgilidir. Model, ön hazırlık çalışması yapılmayan ve yetkin proje yöneticileri tarafından yönetilmeyen projelerin çoğunda süre sapma oranlarının çok yüksek olduğunu gösterir. Gereksinimlerin tanımlı olma durumunu referans alan model, proje başlangıcında ürün gereksinimlerini tam ve doğru bir şekilde tanımlayan projelerde yüksek süre sapma oranlarına rastlanılmadığını gösterir. Gereksinimlerin tam olduğu durumda müşteriden kuvvetli bir destek gelirse, projelerin tamamı gecikmeye uğramadan ya da çok az bir gecikmeyle tamamlanır. Bu durumun geçerli olmadığı projelerde gecikmenin yüksek miktarda olması kaçınılmazdır. Model, ürün gereksinimlerinin tam olmadığı durumlarda proje yöneticisinin süreç üzerideki etkisini gösterir. Özet olarak, geniş bir literatür taraması sonunda ürün geliştirme sürecinde etkili olan bozucu etmenler ortaya çıkartılmış ve bununla ilgili önsavlar oluşturulmuştur. Elde edilen gerçek proje bilgileri yardımıyla proje performansı üzerinde etkili olan etmenler, istatistiksel yöntemlerle incelenmiştir. Yürütülen tüm sınamaların sonuçları ilişki diyagramlarında özetlenmiştir. Tespit edilen bozucu etmenlerin süreç performansını ne şekilde etkilediği çoklu regresyon ve karar ağaçları yöntemleriyle modellenmiştir. Çoklu regresyon modellerinde temel bozucu etmenlerle birlikte dolaylı etmenler de girdi değişkeni olarak seçilmiştir. Oluşturulan bu modeller girdi değişkenleri üzerinden süre sapma değerlerini tahmin eder. Bu çalışma, bozucu etmenlerin etkilerini oluşma olasılıkları ve sapma değerlerine göre de inceler. Bu incelemelerde karar ağacı yöntemi kullanılmıştır. Karar ağacı mekanizmaları yardımıyla bozucu etmenlerin hangi koşullarda tetiklendiği ve etkilerinin ne olacağı ortaya çıkarılmıştır.
-
ÖgeBilişim teknolojilerinin rekabet üstünlüğüne yönelik etkileri ve Türk işletmelerinde bir araştırma(Fen Bilimleri Enstitüsü, 1997) Çebi, Ferhan ; Ayhan, Toraman ; 66405 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringBilgi ve iletişimin çok önemli boyutlara ulaştığı, toplumların gerek ekonomik gerekse sosyal yaşamları üzerinde derin etkiler ve değişimler yarattığı günümüz dünyasında bu kavramları mükemmel bir biçimde bir araya getiren bilişim teknolojilerinin örgütler için taşıdığı önem de giderek artan boyutlara ulaşmaktadır. Öyle ki bilişim teknolojileri örgütlerin uzun dönemde varlıklarını sürdürebilmeleri için yararlanabilecekleri yegane teknolojiler haline gelmektedir. Bilişim teknolojilerinin üstlendikleri bu görev, örgütlerin sadece işlemsel faaliyetlerini desteklemek değil içinde bulunulan pazarlarda rekabet gücünü geliştirmek ve rakiplerine kıyasla daha üstün performans göstermek üzere kullanılmaları ile ilgilidir. Bunun için de bilişim teknolojilerinin yarattığı potansiyel stratejik fırsatların bilinmesi ve öğrenilmesi gerekmektedir. Bu algılama özellikle, Avrupa'yla bütünleşmeyi amaçladığımız bugünlerin uluslararası alanlarda faaliyet gösteren işletmelerle mücadele edilmesi gereken yoğun rekabet koşullarını hazırladığı göz önüne alındığında, ülkemizdeki örgütler için daha da büyük bir önem kazanmaktadır. Belirtilen gelişmelerden yola çıkılarak hazırlanan bu çalışma, bilgi ve bilişim teknolojileri alanında gerekli altyapıyı tamamlamış gelişmiş ülkelerdeki örgütlerde 1986'lı yılların sonrasında büyük bir ivme kazanmış olan bilişim teknolojilerinin stratejik kullanımı konusunda izlenen yaklaşımları aktarmakta ve ülkemizdeki işletmelerde kullanımını ortaya koymaktadır. Hizmet ve imalat sektörünün çeşitli kriterlere göre belirlenmiş büyük kuruluşları arasından tesadüfi olarak seçilen firmalara soru formlarının posta yoluyla ulaştırıldığı ve 133 soru formunun değerlendirildiği araştırmadan elde edilen sonuçlara göre, Türk işletmelerinde bilişim teknolojilerinin rekabet üzerindeki etkileri hissedilmekte ancak teknolojilerin yarattığı fırsat ve olanaklarla etkin kullanımı arasında bir boşluk olduğu da görülmektedir.
-
ÖgeCross-cultural market segmentation based on culture and consumption related factors(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014) Nacar, Ramazan ; Uray, Nimet ; 363862 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringTüketicilerin, firmaların, hükümetlerin ve ülkelerin giderek artan ekonomik bütünleşmesi ve etkileşimiyle birlikte ülke sınırlarının önemi de giderek azalmıştır. Bu ve benzeri süreçler, pazarları giderek daha da küresel hale gelmeye zorlamaktadır. Ancak bununla birlikte, küreselleşme çağında olmamıza rağmen, küreselleşmeyle ilgili olarak süregelen bir tartışma söz konusudur. Burada tüketicilerin dolayısıyla da tüketici kültürünün küreselleşmekte mi, yerelleşmekte mi, yoksa bu ikisinin bir karması haline mi geldiği konusunda henüz bir fikir birliği bulunmamaktadır. Tartışmalı küreselleşme konusunda bir fikir birliği yok gibi görünse de, her geçen gün dünya giderek daha da küreselleşmektedir. Küreselleşmeyle ilgili olarak ortaya çıkan bu tartışmanın çıkış noktasında ise küreselleşmeyle birlikte her geçen gün birbirine daha çok benzeyen pazarlar bulunmasına rağmen diğer yandan da tüketicilerin tam tersi istikamette her geçen gün birbirinden daha da farklılaştığı görüşü bulunmaktadır. Küreselleşme sürecinin karmaşık ve çelişkili sürecinin bir sonucu olarak, ortaya çıkmakta olan yeni dünya kültürü veya diğer bir ifadeyle küresel tüketici kültürünün yapısını daha iyi anlayabilmek için bu alanda yeni çalışmalar yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Küreselleşme çağında, modern tüketiciler için en zorlu konular tüketim hakkında verilmesi gerekenlerdir. Özellikle küresel tüketim konusunda tüketiciler hem küresel hem de yerel faktörlerin etkisi altında bulunduğundan, küresel tüketim, tüketiciler açısından daha da zorlu olmaktadır. Çoğu zaman tüketiciler hem küresel hem de yerel ürünlere ulaşma fırsatına sahip olup, bunlar arasından tercih yapmaya zorlanmaktadır. Bu nedenle küresel tüketim ve tüketicilerin küresel tüketim eğilimlerini etkileyen ana unsur küreselleşme ve yerelleşme etkilerinin etkileşimidir. Ancak bununla birlikte, söz konusu bu koşullar içinde tüketicilerin küresel ürünleri tercih etme nedenlerinin ve küresel tüketim davranışının açıklanması ve anlaşılması bir gereklilikten öte zorunluluk halini almaktadır. Halbuki, bugüne kadar olan literatürün büyük bir kısmı tüketicilerin küresel ürünleri neden tercih etmediği konusuna odaklanmış ve tüketicilerin küresel ürünleri tercih etme nedenlerine neredeyse hiç değinmemiştir. Bu durum küreselleşme süreciyle birlikte tersine dönmüş ve literatürde yer alan çalışmalar tüketicilerin küresel ve yabancı ürünleri neden tercih etmediklerinden daha çok neden tercih ettiklerini açıklamaya ve anlamaya odaklanmıştır. Bu nedenlerle, bu tezde küresel tüketimi etkileyen faktörler arasında sadece olumsuz faktörler değil, aynı zamanda küresel tüketimi olumlu etkileyen faktörler de çalışma kapsamına dahil edilmiştir. Tüm bunlara ek olarak, geçmiş literatürün baskın bakış açısı olan askeri, politik ve ekonomik görüşler artık günümüz küreselleşme sürecini ve bunun oluşturduğu pazarı yeterince açıklayamamaktadır. Yeni küresel ekonominin karmaşık ve çelişkili ortamını eski ve var olan model ve değişkenlerle açıklamak artık yeterli görülmemektedir. Günümüzde artık kültürel bakış açısı diğerlerine nazaran küresel ekonomiyi ve pazarı daha iyi açıklamaktadır. Bunlara ek olarak, küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni küresel tüketici kültürünü ele alan ve buna odaklanan ölçeklerin, çalışmaların ve modellerin azlığı da küresel tüketici hakkındaki bilgilerimizi sınırlamakta ve küresel tüketiciyi tam olarak anlamamıza imkan tanımamaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı bu tezin amacı söz konusu eksiklikleri gidermek ve literatürdeki boşlukları doldurarak literatüre katkı sağlamaktır. Bu nedenle küresel tüketici kültürüne açık olma ve yerel tüketici kültürünü koruma adlı iki yeni ölçek ortaya atılmış ve psikometrik testleri yapılmıştır. Söz konusu iki ölçeği ortaya atma nedeni ise hem küresel tüketici kültürünü daha iyi açıklayabilecek hem de uluslararası pazar bölümlendirme çalışmalarında iyi bir temel oluşturabilecek ölçekler geliştirmektir. Her iki ölçek de kimlik temelli olma yaklaşımıyla ortaya atılmış olup, hem farklı kültürler hem de farklı ülkelerde eşdeğerliliği yüksek olabilecek ölçekler olarak tasarlanmıştır. Buradaki temel amaç ise kimliğin özellikle tüketime dayalı tüketici kimliğinin kültürler arasında çok az fark göstereceği, küresel tüketici kültüründe daha iyi çalışacağı ve sahip olacağı yüksek eşdeğerlilik ve kültürlerarası değişmezlik özelliğiyle uluslararası pazar bölümlendirmeye çok iyi bir dayanak oluşturacağıdır. Burada kimlik, başta tüketim olmak üzere birçok tüketici davranışının temelinde yer alan asıl etmen olarak değerlendirilmektedir. Küresel tüketici kültürünü daha iyi açıklayacak ve kimlik temelli iki yeni ölçeği geliştirmenin ötesinde bu tez, küreselleşmenin artan rolü karşısında özellikle de uluslararası pazarlarda genişlemeyi amaçlayan firmalara başarılı bir uluslararası pazar bölümlendirmesi yapabilmek amacıyla güçlü bölümlendirme temeli sunmaktadır. Küreselleşmenin güçlü, çelişkili ve karmaşık etkisi nedeniyle uluslararası pazarları her geçen gün daha farklı noktalara taşımakta, farklı pazar bölümlerinin varlığını desteklemekte ve yeni pazar bölümlerinin de ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Artan farklılaşma ortamında da uluslararası pazar bölümlendirmenin önemi giderek daha çok artmaktadır. Ancak bununla birlikte uluslararası pazar bölümlendirme hali hazırda yeterince gelişme gösterememiş, bu alanda yeterince araştırma yapılmamış ve özellikle de tüketici düzeyindeki çalışmalara gereken önem verilmemiştir. Oysaki uluslararası pazar bölümlendirmenin artık ülke düzeyindeki çalışmalardan uzaklaşması ve bir ülkeyi tek bir pazar gibi gören yaklaşımdan tüketicileri öne alan ve tüketicilere odaklanan yaklaşıma geçmesi gerekmektedir. Tüm bunlara ek olarak, özellikle tüketici düzeyindeki uluslararası pazar bölümlendirmesinde de pazar bölümlerinin kararlılığı ve istikrarı öne çıkmaktadır. Bu nedenden dolayı da bu tezde ortaya atılan kimlik temelli iki yeni değişken önemli, istikrarlı/kararlı ve tüketicilerin birçok istek, tutum ve davranışının temelinde yatan değerli temeller olarak uluslararası pazar bölümlendirmeye büyük katkı sağlamaktadır. Tezdeki temel yaklaşım tüketici kimliklerinin tüketici tutum ve davranışlarının altında yatan en öz ve ana dinamiği olmasıdır. Böylelikle, kültür ve tüketimle ilgili yeni ve var olan değişkenler arasındaki etkileşimi anlamak küresel pazarlarda tüketicilerin ürün tercihleri ve tüketimleriyle ilgili değerli ve stratejik kavrayış ve anlayış sağlayacaktır. Ayrıca, tüketici pazarlarının belirli bir modele göre bölümlendirilmesi ve her bir pazar bölümü için tüketici davranışlarının analiz edilmesi küresel pazarda birçok farklılığı içerisinde barındıran tüketicileri daha yakından ve daha iyi anlamamıza katkı sağlayacaktır. Bu tezin amacı tüketicilerin küresel tüketim eğilimlerini anlamak ve bunda etkili olan küresel tüketici kültürüne açık olma, yerel tüketici kültürünü koruma, tüketici kozmopolitliği, dindarlık ve etnik kimlik değişkenleri arasındaki etkileşimi ve bu değişkenlerin tüketicilerin küresel tüketim eğilimi üzerindeki etkisini anlamaktır. Bu amaçla tezde kimlik temelli motivasyona dayanan iki yeni ölçek önerilmiş ve test edilmiş, tezin amacına özgü yukarıdaki değişkenleri bir araya getiren özgün bir model geliştirilmiş ve uluslararası pazar bölümlendirme çalışmalarının pek yapmadığı biçimde, bu modele dayalı olarak küresel pazarı bölümlendirmiştir. Böylelikle, tezin kültürlerarası tüketici davranışı ve uluslararası pazar bölümlendirme literatürüne katkı sağlamayı hedefleyen üç farklı amacı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, kültürel yaklaşıma sahip, kimlik temelli ve çok boyutlu iki yeni ölçeği (küresel tüketici kültürüne açık olma ve yerel tüketici kültürünü koruma) önermek ve geliştirmektir. Tezin ikinci amacı yeni geliştirilen ölçekler ve yukarıda bahsi geçen değişkenlerle birlikte küresel tüketim eğiliminin merkezde olduğu bir modeli geliştirmek ve analiz etmektir; böylelikle küresel tüketim eğiliminin kültür temelli ve yeni bir yaklaşımla açıklanması planlanmıştır. Model aynı zamanda küresel tüketim eğilimi, sosyo-kültürel faktörler, tüketici kimliği ve tutumunu aynı model içerisinde birbirleriyle ilişkilendirmekte ve küresel tüketim eğilimini yeni ortaya çıkan ve gelişmekte olan küresel tüketici kültürü ortamında detaylı olarak açıklamaktadır. Tüm bu amaçlar doğrultusunda, ölçek geliştirme sürecinde yapılan çalışmalardan farklı olarak, tez kapsamında üç farklı saha araştırması yapılmıştır. Bunlarda ikisi Türkiye'de hem öğrenci örneklemiyle hem de öğrenci olmayan/gerçek tüketici örneklemiyle yapılmış, diğer saha araştırması ise Amerika Birleşik Devletleri'nde öğrenci örneklemiyle yapılmıştır. İki farklı ülkeden veriler elde edilerek, ölçek geliştirme sürecinin ve araştırma modeli testlerinin kültürlerarası geçerliliği ve güvenirliliği de analiz edilmiştir. Tezin amacına uygun olarak ilk olarak, önerilen iki yeni ölçek için geleneksel ölçek geliştirme süreci takip edilmiş ve keşifsel faktör analizi, doğrulayıcı faktör analizi, yapısal eşitlik modeli ve diğer güvenilirlik ve geçerlilik testleriyle tüm psikometrik analizler yapılmıştır. Daha sonra araştırma modelinin testleri yapısal eşitlik modeliyle yapılmış ve araştırma hipotezlerine ipucu sağlanmıştır. Araştırma modeli testlerinin ardından ortak yöntem yanlılığı ve ölçüm değişmezliği testleri yapılmıştır. Tüm bu analizlerin ardından araştırma modeline dayalı olarak hem ülke düzeyinde hem de tüketici düzeyinde uluslararası pazar bölümlendirmesi yapılmıştır. Uluslararası pazar bölümlendirmesi K-ortalamaları kümeleme analiziyle yapılmış ve her bir pazar bölümü için araştırma modeli çok gruplu yapısal eşitlik modeliyle test edilmiştir. Daha sonra pazar bölümleri arasında araştırma modelinin karşılaştırması yapılmıştır. Burada tüketici düzeyindeki uluslararası pazar bölümlendirmesi diğer yöntem olan ülke düzeyindeki uluslararası pazar bölümlendirmesine göre daha iyi sonuç vermiştir. Sonrasında tüketici düzeyindeki uluslararası pazar bölümlendirmesi hem ülke içinde hem de ülkeler arasında yapılmış ve elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır. Uygulanan tüm uluslararası pazar bölümlendirme yöntemleri arasında en iyi sonucu tüketici düzeyinde ve ülkeler arası yapılan uluslararası pazar bölümlendirmesi vermiştir. Bu yöntemle, her bir bölümlendirme yaklaşımının kendi faydaları ve yararları ortaya konmuş olup, en iyi sonucu sağlayan olarak tüketici düzeyinde ve ülkeler arası uluslararası pazar bölümlendirme ön plana çıkarılmıştır. Sonuç olarak, ekonomik yaklaşımdan ziyade sosyal ve kültürel yaklaşıma sahip olan bu tezle birlikte geliştirilen model, tüketicilerin küresel tüketim eğilimini daha başarılı bir biçimde açıklamıştır. Öz kimlik teorilerini ve kimlik temelli motivasyonu küresel tüketim bağlamıyla birleştiren bu tez, performansı yüksek bir araştırma modeli ortaya koymuş ve uluslararası pazar bölümlendirmeye de temel olabilecek bir model önermiştir. Bu model hem ülke hem de tüketici düzeyindeki uluslararası pazar bölümlendirme çalışmalarında kullanılabilecek bir model olup, pazarlama uygulayıcılarına önemli yararlar sağlamaktadır. Bunlara ek olarak, geliştirilen iki yeni ölçek var olan ölçeklerden daha iyi çalışmakta ve uluslararası pazar bölümlendirme için daha istikrarlı ve kararlı temel sunabilmektedir. Son olarak, özellikle geliştirilen iki yeni ölçek tüketici düzeyinde ve ülkeler arası uluslararası pazar bölümlendirmesinde daha iyi sonuç vermektedir. Böylelikle tüketici düzeyinde ve ülkeler arasında yapılan uluslararası pazar bölümlendirmesi diğer pazar bölümlendirme yöntemlerine göre daha üstün sonuçlar sağlamıştır. Tezin sağlamış olduğu söz konusu bu katkıların hem uluslararası pazar bölümlendirme hem de küresel tüketim kültürü yazınını bir adım ileri götürmesi beklenmektedir.
-
ÖgeCurrent status of industry 4.0 transformation and impact of industry 4.0 on engineering work in Turkish white goods industry(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Şimşek Demirbağ, Kübra ; Yıldırım, Nihan ; 636997 ; İşletme Mühendisliği Ana Bilim DalıJust like in previous industrial revolutions, a brand new period has been stepped into, where the rules of the game were rewritten, and the Industry 4.0 paradigm was born. Considering the activities organized by the business world, the actions planned, government policies, and academic studies, it is understood that Industry 4.0 is still approached fictionally. The paradigm in question will undoubtedly cause significant changes and will result in both opportunities and challenges, but the first thing to focus on is whether this paradigm is handled appropriately. Not all countries should take the same steps in the transition to Industry 4.0. However, it is evident that most of the studies and discussions on this topic do not consider regions' characteristics. Moreover, thanks to Industry 4.0, which means integrating tools, methods, and technologies to increase the productivity of a manufacturing system, the ultima Thule is dark factories where smart equipment and technology replace the workforce. Many academic studies in the literature argue that the value of human skills and experience will decrease and unemployment will increase. These studies mainly focus on blue-collar workers who perform manual labor in manufacturing industries. However, there is a research gap regarding how engineers, who have the most significant role in the creation, advancement, and spread of innovative technologies, will be affected by this transformation. From this point of view, there is a need for scientific research based on real practices and for the foresight to be presented on the basis of these studies, rather than the predictions made regardless of the current conditions. In order to fill the mentioned research gap, this thesis aims to determine the current status of Industry 4.0 and the research trends and gaps through thematic analysis, to reveal the Industry 4.0 maturity levels, the current practices and the advantages and challenges of Industry 4.0 in Turkish white goods industry, and to expose the impact of Industry 4.0 on engineering work in this industry. In line with the primary aim, 17 sub-objectives were identified, and three different studies were carried out to achieve these objectives. Study 1 contains the thematic analysis of 786 academic articles published on the Scopus database between 2011-2019. As a result of the analysis, 13 themes were obtained, and it was understood that more than half of the articles were focused on Industry 4.0 tools and technologies (34%) and smart manufacturing and production management (19.8%). In Study 2, an exploratory case study was carried out in two leading companies and one supplier in the Turkish white goods industry. Two of these companies that operate in different layers of the value chain are the members of the White Goods Suppliers Association. According to the case study findings, all companies have a high level of awareness towards Industry 4.0, and they have been increasing the Industry 4.0 investments and practices for two years. While companies focus mainly on data collection and analysis, they use the vast majority of Industry 4.0 technologies in their manufacturing processes. Industry 4.0 provides advantages such as competitiveness, customer satisfaction, low cost, profitability, quality, productivity, ergonomics, occupational health and safety, flexible production, and energy savings. At the same time, challenges of Industry 4.0 are lack of competent and educated employees, incompetent suppliers, financial difficulties of being an SME, improper distribution of financial supports, wrong investments, role conflict, status quo management style, decision-makers who are baby boomers, traditional IT structure, prejudice, employee resistance to change, fear of job loss, fear of using technology, information asymmetry between technology providers and companies. Interviewees think that the level of education and depth/breadth of technical knowledge expected from engineers and the value of engineering work will increase. Also, it is believed that the number of R&D engineers will increase over time, while the number of planning, quality, and production engineers will decrease. Study 3 comprises two surveys prepared for managers and engineers working in leading companies and BEYSAD member companies operating in the Turkish white goods industry. The questionnaires were sent to 182 white goods companies, and responses of 68 managers (55 companies) and 110 engineers (64 companies) were received. The Industry 4.0 readiness/maturity model included in the survey for managers consists of four different levels (0: absence, 1: existence, 2: survival, 3: maturity). No company has reached level 3. On the other hand, only 7% of companies are at level 2 and 44% at level 1. Unfortunately, almost half (49%) of them are still at level 0. The advantages and challenges of Industry 4.0 have been identified through the two-round Delphi method. The first round questions were included in the manager survey. After the advantages and challenges were ranked according to the managers' responses, it was seen that the most frequently repeated advantage is productivity and resource efficiency, and the most frequently repeated challenge is financial resources and investment. 88% of managers believe that there will be no decrease in the number of engineers due to the Industry 4.0 transformation. Besides, 35 new skills and competencies expected from engineers were compiled from the literature, and their necessity levels were asked to managers. The data were subjected to exploratory factor analysis, and new skills and competencies expected from engineers were collected under three factors: (1) intrinsic motivation skills, (2) technology skills, and (3) data and information skills. The most used Industry 4.0 technologies by engineers are sensors/actuators, communication/networking, and mobile technologies, and the least used technologies are additive manufacturing, RFID/RTLS technologies, and virtualization technologies (AR/VR). When exploratory factor analysis was applied to the items regarding engineering work in the questionnaire designed for engineers, the dimensions of engineering work were gathered under three factors as (1) task and knowledge characteristics, (2) social characteristics, and (3) work context. In the last part of Study 3, 18 hypotheses were tested using linear regression analysis. The supported hypotheses are as follows. The usage level of Industry 4.0 technologies by engineers affects the social characteristics of the engineering work (H2). Additionally, the usage level of these technologies by engineers positively affects the overall impact of the Industry 4.0 transformation on engineering work (H4). Thanks to the Industry 4.0 transformation, the increase in engineers' salaries increases engineers' fear of job loss (H5). Some control variables also have a statistically significant contribution to the model. Engineers with more than five years of experience are less concerned about losing their job than those with shorter engineering experience. Further, compared to engineers with one to five years of experience in the same company, engineers who have been working for more than five years have more fear of losing the job while engineers who have been working for less than a year have less fear of losing the job. In the thesis, hypotheses were also developed to investigate the effects of company characteristics and the Industry 4.0 background of the company on the Industry 4.0 maturity value. Industry 4.0 maturity values of large companies compared to SMEs (H7), of companies targeting the international or global market compared to companies targeting the local, regional or national market (H8), of companies with a department dedicated to Industry 4.0 compared to companies without Industry 4.0 departments (H9), and of companies with an Industry 4.0 investment rate of over 3% of the total annual investment compared to companies with lower rates (H12) are higher. The effects of the Industry 4.0 maturity values of the companies on the new skills and competencies expected from engineers were tested, as well. According to the regression analysis results, the impact of the Industry 4.0 maturity value on the technology skills (H14) and data and information skills (H15) expected from engineers were statistically significant and positive. In other words, as the company's Industry 4.0 maturity value increases, the need for technology skills and data/information skills expected from engineers also increases. The last hypotheses of the thesis study were developed to test the impact of the Industry 4.0 maturity value on engineering work dimensions. Industry 4.0 maturity value has a statistically significant and positive effect only on the social characteristics of the engineering work (H17). In this case, with the increase of Industry 4.0 maturity value of a company, an increase is observed in the social characteristics of the engineering work.
-
ÖgeDağıtım Lojistiği Performansının Firma Performansına Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2012-05-11) Konuk, Birsen ; Gözlü, Sıtkı ; 429178 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringDAĞITIM LOJİSTİĞİ PERFORMANSININ FİRMA PERFORMANSINA ETKİSİ ÖZET Günümüzde müşterilerin talepleri sürekli olarak artmaktadır. Müşteriler yüksek kalite standartlarına sahiptir ve mükemmel ürün tek başına müşteri sadakati sağlamada yeterli değildir. Yüksek düzeydeki bir lojistik servisin taklit edilmesi zor olduğundan, lojistik sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğü sağlamada önemlidir. Müşteri lojistik performansında son karar verici olduğundan, müşterinin sürekli değişen zevkleri ve tercihlerine etkili ve zamanında yanıt verme başarılı firma performansında temel elementtir. Lojistik faaliyetler tedarik ve dağıtım lojistiği olarak iki alanda gerçekleştirilmektedir. Dağıtım lojistiği müşteriyle yüz yüze gelinen süreç olduğundan çok önemlidir. Müşteriye sunulan servisler dağıtım lojistiği faaliyetleri ile sağlanır. Dağıtım lojistiği yer, zaman ve miktar faydası sağlar. Pazarlamanın sahiplik faydası yer, zaman ve miktar faydası olmadan sağlanamaz. Firmanın pazar payı, satışları ve karlılığı üzerindeki önemli etkilerinden dolayı çalışmada dağıtım lojistiği incelenecektir. Bu çalışmanın amacı dağıtım lojistiği performansının firma performansına etkilerini incelemek, firma performansında en fazla etkili olan faktörleri saptamaktır. Son yıllarda lojistiğin öneminin anlaşılması ve lojistik pazarın büyümesine paralel olarak lojistik faaliyetlerde dış kaynak kullanımı artmıştır. Lojistik dış kaynak daha önce dahili olarak yapılan faaliyetlerin bir kısmının ya da tamamının dışarıda yaptırılmasını ifade eder. Çağdaş dış kaynak kullanımı anlık lojistik servis alma yerine, kısa veya uzun dönemli resmi sözleşmelere dayalıdır. Dış kaynak kullanan firmalar ana işlerine odaklanabilirler, yatırımlarını azaltmaları yoluyla maliyetlerini düşürürler, müşteri servisini arttırırlar, esneklik artışı sağlarlar, yeni pazarlara ulaşırlar, yeni teknolojilerden yararlanırlar. Elde edilen bu faydalar firmaların performanslarının artmasına neden olur. Çalışmanın ikinci amacı dağıtım lojistiği faaliyetlerinde dış kaynak kullanmanın firma performansına etkilerini incelemek, dış kaynak kullanmanın dağıtım lojistiği performansı firma performansı ilişkisini nasıl etkilediğini görmektir. Faaliyetlerin başarısı performanslarının ölçülmesiyle anlaşılır. Performans ölçme bir işletmenin faaliyetlerini deneysel olarak değerlendirme işlemidir. Bir performans ölçüsünde kapsam, evrensellik, ölçülebilirlik ve tutarlılık olmalı, performans ölçme sisteminde kaynak ölçüleri, çıktı ölçüleri ve esneklik ölçüleri yer almalıdır. Performans ölçüleri stratejik, taktik ve operasyonel ölçüler olarak da gruplandırılmalıdır. Lojistiğin artan önemine paralel olarak lojistik performansının firma performansına etkileri ile ilgili çalışmalar artmıştır. Çalışmalarda dağıtım lojistiğinin öneminden bahsedilmiş, dağıtım lojistiği performansıyla; tedarik, üretim ve tersine lojistik performansının birlikte firma performansına etkileri incelenmiştir. Bu çalışmada tek başına dağıtım lojistiği performansının firma performansına etkileri araştırılmıştır. Aynı şekilde çalışmalarda dış kaynağın etkisi ölçülürken, dağıtım lojistiği performans ölçüleri ile diğer performans ölçüleri birlikte kullanılmıştır. Dağıtım lojistiği faaliyetlerinde dış kaynak kullanmanın firma performansına etkileri ile ilgili bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışma dağıtım lojistiği faaliyetlerinde dış kaynak kullanmanın firma performansına etkilerini inceleyeceği için bilime önemli bir katkı sağlayacaktır. Yapılan literatür araştırmasında, performans ölçülerinin araştırmacıların bakış açılarına ve çalışmaların amacına göre çok farklı şekillerde tanımlandıkları ve gruplandırıldıkları görülmüştür. Bu çalışmada tüm ölçüler incelenmiş, ölçüler için ortak bir terim birliği oluşturmaya çalışılmıştır. Bu amaçla literatür araştırması sonucunda bulunan ölçüler, SCOR modelinin performans boyutları ve ölçütlerin bazılarından yararlanılarak gruplandırılmıştır. SCOR modeli Supply Chain Council tarafından geliştirilmiştir. SCOR, iş süreçlerinin yeniden yapılandırılması, kıyaslama ve süreç analizi gibi süreç referans modelleri yaklaşımlarını birleştiren bir yapıdır. SCOR yönetim süreçlerinin standart tanımlamalarını, süreçler arasındaki ilişkilerin çerçevesini, süreç performanslarını ölçmek için standart ölçütleri, en iyi performansı oluşturan yönetim uygulamalarını, özgünlük ve işlevselliğe yönelik düzenlemeleri içerir. Dağıtım lojistiği performansının firma performansına etkilerini ve dış kaynak kullanmanın dağıtım lojistiği performansı firma performansı ilişkilerini ne şekilde etkilediğini uygulamada görmek için bir anket düzenlenmiştir. Anketi oluşturmak için 11 firmanın katılımıyla bir pilot çalışma yapılmıştır. Pilot çalışmanın amacı, anket sorularıyla ilgili firma yöneticilerinin görüşlerini almaktır. Altı firmayla yüz yüze görüşülmüş, anket yöneticiler ile birlikte doldurulmuş, beş firma anketi e-posta ile cevaplamıştır. Pilot çalışmadan sonra anketle ilgili yorumlar ve anket doldurulurken sorulan sorular, ankette bazı değişiklikler yapılmasını gündeme getirmiştir. Anket hazırlanırken akademisyenlerin görüşlerine de yer verilmiştir. Anketi uygulamak için İSO’nun her yıl yayınladığı, Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu ve ikinci 500 büyük sanayi kuruluşu listelerinden yararlanılmıştır. Belirlenen örneklem sayısı 275’dir. Firmalardan anket sorularıyla ilgili cevaplar alınırken telefonla görüşme yöntemi kullanılmıştır. Anket soruları firmadaki ilgili bölümlerin yöneticilerine sorulmuştur. Sorular sadece lojistik bölümünün yöneticilerine değil, pazarlama ve finans bölümlerine de sorulmuştur. Böylece tek yanlı cevapların azaltılmasına çalışılmıştır. Dağıtım lojistiği ve firma performansını ölçen değişkenler için faktör analizi yapılarak değişkenler sınıflandırılmıştır. Dağıtım lojistiği performans ölçüleri güvenilirlik, yanıt verme, esneklik ve maliyet olmak üzere 4 faktör altında toplanmıştır. Firma performans ölçüleri pazar performansı ve finansal performans faktörleri altında toplanmıştır. Faktörde belirlenen değişkenlerin homojen bir yapı sergileyip sergilemediği, seçilen değişkenlerin faktörü ne kadar uygunlukta temsil ettiğini anlamak için güvenilirlik analizi yapılmış, cronbach α değerleri bulunmuştur. Dağıtım lojistiğinde bu faktörlerle açıklanan varyans %62.5, firma performansında açıklanan varyans %72.5’dur. Dağıtım lojistiği performansı ve alt boyutlarının, firma performansı ve alt boyutlarının, firmalarda çalışan sayısı, firmaların faaliyet gösterdiği süre, firmaların sermaye yapısı ve içinde bulundukları sektöre göre farklılık gösterip göstermediği t-testleri ile incelenmiştir. Analiz sonucunda performans göstergelerinin sadece çalışan sayısına göre farklılık gösterdiği, çalışan sayısı 300 kişiden fazla olan firmaların; firma, finansal ve pazar performanslarının, çalışan sayısı 300 kişiden az olan firmalardan daha yüksek olduğu görülmüştür. Dağıtım lojistiği performansı ile firma performansı arasında yapılan regresyon analizinde, pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Dağıtım lojistiği performans faktörleri ile; pazar performansı, finansal performans ve toplam firma performansı arasında ayrı ayrı çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Amaç finansal performans ve pazar performansını en fazla etkileyen faktörler yanında, tüm firma performansını etkileyen faktörleri ortaya çıkarmak, benzerlik ve farklılıkları görmektir. Regresyon analizinde her bir boyut altında yer alan değişkenlerin ortalaması alınarak bulunan değerler kullanılmıştır. Regresyon analizlerinde sabit katsayısı ve güvenilirlik faktörü anlamsız çıktığından, analizler sabit katsayısı ve güvenilirlik faktörü çıkarılarak tekrarlanmıştır. Analiz sonucunda dağıtım lojistiği performans faktörleri ile finansal performans, pazar performansı ve firma performansı arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Finansal performans, pazar performansı ve firma performansını en fazla etkileyen faktörler olarak esneklik ve yanıt verme faktörleri bulunmuştur. Hipotezde en fazla etkili olan faktörler güvenilirlik ve maliyet olarak öne sürüldüğünden, hipotez gerçekleşmemiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde dağıtım lojistiği faaliyetlerinde dış kaynak kullanmanın firma performansına etkileri incelenmiştir. Dış kaynak kullanmanın, dağıtım lojistiği performansı firma performansı ilişkisini ne şekilde etkilediğini görmek için dağıtım lojistiği performansı ile, firma performansı arasındaki regresyon analizi, dış kaynak kullanan firmalar ve dış kaynak kullanmayan firmalar için ayrı ayrı yapılmıştır. Her iki grupta da yüksek regresyon katsayıları elde edildiğinden, iki grup arasında dağıtım lojistiği performansı firma performansı ilişkisinde fark olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Son olarak dağıtım lojistiğinde dış kaynak kullanan firmalarla, dış kaynak kullanmayan firmaların; dağıtım lojistiği performansı, firma performansı, pazar performansı ve finansal performansları arasında fark olup olmadığı araştırılmıştır. Analiz sonucunda iki grubun sadece firma performansı ve pazar performansları arasında fark olduğu görülmüştür. Dış kaynak kullanan firmaların performansları, dış kaynak kullanmayan firmalara göre daha yüksektir. Bu çalışmada dağıtım lojistiği performansı bütün boyutlarıyla incelenmiştir. Müşteri tatminini ve firma performansını etkileyen dağıtım lojistiğinin performansı analiz edilmelidir. Dağıtım lojistiği performansının arttırılması için tüm süreçler, firma içi ve firma dışındaki fonksiyonların birbirleriyle ilişkileri gözden geçirilmelidir. Dağıtım lojistiği performansının arttırılmasının, firmanın mevcut kaynaklarının kullanılması kadar, dış kaynak kullanmanın etkinliğini de arttırdığı unutulmamalıdır
-
ÖgeDağıtım Merkezlerinde Sipariş Toplama Ve Ayrıştırma İşlemleri İçin Bütünleşik Bir Analitik Model Önerisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-03-20) Kızılaslan, Recep ; Bayraktar, Demet ; 10030867 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringGiderek artan ürün çeşitliliği ve gelen siparişlerin kısa sürede tedarik edilerek müşteriye iletilmesi yönünde artan eğilim şirketleri etkili ve verimli lojistik operasyonları kurma noktasında iyileştirmeler yapmak zorunda bırakmıştır. Lojistik ağının verimli ve etkili bir şekilde çalışabilmesi depolama sistemlerindeki operasyonlarla direkt ilişkilidir. Depo içi operasyonlar sırasıyla ürün kabul, ürünlerin raflara yerleştirilmesi, herhangi bir sipariş durumunda ürünlerin raflardan toplanması, toplanan ürünlerin siparişlere ayrıştırılması, ayrıştırılan siparişlerin paketlenmesi ve sevkiyatı şeklinde yol izler. Sırasıyla belirtilen depo içi operasyonların aralarındaki etkileşim çok fazladır, birbirlerinin performanslarına direkt etki ederler. Dolayısıyla sistem bir bütün olarak ele alınarak sistem performansını artıracak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi durumda operasyonlar üzerinde ayrı ayrı yapılacak performans iyileştirme çalışmaları lokal olarak bir yarar sağlar fakat global olarak sistem performansını artıracak bir faydası olmaz. Örneğin depo içerisinde sipariş toplama operasyonu performansını çok fazla artırmamız tüm sistem performansının da aynı derecede artırıldığı manasına gelmez. Sipariş ayrıştırma ve paketleme operasyon performansları da aynı şekilde artırılmazsa sipariş toplama operasyonundaki performans artışı sadece darboğaza sebebiyet verir, yani sürecin toplamında bir iyileştirme sağlamaz. Bir zincirin performansı, en zayıf halkanın peformansıyla ölçülebildiği için tüm zayıf halkaların performansını iyileştirmek gerekir. Bu çalışmada temel olarak depolama faaliyetleri içerisinde en fazla öneme sahip sipariş toplama ve sipariş ayrıştırma operasyonlarının bütünleştirilmesi üzerine çalışmalar yapılmıştır. Performans ölçütü olarak bu çalışmada üretilen iş miktarları seçilmiştir. Performans kriterlerinden maliyet kriterini minimum kılmak için sistem içerisindeki tüm operasyon ve tasarım faktörlerini lokal olarak minimum kılıp sistem maliyetlerini global olarak minimum kılmak mümkündür. Fakat diğer performans ölçütü olan üretilen iş kriteri göz önünde bulundurulduğunda, sadece sipariş toplama veya sipariş ayrıştırma işleminde üretilen iş miktarının ayrı ayrı maksimum kılınması toplam üretilen iş miktarını aynı şekilde maksimum kılmaz. Bunlar bir bütün olarak düşünülerek toplam üretilen işin maksimum kılınması gerekmektedir. Çalışmada sipariş toplama ve sipariş ayrıştırma operasyonları üzerine analitik model çalışmaları yapılmıştır. Önerilen analitik modellerin farklı depo tasarımlarında nasıl sonuçlar verdiği irdelenmiştir.
-
ÖgeDoğrusal Olmayan Piyasalarda Arbitraj Ve Değerleme Teorisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Pekin, Tuncay ; Gürsoy, Cudi Tuncer ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringMali varlık fiyatlandırma fonksiyonellerinin doğrusal olmadığı iki dönemli bir mali varlık-spot piyasa ekonomisinde arbitraj olmamasının sonuçları araştırılmıştır. Doğrusal olmayan mali varlık fiyatlandırması finansta işlem maliyetleri gibi piyasa sürtünmelerinden ileri gelebilecek temel bir konudur. Soyut bir ekonominin formülasyonu ile başlayarak halihazırdaki arbitraj konusu gözden geçirilmiştir. Arrow-Debreu ve Radner tarzında denge kavramları verilmiştir. Daha sonra Arrow-Debreu ve Radner dengelerindeki paylaşımların eşdeğerliğinden yola çıkarak arbitraj olmaması koşulu bu ekonomilere uyarlanmıştır. Radner ekonomisindeki arbitraj analizi gerekli matematiksel teknikler verilerek sonsuz boyutlu bir mal uzayına genellenmiştir. Daha sonra mali varlık-spot piyasa ekonomisi, muhtelif piyasa sürtünmelerini hesaba katmak maksadıyla mali varlık fiyatlandırma fonksiyonellerinin doğrusal olmaması şeklinde değiştirilmiştir. Bu işlem, mali varlık fiyatlandırma fonksiyonellerinin tanımlandığı vektör uzayı üzerindeki varsayımlara dokunmayarak, sadece fonksiyonelin doğrusallığı varsayımını kaldırarak yapılmıştır. Bu tür bir ekonomi için geometrik bir grafik canlandırma oluşturulmuştur. Arbitraj olmadığı varsayımının lineer olmayan varlık fiyatlandırma operatörleri ile karakterize edilen sürtünmeli piyasalar ile sürtünmesiz piyasalarda farklı sonuçlar doğurduğu görülmüştür. Doğrusal olmamanın kısıtlı arbitraj gibi standard mali varlık- spot piyasa ekonomilerinde görülmeyen olgulara yol açtığı gözlemlenmiştir.
-
ÖgeElektrik Tedarikçisi Değiştirmeyi Etkileyen Faktörler: Küçük Ölçekli İşletmelerden Oluşan Müşteriler Üzerine Bir Araştırma(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-12-08) Kılıç, Anıl Savaş ; Uray, Nimet ; 10093571 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringVerimliliğe, daha iyi müşteri hizmetlerine ve daha iyi fiyatlara kavuşma peşinde olan dünya ülkeleri, enerji sektörlerini serbestleştirme süreçlerini hızla işletmektedir. Ancak, ne Avrupa’da, ne de Dünya’da tam bir başarıya ulaşılamamıştır. Başarının ölçütlerinden biri olan “tedarikçiler arasındaki müşteri hareketleri”nin elektrik tedarikçileri açısından anlamı müşteri kaybı veya kazancı olduğundan; bu kavramın gerek sektör düzenleyicisi kurumlar, gerekse sektör katılımcıları tarafından çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Bu çalışma; enerji sektörü özelindeki örgütlerarası pazarlama çalışmalarında nispeten ihmal edilen bir tüketici segmenti olan “küçük ve orta büyüklükteki işletmeler [KOBİ]” için bir elektrik tedarikçisi değiştirme modeli sunmayı amaçlamaktadır. Önerilen model; Bansal ve diğ. (2005) tarafından göç hareketleri ile tedarikçi değiştirme hareketleri arasındaki benzerlikler kullanılarak oluşturulan, göç hareketleri faktörlerinin literatürdeki yaygın sınıflandırması olan itme, çekme ve durdurma [İÇD] yapısını içeren bir tedarikçi değiştirme modeli temel alınarak geliştirilmiştir. Model, literatür araştırması ve kalitatif çalışmayla desteklenmiş, genişletilmiş ve anket yöntemi ile toplanan verilerin analizi ile test edilmiştir. Çalışmanın kavramsal modelinin testinde sırasıyla Açıklayıcı Faktör Analizi, Doğrulayıcı Faktör Analizi ve Yapısal Eşitlik Modeli yöntemleri kullanılmıştır. Nihai model, ilgili tüm test ve model-veri uyumu kriterlerine uygun şekilde oluşturulmuştur. Çalışmanın sonucunda itme faktörlerinin tedarikçi değiştirme niyeti üzerinde etkili olduğu, çekme ve durdurma faktörlerinin ise etkisiz olduğu görülmüştür. Başka bir deyişle KOBİler, mevcut elektrik tedarikçileri ile bir sorun yaşamadıkları sürece, tedarikçi değiştirme konusunu gündemlerine almamaktadırlar. Rakip firmaların etkileri veya tedarikçi değiştirme sürecindeki engelleyici faktörlerin bu yönelimde bir payları yoktur. Çekme ve durdurma faktörlerinin etkisizliğinin kaynağı olarak, anket yapılan topluluğun seçildiği sektörün nispeten düşük serbestleşme seviyesi olduğu düşünülmektedir. Bu sektör yapısındaki müşterilerin rekabete ilişkin haberdarlık düzeyinin düşük olduğu tespit edilmiştir, bu da mevcut seçeneklerin varlığından habersiz olmaları sonucunu doğurmaktadır. Ancak çekme ve durdurma faktörlerinin tedarikçi değiştirme kararında etkisiz olmasının, tüketicilerin haberdarlık düzeyi ile nasıl ve ne yönde ilişkisi olduğu gelecekteki çalışmalarda derinlemesine incelenmelidir. Zira bu çalışmanın önemli kısıtları mevcuttur: (1) Anketler telefon yoluyla gerçekleştirilmiştir (2) Faktörleri test etmek için kısıtlı sayıda değişken kullanılmıştır (3) Anketlerin gerçekleştirildiği pazar tam serbestleşmeye henüz geçmemiştir.
-
ÖgeElektrik üreticileri perspektifinden uzun dönem elektrik üretimi yatırımlarının planlanmasına yönelik bir karar destek modeli(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016) Sivrikaya Tektaş, Berna ; Çebi, ferhan ; 421180 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringMerkezi bir yapıda elektrik arzının güvenli bir şekilde sağlanabilmesi için araştırmacılar; pek çok elektrik üretimi genişleme planlaması (Generation Expansion Planning - GEP) modelli geliştirmişlerdir. Bu modellerde, genellikle, ekonomik kriterler göz önüne alınarak, 10-30 yıllık bir planlama ufkunda, güvenirlik kriterleri dâhilinde talep artışını karşılayacak ilave kurulu güç kapasitelerin inşası için en uygun teknolojiyi, kapasite boyutunu, yatırımın zamanlamasını en düşük maliyetle belirleyecek bir kapasite planı elde edilmektedir. Fakat günümüzde, elektrik piyasalarının serbestleştirilerek rekabete açılması, elektrik enerji sistemlerinin işletilmesinde ve organizasyonunda büyük değişimler yaratmıştır. Serbestleştirilmiş elektrik üretim sektörünün genişleme planlamasını, iki aşamada ele almak mümkündür. İlk aşamada bireysel yatırımcılar, yatırım planlarını karlarını maksimize edecek şekilde piyasa yapısına uygun olarak gerçekleştirmektedir. Planlama sürecinin ikinci aşamasında ise genellikle mevcut iletim kaynakları bilgilerine erişimi olan, kuralları belirli bağımsız sistem işletmecisi, yatırımcıların bireysel yatırım planlarını değerlendirmektedir. Sistem işletmecisinin sorumluluğundaki ikinci aşamayı yatırım planlarının onaylanması ve koordinasyon süreci şeklinde adlandırmak mümkündür. İkinci aşamanın sonucunda önerilen yatırımlar onaylanır veya reddedilir. Bazı durumlarda bireysel yatırımcıların yatırım tekliflerini revize etmelerine bir fırsat sağlamak amacıyla iki aşama arasında tekrarlı mekanizmalar olabilir. Dünyadaki elektrik piyasası serbestleştirme eğilimlerine paralel olarak, Türkiye elektrik piyasasında 2006 – 2009 yılları arasında yaşanan geçiş sürecinin ardından merkezi yapıdan liberal bir yapıya geçiş için büyük adımlar atılmıştır. Türkiye gibi serbestleşme sürecinin devam ettiği elektrik piyasalarında; bireysel yatırımcının bakış açısıyla modellenmiş, yatırımcının hâlihazırda mevcut santrallerinin ve yeni yatırımlarının karlılıklarını dikkate alacak, yatırım planlama modellerine ihtiyaç vardır. Bu nedenle doktora tezinin odak noktası; serbestleştirilmiş bir elektrik piyasasında, elektrik üretim şirketlerinin bağımsız sistem operatörüne sunacakları bireysel yatırım planlarını oluşturdukları elektrik enerjisi üretimi genişleme planlamasının birinci aşamasıdır. Yürütülen kapsamlı literatür taraması sonucunda, serbestleştirilmiş elektrik piyasaları için geliştirilen modellerin; elektrik üretimi genişleme planlaması problemlerinin çözümünde, spot elektrik piyasasındaki fiyatları dikkate aldığı tespit edilmiştir. Fakat Türkiye elektrik piyasası yeniden yapılandırılırken Pennsylvania New Jersey Maryland (PJM), New York, New England ve Kaliforniya elektrik piyasaları gibi dünyada pek çok örneği bulunan, elektrik ticaretinin ikili anlaşmalar ve organize piyasalar ile yürütüldüğü melez bir piyasa yapısı hedeflenmiştir. Farklı elektrik toptan satış piyasalarının bir arada bulunduğu melez elektrik piyasalarında, elektrik üretimi genişleme planlaması problemlerinde hangi piyasadaki fiyata göre planlamanın yapılacağı önemlidir. Çünkü uzun dönemde, fiyatlar benzer artış eğilimi gösterse de farklı seviyelerde seyretmektedirler. Bu durumda seçilen fiyata göre yatırımın fizibilitesi farklılık göstermektedir. Doktora tezinde, serbest elektrik enerjisi üreticisinin bireysel yatırım planlarını oluştururken karşılaştığı optimizasyon problemi; güç satışının ikili anlaşmalar ve Gün Öncesi Piyasası (spot piyasa) aracılığı ile gerçekleştirildiği bir elektrik toptan satış piyasasında, yatırım kararlarıyla birlikte üreticinin hâlihazırda mevcut üretim birimlerine ilişkin iyileştirme kararları verilebilecek şekilde modellenmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur. Serbest elektrik enerjisi üreticilerinin farklı elektrik toptan satış piyasalarındaki faaliyetlerini dikkate alarak bireysel yatırım karar problemlerini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamış olması tezin özgün değerlerinden biridir. Serbest elektrik enerjisi üreticisi perspektifinden ele alınan uzun dönemli yatırım karar probleminde; üreticinin faaliyetlerini gerçekleştirirken hidroelektrik, rüzgâr, doğalgaz ve linyit (kömür) kaynaklı olmak üzere dört farklı elektrik enerjisi üretim teknolojisini kullanacağı kabul edilmiştir. Diğer elektrik enerjisi üretim teknolojileri de değerlendirmeye alınmak istendiği durumlarda, tezde yer alan uzun dönemli yatırım planlama modellerine, ilgili teknolojilerin elektrik enerjisi üretimini etkileyen teknolojik kısıtları ilave edilebilir. Bu durumda üretim portföyüne dâhil edilmesi düşünülen farklı santral türüne ait teknolojik kısıtlar haricinde modellerin temel yapısı aynı kalacaktır. Bu çerçevede, 10 yıllık planlama ufku için üç farklı uzun dönemli yatırım planlama modeli geliştirilmiştir. Tez içerisinde "Serbest elektrik enerjisi üreticisi için yatırım planlama modeli" şeklinde adlandırılan ilk model; planlama ufku boyunca bir yıllık periyotlarla aday üretim birimi yatırım kararlarının ve ekonomik ömrünü dolduran üretim birimlerine ilişkin iyileştirme kararlarının verilebildiği karma tamsayılı doğrusal programlama modelidir. Modelin karma tamsayılı yapısı sayesinde elektrik enerjisi üretim teknolojilerinin kesikli doğası dikkate alınabilmektedir. Serbest elektrik enerjisi üreticisinin hâlihazırda mevcut üretim birimlerinin ve yeni yatırımlarının karlılıkları ve farklı elektrik toptan satış piyasasındaki işlemleri geliştirilen bu modele dâhil edilmiştir. Doktora tezi kapsamında geliştirilen ikinci model "serbest elektrik enerjisi üreticisi için orta vadeli planlamaları dikkate alan yatırım planlama modeli" şeklinde adlandırılmıştır. Planlama ufkunda kısa alt dönemlerin varlığı planlama riskini, özellikle Türkiye gibi değişim ve dönüşümün devam ettiği elektrik piyasalarında, azaltmaktadır. Tezde yer alan ilk modele ek olarak, önerilen ikinci modelde planlama ufku yıl ve ay olmak üzere iki alt periyottan oluşmaktadır. Geliştirilen bu modelde planlama ufkunun bir aylık kısa alt dönemlere ayrılmış olması; serbest elektrik enerjisi üreticisinin uzun vadeli yatırım planlarıyla birlikte toplam karın beklenen değeri üzerinde etkili orta vadeli bakım çizelgeleme ve satış stratejisi çerçevesinde oluşturulmuş orta vadeli satış planlama kararlarının değerlendirilmesine imkân vermektedir. Yürütülen literatür taraması sonucunda serbest elektrik enerjisi üreticilerinin uzun dönemli yatırım planlama kararlarıyla birlikte orta vadeli satış planlama ve bakım çizelgeleme karar problemlerini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamış olması tezin özgün değerlerinden bir diğeridir. Doktora tezinin amacı doğrultusunda geliştirilen son model, "serbest elektrik enerjisi üreticisi için bulanık yatırım planlama modeli" şeklinde adlandırılmıştır. Serbest elektrik enerjisi üreticisi ve üreticinin uzun dönemli yatırım kararları içinde bulunduğu çevreden bağımsız düşünülemez. Ekonomik çevredeki ve elektrik enerjisi endüstrisindeki değişimler, serbest elektrik enerjisi üreticisinin optimal amaç fonksiyonu değerini etkileyecektir. Böyle bulanık bir çevrede serbest elektrik enerjisi üreticisinin mevcut karlılığını ve mevcut maliyet durumunu iyileştirmek amacıyla, amaç fonksiyonunu maksimize veya minimize etmek yerine, kesin olarak (crisply) tanımlanamayan bir amaç fonksiyonu istek düzeyine ulaşmasının modellenmesi daha gerçekçi olacaktır. Ekonomik çevredeki ve elektrik enerjisi endüstrisindeki bulanıklıklara ek olarak; serbest elektrik enerjisi üreticisinin faaliyet gösterdiği coğrafyada doğa koşullarındaki değişim, özellikle yenilenebilir kaynakları kullanan santrallerin elektrik enerjisi üretim miktarını etkilemektedir. Türkiye küresel iklim değişikliğinden, özellikle su kaynakları bakımından ciddi şekilde olumsuz etkilenmesi beklenen Akdeniz Havzası'nda bulunmaktadır. İklim değişikliğinin yarattığı yaz sıcaklıklarındaki artış, kış yağışlarındaki azalış ve yüzey sularının kaybı nedeniyle, Türkiye'nin hidroelektrik potansiyelinin önemli bir bölümünün bulunduğu Güney, Güneydoğu ve Batı bölgelerinde kuraklık gibi aşırı hava olaylarının sıklığının, şiddetinin ve süresinin artması beklenmektedir. Ayrıca, yatırımcılar gerekli görüldüğünde kredi olanaklarını kullanarak veya öz sermayeleri ile yatırım bütçelerinde belirli bir artışa tolerans gösterebilecek şekilde planlamalarını yapmaktadırlar. Serbest elektrik enerjisi üreticisinin amaç fonksiyonu ile hidroelektrik güç çıktısı ve bütçe kısıtlarındaki bulanıklıklar nedeniyle, doktora tezi kapsamında, son olarak, bulanık amaç fonksiyonlu ve bulanık kısıtlayıcılı orta vadeli planlamaları dikkate alan uzun dönemli yatırım planlaması modeli geliştirilmiş ve Zimmermann yaklaşımı kullanılarak çözülmüştür. Literatürde iklim değişikliğinin hidroelektrik üretim miktarı ve planlanan hidroelektrik yatırımların finansal performansı üzerindeki potansiyel etkileri incelenmiştir. Fakat literatür taraması sonucunda, iklim değişikliğinin oluşturduğu tehdit karşısında hidroelektrik yatırımlarının diğer elektrik enerjisi üretim teknolojileri ile ikamesini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamıştır. Hidroelektrik üretim birimlerinin güç çıktı miktarına ilişkin bulanıklık, diğer bir deyişle kuraklık beklentisi arttıkça serbest elektrik enerjisi üreticilerinin uzun dönemli yatırım planlama karalarındaki değişimin incelenmesi tezin özgün değerlerinden bir diğeridir. Tez kapsamında geliştirilen modeller GAMS 23.5 programında kodlanmış ve serbest elektrik enerjisi üreticisinin uzun dönemli yatırım planlama modelinin farklı parametre değerleri için koşularak senaryo (duyarlılık) analizleri gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, GAMS 23.5 programında CPLEX Academic Studio 12.0.1 çözücüsü kullanılarak elde edilen çözüm sonuçları sayesinde serbest elektrik enerjisi üreticisinin karar verici mercilerine: hangi aday üretim birimine ne kadar kapasiteyle ne zaman yatırım yapılması, ekonomik ömrünü dolduran hangi üretim biriminin iyileştirileceği (rehabilite edileceği), hangi üretim biriminin ne zaman ne kadar güç üretmesi, üretilen gücün ne kadarının hangi elektrik toptan satış piyasasında satılması ve hangi üretim biriminin ne zaman bakıma alınması gibi stratejik planlama sorularının yanıtları sunulabilmektedir.
-
ÖgeEnerji Firmasında Risk Yönetimi Tekniklerinin Uygulanması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2011-12-15) Sarı, Hülya Keskintaş ; Ülengin, Burç ; 419143 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringBu çalışmada piyasa risk yönetimi tekniklerinin enerji firmasında uygulanmasının firmaya katkıları araştırılmıştır. Enerji firması sahip olduğu stoklar ve ürün fiyatlarındaki dalgalanmalar yüzünden fiyat riskine maruz kalmaktadır. Fiyat riski ile mücadelede, fiyat riskinin ölçülebilmesi, hedge enstrümanının seçimi ve hedge seviyesinin belirlenmesinde etkili olan hedge yöntemi karar vermede en etkili konulardır. Portföy fiziksel stoklardan ve hedge enstrümanlarından oluşmaktadır. Fiziksel ürün portföyünde motorin, benzin, fuel oil, jet ve ham petrol, hedge portföyünde ise ham petrol ve motorin futures kontratları bulunmaktadır. Çalışmada portföyün riskliği Riske Maruz Değer yaklaşımlarıyla ölçülmüş ve portföyün minumum RMD değerine ulaştığı nokta optimum hedge oranı olarak belirlenmiştir. Tarihsel simulasyon, parametrik metot ve monte carlo olmak üzere üç yöntemle yürütülen RMD analizleri 30 farklı gün için %95 ve %99 güven aralıkları için yapılmıştır. Parametrik yöntemle yapılan RM analizinde, portföyün varyans hesaplaması varyans kovaryans matriksini de gerektirmektedir. Genelleştirilmiş otoregresif koşullu değişen varyans (GARCH) modeliyle yöntemi kullanılarak modellenecek olan varyans-kovaryans matriksinin eleman sayısı azaltmak amacıyla Ana bileşenler analizi (PCA) kullanılmıştır. Üç yöntemin hedge verimlilikleri birbirleriyle kıyaslanmış ve en uygun model kullanılarak yapılan hedge sonrası rakamları hedge yapılmayan portföyün K/Z analiz ile kıyaslanmıştır. Üç modelinde gerek hedge verimliliği gerekse minumum hedge oranı konusunda birbirine yakın sonuçlar vermiş olması, seçilen hedge enstrümanlarının ve yöntemin uygunluğu ve risk yönetiminin enerji piyasasında gerekliğini kuvvetlendirir niteliktedir.
-
ÖgeEnflasyonun Sistem Dinamiği Modeli(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-02-25) Sansarcı, Engin ; Aşıcı, Ahmet Atıl ; 10103312 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringParasal genişlemenin ekonomik aktivite üzerindeki etkisi, ampirik olarak gözlemlenen bir olgudur. Bununla birlikte, bu olgunun teorik açıklaması ve sonuçları, iktisat literatüründe süregelen bir tartışma olmuştur. Bu çalışmada, Enflasyonun Sistem Dinamiği Modeli olarak isimlendirilen dinamik bir dengesizlik modeli sunulmuştur. Bu modelin amacı, parasal ekonomik verilerle reel ekonomik veriler arasındaki dinamik ilişkinin teorik temellerini ve sonuçlarını, denge dışı bir yapıyla açıklamaktır. Sistem dinamiği, karmaşık sistemlerin dinamik davranışlarını açıklamaya ve analiz etmeye uygun bir modelleme ve simülasyon metodolojisidir. Sistem dinamiği modellerinde, modellenmek istenen sistemler, içerdikleri yapısal birimler ve bunlar arasındaki karşılıklı ilişkiler üzerinden tanımlanır. Bu karşılıklı ilişkiler zaman boyutunda tarif edilir, ve böylece sistemin bütününde doğrusal olmayan ve sezgilere aykırı davranışlar sergileyebilir. Tarihsel olarak, sistem dinamiği metodolojisi biyolojik sistemlerden sosyal sistemlere kadar pek çok alana uygulanmıştır. Ekonomik sistemler de, yapısal karmaşıklık ve öngörülemeyen davranışların gözlenmesinden dolayı, sistem dinamiği prensiplerine dayanan modeller geliştirmek için uygundur. Literatürde sistem dinamiği metodolojisinin ekonomik modellerde kullanımı hakkında çok fazla çalışma olsa da, parasal ve reel ekonomik veriler arasındaki ampirik ilişkilerin teorik yapısını açıklamaya yönelik olarak kurgulanmış ve tamamlanmış bir sistem dinamiği modeline rastlanmamıştır. Bu açıdan önerilen model, bu amaç ve kapsamdaki ilk örnek olma özelliğini taşımaktadır. Bu çalışmanın amacıyla ilişkili, ampirik olarak gözlenmiş bazı davranış kalıpları vardır. İlk olarak, parasal şokların ekonomik aktivite ve işsizlik oranı üzerinde belirgin bir etkisi olduğu görülmektedir. İkinci olarak, işsizlik oranı ile fiyat ve ücret enflasyonu arasında ters bir ilişki olduğu görülmektedir. Son olarak, enflasyon oranının parasal şoklara karşı direnç gösterdiği, ve ekonomik çevrimlerde büyüme oranlarına kıyasla bir faz gecikmesi oluştuğu gözlenmektedir. Bu davranış kalıpları birbirleriyle de ilişkilidir ve paranın reel ekonomik göstergelere farklı şekillerde etki ettiğini göstermektedir. Sistem dinamiği, karmaşık sistemlerin dinamik davranış kalıplarını açıklayabilme yeteneğinden dolayı, ampirik verilerdeki bahsedilen davranış kalıplarının yapısal ve teorik nedenlerini açıklama konusunda uygun bir araçtır. Bununla birlikte, günümüz ana akım iktisat teorileri, sistem dinamiği modellerinde kullanılmak için uygun değildir. Çünkü ana akım iktisat, rasyonel beklentiler ve katı denge varsayımlarına dayanmakta, bu varsayımlar da sistem dinamiği metodolojisinin yapısal gereklilikleriyle belirgin biçimde çelişmektedir. Sistem dinamiği modellerinde değişkenler, durum ve akış değişkenleri olarak tanımlanır. Akış değişkenleri, durum değişkenlerinin zamanla nasıl değiştiğini gösterirler. Bu akış değişkenlerinin model içerisinde belirlenmesi, durum değişkenlerinin kendilerinin yerine, değişimlerinin modellenmesini gerektirir. Değişimlerin modellenmesi durumunda ise durum değişkenlerinin, değişim boyunca denge değerlerinden farklı değerler alması kaçınılmazdır. Diğer bir deyişle, sistem dinamiği modelleri doğası gereği denge-dışı modeller olmak zorundadır. Ana akım iktisatta çok temel bir varsayım olan denge varsayımı ise, ekonomik sistemin sürekli olarak bir dengede olduğunu, denge dışı durumların da yalnızca değişimin maliyetli olmasından kaynaklı bilinçli bir tercih olarak seçilmiş durumlar olduğu için yine bir çeşit denge durumu olduğunu savunmaktadır. Diğer bir deyişle, günümüz ana akım iktisat modellerinde, ekonomik ajanların faydalarını kendi kısıtları içerisinde eniyilemeyen, dolayısıyla da bu ajanlar tarafından bilinçli bir tercih olarak gerçekleşmeyen hiç bir durumun var olmasına izin verilmez. Bundan dolayı, ana akım iktisat içerisinde ileri sürülen teoriler, sistem dinamiği prensipleri içerisinde kurgulanmaya uygun teoriler değildirler. Sistem dinamiği modellerinde kullanılmaya uygun teorik bilgilerin bulunabileceği alan, denge dışı teorilerin de yer aldığı Keynezyen ve Post-Keynezyen iktisat okullarıdır. Bu alandaki en etkileyici örnek, bir hidrolik analog bilgisayar olan Phillips Makinası'dır. Phillips Makinası, Bill Phillips tarafından 1949 yılında, London School of Economics'te tasarlanmıştır. Günümüzde bu makinanın benzerlerinden biri de, Istanbul Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Phillips Makinası, Keynesyen bir denge dışı ekonomi modeline tekabül eden bir diferansiyel denklemler sistemini simüle etmektedir. Bu çalışmanın ilk bölümü, hem sistem dinamiği metodolojisinin ekonomik modellerde kullanılmasıyla ilgili etkileyici bir örnek olduğu için, hem de çalışmanın teorik altyapısıyla ilişkili olduğu için, Phillips Makinası'nın tanıtılmasına ayrılmıştır. Bu çalışmada, Phillips Makinası'nın iktisat tarihindeki ilk sistem dinamiği modeli olduğu ileri sürülmüştür. Phillips Makinası'nın tanıtıldığı giriş bölümünün ardından, denge kavramı üzerine birbirinden farklı ve uyumsuz iktisadi görüşler hakkında bir tartışma bölümü verilmiştir. İlk kez bu çalışmada, denge kavramı ve bununla ilişkili konular hakkında yapılan tartışmalar, 'Zaman İhtilafı' olarak olarak tanımlanmıştır. Bu tartışma bölümünün ardından, sistem dinamiği metodolojisinin tanıtıldığı ve ilgili literatür taramasının verildiği bölüm gelmektedir. Ardından enflasyon literatürü, tarihsel bir perspektif eşliğinde verilmiş, ve konu hakkındaki önemli noktalara değinilmiştir. Enflasyon konusunun anlatıldığı bölümden sonra, model açıklamasının yapıldığı bölüm verilmiştir. Bu bölümde, sunulan sistem dinamiği modeli, alt modeller halinde gösterilmiş, ve açıklanmıştır. Buna göre modelde altı tane alt model vardır. Para alt modeli, Phillips Makinası'nın simüle ettiği ekonomik model baz alınarak tasarlanmıştır. Bu alt modelde, yaratılan gelirin para formunda devir daim etmesi açıklanmış, bu şekilde parasal talebin nasıl oluştuğu gösterilmiştir. Ürün alt modelinde, reel talep ve arz arasındaki ilişki tanımlanmıştır. Arz ve talep değişkenleri birer akış şeklinde ayrı ayrı gösterilmiştir. Bu iki akış değişkeninin sürekli birbirine eşit olma zorunluluğunu ortadan kaldırmak üzere, bir envanter değişkeni tanımlanmıştır. Buna göre toplam arz envanteri artıran, toplam talep de envanteri azaltan bir akış değişkenidir. Fiyat alt modelinde, ekonomideki genel fiyat düzeyi belirlenir. Arz edilen miktar tarafından belirlenen birim maliyet ve ortalama kar marjı üzerinden fiyat düzeyinin hedeflenen değeri belirlenir, ve fiyat düzeyi bu hedef değere belirli bir hızda yaklaşır. Fiyat düzenleme süresi, ekonomideki ürün fiyat etiketlerinin ortalama değişme süresini ifade eder, ve fiyat düzeyinin hedef değerine ne hızla yaklaştığını belirleyen parametredir. İşgücü alt modelinde, toplam çalışan ve işsiz işgücü birer durum değişkeni olarak tanımlanmıştır. Bu durum değişkenleri arasındaki akışlar, arz-talep ilişkisi üzerinden tarif edilmekte, ve işsizlik oranını belirlemektedir. Ücret alt modelinde de, işgücü piyasasındaki değişiklikler ve işsizlik oranının, ücret düzeyini nasıl etkilediği modellenmiştir. Buna göre, işsizlik oranı düşük olduğunda ve düşmekte iken ücret düzeyi yükselmekte, yüksek olduğunda ve yükselmekte iken de ücret düzeyi düşmektedir. Son olarak yatırım alt modeli tanımlanmıştır. Yatırım alt modelinde, yatırımların sermaye verimliliği ve talep tahmininden nasıl etkilendiği modellenmiştir. Bu alt modelde belirlenen hedeflenen parasal yatırım miktarı, ürün alt modelinde parasal talebin belirlenmesinde girdi olarak kullanılmaktadır. Önerilen sistem dinamiği modeli, iki farklı şok uygulayarak test edilmiştir. İlk olarak sisteme tek bir defaya mahsus olmak üzere para enjekte edilmiş, ve modelin davranışı izlenmiştir. Ardından sisteme sabit bir oranda para enjekte edilmiştir. Simülasyon sonuçlarına göre, model ampirik gözlemlerdeki davranış kalıplarına benzer bir davranış sergilemektedir. Örneğin işsizlik oranı, ücret enflasyonu, fiyat enflasyonu, beklenmeyen enflasyon ve reel ücret düzeyi ile ters orantılı bir davranış sergilemektedir. Saçılım diyagramlarının özellikleri, ampirik verilerle düzenlenen grafikler ile benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte önerilen model, enflasyondaki süreklilik davranışı ve enflasyon-büyüme oranları arasındaki faz farkını da yaratabilmektedir. Model, kullanılan parametre kümesine göre değişkenlik gösteren limit çevrimi oluşturmaktadır. Bu çevrimler geleneksel iktisadi dalgalanmaların temel özelliklerini sergilemektedir. Makul parametre değerlerinde, çevrimlerin ortalama şiddeti %5, ve ortalama süresi 4 yıl olarak gerçekleşmektedir. Modelin güvenirliğini belirlemek için bazı testler uygulanmıştır. Yapısal onay testinde, modeldeki her bir eşitlik ayrı ayrı ele alınmış, ve ampirik ve teorik bilgilerle ne ölçüde uyumlu olduğu irdelenmiştir. Parametre onay testinde, modelde kullanılan parametrelerin ampirik verilere kıyasla mantıklı, teorik olarak da uyumlu olup olmadıkları irdelenmiştir. Direkt aşırı durum testinde, modeldeki formülasyonlar varsayımsal olarak aşırı durumlara uyarlanmış, ve analitik sonuçlarla gerçek hayatta aşırı durumlarda gerçekleşmesini öngördüğümüz durumlar kıyaslanmıştır. Boyutsal tutarlılık testinde, değişkenlerin birimlerinin anlamlı olup olmadığı, gerçek hayatta neye tekabül ettiği, ve eşitliklerdeki birimlerin tutarlı sonuçlar verip vermediği irdelenmiştir. Parametre hassaslığı testinde, modelin davranışının farklı parametre değerlerine göre ne ölçüde hassas olduğu analiz edilmiştir. Aşırı durum testinde, modelin davranışı gerçek hayatta karşılaşılmayan fakat teorik olarak mümkün bazı aşırı durumlar için test edilmiştir. Son olarak, davranış güvenirliği testinde, simülasyon sonuçlarının ampirik gözlemlerle uyumlu olup olmadığı tartışılmıştır. Modelin sergilediği davranışlara bakıldığında işgücü piyasasının, ekonomik değişkenliğin ana kaynağı olduğu söylenebilir. Benzer şekilde davranış hassaslık analizinin sonuçlarına bakıldığında, davranış kalıplarının bazı parametre değerlerine karşı belirgin biçimde hassaslık gösterdiği, ve çevrimsel davranışı etkileyen ana unsurun is¸gücü piyasası olduğu görülmektedir. Buna göre, eğer ücret düzeylerinin düzenleme süreleri kısalırsa, iktisadi sistemin bütününde istikrarsız davranış gözlenmektedir. Bu sebeple politika yapıcılara, ekonomik istikrar için, ücret düzeylerindeki ani değişimleri kontrol edecek regülasyonlar önerilmektedir. Paranın ekonomik aktivite üzerindeki etkisini açıklamayı amaçlayan sistem dinamiği modeli, bu çalışmanın temel bilimsel katkısını oluşturmaktadır. Bununla birlikte, önerilen modelin davranışları ve bunların teorik çıkarımları, araştırmacılar ve politika yapıcılar için önemli bilgiler sunmaktadır. Son olarak, bu çalışmada denge ve zaman ihtilafı hakkında yapılan teorik tartışmalar, iktisat ve sistem dinamiği alanlarındaki teorik araştırmalara katkı sunacaktır.
-
ÖgeEssays on electricity price modeling and forecasting(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Uğurlu, Umut ; Taş, Oktay ; 10248805 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringElektrik piyasaları 2000'lerin başından itibaren ciddi bir değişim içine girmiştir. Daha önce devletlere ait olan ve tekel halinde bulunan elektrik emtiası, özelleştirilmiş ve rekabete açık bir ortam oluşmuştur. Bu vesileyle, daha önce bu tekeller tarafından belirlenen elektrik fiyatları, serbest piyasada belirlenir hale gelmiştir. Türkiye'de elektrik piyasası 2000'li yıllarda özelleşmiş ve 2011 Aralık ayında kurulan Gün Öncesi Elektrik Piyasası ile elektrik fiyatlarının oluşabileceği bir ortam meydana gelmiştir. Bu noktada, elektrik fiyatlarının gerçek fiyatlara en yakın tahmin edilmesi pek çok açıdan önem arz etmektedir. Öncelikli olarak bu piyasada teklif veren arz ve talep taraflarının mümkün olduğunca doğru ve tutarlı fiyat teklifleri vermeleri gerekmektedir. Örneğin, hidroelektrik santralleri üretimlerini elektrik fiyat tahminlerine göre optimize etmekte ve gerçekleşen fiyatlardan uzaklaşan elektrik tahminleri önemli miktarda zarar etmelerine neden olabilmektedir. Bununla beraber, daha doğru şekilde yapılan elektrik tahminleri üretici rantını ortadan kaldıracak olup, fiyat daha aşağı seviyede oluşacak ve buradaki farktan kazanç sağlayacak kişiler nihai tüketiciyi temsil eden vatandaşlar olacaktır. Elektrik fiyat tahmini ve modellenmesi konusu dünya çapında artan bir ilgiye mazhar olmakla beraber, Türkiye piyasasında bugüne kadar yapılmış olan çalışmalar hem sayıca hem de kapsam olarak kısıtlı kalmaktadır. Bu tezde, yayınlanmış üç makale ile elektrik fiyat modellenmesi ve tahmini konusu tartışılacaktır. İlk makalede Türkiye Gün Öncesi Elektrik Piyasası'nda istatistiksel yöntemler kullanılmak suretiyle elektrik fiyatlarının saatlik olarak tahmin edilmesi konusu tartışılmaktadır. Bu bağlamda elektrik fiyatlarının önceki değerleri açıklayıcı değişkenler olarak kullanılmıştır. En önemli olarak görülen 1., 24., 48. ve 168. gecikmeli değerlere ek olarak 23., 72. ve 336. gecikmeli değerlerin kullanıldığı modeller de geliştirilmiştir. Kullanılan istatistiksel yöntemler SARIMA, Markov geçiş modelleri, SETAR, AR(24) ve naive metoddur. Türkiye piyasasında fiyatlarda bulunan 0'lardan dolayı, finansal enstrümanlarda her zaman kullanılan logaritmik getiriyi alma ve seriyi durağan hale getirme işlemi uygulanamamakta ve bu ciddi bir sorun yaratmaktadır. Benzer sorun çok sayıda sıfırın bulunduğu İspanya ve negatif değerlerin de bulunduğu Almanya piyasaları gibi pek çok piyasada gözlemlenmektedir. Bu makalenin getirdiği en önemli yenilik, bu sorunu ortadan kaldırmak için bir ön işlem olarak faktöriyel (factorial) ANOVA uygulaması ve seriyi bu yolla durağan hale getirmesidir. Buna ek olarak Türkiye piyasasında bu denli kapsamlı şekilde istatistiksel yöntemleri karşılaştıran ilk çalışma olan tezde, farklı zamanlarda farklı yöntemlerin başarısı görülmekle beraber, genel trend SARIMA modelinin Türkiye piyasasında, gözlemlenen zaman diliminde en başarılı model olduğudur. İkinci makale ise aynı konuya çok daha kapsamlı bir perspektiften yaklaşmaktadır. İlk makalede eksik olan ekzojen değişkenler de makaleye eklenmiş; temel yenilik olarak ise istatistiksel modellere ek olarak, yapay sinir ağları ve derin öğrenme metodları da işin içine katılmıştır. Yine aynı şekilde Türkiye Gün Öncesi Elektrik Piyasası'nda elektrik fiyat tahmini yapmayı hedefleyen bu makalede bir önceki makaledeki istatistiksel yöntemler de kullanılmakla beraber, derin yapay sinir ağları, evrişimli sinir ağları ve devirli (recurrent) sinir ağları yöntemleri ile de tahminler yapılmaktadır. Bununla beraber, bir önceki makalede kullanılan gecikmeli fiyat değerlerine ek olarak; sıcaklık, tahmini talep/arz, gerçekleşen talep/arzın 24. gecikmeli değeri ve dengeleme piyasası fiyatının 24. gecikmeli değerleri kullanılmıştır. Türkiye piyasasında önceki üç seneyi kullanarak 2016 yılının her bir günü için elektrik fiyat tahmini yapan ve ortalamaları alarak berk sonuçlara ulaşan bu tezde, öncelikli olarak makina öğrenmesi yöntemlerinin istatistiki yöntemlerden anlamlı şekilde daha doğru tahminler yaptığı söylenmelidir. Buna ek olarak, zaman serisi problemlerinde daha başarılı olan LSTM ve GRU gibi devirli sinir ağları yöntemleri de en başarılı yöntemler olmuştur. Bir diğer önemli nokta ise daha fazla katman içeren derin sinir ağlarının, tek katman içeren sinir ağlarına göre daha başarılı sonuçlara ulaştığıdır. Bununla beraber, derin devirli sinir ağları içinde de GRU'nun LSTM'e göre daha iyi sonuçlar verdiği söylenebilir. Tüm bu sonuçların Diebold-Mariano testi ile istatistiksel anlamlılığı da saptanmıştır. Açıklayıcı değişkenlerin seçiminde, 1., 24., 48. ve 168. gecikmeli fiyat değerlerinin en önemli değişkenler olduğu gözlemlenmekte, ekzojen değişkenlerin ancak hepsi birden eklendiğinde endojen değişkenlere göre anlamlı bir tahmin performans başarısı üstünlüğüne sahip olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, derin devirli sinir ağlarının, özellikle derin GRU'nun elektrik fiyat tahmininde kullanılmasını öneren bu çalışma, alanında ilk olma özelliğini taşımaktadır. Üçüncü makalede ise elektrik fiyat tahminlerindeki yanlışlığın bir hidroelektrik santraline olan finansal etkileri tartışılmaktadır. Bu bağlamda, ikinci makalede kullanılan tahmin yöntemlerinin en başarılı beş tanesine ek olarak dört adet de bu tahminlerin kombinasyonundan oluşturulan hibrit modeller kullanılmıştır. Bu dokuz tahmin yöntemine göre hidroelektrik santralinde karışık tamsayılı doğrusal programlama yöntemi ile günlük üretim planlaması optimize edilmiştir. Buna göre oluşturulan üretim çizelgelerinin finansal etkileri, oluşan gerçek fiyatlara göre yapılan üretim çizelgelemesinden elde edilecek maksimum kar ile karşılaştırılmaktadır. Bu amaçla, kardan zarar gibi kimi finansal performans ölçütleri kullanılarak her bir tahmin modelinin ne kadarlık bir finansal etkiye sebep olduğu değerlendirilmektedir. Bu çalışmadaki en temel bulgu, literatür ile de uyumlu şekilde, tahmin performansı değerlendirme ölçütlerinden biri olan ortalama mutlak hataya göre en iyi model olmayan ANN-LSTM yönteminin, finansal performans ölçütlerine göre en iyi model olarak seçilmesi olmuştur. Bu da tahmin performansı ölçütleri ile finansal performans ölçütleri arasında bir çelişkiden söz etmeye sebep olmaktadır. Özellikle üretim çizelgeleme yapacak elektrik santrallerinin, kullanacakları elektrik fiyat tahmin modelini seçerken finansal performans ölçütlerine göre karar vermesi daha yerinde olacaktır. Bir diğer önemli bulgu ise hibrit modellerin başarısı olmuştur. Hibrit modellerden ANN-LSTM, diğer modellerin önünde birinci gelmekle beraber, diğer hibrit modeller de oldukça iyi sonuçlar vermektedir. Hibrit modellerin elektrik fiyat tahminininde kullanılmanın yanı sıra, elektrik fiyat tahminlerinin üretim tesisleri üzerine finansal etkileri hesaplanırken de değerlendirilmesi önerilmektedir. Sonuç olarak, bu tez gelişmekte olan Türkiye Elektrik Piyasası'na geniş bir perspektiften bakma imkanı bulmaktadır. İstatistiksel yöntemlerin yanı sıra makina öğrenmesi temelli, yapay sinir ağları yöntemlerini ve çağımızın en önemli yeniliklerinden biri olan derin öğrenme yöntemlerini kullanan bu tez, Türkiye Gün Öncesi Elektrik Piyasası'nda elektrik fiyat tahmini yapmaktadır. Buna ek olarak, elektrik fiyat tahminlerinin önemini ve finansal etkilerini bir hidroelektrik santralini örnek alarak izlemekte ve üretimi elektrik fiyat tahminlerine göre optimize etmenin finansal etkilerini tartışmaktadır. Bu multidisipliner çalışma, Türkiye piyasasına ışık tutmanın ötesinde, global ölçekte de elektrik fiyatlarını durağan hale getirmek için bir ön yöntem olarak faktöriyel ANOVA'yı önermekte; buna ek olarak derin öğrenme yöntemlerini ve özellikle devirli sinir ağlarını da elektrik fiyat literatürüne kazandırmaktadır. Sürekli gelişmekte olan bu alanda yeni çalışmalar pek çok daldan ilerleyebilir. Öncelikle değişken seçiminde de kullanılan Lasso regresyon ya da temel bileşenler analizi gibi yöntemler oldukça ilgi çekici sonuçlar vermektedir. Bizim de bulgularımız arasında olduğu gibi hem farklı modellerin sonuçlarını kombine etme ile oluşturulan hibrit sonuçlar, hem de farklı yöntemleri bir arada kullanma ile oluşturulan hibrit metodlar oldukça başarılı sonuçlara ulaşmaktadır. Buna ek olarak; petrol, doğalgaz fiyatları ya da döviz kurları gibi bağımsız değişkenler de özellikle gelişmekte olan piyasalarda önemli faktörler olabilir ve başka çalışmalarda değerlendirmeye katılmaları önerilir. Bir diğer nokta ise Gün İçi Piyasası'nın gelişmesi ile beraber, o alanda da çalışmalara ihtiyaç duyulmaya başlanmasıdır. Buna mukabil, enerjiye dayalı türev ürünlerin fiyatlandırılması da enerji finansıyla ilgili çalışılması gereken başka önemli bir konu olacaktır. Tüm bunların ötesinde, her bir piyasanın kendine özgü özellikler taşıdığı elektrik piyasaları ele alındığında, bu çalışmada önerilen yöntemlerin başka ülke piyasalarında, başka zaman dilimlerinde de incelenmesi çalışmanın sonuçlarının daha berk bir şekilde ortaya konabilmesine izin verecektir.
-
ÖgeFiyata Duyarlı Ve Miktar Esnekliği Olan Bir Tedarik Zinciri Sözleşme Modelinin Tedarik Zinciri Performans Geliştiricisi Olarak Kullanımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Özmizrak, Murat ; Birgün, Semra ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringTedarik zinciri bir ürünün tasarım aşamasından tüketicinin eline ulaşıncaya kadar geçireceği ve gerekli olan tüm aşamaları kapsar. Bu çalışmamızda tedarik zinciri sözleşmelerinin bir performans geliştiricisi olarak tedarik zinciri katma değerini en üst düzeye çıkartmada nasıl kullanılabileceği araştırılmış ve iki sözleşme modeli incelenmiştir. İlk sözleşme modeli olarak, ürüne olan talebin satış fiyatı ile bağlantılı olduğu bir ortamda, üreticinin satıcıya belli bir miktarda ürün alma garantisi karşılığı önerdiği indirimler ele alınmıştır. İkinci sözleşme modeli olarak ise, üreticinin toplam tedarik zinciri katma değerini arttırmak için satıcıya önerdiği satılamayan ürünü geri alma ve satın almada miktar esnekliği sağlama sözleşmeleri incelenmiştir. Birinci modelde, görüleceği üzere, her ne kadar talep satış fiyatı ile bağlantılı ise de, sonuç yalnız satıcı açısından değerlendirildiğinden, modelin tedarik zinciri toplam katma değeri üzerindeki etkisi belirsizdir. Diğer yandan, ikinci model tedarik zincirinin toplam katma değerini arttırdığı halde, talebin fiyat duyarlılığı göz önüne alınmamıştır. Çalışmamızda geliştirdiğimiz ve bilgisayar programları kullanarak (Appendix B) çalıştırdığımız modelin özgün yanı, yukarıdaki iki modelin zayıf noktalarına cevap vermesi ve talebin fiyata duyarlı olduğu bir ortamda üretici-satıcı arasında miktar esnekliği sağlayan bir sözleşmenin tedarik zinciri katma değerini en üst düzeye çıkarmasıdır. Çalışmamızda ayrıca sözleşmeden kaynaklanan bu ek katma değer artışının her iki tarafın da kazanması için nasıl paylaştırılabileceğini öneren iki yöntem geliştirilmiştir.
-
ÖgeGelişmekte Olan Piyasalarda Oynaklık Yapısının İncelenerek Varolan Modellerle Tahmin Başarısının Test Edilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2013-07-19) İltüzer, Zeynep ; Taş, Oktay ; 465212 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringOynaklık literatürü gözden geçirildiğinde dikkati çeken en önemli nokta , tahmin metodolojisinde çeşitli aşamalarında alınan öznel kararlar nedeniyle geliştirilen modellerin tahmin performansı ile ilgili genel bir sonuç çıkarılamamasıdır. Çalışmanın ilk bölümü 19 gelişmekte olan ülkenin hisse senedi piyasa oynaklığı 8 farklı tahmin ufkunda Rassal Yürüyüş veya Hareketli Ortalama gibi basit tahmin yönetmelerinden GARCH veya Stokastik Oynaklık gibi sofistike modelleri de kapsayan 11 oynaklık modeli kullanılarak tahminleri gerçekleştirilerek ve Gerçeklik Kontrolü, Üstün Tahmin Becerisi ve Model Güven Kümesi gibi ekonometri alanındaki son yıllarda geliştirilen teknikler yardımıyla literatürde bu boşluk doldurulmak istenmiştir. Çalışma ayrıca oynaklık modellerin geliştirilmesi için harcanan onca zaman ve çabaya değen bir gelişme sağlanıp sağlanmadığını anlamaya yardımcı olmaktadır. Bu bölümden elde edilen sonuçlara göre, oynaklığın mekanik olarak modellenmesinde elde edilen kısıtlı ilerleme, oynaklıkğın altında yatan ekonomik ve yapısal dinamiklerin belirlenmesini amaçlayan çalışmalara dikkati çekmektedir. Çalışmanın ikinci bölümde, gelişmekte olan ülkelerin hisse senedi piyasa oynaklığının belli makro ekonomik dinamiklerden etkilenip etkilenmediğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bunun için bazı gelişmekte olan ülke piyasaları için makro ekonomik oynaklık ile hisse senedi piyasa oynaklığı arasıda Granger nedenselliğinin var olup olmadığı BEKK-GARCH ve Bootstraped test yöntemi kullanılarak incelenmiştir. En genel anlamda, oynaklık modellerinin sadece zaman serisi analizine değil belli yapısal dinamikleri de bağlı olarak geliştirmesi gerektiğini desteklemektedir.
-
ÖgeGeri Kazanımlı Kapalı Çevrim Tedarik Zinciri İçin Dağıtım Planlama(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-07-27) Otay, İrem ; Çebi, Ferhan ; 10081794 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringArtan nüfus artışı, iklimsel değişiklikler ve doğal kaynakların hızla tükenmesi gibi çeşitli faktörler işletmeleri kaynak tüketimini azaltmaya ve böylece maliyetleri düşürmeye yönlendirmiştir. Bunlara ek olarak, günümüzün zorlu rekabet ortamı, teknolojideki hızlı gelişmeler, son yıllarda çevre bilincinin artmasıyla müşterilerin ürün ve/veya hizmet alırken çevreci yaklaşımlar sergileyen işletmelerden yana tercihlerini yapmaları ve çeşitli yasal yükümlülükler, çevreye dost ürünlerin üretimi, atıkların geri dönüşümü ve ürün, parça ve malzemelerin yeniden kazanımı gibi konulara verilen önemi arttırmıştır. Bu faktörler tersine lojistik faaliyetlerini incelenmesi, ürün, parça ve malzemeler için ileri ve tersine lojistik faaliyetlerinin etkin bir şekilde yönetilmesini gerektirmiş ve ürün geri kazanım yaklaşımları gibi konulara olan rağbeti arttırmıştır. Araştırmalar göstermiştir ki, tüm bu konuların dikkatle ele alınması ve planlanması işletmelere rekabet avantajı sağlamaktadır. Bu kapsamda, bu doktora tez çalışması ürünlerin ileri ve geri akışlarını dikkate alan kapalı çevrim tedarik zinciri için üretim ve dağıtım faaliyetlerinin planlanması konusunu incelemektedir. Kapsamlı bir literatür araştırmasıyla, kapalı çevrim tedarik zinciri ve tersine lojistik konularında yapılan çalışmalar araştırılmıştır. Ardından tersine lojistik ve kapalı çevrim tedarik zincirindeki belirsizlikler dikkate alınarak bulanık kapalı çevrim tedarik zinciri modelleri, bulanık kümeler ve bulanık modelleme konuları üzerinde durulmuştur. Bu bilgiler ışığında, farklı işletmelerin problemlerini çözmeye yönelik olarak çeşitli varsayımlar altında matematiksel modeller geliştirilmiştir. Geliştirilen modeller nümerik örnekler için çözülerek modellerin çalışıp çalışmadığı kontrol edilmiştir. Daha sonrada bu modeller göz önüne alınarak genelleştirilmiş bir model oluşturulmuştur. Uygulama bölümünde ise geliştirilmiş modeller gerçek hayat problemine göre revize edilmiştir. Model, birden çok yeniden kullanılabilen ürün ve tek bir üretici, birden çok distribütör ve bölge deposu ile çok sayıdaki müşteriyi içermektedir. Model tek bir dönem için planlama yapmakta ve birden çok amacı göz önüne almaktadır. Dikkate alınan amaçlardan ilki, kapalı çevrimdeki toplam maliyetin minimum kılınmasıdır. Diğer amaçlar sırasıyla, ileri ve tersine ürün akışı sırasında meydana gelen sera etkisi yaratan gazlardan biri olan karbondioksit gazının emisyonunun minimum kılınması ve müşterilerden geri toplanamayan (kullanılmış) ürün miktarının minimum kılınması şeklindedir. Kapalı çevrim tedarik zincirinde birçok belirsizlik ve eksik bilgi bulunmaktadır. Bu belirsizlikler, geri dönüş oranında, geri dönen ürünün kalitesinde, geri dönüş zamanında olabileceği gibi ürünlerin talebinde de olabilmektedir. Bu belirsizlik ve eksik bilgilerle başa çıkabilmek için çok amaçlı karma tam sayılı doğrusal programlama modelinin çözümünde bulanık küme ve bulanık modellemeden yararlanılmıştır. Modeldeki belirsizlik iki şekilde incelenmiştir. İlk olarak hedef ve kısıtlardaki bulanıklık ele alınmıştır. Modeldeki tüm hedeflerin erişim seviyeleri ile talep kısıtının bulanık olduğu durum değerlendirilmiştir. Bulanık çok amaçlı modelin geleneksel tek amaçlı doğrusal programlama modeline dönüştürülmesinde ağırlıklı toplamsal modelden yararlanılmıştır. Daha sonra ise, modeldeki çeşitli parametrelerdeki (geri dönüşüm oranı ve talep gibi) bulanıklık ele alınmıştır. Her iki durum gerçek hayat problemi için çözülmüştür. Modellerin çözümünde GAMS 24.02 - CPLEX solverdan yararlanılmıştır. Ek olarak, modellerin doğruluk ve geçerlilik analizleri ile duyarlılık analizleri gerçekleştirilerek sonuçlar analiz edilmiş ve gelecek çalışmalar için önerilerde bulunulmuştur.
-
ÖgeGümrük Birliği sürecinde Türkiye'nin demir çelik ticareti performansı: 1996 - 2014(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Bıyık, Yasin ; Özkale, Nedime Lerzan ; 10296655 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringTürkiye'nin ticari serbestleşme sürecinde Avrupa Birliği ile iktisadi bütünleşmesi oldukça belirleyici olmuştur. Karşılıklı iktisadi ve ticari ilişkilerin gelişiminde kritik öneme sahip Gümrük Birliği 1996 yılından beri uygulanmaktadır. Ancak uygulamanın genel ekonomi ve endüstri kapsamındaki etkileri halen de tartışılmaktadır. Özellikle Türkiye'nin uluslararası rekabetçiliğini olumsuz etkilediği öne sürülen Gümrük Birliği'ne bağlı riskler son dönemlerde yoğun şekilde gündeme gelmiştir. Sanayi ve ticaret politikalarının gelişimi açısından, bunların endüstriyel odaklanma aracılığıyla analiz edilerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Gümrük Birliğinin etkilerine yönelik literatür çalışmalarının bulguları dikkate alındığında, ticaret performansı için sektörel düzeyde değişen sonuçlar elde edilmektedir. Demir çelik tüm bu tartışmaların merkezinde yer alan önemli bir sanayidir. Sektöre yönelik ticaret politikalarının belirlenmesinde dikkatli davranılmaktadır. GB süreci paralelinde, Türkiye'nin Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğuna dahil olması buna önemli bir örnektir. AKÇT'nin getirdiği düzenleme ve sınırlandırmalar sektörel tartışmalara sıklıkla konu olmaktadır. Diğer taraftan, son dönemdeki ABD'nin başlattığı yükselen korumacı yaklaşımlardan demir çeliğin stratejik endüstri olma özelliğini koruduğu da anlaşılmaktadır. Endüstri çıktılarının dayanıklı tüketim ve yatırım malları üretim süreçlerinin ana girdileri olması nedeniyle, ekonomi içerisindeki iktisadi faaliyetlerle oldukça ilişkilidir. Kişi başına çelik tüketimi ile milli gelir arasındaki sistematik ilişki ampirik analizlerle genellikle doğrulanmaktadır: Buna göre belirli bir kritik noktaya kadar birlikte artmakta, sonrasında ise artan milli gelir ile tüketim azalmaktadır. GB'nin yürürlüğe girmesiyle AB ile karşılıklı demir çelik ticaretinde tarifeler kaldırılmıştır. Diğer taraftan bu süreçte, özellikle 2000'li yıllar sonrasında Türkiye'nin demir çelik ticareti düzeyinde dikkate değer bir artış yaşanmıştır. Endüstrinin ticaret akışlarındaki AB'nin payı 2007 yılına kadar yükselme, sonrasında ise azalma eğilimi göstermektedir. Dış ticaretin miktar istatistikleri dikkate alındığında ticaretin birim değerinin ihracat ve ithalatta oldukça farklılaştığı görülmektedir. Türkiye'nin ihracat birim değeri, ithalat değerine göre nispeten düşüktür, ancak daha istikrarlı hareket etmektedir. Endüstrinin toplam ticaret akışlarındaki payı zamanla azalmış olsa bile, 2018 verilerine göre % 10 civarında önemli bir düzeydedir. Türkiye'nin AB'ye ticaret performansında son dönemde belirginleşen azalma çoğu zaman GB'ye bağlı riskler ile ilişkilendirilmektedir. Bu bağlamda AB'nin üçüncü ülkelerle yaptığı STA'ların Türkiye'ye etkileri ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle, öncelikle bu tezde, GB sürecinde 1996 yılından beri uygulanan tarifelerin kaldırılması ve tarife dışı engellerin azaltılmasına bağlı olarak değişmesi beklenen Türkiye'nin ticaret performansının nasıl etkilediği incelenmektedir. Tez amacı doğrultusunda, ticaret politikası araçlarının Türkiye demir çelik ihracatına etkilerini analiz etmede, çekim modeli yaklaşımlarından faydalanılmıştır. Literatürde, iktisadi bütünleşmelerin tarifeler üzerinden ticaret performansına olan etkileri uygulama öncesi ve sonrası değerlendirmede çeşitli yöntemler ön plana çıkmaktadır. Kısmi denge analizi daha çok tek bir endüstriye yönelik, genel denge analizi ise ekonomi genelindeki etkilerin değerlendirilmesinde tercih edilmektedir. Bunların yanında çekim modeline dayanan ekonometrik yöntemler ile ticaret akışlarının analiz edildiği yaklaşımlar da oldukça yaygındır. Tarifeler yanında tarife dışı engellerin de ayrıca ticaret performansına etkileri, bu yöntemlerden faydalanılarak analiz edilmekte ve tartışılmaktadır. Tez kapsamında gerçekleştirilen literatür tartışmalarında bu yöntemlerden elde edilen bulgulara sıklıkla değinilmiştir. GB'yi kuran 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca, Türkiye AB'nin tercihli ticaret anlaşmaları ve tek taraflı ticari tavizlerin tanındığı otonom rejimlerini üstlenmeyi taahhüt etmiştir. Bu nedenle, Türkiye'nin üçüncü ülkelerden ithalatı, AB'nin ticaret politikasına uygun olarak gerçekleştirilmektedir. Yasal çerçeveye göre, Türkiye'nin AB'nin üçüncü ülkelerle STA süreçlerine katılımına, ancak taraflar arasında başka bir tercihli anlaşma şartı altında izin verilmektedir. Bu nedenle, Türkiye'nin ticaret performansında önemli görülen Meksika, Güney Afrika ve Güney Kore STA'larının etkileri; toplam, endüstriyel ayrıştırılmış ve demir çeliğe özgü verilerle incelenmektedir. Analizler 1996 – 2014 ve devam eden 2015 – 2018 yıllarına dair panel veri setleriyle tekrarlanmaktadır. Analiz sonuçlarına göre, Meksika STA'sının Türkiye'nin ihracatı üzerindeki olumsuz etkilerine dair istatistiksel kanıt bulunamamıştır. Meksika'nın AB ve Türkiye'den ithalatı yıllar itibariyle artma eğilimindedir. Meksika'nın AB'ye olan demir çelik ihracatında ise azalma eğilimi gözlenmektedir. Ancak Türkiye'ye ihracatı yatay bir seyir izlemektedir. Güney Afrika STA'sının etkilerine yönelik genel değerlendirmeye ulaşmak oldukça zordur. Esas alınan model ve veri kapsamına bağlı olarak değişen sonuçlara ulaşılmaktadır. Ancak demir çelik ihracatı açısından negatif etki yönünde tespitler ağırlık kazanmaktadır. İstatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte sektörel ayrıştırılmış veriler ile analiz bulgularına göre, Güney Kore STA'sının Türkiye'nin ihracatına negatif etkileme eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır. Ticaret istatistiklerine dayanarak, Güney Kore'nin AB'ye ve Türkiye'ye yaptığı demir çelik ihracatının dikkat çekici şekilde arttığı görülmektedir. Model açıklayıcı değişkeni olarak AB'nin üçüncü ülkelere uyguladığı tarifelerin katsayısı ise genel olarak istatistiksel olarak anlamlı ve negatiftir. Bu durumda üçüncü ülkelere AB'nin tarife indirimleri Türkiye'nin ihracatına olumlu yansımaktadır. Ayrıca, Türkiye'nin AB'nin STA süreçlerine dahil olmasının ticaret performansı açısından anlamı, hesaplanan tarife esneklikleriyle değerlendirilmektedir. Bu bakış açısı altında dahil edilmeme koşulunda karşılıklı ticarette karşılaşılan asimetrilerden kaynaklanan düzensizliklerin giderilmesi önemli hale gelmektedir. Tarifeler yanında tarife dışı engeller açısından da düzensizliklerin durumu bir o kadar önemlidir. Tüm bunların, DTÖ'nun temel prensipleri doğrultusunda irdelenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan inceleme odağı olan demir çelik endüstrisi ticaret performansı, firma ve endüstrilerin niteliksel farklılaşması dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Genel olarak üretimde daha yüksek düzeyde yüksek fırın oranına sahip ülkelerin, daha yüksek ihracat gerçekleştirdiği istatistiksel olarak anlamlıdır. Bu bağlamda, yüksek fırın ve elektrik ark ocağı şeklinde ayrışan üretim yöntemlerinin ticaret performansına olan etkileri, rekabet gücü modeli yaklaşımı altında incelenmektedir. Rekabet gücü modelinde tanımlanan endüstriye giriş engelleri, rekabet yoğunluğu ve çıkış engelleri, tedarikçilerin pazarlık gücü, müşterilerin pazarlık gücü ve ikame ürünlerden kaynaklanan tehditler şeklindeki güç eksenleri altında üretim yöntemlerine göre farklılaşmanın gerekçeleri tartışmalarla değerlendirilmektedir. Burada, endüstrideki ölçek ekonomisinin varlığı, çevresel regülasyonlar, yatırım maliyetleri, yöntemin teknik altyapı gereksinimi, endüstri rekabet yoğunluğu ve ticaret politikası ile etkileşimler, endüstri ölçeği ve ekonomi içerisindeki önemi, cevher ve hurda piyasa dinamikleri, talep fiyat esnekliklerinin önemi ön plana çıkmaktadır. Bu eksenlerin üretim yöntemlerine göre şekillenmesinde, sanayi ve ticaret politikaları oldukça belirleyici olmaktadır. Bu etkinin analitik olarak irdelenmesine imkan sağlayacak şekilde, demir çelik endüstrisindeki üretim yöntemlerinin toplam endüstri katma değeri açısından anlamı analiz edilmektedir. Endüstri katma değerinin toplam üretimdeki yöntemlerin payına göre değişimi, toplam üretim maliyeti ve toplam satış hasılatı dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Burada, maliyet ve satış hasılatını etkileyen değişkenlere dair istatistiklerden senaryo türetimleri gerçekleştirilip (Monte-Carlo simülasyonu), orta ve uzun dönem içerisindeki etkinin boyutları irdelenmektedir. Yatırım maliyetlerinin etkisi dikkate alınarak, mevcut durumdaki yöntemlerin üretimdeki payları yakın olarak hesaplanabilmiştir. Bu yaklaşımdan yararlanarak, GB ile AKÇT süreçlerinin, demir çelik endüstrisi katma değer gelişimine katkısı tüm bu temel değişkenler aracılığıyla değerlendirilebilecektir. Doktora tezinin demir çelik üzerine olması ve üretiminin yapısı gereği, endüstrinin özellikle son dönemde yükselen çevre sorunları ve politikaları ile etkileşiminin ele alınması önemli görülmüştür. AB'ye uyum sürecinde Türkiye'nin çevresel regülasyonlara dair yükümlülükleri açısından da, konu demir çelik özelinde önem arz etmektedir. Bu doğrultuda öncelikle ticaret performansının çevreye etkileri ticari serbestleşme sürecine dair tartışmalar kapsamında incelenmektedir. Ticari serbestleşme sürecinde gözlenen ticaret performansındaki dikkate değer artışın neden olduğu doğrudan üretim miktarındaki artışların çevresel etkileri yanında, üretimin etkin kaynaklara kaymasının etkileri bu tartışmaların temel odak noktalarıdır. Ticaretin getirdiği milli gelir artışları ve bunun kalkınmanın çevre boyutu açısından etkileri oldukça önemlidir. Demir çelik üretiminin çevresel etkilerinin, kullanılan yönteme göre farklılık göstermesi beklenmektedir. Üretim sistemi ve iş akışlarına göre şekillenen bu durumun gerekçeleri incelenmektir. Buradan hareketle analitik olarak karşılaştırılmasına imkan sağlayacak, doğrudan ve dolaylı karbon salınımlarına dair hesaplamalar yapılmaktadır. Bunlar üretim miktarına göre toplam salınımın tespitinde referans olmaktadır. Çevre politikaları giderek çok önemli hale gelmektedir. Demir çelik endüstrisine yönelik ulusal ve uluslararası düzeyde farklılaşan çevresel regülasyonların üretim ve yatırım akışlarını etkilemesi beklenmektedir. Dolayısıyla, iklim değişikliği sorunu ve önleme programlarının önemi doğrultusunda, endüstri üretim yapısına yönelik gelişmeler daha da kritik hale gelmektedir. Karbon vergisi gibi uygulamaların endüstrinin ticaret performansı ve katma değerinde belirleyici olması beklenmektedir. Çevre politikaları doğrultusunda uygulanacak vergilerin ticaret performansına etkilerinin analizinde, tez odağındaki tarife esnekliklerindan faydalanılmaktadır. Yapısal ve karakteristik bir değişken olarak bunlar ülkeden ülkeye değişkenlik göstermesi beklendiğinden, ticaret performansı üzerinden hedeflenen üretim miktarındaki azalmanın küresel düzeyde ortak bir çevre politikası ile sağlanması oldukça zor bir süreci tanımladığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, enerji verimliliği, salınım azaltmaya yönelik yeni teknolojik gelişmelere ve sürdürülebilir yöntemlere odaklanmanın önemi ön plana çıkmaktadır. Bunlarla birlikte, üretim miktarı ve birim karbon salınımları üzerinden uygulanacak ilave vergilerin endüstrinin toplam maliyetine ve katma değerine olan etkisi incelenmektedir. Üretim yöntemine göre farklılaşan birim karbon salınımları dikkate alınarak analizler gerçekleştirilmektedir. Üretim yöntemlerinin birim emisyon düzeylerindeki ve vergi değişimlerinin endüstri katma değerine olan etkileri ayrıca duyarlılık analizleriyle değerlendirilmektedir.
-
ÖgeGüneş Enerjisi Gelişim Dinamikleri: Türkiye Vakası(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2012-07-24) Çelebi, Alper ; Ülengin, Burç ; 437088 ; İşletme Mühendisliği ; Management EngineeringGünümüzde enerji arzı ağırlıklı olarak fosil yakıtlarından sağlanmaktadır. Fosil kaynaklarının kısıtlı olması ve küresel ısınma yeni enerji kaynağı arayışlarını hızlandırmıştır. Güneş enerjisi henüz işlenmemiş büyük potansiyeli ve son yıllarda düşen maliyetinden dolayı arayışların odağındadır. Birikimli kurulu gücü son beş yılda yıllık %50 büyüyerek 2010 yılı sonu itibariyle 40GW’a ulaşmıştır. Almanya, İspanya, Japonya kurulu güce öncülük yaparken Türkiye’de henüz kurulu güç yok denilecek kadardır. Bu çalışmada seçilmiş yedi ülkede fotovoltaik’in (PV) dört farklı yayılım sekli (sürdürülebilirler, hızlı koşucular, rotasızlar, tetiklenemeyenler) ortaya çıkarılarak yayılımın tetikleyici koşullarını, hızını ve üst sınırını belirleyen değişkenler oluşturulmuştur. Veri kısıtı nedeniyle yeni ürün yayılımında kullanılan teknoloji tahmini yöntemlerinden genelleştirilmiş Bass model (GBM) ve lojistik kullanılmıştır. Orijinal denklemlerdeki üst sınır zamanın bir fonksiyonu haline getirilerek geliştirilmiştir. Bulunan yayılım fonksiyonları R2’nin >0.97 olduğu tatminkâr sonuçlar üretmiştir. GBM doğrulamada lojistik yönteme göre genelde daha iyi sonuç vermesine rağmen Türkiye için yapılan tahminlerde lojistik daha gerçekçi sonuçlar çıkarmıştır. Belirlenen iki yayılım politikasına göre 2020 yılı için birikimli kurulu gücün 5.2GW veya 10.6GW olacağı öngörülmüştür. Bu senaryolarda 2020 yılında 2 milyar USD ile 4 milyar USD arasında değişen yatırım büyüklüğü hesaplanmış olup ayni yılda hükümetin satın alma yükümlülüğü 1.4 milyar USD ile 3 milyar USD arasında değişeceği hesaplanmıştır. Küresel bulgular ışığında Türkiye’nin, yeterli finansal destek sağlaması, hükümetin net kurulu güç taahhüdünde bulunması, şeffaf ve yalın yönetsel süreçler tasarlaması, iletim dağıtım hatlarının kapasitelerini takip etmesi ve güneş enerjisi farkındalığını artırmaya yönelik eylemler yapması önerilmektedir.