LEE- Restorasyon-Doktora

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 16
  • Öge
    Arapgir'in geleneksel mimari dokusunun kentsel ve kırsal alan kapsamında incelenmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-03-28) Kasapgil, Muhammed Oytun ; Eyüpgiller, Kemal Kutgün ; 502122203 ; Restorasyon
    Anadolu, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olmasıyla zengin bir kültürel mirasa ve özgün yerleşim dokularına sahip bir coğrafya olarak öne çıkmaktadır. Bu kültürel birikimin önemli bir parçasını oluşturan kırsal alanlar, doğal çevreyle uyum içinde gelişmiş yaşam biçimlerinin ve mimari çözümlerin somut yansımalarıdır. Kırsal mimari, yerel malzemelerin kullanımına ve işlevselliğe dayalı olarak gelişirken, toplumsal ihtiyaçlara ve bölgesel koşullara duyarlı çözümler üretmiş; böylece kültürel kimliği yansıtan özgün mekânlar ortaya koymuştur. Bu nedenle, kırsal mimarinin belgelenmesi ve korunması, hem tarihsel hafızanın muhafazası hem de sürdürülebilir bir gelecek kurgusu açısından önemli bir gereklilik olarak değerlendirilmektedir. Bu tez, Anadolu'nun geleneksel kırsal mimari mirasının önemli bir temsilcisi olan Malatya iline bağlı Arapgir ilçesinin kentsel ve kırsal alanlar bağlamında kapsamlı bir şekilde incelenmesini amaçlamaktadır. Arapgir, coğrafi konumu, tarihi derinliği ve kültürel çeşitliliğiyle öne çıkan bir yerleşim yeri olup, barındırdığı mimari miras ile hem sivil hem de anıtsal yapılar üzerinden bölgenin çok katmanlı geçmişine ışık tutmaktadır. Bu bağlamda tez, Arapgir'in mimari dokusunun tarihsel süreçteki gelişimini, geleneksel konutlarının fiziksel ve mekânsal özelliklerini, yapım tekniklerini ve mevcut koruma sorunlarını analiz etmeyi hedeflemiştir. Kırsal yerleşimlerin birer kültürel peyzaj öğesi olarak kavramsallaştırılması, bu alanların fiziksel, toplumsal ve kültürel özelliklerinin anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda, UNESCO'nun "kültürel peyzaj" kavramı, kırsal alanların değerlendirilmesinde uluslararası ölçekte kabul görmüş bir referans sunmaktadır. Bu yaklaşım, sadece yapıların fiziksel varlığına değil, aynı zamanda onların tarihsel bağlamı, toplumsal organizasyonu ve çevresel ilişkilerine de odaklanmaktadır. Malatya ili Arapgir ilçesinde yer alan geleneksel yerleşimler, bu kapsamda özgün örnekler sunmakta; coğrafi yapı, iklimsel koşullar ve yerel malzeme çeşitliliği, hem yapıların biçimlenişinde hem de yerleşim dokusunun oluşumunda belirleyici bir rol üstlenmektedir. Arapgir, Yukarı Fırat Havzası'nda yer alması sebebiyle tarih boyunca birçok medeniyetin etkisi altında kalmış ve farklı dönemlerin izlerini taşıyan zengin bir kültürel peyzaj ortaya koymuştur. Hititler, Urartular, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar gibi uygarlıkların etkisi altında şekillenen bölge, bu tarihsel birikimin somut yansımalarını mimari yapılarında da taşımaktadır. Özellikle Osmanlı döneminde önemli bir ticaret ve üretim merkezi hâline gelen Arapgir, kervan yolları üzerinde yer almasıyla birlikte han, hamam, cami gibi anıtsal yapıların yanı sıra işlevselliği yüksek sivil mimari örnekleriyle de dikkat çekmiştir. Bu bağlamda, hem anıtsal mimari hem de geleneksel konut dokusu üzerinden yapılan okumalar, kentin tarihsel ve sosyal dönüşümünü anlamaya katkı sağlamaktadır. Tezin kapsamını, Arapgir'in tarihi kent merkezi ile Eskişehir Vadisi ve Yeni Arapgir'in kentsel dokusu ve bu yerleşimlere bağlı olarak gelişen geleneksel sivil mimari örnekleri oluşturmaktadır. Ayrıca kırsal mimarlık örneklerinin detaylı bir şekilde belgelenebilmesi amacıyla, Arapgir'e bağlı Koru (Tebte), Ormansırtı (Cücügen), Selamlı ve Onar köyleri seçilmiş ve bu köylerdeki geleneksel konutlar çok boyutlu bir yaklaşımla incelenmiştir. Saha araştırmalarında; yerleşim dokusunun genel morfolojisi, sokak ve parsel ilişkileri, yapıların plan şemaları, malzeme ve yapım teknikleri, cephe karakteristikleri ve strüktürel sistemleri detaylandırılmış, bu unsurlar üzerinden mekânsal çözümlemeler yapılmıştır. Tez çalışmasında kullanılan yöntemler arasında literatür taramaları, arşiv belgelerinin incelenmesi, yerinde tespit ve belgeleme çalışmaları, plan analizleri ve yerel halktan alınan sözlü bilgiler yer almaktadır. 2012–2021 yılları arasında farklı akademik ekiplerle yürütülen saha araştırmaları sayesinde, geleneksel yapıların hem kentsel hem de kırsal ölçekte fiziksel belgelenmesi sağlanmış; bu süreçte elde edilen veriler, Arapgir'in mimari dokusuna ilişkin kapsamlı bir analiz yapmaya olanak tanımıştır. Arapgir evlerinin özgün mimari karakteri; eğimli topoğrafyaya uyumlu biçimde gelişen yerleşim düzeni, yöresel malzeme kullanımı, çok katlı yapı organizasyonları ve işlevsellik temelli iç mekân kurgularıyla şekillenmektedir. Evlerdeki taş zemin katlar ve üzerlerine oturan ahşap karkas kerpiç dolgulu üst katlar, yapısal sürekliliği ve malzeme uyumunu ortaya koymaktadır. Ayrıca geleneksel konutlarda yaygın olarak görülen toprak dam sistemi, ahşap kirişli döşemeler ve taş temel duvarları; yapıların iklimsel koşullara karşı dirençli ve sürdürülebilir bir yapıda tasarlandığını göstermektedir. Mekânsal olarak ise, avlu, taşlık, mutfak, sofa, baş oda ve eyvan gibi işlevsel mekânlar yer almakta; bu mekânlar, sosyal yaşam pratiklerinin konut içi organizasyon üzerindeki belirleyici etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Tez çalışmasının önemli katkılarından biri, Arapgir'e özgü geleneksel konut dokusunun günümüzde karşı karşıya olduğu fiziksel, sosyal ve ekonomik tehditlerin sistematik biçimde ortaya konulması ve bu tehditlere yönelik çözüm önerilerinin geliştirilmesidir. Araştırma sürecinde gerçekleştirilen saha gözlemleri ve belgeleme çalışmaları, çok sayıda yapının özgün niteliklerini kaybettiğini; özellikle onarım ve bakım eksikliklerinin yaygınlaştığını ve uygulanan müdahalelerin büyük oranda niteliksiz ve geleneksel yapım teknikleriyle uyumsuz biçimde gerçekleştirildiğini ortaya koymuştur. Bu bulgular, geleneksel yapı üretim bilgisinin kültürel aktarımında yaşanan kesintinin, mimari mirasın korunması açısından ciddi zorluklar doğurduğunu göstermektedir. Özellikle kırsal yerleşimlerde gözlemlenen nüfus kaybı, genç nüfusun büyük ölçekte göç etmesi ve tarımsal üretim faaliyetlerinden uzaklaşılması gibi demografik ve ekonomik dönüşümler, geleneksel yapıların terk edilmesine ve zamanla işlevsizleşmesine yol açmaktadır. Fiziksel yıpranmanın yanı sıra bu durum, geleneksel mimari mirasın kültürel sürdürülebilirliği açısından da ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Yapıların kullanım dışı kalması, yalnızca fiziksel dokunun değil, aynı zamanda bu yapılara içkin olan toplumsal ve kültürel birikimin de zamanla silinmesine neden olmaktadır. Saha verileri doğrultusunda yapılan değerlendirmelerde, geleneksel yapıların korunmasını zorlaştıran başlıca etkenler açık biçimde tanımlanmıştır. Yerel ve özgün yapı malzemelerinin temininde yaşanan zorluklar, geleneksel yapım tekniklerinin yeni kuşaklara aktarılamaması, mimari dokuyla uyumsuz yeni yapılaşmalar, yetersiz bakım-onarım uygulamaları ve niteliksiz müdahaleler bu sorunların başında gelmektedir. Tüm bu unsurlar, kırsal alanlardaki mimari mirasın hem fiziksel bütünlüğünü hem de toplumsal bellekteki sürekliliğini tehdit etmekte; bu nedenle, mirasın korunmasına yönelik politikaların sadece yapılı çevreye değil, aynı zamanda bu çevreyi var eden kültürel ve toplumsal dinamiklere de odaklanması gerektiğini ortaya koymaktadır.Bu çerçevede, koruma bilincinin yaygınlaştırılması, yerel halkın sürece etkin biçimde dahil edilmesi ve geleneksel yapı mirasının disiplinlerarası ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekliliği açık bir şekilde ortaya konmuştur. Söz konusu yaklaşım; yapısal, kültürel ve toplumsal boyutları içeren sürdürülebilir koruma stratejilerinin geliştirilmesini zaruri kılmaktadır. Tez çalışmasında elde edilen bulgular ışığında, Arapgir'in geleneksel mimari dokusunun korunması ve yaşatılması için bütüncül bir koruma stratejisi önerilmektedir. Bu strateji; yasal düzenlemelerin güncellenmesi, kırsal alanlara yönelik özel koruma statülerinin oluşturulması, yerel yönetimlerin yetki ve kaynaklarının artırılması, geleneksel yapı malzemelerine erişimin kolaylaştırılması, geleneksel ustalık bilgisinin sistematik biçimde aktarılması ve halkın koruma süreçlerine aktif katılımının sağlanması gibi çok boyutlu önlemleri içermektedir. Aynı zamanda, KUDEB gibi yerel koruma birimlerinin güçlendirilmesi, belgeleme ve restorasyon faaliyetlerine teknik ve finansal destek sağlanması da öneriler arasında yer almaktadır. Sonuç olarak, bu tez çalışması, Arapgir'in kentsel ve kırsal alanlarında yer alan geleneksel mimari dokunun çok katmanlı yapısını ortaya koyarak, bu özgün dokunun korunmasına yönelik akademik bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda, Arapgir'in zengin mimari mirası yalnızca estetik bir değer olarak değil; aynı zamanda tarihsel, kültürel ve toplumsal bir bilgi kaynağı olarak değerlendirilmiş, yerleşim düzeninden yapı tekniklerine, malzeme kullanımından mekânsal kurgulara kadar pek çok unsur sistematik biçimde analiz edilmiştir. Çalışmada önerilen koruma yaklaşımları, yalnızca Arapgir'e özgü değil, benzer coğrafi ve kültürel yapılara sahip diğer Anadolu yerleşimleri için de örnek teşkil edecek niteliktedir. Geleneksel yerleşim dokusunun yaşatılmasına yönelik olarak önerilen bütüncül koruma modeli; yapısal, kültürel ve toplumsal boyutları içeren sürdürülebilir politikaların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda tez, akademik alana bir katkı sunmayı amaçlamakta ve yerel yönetimler ile uygulayıcılar açısından faydalanılabilecek bir çerçeve oluşturmayı hedeflemektedir. Elde edilen verilerin, ileride yapılacak koruma çalışmaları ve mimari araştırmalarda dikkate alınabilecek bir kaynak niteliği taşıması ümit edilmektedir.
  • Öge
    İstanbul minarelerinin (1453-1930) analizi, koruma sorunları ve çözüm önerileri
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-04-14) Kalle, Serpil ; Eyüpgiller, Kemal Kutgün ; 502862007 ; Restorasyon
    Camiler ve minareleri İslam Dünyasının tamamında olduğu gibi, İstanbul'da da şehrin siluetinin oluşumunda etkili mimari eserler olarak önem kazanmış, öne çıkmış, sembol olmuştur. Erken Dönem'deki fethinden I. Ulusal Dönem sonuna kadar (1453-1930) geçen 477 yıllık süreçte Osmanlı Devleti'ne başkentlik yapmış olan İstanbul, doğal olarak dönemin en çok ve en önemli mimari eserlerinin inşa edildiği şehir durumundadır. Tez çalışması kapsamında İstanbul minareleri ait olduğu cami-mescitlerin büyüklüklerine göre: birden çok minaresi olan camiler A grubu, tek minareli kubbeyle örtülü camiler B grubu, kırma çatıyla örtülü mescitler C grubu olarak ele alınmış buna kiliseden camiye dönüştürülenler D grubu eklenmiş, Osmanlı Mimarisinde dönemlere (Erken Dönem, Klasik Dönem, Batı Etkisinde Gelişen Dönemler (Lale Dönemi, Barok Dönem, Ampir Dönem, Seçmeci Dönem ve I. Ulusal Dönem)) göre sahip oldukları özellikler incelenmiştir. Tez çalışması kapsamında, İstanbul'da 422'si günümüze ulaşan, 7'si kısmen var olan, 241'i kaynaklarda fotoğrafları bulunan 670 minare incelenmiştir. Kaynaklarda fotoğrafları olan 241 minareden; 98'i günümüze ulaşmamış, 57'sinin rekonstrüksiyonu gerçekleştirilmiş, 86 minareyse farklı şekilde yeniden yapılmıştır. 1. bölümde; tezin amacı, kapsamı, yöntemi ve çalışmada kullanılan kaynaklar ele alınmıştır. Tez konusunun belirlenmesinde etken olan sebepler bu bölüm içerisinde değerlendirilmiştir. 2. bölümde; minarenin ortaya çıkışı, kökeni, terminolojisi, İslam ve Türk mimarisinde minareler ayrıntılı olarak incelenmiştir. Karahanlı Devleti'nden İstanbul'un fethine kadar Osmanlı Devleti'nde Türk minare mimarisinin gelişimi de tez kapsamında kısaca yer almıştır. 3. bölümde İstanbul minareleri kataloğunu oluştururken kullanılan yöntem anlatılmıştır. Katalog bölümlerinde hangi bilgilerin bulunacağının detayı verilmiştir. Katalog her yapı ve minaresi için ayrı bir sayfa olarak düzenlenmiş; kronolojik sırayla cami ve minarenin yapım bilgileri ve restorasyon çalışmaları belirtilmiş, yapı ve minareyle ilgili bilgiler; yapının ve minare bölümlerinin özellikleri başlıkları altında sistemli olarak doldurulmuştur. Minarelerin varlık durumları, korunmuşluk durumları ve minarelerin özgün, değişen ve tümlenen bölümleri belirlenmiş, değişen bölümlerdeki değişimin ne şekilde olduğunun ayrıntısı bilgi olarak verilmiştir. Minare ve bölümleriyle ilgili eski ve yeni fotoğraflar yerleştirilmiş, cami veya mescidin minare konumunu gösteren özgün şematik plan çizimi, minare pabucunun şematik plan ve görünüş çizimi yapılmıştır. 4. bölümde; İstanbul minarelerinin İstanbul içindeki yerleri, yapım teknikleri ve malzemeleri, minarelerin bulunduğu yöne ve yere göre minare konumu, cami kütlesine yerleşim durumu, minare girişlerinin konumu ve yönü, cami-mescit örtüsüyle minare şerefe ilişkisi, tipolojisi (minare tiplerinin mimari dönemlere göre dağılımı, yapım teknikleri ve malzemeleri, cami-mescit örtüsü ve minare şerefe ilişkisi), minarelerde bölümlerin özellikleri (temel, kaide, minare giriş üstü geçişi, pabuç, gövde, gövde bilezik, merdiven, şerefe, konsol (şerefe altı), taban (döşeme), korkuluk, petek, şerefe çıkışı üstü geçişi, külah geçiş, külah ve alem) katalogda verilen bilgilere göre şekil, malzeme, bezeme yönünden değerlendirilmiş, analizleri yapılmıştır. 5. bölümde; İstanbul Minarelerinin Koruma Sorunları başlığı altında: İstanbul minarelerinin taşıyıcı sistemleri ve malzemeleriyle ilgili koruma sorunları, ilk yapımından günümüze kadar yapılan onarım, yenileme, restorasyon, rekonstrüksiyon ve yeniden yapım çalışmaları ve bunlardan kaynaklanan koruma sorunları korunmuşluk durumları değerlendirilmiştir. Bu kapsamda; Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki minarelerde bozulmalara neden olan yangın ve doğal afetler, onarım, yenilenme ve yeniden yapım uygulamaları ve ulaşılabilen yazılı ve görsel arşiv belgeleri, ilk yapımından 1930 yılından günümüze kadar yapılan onarım, restorasyon, rekonstrüksiyon ve farklı şekilde yeniden yapım çalışmaları da incelenmiştir. Minarelerin varlık durumları, genelde ve bölümler özelinde korunmuşluk durumları değerlendirilmiş, geçirdiği değişimler çalışma kapsamındaki tüm minareler için örneklerle açıklanarak belirlenmiş, bu değişimlerin oluşmasında etken olan sebepler ve bu doğrultuda ortaya çıkan koruma sorunları saptanmıştır. 6. bölümde Koruma Önerileri başlığı altında; İstanbul minareleri için arşiv, proje, taşıyıcı sistem, malzeme, koruma kuramı, ekip, toplum bilinci, uygulama sorunları, düzenli koruyucu bakım yapılmasıyla ilgili geliştirilen koruma önerileri ele alınmıştır. 7. bölümde Değerlendirme ve Sonuç başlığı altında; bu tez kapsamında ele alınan minareler ve bölümlerinin gösterdiği özelliklerin analiz sonuçları ve korunmuşluk durumlarıyla ilgili tespit çalışmalarının; belirlenen koruma önerilerinin minare restitüsyon, onarım ve restorasyon çalışmalarına olabilecek etkileri ve literatüre katkısı konusu değerlendirilmiştir. Tez çalışması kapsamında, İstanbul minarelerinin tipolojisi, malzemeleri, şekilleri, süslemeleri, mimari özellikleri, korunma durumları ve korunma sorunları tespit edilmiş, çözüm önerileri geliştirilmiştir. Konunun uzmanları için; İstanbul minarelerinin araştırma, restitüsyon, restorasyon ve rekonstrüksiyon proje ve uygulama aşamalarında yararlanabilecekleri bir kaynak oluşturulmuştur. Tez çalışmasının; İstanbul minarelerinin mimari özelliklerini ve strüktürel durumlarını tespit etmesi, korunmuşluk durumlarına dikkat çekmesi, bu konuda var olan sorunları ortaya koyarak önemli tarihi ve kültür miraslarından biri olan minarelerin gelecek kuşaklara özgünlüklerinden kayıp vermeksizin güvenle aktarılmasının sağlanması ve minarelerdeki koruma anlayışını/kuramını geliştirmesi yönüyle restorasyon ve rekonstrüksiyon proje ve uygulama çalışmalarına katkısı olması, literatürdeki eksiklikleri gidermesi, bundan sonra yapılacak çalışmalara ışık tutması hedeflenmiştir.
  • Öge
    Kuzey Kıbrıs'ta 14. yüzyıl yapılarında taşıyıcı sistemi etkileyen 20. yüzyıl müdahalelerinin hasarsız test yöntemleriyle saptanması
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-09-23) Taneri, Cem ; Kahya, Yegan ; 502072209 ; Restorasyon
    Kuzey Kıbrıs'ta 14. yüzyıl dini binalarındaki mimari özgünlük, sanatsal kalite ve taş işçiliğindeki ustalık, bugün artık harabe haline gelmiş birçok dini binanın yıkıntıları arasında bile kendini kanıtlamaktadır. Söz konusu coğrafyanın tarih içindeki, mimari açıdan en zengin dönemi olan 14. yüzyıl eserlerinden ayakta kalanlar ile yıkık durumda olanların tümünün ivedilikle koruma altına alınmaları gerekmektedir. Bu binalardan günümüze ulaşanların geçmiş dönemlerde yapısal müdahaleler geçirdikleri ve bu müdahalelerin yapıların ayakta kalmalarına katkı sağladığı görülmektedir. Bu tez kapsamında yapılan çalışmalar sonunda, Kuzey Kıbrıs'ta bulunan ve Lüzinyanlar tarafından yaptırılan 14. yüzyıl dini binaları incelenmiş, yapılan geçmiş 20. yüzyıl taşıyıcı sistem müdahaleleri tarihsel kaynaklar ve sahada yapılan çalışmalarla belgelenmiştir. Bu çalışma kapsamında, beşi Lefkoşa'da, ondördü Mağusa'da, ve biri Girne'de olmak üzere toplam yirmi tarihi eser incelenmiştir. Bu çalışma kapsamında on binada Kızılötesi Kamera (IR) ve altı binada yere nufüz eden radar (GPR) ölçümleri gerçekleştirilmiş ve belgelenmiştir. Bu tez kapsamındaki çalışmalar Kuzey Kıbrıs'ta bu tür ölçümlerin ilk örnekleridir. Yapılan hasarsız testlerden elde edilen veriler, arşiv kaynaklarından saptanabilen müdahaleler ile karşılaştırılarak, değerlendirilmiştir. GPR tarama verilerinde elde edilen sonuçlar üzerinde yapılan değerlendirmede St. Sofiya Katedrali, St. Katherine Kilisesi, St. Nicholas Katedrali, St. Anne Kilisesi, Bellapais Manastırı, St. Nicholas Kilisesi ve SS. Peter ve Paul Kilisesi'nde taşıyıcı sistemlere geçmiş yapısal müdahalelere ilişkin farklı malzeme ve yapım tekniklerine işaret eden bulgulara rastlanmıştır. Lefkoşa'da bulunan St. Sofiya Katedrali'nde güney cephesinde zeminde yapılan GPR ölçümlerinde temel donatısına ait olduğu düşünülen düzenli anomalilere rastlanılmıştır. Geçmiş taşıyıcı sistem müdahalelerin saptanmasına ek olarak; tarihi araştırmalar, yapım tekniklerinin belgelenmesi ve mimari dile aktarılması gerçekleştirilmiştir. Bu teknolojilere ek olarak Kuzey Kıbrıs coğrafyasında bulunan tüm 14. yüzyıl dini yapıları çeşitli cephelerinden fotoğraflanarak belgelenmiştir. Özgün malzemelerin malzeme ve mekanik özellikleri ise laboratuvar ortamında belirlenmiştir. Ölçüm yapılan duvarların ve diğer mimari elemanların homejen bir yapıya sahip olup olmadığının teyitleri yapılmıştır. Hasarsız test yöntemleri ile geçmiş müdahalelerin saptanması ve belgelenmesi, ileriki olası restorasyon çalışmalarına ışık tutacak niteliktedir. Önemli bir başka sonuç da, labaratuar ortamında malzeme analizleri yapılan 14. Yüzyıl binlarında hasarsız test yöntemlerinin nasıl sonuç verdiklerinin ortaya konulmasıdır. Hasarsız testler sonucunda mevcut durumdaki anomalilere ilişkin bilgiler, sorunların saptanması ve onarıma alınacak yapıların önceliklerinin belirlenmesinde önemli bir stratejik ve bilimsel yaklaşımdır. Bölgede onarım çalışmaları planlanırken bu yapılarda yapılacak onarım çalışmalarında bu noktaların araştırılması, hazırlanacak projelerde bu yapısal müdahalelerin varlığının ve etkilerinin dikkate alınması saptanan betonarme müdahalelerin özgün geleneksel yapın tekniğinden farklı malzeme ve yapım tekniği kullanılmş bu müdahalelerin yapıya katkısı ve sürdürülebilirliği tartışılmalıdır. Bu bilgiler öncelik belirleme planlaması ve onarım konularının yanısıra hazırlanan onarım progrmında büyük sürpriz ve kesintilerin de önüne geçecektir ve zaman kaybını önleyecektir. Taşıyıcı sistemi etkileyen bu tür yapısal müdahalelerin varlığının bilinmesi yapıyı daha açmadan bazı kararların üretilmesi ve buna uygun çözümlerin oluşturulması için de bir fırsat yaratacaktır. Hasarsız bu testler yapılardaki 20. Yüzyıl müdahalelerinin yarattığı veya yaratacağı sorunlar için uygulama aşamasına geçmeden çözüm arama fırsatı sunacaktır.
  • Öge
    Zonguldak-ırmak demiryolu hattı ve yapılarının koruma sorunları
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-03) Akbulut, Elif ; Tanyeli, Gülsüm ; 502112206 ; Restorasyon
    İlk olarak 19. yüzyılda İngiltere'de gelişen demiryolu taşımacılığı hızla Amerika Birleşik Devletleri, Belçika, Avusturya, İtalya, Fransa, gibi birçok ülkede popüler bir ulaşım şeklini almış, ulusal ölçekten evrensel ölçeğe ulaşarak kitlesel gelişimin ve modernizasyonun altyapısını oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu gelişmeye katılmış, ülke genelinde demiryolu inşaat faaliyetleri yürütmüştür. Demiryolu ulaştırma sistemi gelişerek ve ilerleyerek Erken Cumhuriyet döneminde de uygulanmaya devam etmiştir. Demiryolu hammadde ve sanayi ürünlerinin taşınmasına, askeri taşımacılığa, insan ve bilgi aktarımına olanak tanıyarak, ülkenin mimari, mühendislik, kentsel, sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarındaki değişikliklere önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda sermaye, bilgi, teknik ve teknolojinin yetersizliği nedeniyle demiryolu inşa faaliyetleri İngiliz, Fransız, Alman ve Rus girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti kendi imkanlarıyla demiryolu inşa etmek için girişimlerde bulunmuş ancak Hicaz demiryolları hariç girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde ise demiryolu yapım faaliyetleri daha çok yerli girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Erken Cumhuriyet döneminin en önemli demiryolu projelerinden birisi olan ve kömür yolu olarak adlandırılan 415 km uzunluğundaki Zonguldak-Irmak demiryolu hattı tez çalışması kapsamında incelenmektedir. Demiryolunun eğitim ve inşa faaliyetlerindeki yerelleşmesini somut olarak yansıtan hattın tasarım ve inşa süreci çalışmada detaylı olarak anlatılmaktadır. Demiryolu mirası istasyonlardaki yapılar ile güzergah üzerindeki köprü ve viyadükleri kapsamaktadır. Ayrıca teknik elemanlar, donatılar ve taşınır tüm varlıklar da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Tez çalışmasında Zonguldak-Irmak demiryolu mirası köprüler, viyadükler, yolcu istasyon yapıları, şeflik yapıları, alimantasyon ve pompa istasyon yapıları, lokomotif depoları, lojmanlar gibi taşınmaz varlıklarının yanı sıra taşınır değerleriyle birlikte bütüncül bir şekilde ele alınmaktadır. Tespit ve belgeleme çalışmaları da Zonguldak-Irmak demiryolu mirasını tüm çeşitliliğiyle ortaya koymaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası aynı zamanda mimari, mühendislik, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte de incelenmektedir. İsveç ve Danimarka şirketler grubuna ait planlı bir yapılanmanın ve tasarımın ürünü olan hattın ulus aşırı önemine de vurgu yapılmaktadır. Ayrıca çalışmada hattın özgünlük ve bütünlüğü de tartışılmaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası yasal ve yönetsel kaynaklı koruma sorunlarına sahiptir. Tez çalışması kapsamında taşınır ve taşınmaz demiryolu mirasını tehdit eden tüm unsurlara detaylı olarak değinilmektedir. Sorunlar tespit ve tescil kararları ile koruma ve kullanıma yönelik müdahaleler başlığında ele alınmaktadır. Ayrıca yenileme, yeni kullanım ve yeniden işlevlendirme mirası tehdit eden diğer unsurlardır. Bu kapsamda Irmak, Çankırı ve Çatalağzı istasyon yapılarının yeniden kullanım projeleri, Çankırı istasyonu yenileme projesi ve Filyos Vadisi Projesi'ne de değinilmektedir. Ayrıca demiryolu mirasının korunmasında örnek ve öncü olan İngiltere'nin demiryolu ile ilgili koruma yasalarına ve uygulamalarına yer verilerek bütüncül bakış açısıyla Zonguldak-Irmak demiryolu mirasının korunmasına yönelik öneriler sunulmaktadır.
  • Öge
    İstanbul konut mimarlığında ahşap-kâgir yapım sistemlerinin seçiminde belirleyici etkenler (1800-1930)
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-16) Yeşim, Erdal ; Mazlum, Deniz ; 502162204 ; Restorasyon
    19. yüzyıl başlarında İstanbul'un yerleşim dokusunda dolgulu ahşap çatkılı konutların yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen haritalarda kentin bazı bölgelerinde ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların, bazı bölgelerinde ise yığma kâgir konutların yaygınlaştığı görülür. Literatürde genellikle kâgir konutların yaygınlaşması yangınlara karşı önlem alma çabası ile, ahşap konut geleneğinin terk edilememesi ise ahşabın düşük maliyetli olması, hızlı ve kolay yapıma imkân sağlaması gibi gerekçeler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu gerekçeler, neden kentin bazı bölgeleri tamamen kâgirleşirken bazı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların bir arada bulunduğu bir yerleşim dokusunun oluştuğuna tatmin edici bir yanıt vermez. Bu nedenle Osmanlı'nın son döneminde başkent konutunun yapım tekniği bağlamındaki değişimi, politika, ekonomi, teknoloji gibi pek çok alanda gerçekleşen yenilik ve değişikliklerin yarattığı dinamikler göz önünde bulundurularak geniş bir perspektiften incelenmelidir. Bu çalışma, 19. yüzyıl İstanbul konutunda ahşap ve kâgir yapım sistemlerinin seçimini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen, dönemin siyasî, ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerinin belirlenmesine odaklanmaktadır. Ağırlıklı olarak literatür ve arşiv araştırmasına dayanan bu çalışmada birincil kaynak olarak Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, dönemin gazeteleri ve konutlarla ilgili matbu kitaplarından faydalanılmış; arşiv araştırmasından elde edilen veriler günümüze ulaşan konut örnekleri ile desteklenmiştir. Çalışmada, konutlarda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmeler üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Bunlardan ilki, doğrudan konut inşa pratikleri ile ilgili olmayan ancak sonuçları itibariyle konutlarda yapım tekniği ve malzeme seçimini etkileyen imparatorluk ölçeğindeki gelişmelerdir. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında hak ve sorumluluklar bakımından bir fark gözetilmeyeceği yönünde taahhüdde bulunulan Tanzimat Fermanı'nın ilanı bu gelişmeler arasındadır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile yalnızca müslümanlara yarı kâgir konut inşa etme izni verilmesi ve bazı yapı malzemelerinin üretiminde gayrimüslim tebaanın vergi yükümlülüğü karşılığında çalıştırılması gibi uygulamalara son verilmiş; konutlarda yapı malzemesi ve yapım tekniği tercihleri bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiştir. Benzer şekilde, 1838 yılından itibaren bazı Avrupalı devletlerle serbest ticaret antlaşmalarının imzalanması ve 1856 yılında Islahat Fermanı'nın ilanı, doğrudan konutlarda yapı malzemesi seçimine etki etmeyen ancak yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine yön verecek koşullara zemin hazırlaması bakımından önemli gelişmelerdir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmelerin ikinci alt başlığında kente özgü dinamikler yer almaktadır. Bunların başında, 19. yüzyıl başlarından itibaren devlet yönetiminin, başkent konutunun yangınlara karşı korunmasını sağlamak amacıyla yapı malzemesi ve yapım tekniğini değiştirmeye yönelik attığı adımlar gelir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) konutlarda cephe malzemesinin kâgirleşmesi için çıkarılan fermanlarla başlayan süreç, Sultan II. Mahmud döneminde yarı kâgir konut inşasının teşvik edilmesi ile devam etmiş; Tanzimat'ın ilanı sonrasında çıkarılan nizamnamelerle birlikte kâgir yapılaşmanın yaygınlaştırılması bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Öte yandan gerek kâgir yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine ilişkin kısıtlamalar, gerek sosyo-kültürel dinamikler kâgir konutların kısa vadede yaygınlaşmasını güçleştirmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında kâgir konut inşasına bölgesel olarak ivme kazandıran iki büyük yangın felaketi (Hocapaşa ve Pera yangınları) yaşanmıştır. Özellikle Hocapaşa yangınının ardından, kâgir yapı malzemelerinin teminini kolaylaştıracak kararların uygulamaya konması ile yangın alanında kâgir yapılaşma hızına ivme kazandırılabilmiştir. Bununla birlikte, hem Hocapaşa hem de Pera yangın alanlarının yeniden inşa sürecinde yapım tekniği bağlamındaki dönüşüm, mülkiyet durumlarının ve dolayısıyla sosyal çevrenin değişimini de beraberinde getirmiştir. Tanzimat döneminin (1839-1876) bitişi ile başkentte ahşap yapılaşma konusunda daha esnek bir yaklaşım sergilenmesine neden olacak gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan biri, kent içinde boş ve terk edilmiş durumda imar edilmeyi bekleyen yangın alanlarının sayısının artmasıdır. Buna karşılık, Tanzimat dönemindeki yaklaşım ile çelişen ve yangın alanlarında ahşap konut inşasının önünü açan 1882 tarihli Ebniye Kanunu yürürlüğe konmuştur. İstanbul halkının ahşap konutlara yönelimini arttıran bir diğer gerekçe, kentte salgın hastalıkların çok sayıda can kaybına neden olması ve bununla ilişkili olarak yüksek nem oranına sahip sayfiye yerleşimlerinde rutubetten korunmayı sağlamak üzere ahşap konut inşasının yasal hale gelmesidir. Bu durum Boğaziçi köyleri ve Adalar'da ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Yüzyılın sonlarında konutlarda yapım tercihlerini etkileyen bir diğer faktör ise, 1894 depremidir. Deprem sonrasındaki yeniden inşa sürecinde ahşap yapım sistemi, deprem dayanımının yüksek olması, düşük maliyetli olması ve hızlı konut inşa etmeye imkân sağlaması gibi gerekçelerle tercih edilmiştir. Başkent konutunda malzeme ve yapım sistemi seçimini etkileyen diğer kentsel ölçekli parametreler arasında mimarlık hizmetlerinin örgütlenme biçiminin değişmesi; apartman, sıra ev gibi yeni konut tiplerinin yaygınlaşması ve 20. yüzyıl başlarından itibaren geleneksel yapım sistemlerinin terk edilmesinde etkili olan betonarme yapım sisteminin tercih edilmeye başlaması sayılabilir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine yön veren gelişmelerin son alt başlığı yapı malzemesi ölçeğindeki gelişmeler ile ilgili olup, bu kısımda yapı malzemelerinin temininde karşılaşılan olanak ve kısıtlamalar irdelenmiştir. 1840'lı yıllardan itibaren ormanların tahribatını engellemek üzere yasal ve kurumsal bir alt yapı oluşturma yönündeki çabalar, yüzyılın ikinci yarısında kent halkının yerli ahşap tedarikini güçleştiren sonuçlar doğurmuştur. Buna karşılık, çok sayıda devletle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının da etkisi ile İstanbul piyasasında standart ölçülerde üretilmiş olan ithal ahşaba erişim kolaylaşmıştır. Ahşap malzemenin teminini etkileyen bu gelişmelerin neredeyse tam tersi, tuğla malzemenin temininde yaşanmıştır. 1840'lı yıllarda devletin kâgir konutları yaygınlaştırma politikasına paralel olarak modern ölçülerdeki tuğlanın endüstriyel üretimini hızlandırmaya yönelik çalışmaları, yüzyılın son çeyreğinde sonuç vermeye başlamıştır. Başlangıçta ithal tuğlanın hakim olduğu İstanbul piyasasında, yıllar içinde yerli üretim kapasitesinin artması ile yerli tuğlaya ucuz fiyatlarla erişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyıl başlarından itibaren uluslararası ticarî etkinliklerin savaş ve ekonomik krizler gibi sebeplerle sekteye uğraması, neredeyse tamamen ithal ürünlerle karşılanan ahşap tüketimini yavaşlatmıştır. Buna karşılık piyasadaki tuğla ihtiyacının yerli üretim imkânları doğrultusunda karşılanıyor olması, kâgir yapım sisteminin tercih edilmesi bakımından avantajlı bir durum yaratmıştır. 19. yüzyılda taş malzemenin konut sahipleri tarafından tedarikini etkileyen en önemli gelişme ise, aktif durumda olan büyük taş ocaklarının ve kireç imalathanelerinin büyük ölçekli kamu yapılarının inşası için tahsis edilmesidir. Üç farklı ölçekte meydana gelen tüm bu gelişmeler, hem kentin farklı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların dağılımlarının değişkenlik göstermesine, hem de başkent konutunda yapım tekniği ve malzeme seçimi bağlamında alternatif yapısal çözümlerin üretilmesine katkı sağlamıştır. İstanbul konutunun malzeme ve yapım teknikleri bakımından geçirdiği süreçleri aydınlatmak, günümüze ulaşan ve kültür varlığı değeri taşıyan örneklerde özgün öğelerle dönem eklerini anlamada ve ayırt etmede yardımcı olacaktır. Bu bilginin restorasyon uygulamalarında dikkate alınarak değerlendirilmesi ve alınan kararlara yön vermesi de bu tezin bir dileğidir.