LEE- Restorasyon-Doktora

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 13
  • Öge
    Zonguldak-ırmak demiryolu hattı ve yapılarının koruma sorunları
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-03) Akbulut, Elif ; Tanyeli, Gülsüm ; 502112206 ; Restorasyon
    İlk olarak 19. yüzyılda İngiltere'de gelişen demiryolu taşımacılığı hızla Amerika Birleşik Devletleri, Belçika, Avusturya, İtalya, Fransa, gibi birçok ülkede popüler bir ulaşım şeklini almış, ulusal ölçekten evrensel ölçeğe ulaşarak kitlesel gelişimin ve modernizasyonun altyapısını oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu gelişmeye katılmış, ülke genelinde demiryolu inşaat faaliyetleri yürütmüştür. Demiryolu ulaştırma sistemi gelişerek ve ilerleyerek Erken Cumhuriyet döneminde de uygulanmaya devam etmiştir. Demiryolu hammadde ve sanayi ürünlerinin taşınmasına, askeri taşımacılığa, insan ve bilgi aktarımına olanak tanıyarak, ülkenin mimari, mühendislik, kentsel, sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarındaki değişikliklere önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda sermaye, bilgi, teknik ve teknolojinin yetersizliği nedeniyle demiryolu inşa faaliyetleri İngiliz, Fransız, Alman ve Rus girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti kendi imkanlarıyla demiryolu inşa etmek için girişimlerde bulunmuş ancak Hicaz demiryolları hariç girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde ise demiryolu yapım faaliyetleri daha çok yerli girişimciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Erken Cumhuriyet döneminin en önemli demiryolu projelerinden birisi olan ve kömür yolu olarak adlandırılan 415 km uzunluğundaki Zonguldak-Irmak demiryolu hattı tez çalışması kapsamında incelenmektedir. Demiryolunun eğitim ve inşa faaliyetlerindeki yerelleşmesini somut olarak yansıtan hattın tasarım ve inşa süreci çalışmada detaylı olarak anlatılmaktadır. Demiryolu mirası istasyonlardaki yapılar ile güzergah üzerindeki köprü ve viyadükleri kapsamaktadır. Ayrıca teknik elemanlar, donatılar ve taşınır tüm varlıklar da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Tez çalışmasında Zonguldak-Irmak demiryolu mirası köprüler, viyadükler, yolcu istasyon yapıları, şeflik yapıları, alimantasyon ve pompa istasyon yapıları, lokomotif depoları, lojmanlar gibi taşınmaz varlıklarının yanı sıra taşınır değerleriyle birlikte bütüncül bir şekilde ele alınmaktadır. Tespit ve belgeleme çalışmaları da Zonguldak-Irmak demiryolu mirasını tüm çeşitliliğiyle ortaya koymaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası aynı zamanda mimari, mühendislik, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte de incelenmektedir. İsveç ve Danimarka şirketler grubuna ait planlı bir yapılanmanın ve tasarımın ürünü olan hattın ulus aşırı önemine de vurgu yapılmaktadır. Ayrıca çalışmada hattın özgünlük ve bütünlüğü de tartışılmaktadır. Zonguldak-Irmak demiryolu mirası yasal ve yönetsel kaynaklı koruma sorunlarına sahiptir. Tez çalışması kapsamında taşınır ve taşınmaz demiryolu mirasını tehdit eden tüm unsurlara detaylı olarak değinilmektedir. Sorunlar tespit ve tescil kararları ile koruma ve kullanıma yönelik müdahaleler başlığında ele alınmaktadır. Ayrıca yenileme, yeni kullanım ve yeniden işlevlendirme mirası tehdit eden diğer unsurlardır. Bu kapsamda Irmak, Çankırı ve Çatalağzı istasyon yapılarının yeniden kullanım projeleri, Çankırı istasyonu yenileme projesi ve Filyos Vadisi Projesi'ne de değinilmektedir. Ayrıca demiryolu mirasının korunmasında örnek ve öncü olan İngiltere'nin demiryolu ile ilgili koruma yasalarına ve uygulamalarına yer verilerek bütüncül bakış açısıyla Zonguldak-Irmak demiryolu mirasının korunmasına yönelik öneriler sunulmaktadır.
  • Öge
    İstanbul konut mimarlığında ahşap-kâgir yapım sistemlerinin seçiminde belirleyici etkenler (1800-1930)
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-11-16) Yeşim, Erdal ; Mazlum, Deniz ; 502162204 ; Restorasyon
    19. yüzyıl başlarında İstanbul'un yerleşim dokusunda dolgulu ahşap çatkılı konutların yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, 20. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen haritalarda kentin bazı bölgelerinde ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların, bazı bölgelerinde ise yığma kâgir konutların yaygınlaştığı görülür. Literatürde genellikle kâgir konutların yaygınlaşması yangınlara karşı önlem alma çabası ile, ahşap konut geleneğinin terk edilememesi ise ahşabın düşük maliyetli olması, hızlı ve kolay yapıma imkân sağlaması gibi gerekçeler ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu gerekçeler, neden kentin bazı bölgeleri tamamen kâgirleşirken bazı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların bir arada bulunduğu bir yerleşim dokusunun oluştuğuna tatmin edici bir yanıt vermez. Bu nedenle Osmanlı'nın son döneminde başkent konutunun yapım tekniği bağlamındaki değişimi, politika, ekonomi, teknoloji gibi pek çok alanda gerçekleşen yenilik ve değişikliklerin yarattığı dinamikler göz önünde bulundurularak geniş bir perspektiften incelenmelidir. Bu çalışma, 19. yüzyıl İstanbul konutunda ahşap ve kâgir yapım sistemlerinin seçimini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen, dönemin siyasî, ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerinin belirlenmesine odaklanmaktadır. Ağırlıklı olarak literatür ve arşiv araştırmasına dayanan bu çalışmada birincil kaynak olarak Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri, dönemin gazeteleri ve konutlarla ilgili matbu kitaplarından faydalanılmış; arşiv araştırmasından elde edilen veriler günümüze ulaşan konut örnekleri ile desteklenmiştir. Çalışmada, konutlarda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmeler üç ayrı başlıkta değerlendirilmiştir. Bunlardan ilki, doğrudan konut inşa pratikleri ile ilgili olmayan ancak sonuçları itibariyle konutlarda yapım tekniği ve malzeme seçimini etkileyen imparatorluk ölçeğindeki gelişmelerdir. Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında hak ve sorumluluklar bakımından bir fark gözetilmeyeceği yönünde taahhüdde bulunulan Tanzimat Fermanı'nın ilanı bu gelişmeler arasındadır. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile yalnızca müslümanlara yarı kâgir konut inşa etme izni verilmesi ve bazı yapı malzemelerinin üretiminde gayrimüslim tebaanın vergi yükümlülüğü karşılığında çalıştırılması gibi uygulamalara son verilmiş; konutlarda yapı malzemesi ve yapım tekniği tercihleri bu durumdan dolaylı olarak etkilenmiştir. Benzer şekilde, 1838 yılından itibaren bazı Avrupalı devletlerle serbest ticaret antlaşmalarının imzalanması ve 1856 yılında Islahat Fermanı'nın ilanı, doğrudan konutlarda yapı malzemesi seçimine etki etmeyen ancak yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine yön verecek koşullara zemin hazırlaması bakımından önemli gelişmelerdir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine etki eden gelişmelerin ikinci alt başlığında kente özgü dinamikler yer almaktadır. Bunların başında, 19. yüzyıl başlarından itibaren devlet yönetiminin, başkent konutunun yangınlara karşı korunmasını sağlamak amacıyla yapı malzemesi ve yapım tekniğini değiştirmeye yönelik attığı adımlar gelir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) konutlarda cephe malzemesinin kâgirleşmesi için çıkarılan fermanlarla başlayan süreç, Sultan II. Mahmud döneminde yarı kâgir konut inşasının teşvik edilmesi ile devam etmiş; Tanzimat'ın ilanı sonrasında çıkarılan nizamnamelerle birlikte kâgir yapılaşmanın yaygınlaştırılması bir devlet politikası haline dönüşmüştür. Öte yandan gerek kâgir yapı malzemelerinin üretim ve tedarikine ilişkin kısıtlamalar, gerek sosyo-kültürel dinamikler kâgir konutların kısa vadede yaygınlaşmasını güçleştirmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında kâgir konut inşasına bölgesel olarak ivme kazandıran iki büyük yangın felaketi (Hocapaşa ve Pera yangınları) yaşanmıştır. Özellikle Hocapaşa yangınının ardından, kâgir yapı malzemelerinin teminini kolaylaştıracak kararların uygulamaya konması ile yangın alanında kâgir yapılaşma hızına ivme kazandırılabilmiştir. Bununla birlikte, hem Hocapaşa hem de Pera yangın alanlarının yeniden inşa sürecinde yapım tekniği bağlamındaki dönüşüm, mülkiyet durumlarının ve dolayısıyla sosyal çevrenin değişimini de beraberinde getirmiştir. Tanzimat döneminin (1839-1876) bitişi ile başkentte ahşap yapılaşma konusunda daha esnek bir yaklaşım sergilenmesine neden olacak gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan biri, kent içinde boş ve terk edilmiş durumda imar edilmeyi bekleyen yangın alanlarının sayısının artmasıdır. Buna karşılık, Tanzimat dönemindeki yaklaşım ile çelişen ve yangın alanlarında ahşap konut inşasının önünü açan 1882 tarihli Ebniye Kanunu yürürlüğe konmuştur. İstanbul halkının ahşap konutlara yönelimini arttıran bir diğer gerekçe, kentte salgın hastalıkların çok sayıda can kaybına neden olması ve bununla ilişkili olarak yüksek nem oranına sahip sayfiye yerleşimlerinde rutubetten korunmayı sağlamak üzere ahşap konut inşasının yasal hale gelmesidir. Bu durum Boğaziçi köyleri ve Adalar'da ahşap kaplamalı dolgusuz ahşap çatkılı konutların yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Yüzyılın sonlarında konutlarda yapım tercihlerini etkileyen bir diğer faktör ise, 1894 depremidir. Deprem sonrasındaki yeniden inşa sürecinde ahşap yapım sistemi, deprem dayanımının yüksek olması, düşük maliyetli olması ve hızlı konut inşa etmeye imkân sağlaması gibi gerekçelerle tercih edilmiştir. Başkent konutunda malzeme ve yapım sistemi seçimini etkileyen diğer kentsel ölçekli parametreler arasında mimarlık hizmetlerinin örgütlenme biçiminin değişmesi; apartman, sıra ev gibi yeni konut tiplerinin yaygınlaşması ve 20. yüzyıl başlarından itibaren geleneksel yapım sistemlerinin terk edilmesinde etkili olan betonarme yapım sisteminin tercih edilmeye başlaması sayılabilir. İstanbul konutunda malzeme ve yapım tekniğinin seçimine yön veren gelişmelerin son alt başlığı yapı malzemesi ölçeğindeki gelişmeler ile ilgili olup, bu kısımda yapı malzemelerinin temininde karşılaşılan olanak ve kısıtlamalar irdelenmiştir. 1840'lı yıllardan itibaren ormanların tahribatını engellemek üzere yasal ve kurumsal bir alt yapı oluşturma yönündeki çabalar, yüzyılın ikinci yarısında kent halkının yerli ahşap tedarikini güçleştiren sonuçlar doğurmuştur. Buna karşılık, çok sayıda devletle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarının da etkisi ile İstanbul piyasasında standart ölçülerde üretilmiş olan ithal ahşaba erişim kolaylaşmıştır. Ahşap malzemenin teminini etkileyen bu gelişmelerin neredeyse tam tersi, tuğla malzemenin temininde yaşanmıştır. 1840'lı yıllarda devletin kâgir konutları yaygınlaştırma politikasına paralel olarak modern ölçülerdeki tuğlanın endüstriyel üretimini hızlandırmaya yönelik çalışmaları, yüzyılın son çeyreğinde sonuç vermeye başlamıştır. Başlangıçta ithal tuğlanın hakim olduğu İstanbul piyasasında, yıllar içinde yerli üretim kapasitesinin artması ile yerli tuğlaya ucuz fiyatlarla erişim kolaylaşmıştır. 20. yüzyıl başlarından itibaren uluslararası ticarî etkinliklerin savaş ve ekonomik krizler gibi sebeplerle sekteye uğraması, neredeyse tamamen ithal ürünlerle karşılanan ahşap tüketimini yavaşlatmıştır. Buna karşılık piyasadaki tuğla ihtiyacının yerli üretim imkânları doğrultusunda karşılanıyor olması, kâgir yapım sisteminin tercih edilmesi bakımından avantajlı bir durum yaratmıştır. 19. yüzyılda taş malzemenin konut sahipleri tarafından tedarikini etkileyen en önemli gelişme ise, aktif durumda olan büyük taş ocaklarının ve kireç imalathanelerinin büyük ölçekli kamu yapılarının inşası için tahsis edilmesidir. Üç farklı ölçekte meydana gelen tüm bu gelişmeler, hem kentin farklı bölgelerinde ahşap ve kâgir konutların dağılımlarının değişkenlik göstermesine, hem de başkent konutunda yapım tekniği ve malzeme seçimi bağlamında alternatif yapısal çözümlerin üretilmesine katkı sağlamıştır. İstanbul konutunun malzeme ve yapım teknikleri bakımından geçirdiği süreçleri aydınlatmak, günümüze ulaşan ve kültür varlığı değeri taşıyan örneklerde özgün öğelerle dönem eklerini anlamada ve ayırt etmede yardımcı olacaktır. Bu bilginin restorasyon uygulamalarında dikkate alınarak değerlendirilmesi ve alınan kararlara yön vermesi de bu tezin bir dileğidir.
  • Öge
    1920-1960 arası dönemde planlanan çok katmanlı Batı Anadolu yerleşimlerinin modern mimarlık mirası değerlerinin korunması
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-13) Atala Önsel, Zeren ; Salman, Yıldız Sakine ; 502112203 ; Restorasyon
    On dokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde endüstrileşme hareketleri ile birlikte eski kent merkezlerindeki nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun sonucunda sağlıksız ve konforsuz yaşam alanları oluşmuş ve bu yoğun nüfusu barındırma sorunu ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni yaşam biçiminin gerekliliklerini karşılayacak konut tasarımı ve üretiminin yoğun olduğu bir dönem başlamıştır. Konut alanlarının çevresinde ise yine değişen ihtiyaçlara cevap verecek eğitim, sağlık, spor, eğlence, ulaşım ve endüstri yapıları ile açık alan düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni hükümet, millileştirme programı kapsamında kapsamlı ve bütüncül bir kalkınma politikası izlemiştir. Ana ideoloji ve fikirler İzmir İktisat Kongresi'nde açıklığa kavuşturulmuş ve kalkınma planlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politika, Anadolu'da köylüleri özgürleştirmeyi, tarım ve sanayiyi geliştirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde yeni planlı bir ülke kurma ve ulusal bir peyzaj oluşturma hedefi benimsenmiştir. Kırsal, kentsel, üretim ve ulaşım konularında yapılan düzenlemelerle ulusal peyzaj yeniden tasarlanmıştır. Planlı şehirler, demiryolları, devlet fabrikaları, köy enstitüleri ve devlet çiftlikleri ile kır-kent entegrasyonu sağlanmış ve sanayinin tarım üzerindeki ilerici etkisinden yararlanılmıştır. Ankara'nın Cumhuriyet'in başkenti seçilmesi ulus devletin en önemli mekansal stratejisidir. Dolayısıyla Ankara, yeni Cumhuriyet'in modernleşme projesinin model şehri olmuştur. Bu dönemde kentsel planlama faaliyetleri daha çok on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen demiryolu ağı ile Ankara'ya bağlantısı olan Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Yeni Cumhuriyet'in millileştirme idealine uygun olarak üretilen imar planları da bu idealin gerçekleştirilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bu imar planlarının bileşeni olan tasarlanan mekânlar, modernist ve yerel değerleri yansıtmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihi merkezler dünya çapında korumaya konu olmuş; ancak modern kent katmanları görece daha az sayıda olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra miras olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 2001 yılında Helsinki'de ICOMOS Finlandiya tarafından bir konferans düzenlenmiş, 2002 yılı 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü ise yirminci yüzyıl mirasına adanmış ve aynı yılın Tehdit Altındaki Miras Raporu'nda da yine bu dönem yapıları vurgulanarak akademik çevrede uluslararası farkındalık arttırılmıştır. ICOMOS tarafından 2008 yılında Quebec'te gerçekleştirilen toplantıda yerin ruhu-genius loci kavramı mirasa yönelik olarak geliştirilmiş, 2011 yılında kabul edilen Valetta İlkeleri'nde ise somut ve somut olmayan değerleri de içeren çok yönlü bir yaklaşım oluşturulmuştur. 2011'de ICOMOS ISC20C tarafından kabul edilen ve somut değerlere ek olarak somut olmayan değerlerin de altını çizen Madrid Belgesi, 2017 tarihinde Yeni Delhi'de gerçekleştirilen ICOMOS Genel Kurulu sonrasında, Madrid-Yeni Delhi Belgesi olarak güncellenerek kentsel alanlar ve peyzajları da içerecek şekilde güncellenerek yapılı çevrenin farklı dönem ekleriyle bir katman olarak korunması gerekliğinin altını çizer. Öte yandan, Türkiye'deki mevzuat çerçevesi hiçbir zaman yirminci yüzyıl mirasını kapsayacak şekilde güncellenmemiştir. Korumanın anıtsal yapılardan kentsel ölçeğe genişletilmesi yolunda ilk adım, 1972'de İmar Kanunu'nun revizyonu ile atılmıştır. Bu kanun, anıtlarla bir bütün oluşturan çeşme, sokak ve meydanların korunması gerekliliğini vurgulamıştır. "Koruma alanı" terimi ise ilk kez 1973 tarihli ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu'nda kullanılmıştır. 1973-1983 yılları arasında yapılan planlama çalışmalarında geleneksel kent merkezleri protokol alanı olarak tanımlanmış ve imar kapsamına alınmamıştır. Mevzuattaki bu eksiklik, Batı Anadolu yerleşimleri için bir süreklilik değeri barındıran ve bu yerleşimlerin bütünlüğünü oluşturan modern katmanların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mevcut koruma planlarının hiçbiri modern kent peyzajı değerlerini korumayı amaçlamamakta, bunun yerine 1980'lerin koruma planlaması anlayışını takip etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve Batı Anadolu yerleşimlerine odaklanan tez çalışması, 1920-1960 yılları arasında, DPT kurulmadan ve planlı büyüme dönemine geçilmeden önceki dönemde planlanan yerleşimlerde inşa edilen ve o yerleşimin önemli bir tarihsel katmanını oluşturan modern mimarlık mirasını konu edinmiştir. Çalışmanın ana hatlarının çizildiği giriş bölümünün ardından modern kent planlama çalışmalarının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki tarihsel gelişimi ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'de koruma ve planlama pratiğinin gelişimi koruma planlaması kavramı üzerinden, koruma amaçlı imar planı çalışmaları öncesi ve sonrası dönemdeki değişimlerle birlikte ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca Osmanlı'dan Cumhuriyet'e planlamaya ilişkin kurumlar ve yasal düzenlemeler irdelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, çalışmanın odağı olan Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde gerçekleştirilen planlama çalışmaları ve bu çalışmalardaki koruma boyutu açıklanmıştır. Tezin beşinci bölümü, Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde yürütülen planlama çalışmalarının söz konusu yerleşimler üzerinden değerlendirildiği bölümüdür. Bu değerlendirme, Batı Anadolu'da detaylı irdelenen yerleşimler olan Afyon Merkez, Aydın Merkez, Aydın Nazilli, Aydın Söke, Balıkesir Merkez, Burdur Merkez, Denizli Merkez, Denizli Buldan, İzmir Bergama, İzmir Ödemiş, İzmir Tire, Kütahya Merkez, Manisa Akhisar, Manisa Alaşehir, Manisa Kula ve Uşak Merkez üzerinden gerçekleştirilmiştir. Her bir yerleşimin planlama tarihçesi ve miras değerleri irdelenerek, yürütülmekte olan koruma çalışmaları ve mevcut durum değerlendirilmesi yapılarak, günümüzde bu değerlerin korunmasında karşılaşılan sorunların dökümü yapılmıştır. Tezin altıncı ve son bölümünde, Batı Anadolu yerleşimleri özelinde değerlendirilen yirminci yüzyıla ilişkin kentsel katmanın korunması ve karşılaşılan tehditlerin azaltılmasına yönelik benimsenmesi gereken yaklaşım açıklanmıştır.
  • Öge
    Kültürel mirasın bir bileşeni olarak eğitim mirası: Trakya eğitim yapıları (1839-1923) ve korunmalarına yönelik öneriler
    (Graduate School, 2023-01-13) Çinko Arslan, Merve ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502152206 ; Restorasyon
    18. yüzyılda dünyada başlayan yenileşme hareketleri, askeriye başta olmak üzere çeşitli sosyal, idari ve ekonomik alanlarda etkisini göstermeye başlamış, pek çok değişimi beraberinde getirmiştir. Modernleşme adımlarının etkileri Osmanlı Devleti'nde de görülmeye başlamış, eğitim ise önemli uygulama sahalarından birisi olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısında geleneksel eğitim devam ederken modern eğitim sisteminin de temelleri atılmaya başlamıştır. İlk uygulamalar başkent İstanbul'da görülmekle beraber modern eğitim sistemi, 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke geneline yayılmıştır. Sıbyan mektepleri ve medreselerde görülen geleneksel eğitimin yanı sıra iptidai, rüşdiye, idadi, sanayi okulu, meslek okulu, öğretmen okulu gibi yeni eğitim kurumları faaliyete geçmiştir. Modern eğitim sisteminin oturtulmaya çalışıldığı ilk yıllarda mevcut mektep, ev ve benzeri yapılarda eğitim verilse de bir süre sonra modern eğitim sistemine göre yeni eğitim yapıları inşa edilmeye başlanmıştır. Ülke genelinde tüm çocuklar için eğitimin zorunlu hale getirilmesi ile okullardaki öğrenci sayısı artmış, mevcut binalar yetersiz gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte, mevcut binaların modern eğitim sisteminin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yeni eğitim yapılarının inşasına ağırlık verilmiştir. Böylece, modern eğitim veren yeni eğitim kurumlarının sayısı ülke genelinde artmaya başlamıştır. Bu dönemde inşa edilen yapıların önemli bir bölümü, günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yapıların bir bölümü hala özgün işlevini sürdürüyorken bir bölümü farklı işlevlerle kullanılmaktadır. Günümüze ulaşan yapıların bazıları da harap durumdadır. Bu çalışmada, eğitim ile ilgili taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının tümü eğitim mirası olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'de eğitim mirası kavramının yaygın bir kullanımı olmasa da hem dünyada hem de ülkemizde bu kavramın gelişmesine ICOMOS öncülük etmiştir. 2013 yılında ICOMOS'un düzenlemiş olduğu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Günü kapsamında, 'Eğitim Mirası' temasının belirlenmesi bu konuda etkili olmuş, yapılan etkinlikler ile eğitim yapılarının korunmasına yönelik çalışmaların yapılması tavsiye edilmiştir. Avrupa'da ve Amerika'da son yıllarda bu kapsamda çalışmalara ağırlık verilmiştir. Türkiye'de ise tekil düzeyde yapılan koruma çalışmaları ve bilimsel araştırmalar dışında eğitim mirasının korunmasına ilişkin önerilerin geliştirilmediği tespit edilmiştir. Bu çalışma ile kültür ve eğitim mirasımızın önemli unsurları olan eğitim yapılarının tespit çalışmalarının yanı sıra korunmasına yönelik öneriler geliştirilmiştir. Kültürel mirasın bir bileşeni olarak tanımlanabilecek eğitim mirasının tespitine yönelik yapılacak çalışmalar için öncelikle bir çalışma bölgesi ve zaman aralığı tanımlanmıştır. Bu kapsamda, hem başkent İstanbul'a hem de reformların merkezi Avrupa'ya yakınlığı ile önemli bir uygulama sahası olan ve çok sayıda okul yapısının inşa edildiği Trakya seçilmiştir. Osmanlı Devleti'nde 1839 yılı Tanzimat Fermanı ile başlayan eğitimde modernleşme adımları başlarda kurumsal düzeyde kalsa da 19. yüzyılın ikinci yarısında ülke genelinde eğitim yaygınlaşmış, okul yapılaşması artmıştır. Bu nedenle, modern eğitim sistemini ve mimariye yansımasını anlayabilmek için 1839 yılı Tanzimat Fermanı'nın ilanından başlayarak 1923 yılı Cumhuriyet'in ilanına kadar geçen süreç, çalışılacak dönem aralığı olarak tanımlanmıştır. Belirlenen dönem aralığı içerisinde Trakya'nın ana vilayeti olan Edirne'nin sınırları ile günümüz Türkiye sınırları dikkate alınarak çalışma alanının sınırları çizilmiştir. Buna göre Edirne, Kırklareli, Tekirdağ il, ilçe ve köyleri ile birlikte Çanakkale iline bağlı Eceabat ve Gelibolu ilçeleri ve köyleri (Gelibolu Yarımadası) incelenmiştir. Çalışma kapsamında, 1839-1923 yılları arasında Trakya'da inşa edilen eğitim yapılarının tespiti aşamasında T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri başta olmak üzere çeşitli arşivlerde incelemeler yapılmış, çok sayıda yazılı kaynak taranmış, sözlü görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nda yapılan kapsamlı incelemeler ile tespit edilen yapıların koruma sürecine ilişkin detaylı bilgilere ulaşılmıştır. Bölgede yapılan alan araştırmaları ile yapıların mevcut durumuna yönelik tespitler yapılmıştır. Elde edilen veriler doğrultusunda eğitim mirasının korunabilmesi için önerilerin sunulduğu bu çalışma, yedi ana başlıktan oluşmaktadır. Çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemine dair bilgiler ile çalışmada kullanılan temel kaynaklar tezin ilk bölümünde detaylı olarak aktarılmıştır. İkinci bölümde, eğitim mirası kavramına yer verilerek dünyada ve Türkiye'de eğitim mirasına yönelik yapılan çalışmalar incelenmiştir. Yurtiçinde ve yurtdışında yapılan çalışmalar, çalışma kapsamında geliştirilen koruma önerileri için örnek olmuştur. Bununla birlikte, bu bölümde Türkiye'de eğitim yapılarının tasarım, kullanım ve onarım sürecine ilişkin yasal metinler incelenmiştir. Hem bir kültür varlığı olarak eğitim yapılarının koruma mevzuatındaki yeri hem de bir eğitim yapısı olarak kullanımı devam eden yapıların Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatında yer alan yasal metinlerdeki yeri incelenmiş ve sorunlar tespit edilmiştir. Üçüncü bölümde, geleneksel eğitim sisteminden başlayarak modern eğitim sistemine doğru geçiş süreci ve eğitim sistemindeki gelişmeler sırayla aktarılmıştır. Bununla birlikte, eğitim yapılarının inşa süreci, bu süreçte yer alan kişi ve kurumlar incelenmiştir. Bu bölümde, çalışma bölgesi içerisinde 19. yüzyılda inşa edilen eğitim yapıları ve onların fiziksel durumlarına ilişkin bilgiler, çeşitli arşiv belgeleri ile ortaya çıkarılmıştır. Dördüncü bölümde, Trakya'da 1839-1923 yılları arasında inşa edilen eğitim yapılarına yönelik tespitlere yer verilmiştir. Bu yapılar ile ilgili olarak inşa tarihi, kimler tarafından inşa edildiği/ettirildiği, inşa edildiği dönemdeki eğitimin seviyesi, yapıların büyüklüğü, günümüzdeki işlevi ve korunmuşluk durumuna ilişkin analizler yapılmıştır. Günümüze ulaştığı tespit edilen 37 yapı içerisinden farklı değerlere sahip olduğu tespit edilen 16 yapı belirlenmiş ve bu yapıların ayrıntılı çalışılmasına karar verilmiştir. Bu bölümde, aynı zamanda ayrıntılı çalışılmayacak yapılar ile günümüze kadar geçen zamanda yıkıldığı tespit edilen yapılar ile ilgili bilgiler paylaşılmıştır. Beşinci bölümde, ayrıntılı çalışılmasına karar verilen yapılar ile ilgili olarak tarihsel süreç, mimari özellikleri ve koruma sorunlarına ilişkin bilgiler ayrı başlıklar altında aktarılmıştır. Yapılan tespit çalışmaları sonucunda elde edilen verilere ilişkin değerlendirmelere altıncı bölümde yer verilmiştir. İki ana başlık altında yapılan değerlendirmelerde, ilk olarak eğitim mirası yapılarının mimari gelişim süreçlerine yer verilmiştir. Bu kapsamda, yapıların yerleşim durumu ve fiziksel özelliklerine yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. Bu bölümde yer verilen diğer önemli konu ise eğitim mirasının korunmasına dairdir. Öncelikle çalışma bölgesindeki tarihi eğitim yapılarında görülen sorunlara yer verilmiştir. Eğitim sistemindeki değişimler, önleyici korumanın eksikliği, niteliksiz müdahaleler, vandalizm, işlev değişiklikleri, bürokratik sorunlar, bütçe yetersizlikleri, yapıların yıkılması ve eğitim mirasının topluma aktarımı konusunda tespit edilen sorunlar, bölgedeki yapılar üzerinden örneklerle aktarılmıştır. Belirlenen sorunlar ve dünyada yapılan uygulamalar dikkate alınarak hem bölgesel hem de ulusal ölçekte hayata geçirilmek üzere öneriler geliştirilmiştir. Bu bölümde aynı zamanda sürdürülebilirlik konusuna değinilerek bir tarihi eğitim yapısının korunmasının sürdürülebilir bir yaşama nasıl katkı sağlayacağı irdelenmiştir. Tezin son bölümü olan yedinci bölümde eğitim mirası, çalışma bölgesinde ve belirlenen zaman aralığında inşa edildiği tespit edilen eğitim yapıları, onların mimari değerlendirmesi, koruma sorunları ve günümüze ulaşan yapıların korunmasına yönelik geliştirilen önerilere dair çıkarımlar aktarılmıştır. Arşiv araştırmaları, alan çalışmaları, yazılı ve sözlü kaynak incelemeleri doğrultusunda tespit edilen eğitim yapılarının mimari biçimlenişine yönelik yapılan değerlendirmeler ile koruma sorunlarına yönelik geliştirilen öneriler bu araştırmanın özgün çıktılarını oluşturmaktadır.
  • Öge
    11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; Restorasyon
    Kilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.