LEE- Maden Mühendisliği-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Başlık ile LEE- Maden Mühendisliği-Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgePatlatma kaynaklı yer sarsıntısı tahmininde uyarlamalı bulanık çıkarım sistemi (ANFIS), destek vektör makineleri (SVM) ve gauss süreç regresyonu (GPR) tekniklerinin kullanımı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-17) Ağan, Yaşar ; Hüdaverdi, Türker ; 505191003 ; Maden MühendisliğiGünümüzde uygulanan madencilik faaliyetlerinde cevher üzerindeki örtü tabakasını kaldırmak ve cevhere ulaşmak için kullanılan en etkili ve ekonomik yöntem delme – patlatma işlemidir. Verimli bir patlatma operasyonu ile her sertlikteki kaçak parçalanabilir ve istenen boyutta malzeme elde edilebilir. Patlatma işleminin başarılı bir şekilde gerçekleşebilmesi için patlatma parametrelerinin uygun olarak seçilmesi gerekmektedir. Patlatma üzerinde etkin değişkenler kontrol edilebilen ve kontrol edilemeyen parametreler olmak üzere iki başlık altında incelebilir. Kontrol edilebilen parametreler patlatma tasarım parametreleridir. Bu parametreler teknik olarak belirlenip değiştirilebilirken, kontrol edilemeyen parametrelerin teknik olarak ayarlanması mümkün değildir. Formasyon özellikleri, süreksizlikler, faylanma ve kayacın fiziksel ve mekanik özellikleri kontrol edilemeyen değişkenlere örnek olarak verilebilir. Patlatma operasyonlarının ekonomik verimliliğinin yanı sıra, çevresel etkilerinin de dikkatle değerlendirilmesi gerekmektedir. Patlatma operasyonu bütüncül bir bakış açısıyla planlanmalıdır. Patlatma tasarım parametrelerinin değişimi çevresel etkilerin oluşumunda önemli rol oynayabilir. Tasarım parametreleri delikler arası mesafe (S), dilim kalınlığı (B), basamak yüksekliği (H), sıkılama mesafesi (T), alt delme (U) ve delik boyu (L) olarak sıralanabilir. Tasarım parametreleri yer sarsıntısı, hava şoku, kaya fırlaması ve toz oluşumu ile doğrudan bağlantılıdır. Patlatma işleminin yukarıda belirtilen çevresel etkilerinden en önemlisi yer sarsıntılarıdır. Bunun nedeni, yer sarsıntılarının daha geniş bir alana yayılmasıdır. Bu tez kapsamında patlatma kaynaklı yer sarsıntısı incelenmiştir. Patlatma kaynaklı yer sarsıntılarını kabul edilebilir seviyelere indirebilmek için sarsıntı seviyesinin tahmin edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla, regresyon analizine dayanan klasik yöntemler kullanılarak en yüksek parçacık hız (ppv) tahmini yapılmıştır. En yüksek parçacık hızını (ppv) tespit etmek amacıyla patlatma sismografları kullanılmıştır. Sismograf düşey, boyuna ve yanal olmak üzere üç yönde parçacık hızı ölçebilen bir jeofon ve ölçülen verilerin aktarıldığı bir kayıt cihazından oluşmaktadır. Arazide ölçülen veriler daha sonra bilgisayara aktarılmakta, özel bir yazılım yoluyla yer sarsıntısı dalgalarının ayrıntılı bir analizi gerçekleştirilebilmektedir. Bu çalışmada klasik yöntemlerden biri olan, ABD Madencilik Bürosu (USBM) tarafından geliştirilen ölçekli mesafe (SD) denklemi kullanılmıştır. Patlatma bölgesi ile jeofonun konumlandırılacağı nokta arasındaki mesafe el tipi GPS cihazları ile ölçülmüş ve gecikme başına anlık şarj miktarı gözetilerek en yüksek parçacık hızı (ppv) tahmini yapılmıştır. Kullanılan bir diğer klasik yöntem ise regresyon denklemi aracılığıyla tahmini ppv değerlerine ulaşmaktır. Bu çalışmada elde edilen tahmin denklemi istatistiksel analiz yazılımı kullanılarak çoklu regresyon yöntemi ile bulunmuştur. Bu amaçla, tahmin edilmek istenen parametre en yüksek parçacık hızı (ppv) bağımlı değişken, seçilen tasarım parametreleri ise bağımsız değişken olarak atanmıştır. Modele dahil edilen bağımsız değişkenler delikler arası mesafe/dilim kalınlığı oranı, basamak yüksekliği/dilim kalınlığı oranı ve ölçekli mesafe değeridir. Sonuç olarak, parçacık hızı tahmini için iki farklı klasik yöntem kullanılmış, tahmin edilen değerler ölçülen gerçek değerler ile karşılaştırılmıştır. Yukarıda belirtilen klasik tahmin yöntemlerinin yanı sıra çeşitli esnek hesaplama yöntemleri ve makine öğrenmesi teknikleri de yer sarsıntısı tahmini amacıyla kullanılmaktadır. Özellikle son yıllarda makine öğrenmesi ile oluşturan modellerin klasik modellere karşı elde ettiği üstünlükler, yeni yöntemlere olan ilgiyi artırmıştır. Bu tez kapsamında uyarlamalı bulanık çıkarım sistemi (ANFIS), Destek Vektör Makineleri (SVM) ve Gauss Süreç Regresyonu (GPR) kullanılarak klasik yöntemlerden ayrı olarak üç farklı model oluşturulmuştur. ANFIS, Jang tarafından geliştirilmiş bir Sugeno bulanık modelidir ve if-then kurallarını tanımlamak için hibrit bir öğrenme algoritması ile birlikte en küçük kareler ve geri yayılımlı gradyan iniş yöntemlerinin bir kombinasyonunu kullanmaktadır. Bu kuralları tanımlarken girdi parametreleri ve üyelik fonksiyonlarını kullanarak tek bir çıktı vermektedir. SVM ve GPR modelleri ise hem regresyon hem de sınıflandırma için kullanılmaktadır. Farklı tekniklerin kullanımı yer sarsıntısına alternatif yaklaşımların geliştirilmesini sağlamıştır. Oluşturulan modeller klasik ölçekli mesafe denklemi ve çoklu regresyon denklemi ile karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma yapılırken modellerin performansını değerlendirmek için ortalama mutlak hata (OMH), ortalama karekök hata (OKH), ortalama mutlak ölçekli hata (OMÖH), ortalama karekök ölçekli hata (OKÖH), ortalama mutlak yüzde hata (OMYH), simetrik ortalama mutlak yüzde hata (sOMYH), varyans yüzde oranı (VYO), Nash-Sutchliffe Efficiency (NSE) ve determinasyon katsayısı kriterleri kullanılmıştır. Bu tez kapsamında titreşim tahmin modeli oluşturmak için toplamda 95 adet titreşim ölçüm verisi alınmıştır. Bu verilerin 69 adedi tahmin modelini kurmak için, geriye kalan 26 verisi ise modeli test etmek için kullanılmıştır. ANFIS, SVM ve GPR modellerinde ortalama mutlak hata (OMH) değeri sırasıyla 1,42, 1,82 ve 1,46 olarak bulunmuştur. Ayrıca bu modellere ait ortalama karekök hata (OKH) değerleri de sırasıyla 1,84, 2,57 ve 2,29'dur. Test verilerine ait determinasyon katsayısı ise sırasıyla 0,90, 0,79 ve 0,84 civarındadır. Buna karşılık, geleneksel yöntemler ile oluşturulan USBM ve çoklu regresyon modelleri için OMH değeri sırasıyla 2,03 ve 2,41'dir. Bu modellerin OKH değerleri ise 2,97 ve 3,02'dir. Test verilerine ait determinasyon katsayı ise sırasıyla 0,75 ve 0,73 civarındadır. Makine öğrenmesi yöntemlerinin kullanımı mühendislik ve madencilik alanında günden güne artmaktadır. Bu yöntemler ile problemlerin çözümü daha hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu çalışmada, makine öğrenmesi yöntemlerinin patlatma kaynaklı yer sarsıntısı tahmininde başarı ile uygulanabileceği öngörülmüştür.
-
ÖgeSentetik fiber donatılı püskürtme beton uygulamasında fiber donatı narinlik oranının betonun tokluk indeksine etkisi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-06-13) Bayraktaroğlu, Lühan Arda ; Öztürk, Cüneyt Atilla ; 505181011 ; Maden MühendisliğiPiramitlerin yapıldığı milattan önce 2500'lü yıllarda, gevrek yapı malzemelerinin süneklik kazanabilmesi için kerpiç yapılarda saman parçaları gibi doğal takviye kaynakları kullanılmıştır. Günümüzde ise kerpiç yapısı betona, içerisinde yer alan donatı vazifesini üstlenen saman ise fibere evrilmiştir. Tünel uygulamalarında kullanılan tahkimat sistemi geçmişten bugüne gelişmekte olan teknolojiye paralel olarak yenilenmektedir. Ağaç kütükleri ile başlayan donatılandırma serüveni, çelik tahkimat sistemleri ile pekişmiş olup, bugünlerde ise tünel yapıları hem pratik hem de dayanıklı olan fiber donatılı beton ile güçlendirilmektedir. Sürekli üretim anlayışı, verimliliği yüksek planlamanın ön planda olması, tahkimat sisteminin uygulanmasında zaman muhakemesinin iyi yapılmasını oldukça kritik bir noktaya taşımaktadır. Günümüz uygulamalarında beton karışımına eklenen fiber donatının miktarı, geometrisi, narinliği ve uzunluğu, betonun mekanik davranışını etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. Dolayısıyla fiber donatı narinlik durumu ve tokluk sınıflaması arasındaki ilişki gözetilirken fiber donatının başta uzunluk olmak üzere mekanik davranışa etki edebilecek tüm faktörleri takip edilmelidir. Geçmiş çalışmalarda prizma beton numuneleri üzerine yapılan araştırmalar, fiber donatı narinlik oranının betonun çökme, işlenebilme, çatlak ağzı açılma deplasmanı gibi değerlerinde kayda değer değişikliklere sebebiyet verebildiğini ortaya çıkartmıştır. Bir diğer yaklaşım olarak fiber donatı miktarının beton matrisine etkisi yine söz konusu çalışmalar kapsamında değerlendirilmiştir. Elde edilen bulgular üzerinden fiber donatıların betona çekme mukavemeti kazandırdığı yorumu yapılabilir. Özellikle beton yol, endüstriyel zemin ve yol bariyerleri gibi dökme betonu uygulamalarında, bir diğer ifadeyle noktasal ve yayılı yük altında çalışacak zemin yapılarında, fiber donatılı betona ait çatlak ağzı açılma deplasman değerleri statik rapor hazırlanması esnasında kullanılmaktadır. Her ne kadar dökme beton uygulamalarından elde edilen verilerde fiber donatıların, beton performansına olumlu etkileri takip edilebiliyor olsada, püskürtme beton uygulamasının, doğası gereği içerisinde barındırdığı hava ve kimyasal katkı olan priz hızlandırıcı faktörlerinin göz ardı edilmemesi gereklidir. Aynı zamanda tez kapsamında enerji tokluk seviyesinin belirlenmesi için EN 14488-5 standardına göre alınan beton numunelerinin boyutları ve test sırasındaki çatlak deplasman genişlikleri, statik rapor için ihtiyaç duyulan EN 14651 standardından oldukça farklıdır. Sonuç olarak püskürtme beton uygulamaları için ayrıca fiber narinlik oranına göre deneyler yapılması ihtiyacını gün yüzüne çıkartmıştır. Şev ve tünel yapılarında, oluşan deformasyonların hızlıca karşılanabilmesi noktasında püskürtme beton uygulamaları kritik öneme sahiptir. Bununla beraber yer altı madenciliğinde fiber donatı kullanımının değerlendirilmesi öncesinde kaya kütlesi kavramının bir bütün olarak incelenmesi, kayaç, sağlam kaya ve süreksizliklerin tespiti elzemdir. Kaya kütlesinin genel davranışı incelenirken kayacın Q çizelgesine göre araştırması yapılmalıdır. 1970 yılında geliştirilen Q sistemi, kayanın birbirinden farklı altı parametresi aracılığı ile hesaplanmakta ve tünel yapısını istisnai iyi ile istisnai kötü arasında dokuz farklı bölüme ayırmaktadır. Sistem, aynı zamanda her bir bölüm için kazı destek önerisinde bulunmaktadır. Burada fiber donatılarla alakalı durum incelendiğinde özellikle iyi, orta, zayıf, çok zayıf yapı sınıflamasında 500 ila 1000 Joule arasında değişen enerji absorbe etme kapasitesi sistem içerisinde aranmaktadır. Aynı zamanda Q sistemi incelenirken sentetik fiber donatıların paslanmaz yapıda olması, süneklik ve esneklik kabiliyeti, aşındırıcı ortamlardaki direnci gibi avantajları ön plana çıkmıştır. Q sisteminde önerilen fiber donatılı betonunda sentetik fiberin fiziksel özellikleri bu tez kapsamında incelenmiştir. Araştırmanın altında yatan ana unsular ilk etapta narinlik oranının etkilediği fiber adedi, dolayısıyla çatlak köprüleme yeteneği, nihayetinde elde edilen çatlak kontrolü ile enerji tokluk indeksindeki değişimler ön plana çıkmıştır. Balıkesir İli, Balya İlçesi sınırları içerisinde özel bir madencilik firmasında Kasım 2021 tarihinde gerçekleştirilen deneysel çalışmalarda aynı beton reçetesi içerisine farklı narinlik oranlarındaki fiber donatılar test edilmiştir. Tek bir üretici tarafından aynı desen yapısında tedarik edilen fiber donatıların betonun mekanik özelliklerine etkisi bu çalışma kapsamında incelenmiştir. Sentetik lifli betonun tokluk, eğilme sünekliği, enerji yutma ve yük taşıma kapasiteleri gibi performanslarının belirlenmesi amacıyla her bir fiber tipi için en az dört adet olmak üzere toplam 16 adet TS EN 14488-5 standartlarına uygun 60 cm * 60 cm * 10 cm ölçülerinde plak numunesi ve fiber içeriği tayini, birim ağırlık ve basınç dayanımı testleri için, 32 adet 10 cm * 20 cm ölçülerinde silindir numunesi hazırlanmıştır. Taze beton deneylerinin tamamı özel maden işletmesinde gerçekleştirilirken, sertleşmiş beton deneyleri sentetik fiber donatı üretici firmanın beton laboratuvarında tamamlanmıştır. Deneysel çalışma süresince tek bir beton reçetesi takip edilmiş olup, çalışma başlamadan, ilgili reçetenin sahada uygulanabilirliği test edilmiştir. Fiber donatılar maden işletmesi beton santralinde yer alan fiber dozajlama makinesi yardımıyla karışıma eklenmiş olup, karışım beton mikserine aktarılmadan önce santral bunkerinde yaklaşık 60 saniye boyunca iyice harmanlanmıştır. Buradaki amaç fiber donatının beton içerisinde homojen olarak dağılımının korunması olarak açıklanabilir. Santralde tamamlanan karışım sekiz metreküp beton taşıma kapasitesine sahip miksere aktarılmıştır. Akabinde sırasıyla çökme, birim ağırlık deneyleri tamamlanmış ve 28 gün kürde tutulmak üzere basınç dayanım testine tabi tutulacak silindir numuneleri alınmıştır. Yaş beton numune alım işlemini takiben beton mikseri yaklaşık 25 dakika mesafe katederek uygulama noktasına ulaşmıştır. Püskürtme beton uygulamasını yapacak olan makinenin beton beslemesi yapıldığı bölgesinde yer alan ızgara yapısı, fiber donatılı beton akışına uygun hale getirilmiştir. Bu sayede fiberlerin herhangi bir tıkanıklığa ya da topaklanmaya maruz kalmadan akışı mümkün kılınmıştır. Püskürtme beton uygulamasından alınan panel numunelerinin üzeri püskürtme işlemi tamamlanır tamamlanmaz TS EN 14488-5 standardında bahsedildiği gibi kalınlığı 10 cm olacak şekilde düzeltilmiştir ve 24 saat boyunca yerinden hareket ettirilmeden sabit halde bırakılmıştır. Numuneler ertesi gün kürlenme işlemine tabi tutulacakları alana nakledilmiş ve hem silindir numuneleri hem de panel numuneleri 28. günde sentetik fiber donatı üretici firmanın beton laboratuvarında kırıma tabi tutulmuştur. Sentetik fiber donatıların tahkimat elemanı olarak sağladığı faydalar, betonarme yapısına kazandırdığı eğilme performansı, çatlakların köprülenmesi, enerji tokluk değerlerinin artırılması, ani kırılma ve göçmelerin önlenmesi, geri sekme miktarının azaltılması, demir işçiliğine dayalı imalat, montaj hatalarının elimine edilmesi, maliyetlerin düşürülmesi ve daha güvenli bir çalışma ortamı yaratılması şeklinde sıralanabilir. Nitekim tez çalışması kapsamında söz konusu sentetik fiber donatıların farklı narinlik oranlarında betonarma yapısına kazandırdığı enerji tokluk değerileri yani bir diğer ifade ile beton yapısının parçalanana dek absorbe ettiği toplam enerji seviyeleri araştırılmış ve elde edilen sonuçlar altı başlık halinde yorumlanmıştır. Dört farklı narinlik oranının değerlendirildiği deneysel çalışma süresince narinlik oranı ve tokluk indeksi arasında lineer bir ilişki kurulabildiği sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan çalışmalarda kullanılan hem + serisinde sabit çap altında hem de normal seride sabit çap altında fiber boyunun artması enerji absorbsiyon seviyesinin yükselmesi şeklinde sonuçlanmıştır. Bunlara ek olarak narinlik oranı ile enerji tokluk indeksindeki maksimum tepe yük arasındaki ilişki araştırılmış ancak sonuçların neredeyse fiberli ve fibersiz tüm numunelerde benzer netice verdiği görülmüştür. Bu durum maksimum tepe yük değerinin beton matrisi ile; tokluk değerinin ise fiberli beton kompozit yapısının bir sonucu olması şeklinde yorumlanmıştır. Silindir numuneler üzerinden elde edilen basınç dayanım değerleri ve narinlik oranı arasındaki ilişki değerlendirilirken fiber donatıların basınç dayanımı üzerinde olumlu yahut olumsuz herhangi bir etki oluşturmadığı görülmüştür. Narinlik oranı ile doğrusal ilişkiye sahip birim hacimdeki fiber sayısı, kırımı tamamlanan plakların arka yüzeyinde gözle görülür şekilde ortaya çıkmıştır. Bu durum aynı zamanda çökme testinde de gözlenmiştir. Sabit uzunluk ve azalan çap etkisi incelendiğinde, artan fiber adedinin enerji tokluk indeksine pozitif yönde etki ettiği görülmüştür. Diğer bir deyişle çatlağın genişlemesini önlemek için ortamda daha fazla fiber donatı yer almış, bu sayede daha geniş bir yüzey alanı elde edilmiş ve neticesinde artan aderans ile beton daha uzun süre yük taşıyabilir hale gelmiştir. Bu netice betonun enerji yutma kapasitesinde artış olarak takip edilmiştir. Beton yoğunlukları üzerinden bir değerlendirme yapıldığında, taze betondan alınan numune ağırlığının hacme bölünmesiyle elde edilen yoğunluk değerlerinde rasyonel bir bağlantı kurulamamıştır. Yani fiber donatının beton birim ağırlığına etki etmediği sonucuna ulaşılmıştır. Enerji tokluk değerleri incelendiğinde tüm sonuçların 700 ila 1000 J arasında yani beş ve altı destek kategorisinde konumlandığı görülmüştür. Bu durum artan narinlik oranında daha düşük dozaj artışlarıyla bir üst destek kategorisi olan 1000 J değerinin arandığı 7'ye geçilebileceği şeklinde yorumlanabilir. Benzer şekilde elde edilen sonuç, narinlik oranının, beton optimizasyonu, maliyeti ve işlenilebilirliği hususlarında, önemli bir mühendislik parametresi olarak değerlendirilebileceği şeklinde değerlendirilebilir.
-
ÖgeSüreksizlikler arası mesafe ve süreksizlik kutupsal yöneliminin açık işletme kaya şevlerinde yer değiştirme davranışına etkisinin araştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-01-22) Coşkun, Hacer Büşra ; Tunçdemir, Hakan ; 505181009 ; Maden MühendisliğiBir kaya şevinin stabilite analizi geoteknik mühendisliğinin en önemli problemlerinden birisidir. Stabiliteyi ve yenilmeyi etkileyen en önemli parametrelerden birisi de kaya kütlesindeki süreksizliklerdir. Bu tez çalışmasında süreksizlik özelliklerinden; süreksizlikler arasındaki mesafe ve süreksizlik yönelimleri üzerinde durulmuş ve bunların şev stabilitesine ne oranda etkisinin olduğu sayısal çözümleme ile irdelenmiştir. Ilk olarak süreksizliklerin geometrileri belirlenmiştir. Süreksizlikler arasındaki mesafeler 400cm, 200cm, 130cm, 60cm, 40cm ve 20 cm olarak belirlenmiştir. Bu mesafeler, kaya kütle siniflandirma sistemlerinden birisi olan RMR'de süreksizlikler arası mesafelere atanan puanlama aralığına denk gelecek şekilde belirlenmiştir. 20cm süreksizlik aralığında süreksizlikler arası mesafeler daraldığı için sayısal çözümlemeleri yapılamamıştır. Bu sebeple 5 süreksizlik aralığında çalışmalar tamamlanmıştır. Süreksizlik yönelimleri için 0 ile 180 derece arasında belirli bir algoritmaya göre 12 adet farklı açı kuramsal olarak belirlenmiştir. Bu açılar 0, 22.5, 30, 45, 60, 67.5, 90, 112.5, 120, 135, 150 ve 157.5 derecedir. 40 cm süreksizlik aralığı için 135 derece süreksizlik yöneliminde maksimum iterasyon sayısı aşıldığı için çözümleme yapılamamıştır. Toplamda 59 adet ortam için çözümleme yapılmıştır. 5 süreksizlik aralığından her birisi için bu 12 adet süreksizlik yönelimlerinin sırası ile RS2 programında sayısal çözümlemeleri yapılmıştır. Bu sayede şev üzerinde ve gerisinde ne oranlarda yer değiştirme miktarının gerçekleşeceğini belirlemek hedeflenmiştir. Süreksizliklerin her bir geometrik durumunda yer değiştirme miktarlarının hesaplanabilmesi için sonlu elemanlar yöntemi ile hesaplamalar yapan RocScience RS2 programında çözümlemeler yapılmıştır. Bununla beraber güvenlik faktörünün de belirlenmesi için kayma mukavemeti indirgeme (SSR) analizleri de yapılmıştır. Bu analizler sonucunda, program kritik SRF olarak adlandırılan mukavemet indirgeme faktörü belirler ve bu faktör şevin güvenlik faktörü ile eşdeğer bir sonuç verir. Yapılan toplam 59 adet durum analizinin her birinde kritik SRF (güvenlik katsayısı) 1.29'un altına düşmemektedir. Bu ortamların analizleri yapılırken şev geometrisi, kaya kütlesinin jeomekanik parametreleri ve arazi gerilmesi sabit tutulmuştur. Süreksizlik aralıkları ve yönelimleri ikili kombinasyonlar halinde değişmiştir. RS2 programında tüm ortamların çözümleme işlemleri tamamlanıp, yer değiştirme verileri elde edildiğinde, şev aynasından içeriye doğru ve paralel olacak şekilde iki metre aralıklarla (0m, 2m, 4m, 6m, 8m ve 10m) sorgu noktaları belirlenir. Yer değiştirme miktarları ve yenilme yüzeyi bu etkilenme bölgelerine göre değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre; en yüksek yer değiştirme miktarı 400cm süreksizlik aralıklarında, 90 derece süreksizlik yöneliminin bulunduğu ortamlarda ve 6 metre den sonraki etkilenme bölgeleri üzerinde olduğu ortaya konulmuştur.
-
ÖgeYeraltı açıklıklarında geleneksel yöntemlerle belirlenen tavan yükü yaklaşımlarının sayısal çözümleme yöntemleri ile karşılaştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-30) Dönmez, Hüseyin Onur ; Tunçdemir, Hakan ; 505191001 ; Maden MühendisliğiGünümüzde artan nüfus ve kentleşme oranı insanların sınırlı alanlarda büyük kitleler halinde yaşamasına neden olmaktadır. Bu durum beraberinde birtakım sorunlar getirmektedir. Yeryüzündeki alanlar giderek yetersiz hale gelmekte ve insanların yaşam standartlarını olumsuz etkilemektedir. Ulaşım olumsuz etkilenen bu yaşam standartlarından biridir. Bu nedenle daha güvenli ve konforlu bir ulaşım için karayolu ve demiryolu tünelleri büyük önem arz etmektedir. Aynı zamanda artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına üretim miktarları da artmaktadır. En önemli hammadde kaynağımız olan yeraltı zenginliklerimiz, doğası gereği kıt kaynaklar olduğundan üretim seviyeleri gittikçe derinleşmektedir. Bu da yeraltı madenciliğinin giderek yaygınlaşmasına ve daha derin seviyelerde çalışılmasına neden olmaktadır. Bu iki örnek göstermektedir ki yeraltı yapılarına olan ihtiyaç son derece fazladır ve giderek artmaktadır. Bir yeraltı mühendislik yapısında arzu edilen en önemli husus yapının kullanım ömrü boyunca güvenli bir şekilde ayakta kalmasını sağlamaktır. Bu nedenle planlama aşamasında doğru tahkimat sisteminin seçimi büyük önem arz etmektedir. Seçilecek tahkimat sistemi taşıyıcılık ve ekonomiklik olmak üzere iki ana şartı birlikte sağlamalıdır. Doğru tahkimat sisteminin seçilebilmesi ve boyutlandırılabilmesi için öncelikle tahkimat sistemine etkiyecek yüklerin belli bir yakınsaklıkla ortaya konulması gerekmektedir. Tavan yükünün tahminine yönelik teoriler 20. yüzyılın başlarında oluşmaya başlamıştır. Teoriler bu alanda çalışan mühendislerin tecrübelerini sayısal verilere ve eşitliklere dönüştürmesiyle başlamış ve sonrasında çalışılan farklı ortamların sınıflandırılmasıyla devam etmiştir. 1960'larda ilk olarak havacılık sektöründe kullanılan ve hızla her mühendislik dalında kullanım alanı bulan sonlu elemanlar yöntemi, yeraltı yapılarına da uygulanmış ve çeşitli bilgisayar yazılımları geliştirilmiştir. Bu çalışma kapsamında 3 farklı kaya ortamı için aynı boyutlarda açılan bir tünele etkiyecek tavan yükleri önce geleneksel teorilerle, sonrasında sayısal çözümleme yöntemi esaslı yazılımlarla hesaplanmış ve sonuçlar değerlendirilmiştir. Literatürdeki vaka analizlerinden faydalanılarak seçilen zayıf, orta ve iyi ortamlar için bu çalışma kapsamında ele alınan tavan yükü teorileriyle tahkimata etkiyecek yükler hesaplanmıştır. Aynı ortamlar RocScience'ın sonlu elemanlar yöntemini esas alan RS2 yazılımında modellenmiştir. Gerlime azaltma yöntemi kullanılarak her bir ortam için RS2'den elde edilen sonuçlarla arazi tepkime eğrileri oluşturulmuş ve tahkimata etkiyecek yükler tespit edilmiştir. Aynı ortamlar RocScience'ın RocSupport yazılımında oluşturularak RS2'den elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmıştır. Geleneksel yöntemlerle ve RS2 ile yapılan analizler at nalı kesitli bir tünel veya galeri için yapılmıştır. Ancak RocSupport yalnızca tam dairesel kesitli açıklıkların modellenmesine imkan sağlamaktadır. Bu nedenle oluşturulan modellerin karşılaştırılmasında bir sorun yaşanmaması adına RocSupport'ta modellenen aynı açıklıkta dairesel kesitli tüneller aynı ortamlar için RS2'de tekrardan modellenmiştir. RS2'de tahkimatsız ve tahkimatlı arazi tepkime eğrileri çizilmiştir ve tahkimat yerleştirildiğinde arazi tepkime eğrilerinden elde edilen yer değiştirmelerin teoriyle parallel olarak sınırlandığı teyit edilmiştir. Tahkimatsız RS2 ve tahkimatsız RocSupport arazi tepkime eğrileri arasında yüksek tahmin yeteneğine sahip ilişki tespit edilmiştir. Önceki yargılara göre RocSupport tek başına tahkimat tasarım yazılımı olarak kullanılmamakla beraber, ele alınan kaya ortamı ve kesit için RS2 ile RocSupport sonuçları arasında yer değiştirmeler açısından yüksek dereceli ilişkiler bulunduğundan benzer ortamlar için yer değiştirme değerlerinin tahmin edilebileceği görülmektedir.