FBE- Mimarlık Tarihi Lisansüstü Programı - Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Konu "Architecture" ile FBE- Mimarlık Tarihi Lisansüstü Programı - Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge12. yüzyıl Anadolu Türk Camileri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2005) Güler, Mustafa ; Aktuğ Kolay, İlknur ; 166647 ; Mimarlık Tarihi ; History of Architecture1071'deki Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu kapılan Türklere açılmış olmakla birlikte, Türklerin Anadolu'da tutunmaları ve yerleşmeleri için yaklaşık üç çeyrek asır geçmiş ve ancak Türkler, Anadolu'daki yapı faaliyetlerine 12. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren başlayabilmişlerdir. Bu nedenle 12. yüzyıl, Anadolu'da, Türk Cami Mimarisi'nin de bir başlangıcı sayılabilir. Günümüze kadar ulaşabilen, 12. yüzyıl camileri, inşa edildikleri tarihlerden itibaren sayısız tamirat ve tadilat geçirmiş olduğundan ve hatta özgün hallerini tamamen kaybettiklerinden, bu dönem için en önemli problem, yapıların özgün hallerinin belirlenmesidir. Anadolu'daki ilk devir camilerini oluşturun, 12. yüzyıl camilerinin, genel olarak üç ana şema üzerinde inşa edildiğini söyleyebiliriz. Şemalardan ilki, örneklerini Karahanh ve Gazneli camilerinde gördüğümüz, harimi enine sahınlardan oluşan ve ortasında mihrap önü birimi yer alan tiptir, ikincisi Büyük Selçuklu camilerinde gördüğümüz, harimi mihrap önü birimi ile önünde eyvandan oluşan ve harimin kuzeyinde avlusu bulunan tip, üçüncü ise Küfe tipi camilerdir. Ancak bu üç şema da, Anadolu'ya geldiğinde değişikliğe uğrayarak, harim ile avlu bir duvarla birbirinden ayrılmış, ilk tipte gördüğümüz yapılarda, mihrap önü birimi giderek büyüyerek harime hakim olmuş ve harimin önüne avlu eklenmiş, ikinci tipte, avlu ve eyvan harime dahil edilmiş, orta sahnın ortasında avluya tekabül eden bir ışıklık ile eyvanı hatırlatacak birimler yer almıştır. Yapıların hatimlerinin kuzeyindeki avlulara gelince, harimde ışıklığı bulunan yapıların avlusunun bulunmadığını, genellikle harimi enine sahınlardan oluşan yapıların ve Küfe tipi yapıların, önünde birer avlusunun bulunduğunu söyleyebiliriz. Yapıların cepheleri ise kuzey cephelerinde yer alan taç kapılar hariç, genellikle düz duvar niteliğindedir. Cephelerde yer alan en önemli mimari eleman, taç kapılardır. Ancak yapıların çoğunun taç kapısı günümüze ulaşamamıştır. Yapıların üst kısımları düz damlıdır. Damda, mihrap önü birimlerinin üzeri birer kubbe veya külahla örtülüdür. Yapılardaki taşıyıcı elemanlar duvarlar, ayaklar ve kemerlerdir. Yapılarda ayaklan birbirlerine bağlayan kemerlerin tamamına yalanı sivri kemerlidir. Yapıların üst örtüleri genellikle, mihrap önü birimlerinde kubbe, diğer sahınlarda ise beşik tonozdur. Ancak Sivas Ulu Camii ve Konya Ulu Camii'nde ise harim, düz ahşap tavanlıdır. Yapılardaki pencereler çoğunlukla özgün durumlarını kaybetmiş olmakla birlikte, yapılarda, dikdörtgen mazgal pencerelere kullanımının daha yaygın olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Yapılarda yer alan mimari elemanlardan, harimde en önemli eleman mihrap, cephelerde ise taç kapılardır. Yapıların çoğu ilk inşa edildiklerinde, minaresiz xxxvii yapılmış olup minareler, çoğunlukla yapılara sonradan ilave edilmiştir. Özgün minareleri günümüze kadar ulaşabilmiş olan yapıların minareleri ise tuğladır. Yapılarda bulunan özgün minberlerin tamamı, ahşap minberlerdir. Yapılardaki malzeme kullanımına gelince, Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklularda görülen tuğla kullanımı, Anadolu'da yerini(îplikci Camii ile muhtemelen Harput Ulu Camii hariç) taşa bırakmıştır. Ancak yine de bir çok yapının üst örtülerinde, tuğla malzemenin kullanılmaya devam edildiğini görmekteyiz. Şüphesiz olarak Anadolu'da tuğla malzemeden taş malzemeye geçişin en önemli yapısı, Divriği Kale Camii'dir. Yapılarda en yoğun görülen süsleme ise taş süslemedir. Sonuç olarak, Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu bölgelerinde inşa edilmiş olan 12. yüzyıl Anadolu camilerinde, bir üslup birliğinden ziyade, genel olarak bölgesel etkilerin hakim olduğu ve yeni bir takım mekân arayışlarına başlandığı görülmektedir. 12. yüzyıl Anadolu camilerinde, harimlerde bir mekân bütünlüğünün olmadığını, ancak merkezi mekân arayışlarının başladığını, cephelerin ise genellikle düz duvar niteliğinde olduğunu, bu nedenlerle de yapılardaki mekân bütünlüğündeki eksiklik ve zayıflık, mihraplarla ve taç kapılarla giderilmeye çalışıldığı söylenebilir.
-
ÖgeDeğişim Sürecinde Osmanlı Mimarlığı, Iıı. Ahmed Ve I. Mahmud Devri (1703-1754)(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2009-02-26) Şahin, Soner ; Kolay, İlknur Aktuğ ; Mimarlık Tarihi ; History of ArchitectureBu tezin ana amacı, Osmanlı mimarlığının 50 yıllık bir dönemi için kapsamlı bir değerlendirme oluşturmaktır. çalışma kapsamının başlangıç ve bitiş tarihi olarak padişahların saltanat zamanları seçilmiştir: değişimin ilk örneklerinin verildiği III. Ahmed döneminin başlangıcı olan 1115/1703 ile Nuruosmaniye Külliyesi’nin yapımına başlanıldığı I. Mahmud döneminin sonu olan 1168/1754 arası. Böylece Osmanlı mimarlığının yaklaşık yarım yüzyıllık bir dönem içindeki gelişimi ele alınması söz konusudur. Dönem içinde yapıların temel tasarım ilkelerinin birbirlerine çok yakın oluşundan anlaşılmaktadır ki, zaman zaman bazı ekoller oluşmuş ve söz konusu sebiller hep aynı ustaların elinde tasarlanmıştır. Bu bağlamda incelenen yapıları üç döneme ayırmak mümkündür. 1703-1718 arası ilk örnekler, 17. yüzyıl mimari anlayışının devamıdır. 1718-1740 arası Lale Devri ve onun etkisindeki dönemde yapıların bazı yenilikler görülür. 1719-1720 tarihli Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Sebili bunun ilk örneği olarak önemlidir. Bu dönem yapılarında düşeyde bir yükselme söz konusudur; alın kısmı yüksek yapılır, yüksek kasnaklı kubbeler görülür. Yapı yükseldikçe saçaklar da genişler. Hemen tüm yüzeyin rölyef süslemelerle kaplanması da bu devrede görülür. Osmanlı mimarlığında daha önce hiç görülmediği kadar cephesi süslemelerle doldurulan sebiller, İran-Hint etkisini akla getirmektedir. Ancak mimari detay repertuarı hala klasik tarzdan farklı değildir: mukarnas sütun başlıkları, bezemeler klasik repertuarı devam ettirmektedir. 1740’dan sonra, yapılarda artık klasik mimariden tam bir sapma görülür, yeni bir dil geliştirilir. Bunun ilk örneği de 1741 tarihli Mehmed Emin Ağa Sebili’dir. Bu son dönemde daha kıvrımlı, içbükey-dışbükey plan hatları görülür, kemerler dalgalı bir form alır, cephe sathi süsten arınır, daha arkitektonik bir görünüm alır. Özellikle sütunbaşlıkları korint iyon karışımı kompozit niteliktedir. Diğer mimari detaylar beraber bu devirde açık bir batı etkisi, ağır basar. Bu etkinin önce küçük ölçekli yapılarda görülmesinin nedeni; Rokoko ve Barok ilk eserlerin, çeşme, sebil, köşk, konut gibi dinsel kalıplar dışında kalan yapılar olmasıdır. Yaptıranların durumları açısından da bu yapılar, başmimarın emek ya da takibini gerektirmeyen yapılardır ve çözümü zor teknik sorunlar içeren yapılar grubundan değillerdir. Bu küçük eserlerin yaratılabilmesi için benzer örneklerin resimlerini görmek bile yetebilmektedir. Ancak yine de yeni motiflere başvuran bu sebil düzenlemeleri, geleneksel mimarinin kalıplarından çıkmayan diğer tipteki binalarla (cami, türbe, medrese vs) bir arada inşa edilmiştir. İlk kez Nuruosmaniye Külliyesi’nde bu tutarsızlık ortadan kalkmış, tüm külliye yapıları bu yeni anlayışı yansıtır biçimde inşa edilmiştir.
-
Ögeİstanbul'daki geç antik ve Bizans yapıları kapı çerçevesi profilleri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2005) Özügül, Ayşın ; Ahunbay, Metin ; 175754 ; Mimarlık Tarihi ; History of Architectureİstanbul'da Geç Antik ve Bizans dönemi yapılarından bir kısmının kapı çerçeveleri günümüze ulaşabilmiştir. Bu yapıların hepsi, bugünkü Eminönü ve Fatih ilçelerini içine alan ve batıdan 11. Theodosius surları ile sınırlanan ''Tarihi Yanmada''dadır. İstanbul ' daki mevcut en erken tarihli kapı çerçevesi ömeği II. Theodosius Ayasofya'sına (415) ve aym tarihlerde yapılmış olan Altın Kapı (porta aurea)'ya aittir. Diğer erken örnekler Studios Manastın Kilisesi (İmrahor Camisi, 453/4), Hagios Polyeuktos Kilisesi (524-527), Hagia Eirene (yapım başlaması 532) ve Ayasofya'da (532-537) bulunmaktadır. İstanbul'daki Bizans Dönemi'ne ait korunabilmiş kapı çerçeveleri ise Konstantinos Lips Manastın Kilisesi (Fenari İsa Carnisi, 907), Pantepoptes Manastın Kilisesi (Eski İmaret Camisi, ykl. 1 087), V efa Kilise Carnisi (ykl. 1100), Pantokrator Manastın Kilisesi, (Zeyrek Camisi, 1124- 1136), Kalenderhane Camisi (12. yy), Hagios Andreas te Krİsei (Koca Mustafa Paşa Carnisi, XIII.yy'ın ikinci yansı), Chora Manastın Kilisesi'nde (Kariye Camisi, 11. yy- 14. yy) bulunmaktadır. Bu dönemin kapı çerçeveleri genellikle yekpare mermer (veya dekoratif tabii taş) bloklardan işlenmiş iki dikme (söve) ve bunların üzerine oturan yatay blok (lento), nihayet bunun da üzerine yatırılmış bir ikinci bloktan (lento tacı) oluşmaktadır. Söve, lento ve lento taçlan Çeşitli profillere sahip, bezemesiz silmelerle donanmıştır .Rölyef motif işlenmiş olan az sayıdaki örnekte motifler, lento tacının ana silmesi üzerinde yer almaktadır .İstanbul Geç Antik çağ mimari süslemesi üzerine yapılan araştırmalarda, bu dönem Başkent mimari süslemesinin, Batı Anadolunun büyük kentlerindeki II. ve III. yüzyıla tarihlenen anıtlara dayandığım belirlemiştir .Önümüzdeki çalışmada İstanbul'un V. ve VI. yüzyıla ait kapı çerçevesi profillenmelerinin köken sorunu İncelenirken Batı Anadolu'nun II. ve III. yüzyıl mimari süsleme örnekleri üzerine de eğilinmiştir .III. yüzyılın ikinci yansından başlayarak mimarinin diğer alan1annda olduğu gibi, mimari süsleme alanında da bir boşlukla karşılaşılmaktadır. Söz konusu dönemde özgün üretim azalmış, bunun yerine IV .yy .da yaygınlaşan ''devşirme'' malzeme kullanımı tercih edilmiştir Geç Antik çağ öncesi kapı çerçevesi profillenmeleri, yapıların Antik cephe düzenleri ile uyumlu biçim kazanmıştır. Anadolu'da hakim mimari cephe düzeni ikinci ve üçüncü yüzyıllarda Korinth düzenidir ve kapı çerçeveleri de bu düzen uyarınca biçimlenmiştir .V .yüzyıl İstanbul yapılarında korunabilen kapı çerçevelerinde aynı düzene uyumlu fakat yeni silme tipleri ile ve farklı oranlarla kendine özgü bir profillenmenin canlandığım görmekteyiz; esasında bu yenilenme, üst yapı ana kirişlemesi silme düzeninde V.yy'da oluşan yenilik1erin kapı çerçevesine yansımasıdır. II. ve III. yüzyıl Korinth düzeni Anadolu çerçevelerinde söve ve lentolar, arkhitrav benzeri biçimlendirilmiştir: arkhitrav fascia'larının kademelenmeleri astragal'larla vurgulanmıştır; fascia demetini dışbükey-içbükeylikler 520 takip eder veya bazı durumlarda bir kyma rekta son ikisinin yerini alır .Lento taçları, öne taşan çatı saçaklarının küçük tekrarlarıdır. Buna karşılık V .yüzyıl İstanbul çerçeveleri göze çarpar şekilde değişmiştir: kul1amlan silme türleri, sığ düz şeritler, üstlerinde taşkın, iri dışbükey silme, çeyrek çubuk, kyma rekta ve basit İçbükeyliklerdir .Erken dönemdeki kirişleme -çerçeve profil1eri arasındaki belirgin İIİşki, İstanbul 5.yy düzenlemelerinde de göze çarpmaktadır. İstanbul Geç Antik çağ yapılarının kapı çerçevelerinde profil1enme, genel1ikle, kademeler halinde sıralanan, eşit genişlikteki düz şeritlerle başlar (zaman zaman düz şeritlerin arasına bir kyma rekta katılır), geniş ve taşkın bir dışbükey silme ile devam eder; en dıştaki/en Ü8tteki düz silmeyle profillenme tamamlanır. Daha dar çerçevelerde, düz şeritleri takip eden bir kyma rekta ve nihayet en dışta/en üstte bir düz şeritle sıralama tamamlanır .Lento tacı biçimlenmesi, genellikle düz şerit ve kyma rekta profilli silmelerden oluşmaktadır. İstanbul ' da V .yüzyıldan başlayarak görülen kapı çerçeveleri, geniş bir dağılım alanı göstermektedir .Mimarlık alanında Başkent İstanbul etkisindeki Marmara çevresi, Trakya, Yunanistan, Balkanlar , Batı ve Güney Anadolu ve Kuzey İtalya'da diğer başkent Ravenna ' da Marmara Adası mermerinden veya yerel malzemeden yapılmış, İstanbuldaki çağdaşlarına benzer profil1enmeye sahip kapı çerçevelerine rastlanmaktadır. Suriye ve Kilikia'nın birçok yapısının kapı elemanları ve Lykia'daki bazı örnekler farklı özel1iklere sahiptir. Farklılaşmanın nedeni, bahsedilen bölgelerde mimari süslemenin yerel geleneklere, farklı köken ve etkilere bağlı olarak biçimlenmiş olmasıdır. .. Ortaçağ'da İstanbul kapı çerçeveleri profillenmelerinde, Geç Antik çağ örneklerine göre dikkat çekici bazı farklılıklar görülmektedir .İçbükey profilli silmelere daha çok yer verildiği tespit edilmektedir; dışbükey profilli silme daralıp şişkinleşmiş ve daha plastik bir görünüme kavuşmuştur, ileri doğru fırlayan bir içbükey silme sayesinde, en üst1eki son düz şeritin düzleminin gerisinde kalmıştır .Bu dönem için İstanbul dışı koşut örnekler İstanbul 'un yakın çevresinde, Batı ve Güney Anadolu, Trakya ve Yunanistan ' da bulunmaktadır .
-
ÖgeTürkiye Mimarlığı'nda Modernizmin Revizyonları (1960-1980)(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-11-16) Erkol, İdil ; Tokgöz, Zeynep Kuban ; 10130088 ; Mimarlık Tarihi ; History of ArchitectureBu tez, 1960-1980 aralığında Türkiye’deki mimari üretime odaklanmakta, dönemin tasarım yaklaşımlarını ve mimari söylemlerini diğer coğrafyalardaki mimarlıklar arasında konumlandırmaya çalışmaktadır. Tezde 1960-1980 aralığındaki döneme odaklanılmasının iki temel nedeni vardır. İlki, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeni mimari yaklaşımlar, ikincisi ise Türkiye’nin bu dönemde girdiği çok yönlü değişim sürecinin mimari üretime yansımalarıdır. Çalışmada, tezin çerçevesini belirleyen ve ilgili literatürü ortaya koyan giriş bölümünü, belirlenen dönem aralığında Dünya’daki ve Türkiye’deki mimarlıkların ele alındığı bölümler izlemektedir. Araştırmanın kuramsal tarafı Modern Mimarlık’ın revizyonist yaklaşımları etrafında şekillenir. II. Dünya Savaşı sonrası Modern Mimarlık’a karşı artan tepkiler, yeni yaklaşımları beraberinde getirmiş, çoğulculuk ve biçim çeşitliliği ön plana çıkmıştır. Tezin ikinci bölümünde Modern Mimarlık’a gelen eleştiriler, C.I.A.M. toplantılarındaki değerlendirmeler ve çözüm önerileri ele alınmaktadır. Revizyonist yaklaşımlar ekseninde, yeni mimari söylemler, biçim stratejileri, yerellik ve kimlik tartışmaları irdelenirken, bu yaklaşımların kültürel konjonktür içinde nasıl ele alınabileceği, neden yaygın kabul gördüğü tartışılmıştır. Bu yaklaşımlar arasında Brütalizm’in önemli bir rol üstlendiği düşünülmektedir. Araştırmada ağırlıklı yer verilen Brütalizm, yeni bir estetik araç ve biçim stratejisi olarak ele alınmakta, malzeme ve strüktürün olduğu gibi kullanılması istenilen estetik ifadeye ulaşmak için kullanılan bir ideoloji olarak değerlendirilmektedir. Brütalizm, biçim talebinin arttığı, ancak katı kurallara sahip modernizmin biçim dilinin yetersiz kaldığı dönemde ortaya çıkmış, “kaba olanın estetiği” olarak tanımlanan yeni bir estetik anlayış ortaya konmuştur. Bu yeni estetik anlayış biçim stratejilerinin çeşitlenmesine imkan tanımış, farklı brütalist yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Yeni kent ve yapı morfolojilerinin ortaya konduğu Strüktüralizm, yöresel mimarlığın yeniden yorumlanmasıyla ortaya çıkan Rejyonalizm ve dönemin diğer revizyonist yaklaşımları da farklı coğrafyalardaki öncü örnekleriyle birlikte ayrı başlıklar altında irdelenmiştir. Türkiye’deki mimari üretime odaklanan üçüncü bölüm de bu revizyonist yaklaşımlar çerçevesinde şekillenmektedir. 1960-1980 aralığındaki önemli siyasi ve ekonomik gelişmelerin dönemin mimarlık ortamına nasıl yansıdığı, öne çıkan mimari yaklaşımların neler olduğu irdelenmeye çalışılmıştır. 1960 ve 1980 yılları Türkiye’deki siyasi ve ekonomik gelişmelerin oluşturduğu önemli kırılma noktalarıdır. Bu gelişmelere paralel olarak mimarlığı etkileyen aktörler değişmiş, yeni işverenler ve yeni ihtiyaçlar ortaya çıkmıştır. Ülkede serbest piyasa ekonomisine geçiş, sanayinin gelişmesi ve yatırımların artmasına paralel olarak, çeşitli ölçek ve işlevlere sahip yapılar farklı yaklaşımlarla ortaya konmuştur. Yapı teknolojilerindeki gelişmeler ve malzeme çeşitliliğinin artması gibi faktörler de mimari yaklaşımlardaki çeşitliliğe katkı sağlamıştır. Literatür taraması ve yapı incelemeleri sırasında bu çeşitliliğe işaret eden çok sayıda nitelikli projeye rastlanmıştır. Bu üretken dönem, öncesinde görülmeyen farklı denemelerin yapıldığı deneysel bir süreç olarak değerlendirilebilir. Özellikle fabrika yapıları yapı teknolojilerindeki gelişmelerin mimariye yansıması açısından önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak inşa edilen projeler arasında yapı teknolojilerinin sınırlarını zorlayan, cesur projelere nadiren rastlanmış, cesur olarak tanımlanabilecek çoğu proje ise kağıt üzerinde kalmıştır. Bu açıdan Dünya’daki mimari üretimle kıyaslandığında ülkedeki üretim oldukça “temkinlidir”. Odaklanılan dönemde Türkiye’deki mimari üretime dair genel çerçevenin kurulmasına çalışılmış, dördüncü bölümde ise, dönemin mimari üretiminin derinlemesine irdelenmesi amacıyla yapı analizlerine yer vermek amaçlanmıştır. Mimari nitelikleriyle Türkiye’deki üretimde önemli bir yere sahip olduğu düşünülen üç yapı kompleksi, tüm tasarım ve uygulama sürecini analiz etmek üzere seçilmiştir: İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ), Ortadoğu Teknik Üniversitesi (O.D.T.Ü.) Kampüsü ve Demir Evleri. Seçilen yapı kompleksleri üç ayrı alt bölüm olarak ele alınmaktadır. Seçilen yapılardan ilki, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı, Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler tarafından tasarlanmış, 1960-1967 yılları arasında İstanbul’da inşa edilmiştir. Altuğ ve Behruz Çinici’nin imzasını taşıyan O.D.T.Ü. kampüsü İMÇ ile hemen hemen aynı dönem aralığında Ankara’da inşa edilmiştir. Üçüncü yapı kompleksi olarak seçilen Bodrum’daki Demir Evleri ise diğer iki örneğe kıyasla daha geç bir tarihte, 1970’lerin sonunda Turgut Cansever tarafından tasarlanıp uygulanmıştır. Dönemin ruhunu ve mimari eğilimlerini iyi yansıttığı düşünülen bu üç yapı kompleksi üç ayrı şehirde, üç farklı bağlam içinde yer alır. Farklı işlevlere sahip bu üç yapı kompleksi, dönemin mimari söylem çeşitliliği içindeki farklı tasarım stratejilerine işaret etmektedirler. Seçilen bu üç örneğin dünya bağlamına oturtulması, mimari söylemlerin ve tasarlanan projelerin detaylı bir biçimde irdelenmesi ve eşzamanlı inşa edilmiş yapıların karşılaştırmalı olarak ele alınması araştırmanın temel hedeflerinden biridir. Bu üç yapı Türkiye’deki mimari üretimin tamamını temsil etmemektedir. Elbette dönemin analizini yapmak için üzerinde durulacak örnek yapılar çoğaltılabilir. Araştırmada, 1960 sonrasının çoğulcu söylemlerini mümkün olduğunca kapsayacak biçimde bir çerçeve oluşturmak ve bu çerçevenin barındırdığı çeşitliliklere değinebilmek amaçlanmıştır. Araştırma ilerledikçe hem yapı komplekslerinin, hem de mimarlarının yaklaşım benzerlikleri ve ortaya konan işler arasındaki bağlar daha görünür hale gelmiştir. Dünya’daki ve Türkiye’deki mimari üretimin karşılaştırılmalı olarak ele alındığı sonuç bölümü ise, tüm araştırmanın gözden geçirildiği ve araştırma sırasında elde edilen bulguların anlamlandırılmaya çalışıldığı bir değerlendirme metnidir. Araştırmanın önemli bir noktası, yapıları irdelemeye çalışırken, dönemin ruhunu (Zeitgeist) anlamaya çalışmak, projelerin müellifi olan mimarları ve onların tasarıma bakış açılarını kavramak olacaktır. Aslında tezin burada ikili bir durumu olduğundan söz etmek gerekir. Bir taraftan dönemin ruhunu anlamaya ve incelenen tüm mimari yaklaşımlar arasında benzerlikler kurmaya, ortak noktalar belirlenmeye çalışılırken; diğer taraftan analizlerde yapıların özgün yönlerinin neler olduğunun bulunmasına çalışılmıştır. Ortaya konan ürünlerin, yaklaşım biçimlerinin ve söylemlerin incelenmesiyle dönemin baskın özelliklerini ve eğilimlerini anlamaya çalışmak araştırmanın temel amaçlarından biridir. Araştırmanın başlangıçta ön görülmeyen çıktısı, farklı yaklaşım biçimleri arasındaki ortak noktaların çokluğunu görmek olmuştur. Neredeyse benzer motivasyonlarla yola çıkmış, farklı yöntemlerle ayrışmış, sonuç ürüne bakıldığında başta çok farklı görülen yaklaşımların aslında benzer özellikleri olduğu görülmüştür. Bu durum mimarlığa dair değerlendirmelerde, bir yapıyı sadece bir üslupla ilişkilendirerek tanımlamanın problemli durumuna işaret etmektedir. İMÇ’nin değerlendirilmesinde özellikle “mat-building” kavramı üzerinde durulmuş, O.D.T.Ü. kampüsünde Brütalizm, Demir Evleri’nde ise Rejyonalizm ön plana çıkmakta, ancak üç yapı da diğer yaklaşımların izlerini taşımaktadır. Analizler sırasında hem tezin ilk bölümlerinde ele alınan öncü örnekler, hem de odaklanılan üç yapı kompleksi arasında yaklaşım benzerlikleri saptanmıştır. Üç örnek arasındaki diğer ortak nokta, proje açıklama metinlerinde yerel mimariye verilen referanslardadır. Yerel mimariyle kimi benzerlikler kurulsa da, Modern Mimarlık’ın önemli örnekleri olduğu düşünülen bu yapıların büyük oranda yerelle ilişkilendirilmesi düşündürücü bulunmuştur. Tezin tüm bölümleri boyunca, Modern Mimarlık’ın revizyonları olarak adlandırılan yaklaşımların incelenen örneklerde nasıl ele alındığı, belirli bir dönem aralığında nasıl bir rol üstlendiği sorusu, literatür taraması ve yapı analizleri eşliğinde, benzer yaklaşımlara sahip mimarlıkları karşılaştırarak tartışılmaktadır. Tez, dönemin belirleyici karakterlerini ve özgül taraflarını ortaya çıkartacak bir araştırma zemini sunmaktadır.
-
ÖgeXVI. yüzyılda İstanbul'daki Halveti Tekkeleri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015) Bölükbaşı, Ayşe ; Kolay, Fatma İlknur ; 389264 ; Mimarlık Tarihi ; History of ArchitectureBu çalışmada XVI. yüzyıl İstanbul'unda oluşan ve hızla büyüyen Halveti tekke ağı, siyasi, kültürel, dini, mimari ve kentsel dinamikler açısından incelenmiştir. Söz konusu ağın nasıl oluştuğu, ne şekilde geliştiği ve yapısı ele alınmaya çalışılmıştır. Öncelikle Halveti tekke banileri üzerinde durularak, tekke banilerinin siyasi, toplumsal ve kültürel aidiyyetleri üzerinde durulmuştur. Baniler arasında saray ve çevresine mensup kimselerin ezici bir üstünlüğe sahip olduğu görülmüştür. Devlet ricalinin çoğunlukla Halvetiliğin Cemali/Sünbüli koluna bağlı tekkelerin inşasını teşvik ettiği tespit edilmiş, bu durumun sebepleri üzerinde durulmuştur. Saray ve çevresine mensup kimselerin Halvetiliğin çeşitli kolları arasından sünni akideye daha yakın olanları desteklemeyi tercih ettikleri sonucuna varılmıştır. Bu destek sayesinde Cemali-Sünbüli kolunun daha etkili hale geldiği ve büyük külliyeler içinde tekkelere sahip olduğunun altı çizilmiştir. Tekkelerin sosyal yaşamında en büyük rol sahibi olanlar şeyh ve dervişlerdi. Bir tekkenin kuruluşunun ardından, bani tekke personelini, onların görevlerini ve maaşlarını belirlemekte ve vakfiye belgelerinde kayıt altına aldırmaktaydı. Hatta bazı vakfiyelerde tekke şeyhinin adı dahi geçmekteydi. Ancak banilerin görevi bu şartların belirlenmesinden sonra nihayete ermekteydi. Bundan sonraki süreçte başrolü şeyh ve müritleri oynamaktaydı. Tekke görevlileri kadar tekke fonksiyonları da tekke hayatını resm etmekteydi. Tekkelerin en önde gelen fonksiyonları günlük olarak tekke personeli için ve mübarek gün ve gecelerde ise hem tekke personeli, hem de ziyaretçi ve ihtiyaç sahibi insanlar için yemek dağıtımıydı. Bu günlerde bazen tekke mutfağından, tekke ile aynı külliyede bulunan medrese, mektep, darülhadis personeline dahi yemek verilmekteydi. Bilindiği üzere birkaç tekke ise misafirhane olarak hizmet vermekteydi. Öbür taraftan dini ritüeller ve dervişlerin eğitimi de günlük yaşamın esas unsurları arasındaydı. Tekke görevlilerinin günlük yaşamlarını geçirdikleri tekke yapılarının nasıl adlandırıldığı, hangi birimlerden oluştuğu hususu da bu çalışma için önemli bir problemdir. Öncelikle vakıf belgelerinde bazı yapıların "hangah", bazılarının ise "zaviye" ya da "tekke" şeklinde anılması, isim değişikliği herhangi yapısal bir farklılığa tekabül ediyor muydu sorusunu akla getirmektedir. Tekkeleri oluşturan birimler ve bu birimlerin birbirleriyle ilişkileri de incelenmeye değerdir. Bu meseleye ek olarak tekkelerin farklı birimlerinde hangi tekke fonsiyonlarının icra edildiği de anlatılmaya çalışılmıştır. XVI. yüzyıl İstanbul'undaki Halveti tekkeleri genellikle bir cami/mescit-tevhidhane ya da müstakil tevhidhane, derviş hücreleri, selamlık, bir şeyh evi ya da hücresi, türbe, hazire, matbah, yemekhane, kiler, fırın ve hamam gibi birimlerden oluşmaktaydı. Bu birimler arasında bağlantılar olduğu gibi tekkenin içinde bulunduğu külliyedeki tarikat yapısı olmayan medrese, darülhadis, mekteb gibi birimlerle de birtakım bağlantılar mevcuttu.Ele alınan diğer bir husus ise, bahsedilen bu tekke yapılarının şehir içindeki dağılımı ve bu dağılımın bir anlamının olup olmadığıdır. Tekkelerin dağılımı incelendiğinde, Sünbüli Tekkeleri'nin genellikle Sünbüli asitanesi olan Koca Mustafa Paşa Tekkesi etrafında yoğunlaştığı görülmüştür. Bu Sünbüli tekkeleri arasındaki hiyerarşik ilişkinin göstergesidir. Ayrıca Halvetiliğin Cemali koluna mensup tekkelerin özellikle Topkapı Sarayı ve Galata çevresinde yoğunluk kazandığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum da Cemali şeyhi Kasım Çelebi ile halifeleri arasındaki ilişkiye gönderme yapmaktadır.Neticede, bu çalışma Halveti tekkelerinin sadece mimarlık tarihi bağlamında değerlendirilmesi değil, tekke mimarisinin siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, dini gerçekler ışığında incelenmesine yönelik bir çabadır.