Sustainable Development Goal "Goal 15: Life on Land" ile 'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeEnvironmental life cycle assessment of hot mix asphalt boulevard road(Institute of Science and Technology, 2020) Quroot, Hiba ; Babuna, Fatma Fatoş ; 637256 ; Department of Environmental EngineeringRoads being as the main component of the transport infrastructure offer a great contribution on to the production of jobs opportunity and expansion in gross domestic product (GDP). The capacity to carry merchandise and passengers to several kilometers with great flexibility and at a cheap cost is the key point of road transport. Transport infrastructure is a kind of framework that provides support for system of the transportation. Nevertheless, together with road transportation; The construction of roads infrastructure as well as the maintenance works, produce different environmental emissions in addition to the greenhouse gases, in all around the world by the regular increasing in consumption of energy and raw materials. United Arab Emirate classified internationally as one of major green house gas emitters globally with 23.3 Tones CO2-e/ Person. Due to this high value of CO2 equivalent emissions all activities contributing to these emissions must be optimized. Road construction, maintenance and end-of-life is among activities that generate environmental impacts. Almost all the asphalt paved roads in Abu Dhabi (21,673 Km length) is constructed by using natural raw materials. Abu Dhabi Vision for coming years, regarding the largest emission from transportation and road constructions to be reduced by 12%. The life cycle assessment (LCA) technique is a flexible tool that help in reporting decisions on resource and process selection for a better understanding, assessing, measuring and minimizing in the environmental effects of a process, product or a system. The objective of this study is to assess the environmental impacts caused by Emirati Neighborhood in Zayed city road pavement project by covering construction, maintenance and end-of-life (EoL) stages using the approach of LCA. Based on the results obtained, decisions and governmental strategies can be made for the development of environmentally friendly road pavement. In this framework, the data of inputs and outputs of each layer of the road pavement per 1 km asphalt road are gathered and modeled.
-
ÖgeExamination of the links between communication and environment in urban areas and their change in the digital age(Institute of Science and Technology, 2020) Aşar, Nergis ; Kaya Erdem, Meltem ; 637724 ; Department of Landscape ArchitecturePeople's relationship with their surrounding consist of different links between various elements that inhabits in these environments, and communication is one of the most important action that creates harmony between them. From small communities to crowded urban living, in every scale communication plays an important role. Yet complex organized living systems such as urban environments, increase the amount of communication patterns that people encounter everyday which directly affects human environment interaction. The improvements in technology, has transformed the communication patterns with in the urban content. Even though this transformation is constant, the rapid change in technology especially with mobile device, has accelerated it and allowed new digital realities co-habit with the physical reality. Also digital realities which overcome the restrictions of distance and expand the borders of time and place, re-shape the web of relations that focuses on human and environment relations. Human environment interaction examines relationship patterns of people with their environment. Environment is a dense term that includes other living things, relations, behaviour and culture as cumulation of these relations and behaviours. Furthermore, it defines and transforms the conceptualization of space. The necessity of human environment interaction is directly in relation with the basic needs of human and one of the most important method to achieve this interaction is communication. Communication is an subtle act that can occur in different forms and can be perceived by different senses.
-
Ögeİstanbul paleozoyiği'nin yapısı ve tektonik evrimi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-10-18) Ülgen, Semih Can ; Şengör, Celal A. M. ; 602102003 ; JeodinamikTürkiye'nin kuzeybatısında, Rodop-Pontid Tektonik Bloğu'nun bir parçası olan İstanbul Zonu, Neoproterozoyik yaşlı (neredeyse tamamen Ediyakaran), orta-yüksek derecede metamorfik kristalin bir temel üzerine geç Ordovisyen'den Karbonifer'e kadar sürekli olarak gelen, iyi gelişmiş transgresif bir çökel istiften oluşmaktadır. Palaeozoyik istif üzerine Alt Triyas yaşlı çökeller uyumsuz olarak gelmektedir. İstanbul tektonik birliği Istıranca Masifi'nin üzerine tektonik olarak yerleşirken, Sakarya tektonik birliği ile sınırı ise Erken-Orta Eosen yaşlı İç Pontid kenedidir. Sakarya tektonik birliği ve Istranca Masifi Geç Triyas ve Geç Jura-Erken Kretase metamorfizması ve deformasyonu sergilerken, İstanbul tektonik birliğinde bu gözlenmemektedir. Ancak Istranca'dan bilinen Geç Kretase magmatizması aynen İstanbul tektonik birliğinde de görülür. Silüriyen yaşlı kırıntılılardan yapılan kırıntılı zirkon yaşları İstanbul Zonu'nun kaynak alan açısından Istranca Masifi ile Sakarya tektonik birliğine nazaran daha çok benzerlik gösterir. Triyas kırıntılılarından elde edilen kırıntılı zirkon yaşları ise İstanbul Zonu'ndaki Triyas ile Istranca Masifi'ndeki Triyas'ın aynı kaynak alandan beslendiğini belirtmektedir. Ayrıca daha önce Sarıyer batısında Silüriyen olarak haritalanan kırıntılıların yaşının Triyas olduğu bu çalışmada ortaya konulmuştur. İstanbul tektonik birliğinin deformasyon tarihçesini ortaya koymak için bölgedeki fay kırıklarından illit mineralleri yaşlandırılmıştır. Bu analizler sonucunda Kretase (Albiyen-Turoniyen), geç Paleosen-erken Eosen ve erken Miyosen dönemlerine denk gelen deformasyonlar tespit edilmiştir. İstanbul'un kuzeyinde ürünleri görülen geç Kretase volkanizması ile dayk sokulumları ve Çavuşbaşı Granodiyoriti aynı volkanik aktivenin ürünleridir. Granodiyorit yerleşimi ana kayaçta deformasyona sebep olurken dayk sokulumlarını da kontrol etmektedir. Bahsedilen volkanik aktivite Boğaziçi Volkanı olarak adlandırılan geç Kretase volkanı ile ilişkilidir. Sahada toplanan yapısal verilerden bölgenin deformasyonuna dair bilgiler elde edilmiştir. İstanbul Zonu'nun İstanbul çevresinde kalan bölümü bütün olarak ele alındığında en az iki farklı deformasyon evresi geçirmiştir. Bunlardan yaşlı olanı, Triyas ve daha genç yaşlı kayaçlarda izine pek rastlanmayan yaklaşık D-B eksenli bir sıkışma evresidir. Genç olan deformasyon evresi ise Alt Kretase ve Triyas yaşlı kayalarda görülen, K-G doğrultulu sıkışmadır. Bu sıkışma yönü İstanbul'un kuzeyinde varlığı iyi bilinen erken Eosen yaşlı kuzeye verjanslı bindirme ile eşleşmektedir. Toplanan normal bileşenli fayların geometrisi bize bölgeyi etkileyen bir diğer deformasyonun Kuzey Anadolu Fay Zonu ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Paleozoyik istifi içerisinde hazırlanan yapısal kesitler sonucunda, istifin derinliği 3500 m'ye kadar inen bir dekolman yüzeyi boyunca D-B yönlü yaklaşık %50 daralma ile sıkıştığı ortaya çıkmıştır. İstanbul Paleozoyik istifinin içerisinde metamorfik kayaların bulunmaması, zayıf klivaj gelişimi ve okyanusal kabuk kökenli malzemenin eksik olması, istifin içerisinde geliştiği havzanın, Triyas öncesindeki deformasyon evresi boyunca orojen kuşağının ard-ülkesinde yer aldığını göstermektedir. İstanbul civarının morfolojisini, Kuzey Anadolu Fayı ile ilişkili makaslamaya bağlı ikincil yapıların kontrol ettiği ortaya çıkmıştır. Bu yapılar İstanbul bölgesinde karada meydana gelen depremlerle de uyumludur. İstanbul'da karada da aktif olması muhtemel ve yıkıma sebep olabilecek faylar mevcut olabilir. İstanbul Paleozoyiği'nden toplanan Brakiyopod fosilleri İstanbul Zonu'nun Rhenik okyanusu, yani Avrupa Hersinyeni ile doğrudan bir bağlantısı olduğunu göstermektedir. Toplanan krinoid fosilleri ise İstanbul Zonu'nun erken Emsiyen döneminde Tien Shan, Rudny Altay, Armorikan Masifi, Güney Minusa Havzası, Gorny Altay, Kazakistan, Uzak Doğu ve Salair ile toplanan ammonoid fosilleri ise, Batı Avrupa (Kuzey İspanya, Montagne Noir, Fransa, Almanya) ve Kuzey Afrika ile bağlantılı olduğunu işaret etmektedir. İstanbul Zonu ile Peri-Gondwana ve Armorika arasında denizel bir bağlantı olması gerektiği ortaya konmuştur.
-
ÖgeKentsel boşlukların yeniden işlevlendirilecek yeşil altyapıya kazandırılması bağlamında tasarım sürecinin belirlemesine yönelik bir model önerisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Nazlı Deniz Ersöz ; Aytaç, Gülşen ; 637325 ; Peyzaj Mimarlığı Anabilim DalıGünümüz kentlerindeki yoğun nufüs artışı ve buna bağlı olarak yapı stoğu gereksiniminin yükselmesi ile birlikte kentsel boşluklar giderek azalmaktadır. Kentsel boşluklar, kentlerin başta ekolojik olmak üzere ekonomik, sosyal ve estetik gereksinimleri için önem taşımaktadır. Aynı zamanda kentsel boşluk alanları, kentlilere kamusal alanlar oluşturmaktadır. Çağdaş kent tasarımcıları, kentlerdeki boşluk alanlarını yeniden işlevlendirerek, kentin açık alan sistemine katkı sunacak mekanlara dönüştürmektedir. Bu bağlamda, mevcut kentsel boşluk alanları için, geçici veya kalıcı kullanımlar içeren farklı açık mekan tasarım yaklaşımları geliştirilmektedir. Ancak yapılan uygulamalar, çoğu zaman noktasal kararlar taşıyarak, bütüncül bir bağlam öngörmemektedir.Aynı zamanda, kentsel boşluk alanlarının yeniden işlevlendirilmesi için oluşturulmuş belirli kriterler bulunmadığı için, alınan kararların birbirini destekler nitelikle oluşu mümkün olmamaktadır. Çalışmanın amacı, kentsel boşluk alanlarının yeniden işlevlendirilerek, yeşil altyapıya kazandırılması sürecindeki tasarım kriterlerinin bütüncül bir şekilde ortaya konulmasıdır. Bu bağlamda çalışmanın ilk bölümünde, literatür incelemesi yapılarak, kentsel boşluk kavramı, kentsel boşluk tipolojileri ve kentsel boşlukları yeniden işlevlendirme projelerinde öne çıkan mekansal tasarım stratejileri üzerinde durulmuştur. Çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan, kentsel boşluk tipolojilerinden biri olan açık yeşil alanlar, kentsel boşlukları yeniden işlevlendirerek, yeşil altyapıya kazandırma sürecinde doğal çevre ve yapılı çevreyi biraraya getiren tasarım etmenlerinin ortaya konulması amacıyla incelenmiştir. Bu anlamda, ölçek ve mekansal program olarak en zengin bağlamı taşıyan açık yeşil alan olan kent parkları üzerinde durulmuştur. Kent parklarının tasarım süreci ve mekansal başarısını belirleyen ölçütlerin, kentsel boşlukların yeniden işlevlendirilerek yeşil altyapı kazandırılması için oluşturulan kriterlere katkı koyması amaçlanmıştır.
-
ÖgeKonteyner gemisi için tek ve iki kademeli organik rankinçevrimi ile atık ısı geri kazanımı sisteminin termodinamikanalizi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çıvgın Gül , Merve ; Deniz, Cengiz ; 0000-0003-2311-9293 ; Deniz Ulaştırma Mühendisliği Ana Bilim DalıEmisyon salınımlarının neden olduğu küresel ısınma etkileri canlı yaşamı ve çevre için ciddi tehdit unsuru olmaktadır. Küresel ısınmanın en görülen sonucu ise evrendeki sıcaklık artışıdır. Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından sunulan raporda; sanayileşme öncesi küresel ortalama sıcaklık baz alındığı zaman, sıcaklığın son iki yılda yaklaşık 1.1 °C arttığı görülmektedir. Bu büyümeye neden olan en önemli faktör fosil yakıtların kullanılmasıdır. Ayrıca sanayileşmenin başlaması, nüfusun artması ile ticaret ve ulaşıma olan talep de artmıştır. Ucuz ve ulaşılabilir olduğu için deniz yolu ile ulaşım ve ticaret en çok talep gören yöntem olmuştur. Dünya ticaretinin yaklaşık %90'ı deniz yolu ile yapılmaktadır. 2018 yılında deniz yolu ile sağlanan ticaret hacmi 11 milyar ton iken bunun 2019-2024 periyodunda %3.5 oranında artması beklenmektedir. Deniz yolu ile ticaretin artmasına bağlı olarak, gemilerden kaynaklı emisyonların da artması kaçınılmaz olacaktır. Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) uluslararası deniz yolu ile taşımacılığın toplam antropojenik karbon dioksit (CO2) emisyonlarında yaklaşık %3.3 paya sahip olduğunu bildirmiştir. IMO, gemilerden salınan emisyonları kademeli olarak azaltabilmek için zorunlu ve gönüllü kurallar yürürlüğe koymuştur. Özellikle sera gazı salınımları ile ilgili olarak Denizlerin Gemilerden Kirlenmesini Önleme Uluslararası Sözleşmesi (MARPOL) Ek-VI kapsamında Enerji Verimliliği Dizayn İndeksi (EEDI), Gemi Enerji Verimliliği Yönetim Planı (SEEMP) ve Enerji Verimliliği Operasyonel İndikatör(EEOI) yürürlüğe alınmıştır. EEDI yeni ve büyük değişiklikler geçirmiş gemiler için zorunlu iken SEEMP ve EEOI gönüllü olarak uygulanabilecek rehber niteliğindedir. IMO bu rehberler ile gemi sahiplerine ve işletmecilerine gemilerde enerji verimliliğinin ve emisyon azaltımlarının sağlanması için yöntemler sunmaktadır. Gemilerin yaklaşık %90'ı dizel makineleri kullanmaktadır ve verimleri günümüzde %50 seviyelerine ulaşmıştır
-
ÖgeMadenköy yeraltı maden işletmesinde yeraltı açıklıklarının tahkimat tasarımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Duran, Nilsu ; Öztürk, C. Atilla ; 637214 ; Maden Mühendisliği Anabilim DalıTahkimat tasarımının amacı, açılacak yeraltı açıklıklarının hizmet süreleri boyunca stabil durumda kalmasını sağlamaktır. Yeraltı açıklıklarının ihtiyacı olan tahkimat sistemi açıklıkların açıldıkları birimler, açıklık boyutları, kullanım süresine göre değişebilir. Tasarım çalışmaları jeoteknik verilerin derlenmesi, incelenmesini ve uygun analiz yöntemlerinin kullanılmasını içermektedir. Çalışmanın amacı, Siirt Madenköy bakır yatağının arakatlı göçertmeli üretim yöntemi ile üretilebilmesi için açılacak açıklıkların ihtiyacı olan tahkimat sistemini belirlemektir. Yeraltındaki koşulların tam olarak öğrenilmesi ve doğru bir şekilde modellenmesi için, sahanın jeolojisinin, su durumunun, malzemelerin özellikleri hakkında ki bilgilerin yeterli ve doğru olması gerekir. Veriler yeraltı koşulları ve kaya davranışları hakkında güvenilir bilgiler verecektir. Siirt, Madenköy bakır madeninde yapılması planlanan arakatlı göçertmeli üretim yönteminde kullanılacak galeriler için analitik ve nümerik yöntem kullanılarak tayin edilen tahkimat tasarımı tezin amacını oluşturmaktadır. Sahanın topografyası, litolojisi, su durumu, jeolojik durumu mevcut çalışmalardan derlenmiştir. Sondaj çalışmaları, sahanın jeoteknik yapısına sahip olunması amacı ile gerçekleştirilmiştir. Bölgede yapılan çalışmalarda, sondajlardan çıkan karotlar incelenmiş birimler ile ilgili ilk gözlemler belirtilmişti. Tahkimat tasarımları kaya malzemesinin deformasyon ve dayanımını tam olarak bilinmesi gerektirir. Jeoteknik veriler, sondaj çalışmaları, laboratuvar deneylerinin sonuçlarının elde edilmesi ile deney sonuçları kaya kütle sınıflama sistemlerinde parametre olarak kullanılmıştır. Q, RMR ve GSI değerleri bu parametrelerin kullanılması ile belirlenmiş, kaya kütle özelliklerinin sonuçları özetlenmiş bir şekilde tez çalışmasına eklenmiştir. Kaya kütle özelliklerinin öğrenilmesinden sonra yeraltı açıklıklarının açılması planlanan birimler belirlenmiştir. Yeraltı açıklıklarının çoğunlukla bazalt, spilit, cevher ve dissimine cevher birimlerinde açılacağı kararlaştırılmıştır. Yeraltında iki galeri türü olacaktır, üretim ve hazırlık galerileri. Hazırlık galerilerinin, 6x6 m boyutlarında, at nalı şeklinde ana imalat galerisi, primer imalat tasarımı yapılacağı kararlaştırılmıştır. Üretim galerileri iki ayrı birimde açılıp, 5x5 m ve 6x6 m boyutlarında, kare şeklinde, ikincil imalat ve kısa süreli imalat galerisi olarak iki farklı galeri hizmet süresine göre analizleri yapılacak ve buna uygun tahkimat sistemi tasarımı gerçekleştirilecektir. Yerinde ve teğetsel gerilmeler her bir birimi için ayrı derinlikte hesaplanmıştır. Teğetsel gerilmeler hesaplanırken yeraltı açıklıklarının derinliğini temel alarak, hidrostatik gerilme koşulları var sayılmıştır. Kaya kütle dayanımı, süreksizliklerin yapısı, sayısı, doğrultusu gibi özelliklerinden ve sağlam malzemenin yapısal özelliklerinden türetilmiştir. Tahkimat sistemlerine ihtiyacın temel nedenlerinden biri olan kaya patlamaları ve akma potansiyeli de yine tez çalışmalarıyla değerlendirilmiştir. Teğetsel gerilme ve sağlam kaya malzemesi gerilmesi olarak tanımlanan kaya patlamaları bize tahkimat tasarımında püskürtme beton varlığının gerekliliği için çalışılacak açıklama ve hesaplamaları verir. PLP biriminde, 900 metreden derin yerlerdeki açıklıklarda, DCU biriminde 600 metreden derin yerlerdeki açıklıklarda ciddi kaya patlamaları meydana gelme olasılığı çalışma faaliyetlerinin önemli çıkarımlarındandır. Kritik akma potansiyeli derinliği, davranışı 20 MPa değerinden daha küçük gerilmelere sahip birimlerde hesaplanmıştır. Akma potansiyeli değerlendirmesi, açıklığın tahkimatsız durma süresinin güvenlik adına önemini ve riskini belirtir. Kaya patlamaları ve akma potansiyeli davranış değerlendirilmesi tablolarda gösterilmiştir. PLP birimi, hafif ve orta akma, DCU birimi, orta ve yüksek akma potansiyeli gösterir.
-
ÖgeProfil boru üretiminin yaşam döngüsü değerlendirmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Şanal, İrem ; Germirli Babuna, Fatoş ; Çevre Mühendisliği Anabilim DalıFarklı kullanım alanları olan profil boru üretim tesisinde yaşam döngüsü değerlendirmesi çalışmasının yapılması, mevcut ve gelecekte kurulacak olan tesislerin çevresel etkilerinin belirlenmesine katkıda bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı Türkiye'de kurulu profil boru üretim tesisinin üç farklı boru tipi için çevresel etkilerini yaşam döngüsü değerlendirmesi ile saptayarak, bu etkilerin en aza indirilmesi için izlenecek yolların belirlenmesidir. Çalışmada profil boru üretimi yapan gerçek bir tesisten veri toplanmıştır. Bu tesis dilme, form, kaynak, kalibre, kesim, istif ve sevkiyat proseslerinden oluşmaktadır. Dilme prosesinde; dilimlenmiş rulo saclar bir dizi makara sistemi ile form makaralarının arasında soğuk şekil değiştirilerek yuvarlak hale getirilmektedir. Kaynak prosesinde; yüksek frekansla ısıtılan yuvarlatılmış sac, kaynatma makaralarında uygulanan basınç yardımıyla kaynatılmakta ve bu kaynak işlemi yüksek frekans indüksiyon basınç yöntemi olarak adlandırılmaktadır. Kalibre prosesinde; boru yuvarlak, kare veya dikdörtgen formlarına dönüştürülmektedir. Kesme prosesinde ise; nihai ürün, hareketli soğuk testerelerle istenilen boylara göre kesildikten sonra istif sehpasına otomatik olarak dizilmekte ve paketleme sevkiyatı yapılmaktadır. Farklı firmalardan alınan rulo halindeki sacların tesise taşınması; üretimde kullanılan bor yağının üretilmesi ve tesise taşınması; dilme, form, kaynak, kalibre ve kesim prosesleri ve bu proseslerden oluşan atıkların tesisten taşınması ile atıkların yönetimi bu çalışma içerisinde yaşam döngüsü değerlendirmesine dahil edilmiştir. Ayrıca bozuk nihai ürün ve nihai ürün sevkiyat işlemi için herhangi bir hesaplama yapılmamıştır. Çevresel etki değerlendirmesi yapılırken rulo sac üretimi sistem sınırları içerisine dahil edilmemiştir. Çünkü üç profil boru tipi içinde etkisi büyük olmuştur ve diğer faktörler ile karşılaştırma yapılmasını zorlaştırmıştır. Bu sebeple incelenen tesisi optimize etmek için kontrol edilebilinecek faktörlere odaklanılmıştır. Üç farklı boru tipi için yaşam döngüsü değerlendirmesi bu çalışmada yapılmıştır. Üç profil boru da 40 mm genişliğinde, 40 mm yüksekliğinde ve 6 metre uzunluğundadır. İlk olarak farklı sactan üretilen profil boruların çevresel etkilerini karşılaştırmak amacıyla iki farklı sac tercih edilmiştir. 1.tip ve 2.tip profil boru siyah malzemeden üretilirken; 3.tip profil boru neredeyse kullanıma hazır malzeme olan galvanizli sactan üretilmiştir. İkinci olarak profil boruların farklı et kalınlığında olmasının çevre üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla iki farklı et kalınlığında sac seçilmiştir. 1.tip ve 3.tip profil borunun et kalınlığı 1,5 mm iken 2.tip profil borunun et kalınlığı 3 mm olarak üretilmiştir. Üç profil boru üretiminin çevresel değerlendirilmesinin kıyaslandığı bu çalışmada iki ayrı fonsiyonel birim belirlenmiştir. Bunlardan ilki; 40 mm*40 mm ölçülerinde, 1,50 mm ile 3 mm et kalınlığına sahip ve 6 metre uzunluğundaki profil borudan bir ton üretim olarak seçilmiştir. İkincisi ise; 40 mm*40 mm ölçülerinde, 1,50 mm ile 3 mm et kalınlığına sahip profil borudan bir metre uzunluğunda üretim olarak seçilmiştir. Etki kategorileri çalışmanın amacı ve kapsamı doğrultusunda, Abiyotik Tüketim Potansiyeli element (ATP element), Abiyotik Tüketim Potansiyeli fosil (ATP-fosil), Asidifikasyon Potansiyeli (AP), Ötrofikasyon Potansiyeli (ÖP), Tatlı Su Canlılarına Ekotoksisite Potansiyeli (TCETP), Küresel Isınma Potansiyeli (KIP), İnsana Toksisite Potansiyeli (İTP), Ozon Tabakası İncelmesi Potansiyeli (OTİP), Fotokimyasal Ozon Oluşumu Potansiyeli (FOOP) ve Karasal Ekotoksisite Potansiyeli (KETP) olarak belirlenmiştir. Literatür araştırmaları üzerine boru üretimi aşamasının; ham madde temini, taşıma, kurulum, kullanım ve bakım aşamalarından daha fazla çevre üzerinde olumsuz etki oluşturduğu; bunun ise ham madde ve enerji girdisinin üretim aşamasında diğer aşamalardan fazla olması nedeniyle olduğu bulunmuştur. Bu sebeple çalışmamızda sadece profil boru üretim aşamasına odaklanılmıştır. Bir ton ve bir metre profil boru üretimi fonksiyonel birimine göre elektrik tüketiminin yüzdesel dağılımı aynı olmuştur. İki fonksiyonel birimde de en fazla enerji kaynak prosesinde tüketilmiş; bu prosesi sırasıyla dilme, form, kalibre ve kesim prosesleri takip etmiştir. Bir ton profil boru üretimi için de bir metre profil boru üretimi için de en fazla enerji tüketimi 2.tip profil boruda görülmüştür. Bunun sebebi 2.tip profil borunun 1.tip ve 3.tip profil borunun et kalınlığından iki kat fazla et kalınlığına sahip olmasıdır. Aynı et kalınlıklarına sahip 1.tip ve 3.tip profil boru üretimleri arasında da enerji tüketimi açısından fark olmuştur. Çünkü 3.tip profil boru daha kolay işlenen galvanizli saçtan üretilmiştir ve bu 1.tip profil borudan daha az enerji tüketmesine sebep olmuştur. Üç profil boru tipine ait değerler kıyaslanırken; 1.tip profil boruya ait etki değerleri %100 kabul edilmiş, diğer iki tip profil boru değerleri buna göre normalize edilmiştir. İki fonksiyonel birim için profil boru üretimine göre üç profil tipi için de ATP element ve KETP çevresel etki kategorilerinde hurda atık geri dönüşümü etki faktörlerinin en önemli bileşeni olarak saptanmıştır. Hurda atık geri dönüşümünden bu iki etki kategorisinde de negatif etki gelmiştir ve çelik rulo sac üretiminin sistem sınırları dışında bırakılmasından dolayı bu etki kategorilerinde sonuçlar negatif olarak (olumlu etki) bulunmuştur. OTİP çevresel etki kategorisinde iki fonksiyonel birime göre de 1.tip ve 2.tip profil boru için taşıma, etki faktörlerinin en önemli bileşeni iken 3.tip profil boru için bor yağı üretimi en önemli bileşen olmuştur. Geriye kalan ATP fosil, AP, ÖP, TCETP, KIP, İTP ve FOOP çevresel etki kategorilerinde iki fonksiyonel birime göre üç profil tipi için de elektrik tüketimi etki faktörlerinin en önemli bileşeni olarak belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan Türkiye şebeke elektriği, temel enerji kaynağı olarak başta doğal gaz (%49), linyit (%21) ve taşkömürü (%7) olmak üzere fosil yakıtlara dayanamaktadır. ATP fosil, AP, ÖP, TCETP, KIP, İTP ve FOOP çevresel etki kategorilerindeki etkiyi azaltmak amacıyla şebeke elektrik enerjisi yerine; yenilenebilir enerji kaynakları etkisine bakılmıştır.Tüm modelleme Türkiye'deki şebeke elektriği kullanılarak yapılmıştır. İlk senaryoda; yenilenebilir enerji kaynaklarından olan rüzgar enerjisi; elektrik tüketiminin oluşturduğu olumsuz çevresel etkinin azaltılması için tercih edilmiştir. İkinci senaryoda ise; oluşan olumsuz etkileri azaltmak üzere tercih edilen enerji kaynağı güneş enerjisi olmuştur. Değerler normalize edilirken şebeke elektriği baz alınmış ve şebeke elektriği kullanımının oluşturduğu değerler %100 kabul edilmiştir. Diğer iki yenilenebilir enerji kaynağının oluşturduğu etkiler bu kabule göre saptanmıştır. İki fonksiyonel birime göre üç profil boru tipi için şebeke elektriği yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasının çevresel etki kategorileri üzerindeki değişimleri saptanmıştır. Şebeke elektriği, rüzgar enerjisi ve güneş enerjisi kullanımı karşılaştırıldığında en az çevresel etki; rüzgar türbinlerinden elde edilen enerji kullanımında görülmüştür. Tesis şebeke elektriği yerine rüzgar enerjisi kullansa çelik profil boru üretimi esnasında oluşturduğu çevresel etkiyi azaltmış olur.
-
ÖgeTarihi Topkapı Caddesi'nin Turgut Özal Millet Caddesi'ne dönüşümü ve çevresindeki kültür varlıklarının koruma ve sunumuna yönelik öneriler(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Büyükgüllü, Münire Nurgül ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 641475 ; Mimarlık Anabilim Dalıİstanbul'un çok katmanlı kent dokusu, yangınlar ve depremler başta olmak üzere imar çalışmaları gibi çeşitli etkenlerle şekillenmiştir. Millet Caddesi açılmadan önce ve açılırken, çok sayıda anıt yapı yıkılmıştır. İstanbul'un tarihi dokusunda önemli bir aksı oluşturan cadde, günümüzde kolaylıkla algılanamamaktadır. Bu nedenle, caddenin topluma sunulmasına yönelik çalışmaların yapılması gerekmektedir. Eski Topkapı Caddesi'nin açılan Millet Caddesi'ne dönüşümünün aktarılması amacıyla 19. yüzyılda ve Erken Cumhuriyet döneminde hazırlanan planlar, 1936 yılında Henri Prost tarafından hazırlanan plan ve Adnan Menderes döneminde gerçekleştirilen imar çalışmaları incelenmiştir. Millet Caddesi ve çevresinin planlanmasında, bir ulaşım omurgası kurarak kentin bağımsız bölgelerini birbirine bağlayacak yeni aksların oluşturulmasını hedefleyen Henri Prost'un hazırladığı Tarihi Yarımada planının etkisi büyüktür. 1950'li yıllarda Adnan Menderes döneminde yürütülen imar çalışmaları, tarihi kent dokusu ve yapılaşmalar sebebiyle yetersiz kaldığı tespit edilen ulaşım sorununu temel almış ve yeni yolların açılmasıyla veya genişletilmesiyle kent dokusunda hızlı bir değişime yol açmıştır. Tarihi Yarımada'nın temel ulaşım akslarından biri olarak planlanan Millet Caddesi, Divanyolu'ndan Ordu Caddesi ile Aksaray'a uzanan aksın devamındaki Topkapı Caddesi'nin genişletilerek Topkapı surlarında iki burç arasından kente giren Londra Asfaltı'na bağlanmasıyla 1958 yılında açılmıştır. Millet Caddesi'nin açılması ile cadde üzerindeki 22 adet anıtsal yapı yıkılmıştır. İmar çalışmaları nedeniyle yitirilen yapıların bir kısmı, yakın çevresinde veya aynı parselde yeri değiştirilerek daha sonraki yıllarda yeniden inşa edilmiştir.
-
ÖgeUzaktan algılama verileri kullanılarak kuraklık olaylarının alansal, zamansal ve frekans analizleri : Ege Bölgesi örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Kocaaslan Karamzadeh, Semra ; Musaoğlu, Nebiye ; 724743 ; Bilişim Uygulamaları Ana Bilim DalıÇağımızın yüzleştiği sorunların en önde geleni şüphesiz ki küresel ısınma ve beraberinde getirdiği iklim değişikliğidir. İklim değişikliğinin, iklim modellerini değiştireceği ve aşırı hava olaylarının sıklığını artıracağı tahmin edildiğinden, dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biridir. Bu değişikliğin; iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, şiddetli hava olaylarının yaşanması, taşkın ve sellerin kuvvetli etkilerinin daha sık görülmesi, kuraklık ve çölleşme gibi insan yaşamını doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilecek olumsuz sonuçlara yol açtığı aşikârdır. Kuraklık ise karmaşık yapısı nedeniyle diğer afetlere göre anlaşılması güç bir afettir. Başlangıç ve bitişi, etki süresi, şiddeti gibi niteliklerini tespit etmek zordur. Diğer yandan, geçmişte yaşanan kuraklık olaylarının tespit edilmesi ve takibinin yapılması, gelecekte ortaya çıkabilecek olası risklerin önceden kestiriminin yapılması, bu doğrultuda erken uyarı sistemlerinin oluşturulması ve kuraklıkla mücadele planlanması kapsamında gerekli tedbirlerin alınması bakımından oldukça önemlidir. Geleneksel kuraklık izleme ve değerlendirme yöntemleri genellikle sürekli olmayan istasyon bazlı meteorolojik verilere dayanmakta iken, uzaktan algılama teknolojisi ve yöntemleri sağladığı sinoptik görüşle, hızlı bilgi üretme imkânı ve mekânsal olarak sürekli bilgi sunması bakımından bu tür çalışmalar için güçlü bir alternatiftir.
-
ÖgeZayıf jeolojik ortamlarda (İstanbul metrosu) sığ ve çoklu yeraltı açıklıklarının neden olduğu yüzey deformasyonlarının kestirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-08-06) Topal, Candaş ; Mahmutoğlu, Yılmaz ; 505152304 ; Jeoloji MühendisliğiArtan kent nüfuslarının, kentlerdeki ulaşım problemleri üzerinde büyük etkisi olduğu açıktır. Bu durumu çözebilmek için pek çok gelişmiş kentte toplu ulaşım çözümleri yeraltına taşınmaktadır. Bu sayede daha fazla kişi uzak mesafelere hızlı ve ekonomik olarak kent trafiğini zorlamadan taşınırken ulaşım konforu da beraberinde arttırılmaktadır. Ancak, metro hatlarının inşaatı sırasında birbirine yakın çoklu kazıların yapılması kaçınılmaz hale gelmektedir Özellikle sığ derinliklerde zayıf ortam koşullarında açılan kentiçi yeraltı kazıları, kent altyapısında ve yüzeydeki yapılarda hasarla sonuçlanan sorunlara neden olabilmektedir. Bu sorunlar, proje maliyeti ve çevre sağlığı ve güvenliği açılarından ciddi yükleri de beraberinde getirmektedir. Bu riskleri en aza indirmek amacıyla, son yıllarda modern teknolojik imkanlar kullanılarak, kazı aynasında ve kazı çeperindeki örtü yükünü dengeleyen makinalı (EPB-TBM) kazılar yapılmakta, kazıların yüzeye yansıyabilecek etkileri önceden belirlenen noktalarda yapılan periyodik ölçümlerle denetlenmektedir. Kazı bağımlı oluşan düşey deformasyonların, tekil kazılar ile olan ilişkisi değişik jeolojik ortamlar için literatürde geniş olarak ele alınmıştır ve konuyla ilgili ampirik ve analitik çözümler önerilmiştir. Ancak uygulamada kent içi ulaşımına yönelik çift hatlı, birbirine paralel (özellikle metro tünelleri) ve yakın mesafelerde açılmakta olan tüneller için, bilinen yaklaşımların geçerli olmayabileceği sıkça yaşanan vakalardan anlaşılmaktadır. Tünellerin açımı sırasında çoğu zaman teorik açıdan benzer ikiz tünel kazılardan biri önden diğeri arkadan yürütülmektedir. Proje karakteristikleri nedeniyle kazılar arası yatay mesafe olabildiğince sınırlı tutulmaktadır. Dolayısıyla bu tür çoklu kazılar birbiri ile gecikmeli de olsa etkileşmektedir. Yapılan çalışmalar, önde yürütülen kazının zayıf ortamlarda örselenmeye neden olduğunu, dolayısıyla arkadan gelen tünelin açıldığı ortam aynı olsa bile, teorik olarak önden ilerletilen kazı nedeniyle örselendiği, bu nedenle de ortamın jeomekanik parametrelerinde negatif yönde bir değişimin olduğunu göstermektedir. Arkadan gelen tünelin önde yürütülen tünelin etki alanı içerisinde kalması durumunda daha zayıf bir ortamdan geçmesi söz konusu olacaktır. Bu durum tünel kazılarına bağlı gelişen yüzey oturma formları üzerinde de etkiye sahiptir. Genel şekliyle birinci tünelin kazısı sonrası yüzeyde oluşan form Gauss eğrisi ile yakın benzerlik göstermektedir. İkinci tünelin kazısından sonra bu form,eğrinin birinci tünele yakın olan tarafı ile ikinci tünele yakın olan tarafı üzerinde farklılaşarak asimetrik bir görünüme kavuşmaktadır. Bu sonuç, tünellerin yüzeyde oluşturdukları etki alanlarının birinci ve ikinci tüneller için farklı bölgeleri etkilediğini göstermektedir. Tez çalışmasında, İstanbul ilinin Avrupa yakasında açılmış ve açılmakta olan Kirazlı-Olimpiyat-Başakşehir ve Ataköy-İkitelli Metro Hatları üzerindeki 6 farklı lokasyon incelenmiştir. Bu lokasyonların araştırma için seçilmelerindeki temel neden, bölgelerde zayıf zemin şartlarının geçerli olması ve sığ tünel kazılarının neden olacağı yüzey deformasyonlarının kentsel alanda hasar riski oluşturmasıdır. İnceleme çalışmasında, EPB makinaları (Earth Pressure Balanced Machine) kullanılarak, aynı hat üzerinde birbirine yakın ve sıralı olarak açılan ikiz tünel kazılarının yüzeyde neden olduğu deformasyonların zaman ve kazı aşamasıyla ilişkisi değerlendirilmiştir. Çalışmada bu hatlarda, yapılar açısından hasar riski yüksek, sığ yeraltı kazılarının yüzeyde neden olduğu oturmaların güvenilir düzeyde kestirimi için uygun yöntemin belirlenmesi ve yüzey oturma teknesi formunun ikincil tünel kazılarından sonra nasıl değiştiğinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu bağlamda, izleme verileri (projelerden elde edilen yüzey deformasyon verileri) ile iki ve üç boyutlu (2D, 3D) sayısal analiz yönteminden elde edilen sonuçlar birlikte değerlendirilmiştir. Tez çalışması kapsamında gerçekleştirilen tüm analizler birlikte değerlendirilmiş ve karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak, birbirine yakın, sığ ve zayıf jeolojik ortamlarda aynı kotta açılan çoklu kazıların etkilediği alanların kısmen de olsa çakıştığı sonucuna varılmıştır. Birinci tünellerin ortamda yarattığı örselenmeden dolayı, ikinci tünellerin yüzeyde oluşturduğu deformasyon etki alanının büyüdüğü ve bu etki alanının oturma teknesi formunda değişikliğe neden olduğu anlaşılmıştır. Erişilen bu durum yeraltı kazılarının yüzeyde neden olabileceği yerdeğiştirmeleri izleme amacıyla oluşturulacak izleme projesi için teknik ve önemli bir temeldir. Ortaya çıkan bu negatif etkinin azaltılabilmesi için, özellikle kentiçi zayıf zemin koşullarının hakim olduğu bölgelerde gerçekleştirilen çoklu yeraltı kazılarında, proje güzergahının jeolojik/jeoteknik parametrelerinin dizayn aşamasından önce detaylıca incelenmesi ve belirlenmesi, tünelcilik yönteminin bu parametreler nazarında seçilmesi ve şekillendirilmesi, yeraltı kazılarına bağlı yüzeyde gelişebilecek olan etkileşim bölgesinin izlenmesi adına oluşturulacak olan sistemlerin detaylıca tasarlanması ve yeraltı kazılarının teknik parametreler dahilinde dikkalice takip edilip kayıt altına alınması gerekmektedir.