Yayın Türü "Doctoral Thesis" ile 'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge1,8-diketondan Halka Oluşturma Yöntemi İle Fonksiyonel Gruplu Potansiyel Organik Süper İletkenlerin Dizayn Ve Sentezleri(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Türksoy, Figen Yalçın ; Tunca, Ümit ; Kimyagerlik ; ChemistryTeknolojik önemi yüksek, potansiyel süperiletkenlik özelliğine sahip organik maddeleri dizayn ve sentez etmek projenin amacını oluşturmaktadır. Süperiletkenlerin en önemli özelliği enerji kaybı olmaksızın elektrik akımını iletebilme yeteneğinde olup doğal elementlerin yaklaşık dörtte birinin bu özelliği gösterdiği bilinmektedir.Bu materyallerin önemli bazı uygulama alanlarına bakılarak şöyle sıralanabilir örneğin, kimyada “nükleer manyetik rezonas” (NMR), süperiletkenlerle çalışan manyetler, tıpta “manyetik rezonans imaging” (MRI), “mag-lev” trenler, dijital elektronikte kullanılan “Josephson junction” lar, sensörler ve kablolar. Süperiletkenlik oldukça düşük sıcaklıklarda gözlenmektedir. Bu ise maliyet açısından pratik kullanımı zayıflatmaktadır ve bilimsel çalışmalar yüksek sıcaklıkta süperiletkenlik özelliği gösteren materyalleri sentezleme yönünde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Günümüzde en yaygın çalışılan organik süperiletken türevi, bis(ethylenedithio)tetrathiafulvalene (BEDT-TTF veya ET) dir, 12.8 K’de -(BEDT-TTF)CuN(CN)2Br ile en yüksek kritik sıcaklığa sahiptir. Bu moleküller mono anyonların radikal katyon tuzlarının metalik davranışından ve TCNQ gibi moleküllerin elektron çekici özelliğinden dolayı yarıiletken, iletken ve süperiletken özellik gösterirler. İletkenlik özelliği geliştirmek için şu çalışmalar amaçlanmıştır; i) donorun yüzeyinin genişletilmesi, bu yolla “charge-transfer” tuzunda oluşan pozitif yükün molekül üzerine dağılması ve kararlılığın arttırılması ii) radikal katyon tuz türevlerindeki anyonlar ile girişimi sağlayacak hidrojen bağı gruplarının oluşturulması Bu iki özelliğe sahip BEDT-TTF türü heterosiklik bileşiklerin dizayn ve sentezi bu tezin amacını oluşturmaktadır. Literatürde bilindiği gibi Lawesson’s reaktantı ve P4S10 ketonları tiyonlara dönüştürmede ve 1,4-diketonlardan tiyofen oluşturmada kullanılır. Bu metod, BEDT-TTF sisteminde periferal etilen köprüleri üzerindeki konjugasyonu sağlar. TTF’de 1,4-ditiyin türevi halkalar sentezlemek için kullanılan en iyi yöntem olduğu bilinmektedir. 1,8-diketonun halka kapanma reaksiyonu bu çalışmanın can alıcı adımıdır. LR veya P4S10 ile halka kapama reaksiyonu sonucu altı üyeli “ditiyin”, beş halkalı “tiyofen” ve yan ürünler elde edildi. Exosiklik sülfür atomu civa asetat ve asetik asit kullanarak oksijen atomuyla yerdeğiştirir. 1,4-ditiyin ve tiyofen literatürde verilen yönteme göre birleştirme reaksiyonu yapıldı. Buna ek olarak, hidroksil grupları içeren BEDT-TTF türevleri ve 1,4-ditiyin halkaları metoksietoksimetil ile korunarak hazırlandı. Bu donor moleküllerinin yapıları NMR ( 1H, 13C ), MASS ve Elementel Analiz ile karakterize edildi ve bunların oksidayon potansiyelleri siklik voltametriyle ölçülerek ET ile karşılaştırıldı.
-
Öge1/25000 Ölçekli Sayısal Harita Üretiminde Kullanılan Fotogrametrik Vektör Veriler İçin Uygun Veri Tabanı Tasarımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2009-08-19) Güngör, Birol ; Külür, Sıtkı ; Geomatik Mühendisliği ; Geomathic EngineeringBu çalışmada örnek bir sınıf detayları kullanılarak 1:25000 ölçekli fotogrametrik vektör veri modelinin güncellenmesi ve bir coğrafi veri tabanı tasarımı yapılmıştır. Analiz çalışmaları kapsamında; mevcut detaylar yeniden sınıflandırılmış, detayların öznitelikleri ve öznitelik değer kümeleri tespit edilmiş ve verilerin format dönüşümünde kullanılacak dönüşüm tabloları hazırlanmıştır. Son olarak da yeni veri modelinin dünyadaki diğer veri modelleri ile karşılaştırılması maksadıyla bir çalışma yapılmıştır. Tasarım safhasında; detay, öznitelik ve öznitelik değer kümelerinin isimleri ISO 19110 standardına uygun hale getirilmiş, UML sınıf diyagramları oluşturulmuş, veri tabanının koordinat sistemi, datumu ve kapsama alanı belirlenmiş, kişisel veri tabanında oluşturularak onaylanan boş veri tabanı Oracle 10g ortamına aktarılmış, ISO 19110 standardına uygun bir Veri Sözlüğü hazırlanmış ve detaylar arasındaki topolojik kurallar belirlenmiştir. Gerçekleştirme safhasında; gerekli format ve projeksiyon dönüşüm programları hazırlanmış, tasarım safhasında belirlenen topolojik kurallar ve detaylar arasındaki ilişkiler gerekli kodlar yazılarak modellendirilmiş ve veri tabanına aktarılmıştır. Sonuç olarak; 1:25000 ölçekli standart topoğrafik harita üretiminde kullanılan fotogrametrik veriler için uygun veritabanının tasarlanması ve veri standartlarının belirlenmesine yönelik olarak yapılan bu çalışmanın INSPIRE girişimine uyum sürecinde gerçekleştirilen TUCBS çalışmalarına katkı sağlayacağı, çalışmanın ileride gerçekleştirilebilecek veritabanı güncelleştirmesi, veritabanı genelleştirmesi ve çok ölçekli veritabanı yönetimi çalışmalarına altlık teşkil edebileceği değerlendirilmektedir.
-
Öge11.-14. yy. Kı̇lı̇kya savunma yapılarının koruma sorunları(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-01) Kök Sökmen, Derya ; Sayar Kahya, Yegan ; 502142205 ; RestorasyonKilikya, kuzeyinde Torosların güneyinde Akdeniz'in coğrafi olarak sınırlarını çizdiği, doğu-batı aksında İskenderun Körfezi ile Alanya arasında kalan, yaşam ve tarım ürünleri için uygun iklime, madencilik, ormancılık, dokumacılık gibi ekonomik getirisi yüksek faaliyetlere sahip bir bölgedir. Anadolu'yu Akdeniz'e ve Mezopotamya'ya bağlayan yollar üzerinde olan konumu stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca, denize paralel olan Toroslar Anadolu platosu ile arada doğal savunma oluştur ve bu hat üzerinde az sayıdaki geçitlerden bölgeye ulaşımın sağlanması ile kontrol edilebilirliği, hakimiyeti kolay bir bölgedir. Güvenliğin ve ekonomik zenginliğin sağlanabilmesinde sunduğu imkanlar ile yerleşimler için son derece avantajlı olan bölgenin sahip olduğu bu ayırt edici özellikler tarih boyunca Kilikya'nın çok sayıda hakimiyet mücadelesine ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Sahip olunan topraklarda hakimiyetin devamlılığını sağlama veya hakimiyet elde etme isteği ile 'savunma ve saldırı' tarih boyunca gündemde olmuştur. Çalışmada konu alınan 11-14.yüzyıl aralığı savunma yapılarının sayısı, bölgedeki dağılımı ve mimarileri ile savunmanın bölgede son derece önemli olduğu bir dönem olarak ön plana çıkmaktadır. Nitekim, çalışma kapsamında bu döneme ait 90 yapı tespit edilmiştir. Savunmanın antik dönemlerden itibaren ihtiyaç olması, başlangıçta sivil yerleşimlerin saldırılar karşısında güçlendirilmesine, daha sonra ise savunmanın kendine has çözümleri ile sivil yapılardan ayrılan bir mimarinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yüzyıllar içinde doğal veriler, stratejik noktalar, yapım süresi, mali kaynaklar gibi çeşitli değişkenler ile birlikte savunmaya olan katkılarının deneyimlenmesiyle bazı biçimsel ve yapısal özellikler yüzyıllar boyunca tüm bölgede geliştirilerek kullanılırken, bir kısmının kullanımı son derece seyrekleşmiş veya terk edilmiştir. Bu nedenle, bölgenin coğrafyası, tarihi, stratejik noktaları öncelikle tanımlanmıştır. Ayrıca, çalışma kapsamında ele alınan yapıların mimari özelliklerini geniş bir bakış açısı ile değerlendirebilmek için eski çağdan itibaren çeşitli dönemlere ait tarih katmanları tespit edilmiş savunma yapıları da incelenmiştir. 11-14.yy.'da tüm Anadolu'da olduğu gibi Kilikya'da da savaşların yoğunlaşması ve hakimiyet sağlamanın, savunma yapıları ve idari merkezlerin ele geçirilmesi ile bağlantılı olması, savunma yapılarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bölgenin önemli merkezlerinin (idari, üretim, ticari), haç, askeri veya ticari amaçlarla kullanılan geçitlerin, yolların, yerleşimlerin, tarım alanlarının güvenliği için mevcut yapılar güçlendirilmiş veya yenileri inşa edilmiştir. Ayrıca, birbirlerinin menzil alanı ile kesişim noktaları oluşturarak kontrol edilen sınırın genişlemesine imkân verecek şekilde konumlandırılmışlardır. Yüzyıllar içinde bölgedeki siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak sayıları çoğalırken bir araya geldiklerinde günümüz siluetinde de takip edebildiğimiz yoğun bir savunma sistemi oluşmuştur. Bu sistemin bölge haritası çıkarıldığında, yapıların bölgedeki yerleşiminin detaylı olarak incelenmesi ile homojen bir dağılımın olmadığı, belirli yol, akarsu ve yerleşimlerde yoğunlaşıldığı, buna karşı bazı alanların savunma yapısı ile desteklenmediği görülmüştür. Yapıların bölge içindeki konumlarında olduğu gibi mimari biçimleri de stratejik bir yaklaşımın sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısı ile bölge içinde savunulması gereken stratejik noktanın belirlenmesinin ardından yapının inşa edileceği yerleşim yerinin kararı son derece önemlidir. Çalışmada bu nedenle yapıların yerleşim alanı yerinde incelenerek, yüzey şekli ve sahip olduğu çevre elemanları gözlenmiş, buna göre akarsu, ticari yollar, yerleşim yerleri ve stratejik noktaların yapının yerleşim kararlarındaki etkisi araştırılmıştır. Savunma mimarisinin temel elemanları olan beden duvarı, burç ve girişlerin yerleşim planındaki konumu savunma stratejisi için son derce kritiktir. Yapılar peyzaj verileri (bulunduğu arazinin biçimi, akarsular, zemin yapısı vb.), finansal güç (merkezi veya feodal yönetimin katkısı), işin bitim süresi (saldırılar devam ederken hasar gören yerin acilen tamamlanması veya gelecek saldırılar için önlem olarak inşa edilmesi), dönemin askeri ve inşa tekniği, kültür etkisi gibi çok sayıda parametrenin farklı kombinasyonlarla bir araya gelmesi ile inşa edilmiştir. Bu değişkenler, yapıların birbirinden farklı olmasına neden olmakla birlikte bölgesel bir savunma stratejisinin parçaları olarak her yapı için uygulanan kararlarda ve etkili değişkenlerdeki ortaklıkların artması ile benzerliklerin de oluşmasına neden olmuşlardır. Buna yönelik tespitler için burç, beden duvarı, giriş, sivil kütleler olan sarnıç ve şapeller mimari yönden incelenmiş, böylece 11-14.yy. Kilikya savunma yapılarının mimari özellikleri tanımlanmıştır. Çalışma konusunun bölgeselden, yerleşim alanına ve yapısal elemanlara doğru farklı ölçeklerde ele alınması ile yapıların sahip olduğu koruma değerleri tanımlanabilmiştir. İşlevden kaynaklanan ortaklıklar nedeniyle savunma yapılarının sahip olduğu değerler ile çakışma gösterdiği tanımlamalar kaçınılmaz olarak mevcuttur. Ancak, çalışma konusunun farklı bölgelerdeki yapılardan tamamen veya kısmen farklılaşan değerlerinin olduğu tespit edilmiştir. Bu, koruma sorunlarının doğru tespitine imkân verirken korunması gereken değerler olarak çözüm önerilerini de yönlendirecek olması nedeniyle önemlidir. İşlevlerinin sona ermesi ile terk edilen ya da özgün işlevinde kullanılmayan yapılar bozulma sürecine girmiştir. Bu sürecin çalışmaya konu olan her yapı için aynı seyretmediği alan çalışmaları sonunda tespit edilmiştir. Sorunların nedenleri tanımlanmadan önce koruma durumları değerlendirilmiştir. Yapıların bölge içindeki konumu, yerleşim kararları ve mimari özelliklerinin mevcut durumları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yapıların kentsel, kırsal, izole alanlarda yer almaları, tarım, orman veya kıyı ile ilişkileri, erişilebilirlik ve görünürlüğün ve yapısal özelliklerin yapıların bozulma durumları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Koruma sorunlarının arka planı ise bu tespitler ışığında, Kilikya savunma yapıları özelinde aynı parametreler üzerinden ele alınmıştır. Tüm kültür varlıklarında etkisinden söz edilebilecek doğal nedenler, yapıların bölge içindeki konumu, çevre verileri ve yapısal özellikleri ile ilişki kurularak değerlendirilmiştir. Alan çalışmalarında elde edilen birikimin yanında yasal ve yönetsel sorunların tespit edilebilmesi için ilgili kurumlarda tüm yapılar için arşiv araştırılması yapılmıştır. Elde edilen tüm veriler her yapı için bölgesel ve yapıların yakın çevresi ile ilişkilendirilmiştir. Böylece, farklı boyutları ile yapıların koruma durumlarının arka planı çözümlenirken, korumaya sorun teşkil eden noktalar alana özel olarak saptanmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın henüz ilk çeyreği tamamlanmamışken Türkiye'de geçmişle kıyaslandığında hiç olmadığı kadar savunma yapısı koruma çalışmasına alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Bu ilginin artması yüzyıllardır doğanın ve insanın tahribi karşısında 'savunmasız' kalan yapılar için olumlu bir süreç olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, çalışma kapsamında, onarım gören yapıların onarım sonrası durumları ve koruma çalışmalarındaki süreç incelendiğinde, her yapı bağlamsal olarak ilişkide olduğu çevresinden ve sistemin geri kalan yapılarından bağımsız olarak ele alınmıştır. Nitekim, çalışmada tanımlanan Kilikya savunma yapılarının koruma değerlerinin tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bu değerlerin korunması için önerilecek koruma çalışmalarının, eksik veya yanlış koruma yaklaşımları ile tespit, tescil, belgeleme, planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerinde belirlenen sorunların gölgesinde ilerlemesi Kilikya savunma sisteminin özgünlüğü ve bütünlüğü için önemli bir risk oluşturmaktadır. Her yapının günümüze ulaşan bu bütünlüğün parçası olması ve birinin kaybının bu bütünselliği olumsuz yönde etkileyeceği nedeniyle sorunların çözümü önem ve aciliyet içermektedir. Çalışmada bu bakış açısı ile, sistemi oluşturan her yapının ve dolayısı ile sistemin korunabilmesi için önerilerde bulunulmuştur. Merkezi yönetimin koruma yaklaşımından uygulamaya giden koruma sürecinin bütün adımları için savunma yapılarına yönelik öneriler sunulmuştur. Ayırt edici özellik olarak tanımlayabileceğimiz yüzyıllardır ayakta kalmayı başarmış olan savunma sisteminin sürekliliği için ise bölgeye özgü bütüncül bir koruma yaklaşımı geliştirilmiş, ortak sorunlar ve temalar üzerinden yönetim alanları oluşturulmuştur.
-
Öge12-üyeli Diazadioksa Makrohalkaları İçeren Yeni Tip Ftalosiyaninler(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Ceyhan, Tanju ; Bekaroğlu, Özer ; Kimyagerlik ; ChemistryBu çalışmada, baz katalizi üzerinden yürüyen nükleofilik yer değiştirme reaksiyonuyla diazadioksa makrosiklik dibrom türevi hazırlanmak üzere başlangıç maddesi olarak 1,2-bis [2-iyodoetoksi] - 4,5 dibrom benzen kullanılmıştır. Reaksiyon susuz DMF içinde,oda temperatüründe 70% gibi bir verimle gerçekleştirilmiştir. Diğer metalli ftalosiyaninleri elde etmek için diazodioksa makrosiklik dibrom türevi CuCN ile DMF içinde Rosenmund Von Braun reaksiyonuyla dinitril türevine dönüştürülmüştür. Daha sonra bu aromatik dinitril türevinin 1-pentanol içinde kuvvetli bir baz olan DBU varlığında metalsiz ftalosiyanin sentez edilmiştir. Elde edilen dinitril türevinin yüksek kaynayan bir solvent olan kinolinde, azot atmosferinde, 180-190 oC’de susuz Zn(OAc)2 metal tuzu ile siklotetramerizasyonu sonucunda çinko (II) ftalosiyanin elde edilmiştir. Daha sonra diazadioksa makrosiklik dibrom türevinin CuCN ile TMU içinde reaksiyonundan bakır(II) ftalosiyanin sentezi gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın son aşamasında ise, dinitril türevi ile susuz Lu(III) asetat tuzunun 1-hekzanol içerisinde kuvvetli bir baz olan DBU varlığında reaksiyona sokulması sonucu Lutesyum bis(ftalosiyanin) sentezi gerçekleştirilmiştir. Elde edilen yeni maddelerin ve ftalosiyaninlerin yapıları elementel analiz, IR, H-NMR, UV-VIS, MS, ve ESR gibi spektroskopik yöntemlerle aydınlatılmıştır.
-
Öge12. yüzyıl Anadolu Türk Camileri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2005) Güler, Mustafa ; Aktuğ Kolay, İlknur ; 166647 ; Mimarlık Tarihi ; History of Architecture1071'deki Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu kapılan Türklere açılmış olmakla birlikte, Türklerin Anadolu'da tutunmaları ve yerleşmeleri için yaklaşık üç çeyrek asır geçmiş ve ancak Türkler, Anadolu'daki yapı faaliyetlerine 12. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren başlayabilmişlerdir. Bu nedenle 12. yüzyıl, Anadolu'da, Türk Cami Mimarisi'nin de bir başlangıcı sayılabilir. Günümüze kadar ulaşabilen, 12. yüzyıl camileri, inşa edildikleri tarihlerden itibaren sayısız tamirat ve tadilat geçirmiş olduğundan ve hatta özgün hallerini tamamen kaybettiklerinden, bu dönem için en önemli problem, yapıların özgün hallerinin belirlenmesidir. Anadolu'daki ilk devir camilerini oluşturun, 12. yüzyıl camilerinin, genel olarak üç ana şema üzerinde inşa edildiğini söyleyebiliriz. Şemalardan ilki, örneklerini Karahanh ve Gazneli camilerinde gördüğümüz, harimi enine sahınlardan oluşan ve ortasında mihrap önü birimi yer alan tiptir, ikincisi Büyük Selçuklu camilerinde gördüğümüz, harimi mihrap önü birimi ile önünde eyvandan oluşan ve harimin kuzeyinde avlusu bulunan tip, üçüncü ise Küfe tipi camilerdir. Ancak bu üç şema da, Anadolu'ya geldiğinde değişikliğe uğrayarak, harim ile avlu bir duvarla birbirinden ayrılmış, ilk tipte gördüğümüz yapılarda, mihrap önü birimi giderek büyüyerek harime hakim olmuş ve harimin önüne avlu eklenmiş, ikinci tipte, avlu ve eyvan harime dahil edilmiş, orta sahnın ortasında avluya tekabül eden bir ışıklık ile eyvanı hatırlatacak birimler yer almıştır. Yapıların hatimlerinin kuzeyindeki avlulara gelince, harimde ışıklığı bulunan yapıların avlusunun bulunmadığını, genellikle harimi enine sahınlardan oluşan yapıların ve Küfe tipi yapıların, önünde birer avlusunun bulunduğunu söyleyebiliriz. Yapıların cepheleri ise kuzey cephelerinde yer alan taç kapılar hariç, genellikle düz duvar niteliğindedir. Cephelerde yer alan en önemli mimari eleman, taç kapılardır. Ancak yapıların çoğunun taç kapısı günümüze ulaşamamıştır. Yapıların üst kısımları düz damlıdır. Damda, mihrap önü birimlerinin üzeri birer kubbe veya külahla örtülüdür. Yapılardaki taşıyıcı elemanlar duvarlar, ayaklar ve kemerlerdir. Yapılarda ayaklan birbirlerine bağlayan kemerlerin tamamına yalanı sivri kemerlidir. Yapıların üst örtüleri genellikle, mihrap önü birimlerinde kubbe, diğer sahınlarda ise beşik tonozdur. Ancak Sivas Ulu Camii ve Konya Ulu Camii'nde ise harim, düz ahşap tavanlıdır. Yapılardaki pencereler çoğunlukla özgün durumlarını kaybetmiş olmakla birlikte, yapılarda, dikdörtgen mazgal pencerelere kullanımının daha yaygın olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Yapılarda yer alan mimari elemanlardan, harimde en önemli eleman mihrap, cephelerde ise taç kapılardır. Yapıların çoğu ilk inşa edildiklerinde, minaresiz xxxvii yapılmış olup minareler, çoğunlukla yapılara sonradan ilave edilmiştir. Özgün minareleri günümüze kadar ulaşabilmiş olan yapıların minareleri ise tuğladır. Yapılarda bulunan özgün minberlerin tamamı, ahşap minberlerdir. Yapılardaki malzeme kullanımına gelince, Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklularda görülen tuğla kullanımı, Anadolu'da yerini(îplikci Camii ile muhtemelen Harput Ulu Camii hariç) taşa bırakmıştır. Ancak yine de bir çok yapının üst örtülerinde, tuğla malzemenin kullanılmaya devam edildiğini görmekteyiz. Şüphesiz olarak Anadolu'da tuğla malzemeden taş malzemeye geçişin en önemli yapısı, Divriği Kale Camii'dir. Yapılarda en yoğun görülen süsleme ise taş süslemedir. Sonuç olarak, Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu bölgelerinde inşa edilmiş olan 12. yüzyıl Anadolu camilerinde, bir üslup birliğinden ziyade, genel olarak bölgesel etkilerin hakim olduğu ve yeni bir takım mekân arayışlarına başlandığı görülmektedir. 12. yüzyıl Anadolu camilerinde, harimlerde bir mekân bütünlüğünün olmadığını, ancak merkezi mekân arayışlarının başladığını, cephelerin ise genellikle düz duvar niteliğinde olduğunu, bu nedenlerle de yapılardaki mekân bütünlüğündeki eksiklik ve zayıflık, mihraplarla ve taç kapılarla giderilmeye çalışıldığı söylenebilir.
-
Öge134Cs ve 241Am biyokinetiğinin üç farklı organizma için incelenmesi ve kesikli zaman modeli ile yeni bir değerlendirme(Enerji Enstitüsü, 1999) Güngör, Nurdan ; Tuğrul, A. Beril ; 83070 ; Nükleer Araştırmalar ; Nuclear StudiesBu çalışmada, çok bilinen bir midye türü olan Mytilus galloprovincialis, bir gastrapod türü olan Patella caerulea ve makroalg türü Enteromorpha Uma biyoindikatör organizma olarak seçilmiştir. Deniz çevresinde pek çok kirleticinin izlenmesinde M. galloprovincialis biyoindikatör organizma olarak yaygın şekilde kullanılır. Gastropoda sınıfının patellidae familyasındaki P. caerulea ile yapılan radyoizotopik biyokinetik araştırmalar literatürde bulunmamaktadır. P. caerulea kayalarda yaşar. Diğer organizma ise E. linza olup Chlorophyta sınıfının ulvacea familyasındandır. Bu organizma denizlerde iki metre derinliğe kadar kayalarda yaşayabilir. Bu organizmaları seçmemizin nedeni, bunlar besin maddeleri ile bağlantı sağladığından besin zincirinde önemlidir. 134Cs ve 241Am radyoizotoptan Çernobil kazasından sonra radyoaktif kirlilikten dolayı Karadeniz'de bulunan önemli radyoizotoplardır. Bu çalışmada 134Cs ve 241Am radyoizotoptan üç farklı organizmada çift izleyici olarak biyokinetik araştırmalar için tercih edilmiştir. Böylece organizmalar ve çift izleyicilerden dolayı orjinal bir deneysel çalışma amaçlanmıştır. Bu çalışmada kullanılan 134Cs ve 241Am radyoizotoptan Amersham Radyonüklid Kimyasal Merkezi'nden temin edilmiştir. 134Cs ve 24IAm radyoizotoplarının özgül aktiviteleri sırasıyla 175 MBq.ml"1 ve 34.67 kBq.ml"1 dir. Bütün organizmalar Karadeniz Kıyısında bulunan Şile İlçesinden toplanmıştır. Numuneler 30 /. lik yeni alınmış deniz suyu içeren plastik akvaryumlara transfer edilmiş ve deneyden önce deney şartlarına alışması sağlanmıştır. Deniz suyu, deney şartlarına alıştırma sırasında ve deney sırasında havalandınlmıştır. Bütün deneyler ışık ve sıcaklık kontrollü odalarda gerçekleştirilmiştir. Biyobirikim deneyi için, 10 / kapasiteli plastik akvaryumlar 6 /. deniz suyu ile doldurulmuştur. Her bir akvaryuma konsantrasyonu ayn ayn litresinde 1000 Bq olacak şekilde 134Cs ve 241 Am radyoizotoplan ilave edilmiştir. Organizmalar akvaryuma yerleştirilmeden önce plastik bıçak kullanılarak epifaunasından (üzerinde bulunan organizmalardan) temizlenmiştir. Organizmalar haftada iki kere değiştirilen ve içerisine radyoaktif madde ilave edilen deniz suyunda denge durumuna gelinceye kadar bekletilmiştir. Deney sırasında, yumuşakçalar yaklaşık 30 dakika temiz deniz suyuna transfer edilmiş ve sağlık şartlarını sağlayabilmek için düzenli bir şekilde P. tricornutum ile beslenmiştir. X111 Midye ve patella örnekleri, biyobirikim ve kayıp deneyleri sırasında dokularına ayrılarak yumuşak doku ve kabuklarına ait radyasyon miktarları tayin edilmiştir. Farklı dokularda keza konsantrasyon ve biyolojik yan-ömür değerleri de hesaplanmıştır. 134Cs ve 241Am radyoizotoplarının sudan biyobirikimi araştırılmıştır. 134Cs ve radyoizotopunun konsantrasyon faktörü küçük midye, büyük midye, patella ve makroalg örneklerinde araştırılmış ve sırasıyla 2.80, 2.57, 2.00 ve 2.00 olarak bulunmuştur. Aynı zamanda yumuşak dokuda ise 134Cs radyoizotopunun konsantrasyon faktörü midyeler için 16.11 ve patella için ise 5.46 olarak bulunmuştur. Diğer taraftan, kabuk dokusunun konsantrasyon faktörü midye ve patella türü organizmanın bütün vücuduna nazaran önemli bir farklılık gösterir. Bu grupta en yüksek konsantrasyon faktörü M. galloprovincialis için bulunmuştur. Fakat 134Cs radyoizotopunun midyedeki biyobirikimi organizmaların büyüklüğüne bağlıdır. 241 Am radyoizotopunun konsantrasyon faktörleri farklı büyüklükteki midyelerde ve diğer organizmalarda 200, 150, 260 ve 1380 olarak bulunmuşlarda-. 241 Am radyoizotopuna ait konsantrasyon faktörünün midyelerin yumuşak dokusunda ve kabuk kısmında aynı ve 250 olduğu bulunmuştur. Bununla beraber 241 Am radyoizotopunun patellanın kabuk kısmında, aynı organizmanın yumuşak dokusuna göre 3 kere daha yüksek olduğu bulunmuştur. Biyobirikim periyodunun sonunda, organizmalar kontamine olmamış ve akan deniz suyuna transfer edilmiştir. Kontamine olmayan suyun akış hızı, saatte 1 /. olarak düzenlenmiştir. Radyoizotopların organizmalar tarafindan tutulması birkaç hafta devam etmiştir. Radyoizotop kaybı atılım deneylerinin başlangıcında, başlangıç radyoizotop aktivitesinin yüzdesi olarak ifade edilmiştir. Çok bileşenli biyoatılımın yumuşakçalarda (M galloprovincialis ve P. caerulea), her iki radyoizotop için de uygun olduğu söylenebilir. Standart matematiksel verilerin davranışı bileşenleri hesaplamak için kullanılmıştır. Küçük midye, büyük midye ve patellada I34Cs ve 241Am radyoizotoplarının biyoatılım hızlarının lineer olmadığı, iki bileşenli olduğu ve başlangıç bileşeninin ise hızlı olduğu bulunmuştur. Bu organizmalar için 134Cs radyoizotopunun yavaş bileşen için yan-ömür değerleri sırasıyla 46.8 gün, 46.5 gün ve 6.4 gündür. Diğer taraftan makroalg örneklerinde 134Cs radyoizotopunun biyoatüımının tek bileşenli olduğu ve biyolojik yan-ömür değeri ise 15.2 gün olarak bulunmuştur. Midyelerin yumuşak kısmında 134Cs radyoizotopunun biyoatüımının arttığı ve biyolojik yan-ömür değerinin 29.4 gün olduğu bulunmuştur. Farklı olarak, patellanın yumuşak kısmında 134Cs radyoizotopunun biyolojik yan-ömrünün aynı organizmanın bütün vücudu ile benzer olduğu tespit edilmiştir. Büyük midye, küçük midye ve patellada 241 Am radyoizotopunun bütün vücuttan olan atılımının çift bileşenli olduğu ve biyolojik yan-ömür değerinin ise organizmanın yavaş bileşeni için sırasıyla 72.2 gün, 75.3 gün ve 103,2 gün olarak bulunmuşlardır. Diğer taraftan macroalglerdeki biyoatılım hızı tek bileşenli olup ve biyolojik yan-ömür değeri ise 24.8 gündür. Midye ve patellanın yumuşak dokularındaki 241Am radyoizotopunun biyoatılım hızının aynı organizmanın bütün vücuduna nazaran daha hızlı olduğu tespit edilmiştir. Biyokinetik sonuçlan Karadeniz kıyısal çevresinde 134Cs radyoizotopunun izlenmesinde midye türlerinin ve 241Am radyoizotopunun izlenmesinde de patella türlerinin kullanımının yararlı olacağını göstermiştir. XIV Bu tez çalışmasında, organizmaların kayıp deneylerinin değerlendirilmesi için, yeni bir model uygulaması önerilmiştir. Bu "kesikli zaman modeli"dir. Bu model kullanılarak kayıp deneyleri hızlı ve kolay bir şekilde değerlendirilebilmektedir. Biyolojik arınma sabiti ( k ) ve biyolojik yan-ömür (tbi/2) bu şekilde hesaplanabilir. Biyokinetik deneyler için bu iki önemli parametre, ya klasik model ya da kesikli zaman modeli kullanılarak üç farklı organizmada hesaplanmıştır. Bu kesikli zaman modelini aynı zamanda farklı radyoizotoplar için de kullanabiliriz. Bunların karşılaştırılması, kesikli zaman modeli ve klasik model tarafından hesaplanan iki değer arasındaki hata değerlerinin hayli küçük ve kabul edilebilir olduğunu göstermektedir. Böylece, bu tez çalışmasında biyokinetik deneyler için orjinal olarak önerilen,"kesikli zaman modeli"nin uygulanması sonunda biyokinetik çalışmalar için uygun güvenilirlikte olduğu kanıtlanmıştır. Bundan başka, azalma faktörü kesikli zaman modeli için önemli bir faktördür. Azalma faktörü ( r ) l'e doğru gittiğinde organizmadaki kayıp işlemi yavaş olur ve biyolojik yan ömür uzun olur. Diğer taraftan biyolojik arınma sabiti (k) sıfıra gitmektedir. Kesikli zaman modeli ile hesaplanan azalma faktörü ( r ) ile kayıp işleminin kalitesi belirlenebilmektedir. Ayrıca, kayıp deneyi azalma faktörü ( r ) 1 'e doğru gittiği zaman durdurulabilir. Böylece kayıp deneyinin uygun güvenirlilikle ve hızlı bir şekilde değerlendirilebileceği bu tez çalışmasıyla mukayeseli irdelemelerle gösterilmiş olmaktadır.
-
Öge1546 ve 1600 tarihli İstanbul vakıfları tahrir defterlerine göre İstanbul'da yeşil alanlar(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çoban Şahin, Emine ; Ağır, Aygül ; Istanbul, which has hosted many civilizations, has been wondered in every field and every period. Especially it was being more wondered after the conquest of Istanbul by the Turks, the expansion of the borders of the country, the development of the empire in the fields of science, military, and culture. There were various studies on the characteristics of the city and daily life such as the fields of military, science, socio-economy and etc. There have been important developments in terms of gardening in Istanbul because of its natural and cultural value, especially its location and climate. In the 16th century in which Westernization has not yet shown its effects; it can be described as the period when the empire found its identity in terms of gardening. Most of these developments have been observed in areas such as palaces, pavilions and groves, where the dynasty lived, and in the mesires (promenade) where the people spent their social life. Precious studies have been made on these issues. However, historical studies on green areas and gardening activities in residential areas where people live in Istanbul are limited. To understand the 16th century which is before the printing press began to be used in Ottoman society; only the primary sources that can provide information on this subject are; some city descriptions, travel writings written by domestic and foreign travelers and official documents of the period. Endowment charter (vakfiye) are sources that have not been studied for this issue. So, this study is on green areas in 'The Cadastral Survey (Tapu Tahrir) Registers of Istanbul Waqfs dated 1546 and 1600'. In addition, these main sources, visual and written sources were also used in order to adequately comprehend the data found in the registers. Green areas are defined as places where the existing open spaces in the urban texture are integrated with plant elements. They are divided into three categories: public, semi-private and private. This study focuses on the green areas in the waqfs that are in the housing settlements and are also in the private green areas. This study aims to explore the settlement plan and structure of characteristics, components, continuity and changes of green areas mentioned in Istanbul according to 'The Cadastral Survey Registers of Istanbul Waqfs dated 1546 and 1600'. With this study the existing data without making any assumptions were revealed. The numerical and visual manuscript has been reviewed and only attempted to examine the intensity and causes. The cadastral survey registers are fundamental sources that reveal the social structure of the time and provide important information about the socio-economic and socio-cultural condition of the state. Those sources from the 16th century is 'The Cadastral Survey Registers of Istanbul Waqfs dated 1546' and 1600', which are found in Istanbul. These cadastral survey registers contain clues about the urban settings, the infrastructure characteristics, the quarter plans of the city, and information about the green areas and their features, as well. Within the extent of the study, it was tried to understand the data of the registration system, and what inferences can be made regarding the city, the settlement properties and the green areas were examined. The reason of existence the green areas and green areas components were tried to be understood in these registers. In the city from the first settlements to the conquest, information about the city characteristics and city development were investigated, and the development and settlement features of the city were examined for from the conquest to the registration dates of 'The Cadastral Survey Registers'. This study primarily focuses on the literature review and initially explores the green areas registered in the region and quarter units of the city. Consequently, the number and the general components and settings of the waqfs registered in the 1546 and 1600 cadastral survey registers were investigated. In order to understand the green areas and make interpretations about them, it was considered necessary to understand the urban characteristics and settlement patterns of the city. To achieve this, the urban elements of the city that may have affected the character of the green areas has been researched and compiled. Also, the results of further analyses that reveal the properties of the green areas and their specific locations were shown on two maps for every region (nâhiye). Maps were developed in the GIS (Geographic Information System) technology to understand the status of the city when the dates of the cadastral survey registers by making use of different sources, images and maps containing information about the period. There are 13 regions and so totally 26 maps. Natural-cultural and social urban elements that could be effective in the urban features of the period, in settlement features and most importantly in the development of green areas were researched. The tables containing the city elements relevant to the period was developed including the city elements in the districts for each region, considering from different sources to support the maps. Afterward, tables were prepared to contain the settlement characteristics, their green areas, and their components and numbers in each neighborhood unit using the 'The Cadastral Survey Registers of Istanbul Waqfs dated 1546 and 1600'. All data were compared to each other and supported by visual and written sources related to the period were evaluated and interpreted considering the respective years that they were registered. As a result, the interest for the green areas was observed in the public settlement as in the dynasty. It has been observed changes the number and characteristics of these areas according to locations. To understand the reason for these changes, the existing data were compared with the maps and tables containing the city components and the cause and effect relationship. The continuity and development of the gardens and their relationship with the city elements was investigated. All the data obtained were interpreted; results have been drawn. In the 16th century, there was a close relationship between the population (the number of waqfs gives information about the population), settlement intensity, and the increase of green areas and it was seen that residential areas and green areas were developed together in Istanbul. Commercial areas and residential areas developed in separate areas and had different features in the 16th century and it is clear that commercial areas were poor in terms of green areas, and green areas were more common in areas where households were located. The development of green areas has increased in proportion to the population and settlement. In the areas where housing settlements were dominant, the density of green areas increased around religious structures such as mosques and masjids and social structures such as baths, madrasah and waterways. In addition, suitable topographies as well as the greater sunlight and the more temperate conditions of southern quarters, roads can be added as positive factors in the development of green areas. Also, water, which is one of the most important conditions for civilizations, has been used at a high level was essential in the development of green areas increased green areas and green area components. This situation also suggests the possibility of farming in the green areas in the building settlements due to the economic crisis that emerged at the end of the century. Although there was no new settlement, the increase in green areas and green area components is remarkable in some small quarters where the settlement was not dense. As a result, people tended to create green spaces and develop areas to rest, even in small spaces. Also, water sources made farming activities possible. The increase of small gardens, strengthened the need to create green areas in more densely populated areas, too. The region, which can be described as the period regions, have changed slightly due to their urban components and characteristics, although they do not contain great differences. Besides, it has been observed that green areas are given importance in order to be least affected by fire and famine. In order to reduce the spread of fires, it was observed that the unity in residential areas decreased and green areas increased. It has been observed that people tend to produce in green areas due to the shortage experienced and try to grow almost all kinds of products. Such that; Due to the famines experienced, at the end of the century, the city developed into a self-sufficient city that would meet the needs of people living in the residential area. The areas where you can sit and rest in the aforementioned green areas, enjoyable and production-oriented areas have developed together. It is clear that the people benefit from green spaces at the highest level even in limited areas. As a result; The properties of the green areas, the relationship between green areas and the construction, they are connected to, the distribution, density and positioning of green areas according to the locations were obtained throughout the city. By examining the different dates, its features were revealed in the first half and second half of the century, and by comparison, the differences were revealed. The reasons for the change of green areas were revealed throughout the century by considering the city components. Besides, with this study, it displays the 16th-century views of Istanbul during the Ottoman period, which has no examples of urban settlement, housing and green areas in the housing today. This study has attempted to understand the characteristics of green areas in Istanbul using cadastral survey registers from the 16th century. Although these registers cannot provide data on the plan and design features, they do enable an understanding of the settlement plan of the city and the relationship between the green areas, the density of the green areas in the regions, and the general characteristics. The study provides data for periodic changes with records from different dates. Also, as in this study, cadastral survey registers can be utilized in similar studies for different areas as they provide information about the settlement plan of the periods, the relationship of the green areas, the development and properties of the green areas as well as an understanding of the changes over time. In addition, the records contain data which allows the reader to picture the green areas in the city. This study, a step that can be the basis for future studies about this subject. ; 645164 ; Peyzaj Mimarlığı Ana Bilim DalıBirçok uygarlığa ev sahipliği yapmış İstanbul, her konuda ve her dönem merak unsuru olmuştur. Askeri, bilimsel, sosyo-ekonomik gelişmeler yaşanmış ve araştırmalar yapılmıştır. Bulunduğu konum ve iklim başta olmak üzere sahip olduğu doğal ve kültürel zenginlik dolayısıyla İstanbul'da bahçecilik anlamında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin büyük bir kısmı hanedanın yaşamını sürdürdüğü saray, kasır, koru gibi alanlarda ve halkın sosyal hayatını geçirdiği mesirelerde gözlemlenmiş ve bu alanlar hakkında çalışmalar yapılmıştır. Fakat İstanbul'da halktan kişilerin yaşadığı yerleşim alanlarında bulunan yeşil alanlara ve bahçecilik faaliyetlerine ilişkin tarihi çalışmalar sınırlıdır. On altıncı yüzyıla dair bu konu ile ilgili bilgiler sunabilecek birincil kaynaklar; kent tasvirleri, yerli ve yabancı seyyahlar tarafından kaleme alınan gezi yazıları ve dönemin resmi evrak niteliğindeki kayıtlarıdır. Resmi evrak niteliğindeki tahrir defterleri ise konu kapsamında daha önce incelenmemiş kaynaklardır. Bu sebeple, bu çalışma 1546 ve 1600 Tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterleri'nde bulunan yeşil alanlar üzerinedir. Çalışmanın amacı, 1546 ve 1600 Tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterleri'ne göre İstanbul'da genel olarak yeşil alanlar açısından yerleşim dokusu ve kurgusunu, nâhiye ve mahalle ölçeğinde ise yeşil alan özellikleri ve bileşenleri ile ilgili verileri ortaya koymak, yeşil alanları iki defterde izlemek, sürekliliği ve değişimleri yorumlamaya çalışmaktır. Çalışma kapsamında defterlerin ne tür veriler içerdiği anlaşılmaya çalışılmış; vakfiyelerde bulunan yeşil alanların ve bileşenlerin varlığı ve sebebi anlaşılmaya çalışılmıştır. Kentte bilinen ilk yerleşimlerden defterlerin kayıt tarihlerine kadar kentin gelişimi, iskân faaliyetleri incelenmiştir. Dönemin kent gelişiminde, iskân faaliyetlerinde ve en önemlisi yeşil alanların gelişiminde etkili olabilecek kent unsurları araştırılmış ve incelenmiştir. Defterlerin kaydedildiği tarihlerde kentin mevcut durumunu anlamak için haritalar; konut tiplerini, yeşil alanları, yeşil alan bileşenlerini ve kent unsurlarını içeren tablolar geliştirilmiştir. Tüm veriler dönemin görsel ve yazılı kaynakları ile desteklenerek değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, hanedanda yaşanan yeşil alanlara karşı ilginin halktan bireylerin yaşam alanlarında da görüldüğü; halkın küçük alanlarda bile olsa konut birimlerindeki yeşil alanlarda oturup, dinlenebileceği, üretim yapabileceği alanlar oluşturduğu; bu alanların sayısının ve özelliklerinin bulunduğu alana göre değişiklik gösterdiği görülmüştür. Bu değişikliklerin sebebini anlamak amacıyla mevcut veriler kent bileşenleri ile karşılaştırılmıştır. Elde edilen veriler yorumlanarak sonuçlar çıkarılmıştır. On altıncı yüzyılda İstanbul'da mesken alanları ve yeşil alanların birlikte geliştiği ve yüzyıl boyunca iç içe olduğu görülmüştür. Sözü edilen yeşil alanlarda oturulup dinlenilecek alanlar ve ürün yetiştirilen üretim ağırlıklı alanlar birlikte gelişmiş olmalıdır. Halkın kısıtlı alanlarda bile yeşil alanlardan kullanım ve yarar sağladığı açıktır. Yeşil alanların gelişimi, nüfus ve yerleşimle orantılı şekilde artmıştır. Bu bağlamda topoğrafya ve su kaynakları başta olmak üzere birçok kent bileşeninden de istifade edilmiştir. Dönenim bölgeleri olarak nitelendirilebilecek nâhiyeler çok büyük farklılıklar içermese de sahip olduğu kent bileşenleri ve özellikleri dolayısıyla ufak-tefek değişiklikler göstermiştir. Ayrıca yangın, kıtlık gibi sebeplerden en az etkilenmek amacıyla yeşil alanlara önem verildiği izlenmiştir. Sonuç olarak bu çalışma, kentin yerleşim dokusunun özelliklerini ve yeşil alanlarla ilişkisini, yeşil alanların kent içinde genel özelliklerini, yoğunluğunu anlamaya olanak sağlamıştır. Çalışma farklı tarihlere ilişkin kayıtlar ile dönemsel değişikliklere ilişkin ipuçları sunmaktadır. Ayrıca bu çalışma, 16. yüzyıldan günümüze iskân, konut ve konut düzeyinde yeşil alanlar ile ilgili günümüzde hiçbir örneği bulunmayan, Osmanlı Dönemi'nde İstanbul'un yeşil alanlarının 16. yüzyıldaki görünümlerini gözde canlandırmaya çalışmaktadır; gelecekte yapılacak çalışmalara bir adım olarak değerlendirilebilir.
-
Öge1840-1912 Yılları Arasında İzmir Ve Selanik’teki Kentsel Ve Mimari Değişim(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2013-01-09) Gençer, Ceylan İrem ; Akın, Nur ; 452132 ; Restorasyon ; RestorationBu çalışma, 1839 Tanzimat Fermanı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun geçirdiği değişim sürecinin, Akdeniz’deki iki önemli liman kenti olan İzmir ve Selanik’teki kentsel ve mimari yansımalarının tespit edilerek karşılaştırılmasını amaçlamaktadır. 19. yüzyılın ikinci yarısında devlet eliyle yapılan planlama müdahaleleri kapsamında, yangınlarla yok olan yerlerin ve yeni yerleşime açılan alanların şehircilik ilkelerine uygun olarak yeniden inşa edilmesi, mevcut yolların genişliklerinin düzenlenmesi gibi çalışmalar İzmir ve Selanik’te gerçekleşmiştir. Ayrıca her iki kentte, tramvay, demiryolu, şehir hatları vapurları gibi yeni ulaşım sistemleri ile elektrik, havagazı, su gibi altyapı hizmetlerinin kurulması söz konusu olmuştur. Bu dönemde İzmir ve Selanik’te belediyenin kurulması, kentsel örgütlenme anlayışını değiştirmiştir. Üstelik ekonomik gücünü temsil eden kesimlerin bu örgütlenmede yer alması, her iki kentin artan ticaret hacmini karşılaması zorunluluğu ve inşa edilen demiryolları aracılığıyla art alanların kıyılara bağlanması, İzmir ve Selanik’te çağın gerektirdiği “modern” rıhtım ve liman tesislerinin yapılmasına yol açmıştır. Bu çalışma kapsamında, İzmir ve Selanik kentsel ve mimari değişimlerin odak noktası olan rıhtım ve liman projeleri, örnek kentsel yenileme çalışmaları olarak değerlendirilmiştir. Selanik’in 1917’de ve İzmir’in de 1922’de geçirdiği büyük yangın, her iki kentin merkezinde yaşanan değişimin izlerini önemli ölçüde silmiştir. Günümüzde İzmir ve Selanik’te mevcut olan mirasın korunabilmesi için, bu çalışma kapsamında her iki kentin ortak geçmişinden elde edilen verilerin değerlendirilmesi gerekmektedir.
-
Öge19. Yüzyıl İstanbul Kentsel Dönüşümü’nde Üsküdar Ve Koruma Sorunları(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2012-05-24) Ertuğrul, Alidost ; Eyüpgiller, Kemal Kutgün ; 423058 ; Restorasyon ; RestorationBu çalışmada, 19. yüzyılda İstanbul kentinin geçirdiği dönüşüm sürecine paralel olarak Üsküdar’ın geçirdiği dönüşüm ve korunma sorunlarının ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu amaçla, Üsküdar’da 19. yüzyılda inşa edilen yapılar ile yerleşiminin bu yüzyılda gelişen, değişen kentsel dokuları incelenmiştir. Üsküdar kentinin 19. yüzyıla özgü gelişimini ortaya koyabilmek için iki tür araştırma yapılmıştır. İlk olarak Üsküdar’da sınırları belirlenen alan içerisinde Ondokuzuncu yüzyıl içerisinde inşa edilmiş ve yenilenmiş anıtsal yapılar tespit edilerek özgün yönleri ve koruma problemleri ortaya konulmuştur. İkinci olarak ise, geleneksel Osmanlı kenti kurgusuyla gelişmiş olan Üsküdar’da, batılı etkilerle ortaya çıkmış kent dokuları irdelenmiştir. Bu çalışmalar kente ait eski, yeni haritalar, belgeler ve yerinde incelemelerle desteklenmiştir. Elde edilen verilerden hareketle Üsküdar’ın 19. yüzyıldaki kendine özgü dönüşüm biçimi ortaya konulmuş, İstanbul bütünüyle karşılaştırılması yapılıp, günümüze kadar uzanan korunma problemleri tartışılmıştır.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamında Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020-10-15) Pulat Sönmez, Ece ; Mazlum, Deniz ; 502142202 ; Restoration ; Restorasyon18. yüzyılda batı ile etkileşimi artan Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ile birlikte idari, sosyo-kültürel ve ekonomik alanda birçok değişim yaşamıştır. Yaşanan bu değişimler kentsel düzene ve mimariye de etki etmiş, kent içinde yeni yapı tipleri ve yeni mimari üsluplar görülmeye başlanmıştır. Bu çalışma ile söz konusu değişimlerin Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçlerine nasıl etki ettiği ele alınmıştır. Özellikle Tanzimat ve Islahat fermanları ile eşitlik olgusunun vurgulanması ve gayrimüslim kesimin yeni haklar elde etmesi, kilise mimarisi için de yeniliklere sebep olmuştur. İstanbul kent merkezinde bulunan tüm Rum Ortodoks kiliselerinin ön çalışma olarak izlenmesi ve onlara dair envanter fişleri oluşturulması ile başlanan bu tezin ana kaynaklarını da Osmanlı arşiv belgeleri oluşturmaktadır. Osmanlı Arşivi dışında, kilise vakıflarına ait arşivlerde ve bazı özel arşivlerde yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen belgelerin gün ışığına çıkarılması amaçlanmıştır. Bu belgeler ile seçilen Rum Ortodoks kiliselerinin onarım ve yapım süreçlerindeki, idari işleyiş ve mimari teknik bilgiler incelenmiştir. Onarımlarda kullanılan yapı malzemeleri, çalışan meslek grupları, yapım teknikleri, kullanılan ölçü birimleri, görev alan kurum ve kuruluşlar gibi bilgiler arşiv belgelerinden öğrenilmektedir. Bu belgeler aracılığı ile geçmiş dönem restorasyon uygulamaları ile ilgili bilgi edinmek gelecekteki müdahaleler için yol gösterici niteliktedir. Çalışma sırasında İstanbul'da bulunan 96 adet Rum Ortodoks kilisesi için ön araştırma ve inceleme yapılmıştır. Tüm bu kiliseler için Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler tespit edilmeye çalışılmıştır. Kiliselerin tarihî ve mimari özelliklerine, eski fotoğraf ve haritalardaki varlıklarına ve haklarında yapılan detaylı çalışmalara yer verilen envanter fişleri hazırlanmıştır. Arşiv belgelerinin niteliğine göre şekillenen bu tezde Galatasaray Panayia Kilisesi'nin genişletilmesi, Şişli Metamorfosis Kilisesi'nin yapımı, Kumkapı Panayia (Elpida) Kilisesi'nin ve Gedikpaşa Ayia Kiryaki Kilisesi'nin yeniden yapım süreçleri detaylı olarak ele alınmıştır. Örnek incelemelerinden önce 19. yüzyılda İstanbul'da mimarlık ve kültür ortamının nasıl olduğu; kent dokusunda, toplumsal ve kültürel alanda yaşanan değişim ve dönüşümler, İstanbul'daki gayrimüslimler ve mimarlık etkinlikleri, gayrimüslimler içinde Rumların yeri alt başlıkları ile ele alınmıştır. 19. yüzyıl İstanbul'unda yapım ve onarım faaliyetleri ise; anıtsal yapıların yapım ve onarım süreçleri, idari yapılanma, yasal süreçte yaşanan değişimler, Rum Ortodoks kiliselerinin yapım ve onarım süreçleri alt başlıkları ile aktarılmıştır.
-
Öge19. yüzyıl İstanbul'unda tarihî camilerin ihyası, örnekler ve arşiv belgeleri üzerinden bir tespit ve araştırma(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-25) Çiçek Ünal, Özlem ; Mazlum, Deniz ; 502082207 ; Restorasyon ; Restoration19. yüzyılda İstanbul'da çok sayıda tarihî cami ve mescit; yaşanan yangınlar, 1894 depremi, bakımsızlık ve imar faaliyetleri gibi nedenlerle kullanılamaz duruma gelmiş ve yeniden inşa/ ihya edilmiştir. O dönemde imparatorluğun Batı ile gelişen ilişkileri, değişen mimari beğeniler, yaşanan maddi sorunlar ve İstanbul'da yaşanan değişim ve dönüşümler yeniden inşa faaliyetlerinin ölçek ve niteliğini etkilemiştir. İstanbul'un artan nüfusu ile orantılı fiziki büyümesi imar hareketlerini beraberinde getirmiş; yeni ulaşım ağları, rıhtımlar, meydanlar gibi düzenlemeler hız kazanmıştır. Üst üste yaşanan yangınlar, pek çok kayba neden olmanın yanında, sonrasında getirilen yeni düzenlemelerle Batılı bir kent görünümüne kavuşmak için fırsat sunmuştur. Yangınlar ve 1894 depremi sonrası pek çok yapının aynı anda hasar görmesi, gerekli onarımların ve inşaatların yapılabilmesi için kaynak bulunmasını güçleştirmiş ve kimi durumlarda yapıların ayakta tutulabilmesi için gerekli olan müdahaleler gecikmiştir. Osmanlı arşivinde bulunan; yangınlar sonrasında hasarlı yapılar ve bağlı bulundukları vakıfların maddi durumları hakkında hazırlanmış defterler yaşanan sorunları ortaya koymaktadır. Vakıf yapısı olan tarihî cami ve mescitler, vakıfların yönetimindeki bozulma ve suistimaller neticesinde düzenli bakım ve onarımları için gereken ödeneklerden mahrum kalmış; yangın ve deprem gibi ani hasarların yanında kimi zaman geçen zaman içinde gelişen hasarların onarım bedellerini de karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bu durumun önüne geçebilmek için vakıf yönetimleri ve bütçelerini tek bir çatı altına toplamak için idari adımlar atılsa da yaşanan maddi sorunların önüne geçmek kolay olmamıştır. Sonuç olarak kentteki tarihî cami ve mescitler hem bağlı oldukları vakıfların sorunları hem de içinde bulundukları kentte yaşanan afetler ve değişimler neticesinde ayakta tutulamayarak ihya edilmişlerdir. Tez kapsamında yapılan ve selâtin camilerini kapsam dışında bırakan araştırma, 1780-1920 zaman aralığında İstanbul'da 153 cami ve mescidin çeşitli nedenlerle kısmi ya da bütüncül olarak yeniden inşa edildiğini ortaya koymuştur. Gerçekleşen bu ihyalarda yapıların tarihî kimlikleri değil vakıf kimlikleri önde tutulmuştur. Genel olarak ihyalarda amaçlanan hedef vakfedilen işlevi uzun süre yerine getirebilecek sağlam bir yapı elde etmektir. 19. yüzyılda Batı'da gelişen anıt eser ve koruma kavramları Osmanlı'da gecikmeli olarak yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında tartışılmaya başlanmıştır. Batının etkisiyle antik eserler üzerinde oluşan ilk ilgi zaman içinde daha geç dönem eserlerine kaymıştır. Çoğu vakıf yapısı olan, anıt niteliğindeki eski eserlerin onarımları yaşanan afetler nedeniyle 19. yüzyılda da gerçekleştirilmiş; önemli eserlerin uygulamalarında dönemin genel pratiklerine uygun olarak yabancı ya da yurt dışında eğitim almış mimarlar ağırlıklı olarak görevlendirilmiştir. Yapılan yasal düzenlemelerle onarımların uzman kişilerce ve denetim altında yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Osmanlı arşiv belgeleri; gerçekleştirilen ihyaların nedenleri, ihya kararının alınması, yapıları ihya ettiren kurum ve kişiler, ihya bedellerinin belirlenmesi ve karşılanması, ihya uygulamalarında izlenen süreç ve ihyalarda kullanılan yeni mimari üsluplar konusunda bilgi vermektedir. Yapıların ihyasında yukarıda sıralanan konular her yapının kendi koşulları ve hasar durumu özelinde değişebilmektedir. Yapılar kimi zaman kısmen ayakta tutularak, kullanılabilir durumdaki mevcut malzemesi ile ihya edilirken kimi zaman ise ihya edilecek yapı tamamen ortadan kalktığı için yeni baştan bir yapı inşa edilmektedir. Yapıların ihyasında bunun gibi değişkenlik gösteren durumları ortaya koyan örnekler tez çalışması içinde detaylı olarak aktarılmıştır. Kelime olarak "yeniden canlandırma" ve "diriltme" anlamına gelen "ihya" koruma biliminde rekonstrüksiyon (yeniden yapım) eylemine karşılık gelmektedir. 19. yüzyılda gerçekleştirilen ihyaların amacı yapıyı yaşatmaktan çok vakfedilen işlevi ve vakfedenin adını yaşatmaktır. Bu nedenle yapı tamamen değişse bile adı ve işlevi değişmemektedir. Cami ve mescitlerin, kendi arsalarında yeniden inşa edilmiş olmaları nedeniyle, konumları sabit kalmakta böylece kent tarihinde değişmeyen noktalar olarak günümüze ulaşmaktadırlar. Her ne kadar ihyalarda zamanın ihtiyaç ve yönelimlerine göre; üslup, malzeme, teknik ve ek işlevler değişebilse de yapının adı, işlevi ve konumu korunarak vakıf hizmeti yeniden canlandırılmakta ve devam ettirilmektedir. Rekonstrüksiyon koruma alanında tartışılmaya başlandığı günden itibaren belli sınırlar ve kurallar koyulmaya çalışılan bir uygulamadır. Çoğu zaman maksadını aşan bu uygulama; özellikle ani eser kayıplarına neden olan savaş ve afet gibi durumlarda, toplumun hafızasının devam edebilmesine ve iyileşmesine yönelik olarak başvurulabilir bir uygulama olarak tanımlanmakta ve sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Günümüzde koruma için neredeyse bir problem haline gelen rekonstrüksiyon; toplumsal iyileşme ve kültürel devamlılık gibi nedenlerin dışında; eski eser-turizm ilişkisinin getirdiği ekonomik kazanç, yapılaşma kısıtlaması olan tarihî yerleşimlerde inşaat yapma fırsatı ve simge yapıların hizmet edeceği politik çıkarlar gibi motivasyonlarla uygulanabilmekte, hatta kültür varlıklarının kaybını telafi edebilen bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Bu tezin, günümüzde moda bir tabir ve uygulama olan "ihya"nın koruma tarihimizdeki gerçek yerini anlamaya katkıda bulunması ve incelediği örneklere yapılacak olası müdahalelere ışık tutması umulmaktadır.
-
Öge19. Yüzyıl İstanbul’ Unda Alman Mimari Etkinliği(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Fındıkgil-doğuoğlu, Meryem Müzeyyen ; Batur, Afife ; Mimarlık Tarihi ; History of ArchitectureÇalışmada, 19. yüzyıl İstanbul’ unda Alman mimari etkinliğinin kapsamı saptandı, etkinliğin İstanbul’ un mimari birikimine katkısı irdelendi, nitelik sorgulanırken gerisindeki tarihi arka planın rolü incelendi. Alman Kolonisi’ nin kuruluşu, Osmanlı-Alman İmparatorlukları arasında ilişkiler, ekonomik açıdan Bağdat Demiryolları projesi ve 19. yüzyılda İstanbul’ da mevcut mimari durum tespiti ile tarihi çerçeve oluşturuldu. 19. yüzyıl İstanbul’ unda Alman mimari etkinliğine katkıda bulunan kişiler: Joseph Antony, Giovanni Battista Barborini, German Bestelmeyer, Carlitzik Cingria, M.F. Cumin, Helmuth Cuno, Wilhelm Dörpfeld, Charles Garnier, Hubert Göbbels, Heiss, Herzog, Hirzel, Franz Humann, Imhoff, August Jasmund, Otto Kapp von Gültstein, Albert Kortüm, Konrad Lehmann, H. Meissner, Anton Ignaz Melling, Helmuth von Moltke, von Pelser-Behrensberg, Pfister, Otto Ritter, Scheele, Schwatlo(w), Seefelder, Guglielmo Semprini, Max Spitta, Giorgio Domenico Stampa, Suffrian ve Armin Wegner olarak belirlendi. Çalışmaya konu olan mimari çalışmalar: Hatice Sultan Sarayı, Beşiktaş Sarayı, İstanbul İmar Planı, Alman Elçilik Sarayı, Alman Sefaret Yazlığı, Alman Çeşmesi, Alman Protestan Kilisesi, Alman Hastanesi, Alman Okulları, Teutonia Alman Klübü, Alman Postanesi, Sirkeci Garı, Haydarpaşa Garı, Rumeli Hanı, Germina Han, Ragıp Paşa Köşkleri, Galata Köprüsü, değirmenler-tahıl depoları ve Dostluk Yurdu projesidir.
-
Öge19. Yüzyıl Osmanlı Saray Mobilyaları: Batılılaşma Etkisi Ve Biçimsel Açıdan Yemek Kültüründeki Değişim Süreci(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2012-06-05) Arıburun, L. N. Ece ; Bayazıt, Nigan ; 431187 ; Endüstri Ürünleri Tasarımı ; Design of Industrial ProductsBu çalışmada, Batı dünyasında endüstrileşme çağı olarak anılan 18 ve 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan sosyokültürel değişimler incelenecektir. Osmanlı İmparatorluğu özellikle 19.yüzyılda Tanzimat Fermanı’nın (Gülhane Hattı Hümayunu) ilanı ile birlikte önce askeri düzende ve devlet idaresinde, sonra sosyal ve toplumsal konularda çeşitli yenileştirme hareketlerine girişmiştir. Bu hareketlerin başında devletin yönetim merkezi olan yeni Sarayların inşası ve burada uyulan yeni diplomatik protokol kuralları gelmektedir. Saray özelinde başlayan bu değişim zamanla halka yayılarak Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyokültürel bağlamda biçimsel dönüşümünün göstergesi olarak ele alınabilir. Konuyu biçimsel ve teorik düzlemde en iyi takip edebileceğimiz örnekler arasında olan yemek mobilyaları ise çalışmanın esas araştırma problemini oluşturmaktadır. Batılılaşma etkisi ile birlikte Osmanlı’nın dış ve iç politikaları da değişmeye başlamış, özellikle dış devletlerle olan protokoller gereği Saray bünyesinde verilen yemek davetlerinde Batılı yemek düzenine ait mobilyalar kullanılmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda yüzyıllardır alışılagelmiş yer sofrası, sini gibi ürünlerin yerini masa ve sandalyeye bıraktığı gözlemlenmektedir. Çalışmada yemek yeme eyleminin Osmanlı’da nasıl, niçin ve ne zaman biçimsel değişime uğradığını; özellikle yabancı ülkelerin hükümdarlarına verilen ziyafet törenlerinden örneklemelerle açıklanması amaçlanmaktadır.
-
Öge19. Yüzyılda Beyoğlu’nda bir Kalkınma Aracı Olarak Yapısal Dönüşüm(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-09-16) Schıld, Rivka Geron ; Batur, Afife ; 502072108 ; Mimarlık ; Architecture19. yüzyılda sağlıklı bir kentsel altyapıya kavuşma arayışları, bu dönemde ticaret akslarında bulunan pek çok başkentte olduğu gibi İstanbul’da da karşılık bulmuştur. Ayrıcalıklı bir konuma sahip olan Galata ve Pera’da, bu yoldaki kentsel dönüşüm, burada ilk defa kurulacak olan belediye kurumu 6. Daire-i Belediyye ve iktidar ile yakın ilişki içerisindeki pek çok aktörün katılımı ile gerçekleşir. Bu esnada dönüşümün bir ekonomik kalkınma aracı haline gelmesi kaçınılmaz olurken, süreç kentsel mekânın kendisinin de bir sermaye aracına dönüşmesine yol açar. 6. Daire-i Belediyye’nin 19. yüzyıldaki kuruluşu ve icraatlarının bütünü İstanbul’daki sistemli kentsel dönüşümlerin ilki olarak kabul edilebilir. Dönemindeki ve günümüz kentinde şahit olduğumuz dönüşümleri daha iyi anlayabilmek adına, bu dönemde kente ve yönetimine ilişkin nasıl bir değişikliğe gidildiğini değerlendirmeye çalışmak önemlidir. Bu sistemli dönüşümde, dönemin uluslararası etkileri yadsınamaz. Ancak, temelde yatan itici kuvvet, sıklıkla yazılageldiği üzere salt bir batılılaşma arzusu değil bölgenin ihtiyaçlarına cevap verme arayışıdır. Öte yandan, kapitalizmin güçlendiği bu dönemde, kent peyderpey bir yatırım aracı haline gelmekte ve bu esnada bölgede yerleşik ve mülk sahibi olan kesimin yaklaşımları, süreci doğal olarak şekillendirmektedir. Öte yandan, bu dönemde, özellikle yabancı dilde basılan gazetelerde kent yapısının dönüşümünün arzu ediliyor olduğu, bunun yanı sıra, dönüşümün olanaklı kılınabilmesine ilişkin öneriler okunmaktadır. Bunlar arasında, örneğin bir ipotek yasasının çıkartılması ihtiyacı, müstakil evlerden ziyade apartmanların inşa edilmesi gereksinimi veya Pera Caddesi’nin düzenlenmesi sırasında cepheleri kat edilecek binaların mal sahipleri ile nasıl bir anlaşmaya gidilebileceği hakkında öneriler mevcuttur. Tez kapsamında yapılması arzu edilen bu değerlendirmenin sağlıklı biçimde ele alınması, üçlü bir sistemin parçaları arasındaki etkileşimi ele almak ile mümkün gözükmektedir. Bunlar, 19. yüzyılda İstanbul’da ve Beyoğlu’nda kent yapısını oluşturacak olan Değerler, Aktörler ve Üretimler’dir. Değerler, aktörlerin kurgu ve kararlarına etki etmiş olan dönem içerisindeki algıları ve olguları yansıtır. Bunlar, Osmanlı’da merkeziyetçiliğin varoluş biçimidir, dönüşümün baş itici gücü yangın’dır, modern hayatın ihtiyacı olan hıfzısıhhanın sağlandığı bir steril kent’in yaratılma arzusudur ve belki de bunların içerisinde en güçlü olan ancak aleni olarak en az dillendirilen nicelin yükselişi ve onunla ilintili olarak gelişen faydacılıktır. Aktörler, kentsel üretimlerin yönetmenleri olarak bireyleri ve kararları kapsar. Her modern toplumda olduğu üzere, siyasi iktidarın ilgili uzantıları, yani burada Belediye çatısı, kanun ve tüzükleri, yapı üreticileri, varlık sahipleri ile kamuoyu ve basın yukarıda bahsi geçen değerler içerisindeki aktörlerdir ve bu aktörler arasında girift bir ilişki vardır. Her aktör birden fazla koltuğa sahiptir; örneğin bir varlık sahibi hem belediye meclis üyesi, hem yatırımcı, hem padişahın başdanışmanı olabilir. Üretimler ise, değerlerin ve uygulayıcıların kente dair var ettikleridir. Kent, yeni bir temsiliyet aracı olarak yeniden inşa edilirken, mevzi planların ve istimlâkların oluşturulmasındaki süreç şüphesiz çok önemlidir. Bu dönemde, Beyoğlu’nda farklı tarihlerde gerçekleşen Galata Surları’nın yıkımı, Tepebaşı Mezarlığı’nın bir kent parkına dönüşümü ve Taksim Kışla Yeri ve Talim Yeri Apartmanları projesi üçlemesi 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın başına Beyoğlu’nun geçirmiş olduğu sürece ilişkin izler taşır. Bu dönüşümlerden her birinde, kamusal alanın özel yönetimlerin tasarruflarına teslimi söz konusudur ve faydacı ahlâk ön plana geçmiş gözükür. Dönüşüm süreci içerisinde, dönüşümü gerçekçi ve malsahiplerinin gözünde olanaklı kılabilmek adına yapı stoğu hacmininin arttırılmasına yönelik çıkartılan nizamnameler, bu tarihlerden sonraki dönemlerde çıkartılacak olanlara benzer şekilde, yapı stoğunu kendi dönemlerinin en yoğun seviyesine taşımış ve “boşluk”u miras bırakmak konusunda cimri davranmış gözükür. Tüm zamanlar için esas mesele, yeniden inşa edilirken azalarak değerlenen arsanın malsahibine benzer kullanım alanını nasıl sunabileceğidir... Tezde, kapitalizmin gözetildiği bir dönemde, ekonomik anlamda bir ödünün söz konusu olduğu durumlarda kent mekanının dönüştürülemez hale geldiği vurgulanırken, kentin yenilenme modelinin de zaman içerisinde döngüsel şekilde tekrarlandığına dikkat çekilmektedir. Değerler, Aktörler ve Üretimler üçlemesinin, bu anlamda bir model olduğu, insan eliyle üretilen kentsel mekanın oluşumunun incelenmesinde, tüm zamanlar için kullanılabileceği ve bir döngüselliğe sahip olduğu abul edilmektedir. Böylelikle,. tüm üretimler geleceğin değerler’ini oluşturmaktadır.
-
Öge19. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul’da Ahşap Yapım Sistemlerinin Değişimi: Gelenekselin Rasyonelleştirilmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-02-05) Acar, Damla ; Mazlum, Deniz ; 502092204 ; Mimarlık ; ArchitectureBu çalışma 19. yüzyılın ikinci yarısında endüstriyel ve bilimsel gelişmelerin etkisinde İstanbul’daki ahşap yapım sistemlerinin dönüşümünü irdelemektedir. Bu dönüşüm temelde, Hazine-i Hassa Nezareti’nce düzenlenen yapı keşif ve masraf defterleri, yapı inşaat sözleşmeleri, malzeme pusulaları ve icmal defterleri gibi dönemin birinci el yazılı kaynaklarından takip edilmiştir.
-
Öge19. Yy Tarihi Tuğla Yiğma Duvarlarin Davranişi Üzerine Kapsamli Deneysel Bir Çalişma(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010-10-19) İspir, Medine ; İlki, Alper ; Yapı Mühendisliği ; Structural EngineeringBu çalışmada, tarihi bir yığma yapıdan alınan numuneler üzerinde kapsamlı bir deneysel çalışma yapılmıştır. Numuneler, 18. yy. da inşaatı gerçekleştirilen tarihi Akaretler sıraevlerinin taşıyıcı duvarlarından alınmıştır. Mevcut yapıların değerlendirilmesi için gerekli aşamalardan biri olan mevcut malzeme özelliklerinin belirlenmesi aşaması, incelenen yapının durumunun gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi için gereklidir. Türkiye’deki tarihi yapıların malzeme karakteristiklerine ilişkin kapsamlı ve sistematik bir veri mevcut olmadığı için; tarihi yığma ve yığmayı oluşturan birim ve harcın özelliklerinin belirlenmesi, üzerinde çalışılması gerekli bir konudur. Bu çalışma çerçevesinde, eğilme, basınç ve kayma deneyleri yapılarak, söz konusu malzemenin mekanik açıdan davranışı belirlenmiştir. Regresyon analizi yardımıyla, mekanik özellikler arasında ilişkiler kurulabilmiştir. İncelenen yapıyla aynı döneme ait olan birkaç yapının duvarlarındaki tuğlaların yüzey sertlik ölçümleri, hasarsız test yöntemlerinden olan Schmidt çekici ile ölçülmüş ve bu yapılardan alınan karot numunelerinin basınç dayanımları da deneysel olarak belirlenmiştir. Elde edilen ortalama sertlik değerleri ve ilgili ortalama basınç dayanımları arasında bir ilişki kurulabilmiştir. Basınç gerilmesi-düşey şekildeğiştirme arasındaki ilişkinin parabolik fonksiyonlarla ifade edilebileceği saptanmıştır. Ortalama kayma dayanımları ve bunlara karşı gelen basınç gerilmeleri ve eksenel basınç dayanımı kullanılarak, kayma ve basınç gerilmeleri arasındaki etkileşimi ifade eden diyagram ve bağıntılar, farklı numune grupları için elde edilebilmiştir.
-
Öge19.yüzyıl Galata Ve Pera Apartman-konutlarında Orta Sofa-hol Tipolojisinin Gelişimi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2009-11-24) Sunalp, Abdullah Alp ; Sözen, Metin ; Mimarlık Tarihi ; History of Architecture19. YÜZYIL GALATA VE PERA ARAPTMAN-KONUTLARINDA ORTA SOFA-HOL TİPOLOJİSİNİN GELİŞİMİ ÖZET 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera Apartman-konutlarının bağımsız konut bölümlerinde “orta sofa-hol” tipolojisinin gelişimi adlı bu çalışma altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm giriş bölümüdür ve iki alt-başlıktan oluşmaktadır. Birinci alt-başlığın çerçevesinde sorunun tanımı ve amaca değinilmektedir. İkinci alt-başlığın çerçevesindeyse kapsam ve yönteme yer verilmektedir. İkinci bölümde Galata ve Pera’da Batılı yerleşmelerin tarihsel, sosyal, ekonomik ve fiziksel gelişimi ele alınmaktadır. Bu bölüm altı alt-başlıktan oluşmaktadır. Birinci alt-başlığın çerçevesinde İstanbul’da latin kolonilerinin kuruluşu incelenmektedir. İkinci alt-başlığın çerçevesinde Galata’daki Ceneviz yerleşmesinin tarihsel, sosyal, ekonomik ve fiziksel açıdan incelenmesine yer verilmektedir. Bu inceleme Ceneviz devri öncesi Galata ve Ceneviz’lerin Galata’ya yerleşmesi adlı iki bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümün üçüncü alt-başlığının çerçevesinde İstanbul’un fethinden Tanzimat’a kadar Galata ve Pera’nın tarihsel, ekonomik, sosyal ve fiziksel gelişimi ele alınmakta bu çerçevede de Galata vePera’daki Avrupalı nüfusun, ticaret faaliyetlerin ve elçiliklerin bölgenin fiziksel gelişimine olan etkileri incelenilmektedir. Dördüncü alt-başlığın çerçevesinde Osmanlı’da Batılılaşma ve Reform hareketlerinin Galata ve Pera’nın fiziksel gelişimine etkileri ele alınmaktadır. Beşinci alt-başlığın çerçevesinde 19’uncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’undaki siyasi ve ticari gelişmelerin Galata ve Pera bölgelerinin demografik yapısıyla fiziki büyümesine etkileri ve şehir yönetimindeki reformlar incelenilmektedir. Altıncı alt-başlığın çerçevesindeyse 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera’sında sosyal yaşam ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde 19’uncu yüzyıl Avrupa’sında Apartman-konutların gelişimi ele alınmaktadır. Bu bölüm iki alt-başlıktan oluşmaktadır. Birinci alt-başlığın çerçevesinde Sanayi devriminden 19’uncu yüzyıla kadar Avrupa kentlerinin incelenmesine yer verilmektedir. Bu inceleme Sanayi devriminde fiziksel çevre, Postliberal şehir ve Postliberal şehrin 19’uncu yüzyıl İstanbul’una kavramsal ve fiziksel etkileri adlı üç bölümden oluşmaktadır. Bu üçüncü bölümde 19’uncu yüzyıl İstanbul için yaptırılan büyük projeler, kent dokusunun düzenlenmesi ve Galata-pera bölgesindeki fiziksel etkileri ve 19’uncu yüzyıl İstanbul’unda yeni ulaşım sistemlerinin Galata ve Pera bölgesinin fiziksel gelişimindeki yeri gibi konulara değinilmektedir. Üçüncü bölümün ikinci alt-başlığının çerçevesinde 19’uncu yüzyıl Avrupa’sında konut üretimini etkileyen ekonomik, politik, kültürel faktörler ve Apatman-konut’un gelişimi incelenilmektedir. Dördüncü bölümde 19’uncu yüzyıl Galata ve Perası’nda Apartman-konutların gelişimi ele alınmaktadır. Bu bölüm dört alt-başlıktan oluşmaktadır. Birinci alt-başlığın çerçevesinde Apartman-konut’un kelime anlamına değinilmektedir. İkinci alt-başlığın çerçevesinde İstanbul’da 19’uncu yüzyılın şehirsel konut biçimlerine yer verilmektedir. Üçüncü alt-başlığın çerçevesinde 19’uncu yüzyıl özgün İstanbul konut biçimlerinin oluşumunu etkileyen faktörlere değinilmekte. Dördüncü alt-başlığın çerçevesindeyse 19’uncu yüzyıl Galata ve Perası’nda özgün bir konut biçimi olan Apartman-konut ele alınmaktadır. Beşinci bölümde 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera Apartman-konutlarında “orta sofahol” tipolojisinin gelişimi incelenilmektedir. Bu bölüm iki alt-başlıktan oluşmaktadır. Birinci alt-başlığın çerçevesinde geleneksel Osmanlı evinin tarihsel gelişimi, plan tipleri ve mekansal örgütlenişindeki öğelere yer verilmektedir. İkinci alt-başlık dört bölümde ele alınmıştır. Birinci bölümde 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera bölgesindeki çok katlı bir konut örneği incelenmiştir. İkinci bölümde Kadıköy’de özgün bir Apartman-konut örneği olan Arif Paşa Apartman-konutuna değinilmiştir. Üçüncü bölümde 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera Apartman-konutlarında orta sofa-holün işlevsel ilişkilerinin analizi, bu mekanın merdiven eviyle olan ilişkilerinin analiziyle konut bölümünün fonksiyon şemasının içindeki yeri ve diğer mekanlarla olan ilişkilerinin analizi çerçevesinde incelenilmiştir. İkinci alt-başlığın dördüncü bölümündeyse 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera apartman-konutlarında orta sofa-holün biçimsel analizine yer verilmiştir. Sonuç bölümündeyse, bu çalışmanın kısa bir özeti yapılmış ve 19’uncu yüzyıl Galata ve Pera Apartman-konutlarının bağımsız konut bölümlerinin plan tipolojilerindeki orta sofa-holün geleneksel Osmanlı evinin plan anlayışındaki orta sofanın bir yansıması olduğuna ve yüzyıllar boyunca olgunlaşarak gelişen orta sofa geleneğinin Apartman-konut mimarisinde orta sofa-hole dönüşerek yeniden yaşam bulduğuna dikkat çekilerek yanlış koruma politikaları yüzünden tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan İstanbul’a özgü bu plan tipolojisinin özellikle korunması gerektiği vurgulanmıştır.
-
Öge1920-1960 arası dönemde planlanan çok katmanlı Batı Anadolu yerleşimlerinin modern mimarlık mirası değerlerinin korunması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-13) Atala Önsel, Zeren ; Salman, Yıldız Sakine ; 502112203 ; RestorasyonOn dokuzuncu yüzyıl sonuna gelindiğinde endüstrileşme hareketleri ile birlikte eski kent merkezlerindeki nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Bunun sonucunda sağlıksız ve konforsuz yaşam alanları oluşmuş ve bu yoğun nüfusu barındırma sorunu ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni yaşam biçiminin gerekliliklerini karşılayacak konut tasarımı ve üretiminin yoğun olduğu bir dönem başlamıştır. Konut alanlarının çevresinde ise yine değişen ihtiyaçlara cevap verecek eğitim, sağlık, spor, eğlence, ulaşım ve endüstri yapıları ile açık alan düzenlemeleri gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yeni hükümet, millileştirme programı kapsamında kapsamlı ve bütüncül bir kalkınma politikası izlemiştir. Ana ideoloji ve fikirler İzmir İktisat Kongresi'nde açıklığa kavuşturulmuş ve kalkınma planlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politika, Anadolu'da köylüleri özgürleştirmeyi, tarım ve sanayiyi geliştirmeyi ve bütünleştirmeyi amaçlıyordu. Bu dönemde yeni planlı bir ülke kurma ve ulusal bir peyzaj oluşturma hedefi benimsenmiştir. Kırsal, kentsel, üretim ve ulaşım konularında yapılan düzenlemelerle ulusal peyzaj yeniden tasarlanmıştır. Planlı şehirler, demiryolları, devlet fabrikaları, köy enstitüleri ve devlet çiftlikleri ile kır-kent entegrasyonu sağlanmış ve sanayinin tarım üzerindeki ilerici etkisinden yararlanılmıştır. Ankara'nın Cumhuriyet'in başkenti seçilmesi ulus devletin en önemli mekansal stratejisidir. Dolayısıyla Ankara, yeni Cumhuriyet'in modernleşme projesinin model şehri olmuştur. Bu dönemde kentsel planlama faaliyetleri daha çok on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen demiryolu ağı ile Ankara'ya bağlantısı olan Batı Anadolu'da yoğunlaşmıştır. Yeni Cumhuriyet'in millileştirme idealine uygun olarak üretilen imar planları da bu idealin gerçekleştirilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bu imar planlarının bileşeni olan tasarlanan mekânlar, modernist ve yerel değerleri yansıtmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihi merkezler dünya çapında korumaya konu olmuş; ancak modern kent katmanları görece daha az sayıda olan ülkelerde ancak 1990'lardan sonra miras olarak kabul edilmeye başlanmıştır. 2001 yılında Helsinki'de ICOMOS Finlandiya tarafından bir konferans düzenlenmiş, 2002 yılı 18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü ise yirminci yüzyıl mirasına adanmış ve aynı yılın Tehdit Altındaki Miras Raporu'nda da yine bu dönem yapıları vurgulanarak akademik çevrede uluslararası farkındalık arttırılmıştır. ICOMOS tarafından 2008 yılında Quebec'te gerçekleştirilen toplantıda yerin ruhu-genius loci kavramı mirasa yönelik olarak geliştirilmiş, 2011 yılında kabul edilen Valetta İlkeleri'nde ise somut ve somut olmayan değerleri de içeren çok yönlü bir yaklaşım oluşturulmuştur. 2011'de ICOMOS ISC20C tarafından kabul edilen ve somut değerlere ek olarak somut olmayan değerlerin de altını çizen Madrid Belgesi, 2017 tarihinde Yeni Delhi'de gerçekleştirilen ICOMOS Genel Kurulu sonrasında, Madrid-Yeni Delhi Belgesi olarak güncellenerek kentsel alanlar ve peyzajları da içerecek şekilde güncellenerek yapılı çevrenin farklı dönem ekleriyle bir katman olarak korunması gerekliğinin altını çizer. Öte yandan, Türkiye'deki mevzuat çerçevesi hiçbir zaman yirminci yüzyıl mirasını kapsayacak şekilde güncellenmemiştir. Korumanın anıtsal yapılardan kentsel ölçeğe genişletilmesi yolunda ilk adım, 1972'de İmar Kanunu'nun revizyonu ile atılmıştır. Bu kanun, anıtlarla bir bütün oluşturan çeşme, sokak ve meydanların korunması gerekliliğini vurgulamıştır. "Koruma alanı" terimi ise ilk kez 1973 tarihli ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu'nda kullanılmıştır. 1973-1983 yılları arasında yapılan planlama çalışmalarında geleneksel kent merkezleri protokol alanı olarak tanımlanmış ve imar kapsamına alınmamıştır. Mevzuattaki bu eksiklik, Batı Anadolu yerleşimleri için bir süreklilik değeri barındıran ve bu yerleşimlerin bütünlüğünü oluşturan modern katmanların göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mevcut koruma planlarının hiçbiri modern kent peyzajı değerlerini korumayı amaçlamamakta, bunun yerine 1980'lerin koruma planlaması anlayışını takip etmektedir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ve Batı Anadolu yerleşimlerine odaklanan tez çalışması, 1920-1960 yılları arasında, DPT kurulmadan ve planlı büyüme dönemine geçilmeden önceki dönemde planlanan yerleşimlerde inşa edilen ve o yerleşimin önemli bir tarihsel katmanını oluşturan modern mimarlık mirasını konu edinmiştir. Çalışmanın ana hatlarının çizildiği giriş bölümünün ardından modern kent planlama çalışmalarının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki tarihsel gelişimi ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde Türkiye'de koruma ve planlama pratiğinin gelişimi koruma planlaması kavramı üzerinden, koruma amaçlı imar planı çalışmaları öncesi ve sonrası dönemdeki değişimlerle birlikte ele alınmıştır. Bu bölümde ayrıca Osmanlı'dan Cumhuriyet'e planlamaya ilişkin kurumlar ve yasal düzenlemeler irdelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde, çalışmanın odağı olan Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde gerçekleştirilen planlama çalışmaları ve bu çalışmalardaki koruma boyutu açıklanmıştır. Tezin beşinci bölümü, Batı Anadolu yerleşimlerinde 1920-1960 arası dönemde yürütülen planlama çalışmalarının söz konusu yerleşimler üzerinden değerlendirildiği bölümüdür. Bu değerlendirme, Batı Anadolu'da detaylı irdelenen yerleşimler olan Afyon Merkez, Aydın Merkez, Aydın Nazilli, Aydın Söke, Balıkesir Merkez, Burdur Merkez, Denizli Merkez, Denizli Buldan, İzmir Bergama, İzmir Ödemiş, İzmir Tire, Kütahya Merkez, Manisa Akhisar, Manisa Alaşehir, Manisa Kula ve Uşak Merkez üzerinden gerçekleştirilmiştir. Her bir yerleşimin planlama tarihçesi ve miras değerleri irdelenerek, yürütülmekte olan koruma çalışmaları ve mevcut durum değerlendirilmesi yapılarak, günümüzde bu değerlerin korunmasında karşılaşılan sorunların dökümü yapılmıştır. Tezin altıncı ve son bölümünde, Batı Anadolu yerleşimleri özelinde değerlendirilen yirminci yüzyıla ilişkin kentsel katmanın korunması ve karşılaşılan tehditlerin azaltılmasına yönelik benimsenmesi gereken yaklaşım açıklanmıştır.
-
Öge1945-1960: Paris Ekolü Ve Paris’te Yaşayan Soyut Türk Ressamları(Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Özerden, Lale Kula ; Özer, Filiz ; 175099 ; Sanat Tarihi ; Art Historyİkinci Dünya Savaşı ve işgal yıllarının yarattığı karışıklığa rağmen Paris savaş sonrasında da Avrupa sanatının önde gelen sanat merkezlerinden biri olmaya devam etti. Kent bu dönemde, çeşitli uluslardan sanatçıları, eleştirmenleri, koleksiyoncuları ve çok sayıda sanat galerisiyle hareketli bir sanat ortamına sahipti. Soyut sanat, resmi otoritelerin kayıtsız, kimi zaman da engelleyici tutumuna karşın, kısa sürede yaygınlaştı. Soyut sanatın kabulünde, küçük bir eleştirmen grubuyla, birkaç avant-garde galerinin büyük katkıları oldu. Bu yıllarda Paris'te 'soyutun çeşitli sınıflandırmalarının yapıldığı ve tanımlannın belirlendiği önemli bir kuramsal faaliyet söz konusuydu. Soyut sanat alanındaki bu canlılık Paris'in 'sanat başkentliği'ni 1960'larda New YorKa devretmesine kadar sürdü. Paris Ekolü terimi 1925'ten itibaren farklı grupları tanımlamak için kullanılmıştır. Anlamsal olarak iki genel tanım söz konusudur: ilk ve daha yaygın olanı, 1910-1930 yıllarında Paris'te yaşayan ve Fransız olmayan sanatçıları ifade etmek için kullanılırken, savaş sonrasında, Paris Ekolü ve bazen da 'yeni' ekiyle, Nouvelle Ecole de Paris (Yeni Paris Ekolü), Fransız ya da yabancı, Paris'te yaşayan ve Lirik Soyut resim yapan sanatçıları tanımlayan bir terim olarak karşımıza çıkar. 1945-1960 yıllarında Paris sanat ortamı, çağdaş Fransız resmine büyük katkılar getiren çok uluslu bir yapıya sahipti. Türk sanatçıları ile bağlantısını kurduğumuz diğer Paris Ekolü sanatçıları arasında, Fransızların yanında Rus, Alman, Hollandalı ve Portekizli sanatçılar vardı. Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Albert Bitran, ve Fahr-el-Nissa Zeid'den oluşan bir grup soyut Türk ressamı da bu çok uluslu yapıda yer aldılar. Çağdaş Bat resim sanatı çizgisinde bir gelişmeyi hedefleyen Türk resim sanatı, Osmanlı'nın son dönemlerinden beri Paris'i merkez kabul etmekteydi ancak birkaç istisna dışında Türk sanatçıları sanat ortamına tam olarak dahil olamamış ve gündemi bir adım geriden izlemişlerdi. 1945-1960 yıllarında Paris'te yaşayan soyut Türk ressamları, Paris Ekolü çatısı altında, olayların merkezinde yer aldılar. Sanatsal ve entelektüel güçlü bağlar kurdular, kentte açılan en önemli sergilere davet edildiler, sanatsal gündemi günü gününe izleyip, dönemin önemli eleştirmenlerinin beğenisini kazandılar. Katıldıkları sergilerin, haklarında yazılan sanat eleştirilerinin incelenmesi ve resimlerinin diğer Paris Ekolü sanatçılarıyla karşılaştırılması ve analizi 1945-1960 arası Paris'te yaşayan ve soyut resim yapan Nejad Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Albert Bitran ve Fahr-el-Nissa Zeid'in Paris Ekolü içerisinde önemli bir role sahip olduklannı açıkça göstermektedir. Bu altı ressamın çalışmalannın, Türk resim tarihinin Avrupa resmiyle eşzamanlı bir çizgide eserler üretilen, önemli bir evresini oluşturduğu kanısındayız. XII
-
Öge1945’den Günümüze Türkiye’de Ambalaj Tasarımının Gelişme Dinamikleri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2011-12-23) Irmak, Orhan ; Er, Özlem ; 418638 ; Endüstri Ürünleri Tasarımı ; Design of Industrial ProductsBu tez, Türkiye’de 1945’den günümüze hızlı tüketim ürünleri alanındaki ambalaj tasarımı çalışmalarına ve ambalaj tasarımının gelişme dinamiklerine odaklanmıştır. Ambalaj tasarımının gelişimi ile firmaların ambalaj tasarımına kaynak ayırması ve tasarımı, bilinçli bir şekilde marka iletişiminin stratejik bir unsuru olarak kullanması kast edilmiştir. Tezin amacı ise, Türkiye’de ambalaj tasarımının artan önemini ve ambalaj tasarımının gelişimini tetikleyen dinamikleri ortaya koymaktır. Araştırma iki aşamada yapılmıştır. Birinci aşama, literatüre dayalı tarihsel bir analiz içermektedir. Keşif amaçlı bu analiz, 1945’den günümüze kadar geçen süre zarfında Türkiye’deki gelişmeleri incelemiş ve daha sonraki araştırma safhasında daha detayına inmek üzere nelerin ambalaj tasarımının gelişimini etkilemiş olabileceğini ortaya koymuştur. Sosyoekonomik değişimler, perakendecilik ve tasarım alanındaki gelişmeler ekseninde yapılan tarihsel analiz, 1945’den günümüze kadar geçen süreyi dört ayrı zaman dilimi içerisinde incelemiştir. Araştırmanın ikinci aşamasını ana araştırma yöntemi olan örnek olay çalışmaları oluşturmuştur. Hızlı tüketim ürünleri alanında ambalaj tasarımının en yaygın olarak kullanıldığı kişisel bakım, gıda ve alkollü içecek sektörlerine odaklanan örnek olay çalışmaları kapsamında, bu sektörlerin öncü firmaları Evyap, Ülker ve Tekel / Mey firmaları araştırılmıştır. Evyap firmasından Arko Men, Ülker firmasından Çokokrem ve Tekel / Mey firmasından Yeni Rakı markalarının analiz birimi olarak seçildiği örnek olay çalışmalarında, sektörel veriler ve firmaların tarihçeleri kadar bu markalar için son dönemde yapılan ambalaj yenileme çalışmaları detaylandırılmıştır. Çoklu delil kaynaklarına dayandırılan araştırmalarda, ana bilgi kaynağı olarak üst düzey firma temsilcileri ile yapılan görüşmeler kullanılmıştır. Araştırmanın her iki aşamasında elde edilen bulgular örüntü eşleme yöntemi ile değerlendirilmiş ve Türkiye’de ambalaj tasarımının gelişme dinamikleri elde edilmiştir. Türkiye’de 1945’den günümüze kadar geçen süreç, ambalaj tasarımının gelişimi açısından dört döneme ayrılmıştır. 1945-1960 dönemi, ambalajlı ürünlere geçişin yaşandığı ve henüz sanayileşmekte olan ülkede ambalaj tasarımının devlet kanalında Tekel gibi kurumlarda sürdürüldüğü görülmüştür. 1960-1980 dönemi talep piyasasına yönelik ambalaj çalışmalarını barındırmış, ithal ikamesi nedeniyle rekabet gerektirmeyen iç piyasa koşullarında, özel sektörün ambalaj tasarımından sadece bir gereklilik olarak faydalandığı anlaşılmıştır. 1980-1995 döneminde yabancı hızlı tüketim ürünlerinin iç pazara girişi ve perakendeciliğin yaygınlaşması ile rekabet koşulları oluşmuş, bu gelişmeler firmaların ambalaj tasarımından kalabalıklaşan market raflarında ürünlerini ayrıştırmak için kullanmasını sağlamıştır. Firma içi tasarım birimlerinin oluştuğu ve aynı zamanda reklam ajanslarının ambalaj tasarımı hizmeti sunduğu dönemde, firmaların ürün çeşitliliğini arttıran bir diğer unsur da ihracat odaklı sanayileşme olmuştur. Son olarak 1995-2010 dönemi, Gümrük Birliği anlaşması sonrasında iç piyasada etkisini arttıran çok uluslu firmaların yarattığı yoğun rekabet ortamı, yaygınlaşan ve toplumdaki tüketim şeklini değiştiren perakendecilik ve tüketicilerde artan bilinç düzeyi ambalaj tasarımı çalışmalarının hem firmalarda hem de bu tasarım hizmetini sunan ofislerde stratejik bir araç olarak ele alınmasını gerektirmiştir.