FBE- İnşaat Mühendisliği Lisansüstü Programı - Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Yayın Türü "Thesis" ile FBE- İnşaat Mühendisliği Lisansüstü Programı - Yüksek Lisans'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
Öge1975 Türk Deprem Yönetmeliğine Göre Projelendirilen Mevcut Betonarme Binaların Deprem Performanslarının İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-18) Gündoğan, Safiye ; İlki, Alper ; 10045405 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringMevcut betonarme yapıların deprem güvenliklerinin belirlenmesi amacı ile 1975 Türk Deprem Yönetmeliğine göre projelendirilmiş dokuz adet mevcut betonarme bina ele alınarak, DBYBHY 2007'deki doğrusal elastik yöntemlerden Eşdeğer Deprem Yükü yöntemi, PERA (Performance Based Rapid Assesment Method) Hızlı Performans Değerlendirme Yöntemi ve RBTE (Riskli Binaların Tespit Edilmesi)esasları kullanılarak, mevcut betonarme binaların deprem performansları belirlenerek, yöntemlere göre elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır.
-
Öge2007 Türk Deprem Yönetmeliği Ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliğine Göre Yüksek Bir Binanın Tasarımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-07-07) Çınar, Ersin Deniz ; Gündüz, Abdullah Necmettin ; 10079964 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringBu Tez aşamasında, 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği kullanılarak betonarme yüksek katlı bir binanın tasarımı ve analizleri yapılmıştır.
-
Öge2010 Elazığ Depremi Sırasında Şevlerin Göçmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-02-04) Romouzi Kouchehbagh, Behnam ; Erken, Ayfer ; 10101316 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringSon zamanlarda dünyanın nüfusun artması ve ayrıca kentsel alanlarda yaşama eğiliminin hızlıca artması nedeniyle daha fazla yapı (yüksek yapılar, köprüler, barajlar, limanlar vs.) inşasına her zamankinden fazla ihtiyaç vardır. Bazen bu yapılar mimari ya diğer sebeplerle şevlere ya da şevlerin yakınına inşa edilebilir. Yapının taşıyıcı sisteminin en önemli parçalarından olan temeller yapının yükünü temelin altındaki zemine aktarır. Yapılar şevlere ya da şevlerin yakınına inşa edildiğinde şevin ve ayrıca yapının stabilitesinin göz önüne alınması gerekir. Şevlerdeki temellerin davranışı ve ayrıca yapının davranışı hesaba katılmalıdır. Yapılan bu tezin amacı deprem sırasında şev üzerinde veya yakınında yer alan temel davranışını ve üzerinde yer alan yapının davranışını değerlendirmektir. Türkiye bulunduğu yer itibari ile büyük deprem potansiyeli olan bir bölgededir ve ayrıca birçok şev deprem nedeniyle dengesiz hale gelebilir. Elazığ şehri ve şehrin yer aldığı bölge Elazığ Depremi sırasında hasar görmüştür ve bu deprem vaka analizi için seçilmiştir. Şevler ve şev üzerinde yer alan yapıların araştırılması her dönem geoteknik mühendisliğinde ilgi çekici bir konu olmuştur. Son zamanlarda, örneğin binalar gibi birçok yapı, şevlere ve dağlık arazilere inşa edilmektedir. Bu yüzden şev üzerinde yer alan yapıların ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ve deprem sırasında nasıl davrandıklarının araştırılması gerekmektedir. Bu tez kapsamında, Elazığ Depremi incelenmiştir. Çok sayıda toprak kayması ve şevlerde yer alan yapıların göçmesi bu konuyu önemli bir hale getirmektedir. Etkilenen bölgede yer alan şevlerin davranışına depremin etkisini araştırmak için Plaxis 2D sonlu eleman programı kullanılmıştır. Son zamanlarda, sonlu eleman yöntemi şevlerin davranışını incelemek için en etkili ve en güvenilir yöntemlerden biri olmaktadır. Analizleri gerçekleştirmek için sonlu eleman programından bulunan bünye modelleri incelenmiş ve dinamik analize en uygun olan Hardening Soil with small strains modeli seçilmiştir. Bünye modeli için gereken uygun zemin parametrelerini belirlemek amacıyla literatür taraması yapılmıştır ve model parametreleri ile parametrelerin elde edilmesinde kullanılan yöntemler incelenmiştir. Zemine ait model parametreleri depremden etkilenmiş bölgeden alınan numuneler üzerinde yapılan elek analizi deneylerine dayanan yöntemler ile belirlenmiş ve bu yöntemler yapılan bu çalışma kapsamında açıklanmıştır. İlk olarak, 510 metre genişliğe ve 180 metre yüksekliğe sahip olan bir geometrik model kurulmuştur. Şevin eğimi 25 derece olarak seçilmiş ve bu eğim bölgede yer alan şevlerin eğimini genel olarak temsil ettiği kabul edilmektedir. Depremden etkilenen bölgede yer alan şevlerin eğimi 10 ila 35 derece arasında değişmektedir. Bu yüzden depremden etkilenen bölgedeki zeminin davranışını değerlendirmek için bahsedilen geometriye sahip tipik bir şev seçilmiştir. Depremden etkilenen bölgede killi kum (SC), siltli kum (SM) ve yüksek plastisiteli kil (CH) olmak üzere üç tip zemin bulunmaktadır. Bahsedilen üç tip zemin çeşidinin tümü Elazığ depremi için analiz edilmiştir ve deplasman ile şeve ait güvenlik sayıları hesaplanmıştır ve birbirleriyle kıyaslanmıştır. Diğer analiz serisinde ise bina yüklerini temsil eden yayılı yük altında şevin davranışı incelenmiştir. Son olarak iki farklı tipteki yapının davranışı 1999 Kocaeli Depremi ve 2010 Elazığ Depremi için analiz edilmiştir. 1999 Kocaeli Depremi, Türkiye’de gerçekleşen kuvvetli yer hareketlerinde biridir ve bu tez kapsamında farklı deprem etkisini kıyaslamak amacıyla seçilmiştir. Deprem etkisinin incelendiği analiz serisinde kritik zemin koşullarını temsil etmesi için kumlu zemin ve killi zemin olmak üzere iki tip zemin seçilmiştir. Analizlerde kullanılan zemin tipi, gevşek ve orta sıkı zemin özelliklerine sahiptir. Analiz edilen yapılar 2 katlı ve 5 katlı yapılar olarak modellenmiştir ve bölgede bulunan taşra tipi yapılardan daha dayanıklıdır. Kocaeli ve Elazığ Depremlerine ait iki kayıt modellere uygulanmıştır ve elde edilen sonuçlar birbirleriyle kıyaslanmıştır. Analiz sonuçlarına göre 15 ila 35 cm arasında deplasman bulunmuştur ve sonuçlar arazide ölçülen gerçek değer olan 20 cm ile kıyaslandığında kabul edilebilir mertebededir. Analiz sonucunda elde edilen deformasyonlar sahada gözlemlenen deformasyonlar ile benzerlik ve uyum göstermektedir. Şevin güvenlik sayısı 1.1 olarak hesaplanmıştır ve şevin deprem sırasında göçmelere karşı güvensiz olabileceği görülmüştür. Alınan sonuçların doğruluğunu kontrol etmek için Geostudio bilgisayar programı kullanılmış ve analizler tekrarlanmıştır. Alınan sonuçlar diğer sonuçlarla uyumlu olup ve modellemenin doğru olduğu tespit edilmiştir. Şevin farklı noktasına uygulanan bina yükü altındaki davranışının incelendiği analiz sonunda şevde meydana gelebilecek kaymaların temeli göçme tehlikesine açık hale getirdiği olduğu görülmüştür. Killi tabakada meydana gelen deformasyonlar ve yer değiştirmeler daha fazla miktardadır ve bu bölgeye yapılacak binalar inşa edilmeden daha detaylı incelemelerin yapılması gerekmektedir. Şev üzerinde yer alan yapı davranışının incelendiği analiz serisinde ise yapının şev üzerindeki yerinin ve yapının temeli altındaki tabakaların önemi görülmüştür. Şevin eğimi ile yapılarda meydana gelen deformasyon doğrudan ilişkilidir. Elazığ kaydının uygulandığı analizlerde düşey deplasman 30 derecelik şev açısı için 1 ila 10 cm arasında değişirken 15 derecelik şev açısında ise 1 cm’ye kadar düşmektedir. Depremden etkilenen bölgede bulunan yapı modellenen yapıya göre daha zayıftır ve bu bölgede yer alan kırsal tek katlı yapılarda meydana gelecek deformasyonun miktar olarak daha fazla olabileceği göz önüne alınmalıdır. Aynı analizler 1999 Kocaeli Depremi için yapıldığında ise daha fazla deformasyon meydana gelmiştir ve killi tabakalarda 2 metreye varan deformasyonlar bulunmuştur. Bu sonuçlar bölgenin yer alan zemin tabakaları nedeniyle tehlikeye açık olduğunu göstermektedir. Bu sebeplerden ötürü bu bölgeye yapı malzemesine ve temel zeminine de bağlı olarak 2 ya da 3 katlı yapıların yapılması uygundur. Ağır yapı yükü verecek olan yapılar inşa edilmemelidir. Şevin göçme riskini azaltmak için şeve bina inşasından kaçınılmalıdır. Kocaeli kaydı için yapılan analizler sonucunda deprem sırasında tabakalarda oluşan aşırı boşluk suyu basınçlarının Elazığ vakası için çok önemli bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Yapıların şev üzerinde bulunduğu noktanın önemi bu analizlerde anlaşılmıştır. Ayrıca şev göçmesine yatkın olan bölgeler, ağır binalar inşa edilmeden detay önce detaylı bir biçimde incelenmelidir.
-
Öge2011 Van Depreminden Etkilenmiş Bir Yapının Farklı Kabullerle Deprem Güvenliğinin Belirlenmesi Ve Karşılaştırılması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-06-24) Toy, Ebru ; Gülay, Fatma Gülten ; 10114723 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringTürkiye'nin aktif bir deprem kuşağında yer almasının yanı sıra ülkemizde meydana gelen depremlerin büyük hasarlara yol açmasının ikinci bir sebebi de geçmiş yıllarda bina tasarımlarının bir çoğunda deprem etkilerinin dikkate alınmamış olması ve böylelikle binaların sadece düşey yük etkisi altında olduğu varsayımına dayanıp buna göre inşa edilmeleridir. Türkiye'de meydana gelebilecek olası depremlerde oluşacak hasarları azaltabilmek için öncelikle mevcut binaların deprem güvenliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye'de bir yapıda deprem performans kavramı oldukça yeni bir kavram olup ilk kez 1997 Deprem Yönetmeliği'ne ilave bir bölüm eklenerek oluşturulmuş olan 2007 Deprem Yönetmeliği'nde ele alınmıştır. Bu yönetmelikte 7. Bölüm olarak eklenen "Mevcut Binaların Değerlendirilmesi ve Güçlendirilmesi" ile kritik bir deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde deprem mühendisliği uygulamalarında yeni bir saha açılmıştır. 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik, Bölüm 7'de ayrıntılarıyla izah edilen mevcut bina ve bina türü yapıların deprem performans seviyelerini belirlemede uygulanacak olan adımlar, yeni yapılmış ya da yapılacak olan binaların değerlendirilmesinden biraz farklıdır. Bunun nedeni mevcut bir binada deprem performans seviyesinin tespiti için toplanması gereken bilgi düzeyinin yapım yılına bağlı olarak sınırlı kalması, binanın yapım aşamasında dönemin inşaat mühendisliği yönetmeliğine ne kadar bağlı kaldığı hususu ve yapıda kullanılan malzeme kalitesi gibi belirsizliklerdir. Bu yüzden mevcut bina ve bina türü yapıları değerlendirirken bu durum göz önüne alınarak yeni yapılmış binalara kıyasla daha güvenli koşullarda incelememiz gerekmektedir. 2007 Türk Deprem Yönetmeliği, Bölüm 7'ye göre mevcut bina ve bina türü yapıların deprem performans analizi doğrusal elastik hesap yöntemleri (Doğrusal Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi, Doğrusal Mod Birleştirme Yöntemi) ve doğrusal elastik olmayan (Artımsal Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi, Artımsal Mod Birleştirme Yöntemi ve Zaman Tanım Alanında Doğrusal Olmayan Hesap Yöntemi) ile çözümlenebilir. Dolgu duvarlı betonarme çerçeveler, Türkiye'de yaygın olarak kullanılan yapım uygulamalarıdır. Dolgu duvarlar yapı içerisinde herhangi bir düzensizliğe sebebiyet vermeyecek şekilde düzgün bir dağılım gösterip, tasarımda uygun bir şekilde göz önüne alınırsa, o zaman herhangi bir depreme maruz kalan yapının sismik performansına olumlu katkıları olacaktır. Bunun yanı sıra eğer dolgu duvarların planda ve düşeyde düzensiz bir yerleşimi varsa o zaman yapıya olan olumsuz etkileri de kaçınılmaz olur. Dolgu duvarlı yapılar için genelde en alt katın çökmesiyle sonuçlanan yumuşak kat örneği bu olumsuz etkiye örnek olarak gösterilebilir. Dolgu duvarları modellemek zor ve karmaşık bir işlem olmasından ötürü yapının tasarım ve analiz aşamasında çoğu zaman dolgu duvarlar göz önüne alınmaz. Yapısal bir eleman olarak ihmal edilseler bile, yıllardır yürütülen çalışmalar ve araştırmalar dolgu duvarların yapının dayanımını ve taşıyıcı sistemin yanal rijitliğini nasıl değiştirdiğini ve neticesinde ise binanın doğal titreşim periyodunu küçülttüğünü ortaya koymuştur. Daha basit açıklamak gerekirse, dolgu duvarlar doldurdukları betonarme taşıyıcı çerçevenin yanal rijitliğini arttırırlar. Bunun yanı sıra 2007 Deprem yönetmeliğinde ise dolgu duvarlar yalnızca sabit yük olarak yapıya etkitilmekte bunun dışında yapının analiz aşamasında binanın dinamik özelliklerini (rijitlik, doğal periyot, sönümleme vs.) değiştirmediği varsayılmaktadır. Sunulan yüksek lisans tezi 6 bölümden oluşmaktadır. Tez çalışmasının ilk bölümünde genel olarak tezin amaç ve kapsamı hakkında kısa bir bilgi verilmiştir. İkinci bölümde, Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik 2007, Bölüm 7'de ayrıntılarıyla izah edilen, mevcut binaların performans değerlendirmesi ile ilgili aşamalar hakkında genel bir bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde, yapı davranışı açısından dolgu duvarların öneminden bahsederek, bina taşıyıcı çerçevesine olan olumlu veya olumsuz etkilerinden yani ilave bir eleman olarak yapının yükünü nasıl etkilediği ve yapının dinamik karakteristik özelliklerini nasıl değiştirebileceği konusu üzerinde durulmuştur. Bunun yanı sıra aynı bölümde, dolgu duvarların betonarme çerçeve ile birlikte nasıl modelleneceği hakkında birkaç modelleme tekniği anlatılmıştır. Bu öneriler eşdeğer diyagonal basınç çubuğu ve sonlu elemanlar yaklaşımıdır. Dördüncü sayısal uygulamalar bölümünde ise 2007 Türk Deprem Yönetmeliği'ne göre, 23 Ekim 2011 Van Depremine maruz kalmış gerçek bir yapının farklı kabuller yapılarak oluşturulan üç farklı modelinin deprem performansı analizi yapılmıştır. İlk model olan TSM-1 yapı modeli SAP 2000 Yapı Analizi programı yardımıyla gerçekte yapının kendi statik projesi ile uyumlu olacak şekilde modellenmiştir. İlk yapı modelinin (TSM-1) aksine, ikinci model olarak TSM-2 taşıyıcı sistemi, 2,8 m yüksekliğinde ilave bir kat ve binanın yan cephesi boyunca ilave balkonlar içerecek şekilde modellenmiştir. En son yapı modeli olan TSM-3 taşıyıcı sisteminde ise, dolgu duvarların yapı yanal rijitliğine olan katkısı eşdeğer diyagonal basınç çubuğu yardımı ile modellenmiştir. 3 farklı modelin performans değerlendirmesi 2007 Deprem Yönetmeliği'nde verilen doğrusal elastik hesap yöntemleri ile yapılmıştır. Son olarak altıncı bölümde ise tüm bir çalışmaların sonuçları özetlenmiştir. Bu bölümde, farklı kabuller yapılarak çözümlenen üç farklı yapı modelinin sonuçları detaylı olacak şekilde karşılaştırılarak 2011 depremini yaşamış mevcut binanın gerçek durumu ile karşılaştırmalı olarak yorumlanmıştır.
-
Öge33 Katlı Betonarme Yüksek Bir Binanın Deprem Davranışına Farklı Döşeme Sistemlerinin Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-10-23) Uzun, Deniz ; Güler, Kadir ; 10047683 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringGünümüzde deprem ölçüm kayıt teknolojilerinin ve bilgisayar programlarının gelişmesi sayesinde, binalar gerçek deprem etkileri altında modellenip boyutlandırılabilmektedir. Kaydedilmiş deprem kayıtlarının etkileri altında gerçeğe olabildiğince yakın modellenebilen binalarda; deprem etkisi altında oluşacak gerçek davranışa yönelik tasarım yapılabilmektedir. Bu tez çalışmasında; 33 katlı betonarme bir yüksek bina, 4 farklı döşeme sistemi ile modellenerek Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik 2007 ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği Taslağı 2008 kapsamında belirtilen lineer analiz yöntemleri kullanılarak analiz edilmiş, analizler sonucunda bu 4 farklı tipte döşemenin bina davranışına etkisi incelenmiştir. Yedi bölümden oluşan tezin giriş bölümünde, çalışmanın amacı ve daha önceki yıllarda bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar anlatılmış, Dünya’da ve Türkiye’de yüksek yapıların tarihsel gelişiminden ve günümüzde varlığını sürdüren başlıca yüksek binalardan bahsedilmiştir. İkinci bölümde, yüksek binaların taşıyıcı sistem özelliklerine değinilmiştir. Tübüler sistemler, çekirdek sistemler, çerçeve sistemler ve perde duvarlı sistemler incelenerek; yüksek bir binada kullanılabilecek döşeme sistemleri açıklanmıştır. Üçüncü bölüm bu tez çalışmasının ana konusu olan döşeme tiplerini kapsamaktadır. Yüksek binalarda sıkça kullanılan kirişli plak döşeme sistemleri, tek doğrultuda veya çift doğrultuda çalışan dişli döşeme sistemleri ve kirişsiz plak döşeme sistemlerinin başlıca özelliklerinden, olumlu ve olumsuz yönlerinden ayrıca boyutlandırılması ve donatılması prensiplerinden bahsedilmiştir. Dördüncü ve beşinci bölümlerde, 2007 Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik ve İstanbul Yüksek Binalar Deprem Yönetmeliği Taslağı ayrıntılı olarak incelenmiş; iki yönetmelik kapsamında da belirtilen, depreme dayanıklı yapı tasarımı için kullanılacak hesap yöntemleri ve taşıyıcı sistem elemanlarının tasarım ilkeleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Altıncı bölümde ise, 33 katlı betonarme yüksek bir binanın sayısal incelemesine yer verilmiştir. Söz konusu bina; kirişli plak döşeme, bir doğrultuda çalışan dişli döşeme, kirişsiz plak döşeme ve bina çevresinde kirişleri bulunan kirişsiz plak döşeme sistemleri olmak üzere dört tip döşeme sistemi tanımlanarak ETABS programı ile modellenmiş, her sistemin Eşdeğer Deprem Yükü Yöntemi ve Mod Birleştirme Yöntemi ile analizi yapılmıştır. Yedinci bölümde, altıncı bölüm kapsamında yapılan analizler sonucunda taşıyıcı sistemde döşeme tipi farklılıklarının bina davranışına etkileri sayısal olarak incelenmiş ve sonuçlar tablo ve şekillerde karşılaştırmalı olarak verilerek davranışları tartışılmış, sonuçlar ayrıca topluca verilmiştir.
-
Öge4734 Sayılı Yeni İhale Kanununa Göre Müteahhitlerin Teklif Dosyalarının Veri Tabanı Üzerinden Bilgisayar Destekli Olarak Yönetimi Modeli(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Külür, Hayri Murat ; Müngen, Uğur ; Geoteknik Mühendisliği ; GeotechnicsBu çalışmada, öncelikle 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile kamu ihaleleri uygulamalarına getirilen yenilikler incelenmiş, bu yeni yapılanma içerisinde inşaat mühendislerinin özellikle teklif hazırlama aşamasındaki rolü ve sorumlulukları analiz edilmiştir. Bu analizin sonucunda, ihale öncesi proje yönetimi aşamalarının en hassas bölümü olan teklif hazırlama safhasında gelişen teknolojiye paralel olarak bilgi teknolojileri (Information Technologies) konusunda bir uzmanla çalışma yürütülerek bir bilgisayar yazılımı hazırlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, inşaat mühendisinin teklif hazırlama aşamasında 4734 sayılı kanunun gereklerinden olan standart formların hazırlanmasında zaman ve işgücü harcamasının ve bilgilerin formlara aktarılmasında insandan kaynaklanan hataların en aza indirilebileceği ve maliyet analizi ile proje planlaması konularına daha fazla zaman ayırabileceğini göstermektir. Bu amaç doğrultusunda Microsoft Access Programının veritabanı üzerine ASP yazılımıyla kodlanmış ve server üzerinden de kullanılabilen bir İhale Hazırlama Programı geliştirilmiştir. Sonuçta hazırlanan program örnek bir ihale dosyası için uygulanmış, amaçlanan kesinlikte ve hızda sonuçlar alındığı incelenmiş ve açıklanmıştır.
-
Öge500 Kw Enerji Kapasiteli Bir Rüzgar Türbinin çelik Kule Tasarımı(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-11) Kanbur, Faik Alper ; Vatansever, Cüneyt ; 10044216 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringGünümüzde nüfusa bağlı olarak hızla artan enerji ihtiyacı, mevcut enerji kaynaklarının sınırlı ve çevreye zararlı olması, yenilenebilir enerjiye olan ilgiyi artırmıştır. Doğanın sunduğu sonsuz enerjiyi dönüştürerek çevreye zarar vermeden, insanların ihtiyaçlarında kullanacağı enerjiye çeviren yenilenebilir enerji sistemleri içinde, rüzgar enerji sistemleri önemli bir konumdadır. Rüzgarın kinetik enerjisini pervaneler ile jenaratörlere aktararak elektrik enerjisine çeviren rüzgar türbinleri, zaman içerisinde potansiyellerini artırmışlardır. Rüzgar türbin pervanesini daha yüksek rüzgar hızlarına ulaştıran rüzgar türbin kuleleri, bu potansiyelin artmasındaki önemli faktörlerdendir. Tarihsel süreçte farklı yapı sistemleri ve malzemelerinin tercih edildiği rüzgar türbin kulelerinde, tasarım özel bir mühendislik konusudur. Kule tasarımda farklı yapı sistemleri deneniyor olsa da günümüz enerji sektöründe en fazla tercih edilen sistem çelik silindirik kuleler olmuştur. Bu tez çalışması, ana hatlarıyla silindirik çelik gövdeli bir kulenin tasarımındaki dinamik özellikleri, yükleme senaryolarını ve çelik yapı tasarım kriterlerini kapsamaktadır. Tezin sayısal uygulamalar bölümünde; TÜBİTAK destekli, “Milli Rüzgar Enerji Sistemleri Geliştirilmesi ve Prototip Türbin Üretimi-MİLRES”, projesi kapsamında tasarımı yapılan silindirik çelik rüzgar türbin kulesine ait sayısal incelemeler bulunmaktadır. Tez çalışmasının birinci bölümünde, tezin amacı ve kapsamı ile konu ile ilgili yapılan literatür araştırması yer almaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde, ilk olarak rüzgar türbinlerinin geçmişten günümüze geçirdiği tarihsel süreç ve günümüzde rüzgar enerjisinin yeri açıklanmıştır. Sonrasında tez çalışmasında tasarım kuralları incelenecek olan yatay eksenli rüzgar türbinlerinin ana elemanları tanıtılmıştır. Bu bölümde son olarak rüzgar türbin kulelerinin tasarımında tercih edilen yapı türlerine değinilmiştir. Rüzgar türbin kulesi ön tasarımında en önemli parametre olan dinamik özelliklerden tez çalışmasının üçüncü bölümünde bahsedilmiştir. Kuleye ait doğal frekansın belirlenmesinde kullanılabilen üç farklı yöntem ve türbin çalışma frekansları ile kule doğal frekansının rezonansa girme kriterleri açıklanmıştır. Son olarak bir rüzgar türbin kulesine etkiyecek yorulma yüklerini doğrudan etkileyen dinamik yük artırma katsayısı hesabı hakkında bilgi verilmiştir. Tez çalışmasının dördüncü bölümünde rüzgar türbin kulelerine etkiyecek tasarım yüklerine dair hesap yöntemleri yer almaktadır. IEC 61400-1 Rüzgar Türbinleri Tasarım Kuralları standartında belirtilen yükleme senaryoları baz alınarak, Eurocode 1991-1-4 ve ASCE 7-05 yük yönetmeliklerine göre kuleye etkieyecek rüzgar yükü hesaplamaları teorik olarak anlatılmıştır. Ayrıca bu bölümde kule tasarımında kullanılacak deprem yüklerinin DBYBHY 2007 yönetmeliğine göre hesap yöntemleri yer almaktadır. Son olarak tasarımda kullanılacak yük kombinasyonlarına değinilmiştir. Çelik silindirik rüzgar türbin kulesini oluşturan gövde ve bulonlu flanş birleşimlerinin tasarım kuralları beşinci bölümde yer almaktadır. Gövde tasarımında dört adet sınır durum incelenmiştir. Kule gövde dayanım kontrolü için AISC 360-05 yönetmeliğinde belirtilen LRFD yöntemine göre tahkikler belirtilmiştir. Stabilite sınır durumu için ECCS tarafından belirtilmiş hesap adımları anlatılmıştır. Kule yorulması sınır durumu için hesap kriterlerinde, EN 1993-1-9 yönetmeliğinde belirtilen dayanımlar esas alınmış ve hasar birikim metoduna ve hasar eşdeğer yükü yöntemine göre tasarım değerlendirilmiştir. Flanş tasarımında üst flanşlar ve taban flanşları için ayrı tasarım teorileri yer almaktadır. Üst flanşlar için statik dayanım kontrolünde, flanş davranışını temsil etmek üzere bölünen hücrelerde oluşacak göçme modlarına göre dayanımlar incelenmiştir. Taban flanşı tasarımında da hücre elemanlarla çalışma yapılmış ancak; taban flanşı plastik davranışı ile benzerlik gösteren T-stub bağlantı için oluşacak göçme modlarına göre dayanım hesapları belirtilmiştir. Bölüm 6’da Tübitak destekli, “Milli Rüzgar Enerji Sistemleri Geliştirilmesi ve Prototip Türbin Üretimi-MİLRES” projesi kapsamında ön tasarımı yapılan kule gövdesi, bulon flanş birleşimlerine ait geometrik ve malzeme parametreleri belirtilmektedir. Kule ön tasarımına göre; dinamik özellikler, yükleme durumları ve çelik tasarım esasları ile ilgili sayısal incelemeler yer almaktadır. Silindirik çelik bir rüzgar türbin kulesinin tasarım aşamalarına ait, incelenen hesap yöntemleri ve sayısal uygulamaların değerlendirmesi yedinci bölümde yer almaktadır. Bu bölümde, tasarımda belirleyici olacak dinamik karakteristiklere ve yükleme durumlarına değinilmiştir. Rüzgar türbin kule gövdesinin tasarımında incelenmesi gereken dört sınır durum hakkında sonuçlar açıklanmış ve değerlendirmeler yapılmıştır. Plastik davranışı incelenen flanş birleşimlerinin statik dayanım tahkik sonuçları ve göçme modları hakkında bilgi verilmiştir. Türbinden etkiyen rüzgar yükleri ve yorulma yükleri hakkında yapılan kabullere değinilmiş ve son olarak gelecek çalışmalarda dikkat edilmesi gereken hususlar belirtilmiştir.
-
ÖgeA novel risk assessment approach for data center structures(Institute of Science and Technology, 2020) Çiçek, Kubilay ; Sarı, Ali ; 634545 ; Department of Civil EngineeringStructural safety includes evaluation of both structural and nonstructural components of buildings. Although structural design is completed only considering structural elements of buildings, nonstructural components are crucial in an earthquake event. Post-earthquakes areas show that structural safety may not be ensured even when the load-bearing system is undamaged. Failure of nonstructural components resulted in loss of enormous economic losses and loss of life in past earthquakes. Therefore, nonstructural components should also be included in seismic safety evaluation of structures. Researches show that cost of the nonstructural components ranges from \%70 to \%90 of the total cost of buildings. Therefore, nonstructural component failure in structures with high-tech equipment, laboratories, data centers can damage economy significantly. Additional to economic losses from downtime of these structures, repairing or replacement of equipment inside increase the cost extremely. Apart from the economic losses, damaged nonstructural components can be the cause of deaths directly by falling onto people and closing pathways. During and after an earthquake event, damaged nonstructural components can prevent escape of people inside and entry of medical staff. Moreover, operational failures caused by nonstructural components in critical facilities such as hospitals and fire stations, can lead to higher number of deaths after earthquake occurred. Nonstructural components do not participate to load-bearing systems in structures. However, they are still subjected to external loads with the load-bearing system. Therefore, it is crucial to design structures by considering the nonstructural systems inside. Nonstructural components can be classified in 3 groups by their functions: (i) architectural components such as, partition walls and lighting systems, (ii) mechanical-electrical components such as piping systems and generators, and (iii) building equipment such as, computers and file cabinets. Researches show that some of nonstructural components are sensitive to acceleration whereas the rest are sensitive to floor displacement ratio. According to the function of the structure, design should be completed to limit the defining response. This study aims to propose a new method and generate risk curves for structural design and structural evaluation of data centers in high seismic risk regions. A sample structure with base isolation system is selected from current literature in companion with standards for data centers. Structural properties are also selected in companion with standards. After the structure model is generated, probabilistic seismic hazard assessment is completed for the selected site where the main campus area of Istanbul Technical University in Maslak, Istanbul. Source-to-site distances are determined by using online map in General Directorate of Mineral Research and Exploration website. The closest point of main line of Western North Anatolian Fault is approximately 28 km away from ITU campus and the longest effective distance is selected as 65 km on the Western NAF. Probability of rupture distance is taken as uniform and 6 different values of distances between 28 km and 65 km are used in Ground Motion Prediction Equations. Characteristic earthquake method is considered and the characteristic magnitude is used as 7.2 in GMPEs. Probabilistic study is conducted on this structure by using Monte Carlo simulations with the selected structural parameters. Probabilistic distributions for different parameters are taken from various studies in literature. Random samplings are generated for each parameters according to the belonging probabilistic distributions. For comparison purpose the structure is also analyzed as a fixed-base structure. Same procedures are repeated for the fixed-base structure. Failure of nonstructural components are investigated in two different ways. The first failure criterion is overturning-sliding behavior of server racks. FEMA P58 and ASCE 7-16 is used to calculate acceleration limits for anchored nonstructural components. The second failure criterion is the acceleration limitations of servers given by producers and researchers. A special MATLAB code script is generated to run Monte Carlo simulations on OpenSees platform. Fragility curves are generated according to the predefined failure criteria. Risk curves are created for both structures with the site specific annual hazard curve and generated fragility curves. Results show that base-isolation systems reduces the accelerations significantly comparing to the fixed-base structures in higher floors. Another outcome is the isolation systems are highly sensitive to earthquake characteristics rather than structural variables in terms of accelerations. It was also understood that the critical failure mod in data centers is the overturning-sliding behavior rather than vibration failure of servers.
-
ÖgeAASHTO LRFD'ye göre betonarme bir köprünün tasarımı ve doğrusal olmayan statik itme yöntemi ile performansının belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Bulut, Şahin ; Darılmaz, Kutlu ; 636963 ; İnşaat MühendisliğiBu tez çalışmasında, prefabrik öngerilmeli betonarme bir köprü, AASHTO LRFD 2017 yönetmeliğine göre tasarımı yapılmıştır. Ayrca, doğrusal olmayan statik itme analizi yöntemi ile tasarımı yapılan köprünün, DD-1 ve D-2 depremleri altındaki performansı incelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde, konuya giriş yapılarak tezin amacı açıklanmış ve bu tez çalışması esnasında yapılan literatür çalışmalarına değinilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, köprünün betonarme tasarımı AASHTO LRFD 2017 yönetmeliğine göre yapılmıştır. Bu kapsamda, köprü boyutları ve köprüde kullanılacak malzeme özellikleri tanıtılmıştır. Köprüye gelecek sabit ve hareketli yükler belirlenip prefabrik kirişin öngerilme hesabı yapılarak tasarımı yapılmıştır. Ardından, köprünün bilgisayar modeli SAP2000 programında oluşturulmuştur. Programa tüm düşey, yatay ve deprem yükleri ile yönetmeliğin öngördüğü yük kombinasyonları tanımlanıp yapının analizi yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre başlık kirişi ve orta ayaklardaki kolonların betonarme tasarımları yapılmıştır. Üçüncü bölümde, doğrusal olmayan analiz için genel bilgilendirme verilmiş ve kolonlarda oluşacak plastik mafsal boyu ve kolon kesitinin moment eğrilik ilişkileri açıklanmıştır. Ayrıca, doğrusal olmayan analizde kullanılacak olan DD-1 ve DD-2 depremlerine göre yatay elastik tasarım spektrumları verilmiştir. Ardından, KGM ile beraber Yüksel Proje'nin hazırladığı Karayolu ve Demiryolu Köprü ve Viyadükleri Mayıs ayı taslak raporuna göre performans hedeflerine göre elemanların plastik dönme sınırları belirlenmiştir. Son olarak, doğrusal olmayan statik itme analizinin adımları verilmiştir. Dördüncü bölümde, yapının doğrusal olmayan analizi yapılmış ve DD-1 ve DD-2 depremleri altında performansı belirlenmiştir. Bu kapsamda, SAP2000 programı kullanılarak köprünün statik itme ve kapasite eğrileri elde edilmiştir. Elde edilen kapasite eğrileri ile her iki deprem durumu yatay elastik tasarım spektrumları ile beraber incelenip köprünün performans noktası belirlenmiştir. Talep edilen yerdeğiştime miktarına kadar yapılan itme analizi sonucunda yapıda plastik mafsalların oluşmadığı görülmüştür. Plastik mafsalların oluşmamasından dolayı tasarımı yapılan köprü hem DD-1 hem de DD-2 depremi altında elastik davrandığı ve Kesintisiz Kullanım performans seviyesinde olduğu belirlenmiştir. Beşinci bölümde, elde edilen sonuçlar özetlenmiş ve yorumlanmıştır.
-
ÖgeAçık Kanal Akımlarında Kararsızlık Derecesinin Hidrolik Karakteristikler Üzerine Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-01) Erdog, Eryılmaz ; Yağcı, Oral ; 10042451 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringDoğada karşılaşılan akımların büyük bir çoğunluğu karasız özellik sergilerler. Son yıllarda yaşanan iklim değişiklikleri nehir akımlarını büyük ölçüde etkilmiştir. Şiddetli ve ani yağışlar taşkınlara sebebiyet vermekte ve bu sebeple bir taşkının veya değişken bir akımın geçişi sırasında hidrolik özelliklerinin ne derecede değiştiğinin saptanması büyük önem kazanmıştır. Kararsız akımlar belli bir bölgede hidrolik özelliklerin zaman içerisinde değiştiği akım tipleridir. Bu tip akımların hidrolik olarak incelenmesi zor olması sebebiyle genel olarak çoğu hidrolik mühendislik formülü kararlı akım kabulü ile çıkarılmıştır. Her ne kadar bu kabül faydalı ve kullanışlı olsa da değişken akım koşullarını tanımlamak konsusunda yeterli olamazlar. Bu sebeple hidrolik formüllerin kararsız akım koşullarına göre düzeltilmeleri gerekmektedir. Kararsız akımların hidrolik özellikler üzerinde en önemli etkilerinden biri histerik etkilerdir. Histerik etkiler bir hidrolik özelliğin, aynı derinlik ve koşullar altında farklı özelliker göstermesi durumudur. Histerik etkilerin incelenmesi, bu çalışmada önemli amaçlarından biridir. Bir akım ortamında değişken bir akımın geçişi ele alındığında, bu durum seviyenin yükselmesi ve seviyenin alçalması olarak iki evreden oluşmaktadır. Histerik etkiler bu akım koşullarında çok net olarak gözlenir. Değişken akımın geçişi boyunca su seviyesi-debi grafiği çizilecek olduğunda aynı su derinliği için seviyenin yükselmesi evresinde daha yüksek, seviyenin alçama evresinde ise daha düşük debi gözlenir. Bu çalışmada değişken akımların hidrolik özellikleri nasıl ve ne seviyede etkilediğini araştırmak amaçlanmıştır. Bu sebeple İstanbul Teknik Üniversitesi, Hidrolik Laboratuvarında deneyler yapılmıştır. 26 m uzunluğunda ve 1 m genişliğinde bir kanalda akım deneyleri gerçekleştirilmiştir. Bu deneyler iki setten oluşup ilk set 20 cm eşik derinliği ile ikinci set ise 14 cm eşik derinliğinde gerçekleştirilmiştir. Kontrol edilebilir vana sayesinde debi regüle edilerek farklı tiplerde hidrograflar oluşturacak akımlar yaratılmıştır. Deneyler boyunca hız ve su derinliği ölçümleri alınmıştır. Hız ölçümleri ADV cihazları, su derinliği ölçümleri ise akıma temas etmenden ölçüm alabilen akustik sensörler ile 100 Hz freakansla yapılmıştır. İki hız ölçüm cihazı ile hem taban hem de serbest su yüzü için hız değerleri alınmıştır. İki akustik sensör biri hız ölçüm aletlerinden menba tarafında diğeri ise mansap kısmında olacak şekilde yerleştirilmiştir. Bütün ölçüm aletleri birbiri ile senkronize edilmiş ve tüm aletler aynı anda ölçüm almaya başalatılarak deneyler gerçekleştirilmiştir. Alınan veriler bilgisayar ortamında incelenmiştir. ADV hız ölçüm cihazları her ne kadar kullanışlı ve isabetli sonuç veren cihazlar olasalarda bazı sebeplerden aykırı değerler verebilmektdir. Bu sebeple, verilerde bir gerçek dışı gözlem oluşmaması için ilk olarak veriler literatürde sıkça kullanılan bir metod ile aykırı değerlerden arındırılmıştır. Temizlenen veri setleri analiz edilmiştir. Analizler için ilk olarak hız ve su derinliği ölçümlerinin zamansal ortalamaları alınmıştır. Bu sayede hız değerleri ortalama ve çalkantı bileşenleri olarak ikiye ayrılmış ve çalışmanın önemli kısımlarından biri olan türbülans bileşenleri hesaplanabilir hale gelmiştir. Zamansal olarak ortalamaları alınan tabandan serbest su seviyesi kadar olan noktalar her an için tabandan su seviyesine kadar birleşitirilerek anlık hız profilleri elde edilmiştir. Hız profilleri derinlik boyunca integre edilerek anlık debi değerleri bulunmuştur. Bulunan debi su derinliğine bölünerek derinlik boyunca ortalama hız elde edilmiştir. Derinlik boyunca ortalama hızın elde edilmesi akım özelliklerini tanımlayıcı Reynols ve Froude sayıları hesaplanmıştır. Hidrolik parametrelerin bulunması ile tüm hidrolik parametrelerin değişken akımın geçişi boyunca su derinliğine göre nasıl değiştiğini gözlemlenmiştir. Yapılan tüm deneyler için bütün hidrolik değerler histerik etkiler gösterdiği görülmüştür. Akımın çalkantı bileşini kullanılarak, değişken akımın geçişi süresince türbülans kinetik enerjisi hesaplanmıştır. Bulunan değer taban akışı için elde edilmiş olan türbülans kinetik enerjisine bölünerek birimsiz hale getirilmiştir. Bu aşamadan sonra su derinliği makisimum su derinliğine bölünerek boyutsuz hale getirilmiş ve bu iki boyutsuz değer bir grafiğe çizilmiştir. Diğer tüm hidrolik parametreler gibi türbülans da değişken akım boyunca histerik karakteristik göstermiştir. Çalışma kapsamında histerik etkilerin ne ölçüde değiştiğini gözlemlemek için histerik etkiler boyutsuz olarak sayısallaştırılmıştır. Bunun için bir döngü şeklinde olan histerik grafiklerin dikey ve yatay olarak genişlikleri çarpılmış ve bu boyutsuz sayıyla göre histerik etki tanımlanmıştır. Bu sayı ne kadar büyük olursa histeri o kadar fazla etkin ve ne kadar küçük olursa histeri o kadar etkisiz olarak değerlendirilmiştir. Geniş diyagrama sahip olan grafikler dolayısıyla daha büyük histeriye sahip olup dar diyagramlar etkisiz histeriye sahip olacaktır. Bu düşünceden yola çıkarak histerik etkilerin sayısallaştırılması kıyaslanmalarını sağlamıştır. Bu sayede her zamansal değişkenlik derecesine karşılık gelen histeriklik değeri bir grafiğe çizilmiştir. Bu grafikler açıkça göstermiştir ki artan kararsızlık dereceleri histerik değerleri net bir şekilde arttırmaktadır. Çalışmanın bir başka önemli sonucu ise akımların kararlı ya da kararsız olarak tanımlanmasını sağlayacak bir kriterin geliştirilmiş olmasıdır. Histerik etkiler ve kararsızlık derecesinin aynı grafiğe çizilmesinin ardından değerler bir eğilim çizgisi ile birleştirilmiştir. Bu eğilim çizgilerinin grafiğin kararsızlık derecesini kestiği yer histerinin sıfır olduğu yer olması sebebiyle ile bu noktaya kararsızlık etkilerinin belirginleşmeye başladığı yer denmiştir. Bu nokta kararsılık derecesinin 0.01-0.02 arasındaki bölgeye denk gelmektedir. Çalışma göstermiştirki kararsızlığın etkili olmaya başladığı değerden yüksek kararsızlağa sahip akımlar kararsız akım olarak değerlendirilip formüller ona göre düzeltilmelidir. Bu değerin altına kararsızlığa sahip olan akımlar ise kararlı olarak kabul edilip kararlı akım formülleri geçerli olarak kullanılabilir.
-
ÖgeAçık Kanallarda Oksijen Transferi(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Küçükali, Serhat ; Çokgör, Şevket ; Su Mühendisliği ; Hydraulics EngineerinSudaki çözünmüş oksijen (DO), akarsularda suyun kalitesi açısından bakılan en önemli parametrelerden biridir. Sudaki çözünmüş oksijenin akım genelinde veya yersel olarak artışı habitat açısından çok önemlidir. Özellikle sanayileşme ve nüfus artışıyla birlikte birçok akarsudaki kirlenme ve katı madde oranı artmıştır. Bu artış serbest yüzeyden suyun derinliğine doğru aktarılan oksijenin miktarının azalmasına yol açmaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda akarsulardaki DO miktarının arttırılması için birçok yapısal çözüm denenmiştir. Bunlar; savaklar (Kim ve Walters, 2001), dolu savaklar (Chanson, 1990), basamaklı yapılar (Toombes ve Chanson, 2000) v.b. Bu su yapıları, akarsulardaki çözünmüş oksijen miktarını arttırmalarına rağmen, doğayla dost oldukları söylenemez. Bu yapılar akarsulardaki akımın ikiye bölünmesi veya membayla mansap arasındaki ilişkinin kesilmesi gibi çevresel sorunlara yol açmaktadırlar. Akarsulardaki DO miktarının arttırılması için ekolojik hayatı olumsuz yönde etkilemeden, doğada mevcut bazı düzenekler vardır. Bunlar akarsu içinde yer alan büyük taş parçalarıdır. Bu taş parçaları akım rejiminde önemli etkilere yol açmakta, oksijen transferi için gerekli olan hidrolik sıçrama, çevrinti ve ters akımların oluşması gibi hidrolik koşulları ortaya çıkarmaktadırlar. Bu çalışmada, DO değerleri değişik taş düzenekleri, su derinliği ve taban pürüzlülükleri gibi değişkenlerin dikkate alınmasıyla kanala yerleştirilmiş taşların memba ve mansabında ve taş çevrelerinde yersel olarak ölçülmüştür. Deneyler 0.5 m genişliğinde, 0.45 m yüksekliğinde ve 17 m uzunluğundaki tabanı yatay olan açık kanalda yapılmıştır. DO ölçümleri OXI 3000 oksijen metre aletiyle, hız ölçümleri ise Tip 400, model 403 mikro muline aletiyle yapılmıştır. Deneyler dört farklı su yüksekliğinde, iki farklı taş düzeneğinde ve üç farklı taban pürüzlülüğünde gerçekleştirilmiştir. Hız dağılımları, taş düzenekleri akımda yokken, her bir taban pürüzlülüğünde ve akım koşullarında tespit edilmiştir. Sonuçlar mansap ve memba bölgesinde yapılan ölçümlerle oksijen verim katsayısın hesaplanmasıyla sunulmuştur. Oksijen verim katsayısı, E; E=(CU-CD)/(CS-CD) (1) Şeklidedir.Burada; Cs, havadaki oksijen konsantrasyonu, CU, memba bölgesindeki oksijen konsantrasyonu, CD, mansap bölgesindeki oksijen konsantrasyonudur. Ayrıca membayla taş çevrelerinde elde edilen en yüksek oksijen konsantrasyonu arasında aynı formül kullanılarak oksijen verim katsayısı elde edilmiş, 4 farklı eksendeki değişimleri verilmiştir. Ayrıca taş düzenekleri çevresinde elde edilen DO dağılımları eş oksijen eğrileriyle gösterilmiştir (Şekil 1). Deney No = 17 Taş Düzeneği = 2 ve 3 numaralı doğal taşlar k = 0 mm, D = 14.90 cm Q = 7.2 lt/s, Uort = 14.60 cm/s, h= 9.86 cm Tair = 26 oC, Twater = 25.6 oC Cs = 8.08 mg/L, Cu = 7.64 mg/L, Cd = 7.79 mg/L, Cmak = 7.94 mg/L E : 0.34, Emak : 0.68, r : 1.52, rmak : 3.14
-
ÖgeAgrega Konsantrasyonunun Betonun Kırılmasına Etkisi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-10-23) Özdemiroğlu, Çağrı ; Yıldırım, Hasan ; 10050084 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringTez çalışmasında bazalt, beyaz kalker, cebeci kalkeri ve dolomit olmak üzere dört farklı agrega kullanılarak agrega hacim konsantrasyonunun betonun kısa süreli elastik ve elastik olmayan mekanik davranışına etkisi araştırıldı. Üretilen betonlarda en büyük agrega boyutu, granülometri ve su/çimento oranı sabit tutularak agrega konsantrasyonu değiştirildi. Yarma deneyleri yardımıyla betonların şekil değiştirme kapasiteleri ölçüldü ve agrega konsantrasyonunun bu dolaylı çekme halindeki şekil değiştirme kapasitesine etkileri incelendi. Üretilen Bazalt serileri, Cebeci Kalkeri serileri, Dolomit serileri ve Beyaz Kalker serileri, %0, %20, %40, %60, %75 agrega konsantrasyonularıyla üretildi. Agrega konsantrasyonu %0 - %75 arasaında değişirken, su/çimento oranı ve en büyük tane çapı sabit tutuldu. Su/çimento oranı 0,28, en büyük agrega çapı 20mm alındı. Bütün testlerde standart silindir ve küp numuneler kullanıldı. Silindir için yükseklik 300mm, çap 150mm; küp için 150mm x 150mm boyutlarına üretilen numunelere 28. günde yarma ve basınç deneyleri uygulandı. Yapılan deneylerde taze beton özellikleri, elastik ve elastik olmayan davranış özellikleri, gerilme – şekil değiştirme ilişkisi, ultrasonik ses hızının değişimi ve elastisite modülü araştırıldı. Deneylerde ulaşılan sonuçlara göre, agrega konsantrasyonu artıkça taze betondaVe-Be değerinin arttığı çökmeninde azaltığı görülmüştür. Su/çimento oranı sabit tutulan deneylerde, agrega konsantrasyonunun artışıyla artan agrega yüzeyini ıslatmak için daha fazla suya ihtiyaç duyuldu. Bu nedenle %60 ve %75 konsantrasyonlu numunelerde süper akışkanlandırıcı kullanıldı. Taze Beton birim ağırlığı, agrega konstrasyonunun artışıyla, agrega özgül ağırlığının betondan fazla olmasına bağlı olarak artış gösterdi. Elastisite modülü deneysel yöntemlelerle bulundu. Kırmataş agregalarının elastisite modülü hamur ve beton fazlarına göre yüksek olduğu için, kırmataş agrega konsantrasyonundaki artışın, betonun elastisite modülünü arttırdığı gözlendi. Agrega konsantrasyonundaki artışın süreksizlik sınırındaki Poisson oranını bir minimumdan geçtikten sonra arttığı görüldü. Aynı şekilde basınç dayanımı, çözülme sınırı ve süreksizlik sınırı değerlerinin de bir minimumdan geçtikten sonra arttığı gözlendi. Yapılan ultra ses deneylerinde, ultra ses hızının agrega konstrasyonu arttıkça, arttığı görüldü. Agrega konsantrasyonundaki artışın yarma-çekme dayanımını artırdığı gözlendi. Betonda agrega konsantrasyon artışıyla basınç dayanımındaki birim kısalmaların ve kırılma işinin azaldığı bulundu.
-
ÖgeAkarsu Havzalarında Topoğrafik Nem İndeksleri İle Taşkına Meyilli Alanların Belirlenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-07-15) Ermiş, Işıtan Selin ; Aksoy, Hafzüllah ; 10081351 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil Engineeringİnsanlar tarihten bu yana yerleşik hayata geçmek için su kenarlarını tercih etmiş, bu durumun dezavantajı olarak küçük ya da büyük ölçekli birçok taşkın olayına maruz kalmışlardır. Güvenilir barınma ve ekonomik gelişim sağlama ihtiyaçları açısından toplumlar için her zaman bir tehdit unsuru oluşturan taşkınlar, temelde doğru tahmin ve uygun yönetim eksiklikleri gibi nedenlerle, geçmişte önemli ölçüde can ve mal kaybına yol açmıştır. Ülkemizde de taşkınlar, depremlerden sonra en büyük can ve mal kaybına yol açan doğal afetlerdendir. Taşkın ve taşkın alanları üzerine yapılacak detaylı bir çalışma; hidrolojik, hidrolik ve topoğrafik unsurların zaman ve alan boyutunda analizini gerektirmektedir. Son zamanlarda modellerle taşkın yatağı belirleme tekniği, taşkınların nerede ve ne kadar bir süre sonra oluşacağının daha doğru bir tahmini için kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntem sayesinde taşkın tahmini ve taşkın alanı belirlenmesinin daha doğru ve daha kısa sürede yapılması mümkün olmaktadır. Bu türden bir çalışma için, hidrolojik ve hidrolik modeller ile Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ideal bir destek oluşturmaktadır. CBS teknolojilerinin özellikle taşkın çalışmalarında kullanımı son yıllarda artarak devam etmektedir. CBS özellikle hidrolojik model sonuçlarının değerlendirilebildiği bir teknoloji olmasından dolayı, sahip olduğu özelliklerle birlikte taşkınla ilgili çalışmaların her bir aşamasında kullanılmaktadır. Bunun yanında taşkınların insanların yaşam alanlarına girmesiyle birlikte bunların sadece hidrolojik ya da hidrolik özelliklerinin değil aynı zamanda etki alanlarının da belirlenmesi çok önemli hale gelmiştir. Bu hususta CBS oldukça geniş çalışma olanağı sağlamaktadır. Bu çalışmada havzaların topoğrafya tabanlı nemlilik indeks haritalarının elde edilmesi ile akarsu havzalarında taşkın riskine maruz bölgelerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında Türkiye’nin kuzey batısında yer alan Tekirdağ ve Orta Karadeniz bölümünde yer alan Samsun’dan altı adet havzanın topoğrafik nem indeksleri modeli ile taşkına meyilli alanları belirlenmiştir. Bunun için CBS tabanlı yazılımlar yardımı ile analiz yapılmış, arazinin topoğrafik verilerinden ve Sayısal Yükseklik Modeli (SYM) haritalarından faydalanılmıştır. Çalışmada Tekirdağ ve Samsun’da bulunan altı adet havzanın Harita Genel Komutanlığı’ndan temin edilen eşyükselti haritaları ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın sitesinden temin edilen havza sınırları haritaları yardımıyla taşkın analizi yapılmıştır. Öncelikle haritalar, CBS tabanlı yazılımlar sayesinde model analizine uygun duruma getirilebilmek için ön çalışmaya tabii tutulmuş, bu ön çalışmalarla SYM haritası oluşturulduktan sonra model analizi uygulanarak iki farklı indeks hesabı yapılmış ve taşkına meyilli alan haritalarına ulaşılmıştır. Taşkın analizi, arazinin topoğrafik yükseklik verilerine dayanarak Topoğrafik nem indeksi ve SAGA nem indeksi içerikli bir model kullanılarak yapılmıştır. Model analizi taşkına meyilli alan haritaları dışında akış yönü, havza alanı, havza eğimi, akarsu güç indeksi gibi çıktılar da vermektedir. Çalışma sonunda Topoğrafik nem indeksi ve SAGA nem indeksi ile elde edilen taşkına meyilli alan haritaları karşılaştırılmıştır. Her iki indeks de benzer görünümdedir ve havza topoğrafyası ile uyum içinde sonuçlar vermektedir. SAGA nem indeksinin taşkına maruz kalma riski taşıyan daha geniş bir bölge belirlediği görülmektedir. Havzanın yüksek memba bölgelerinde her iki indeksin nispeten benzer sonuçlar verdiği ancak havzanın eğiminin azaldığı mansap kısmında ve özellikle akarsu vadisinde SAGA nem indeksinin Topoğrafik nem indeksine göre daha geniş bir alanın taşkın riski taşıdığına işaret ettiği görülmektedir. Bu nedenle SAGA nem indeksinin kullanılması olası bir taşkına karşı güvende kalabilmek ve taşkının neden olabileceği hasarı minimuma indirmek açısından önemlidir. Çünkü bu indekse göre havza içinde daha geniş alanların taşkına maruz kalma olasılığından bahsedilebilir. Ancak bu indeksin gereksiz taşkın uyarılarına neden olabileceğini de gözden uzak tutmamak gerekir.
-
ÖgeAkarsu Taşımacılığının Dünyadaki Durumu Ve Karasu Nehri’nde Taşımacılık Potansiyelinin İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Sarıgöl, Metin ; Ağıralioğlu, Necati ; Su Mühendisliği ; Hydraulics EngineerinBu çalışmada, akarsu taşımacılığının dünyadaki ve ülkemizdeki durumu incelenmiş, akarsu taşımacılığıyla ilgili genel bilgiler verilmiştir. Özel olarak Karasu Nehrinin hidrolojisi ve topografyası incelenmiş, taşımacılık açısından değerlendirilmesi yapılmıştır. Büyük debi değişimleri, düzensiz yatak şekilleri ve katı madde birikintileri nedeniyle azalan su derinliklerinin Karasu Nehrindeki navigasyona olumsuz etkiler oluşturduğu tespit edilmiştir. Araştırma sonucunda nehri kanalize etmeden navigasyonun istenen düzeyde olamayacağı sonucuna varılmıştır.
-
ÖgeAkıma Batmamış Basitleştirilmiş Ağaçsı Tekil Bitki Civarındaki Akım Alanının İncelenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-01-29) Kellecioğlu, Dorukhan ; Yağcı, Oral ; 10100594 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringNehirler, yüzbinlerce yıl içerisinde morfolojik ve biyolojik etkiler altında evrimleşmiş, bu sayede bulundukları koşullar ile muhteşem bir denge sağlamış oluşumlardır. Fakat bu muhteşem denge yüzbinlerce yıllık evrim ile karşılaştırıldığında aniden ortaya çıkan insan etkilerine karşı oldukça kırılgandır. Kanal pürüzlülüğünün azaltılması için bitkilerin temizlenmesi, kanallama uygulamaları, taşkın duvarları ile taşkın yataklarının akarsu yataklarından ayrılması, akarsu yataklarının beton veya benzeri malzemelerle kaplanması, baraj uygulamaları, bent uygulamaları, bağlama uygulamaları insani etkilere örnek olarak verilebilir. Nehir ekosistemi dinamiklerini anlayarak, insan kaynaklı yapay etkilerin yerini doğal düzenlemelerle doldurma çabası son yıllarda yükselen bir eğilim olarak görülmektedir. Bahsedilen doğal düzenlemelerin en önemli bileşenlerinin başında ise nehir kıyısı bitkileri ve sucul bitkiler gelmektedir. Ekolojik, sürdürülebilir ve çok fonksiyonlu bir nehir düzenlemesi yapabilmek adına nehir kıyısı bitkilerinin ve sucul bitkilerin ekosistem içindeki rolünü kavramak olmazsa olmazdır. Bu bitkilerin, şev stabilitesini sağlaması, hayvanlar ve omurgasızlar için elverişli yaşam alanları oluşturması, askıdaki katı maddenin tutulmasına olanak sağlayarak öncül arazi yapılarını yaratması, su kalitesini arttırması, biyoçeşitliliği desteklemesi ve su sıcaklığını düzenlemesi gibi nehir ekosistemlerine çok önemli etkileri bulunmaktadır. Dünyada bir çok örneği görülen ve uygulamaların gittikçe artmaya başladığı ekolojik nehir düzenlemesi yaklaşımının ülkemizde neredeyse hiç uygulanmadığı görülmektedir. Söz konusu tezin ana motivasyonu ise daha önce bahsedilen ekolojik nehir düzenlemesi yaklaşımına bir katkı oluşturmaktır. Bu çalışmada, taşkın yatağında yoğun olarak bulunan iri gövdeli ağaçsı nehir kıyısı bitkilerinin akım alanı üzerindeki etkileri incelenmiştir. Bu alanda otsu nehir yatağı bitkileri üzerinde bir çok çalışma bulunsa da literatürde sap ve gövde olmak üzere iki ayrı bölümden olan ağaçsı bitkiler üzerinde bir çalışma bulunmamaktadır. İri gövdeli ağaçsı bitkileri ele alıyor olmak kanopi altı akımların oluşmasıyla birlikte problemi iki boyutlu olmaktan çıkarıp üçüncü boyutta da inceleme yapma gereksinimini doğurmaktadır. Fakat doğal bitkilerle sürdürülebilir deney yapmak, deney süresi boyunca bitkinin zamanla formunun değişmesi sebebiyle mümkün olmamaktadır. Bu çalışma ile hedeflenen, doğal bitki benzeri yapay konfigürasyonlar yaratabilmek, bu şekilde deneylerde yapay konfigürasyon kullanılsa dahi doğal bitki benzeri bir akım ortamı oluşturabilmektir. Eğer bu hedefe ulaşılabilirse, doğal bitki etrafı akımlarının anlaşılması kolaylaşacak ve buna bağlı olarak geliştirilecek nehir düzenleme çözümlerinin sürdürülebilir olması sağlanacaktır. Bu amaçla geliştirilen sistemede doğal bitkilerdeki kanopinin karmaşık yapısını idealize etmek amacıyla, kanopi bölgesi farklı silindirik elemanlar kullanılarak basitleşirilmiş ve ayrı ayrı test edilmiştir. Teste tabi tutulan konfigürasyonlar, rijit silindir ve rijit silindirle aynı dış çapa sahip olmak üzere porozite değerleri farklı olan iki adet hegazagonal silindirdir. Bahsedilen hegzagonal silindirler 16 cm çaplı çemberin merkezine bir ve bu çemberin içine oturtulmuş altıgenin köşelerine birer tane olmak üzere toplamda yedi adet tekil silindirden oluşturulmuştur. Bu hegzagonal silindilerde kullanılan tekil silindirlerin çapları değiştirilerek farklı iki adet düzenek oluşturulmuş, bunlar yoğun düzen ve seyrek düzen olarak tanımlanmıştır. Sırasıyla tekil silindir çapları D=3.5 cm, D=2.2 cm olarak belirlenmiş olup, dolu hacim oranları ∅=0.335 ve ∅=0.132 hesaplanmıştır. Deneyler mevcut çalışmalarla karşılaştırma yapılabilmesi adına öncelikle elementlerin üniform(derinlik boyunca enkesit şekli değişmeyen) formları ile gerçekleştirilmiş, sonrasında ise aynı engellerin tabanına eklenen ve ağaçsı bitkinin gövdesini karakterize eden ahşap silindir yardımıyla gövde tasvir edilmiş ve gerçekte mevcut olan üç boyutlu akım ortamı yaratılmıştır. Ayrıca gerçek bitkilerle karşılaştırma yapabilek adına yine ortalama dış çapı D=16 cm limoni servi (Cupressus macrocarpa) sucul bitkisi ile de aynı ölçümler yapılmıştır.
-
ÖgeAlt Yüklenici Sözleşmelerinde Riskler Ve Meydana Gelen Uyuşmazlıklar Arasındaki İlişkinin Modellenmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-10-21) Bakioğlu, Gökçe ; İlter, Deniz ; 10086005 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringRisk kelimesi sadece inşaat sektöründe değil tüm sektörlerde önemli yere sahip olan bir kavramdır. Fakat inşaat sektöründe riskin önemi diğer birçok sektörden daha fazladır. Farklı uzmanlık alanlarına, önceliklere ve çıkarlara sahip çok sayıda aktörün çözüm ortağı ya da başarı ortağı olmak için bir araya geldiği inşaat projelerinde karşılaşılabilecek tüm risklerin önceden öngörülmesi ve önlem alınması mümkün değildir. Öngörülmemiş sebeplerden, değişikliklerden, alt yüklenici performansından, teknik yetersizlikten, ekonomik sebeblerden, gerçekçi olmayan beklentilerden veya sözleşme hükümlerinin algılanmasındaki farklılıklardan ötürü proje katılımcıları arasında çeşitli çatışmalar yaşanabilir. Çatışmaların görmezden gelindiği ya da iyi yönetilmediği durumlarda uyuşmazlıklara dönüşmeleri ve proje üzerinde olumsuz etkilere yol açmaları kaçınılmazdır. Uyuşmazlıklar genellikle tarafların zamanını alan, pahalı ve olumsuz sonuçlar doğuran durumlardır; taraflar arasında kurulan ikili ilişkileri zedeleyebilir veya tamamen bitirebilirler. Uyuşmazlıklar bir projenin maliyetini arttırdığı gibi, projenin başarısızlığa uğramasına ve projeden beklenen ölçüde fayda sağlanamamasına yol açabilir. Sözleşmelerde uyuşmazlıkların oluşmasında en büyük sebeblerden biri riskin açıkça belirlenememesi ve risk yönetiminin yeterli düzeyde yapılamamasıdır. Bu nedenle inşaat sektöründe sözleşme riskleri ve sözleşmeler sonucu uyuşmazlığa sebep olan faktörler iyi analiz edilmelidir. Bu çalışmanın amacı, alt yüklenici sözleşmelerinde risk faktörlerinin ve sözleşme neticesinde gerçekleşen uyuşmazlıkların fincelenerek aralarındaki ilişkinin basit regresyon analizi yöntemi kullanarak modellenmesidir. İlk bölümde; tez çalışması hakkında özet bilgi verilmiş ve çalışmanın amacı, kapsamı, yöntemi ve içeriği ile ilgili genel bilgilerden bahsedilmiştir. İkinci bölümde; risk kavramı ele alınmıştır. İnşaat sektöründe meydana gelebilecek riskler sıralanmış ve açıklanmıştır. Sözleşme riskleri üzerinde durulmuş ve literatür çalışmaları sonucu elde edilen sözleşme riskleri tablosu alt yüklenici sözleşmeleri risk faktörleri için yorumlanarak ve araştırmacının hali hazırda çalışmakta olduğu inşaat şirketinde tedarikçi/taşeronların performanslarının değerlendirilmesi amacıyla kullanılanfaktörlerden de yararlanılarak alt yüklenici sözleşme riskleri hiyerarşisi oluşturulmuştur. Elde edilen Alt Yüklenici Sözleşmeleri Risk Faktörlerinin sayısallaştırılması amacıyla inşaat projelerinde riskin hesaplanmasına yönelik çalışmalar irdelenmiştir. Üçüncü bölümde; inşaat sözleşmelerinde uyuşmazlıklar ve alt yüklenici sözleşmelerinde uyuşmazlık sebeblerinin belirlenmesi ele alınmıştır. Öncelikle uyuşmazlık kavramından bahsedilmiş, daha sonra inşaat sözleşmelerinde uyuşmazlık sebebleri ve alt yüklenici sözleşmelerinde uyuşmazlık faktörleri sırayla irdelenmiştir. Elde edilen alt yüklenici sözleşmeleri uyuşmazlık faktörlerinin sayısallaştırılması amacıyla inşaat projelerinde uyuşmazlık potansiyelinin belirlenmesine yönelik çalışmalar özetlenmiştir. Dördüncü bölümde; literatür araştırmaları sonucu elde edilen ve tezin ikinci bölümünde ortaya konan alt yüklenici sözleşmeleri risk faktörleri ile tezin üçüncü bölümünde ortaya konan alt yüklenici sözleşmeleri uyuşmazlık faktörleri arasındaki ilişki modellenmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla, yurt içi ve yurt dışı projelerde kullanılan 60 adet alt yüklenici sözleşmesi incelenmiş ve bu sözleşmelerin hazırlanması ve yönetilmesinde görev olan üst ve orta düzey yöneticilerle yüzyüze görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Her bir sözleşme için tez kapsamında belirlenen alt yüklenici sözleşmeleri risk faktörleri kullanılarak bir toplam risk faktörü puanı hesaplanmış ve diğer tarafta da yine tez kapsamında belirlenen alt yüklenici uyuşmazlık faktörleri kullanılarak bir toplam uyuşmazlık puanı hesaplanmıştır. Hesaplanan puanlar ile alt yüklenici sözleşmelerinde risk ve uyuşmazlıklar arasındaki ilişikinin regresyon modeli oluşturulmuştur. Son bölümde; yapılan modellemeye ilişkin sonuçlar, model performansının değerlendirilmesi ve önerilere yer verilmiştir. Çalışmanın sonuçları, alt yüklenici sözleşmelerinde uyuşmazlığa sebep olacak risk faktörlerinin anlaşılmasına ve proje daha başlamadan sözleşme risklerinin değerlendirilerek projede meydana gelecek uyuşmazlıklarla ilgili tahminde bulunma hususunda yardımcı olacaktır.
-
ÖgeAltıgen Dizilimli Silindir Grupları Etrafındaki Yersel Oyulma Desenlerinin Deneysel Olarak Araştırılması(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-06-28) Yıldırım, Işılsu ; Yağcı, Oral ; 10115386 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringKöprüler, düşük maliyetli ve kullanışlı ulaşım ağları oluşturmaya yardımcı olan önemli üst yapı elemanlarıdır. Bu nedenle tarihin başlangıcından beri insan yaşamına ve uygarlıkların gelişimine önemli katkıları vardır. Köprü tasarımı yapılırken sadece yapısal özellikler değil, hidrolik etkiler de göz önünde bulundurulmalıdır. Köprü inşası da diğer mühendislik yapılarının inşası gibi doğada çeşitli değişikliklere sebep olur. Mühendisler bir yapı inşa ederken bu değişiklikleri ve bu değişikliklerin olası sonuçlarını göz önünde bulundurmak ve gerekli önlemleri almak zorundadırlar. Köprü ayakları akarsular içine yerleştirildiklerinde akım özelliklerinde çeşitli değişiklikler yaratırlar. Bu değişikliklerden bazıları köprü ayağı çevresinde türbülans ve buna bağlı olarak sediment taşınımı kapasitesinin artmasıdır. Böylece köprü ayağı çevresinde sediment oyulması meydana gelir. Bu oyulma köprü ayağının stabilitesini bozabilir ve akarsu tabanında köprünün yıkılmasıyla sonuçlanabilecek değişiklikler yaratabilir. Bu oyulmanın miktarının ve kapsamının belirlenmesi ve kabul edilebilir sınırlar içinde tutulması mühendisler için oldukça önemli bir konudur. Daha önce bitkilerle yapılan deneysel çalışmalarda, engel porozitesinin oyulmayı önemli ölçüde düşürdüğü belirlenmiştir. Bu gözlemden yola çıkarak ve bitkilerden ilham alınarak köprü ayaklarının poroz şekilde inşasının mümkün olup olmadığının araştırılması bu çalışmanın temel konusunu oluşturmaktadır. Köprünün taşıyıcılığını belirleyen köprü ayağı kesit alanı sabit tutuldukça köprünün düşey yüke karşı dayanımının da sabit kalacağı bilinen bir gerçektir. Bu bilgiden yola çıkılarak kesit alanı aynı ancak boşluk yoğunluğu farklı potansiyel köprü ayağı modellerinin oluşturduğu yersel oyulmalar deneysel olarak incelenmiştir. Bu çalışmanın temel amacı boşlukluluğun ve modellerin akıma göre açısının oyulma derinliği ve oyulma desenine etkisini incelemektir. Çalışma kapsamında bu amaca uygun görülen bir dizi deney yapılmıştır. Deneyler, İstanbul Teknik Üniversitesi Hidrolik Laboratuvarında yer alan akım kanalında yapılmıştır. Akım kanalının tabanı beton, yan yüzeyleri pleksiglastan yapılmıştır. Uzunluğu 26 m ve genişliği 0.98 m olan kanalın yüksekliği ise 0.85 m’dir. Kanal içine bir kum havuzu yerleştirilebilmesi için metal saclar kullanılarak bir yapay taban oluşturulmuştur. Bu yapay tabanın yüksekliği 20 cm ve uzunluğu 14,5 m’dir. Yapay tabanın içine yerleştirilen kum havuzu ise 3,5 m uzunluğundadır. Uniform akım koşullarında oyulma mekanizmasını anlamak üzere on altı set deney tasarlanmıştır. Bu on altı setin dördü tek silindir şeklindeyken diğerleri çevresel çapı 12, 16, 20 ve 24 cm olmak üzere altıgen dizilimli ve 3,4 cm çaplı yedi adet küçük silindirden oluşmaktadır. Küçük silindirlerden oluşan altıgen yapılı modellerde farklı çevresel çapın yanında farklı akım geliş açıları da denenmiştir. Her deneyden önce, model kanalın ortasına, kanal başlangıcından 11 m uzağa yerleştirilip sabitlenmiştir. Sonrasında kum havuzunun yüzeyi düzeltilerek kanal deneye hazır hale getirilmiştir. Su doldurulurken oyulma oluşmaması için kanal yavaşça doldurulmuştur. Hız ölçümlerini almak üzere modelden 5,3 cm uzağa ve tabandan 8,5 cm yukarı Vectrino II Profiler hızölçer yerleştirilmiştir. Vectrino II Profiler çalıştırıldıktan hemen sonra pompalar devreye sokularak kanalda akım başlatılmıştır. Kanalda akım oluşturmak için 25 kW gücünde bir ana pompa ve kanalın sonundan başına su sirkülasyonunu sağlayarak debiyi arttıran iki adet iç pompa kullanılmıştır. Debi kontrolünün sağlanması için kanalın bozulmamış akım kısmında Vectrino I akım hızıölçer ile hız kontrolü ve aynı yerde su seviyesi kontrolü her deney için yapılmıştır. Tüm deneyler 8 saat sürmüştür. Birim genişlik debisi q=88 l/s/m olarak ayarlanmış ve akım derinliği h=31 cm tutulmuştur. Her deneyin bitiminde, akım tamamen durdurulduktan sonra kanalın tahliye vanası açılmış ve fazladan oyulmaya sebep olmamak adına kanal yavaşça boşaltılmıştır. Kum yüzeyi tamamen kuruduktan sonra taban deseninin üç boyutlu modelinin çıkarılması için Leica Scanstation C10 Lazer Tarayıcı ile tarama yapılmıştır. Her deney için bu taramadan alınan sonuçlarla hızölçer Vectrino II Profiler’dan alınan sonuçlar incelenmiştir. Bu incelemede asıl amaç altıgen geometrideki poroz modellerin aynı kesit alanına sahip 9 cm’lik tekil silindirle oyulma açısından karşılaştırılmasıdır. Her deneyden sonra model çevresinde bir oyulma konisi ve mansap bölgesinde bir oyulma bölgesi meydana gelmiştir. Vectrino II Profiler ile 8 saat boyunca modelin 5,4 cm önünde alınan taban uzaklığı ölçümleri, bu noktada tüm poroz silindir gruplarının 9 cm çaplı tekil silindirden daha az oyulmaya yol açtığını ortaya koymuştur. Aynı zamanda poroz silindir gruplarını çevreleyen çemberin çapıyla aynı çapa sahip tekil silindirlerin de her çap için poroz silindir gruplarından daha fazla oyulmaya yol açtığı görülmüştür. Vectrino II Profiler ile yine model önünde alınan hız ölçümlerine göre akım yönündeki hızın oyulma derinliğinin artmasıyla arttığı, yanal hızın belirgin bir değişim göstermediği ve düşey hızın da zamanla arttığı gözlemlenmiştir. Hızlardaki değişimin çoğunlukla ilk 10 dakika içinde görüldüğü belirlenmiştir. Poroz silindir grupları ile yapılan deneylerin 9 cm tekil silindir ile karşılaştırılması için lazer tarayıcıdan alınan sonuçlarla yapılan çalışmada en fazla verimliliğin %26 ile 20 cm düz dizilimli silindir grubuna ait olduğu belirlenmiştir. Aynı çalışma 9 cm tekil silindirden daha fazla oyulmaya yol açan tek poroz silindir grubunun %2 ile 16 cm açılı dizilim olduğunu ortaya koymuştur. Deneylerden sonra lazer tarayıcı ile taranan ve üç boyutlu modelleri hazırlanan kum yüzeylerinin incelenmesi sonucunda tekil silindirlerin birikme bölgelerinde iyi gelişmiş ripple bölgelerinin oluştuğu ancak silindir arkasında birikmenin sırt şeklinde olmadığı gözlemlenmiştir. 12 cm çevreleyen çaplı poroz silindir gruplarının da tekil bir silindir gibi davrandığı ve benzer oyulma deseni oluşturduğu görülmüştür. 16 cm çevreleyen çaplı silindir gruplarında ise açı fark etmeksizin, birikme bölgesinde bir sırt oluşumu ve sırtın mansabında da ripple oluşumu gözlemlenmiştir. 16 cm çevreleyen çaplı silindir grubu ile aynı oluşumların 20 cm çaplı grupta da oluştuğu ancak farklı olarak burada sırt üzerinde de ripple oluşumu varlığı belirlenmiştir. 24 cm çevreleyen çaplı poroz silindir gruplarında ise yerel ve global oyulma ayrı ayrı görülebilmiştir. Sırt ve ripple oluşumu ise 20 cm çaplı grupla benzer olarak nitelendirilmiştir. Tüm deneylerde oyulma konisinin memba tarafındaki eğiminin mansap tarafındaki eğiminden daha dik olduğu gözlemlenmiştir. Morfometrik analiz yapılabilmesi için poroz silindir gruplarında sızdırmazlık sıklığı parametresi tanımlanmış ve bu parametre ile oyulma derinliğinin ilişkisi incelenmiştir. Çevreleyen çapı 24 cm, 20 cm ve 16 cm olan poroz silindir gruplarında sızdırmazlık sıklığı arttıkça, yani çevreleyen çap küçüldükçe oyulma derinliğinin arttığı gözlemlenmiştir. 12 cm ile 16 cm çevreleyen çap arasında, sızdırmazlık sıklığı parametresi 0,4 mertebesindeyken bu düzenin değiştiği gözlemlenmiştir. Tüm poroz silindir grupları deneylerinde birikme bölgesinin en yüksek kotunun silindir merkezine uzaklığı artan sızdırmazlık sıklığıyla artış göstermiştir. Aynı çevreleyen çapta tüm çaplar için en kısa uzaklığı düz sizilimli grup vermiştir. Tekil silindir deneylerinin sonuçlarına göre çap arttıkça oyulma derinliği oyulma hacmine ve oyulma alanına göre daha fazla artış göstermiştir. Sonuçlar, porozitenin oyulmayı azalttığını doğrular nitelikte olup HACC’lerin (Altıgen Dizilimli Silindir Grubu) pratikte uygulanabilirlik potansiyelini ortaya çıkarmıştır.
-
ÖgeAnalysis of piled raft foundations(Institute of Science and Technology, 1998) Gök, Sebahat ; Toğrol, Ergün ; 75352 ; Civil EngineeringBir temelin en önemli fonksiyonu üstyapıdan gelen yükleri temel zemininin taşıyabileceği gerilmeleri aşmadan alttaki zemin tabakasına aktarmaktır. Temeller göçmeye karşı yeterli güvenlik sayıları kullanılarak (taşıma gücü şartı) ve kabul edilebilir oturmaları karşılayabilecek (oturma şartı) şekilde boyutlandırılmalıdır. Bir yapıyı güvenle taşıyabilmek için gerekli olan yeterli taşıma kapasitesi ve kabul edilebilir oturma şartlarım sağlayan zemin tabakası eğer fazla derinde bulunmuyor ise, yüzeysel temel uygun olacak ilk seçimdir. Bu sebeble birçok yapı, temel derinliği az olan radye temeller üzerinde yer almaktadır. Radye temeller, tekil kolonlardan gelen yapı yükünü, göçmeye karşı yeterli güvenlik sayısı ile, alttaki zemin tabakalarına mümkün olduğunca geniş bir alana yayarak dağıtırlar. Taşıma kapasitesi sorunlarının yaşanabileceği ağır yapılar dışında, genellikle toplam veya farklı oturma şartı, temellerin planlanmasını kontrol eden en önemli faktördür. Radye temeller bazı durumlarda taşıma kapasitesi şartını sağlamasına rağmen, meydana gelecek oturma değerleri kabul edilebilir sınırlar içinde olmayabilir. Oturmalar, radye taban alanını genişleterek veya radyeyi daha derinlere taşıyarak azaltılabilir. Ancak bu çözümler, birincisi gerekli temel alanını büyüteceği, ikincisi ise çok miktarda kazı gerektireceği için çevre şartlan ve ekonomik açıdan uygun olmayabilir. Bu durumlarda yapı yüklerini daha alttaki sağlam tabakalara taşımak kaçınılmaz olur, ve kazıklı temellerin kullanılması gerekir. Fakat taşıma gücünün yeterli olduğu sadece oturmaların azaltılması gereken durumlarda, kazıkların radyenin altında oturmayı azaltıcı eleman olarak kullanıldığı kazıklı radye temelleri kullanmak daha ekonomiktir. Klasik hesap yöntemlerinde, kazıklı temellerin hesabı, gelen yükün tamamım kazıkların taşıdığı varsayımına göre yapılmaktadır. Ama gerçekte bir kazıklı radye temelde, yük zemine doğrudan temas eden radye ile kazıklar arasında bölüşülür ve zemine kısmen radye ve kısmen de kazıklar tarafından aktarılır. Radye tarafından aktarılan yük temelin boyutlandırılmasında gözönüne alınacak olursa ekonomik açıdan önemli ölçüde tasarruf edilebilir. Bu nedenle, kazıklı radyelerin boyutlandırılmasında kullanılan bugünkü metotlarda, kazık-radye-zemin arasındaki etkileşime bağlı olan yük dağılımı büyük bir önem taşımaktadır. "Oturmaları azaltıcı eleman" terimi kazıklar için Burland ve diğerleri (1977) tarafından kullanılmıştır. Oturmaları istenilen, kabul edilebilir değerlere indirmek için gerekli olan kazık sayısı, kazıklı radye temellerde klasik yöntemlerle hesaplanan kazıklı temellerdekine göre çok daha azdır. Buna bağlı olarak kullanılan kazık aralığı daha geniş olduğundan, bu sistemlerde grup etkisi daha az gözlenmektedir. XV1I1 Cooke (1986) çeşitli boyutlardaki radyeler, serbest kazık grupları ve kazıklı radye temeller üstünde yaptığı deneyler sonucunda radye altında kullanılacak kazık sayısının belirlenmesinde kullanılacak en uygun yöntemin, kazık sayısını direkt olarak oturma miktarında istenen azalmaya bağlı olarak belirlemek olduğunu belirtmiştir. Ancak eklenecek kazıklar belirli bir noktaya kadar oturma miktarında bir azalmaya sebeb olurken, kazık-zemin blok davranışının oluşabileceği kazık aralığına yaklaştıkça, eklenen yeni kazıkların oturmaya etkisi gittikçe azalmaktadır. Blok hareketin başladığı andan itibaren ise daha yakın aralıkta kazık eklemenin artık oturmayı azaltıcı bir etkisi olmamaktadır. Kazıkların, radye altında "oturmaları azaltıcı eleman" olarak kullanılmalarının sağladığı daha ekonomik ve daha verimli bir temel boyutlandırmasında en önemli amaç kabul edilebilir oturma miktarını elde etmeyi sağlayacak (1) minimum kazık sayısını, (2) en uygun kazık yerleşimini, (3) optimum radye kalınlığını ve kazık boyutlarını belirlemektir. Bu amaçla kazıkların direkt olarak elde edilmek istenen oturma miktarındaki azalmaya bağlı olarak hesaplanması uygun olacaktır. Bu sayede kazıklar için yapılan harcamalarda ve genel olarak temel tasarımında önemli ölçüde ekonomi sağlanacağı açıktır. Kazıkların radye ile beraber kullanıldığı kazıklı radye sistemlerin hesabında en önemli nokta, uygulanan yükün zemine nasıl aktarıldığı ve bazı faktörlerin (kazık sayısı, aralığı, boyu, rijitliği, temel şekli, zemin tabakalarının kalınlığı ve zemin özellikleri) bu davranış üzerindeki etkisinin ne olacağıdır. Bu nedenle, kazıklı radye sistemlerde, yapıdan gelen yükün taşıyıcı zemine, her bir temel elemanı (kazıklar ve radye) tarafından nasıl aktarıldığı, toplam ve farklı oturma miktarlarını etkileyen faktörlerin bilinmesi uygun bir boyutlandırma için büyük önem taşımaktadır. Kazık- radye-zemin sistemlerini, her üç elemanın da lineer elastik davranış gösterdiği kabulüne dayanarak inceleyen analiz yöntemleri bulunmasına rağmen, bu metodların kazıklar ve radye arasındaki yük dağılımını belirlemede yeterli olmadığı görülmektedir. Ayrıca bu sistemlerin davranışının daha detaylı anlaşılmasını sağlayacak arazi deneylerinin ve güvenilir ölçümlerin azlığı, kazıklı radye temellerin analizinde kullanılan yöntemlerin değerlendirilmesinde önemli bir eksiklik oluşturmaktadır. Kazıklı radye sistemlerin yük-oturma davranışı büyük önem taşımasını rağmen, arazi ve laboratuar deneyleri ile teorik çalışmalar çoğunlukla tekil kazıklar veya kazık başlığının zemine oturmadığı kazık grupları (serbest kazık grupları) üstünde yapılmaktadır. Ayrıca kullanılan ilk analizler, temel elemanları arasındaki etkileşimi de dikkate almamaktadır. Kazıklı radye sistemleri incelemek için daha sonra geliştirilen metodlar da ise, kazık- radye-zemin arasındaki etkileşim de gözönüne alınmakta başarılı bir ekonomik boyutlandırmanın ancak sistemin bu üç elemanı arasındaki ilişkinin dikkate alınması ile elde edilebileceği belirtilmektedir. Üstelik üstyapının rijitliği, radyeye iletilen yükün ve momentlerin dağılımını etkileyeceğinden incelenecek sistemin üstyapı- kazıklar-radye-zemin olması gereklidir. Ancak bu karmaşık sistemlerde öncelikle incelenmesi gereken konu temel ve zeminin birbirleri üzerindeki etkileri olmalıdır. XIX Zemin-yapı etkileşiminin kazıklı radye temellerin davranışında önemli bir etkisinin olacağı açıktır. Bu etkileşim, sonraki çalışmalarda daha çok dikkate alınmıştır. Bu sistemler, araştırmacılar için ilginç bir problem olarak görüldüğünden, günümüzde temel mühendisliğinde yapılan çalışmalar içinde geniş bir yer tutmaktadır. Kazıklı radye temeller konusunda geniş incelemeler yayınlanmıştır (Brown ve diğerleri, 1975; Hooper, 1979; Cooke, 1986; Poulos, 1991a, 1994b; Randolph, 1994; Poulos ve diğerleri, 1997). Teorik çalışmaların sayısının fazlalığına rağmen, bu konuda yapılmış model deneyleri oldukça yetersiz kalmıştır ve literatürde bu tür çalışmaların sayısı oldukça azdır. Bu çalışmalar arasında, Whitaker (1961), Ghosh (1975), Abdrabbo (1976), Wiesner ve Brown (1980), Horikoshi (1995) sayılabilir. Poulos (1991a, 1994a, 1994b) kazıklı radye temellerin analizinde kullanılan metodları incelemiş ve aşağıda belirtildiği gibi 6 grupta toplamıştır : (1) elastik ortamdaki kazık grubu ve radyenin incelenmesinde kullanılan teorik çalışmaları içeren, bilgisayar kullanımı gerektirmeyen yaklaşık hesap yöntemleri, (2) zemine oturan plak veya şeritlerin incelendiği metodların kullanılarak, kazıkların yaylar yardımıyla tanımlandığı geliştirilmiş çalışmalar, (3) radye ve kazıkların ayrı ayrı ele alınarak, elastisite teorisi yardımıyla aralarındaki etkileşimin gözönüne alındığı sınırlı elemanlar yöntemi, (4) zemin içinde kazıkların ve radyenin tek bir blok gibi kabul edildiği sonlu elemanlar yöntemi, (5) radyenin plak, kazıkların ise yaylarla tanımlandığı sonlu elemanlar yöntemi, (6) 3 boyutlu lineer sonlu elemanlar yöntemi. Kazıklı radye temellerin davranışını etkileyen faktörler ise aşağıdaki gibi dört ana grupta toplanabilir (Poulos, 1991a) : (1) radye özellikleri (rölatif rijitlik, şekil, ve boyutlar), (2) kazık özellikleri (sayı, uzunluk, çap, yerleşim, rijitlik), (3) uygulanan yükün özellikleri (tekil, düzgün yayılı), (4) zemin özellikleri (zemin profili, rijitlik, taşıma gücü). Poulos (1991a)'a göre kazıklı radye temellerin kullanımın en uygun olduğu durumlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir : : (1) sert killerin yeraldığı zemin profili, (2) sıkı kumların yeraldığı zemin profili, XX (3) kazıkların yer aldığı temel derinliğinde, yumuşak veya gevşek tabakaların bulunmadığı zemin profili. Bu sistemlerin kullanılmasının uygun olmayacağı durumlar ise : (1) zemin yüzüne yakın yumuşak kil tabakasının bulunduğu zemin profili, (2) zemin yüzüne yakın gevşek kumların bulunduğu zemin profili, (3) dış etkiler dolayısıyla konsolidasyon veya şişme oluşabilecek zemin tabakalarının bulunduğu zemin profili. İlk iki durumda, radye temel tek başına yeterli taşıma kapasitesine sahip olmayabilir. Sonuncu durumda ise zeminde oluşacak hareketlerden dolayı kazıklarda önemli ölçüde yük artışları meydan gelebilmektedir. Kazıklı radye temellerin analizinde, dış etkilerden dolayı oluşabilecek zemin hareketlerinden (şişme, büzülme, konsolidasyon gibi) dolayı sistemin davranışında görülebilecek değişiklikler, kullanılan analiz yöntemlerinde çok az dikkate alınmıştır ya da hemen hemen hiç dikkate alınmamıştır. Halbuki kazıklar ve radye arasındaki yük dağılımı, ve oturmalar bu zemin hareketlerinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Poulos (1993X şişme veya büzülme sebebi ile zeminin yaptığı hareketlerin sebeb olduğu efektif gerilmedeki veya emme başmandaki değişikliklerin kazıklar-radye- zemin etkileşimi üzerinde meydana getirdiği etkiyi sınırlı elemanlar metodunu kullanarak incelemiş ve ulaştığı sonuçları aşağıdaki şekilde özetlemiştir : (1) konsolidasyona maruz kalan zeminlerde, negatif çevre sürtünmesinden dolayı kazıklarda basınç gerilmesi artışı meydana gelir ve radyenin ağırlığı da kazıklar tarafından taşınmaya başlar. (2) şişen zeminlerde ise, zeminin hareketinden ve radye altında oluşan gerilmelerden dolayı kazıklarda çekme gerilmesinde artış meydana gelir. Her iki durumda da, kazıklı radye temelde oluşacak hareket serbest kazık grubuna göre daha fazla olmaktadır. Bu sebeble, dış etkilerden dolayı düşey zemin hareketlerinin oluşabileceği durumlarda kazıklı radye sistemlerin kullanılmasından kaçınılması daha uygun bir çözümdür. Kazıklı radye temellerin boyutlandırılmasında kullanılacak metodların aşağıdaki şartlan içermesi gerekmektedir (Poulos ve diğerleri, 1997) : (1) kazık-radye-zemin etkileşiminin uygun bir şekilde dikkate alınması, (2) kazık sayısının, yerinin ve karakteristik özelliklerinin değişimi, (3) gerçekçi zemin profillerinin kullanılması, (4) kazıklar ve radye arasındaki yük dağılımının hesaplanması, XXI (5) kazıklarda (basınç ve çekme) taşıma kapasitesinin kullanılmasına ve temelin lineer olmayan yükleme-deformasyon davranışının oluşmasına imkan verilmesi, (6) tüm temel sisteminin toplam ve farklı oturma miktarlarının hesaplanması, (7) radyenin betonarme hesabı için eğilme momentlerinin ve kesme kuvvetlerinin hesaplanması, (8) metodun uygulamacılar tarafında farklı bir eğitim ve çaba gerektirmeden, mevcut bilgileri ile rahatça kullanılabilmesi. Kazıklı radye temellerin, radye temellerin taşıma kapasitesinin yeterli olduğu ancak kabul edilebilir oturma değerlerini aştığı durumlarda, klasik metodlarla hesaplanan kazıklı temellere alternatif olarak daha ekonomik ve uygun bir çözüm olduğu görülmektedir. Kazık sayısında ve radye boyutlarında büyük ölçüde ekonomi sağlamaktadır. Bu yüzden toplam veya farklı oturmaların azaltılmak istendiği durumlarda kazıklı radye sistemler geniş bir uygulama alanı bulmaktadır. Bu çalışma, literatürdeki kazıklı radye temellerin analizinde kullanılan mevcut yöntemleri yeniden değerlendirmeyi amaçladığı kadar fotoelastik laboratuvar deneyleri yardımıyla radye-kazık-zemin arasındaki etkileşimini, kazıklar ve radye arasındaki yük dağılımını ve oturma davranışım araştırmayı amaçlamaktadır. Test programı, farklı izafi rij itlikteki kazık ve radyelerden oluşan sistemlerin bir grup laboratuvar deneylerini içermektedir. Laboratuar deneyleri, Deneysel Mekanik Laboratuvarı'nda gerçekleştirilmiştir. Fotoelastik deneylerden elde edilen sonuçlar, bilgisayar analiz programı ile karşılaştırılmıştır. Fotoelastik deneylerde, iki ayrı sistem incelenmiştir. Her iki sistemde, 100x10x20 mm boyutlarında bir radyeden ve d=100 mm çapında, uzunlukları değişken olarak kullanılmış olan iki adet kazıktan meydana gelmiştir. Yükleme kazık merkezlerinden tekil yük olarak yapılmıştır. İlk grup deneyde, kazıklar radyeye rijit bir şekilde bağlanmışlardır. İkinci grup deneyde ise, kazıklar ve radye iki ayrı sistem gibi düşünülmüş ve birbirlerine herhangi bir şekilde bağlanmamıştır. Buradaki amaç ilk sistemde gözlenmiş olan radyeden kazıklara moment aktarılmasının önlenmesidir. Deney sistemleri fırında yüklenerek, oda şartlarında yükleme için gerekli olandan daha düşük yük değerleri kullanılması sağlanmıştır. Deneyler göstermektedir ki, kazıklı radye sistemlerde her elemanın (radye ve kazıklar) taşıma gücüne etkisi ayrı ayrı gözönüne alınmalıdır çünkü bu tür sistemlerde, yük hem zemin-radye hem de zemin-kazak arasında oluşan gerilmeler tarafından alttaki zemin tabakalarına aktarılmaktadır. Kazıklı radye temellerin davranışı, serbest kazık gruplarına göre artan taşıma gücü ve radyeye göre azalan oturma miktarı açısından incelenmelidir. Günümüzde, mevcut yöntemler kazıklı radye sistemlerin davranışını incelemede uygun sonuçlar veriyor olsa da, hala bu temellerin davranışının detaylı olarak elde edilebilmesi için daha çok teorik ve deneysel çalışmaya ihtiyaç olduğu kesindir.
-
ÖgeAnkrajların Trakya Formasyonunda Uygulanması(Fen Bilimleri Enstitüsü, ) Eyigün, Yalçın ; Ansal, Atilla ; Geoteknik Mühendisliği ; Geotechnical EngineeringBu çalışmada derin kazıların desteklenmesinde kullanılan ankrajların Trakya Formasyonu'nda uygulanması incelenmiş , üretim öncesi , üretim ve üretim sonrası aşamalarında, en uygun çözümün üretilmesi için uyulması gereken prensipler, yabancı standart örnekleri incelenerek açıklanmıştır. Ülkemizdeki mevcut durumu ortaya koymak için pratikteki uygulamalardan örnekler verilmiş, ankrajların ekonomik ve emniyetli kazı destek sistemleri olabilmesi için gerekli koşullar incelenmiştir. Sonuç olarak standartlaştırmanın, uygulamadaki kontrolsüzlüğü ve ankraj performanslarının düşüklüğünü önlemede kaçınılmaz olduğu kanısına varılmıştır. Bununla birlikte ankrajlı destek sisteminde deformasyonların kontrollerinin nasıl yapıldığı incelenmiş, olası göçmelerin geoteknik ölçümlerle önceden tespiti ve ne tür önlemlerin alındığı, uygulamadaki örnekleriyle verilmiştir. Böylece, ankraj sisteminin derin kazı destek sistemi olarak seçilmesi durumunda dikkat edilmesi gereken hususlar, gerçek örnek ve uygulamalarla ortaya konmuştur.
-
ÖgeArı-ı Sarsma Masası Performans Değerlendirmesi(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014-07-16) Mahdavi, Miralireza ; Yüksel, Ercan ; 10044094 ; İnşaat Mühendisliği ; Civil EngineeringSismoloji ve yapı mühendisliği alanında, bilim adamları her zaman daha güvenli ve istikrarlı bir altyapı oluşturmaya çalışıyor. Bir ana endişe depremlerden sonra can kaybi olmamaktir. Iyi sismik etkinliğini anlamak ve nasıl yapılarını etkileyecek, sismik dalgaları modellemek ve bir deprem simülasyonu içindeprem sarsıntı tabloları icat edildi. Günümüzde yapı sistemlerinin bilgisayar ortamında modellenmesi ve farklı dış etkiler altındaki davranışlarının belirlenmesi konusunda büyük ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, deneysel yöntemler hala önemini korumaktadır. Deneysel olarak, gerçek boyutlu ya da belirli bir ölçekle küçültülmüş numunelerin dinamik etkiler altındaki davranışları incelenebilmekte, yapıların daha güvenli nasıl tasarlanabileceği sorusuna cevap aranmaktadır. Bir yapının deprem zamanı davranışını belirtmek ve onun sismik performanslarını test etmek için kullanılabilecek birkaç farklı deneysel teknikleri vardır. Bunlardan biri sarsma masası ( veya sarsma tablası ) kullanmaktır . Sarsma masası yapısal modelleri veya bina bileşenlerini , geniş bir benzetilmiş yer hareketi veya küçültülmüş deprem kayıtları ile sallamak ve onları test etmek için bir cihazdır.Modern masalar genellikle 6 serbestlik dereceye kadar hidrolik veya başka actuator sistemi vasıtasıyla hareket etmeye imkan sahibi olandikdörtgen bir platform dan oluşurken ilk sarsma masasıbinaların yapısal özelliklerini sınıflandırmak amacı ile 1893 yılında TokyoÜniversitesi'nde icat, basit bir tekerlek mekanizması üzerinde koştu . Deney numuneleri genellikle kırılma noktasınakadar platforma sabitlenmiş şekilde sallanılır. Transdüserler , video kayıtları ve verileri kullanarak , bunumunenindinamik davranışını yorumlamak mümkündür . deprem sarsma masaları genelde gerçek deprem ve yer hareketleri koşulları ile yapılara küvvet uygulamak için araç sağlamak olarak, sismik araştırmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır . Sarsma masasının temel çalışma prensibi rijit tablaya bağlanmış numunenin istenilen bir ivme fonksiyonu ile titreştirilmesidir.Uygulanan ivme kaydı, gerçek bir deprem kaydı olabileceği gibi üretilmiş bir kayıt da olabilmektedir.Masa boyutlarının ve sistem kapasitelerinin sınırlı olması dolayısıyla genelde ölçekli numuneler kullanılmaktadır. Mühendislik yapilarinin deprem sirasindaki davranisinin bilinmesi açisindan Deprem Simülasyonu Sarsma Masasi Deneylerinin önemi hizla artmaktadir. İstanbul Teknik Üniversitesi, Yapı ve Deprem Labratuar’ında mevcut olan Bir adet sarsma masasi deney düzeneği ile yapi ve geoteknik mühendisligi alanlarinda deprem simülasyonu deneylerinin gerçekleştirilmesi mümkündür. Ülkemizde olan Sarsma Masasi Deney Aletleri ile Dünyadaki birçok Üniversite ve Araştirma Kurumu ile ayni anda paralel çalismalar yapmak mümkün olmaktadir.Mevcut Sarsma Masasi Deneyleri; Egitim, Arastirma ve Uygulama amaçli olarak uzman ögretim üyeleri ve teknisyenlerin kontrolü ve gözetiminde gerçeklestirilmektedir. Yatay tek eksende hareket yeteneğine sahip sarsma masasi 2.35m x 2.35m boyutlarinda olup servo-hidrolik itici tarafindan kontrol edilmektedir.Deprem hareketini simüle etmek için dinamik deneyler ve araştirmalarda kullanilmaktadir. 8 ton agirliginda test numuneleri ve 2g maksimum ivme kapasitesi ile 0-10 Hz frekans araliginda denenebilmektedir. Deprem ivme kayitlari, masa hareketinin kontrolünde ve programlanmasinda kullanilmaktadir.Masa hareketi ve veri kaydi için dijital veri toplama ve kontrol sistemi kullanilmaktadir. Bu çalısma kapsamında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarında bulunan hidrolik motorlu, orta ölçekli ve tek eksenli ARI-I sarsma masasının performans deneyleri gerçekleştirilmiş ve masanın etkin kullanım sınırları belirlenmiştir. Masanın boş olduğu durum ile 25 kN ve 50 kN luk ilave yükleme durumlarında; harmonik yükleme fonksiyonları, gerçek deprem kayıtları ve beyaz gürültü etkisinde deneyler yapılmış performans sınırları araştırılmıştır. Bu tez çalışmasında ARI-I sarsma masası için geliştirilen performans eğrileri mevcut sistemin fiziksel kapasitelerinin ortaya konması bakımından büyük önem taşımaktadır. Çalısmanın deneysel kısmında, sinyal işleme,filtreleme gibi teknikler kullanılarak elde edilen sinyallerin gürültüden nasıl arındırılabileceği araştırılmıştır. Çalışma sonucunda, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Yapı ve Deprem Laboratuarına önemli bir alt yapı cihazı kazandırılmıştır.