FBE- Mimarlık Lisansüstü Programı - Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Yazar "Ahunbay, Ayşe Zeynep" ile FBE- Mimarlık Lisansüstü Programı - Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeDolapdere Semti Ve Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi Koruma Önerileri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-03-28) Aşık, Esin ; Ahunbay, Ayşe Zeynep ; 502982042 ; Mimarlık ; ArchitectureDOLAPDERE SEMTİ VE EVANGELİSTRİA RUM ORTODOKS KİLİSESİ KORUMA ÖNERİLERİ ÖZET 19.yüzyılda Tatavla'nın kalabalıklaşması sonucu Tatavla Tepesi eteklerinde Evangelistria semti (Yenişehir) gelişmiştir. “Tatavla” İstanbul’un Pera’dan sonra en kalabalık Rum nüfusunu barındıran semtiydi. 1857 yılında etrafı bostan ve bahçelerle çevrili geniş alanda Yenişehir mahallesi sakinleri tarafından Ayios Dimitrios kilisesine bağlı olarak küçük ve ahşap konstrüksiyonlu Kutsal Meryem Ana kilisesi kurulmuş; ahşap kilise yerine günümüzde mevcut olan Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi 1877-1893 yılları arasında inşa edilmiştir. Naos giriş kapısı üzerinde yer alan kitabeye göre Kilise 1894 yılında ibadete açılmıştır. İki veya üç katlı ahşap konutlardan oluşan Tatavla’nın büyük bölümü 1929 yılı yangında yok olmuş; yangından sonra Tatavla tepesi ve eteklerinde farklı yapım teknikleri ve üslupta yapılar inşa edilmiştir. Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi adını Hz.Meryem’in hamile olduğunun müjdelendiği Evangelizmos Yortusu’dan almaktadır (Aleksandru, 1996, s.148). Mimarı Petraki D. Meimaridis olan Dolapdere Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi İstanbul Başpiskoposluğu’na bağlı bir cemaat kilisesidir. Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi Dolapdere’de eski adı ile Kilise Sokağı’ndan girilen bir avlu içinde yer almaktadır. Plan ölçüleri 29.52m x 17.03m olan kilisenin tasarımında kubbe önemli bir rol oynamaktadır. Narteksten ve merdiven bölümlerinden birer kapıyla geçilen naos kapalı Yunan haçı plan şemasındadır. Galeri katlarına çıkış sağlayan merdivenler narteksin iki yanında yer almaktadır. Örtü sistemi yükseltilmiş bir orta kubbe, çapraz tonozlu kollar ve küçük kubbelerle örtülen köşelerden meydana gelmektedir. Naosun ortasında yer alan ayakları birbirine bağlayan kemerlerin oluşturduğu kare plandan kubbeye geçiş pandatiflerle sağlanmıştır. Evangelistria Kilise'si genelde Gotik etkiler taşımakla birlikte, yapı bütünüyle ele alındığında eklektik bir kilise olma özelliği göstermektedir. Duvarları ikona ve fresklerle bezeli Evangelistria Kilisesi’nin kubbe pandatiflerinde 6 kanatlı Serafim melekleri, kubbe ortasında Pantokrator İsa çevresinde 4 melek yer almaktadır. Ziyaretçiler için kiliseye adını veren Meryem Ana ikonası çok önemlidir. 1955-56 yıllarında kilise 6000-700 kayıtlı cemaate sahipken günümüzde Evangelistria Kilisesi’ne kayıtlı cemaat 23 kişiye düşmüş; Pazar ayinlerine 10-12 kişi katılmaktadır. Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat ve Islahat fermanları sonrasında inşa edilen kubbeli kiliselerden biridir. 19.yüzyıl sonunda gelişen Yenişehir semtinin sivil mimarlık örnekleri arasında kilise büyüklüğü ile öne çıkmakta, cemaatinin kimliğini vurgulayan sembolik değer taşımaktadır. Beyoğlu’nun önemli bir parçasını oluşturan ve 19.yüzyıl gayrimüslim yerleşiminin izlerini günümüze taşıyan Dolapdere semti İstanbul’un sosyal ve etnik kimliğinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. İstanbul’da planlanan ve hayata geçirilen kentsel yenileme projeleri artarken Dolapdere’de tarihi değerlerin korunarak yaşam kalitesinin yükseltmesi ve oluşturulacak koruma modelinin acil olarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Kilisesi'nin çevresiyle birlikte korunarak yaşatılması, semtin tarihi ve kültürel değerlerinin korunması için bir koruma önerisi hazırlanmasının yerinde olacağı düşünülmektedir. Evangelistria Rum Ortodoks Kilisesi’nin çevresindeki kontrolsüz değişimi durdurmak ve mahallede yaşam koşullarını iyileştirmek büyük önem taşımaktadır. Kilisenin çevresiyle beraber değerlendirilmesi ve semtte yer alan sivil mimarlık örneklerinin bütünleşik olarak korunmasının çöküntü bölgesi haline gelmiş başka tarihi kent parçaları için iyi bir örnek oluşturacağı düşünülmektedir.
-
Ögeİstanbul Haliç Ve Marmara Surları, belgeleme Çalışmaları, Tarihi Ve Peyzaj Değerlerinin Korunmasına Yönelik Öneriler(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015-06-18) Semiz, Hayriye Nisa ; Ahunbay, Ayşe Zeynep ; 502072201 ; Mimarlık ; ArchitectureBir yarımada üzerinde yer alan Tarihi İstanbul, konumu nedeniyle, bir Megara kolonisi olarak yarımadanın doğu ucunda kuruluşundan itibaren kara ve deniz yönünden surlarla çevrilidir. Roma egemenliğine ikinci yüzyılda giren kent, dördüncü yüzyılda, yeni imparatorluk merkezi olarak seçilmesiyle, sınırları büyük ölçüde genişletilerek batıda yeni surlar inşa edilmiştir. Politik ve ticari öneminden dolayı nüfusu hızla artan kentin beşinci yüzyıl başında yeniden genişletilmesine ihtiyaç duyulmasıyla, tarihi kent sınırlarının bugün de belirleyicisi olan Kara Surları inşa edilmiştir. Bu süreçte şehrin kuzeyde Haliç’e, güneyde Marmara Denizi’ne bakan kıyıları da surlarla tahkim edilmiştir. Ortaçağ’da şehrin savunma sistemi onarım ve yenilemeler geçirmiştir. 1453’te Osmanlı başkentine dönüştükten sonra, düzenli olmasa da, surların bakım ve tamiri sürmüştür. On dokuzuncu yüzyılda askeri alanda yaşanan gelişmelere bağlı olarak önemini hızla yitiren İstanbul Surları, ardından kentteki modernleşme hareketlerinin etkisiyle değişimler yaşamıştır. Bu çalışmanın konusu olan İstanbul Haliç ve Marmara Surları, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında başlayan, 1950’lerde hız kazanan bayındırlık etkinlikleri nedeniyle önemli kayıplar vermiş; ancak bazı bölümleri günümüze ulaşmıştır. Çalışmada surların günümüze ulaşan bölümlerinin saptanıp mevcut durumlarının incelenmesinin yanı sıra kaybolan bölümlerine ilişkin veriler irdelenmiştir. Ayakta kalabilen sur ve kulelerdeki farklı malzeme ve yapım tekniği özelliklerinden yararlanılarak, yapım/onarım dönemleri belirlenmeye çalışılmıştır. İstanbul Deniz Surları, doğal ve çevresel kökenli, planlamaya dayalı, ya da yasal, ekonomik ve sosyal içerikli sorunlarla karşı karşıyadır. İstanbul’un arkeolojik mirasının önemli bileşenleri arasında yer alan Haliç ve Marmara Surları’nın korunması önemli bir konudur. Buna bağlı olarak, bu tez çalışması içinde, Haliç ve Marmara Surları’nın günümüze ulaşan bölümlerinin, bütüncül bir yaklaşımla ve uluslararası sözleşmeler ve tüzükler ışığında korunmasına ve sunumuna yönelik öneriler geliştirilmiştir.
-
ÖgeStoudıos Manastır Kompleksi–ıoannes Prodromos Kilisesi (imrahor İlyas Bey Camii - İmrahor Anıtı) Koruma Projesi Ve Önerileri(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016-06-15) Kudde, Esra ; Ahunbay, Ayşe Zeynep ; 502092205 ; Mimarlık ; ArchitectureFatih’te, Yedikule’nin Altın Kapı’ya yakın bir noktasında yer alan Stoudios Manastırı’na bağlı Ioannes Prodromos Kilisesi (diğer adlarıyla İmrahor İlyas Bey Camii – İmrahor Anıtı), İstanbul’un günümüze ulaşan en eski kilisesidir. Beşinci yüzyılda inşa edilen kilise, Bizans dönemi boyunca işlevini sürdürmüştür. Osmanlı döneminde, 1486 yılında, II. Bayezid’in mîr-ahûru İlyas Bey tarafından camiye dönüştürülen yapı, 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar cami olarak kullanılmıştır. Geçirdiği yangınlar sonucunda 1920’de çatının tamamen yok olmasının ardından yapı kullanılamaz hale gelmiş; bir süre narteks mescit olarak kullanılmaya devam etmiştir. İmrahor İlyas Bey Camii, Cumhuriyet döneminde, 1946 yılında müzeye çevrilmiş ve “İmrahor Anıtı” adıyla Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Anıt, 2012 yılında yapılan bir değişiklikle Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Anıtın serpantin breşinden yapılmış sütunları, Marmara mermerinden yapılmış sütun kaideleri, başlıkları, arşitrav ve kornişleri ile diğer taş mimari öğeleri, 5. yüzyılın taş işleme sanatını yansıtan ender örnekler arasında yer almaktadır. Yapıya 11. yüzyılın ortasında eklenen, naosun opus sectile döşemesi, Komnenos döneminden günümüze ulaşan az sayıdaki döşemeden biridir; orta Bizans döneminin nitelikli işçiliğini ve bu dönemde kiliseye verilen önemi göstermektedir. Anıt, özellikle 1894 depremi ve 1908-1920 arasındaki yangınlardan önemli ölçüde hasar görmüş ve çatısı yok olmuştur. Uzun yıllar üstü tamamen açık ve her türlü bozulma etkisine maruz kalan anıtın güncel koruma sorunlarının başında, bakımsızlık gelmektedir. Anıtın eşi ender bulunan opus sectile döşemesi, ciddi derecede hasar görmüştür. Anıtın günümüzdeki harap durumu, 2011 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Restorasyon Programı kapsamında, ayrıntılı bir araştırma ve mimari belgelemenin ardından, kısa ve uzun vadeli koruma yaklaşımlarının belirlenmesine yönelik bir doktora çalışmasının başlatılmasına yol açmıştır. Anıt, 5. yüzyıldan günümüze ulaşan, mimarlık ve sanat tarihine ışık tutan özellikleri ve taşıdığı belge değeri nedeniyle, kapsamlı ve bütüncül bir koruma yaklaşımını gerektirmektedir. Tez kapsamında; eserin bugüne ulaşan durumu kayıt altına alınmış, mimari belgeleme – araştırma – analiz işlemleri gerçekleştirilmiş, restitüsyon sorunları tartışılmış, kısa ve uzun vadeli koruma stratejileri geliştirilerek koruma önerileri sunulmuştur. Böylece, esere ilişkin koruma amaçlı uygulamalara yol gösterecek bilgi ve verileri içeren bilimsel bir belge üretilmiştir.