FBE- Mimari Tasarım Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Mimarlık Ana Bilim Dalı altında bir lisansüstü programı olup, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim vermektedir.Araştırma Konuları:
-Mimarlık kuramları, tasarlama kuramları, mimari yaklaşımlar
-Estetik yaklaşımlar, mimaride algı, imaj, anlam ve kimlik
-Çevre-davranış kuramları, kalite ve çevresel değerlendirme çalışmaları
-Mimarlıkta insan bilimleri ve psikolojik içerikli çalışmalar, tasarlama ve düşünme
-Kentsel çevre üzerine çalışmalar: Mimarlıkta sürdürülebilirlik, ekoloji vb.
Gözat
Yazar "Aggündüz, Atıl" ile FBE- Mimari Tasarım Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeBir uzlaşma ortamı olarak tuval-mekan(Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020-06-15) Aggündüz, Atıl ; Kahvecioğlu, Hüseyin Lütfü ; 502171002 ; Mimari Tasarım ; Architectural DesignMekanın algılanma, anlatma ve yeniden anlamlandırmaya yönelik pratik ve teorik alanda yapılan tüm üretimleri, şüphesiz ki mekan ile kurulan öznel ve tekil ilişkiye ve bu ilişkinin yorumlanmasına dayalıdır. Kültür ise bu öznel ve tekil ilişkiyi şekillendiren temel olgulardan biridir; toplumda yaşayan bireylerin birbirleri ve mekanlar ile iletişime geçme şekillerini etkiler ve onların mekanları görme ve algılama biçimlerine yönelik değer yargılarının dahi şekil almasında güçlü bir değişken olarak rol alır. Kültürün sürekli değişimi, mekan ile kurulan iletişimin de dinamik kalmasını sağlar, yani onu bir maddesel gerçeklik olmaktan çıkarıp dönüşüm ve değişime mecbur olan bir sosyal gerçeklik olarak ele alır. Bu sosyal gerçeklik ve değişimin kayıt altına alınabilen verisi, kültürün mekan ile diyaloğunda temsil üzerinden kendini gösterebilir; temsil, kültürün mekan üzerine sözler söylediği bir dil veya mekan üzerinden kültürü şekillendiren bir görsel katman olarak rol alabilir. Medyası ne olursa olsun, temsilin kendisi, mekanı yeniden tanımlayan, anlamlandıran, varoluş ve yaşayış hikayesini yeniden yazan, onun mesajlarını taşıyan ve görselleştirerek mümkün kılan, üzerine hikayeler iliştirerek hafızayı tazeleyen, mekanın anlattığı hikayenin duygusunu taşıyarak kullanıcılar ile bu öyküler üzerinden iletişime geçen arayüzleri oluşturmanın bir aracı olabilir. Bu tez çalışmasının temel sorusunu ise, çok kanallı ve katmanlı üretime odaklanan 21.yüzyıl insanının yeni yeti ve uğraşları, bugünün dünyasındaki disiplinlerüstü üretim ve mesleki disiplin tanımlarının muğlaklaşması hali, tanımların silikleşmesi üzerinden mimarlık ve güzel sanatlar pratiklerinin iç içe geçmesi nedeniyle eş bir tabanda, eş zamanlı bir okuma yapılması niyeti oluşturur. Anlatı ve temsilin, gündelik hayatın ve sosyo-kültürel yaşantının dili olabileceği ve bu tartışmanın mimarlık ve güzel sanatlar pratiklerinin bir uzlaşma zemini olarak tuval-mekan denen yeni bir mekanda tartışılabileceği söylenir. Dolayısıyla mekan ve kültür tartışmasındaki bu güçlü iletişimin bir 'diyalog' olarak ele alınmasıyla, hem diyaloğun simgesel bir temsili, hem de bu diyaloğun kurulduğu bir iletişim dili ve realitede görünür kılındığı bir iz olarak anlatı ve onu oluşturan temsilin rolü; mekan-kültür-temsil tartışmasının temel sorusunu oluşturur. Bu çok katmanlı tartışmanın yapılması için ise mekan kavramının katmanlarının çözümlenmesi ve bir uzlaşma zemini oluşturacak şekilde yeniden tanımlanması gerekmektedir. Bu çözümlemenin başlangıç adımı, mekanın yaşadığımız üç boyutlu dünyadaki maddesel gerçekliğidir; mekan, uzayda geometri ve matematik ile kolayca formüllendirilebilen ve ilişki ve iletişimlere dair tartışmalar içermeyen yapısı üzerinden, kartezyen yönü ile tanımlanır. Bu kartezyen mekan fikri, Lefebvre'nin (2002) kartezyen düşünceye ve onun gelişmesiyle mekan tanımlarının mutlak netlik üzerinden tanımlanma fikrine dayanır. Ancak bu katmanda mekan ilişkilere ve herhangi bir üst bilgiye dair yorum ve tartışma barındırmaz. Mekanın inşa edilmesini ve tasarlanmasını sağlayan amaç, sosyo-kültürel yapı, coğrafya vb. gibi üst bilgiler, mekanın işlev ve anlamı gibi diyalog ve etkileşim üzerinden tartışılan katman ise, mekanın harcı, ilişkisel katman olarak tanımlanabilir. Bu tanımın temelinde ise Baurriaud'un (2005) ilişkisel estetik kavramı yatar. Harvey (1973) ise bu ilişkisel estetik tanımı üzerinden ilişkisel mekanı, ona dair tüm bağlantılar ve tartışmalar üzerinden üretilen ilişkisellik ve nedensellik yoluyla var olan mekan olarak tanımlar. Dolayısıyla ilişkisel mekana dair tartışmaların bir izini oluşturan mekan üzerindeki anlatılar ile bu temsillerin iletişime geçtiği arayüzleri tartışmak, ilişkisel mekanın kurulmasında temsilin yeni bir dil/diyalog olarak nasıl bir rol oynadığını incelemek adına kritiktir. Basit bir örnekleme ile, bir şapel duvarında yer alan ve yapının amacına hizmet edecek olan hikayeyi konu edinen bir duvar resmi, içinde bulunduğu mekanın anlamsal olarak güçlenmesine, mekanın yücelik hissinin şiddetlenmesine, hatta kullanıcıların mekansal deneyimlerine kadar geniş bir etki bırakır. Sparacino, Davenport ve Petland (1999), yapıların temel biçimlerini oluşturan basit geometrik formların ve onlara anlam ithaf eden tüm simgesel ifadelerin dahi, mekanı zamanın ötesine taşıyarak yüzyıllar boyunca sürecek bir hikayeyi oluşturmakta etkin bir rol oynadıklarını söylerler; mimarlığın anlatısı, gündelik hayatın dinamiklerini ve onları yaşama biçimimizi, kenti ve mekanlarını algılama ve deneyimleme biçimlerimizi anlatan bir hikayenin kendisidir. Dolayısıyla mimarlık, onun hikayesi, bu hikayenin yapı üzerinde var olma şekli olan anlatı ve onun medyası olan temsil, kültürün bu çok katmanlı birlikteliği biçimlendirme şekli ve tüm bu üçlü diyaloğun kendisinin eş bir zeminde, bir uzlaşma ortamı içerisinde tartışılması, mimarlığın hikayesinin farklı medyalar üzerinden incelenmesi adına önemlidir. Özellikle tez çalışması kapsamında bu üçlü diyaloğun bir uzlaşma mekanı üzerinden tartışılması durumu, gerek tarihsel örneklemelerde, gerekse çağdaş mimari ve bugünün hikayesinde mekan ve temsilin birbiri üzerinde bulunma haline odaklanır. Yapının inşa edildikten sonra zaman içinde dönüşen kültürün kendisi ve mekanın ihtiyaçlarının değişmesi nedeniyle mekanlar üzerine sonradan eklenen temsil ve görsel anlatı örneklerini tartışmanın yanında; yapıyı üreten kişi ve sanatsal anlatıyı kurgulayan/resmeden kişinin aynı kişi/kişiler olduğu veya eş zamanlı bir üretim süreci yaşadığı durumları incelemek de kritiktir. Hayles (1999) de, bilginin ancak bir medya veya temsil yoluyla desteklendiği ve görselleştirildiği durumda 'var' olabildiği fikrini destekler; buradan yola çıkarak mekanın bilgisinin veya gündelik hayatın bilgisinin yapı üzerinde kendini var etmesi ile birlikte oluşan yeni durumun potansiyelleri tartışılmak istenmektedir. Anlatı denen sonsuz boyutlu katmanın kültürün şekillendirdiği mekanın bir araya gelmesiyle oluşan yeni birlikteliğin; hem anlatının mekan ile kurduğu etkileşim üzerinden diyalog, hem kullanıcı ile kurulan bu diyalog üzerinden deneyim, hem de tüm bu kavramların birbirleri üzerinde söz söyleme hali üzerinden yıkılan hiyerarşik düzen yoluyla oluşan eş birliktelikler üzerinden doğan gerilim/uzlaşma, örnek durumlar üzerinden incelenmelidir. Tüm bu tartışma yoluyla, görsel anlatının kendini üzerinde var ettiği bir 'tuval' olarak yeni uzlaşma 'mekan'ının birlikteliği, mimari mekan ve mekansal çizimin diyaloğu ve katmanları, mekana yeni bir katman olarak eklenen görsel anlatı ve temsilin mevcut yapıyı dönüştürme şekilleri, mekanın mevcut özgün fonksiyonunun yeni bir deneyime dönüşme yolları ve kullanıcının mekan deneyiminin ve mekan içindeki davranışlarının değişmesi üzerinden mekansal hafızanın sorgulanması; yani özetle tuval-mekanın oluşturduğu yeni uzlaşma ortamının ihtimallerini ve tartışmalarını farklı örnekler üzerinden incelemek, tez çalışmasının omurgasını oluşturur. Tuval-mekan, ilk adımda, ana yapı-eklemlenen katmanın fiziksel birlikteliklerini, bu tartışmada çizimin dönüştürücü rolünü, medya seçimini ve mekan üzerindeki etkisini ve mekanı inşa eden/sanatı icra eden kişi ayrımını farklı örnekler üzerinden sorgular. İlk örnek, anlatının mekan üzerine sonradan eklendiği ve mekanı dönüştürdüğü durum olabilir. Kullanılmadığı için atıl kalan bir mekanın, bir temsil aracı olarak çizim ve yeniden kurgulanan bir anlatı ile bir araya getirilerek tuval-mekanın oluşturulmasında temel soru, bu eylemin yeni bir mekan kurma yöntemi olup olamayacağının tartışılması, yapıların tarihsel akışta farklı sebeplerle yitirdiği anlatıcı olma özelliğinin 21.yüzyılda bir uzlaşı içinde geri çağırıldığında ne ifade ettiğinin anlaşılması ve mekan üzerine eklenen görsel anlatı mekanı dönüştürme yetisinin bugünün mimarlık anlayışındaki yerinin anlaşılmak istenmesidir. Diğer bir durumda, mekan ve görsel anlatının aynı anda inşa edildiğinde yapıya dair zihinsel ve fiziksel dönüşümün eş zamanlı bir şekilde kuvvetli bir diyalog halinde, bir uzlaşma zemininde yaşanması nedeniyle tuval-mekanın bir uzlaşma mekanı olarak tanımlanabileceği söylenebilir. Tez çalışmasında bahsedilen tüm örnekler üzerinden ortaklaşılabilecek nokta, var olan mevcut bir yapının tuval-mekan olarak yeniden tanımlanmasının veya inşa edilmesinin ilk adımı olarak bir anlatıcı/kurucu göz ile tüm yapı okumasının yapılması ve bu yolla tuval mekanın ve içeriğin yeniden kurgulanmasıdır. Diğer yandan, bu yeniden kurgu sırasında, Sistine Şapeli tavan fresklerindeki gibi, üç boyutlu salt fiziksel mekan üzerine temsilin sonsuz boyutunun eklenmesiyle gerçek-sanal mekan birlikteliği de oluşturulabilir. Tuval-mekanın hem mekanı boyutlandırması, hem de içeriği ve yapının anlamını kuvvetlendirmesi nedeniyle yapı ve sanat pratiğinin bir uzlaşma zemini oluşturduğu söylenebilir. Aynı durum, perspektif yoluyla Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği freski üzerinden de incelenebilir. Tuval-mekanın bazı bölgeleri fiziksel gerçeklikteki yapı sınırları ile tanımlıyken, bazı bölgeleri ise hayal gücü ve aklın sınırları ile tanımlıdır. İkinci adımda, özgün işlevden yeni deneyime giden yolda sanatsal eylemi ve bu eylem yoluyla performatif/üretici mekanı, sanatsal eylemin aksiyonlarını ve içeriğin mekana göre yeniden üretiminin yaratıcı sürecini, icra ve inşa edenin mekan içindeki poz ve pozisyonlarını tartışmak gerekmektedir. Üç boyutlu bir tuvalin içinde bulunma hali üzerinden, sanatsal eylemden bağımsız olarak, yapı içinde farklı pozisyonlarda bulunmanın mekan deneyimini, algısını ve yeniden anlamlandırılmasını etkilediği düşünülürse; yeni durumda mekan ile kurulan diyalog, bu diyalog üzerinden de yaratıcı/üretici süreç çeşitlenir, değişir. Son adımda, mekan kullanıcısının deneyim ve davranışlarının değişimini pozisyon ve bakışlar üzerinden incelemek ve mekan-bellek ilişkisi üzerinden yeni hafızayı tartışmak gerekmektedir. İçeriği oluşturan verinin mekanın kullanıcısı ile iletişime geçme biçimi, kullanıcının mekan içinde bulunduğu konum, mekan içerisinde aldığı yeni pozisyonlar ve bu pozisyonlar üzerinden ona yeni bakma şekilleri ile de alakalıdır. Daha önceki örneklemelerde bahsedilen dönüşüm ve değişim ise tuval-mekan tanımında bir "ilk durum" ve "son durum" oluşturur, dolayısıyla tuval-mekanın oluşumu veya var olan mekanların tuval-mekana dönüşümü süreçlerinde hafızanın değişimini de izlemek mümkündür. Uzlaşma, kendini mekanı inşa eden tüm sanatsal eylem ve mekansal yeni durumları da tartışma alanı içerisine alarak, gerek bireysel, gerekse kolektif hafızada mekanın inşasında/dönüşümünde gösterir. Tüm bu tartışmaların sonucu olarak, tuval-mekanın, zamanla anlatıcı özelliğini kaybeden yapıların bir hikaye anlatıcısı olma halini geri çağırmak üzere potansiyelli bir kavram çatısı oluşturduğu söylenebilir. Anlatı, özellikle kültür ve gündelik hayat dinamiklerinin ve kentsel mekanların hızla değiştiği bugünün dünyasında kendi hikayesini yapı üzerinde gösterebilir, kentlilerin hafızasında ve kentsel bellekte üzerindeki söz/hikaye yoluyla yer edebilir. Ayrıca hızla değişen kültürün yok olup giden cümleleri, 21.yüzyılda yeni bir yöntem ile tuval-mekanlar üzerinde kendini görünür kılabilir; tuval-mekan, kültür aktarımında kritik bir arayüz olarak kendini gösterebilir.