A critical consideration of the digital public sphere on the basis of the agonistic theory
A critical consideration of the digital public sphere on the basis of the agonistic theory
Dosyalar
Tarih
2025
Yazarlar
Adakan, Kerem Alpkaan
Süreli Yayın başlığı
Süreli Yayın ISSN
Cilt Başlığı
Yayınevi
ITU Graduate School
Özet
This study aims to create new theoretical expansions in the popular discussion of the digital public sphere and democratization. The relationship between democratic engagement and social media platforms as digital public spheres has been a popular topic and many writers expected that it would be easier to consolidate democratic grounds in the age of social networking sites. It was mainly due to the assumption that social and technical foundations of Web 2.0 may facilitate the free expression of ideas, participation, pluralism, and so on. However, it is argued in this study that social media platforms have severe disadvantages in promoting democratic grounds and forming public spheres as opposed to popular expectations. The relationship between social media and democratic engagement has been thought of predominantly through rationality and consensus. Such an approach disregards the importance of conflict in consolidating democratic grounds. Contemporary agonism differently focuses on power exertion and shows that democratic grounds can be consolidated by persisting conflict. Conflictual processes are crucial in preventing the monopolization of power and preserving the plurality of subjectivities. Adhering to the agonistic principles, the market-oriented logic of social media platforms and its influence on political conflict are critically evaluated in this study. This market-oriented logic is indeed diffused into design, interfaces, and the behavioral patterns of users and owners of platforms in the case of social media. Therefore, a multifaceted approach with the analysis of the socio-cultural and political implications of social network sites is presented. Social media and its potential to promote democratization have been widely mentioned through the concept of the digital public sphere so far. In the second chapter of this study, the definitions of the terms ICT, Web 2.0, and social media are given, and the concept of "the digital public sphere" which is based on Habermas's traditional "public sphere" is considered. The study describes the transformation of internet usage after Web 2.0 and shows how discussions on social media have intensified in the literature. After considering the initial approaches to this topic, in the third chapter, contemporary agonistic theory was mentioned along with its historical references. The discussion of social media as a digital public sphere continued with the new expansions that can be created by the agonistic model. Basic concepts of contemporary agonistic thought is explained with references to the leading agonistic figures. In the fourth chapter of the study, social media is criticized on the basis of agonistic thought; the commercialization of digital space, the design of social media platforms, and the surveillance culture form the main topics of discussion. Finally, the main idea that social media platforms have severe disadvantages in promoting democratic grounds is recaptured with references to antagonist polarization recurring in platforms in the fourth chapter. This chapter mainly focuses on the quality of the confrontation between poles in digital space and relevant case studies are presented to empirically support the main argument. The study considers the fluid formation of platforms, their users, and their owners. The competition and shared patterns between different platforms are also observed. Along with the human actors mentioned above, technical foundations and designs of social media platforms are regarded as actors in relational situations. In this way, a critical approach is constructed with a multilayered analysis. Some deficiencies observed in the previously presented criticism are attempted to be eliminated with this discussion.
Bu çalışma dijital kamusal alan ve demokratikleşme konusunda yeni teorik açılımlar yaratmayı amaçlamaktadır. Demokratik katılım ile dijital kamusal alanlar, yani sosyal medya platformları arasındaki ilişki akademide popüler bir tartışma konusu olmuş; birçok yazar sosyal medya çağının demokratik temelleri sağlamlaştırmada olumlu etki göstereceğini düşünmüştür. Bu varsayım Web 2.0 ile elde edilen sosyal ve teknik imkanların fikir alışverişini, katılımcılığı, çoğulluğu ve benzeri imkanları güçlendirmede rol oynayacağı düşüncesine dayanmaktadır. Popüler beklentinin aksine, bu çalışmada, sosyal medya platformlarının demokratik temelleri güçlendirmede ve kamusal alanlar oluşturmada önemli zayıflıkları olduğu öne sürülmektedir. Sosyal medya ve demokratik katılımcılık ilişkisi daha önce ağırlıklı olarak konsensüs ve akılcılık dolayımıyla düşünülmüştür. Bu yaklaşım tarzı demokratik temelleri sağlamlaştırmada siyasal çatışmanın önemini göz ardı etmiştir. Bu yaklaşıma bir alternatif olarak çağdaş agonizm ise güç ilişkilerine işaret eder ve demokratik temelleri sağlamlaştırmada çatışmanın önemine değinir. Çatışmacı süreçler gücün tekelleşmesini önlemede ve çoğulculuğu korumada rol sahibidir. Bu çalışmada agonistik ilkelere bağlı kalınarak sosyal medya platformlarında etkisini gösteren piyasa mantığı ve bu mantığın siyasal çatışma üzerindeki etkisi eleştirilmektedir. Sosyal medya bağlamında bu piyasa mantığının tasarım, arayüzler, kullanıcılar ve platformların sahipleri üzerinde yaygın şekilde etkili olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu çalışmada sosyal ağ sitelerinin sosyo-kültürel ve siyasal boyutlarını kapsayan çok yönlü bir analiz sunulmuştur. Önceki literatürde sosyal medyanın demokratikleşmeyi destekleme potansiyelinin sıklıkla dijital kamusal alan kavramıyla birlikte ele alındığı görülebilir. Bu minvalde çalışmanın ikinci bölümünde BİT, Web 2.0 ve sosyal medyanın tanımları verilmiş, sonrasında Habermas'ın geleneksel "kamusal alan" kavramı üzerinde şekillenen "dijital kamusal alan" kavramı ele alınmıştır. Özellikle 2004 sonrasında Web 2.0 ile internet kullanımının farklılaştığı ve literatürde sosyal medya üzerindeki tartışmaların yoğunlaştığı belirtilmiştir. Habermas kamusal alan kavramını liberal kapitalizmin erken dönemlerine dayandırmaktadır. Sivil toplumun etkisiyle ortaya çıkan kamusal alan, yurttaşların bütün bağlarından sıyrılarak var olabildiği ve fikirlerini müzakere edebildiği alanlar olarak tasvir edilmiştir. Habermas'ın kamusal alan ile devlet ya da pazar arasında bir ayrım çizdiği görülmektedir. Habermas'a göre bunlar arasında yalnızca kamusal alanda iletişimsel rasyonalitenin belirleyici olduğu söylenebilir. Habermas devlet ve pazar alanlarındaki mantığın söylemsel bir yapıya dayanmadığını, iletişimsel eylemin sadece kamusal alanda mümkün olabildiğini belirtir. Bu sebeple kamusal alanda kişilerin önceki statüleri, zenginlikleri, mesleki pozisyonları ya da inanışları ön planda değildir. Kişiler eşit ve fikirlerini özgürce ifade eden katılımcılar olarak var olabilmektedir. Kararlar argümanların niteliğine göre alınır ve katılımcılar arasında rasyonel bir konsensüs oluşturulabilir. Habermas'ın demokrasi modelinin temelinde kamusal alan kavramıyla ele aldığı iletişimsel rasyonalite bulunmaktadır. Öte yandan, Habermas kitlesel medyanın ve kapitalizmin gelişen dinamiklerinin etkisiyle iletişimsel rasyonalitenin tahrip edildiğini, eleştirel düşüncenin piyasa ilişkileriyle yok olduğunu belirtmiştir. Web 2.0 ile sosyal medyanın yaygınlaşmasının ardından dijital kamusal alan kavramını ortaya atan düşünürler, bu sürecin tersine dönebileceğini, sosyal medya platformlarının yatay iletişim ağları oluşturmada, mesafe engeli olmaksızın çok katılımcılı tartışmalara zemin hazırlamada ve demokratik bir ivmelenme sağlamada etkili olabileceğini iddia etmiştir. Böylelikle, kitlesel medyanın yarattığı tahribatın giderilebileceği, eleştirel düşüncenin ve düşünsel zenginliğin yeniden belirleyici olabileceği varsayılmıştır. Tez çalışmasında dijital kamusal alan teorileriyle öngörülen demokratik ivmelenme düşüncesine karşı, güncel vaka çalışmalarından faydalanılarak ve kavramsal bağlantılar dolayımıyla eleştiriler yöneltilmiştir. Eleştirilerin teorik çerçevesini agonistik teorik yaklaşım oluşturmuştur. Tezin üçüncü bölümünde, tarihsel referanslarıyla birlikte çağdaş agonistik teoriden bahsedilmiştir. Bir dijital kamusal alan olarak sosyal medya tartışmasında agonistik demokrasi modelinin yaratabileceği yeni açılımlara dair bir meşrulaştırmaya yer verilmiştir. Agonistik teorinin özgünlüğü çatışma ve trajedi gibi geleneksel olarak pejoratif anlamlar atfedilen olguları merkeze almasında, bunları siyasal üretkenliğin ve çoğulculuğun kaynağı olarak yeniden yorumlamasındadır. Çağdaş agonistik düşünürler antagonizmanın insan toplumuna içkin olduğu fikrini paylaşır ve siyasal çatışmanın zayıfladığı durumlara şüphe ile yaklaşırlar. Bunun sebebi, insan toplumuna içkin olan ayrışmaların siyasal çatışma şeklinde ifade edilmesi gerekliliğidir. Demokrasinin ve çoğulculuğun kökeninde bu fikir yatmaktadır. Çağdaş agonizmin temsilcilerinden Chantal Mouffe demokrasinin teminatı olarak meşru bir öteki, hatta meşru bir düşman tanımı üzerine yoğunlaşmıştır. Buradaki düşmanlık ile kastedilen siyasal karşıtlıktır: süregelen siyasal mücadelenin demokrasinin tek teminatı olabileceğini öne sürer Mouffe. Eğer antagonizma toplumlara içkin ise, demoratik bir toplumda bu antagonizma siyasal çatışma biçiminde temsil edilebilmelidir. Aksi taktirde gerçek bir demokrasiden bahsedilemez. Ontolojik anntagonizma, kendini yenileyen bir siyasal çatışmanın sürekliliğini gerektirir. Rasyonel, hukuki ya da ahlaki şekilde ifade edilen bütün uzlaşılar zorunlu olarak bir dışlama barındıracağından, agonistik teoride siyasal çatışmanın sürekliliğine bir değer atfedilir. Mouffe bu çizgiyi objektifliğin ve iktidarın yakınlaştığı durumlarda güç ilişkilerini arayarak sürdürür. Mouffe'a paralel şekilde, çağdaş agonizmin bir diğer temsilcisi olan William Connolly agonistik saygı düşüncesini ortaya koymuş ve etik bir anlayış geliştirmiştir. Connolly insan toplumunda inançların ve fikirlerin zorunlu olarak çeşitlilik göstereceğini kabul eder. Bu sebeple her inanç ya da fikir savunucusunun belli bir seviyede şüpheye sahip olması gerektiğini savunur. Ötekiye olan saygının temelinde bu şüphe vardır. Ancak bu şüphe ve ötekiyle olan etkileşim sayesinde öznellikler siyasal anlamda etkili ve üretken sekilde ortaya konabilir. Diğer bir agonistik düşünür Bonnie Honig ise edim siyaseti kavramıyla siyasal aktivitenin çatışmacı yönünü önceleyen bir teorik anlayış geliştirmiştir. Buna göre siyaset, ahlak ya da adalet gibi farklı disiplinlerce yerinden edilme tehlikesi altındadır. Siyasal aktivite çatışmacı yönüyle bir yenilik doğurma kapasitesine sahipken, siyasetin ahlak ve adalet gibi kapanmış anlatılara dayanan disiplinlerce yerinden edilmesi demokratik çoğulculuğu engeller niteliktedir. Çünkü demokratik siyaset öznel kimliklerin çeşitliliğini öngörür ve öznelliklerin özgün şekillerde ifade edilmesini gerektirir. Kapanmış anlatılar ise buna engel olmaktadır. Özetle, çağdaş agonistik düşünürler öteki ve karşıt olana saygıyı ve bu bağlamda siyasal çatışmanın önemli bir dayanak olduğunu ifade etmektedir. Bu tezde dijital kamusal alan teorileriyle varsayılan demokratikleşme fikri, yukarıda özetlenen agonistik perspektifle ele alınmıştır. Demokrasinin temel gereksinimleri olarak ortaya konan siyasal çatışma, öznelerarası etkileşim ve çoğulculuğun niteliği sosyal ağlar bağlamında yeniden düşünülmüştür. Tezin dördüncü bölümünde bu agonistik ilkeler temelinde bir dijital kamusal alan incelemesi sunulmaktadır. Sosyal medyanın ticarileşmesi, sosyal medya platformlarının tasarımı ve gözetim kültürü agonistik düşünce temelinde tartışılmıştır. Çalışmanın bu bölümünde, sosyal medya platformlarının demokratik temelleri güçlendirmede önemli handikapları olduğu yönündeki ana iddia tekrar sunulmuş ve bu iddia platformlardaki yaygın antagonist kutuplaşmaya atıfla desteklenmiştir. Temel olarak dijital mekanlarda taraflar arasındaki karşılaşmaların niteliğine odaklanılmış ve ana argümanı desteklemek üzere ilgili vaka çalışmalarına yer verilmiştir. Bu tez odak noktası olarak sosyal medya platformları ve platformların kullanıcıları ile sahiplerinin dahil olduğu kümelenmeyi ele almaktadır. Farklı platformlar arasında paylaşılan kalıplar da gözlemlenmektedir. Yukarıda bahsi geçen aktörlerin yanı sıra, sosyal medya platformlarının teknik temelleri ve tasarımları ilişkisel durumlarda birer aktör olarak değerlendirilmiştir. Bu şekilde, çok katmanlı bir analizle eleştirel bir yaklaşım oluşturulmuştur. Daha önce sunulan eleştirilerde gözlemlenen bazı eksiklikler bu tartışma ile giderilmeye çalışılmıştır. Sahiplik ilişkileri, tasarımsal özellikleri ve kullanıcı davranışları gözetildiğinde sosyal medya platformlarında ticarileşmenin ve piyasa mantığının baskın olduğu söylenebilir. Bu platformlar öznel çeşitliliği yansıtma kapasitesi sınırlı, algoritmik yanlılık sebebiyle yankı odaları oluşturmaya meyilli, siyasal kimlikler arası iletişimin nadiren sağlıklı bir şekilde kurulabildiği alanlar olarak düşünülebilir. Sosyal ağ siteleri bu yönleriyle demokratik kamusal alanlar oluşturmaktan uzak görünmektedir. Sosyal medyadaki tartışmalarda siyasal karşıtlıktan ziyade, siyasal alanda değerlendirilemeyecek bir düşmanlık görülmekte, tarafların ahlaki üstünlük düşüncesiyle karşıdakini mağlup etme tutkusu ön plana çıkmaktadır. Tasarımları ve algoritmaları vasıtasıyla kolay tüketilebilir, taraftar toplayabilir içerikleri ön plana çıkaran platformlar, demokratik ve çoğulcu tartışmaların yerine "kazanan içerikleri" koymakta ve böylelikle tarafların kendilerine bahşettiği üstünlük fikrini beslemektedir. Demokratik bir gereksinim olarak karşıt tarafa duyulan saygı giderek yitirilmektedir. Buradaki temel kaygı Habermas'ın işaret ettiği, aydınlanma ve burjuva toplumu ile şekillenen, özgürlük olgusuyla birlikte düşünülen kamusal alanın özerkliğinin yitirilmesidir. Bir başka deyişle piyasa mantığı ve bürokratik stratejilerin kamusal alanla iç içe geçmesidir. Tezde dijital kamusal alan düşüncesiyle varsayılan, kitlesel medyanın yarattığı tahribatın sosyal ağ platformları dolayımıyla geri döndürülebileceği ve böylelikle demokratik bir ivmelenmenin mümkün olacağı düşüncesi eleştirilmiştir. Bu eleştiri çok katmanlı değerlendirmelere dayanmaktadır. İlk olarak platformların sosyoekonomik yapısındaki dönüşüm belirleyici bir faktör olarak ortaya konmuştur. Sosyal medya platformları ilk günlerinde kullanıcı odaklı olup, kâr amacı gütmeyen kamusal mekanlar olarak ifade edilse de sonrasında dönüşüm geçirmiştir. Günümüzde popüler platformların tamamı kâr amacı güden geniş çaplı şirketler olarak düşünülebilir. Böylelikle nitelikli kamusal tartışmalar yerine konforlu bir ortam sunmayı amaçlayan, kolay tüketilebilir içerikleri önceleyen ve etkileşim almada başarılı kullanıcılarına gelir kapısı aralayan alanlar haline gelmişlerdir. Bir nevi pazar stratejileriyle şekillendikleri, hatta pazarlama araçlarına dönüştükleri söylenebilir. İkinci olarak eklenmelidir ki platformların sosyoekonomik dönüşümü platformlarda kullanılan arayüzler ve algoritmik yapı açısından belirleyici olmuştur. Ana hedef olarak kullanıcı aktivitesini nitelikten bağımsız şekilde arttırmayı amaçlayan platformlar, beğeni ve etkileşim toplama odaklı tasarımlar kullanmaktadır. Platformların algoritmik yapıları her kullanıcı için etkileşim alma kapasitesi yüksek içerikleri öncelemektedir. Böylelikle kullanıcıların karşıt fikirlere erişme ve farklı kimlikleri anlama kapasiteleri sınırlı kalmaktadır. Bu yönüyle platformlar, öngörülenin aksine demokratik bir çoğulculuktan ve fikirlerin çeşitliliğinden ziyade finansal büyüme motivasyonunu temsil etmektedir. Son olarak, platformların sahiplik ilişkileri, tasarımsal özellikleri ve algoritmik yapıları yeni kullanıcı normları yaratmıştır. Platformlar ile iç içe geçmiş piyasa stratejileri belki de hiç olmadığı kadar gündelik hayata nüfuz etmeye başlamıştır. Tezde platformların gündelik hayata ve kullanıcı davranışlarına etkisi gözetilirken gözetim kültürü kavramına değinilmiştir. Bu kavram ile artık bireylerin kendi gözetim faaliyetlerini gerçekleştirmesi ve gözetim pratiğinin etkisinin derinleşmesi ifade edilmektedir. Tezde sosyal medyanın bu geçişte önemli bir role sahip olduğu ortaya konmuştur. Platformların kullanıcısı olarak bireyler, giderek artan şekilde kabul görme tutkusuyla ve ticari stratejiler güderek davranmaya başlamıştır. Basit gündelik faaliyetlerde dahi gözetimin ve piyasa stratejilerinin izleri görülebilir. Bu yönleriyle platformların kamusal tartışmaya olan etkisi yeniden düşünülmüştür. Kamusal etkileşim sınırlı ve şekillenebilir bir olgu olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla kamusal tartışmaların platformlar aracılığıyla ticari stratejilere maruz kaldığı ve kendi vasıflarını giderek yitirmekte olduğu gözlemlenebilir. Dijital kamusal alan teorilerinde varsayılanın aksine, sosyal medya, geleneksel medyanın yarattığı iletişimsel bozulmayı giderememiş, aksine kendi yarattığı sorunlar ile demokratikleşme kapasitesini sınırlamıştır. Tezin dördüncü bölümünde değinilen önceki araştırmalarda, sosyal medyanın antagonizmayı beslediği birçok vaka saptanmıştır. Bu vakalarda sosyal medyanın agonistik çoğulcu bir ortam sunmaktan aciz kaldığı görülmekte, hegemonik söylemi ve güç ilişkilerini pekiştirdiği anlaşılmaktadır. Sosyal medya platformlarının demokratik temelleri ve çoğulculuğu desteklemek bir yana, siyasetin yerinden edilmesine ve hegemonik düzene katkı sağladığı örnekler çoğaltılabilir. Tezde ulaşılan önemli bir sonuç şudur ki algoritmik seçilimin ve ticari stratejilerin giderek gündelik hayata aksettiği günümüz dünyasında, demokratik olasılıkların sorgulanmasına ve yeniden tanımlanmasına ihtiyaç vardır. İnternet teknolojilerinin nüfuz sahası ve sosyal medyanın yaygınlığı düşünüldüğünde, sosyal medyanın 21. yüzyıl siyaseti için bir ikon olduğu görülmektedir. Bu sebeple onu farklı teorik açılımlar ile ele almanın gerekliliği üzerinde durulmalıdır.
Bu çalışma dijital kamusal alan ve demokratikleşme konusunda yeni teorik açılımlar yaratmayı amaçlamaktadır. Demokratik katılım ile dijital kamusal alanlar, yani sosyal medya platformları arasındaki ilişki akademide popüler bir tartışma konusu olmuş; birçok yazar sosyal medya çağının demokratik temelleri sağlamlaştırmada olumlu etki göstereceğini düşünmüştür. Bu varsayım Web 2.0 ile elde edilen sosyal ve teknik imkanların fikir alışverişini, katılımcılığı, çoğulluğu ve benzeri imkanları güçlendirmede rol oynayacağı düşüncesine dayanmaktadır. Popüler beklentinin aksine, bu çalışmada, sosyal medya platformlarının demokratik temelleri güçlendirmede ve kamusal alanlar oluşturmada önemli zayıflıkları olduğu öne sürülmektedir. Sosyal medya ve demokratik katılımcılık ilişkisi daha önce ağırlıklı olarak konsensüs ve akılcılık dolayımıyla düşünülmüştür. Bu yaklaşım tarzı demokratik temelleri sağlamlaştırmada siyasal çatışmanın önemini göz ardı etmiştir. Bu yaklaşıma bir alternatif olarak çağdaş agonizm ise güç ilişkilerine işaret eder ve demokratik temelleri sağlamlaştırmada çatışmanın önemine değinir. Çatışmacı süreçler gücün tekelleşmesini önlemede ve çoğulculuğu korumada rol sahibidir. Bu çalışmada agonistik ilkelere bağlı kalınarak sosyal medya platformlarında etkisini gösteren piyasa mantığı ve bu mantığın siyasal çatışma üzerindeki etkisi eleştirilmektedir. Sosyal medya bağlamında bu piyasa mantığının tasarım, arayüzler, kullanıcılar ve platformların sahipleri üzerinde yaygın şekilde etkili olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu çalışmada sosyal ağ sitelerinin sosyo-kültürel ve siyasal boyutlarını kapsayan çok yönlü bir analiz sunulmuştur. Önceki literatürde sosyal medyanın demokratikleşmeyi destekleme potansiyelinin sıklıkla dijital kamusal alan kavramıyla birlikte ele alındığı görülebilir. Bu minvalde çalışmanın ikinci bölümünde BİT, Web 2.0 ve sosyal medyanın tanımları verilmiş, sonrasında Habermas'ın geleneksel "kamusal alan" kavramı üzerinde şekillenen "dijital kamusal alan" kavramı ele alınmıştır. Özellikle 2004 sonrasında Web 2.0 ile internet kullanımının farklılaştığı ve literatürde sosyal medya üzerindeki tartışmaların yoğunlaştığı belirtilmiştir. Habermas kamusal alan kavramını liberal kapitalizmin erken dönemlerine dayandırmaktadır. Sivil toplumun etkisiyle ortaya çıkan kamusal alan, yurttaşların bütün bağlarından sıyrılarak var olabildiği ve fikirlerini müzakere edebildiği alanlar olarak tasvir edilmiştir. Habermas'ın kamusal alan ile devlet ya da pazar arasında bir ayrım çizdiği görülmektedir. Habermas'a göre bunlar arasında yalnızca kamusal alanda iletişimsel rasyonalitenin belirleyici olduğu söylenebilir. Habermas devlet ve pazar alanlarındaki mantığın söylemsel bir yapıya dayanmadığını, iletişimsel eylemin sadece kamusal alanda mümkün olabildiğini belirtir. Bu sebeple kamusal alanda kişilerin önceki statüleri, zenginlikleri, mesleki pozisyonları ya da inanışları ön planda değildir. Kişiler eşit ve fikirlerini özgürce ifade eden katılımcılar olarak var olabilmektedir. Kararlar argümanların niteliğine göre alınır ve katılımcılar arasında rasyonel bir konsensüs oluşturulabilir. Habermas'ın demokrasi modelinin temelinde kamusal alan kavramıyla ele aldığı iletişimsel rasyonalite bulunmaktadır. Öte yandan, Habermas kitlesel medyanın ve kapitalizmin gelişen dinamiklerinin etkisiyle iletişimsel rasyonalitenin tahrip edildiğini, eleştirel düşüncenin piyasa ilişkileriyle yok olduğunu belirtmiştir. Web 2.0 ile sosyal medyanın yaygınlaşmasının ardından dijital kamusal alan kavramını ortaya atan düşünürler, bu sürecin tersine dönebileceğini, sosyal medya platformlarının yatay iletişim ağları oluşturmada, mesafe engeli olmaksızın çok katılımcılı tartışmalara zemin hazırlamada ve demokratik bir ivmelenme sağlamada etkili olabileceğini iddia etmiştir. Böylelikle, kitlesel medyanın yarattığı tahribatın giderilebileceği, eleştirel düşüncenin ve düşünsel zenginliğin yeniden belirleyici olabileceği varsayılmıştır. Tez çalışmasında dijital kamusal alan teorileriyle öngörülen demokratik ivmelenme düşüncesine karşı, güncel vaka çalışmalarından faydalanılarak ve kavramsal bağlantılar dolayımıyla eleştiriler yöneltilmiştir. Eleştirilerin teorik çerçevesini agonistik teorik yaklaşım oluşturmuştur. Tezin üçüncü bölümünde, tarihsel referanslarıyla birlikte çağdaş agonistik teoriden bahsedilmiştir. Bir dijital kamusal alan olarak sosyal medya tartışmasında agonistik demokrasi modelinin yaratabileceği yeni açılımlara dair bir meşrulaştırmaya yer verilmiştir. Agonistik teorinin özgünlüğü çatışma ve trajedi gibi geleneksel olarak pejoratif anlamlar atfedilen olguları merkeze almasında, bunları siyasal üretkenliğin ve çoğulculuğun kaynağı olarak yeniden yorumlamasındadır. Çağdaş agonistik düşünürler antagonizmanın insan toplumuna içkin olduğu fikrini paylaşır ve siyasal çatışmanın zayıfladığı durumlara şüphe ile yaklaşırlar. Bunun sebebi, insan toplumuna içkin olan ayrışmaların siyasal çatışma şeklinde ifade edilmesi gerekliliğidir. Demokrasinin ve çoğulculuğun kökeninde bu fikir yatmaktadır. Çağdaş agonizmin temsilcilerinden Chantal Mouffe demokrasinin teminatı olarak meşru bir öteki, hatta meşru bir düşman tanımı üzerine yoğunlaşmıştır. Buradaki düşmanlık ile kastedilen siyasal karşıtlıktır: süregelen siyasal mücadelenin demokrasinin tek teminatı olabileceğini öne sürer Mouffe. Eğer antagonizma toplumlara içkin ise, demoratik bir toplumda bu antagonizma siyasal çatışma biçiminde temsil edilebilmelidir. Aksi taktirde gerçek bir demokrasiden bahsedilemez. Ontolojik anntagonizma, kendini yenileyen bir siyasal çatışmanın sürekliliğini gerektirir. Rasyonel, hukuki ya da ahlaki şekilde ifade edilen bütün uzlaşılar zorunlu olarak bir dışlama barındıracağından, agonistik teoride siyasal çatışmanın sürekliliğine bir değer atfedilir. Mouffe bu çizgiyi objektifliğin ve iktidarın yakınlaştığı durumlarda güç ilişkilerini arayarak sürdürür. Mouffe'a paralel şekilde, çağdaş agonizmin bir diğer temsilcisi olan William Connolly agonistik saygı düşüncesini ortaya koymuş ve etik bir anlayış geliştirmiştir. Connolly insan toplumunda inançların ve fikirlerin zorunlu olarak çeşitlilik göstereceğini kabul eder. Bu sebeple her inanç ya da fikir savunucusunun belli bir seviyede şüpheye sahip olması gerektiğini savunur. Ötekiye olan saygının temelinde bu şüphe vardır. Ancak bu şüphe ve ötekiyle olan etkileşim sayesinde öznellikler siyasal anlamda etkili ve üretken sekilde ortaya konabilir. Diğer bir agonistik düşünür Bonnie Honig ise edim siyaseti kavramıyla siyasal aktivitenin çatışmacı yönünü önceleyen bir teorik anlayış geliştirmiştir. Buna göre siyaset, ahlak ya da adalet gibi farklı disiplinlerce yerinden edilme tehlikesi altındadır. Siyasal aktivite çatışmacı yönüyle bir yenilik doğurma kapasitesine sahipken, siyasetin ahlak ve adalet gibi kapanmış anlatılara dayanan disiplinlerce yerinden edilmesi demokratik çoğulculuğu engeller niteliktedir. Çünkü demokratik siyaset öznel kimliklerin çeşitliliğini öngörür ve öznelliklerin özgün şekillerde ifade edilmesini gerektirir. Kapanmış anlatılar ise buna engel olmaktadır. Özetle, çağdaş agonistik düşünürler öteki ve karşıt olana saygıyı ve bu bağlamda siyasal çatışmanın önemli bir dayanak olduğunu ifade etmektedir. Bu tezde dijital kamusal alan teorileriyle varsayılan demokratikleşme fikri, yukarıda özetlenen agonistik perspektifle ele alınmıştır. Demokrasinin temel gereksinimleri olarak ortaya konan siyasal çatışma, öznelerarası etkileşim ve çoğulculuğun niteliği sosyal ağlar bağlamında yeniden düşünülmüştür. Tezin dördüncü bölümünde bu agonistik ilkeler temelinde bir dijital kamusal alan incelemesi sunulmaktadır. Sosyal medyanın ticarileşmesi, sosyal medya platformlarının tasarımı ve gözetim kültürü agonistik düşünce temelinde tartışılmıştır. Çalışmanın bu bölümünde, sosyal medya platformlarının demokratik temelleri güçlendirmede önemli handikapları olduğu yönündeki ana iddia tekrar sunulmuş ve bu iddia platformlardaki yaygın antagonist kutuplaşmaya atıfla desteklenmiştir. Temel olarak dijital mekanlarda taraflar arasındaki karşılaşmaların niteliğine odaklanılmış ve ana argümanı desteklemek üzere ilgili vaka çalışmalarına yer verilmiştir. Bu tez odak noktası olarak sosyal medya platformları ve platformların kullanıcıları ile sahiplerinin dahil olduğu kümelenmeyi ele almaktadır. Farklı platformlar arasında paylaşılan kalıplar da gözlemlenmektedir. Yukarıda bahsi geçen aktörlerin yanı sıra, sosyal medya platformlarının teknik temelleri ve tasarımları ilişkisel durumlarda birer aktör olarak değerlendirilmiştir. Bu şekilde, çok katmanlı bir analizle eleştirel bir yaklaşım oluşturulmuştur. Daha önce sunulan eleştirilerde gözlemlenen bazı eksiklikler bu tartışma ile giderilmeye çalışılmıştır. Sahiplik ilişkileri, tasarımsal özellikleri ve kullanıcı davranışları gözetildiğinde sosyal medya platformlarında ticarileşmenin ve piyasa mantığının baskın olduğu söylenebilir. Bu platformlar öznel çeşitliliği yansıtma kapasitesi sınırlı, algoritmik yanlılık sebebiyle yankı odaları oluşturmaya meyilli, siyasal kimlikler arası iletişimin nadiren sağlıklı bir şekilde kurulabildiği alanlar olarak düşünülebilir. Sosyal ağ siteleri bu yönleriyle demokratik kamusal alanlar oluşturmaktan uzak görünmektedir. Sosyal medyadaki tartışmalarda siyasal karşıtlıktan ziyade, siyasal alanda değerlendirilemeyecek bir düşmanlık görülmekte, tarafların ahlaki üstünlük düşüncesiyle karşıdakini mağlup etme tutkusu ön plana çıkmaktadır. Tasarımları ve algoritmaları vasıtasıyla kolay tüketilebilir, taraftar toplayabilir içerikleri ön plana çıkaran platformlar, demokratik ve çoğulcu tartışmaların yerine "kazanan içerikleri" koymakta ve böylelikle tarafların kendilerine bahşettiği üstünlük fikrini beslemektedir. Demokratik bir gereksinim olarak karşıt tarafa duyulan saygı giderek yitirilmektedir. Buradaki temel kaygı Habermas'ın işaret ettiği, aydınlanma ve burjuva toplumu ile şekillenen, özgürlük olgusuyla birlikte düşünülen kamusal alanın özerkliğinin yitirilmesidir. Bir başka deyişle piyasa mantığı ve bürokratik stratejilerin kamusal alanla iç içe geçmesidir. Tezde dijital kamusal alan düşüncesiyle varsayılan, kitlesel medyanın yarattığı tahribatın sosyal ağ platformları dolayımıyla geri döndürülebileceği ve böylelikle demokratik bir ivmelenmenin mümkün olacağı düşüncesi eleştirilmiştir. Bu eleştiri çok katmanlı değerlendirmelere dayanmaktadır. İlk olarak platformların sosyoekonomik yapısındaki dönüşüm belirleyici bir faktör olarak ortaya konmuştur. Sosyal medya platformları ilk günlerinde kullanıcı odaklı olup, kâr amacı gütmeyen kamusal mekanlar olarak ifade edilse de sonrasında dönüşüm geçirmiştir. Günümüzde popüler platformların tamamı kâr amacı güden geniş çaplı şirketler olarak düşünülebilir. Böylelikle nitelikli kamusal tartışmalar yerine konforlu bir ortam sunmayı amaçlayan, kolay tüketilebilir içerikleri önceleyen ve etkileşim almada başarılı kullanıcılarına gelir kapısı aralayan alanlar haline gelmişlerdir. Bir nevi pazar stratejileriyle şekillendikleri, hatta pazarlama araçlarına dönüştükleri söylenebilir. İkinci olarak eklenmelidir ki platformların sosyoekonomik dönüşümü platformlarda kullanılan arayüzler ve algoritmik yapı açısından belirleyici olmuştur. Ana hedef olarak kullanıcı aktivitesini nitelikten bağımsız şekilde arttırmayı amaçlayan platformlar, beğeni ve etkileşim toplama odaklı tasarımlar kullanmaktadır. Platformların algoritmik yapıları her kullanıcı için etkileşim alma kapasitesi yüksek içerikleri öncelemektedir. Böylelikle kullanıcıların karşıt fikirlere erişme ve farklı kimlikleri anlama kapasiteleri sınırlı kalmaktadır. Bu yönüyle platformlar, öngörülenin aksine demokratik bir çoğulculuktan ve fikirlerin çeşitliliğinden ziyade finansal büyüme motivasyonunu temsil etmektedir. Son olarak, platformların sahiplik ilişkileri, tasarımsal özellikleri ve algoritmik yapıları yeni kullanıcı normları yaratmıştır. Platformlar ile iç içe geçmiş piyasa stratejileri belki de hiç olmadığı kadar gündelik hayata nüfuz etmeye başlamıştır. Tezde platformların gündelik hayata ve kullanıcı davranışlarına etkisi gözetilirken gözetim kültürü kavramına değinilmiştir. Bu kavram ile artık bireylerin kendi gözetim faaliyetlerini gerçekleştirmesi ve gözetim pratiğinin etkisinin derinleşmesi ifade edilmektedir. Tezde sosyal medyanın bu geçişte önemli bir role sahip olduğu ortaya konmuştur. Platformların kullanıcısı olarak bireyler, giderek artan şekilde kabul görme tutkusuyla ve ticari stratejiler güderek davranmaya başlamıştır. Basit gündelik faaliyetlerde dahi gözetimin ve piyasa stratejilerinin izleri görülebilir. Bu yönleriyle platformların kamusal tartışmaya olan etkisi yeniden düşünülmüştür. Kamusal etkileşim sınırlı ve şekillenebilir bir olgu olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla kamusal tartışmaların platformlar aracılığıyla ticari stratejilere maruz kaldığı ve kendi vasıflarını giderek yitirmekte olduğu gözlemlenebilir. Dijital kamusal alan teorilerinde varsayılanın aksine, sosyal medya, geleneksel medyanın yarattığı iletişimsel bozulmayı giderememiş, aksine kendi yarattığı sorunlar ile demokratikleşme kapasitesini sınırlamıştır. Tezin dördüncü bölümünde değinilen önceki araştırmalarda, sosyal medyanın antagonizmayı beslediği birçok vaka saptanmıştır. Bu vakalarda sosyal medyanın agonistik çoğulcu bir ortam sunmaktan aciz kaldığı görülmekte, hegemonik söylemi ve güç ilişkilerini pekiştirdiği anlaşılmaktadır. Sosyal medya platformlarının demokratik temelleri ve çoğulculuğu desteklemek bir yana, siyasetin yerinden edilmesine ve hegemonik düzene katkı sağladığı örnekler çoğaltılabilir. Tezde ulaşılan önemli bir sonuç şudur ki algoritmik seçilimin ve ticari stratejilerin giderek gündelik hayata aksettiği günümüz dünyasında, demokratik olasılıkların sorgulanmasına ve yeniden tanımlanmasına ihtiyaç vardır. İnternet teknolojilerinin nüfuz sahası ve sosyal medyanın yaygınlığı düşünüldüğünde, sosyal medyanın 21. yüzyıl siyaseti için bir ikon olduğu görülmektedir. Bu sebeple onu farklı teorik açılımlar ile ele almanın gerekliliği üzerinde durulmalıdır.
Açıklama
Thesis (M.Sc.) -- Istanbul Technical University, Graduate School, 2025
Anahtar kelimeler
felsefe,
philosophy,
siyasal bilimler,
political science,
sosyoloji,
sociology