LEE- Yapı Mühendisliği-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 80
  • Öge
    Yüksek fırın cürufu, atık seramik ve kırmızı çamur ile tek bileşenli geopolimer bağlayıcı geliştirilmesi
    (İTÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) İlbeyi, İlar Berfin ; Doğan, Ünal Anıl ; 501221015 ; Yapı Mühendisliği
    Beton, mekanik özellikleri, çevresel etkilere karşı dayanıklı olması ve uygulama kolaylığı nedeniyle günümüzde en çok tercih edilen yapı malzemesidir. Betonun temel bağlayıcı bileşeni olan çimentonun üretim sürecinin yüksek sıcaklıklarda gerçekleşmesi, enerji tüketimi ve CO2 emisyonu çevresel açıdan olumsuz etkilere sebep olmaktadır. Günümüzde çevresel farkındalığın artması ve dünya genelinde sürdürülebilirlik politikalırnın gelişmesiyle, yapı malzemelerinden beklenen dayanım, dayanıklılık ve uygulanabilirlik gibi temel özelliklerle beraber, çevresel etkilerin de azaltılması önemli bir amaç haline gelmiştir. Bu amaçla, çimento tüketimini azaltmaya yönelik geliştirilen yöntemlerden biri geopolimer bağlayıcılardır. Geopolimer bağlayıcılar alüminosilikat esaslı malzemelerin alkali ortamda aktive edilmesiyle elde edilir. Geopolimer malzemeler, aktivatör olarak kullanılan alkali içeriğin fiziksel formuna göre; sıvı halde olması durumunda iki bileşenli, katı halde olması durumunda ise tek bileşenli olarak sınıflandırılırlar. Bu çalışma kapsamında, atık malzemeler değerlendirilerek tek bileşenli geopolimer malzeme geliştirilmesi amaçlanmıştır. Alüminosilikat içeren malzeme (öncül) olarak, yüksek fırın cürufu (YFC) ve atık seramik kullanılmış, alkali aktivatör üretiminde NaOH ve atık cam değerlendirilmiştir. Ayrıca boksitten alüminyum üretimi sırasında yan ürün olarak ortaya çıkan ve alkali özelliğe sahip olan kırmızı çamur hem öncül hem de aktivatör malzeme ile yer değiştirerek karışımlara eklenmiştir. Atık malzemeler kullanılarak üretilen geopolimer harçların performanslarını değerlendirmek amacıyla 7, 14 ve 28. günde eğilme ve basınç dayanımları test edilmiş ve mekanik özellikleri incelenmiştir. Bölüm 2'de yürütülen deneysel çalışmaya yer verilmiş, kullanılan malzemelerin özellikleri, malzemelere uygulanan ön işlemler, harç üretim süreci ve üretilen geopolimer harçların karışım oranları sunulmuştur. Bölüm 3'de üretilen geopolimer harçların dayanım sonuçları sunulmuştur. Deneysel çalışma temel olarak beş aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada, çalışma kapsamında kullanılacak aktivatörün hazırlanmasına yönelik uygun hazırlık süreçleri belirlenmiştir. 12 adet geopolimer harç üretilerek, farklı silikat modülleri (SM), pişirme sıcaklığı ve pişirme süresinin etkisi araştırılmıştır. Yapılan dayanım testleri sonucunda, silikat modülü 0,5 ve 1,0 olan aktivatörlerin, 250 °C'de 120 dk. pişirilmesi sonucunda en iyi performansı gösterdiği belirlenmiştir. İkinici aşamada karışımlarda kullanılacak uygun aktivatör dozajının belirlenmesi amacıyla 10 farklı geopolimer harç karışımının hazırlanmış ve yapılan testler sonucunda %15 aktivatör dozajı optimum değer olduğu belirlenmiştir. Üçüncü aşamada yüksek fırın cürufu ve atık seramiğin karışımda kullanılma oranlarının geopolimer harçlarının dayanımlarına etkisi incelenmiştir. Sonuçlar doğrultusunda, yüksek fırın cürufu oranındaki artışın geopolimer harçların dayanımını olumlu yönde etkilediği görülmüştür. Deneysel çalışmanın dördüncü aşamasında kırmızı çamurun karışımlardaki etkisi araştırılmıştır. Kırmızı çamurun geopolimer harç karışımlarındaki oranı, kalsine edilip edilmemesi ve kalsinasyon sürecine alkali ilavesinin etkisi incelenmiştir. Kalsinasyon sürecine ilişkin; kırmızı çamurun kalsine edilmemesi, alkali ilavesiz kalsinasyon, %10 alkali ilaveli kalsinasyon ve %15 ilaveli kalsinasyon olmak üzere dört farklı koşul belirlenmiştir. Bu koşullar iki farklı kırmızı çamur oranı (%20 ve %40) ve iki farklı silikat modülü (0,5 ve 1,0) altında değerlendirilmiştir. Çalışmanın son aşamasında, yüksek fırın cürufu, atık seramik ve kırmızı çamur içeren geopolimer harçlar üzerinde iki farklı kür koşulunun etkisi incelenmiştir. Farklı silikat modülleri ve kırmızı çamur oranlarıyla üretilen numunelerin yarısı, deney yaşına kadar, atmosfere açık koşullarda (22±2 °C, %50±5 bağıl nem) bekletilirken diğer kısmı plastik örtü ile kaplanarak kürlenmiştir. Yapılan dayanım testleri sonucunda, plastik örtü ile kürlenen numunelerin, atmosfere açık koşulda kürlenen numunelere kıyasla 28. günde daha yüksek basınç dayanımına ulaştığı belirlenmiştir. Bu sonuç, nem kaybının önlendiği kür koşullarının, geopolimer harçların dayanımı üzerinde olumlu bir etkisinin olduğunu göstermektedir.
  • Öge
    Yakın fay etkisi altındaki taban izolasyonlu binada ilave sönümleyiciler ile davranış iyileştirmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-07-09) Şahin, Batuhan ; Yüksel, Ercan ; 501221008 ; Yapı Mühendisliği
    Türkiye, bulunduğu coğrafi konum itibariyle sismik aktivitenin yoğun olarak yaşandığı Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Ülkemizde farklı tipte pek çok aktif fay hattı bulunmaktadır. Bunlar arasında Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF) ve Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF) en kritik olanlarıdır. Geçmişten günümüze bu fay hatlarında çok fazla deprem meydana gelmiştir. Doğrultu atımlı karaktere sahip bu aktif fay hatları, normal ve ters atımlı faylara kıyasla daha fazla enerji biriktirebildiklerinden dolayı, bu faylar üzerinde meydana gelen depremler genellikle daha yüksek büyüklükte ve yıkıcı olmaktadır. Türkiye'de mevcut yapı stoğunun önemli bir bölümü yeterli mühendislik hizmeti almamış yapılardan oluşmakta olup, bu durum geçmişte yaşanan büyük depremlerde ciddi can ve mal kayıplarına neden olmuştur. Yakın geçmişte meydana gelen 6 Şubat 2023 tarihli Pazarcık (Mw = 7,8) ve Elbistan (Mw = 7,6) depremleri bu durumu ön plana çıkaran çarpıcı örnekler arasında yer almaktadır. Bu nedenle, mevcut yapıların durumu dikkate alınarak, ekonomik koşullar çerçevesinde yapı sistemleri depreme karşı dayanıklı hale getirilmeli; depreme dayanıksız yapılar güçlendirilmeli ya da kentsel dönüşüm programlarına dahil edilerek yıkılıp yeniden inşa edilmelidir. Depreme karşı güvenli yapı tasarımı için pek çok yöntem bulunmaktadır. Yapı türüne ve kullanım amacına bağlı olarak farklı performans hedefleri tanımlanmıştır. Konut yapılarında genellikle 50 yılda aşılma olasılığı %10 olan (475 yıllık dönüş periyodu) DD-2 deprem yer hareketi düzeyinde kontrollü hasar (KH) performans düzeyi esas alınarak tasarım yapılmaktadır. Bu performans düzeyinde yapının göçmeden ayakta kalması hedeflenmektedir. Depreme karşı daha yüksek performans talep edilen yapılar için kesintisiz kullanım (KK) performans düzeyi tercih edilebilmektedir. Bu performans düzeyinde, taşıyıcı sistemde yapısal hasar oluşmaması veya hasarın göz ardı edilebilecek düzeyde kalması hedeflenir. Söz konusu performans hedefinin sağlanması için kullanılan en etkili yollardan biri taban izolasyonu yöntemidir. Taban izolasyonu, son dönemde en yaygın tercih edilen sismik kontrol yöntemleri arasında yer almaktadır. Taban izolasyonu, hastaneler, veri merkezleri ve stratejik öneme sahip kamu binalarında yaygın olarak kullanılmakta olup, ülkemizde 100 yatak ve üzeri devlet hastanelerinde kullanımı zorunlu hâle gelmiştir. Özellikle hastane gibi faaliyetlerine deprem esnasında bile kesintisiz devam edebilmesi gereken yapılarda oldukça etkili bir yöntem olarak tercih edilmektedir. Geleneksel tasarım yöntemiyle karşılaştırıldığında, taban izolasyonu sistemlerin deprem gibi dinamik etkilerle yapıya aktarılan enerjiyi sınırlandırması ve bu etkilerin üst yapıya minimum düzeyde transferini sağlaması en önemli avantajları olarak ön plana çıkmaktadır. Taban izolasyonu sayesinde yapı periyodu uzamakta ve yakın fay etkisi taşıyan yüksek genlikli deprem kayıtlarının impuls periyotlarıyla 2–5 saniye aralığında çakışabilmektedir. Bu durum, yalıtım arayüzünde bulunan sismik izolatörlerin tasarım deplasman kapasitelerinin yetersiz kalmasına neden olabilmektedir. Yakın fay etkisi nedeniyle artan izolatör deplasman taleplerini azaltmak için, sismik yalıtım birimlerinin yatay deplasman kapasiteleri sınırlandırıla-bilmekte ancak bu durumda üst yapıya aktarılan kuvvetler artmaktadır. Bu çalışmada, yakın fay etkisi altındaki taban izolasyonlu yapı sisteminin ilave sönümleyici elemanlarla birlikte yapısal davranışı incelenmiştir. Bu amaçla, beş katlı ve dört açıklıklı tipik bir betonarme çerçeve yapı modeli üzerinde üç farklı senaryo oluşturularak yapısal davranış analizleri yapılmıştır. Öncelikle ankastre mesnetli olarak analiz edilen betonarme çerçeve daha sonra ankastre modelden elde edilen çeşitli yük kombinasyonları ve TBDY 2018 Bölüm 14'teki kurallar doğrultusunda ön boyutlanlandırması yapılan kurşun çekirdekli kauçuk izolatör (LRB) içeren taban izolasyonlu yapı modeli olarak yeniden analiz edilmiştir. İzolatörlü yapı modeli, her bir deprem setinde 11 kayıt olan uzak ve yakın fay etkisini içeren iki deprem seti için zaman tanım alanında doğrusal olmayan analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Yakın fay etkisine bağlı olarak yetersiz kalan izolatör yerdeğiştirme kapasiteleri, yalıtım arayüzüne viskoz sönümleyicilerin yerleştirilmesi sonrasında yeterli duruma dönüşmüştür. Viskoz sönümleyiciler yapı planında en dış akslarda iki adet X ve iki adet Y doğrultusunda olmak üzere birbiri ile kuvvet çifti oluşturacak biçimde yerleştirilmiştir. Çalışma kapsamında elde edilen sonuçlar ankastre mesnetli, izolatörlü ve izolatörlere ilave olarak viskoz sönümleyici eklenmiş üç farklı yapı modeli için, kat yerdeğiştirmeleri, göreli kat ötelemeleri, kat ivmeleri ve taban kesme kuvvetleri parametreleri altında karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Ankastre mesnetli sistem, sismik izolatörlü sistem, sismik izolatöre ilave viskoz sönümleyici eklenmiş sistem, bulundukları konuma uygun olarak seçilmiş uzak deprem seti ve yakın fay etkisi içeren deprem seti etkisinde sayısal olarak incelenmiştir. Yapıya sismik izolatör eklendiğinde, hâkim titreşim periyodu 0,78 s den 2,66 s ye uzamış, böylece yapıya etkiyen spektral ivme büyüklüğü yaklaşık %70 oranında azalmıştır. Ancak yakın fay etkisinde izolatör yerdeğiştirme talebi 506,6 mm'ye ulaşarak, izolatör kapasitesi olan 520 mm'ye çok yaklaşmıştır. Bu nedenle sisteme viskoz sönümleyici elemanlar eklenerek en büyük ortalama yerdeğiştirme 298,5 mm seviyesine düşürülmüştür. Analiz sonuçları, sismik izolasyonun yapının göreli kat ötelemeleri, taban kesme kuvvetleri, kat ivmeleri ve yapısal elemanlardaki iç kuvvetler üzerinde önemli ölçüde azaltıcı etkisi olduğunu kanıtlamıştır. İlave sönümleyici elemanlar, yapının yatay rijitliğini bir miktar artırarak sistemin deprem etkisindeki davranışını daha kontrollü hâle getirmiştir. Özellikle katlar arası yerdeğiştirmelerin azalması, yapısal olmayan elemanların hasar görmesini önlemekte ve genel sistem güvenliğini artırmaktadır. Çalışmada sismik izolasyon sistemlerinin tasarımında yakın fay etkisinin önemi ortaya konmuştur. İzolasyon arayüzüne yerleştirilen yeterli sayıdaki sönümleyici eleman ile yakın deprem etkisinde izolasyon sisteminde ortaya çıkan kapasite aşılmalarının engellenebileceği gösterilmiştir.
  • Öge
    Response of a fixed offshore platform to seismic excitations and fatigue damage assessment
    (Graduate School, 2025-06-18) Kabbani, Mahmoud ; Hayır, Abdul ; 501221018 ; Structural Engineering
    The expansion of offshore structures (both reinforced concrete and steel) has seen significant growth since the mid-20th century, driven by the increasing global demand for energy and the need to exploit marine energy resources. These structures have been developed at varying sea depths, ranging from shallow coastal waters to deeper offshore locations. Given the harsh and complex marine environment, offshore platforms are subjected to numerous external forces throughout their Service life. These include wave loads, wind pressures, ocean currents, seismic activity, and fatigue damage. As a result, these platforms must be designed as elevated, resilient, and robust systems capable of withstanding these diverse and dynamic loading conditions. The cumulative effect of these external forces presents substantial risks to the integrity of structural elements, potentially leading to partial or total failure of the platform. Such structural failures can result in serious environmental hazards and significant economic losses. This thesis presents a comprehensive static and dynamic analysis of a hypothetical fixed offshore platform situated in the Mediterranean Sea, off the coast of Türkiye. The structural model was developed and analyzed using the SACS V16 finite element software. The study primarily investigates the effects of seismic and wave-induced loads on the platform and evaluates its structural performance under these combined actions. The objective is to assess the platform's safety, durability, and long-term reliability through detailed numerical simulations, contributing to the broader understanding of offshore structural behavior in challenging marine environments. The ability of offshore structures to withstand seismic loading and resist fatigue damage is a critical design consideration universally recognized by engineers and researchers. These factors play a pivotal role in the structural assessment and design of offshore platforms, where the intensity of such demands is largely influenced by the platform's geographical setting—particularly when located in seismically active regions or environments subjected to severe and recurrent wave action. To evaluate the seismic response of the fixed offshore structure, a nonlinear dynamic time history analysis was performed using three ground motion records in accordance with ISO 19901-2:2004 standards. The selected ground motions were carefully chosen based on the criteria outlined in the same standard and were spectrally matched to the target elastic response spectrum with 5% viscous damping using the SeismoMatch software. The time history analysis was conducted employing the implicit time integration method to ensure accurate representation of the structure's dynamic behavior under seismic excitation. A comprehensive report was conducted to evaluate the stress distribution in the tubular joints and the associated fatigue damage in the fixed offshore structure under the influence of environmental and wave loads from all directions. This assessment contributes to estimating the platform's theoretical Service life. The numerical fatigue analysis was based on the S–N curve methodology in accordance with API standards, employing the spectral wave analysis approach to assess cumulative fatigue damage. The findings offer valuable insights into the structural integrity, safety, and long-term reliability of fixed offshore platforms.
  • Öge
    Bir deprem güvenliği sınıflandırma algoritmasının başarısının farklı betonarme taşıyıcı sistemler için irdelenmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-07-09) Karakuş, İlknur ; Yüksel, Ercan ; 501161017 ; Yapı Mühendisliği
    Türkiye deprem kuşağında bulunmaktadır ve mevcut yapı stokunun durumu olası depremlere karşı can ve mal güvenliği açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Özellikle 2000 yılı öncesinde inşa edilen betonarme yapıların önemli bir kısmı, güncel deprem yönetmeliklerinin belirttiği performans seviyelerine ulaşamamaktadır. Son yıllarda meydana gelen yıkıcı depremler, bu tür yapıların yanı sıra, güncel deprem yönetmeliğine göre projelendirilmiş bazı yapıların da yeterli taşıyıcı sistem detaylarına sahip olmadığını ve beklenen düzeyde dayanım ve süneklik sergileyemediğini açıkça ortaya koymuştur. Bu durum mühendislik hizmeti almadan inşa edilen yapıların sayıca fazla olmasıyla daha da kritik hale gelmektedir. Yapıların performans düzeyinin değerlendirilmesi, olası göçme mekanizmalarının ve hasar oluşumlarının önceden öngörülebilmesini sağlamak açısından kritik öneme sahiptir. Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği 2018, mevcut binaların performanslarının belirlenmesine yönelik kapsamlı ve mühendislik temelli değerlendirme yöntemlerini sunmaktadır. Ancak bu yöntemlerin uygulanması, saha verilerinin toplanmasını, yapısal modellerin oluşturulmasını ve ileri düzey analizlerin gerçekleştirilmesini gerektirdiğinden, mevcut yapı stoğunun büyüklüğü de göz önünde bulundurulduğunda çok ciddi zaman ve kaynak gerektirmektedir. Buna ek olarak, bazı yapıların arşiv kayıtlarına ulaşılamaması ve proje verilerinin eksikliği de süreci daha karmaşık hale getirmektedir. Bu nedenle, geniş ölçekli risk analizleri ve önceliklendirme çalışmaları için daha pratik yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Afet bölgelerinde veya afete hazırlık yapılan bölgelerde, bina güvenliğinin tespiti amacıyla sadece görsel incelemelere dayalı olarak "teknik rapor" olarak adlandırılan belgeler hazırlanmaktadır. Ancak bu raporlar bilimsel ve mühendislik uygulamaları açısından yeterli düzeyde bir değerlendirme sunmamaktadır. Bu tür belgelerde, yapının depreme dayanıklı olup olmadığına dair bir kanaatin belirtilmesi, teknik geçerliliği bulunmayan ve sorumluluk doğurabilecek bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bir yapının deprem güvenliği, sadece TBDY 2018'in 15. Bölümü çerçevesinde gerçekleştirilen Deprem Performans Analizi ile değerlendirilebilir. Bu yöntemin dışında yapılan değerlendirmeler eksik kalacaktır. Riskli yapı tespit süreçleri ise yalnızca yıkım kararı verilmesi amacıyla yürütülmekte, performans değerlendirmesinin yerine kullanılamamaktadır. Bu süreçler sonucunda elde edilen verilerle, yapının sağlam ya da depreme dayanıklı olduğu gösterilememektedir. Deprem güvenliğine ilişkin değerlendirmelerin, yalnızca bilimsel analiz ve yönetmeliklere uygun yöntemlerle gerçekleştirilmesiyle, yapısal güvenliğin doğru biçimde anlaşılması sağlanabilir. Bu kapsamda, hızlı değerlendirme yöntemleri ve görsel incelemelere dayalı ön değerlendirme teknikleriyle, yapıların risk sınıflarına ayrılması mümkün olabilmektedir. Ancak bu tekniklerin güvenilirliğini artırmak ve elde edilen bulguları yönetmelik kapsamında yürütülen sayısal analizlerle uyumlu hale getirmek gerekmektedir. Aksi takdirde, hızlı yöntemler karar vericilere yanıltıcı sonuçlar sunabilir. Bu bağlamda, yürütülen bu tez çalışmasında hızlı değerlendirme yöntemlerinin geçerliliği ve güncel deprem yönetmeliği ile uyumu araştırılmış; örnek yapılar üzerinde hem sayısal performans analizleri hem de hızlı değerlendirme teknikleri uygulanarak karşılaştırmalı değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca, hızlı değerlendirme yöntemlerinin, farklı özellikteki yapı tiplerinde güvenilir sonuçlar verip vermediği incelenmiştir. Amaç, mevcut yapı stoğunun risk düzeyinin daha kısa sürede ve daha geniş ölçekte belirlenmesine katkı sağlamaktır. Elde edilen sonuçların hem yerel yönetimler hem de mühendislik uygulamaları için yol gösterici olması beklenmektedir. Dört ana bölümden oluşan tez kapsamında, ilk bölümde konu hakkında genel bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde hem literatür taraması verilmiş hem de tezin altyapısını oluşturan konular sunulmuştur. Üçüncü bölümde ise tez kapsamında yapılan çalışmalar detaylandırılmıştır. Üç farklı yapı üzerinde TBDY 2018 kapsamında, itme ve zaman tanım alanında hesap yöntemleri kullanılarak performans analizi hesaplamaları gerçekleştirilmiştir. Yapılan analizlere ait detaylar bu bölümde sunulmuştur. Aynı yapılara ait hızlı değerlendirme yöntemi analiz sonuçları da yine bu bölümde verilmiştir. Sayısal analizler ve hızlı değerlendirme yöntemi analiz sonuçları kıyaslanarak çalışmalar sonuçlandırılmıştır. Elde edilen tüm sonuçların kısa değerlendirmesi ve öneriler ise dördüncü bölümde yer almaktadır.
  • Öge
    Yüksek katlı betonarme tüp sistemlerde kayma gecikmesi tayini ve analiz/tasarımdaki etkileri
    (İTÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025) Avcı, Zeynep Bilgenur ; Darılmaz, Kutlu ; 501211041 ; Yapı Mühendisliği
    Tüp tipi taşıyıcı sistemler, yüksek dayanımlı malzemelerin verimli kullanımı ve yanal yük taşıma kapasiteleri sayesinde çağdaş yüksek katlı yapı tasarımlarında giderek daha fazla tercih edilen sistemler hâline gelmiştir. Ancak bu sistemler, kesit boyunca eksenel yüklerin üniform dağılmaması ile karakterize edilen "kayma gecikmesi (shear lag)" olarak adlandırılan bir etkiye maruz kalmaktadır. Kayma gecikmesi, özellikle tüp sistemlerin yanal yük taşıma verimliliğini düşüren temel bir problem olup, bu etkinin yapı sistem parametreleriyle olan ilişkisi henüz yeterince detaylı şekilde incelenmemiştir. Bu çalışma, kayma gecikmesi davranışını etkileyen üç temel yapısal sistem değişkenini; yanal rijitlik, kat planı en-boy oranı ve yapı yüksekliği araştırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla, SAP2000 yapısal analiz programı kullanılarak altı adet sonlu eleman modeli oluşturulmuştur. İlk olarak, yanal rijitliğin kayma gecikmesine etkisini değerlendirebilmek adına, farklı sayıda kuşak kirişi içeren üç model geliştirilmiştir: kuşak kirişi içermeyen model A; bir adet kuşak kirişi içeren model B; iki adet kuşak kirişi içeren model C ve üç adet kuşak kirişi içeren model D. Yapılan karşılaştırmalar sonucunda, kuşak kirişi sayısı arttıkça yanal rijitliğin arttığı ve buna bağlı olarak kayma gecikmesi oranlarının azaldığı görülmüştür. Ayrıca kayma gecikmesinin pozitif değerlere ulaştığı kat seviyesinin, yanal rijitlik arttıkça üst katlara doğru ötelenme eğiliminde olduğu tespit edilmiştir. İkinci olarak, kat planı en-boy oranının etkilerini incelemek amacıyla, model A ile aynı kat yüksekliğine ve sistem tipine sahip, ancak x yönünde açıklığı iki kat artırılmış model E oluşturulmuştur. Bu sayede plan düzleminde x/y oranı değiştirilmiş, yapının y yönü sabit tutulmuştur. Model A ile model E arasında yapılan karşılaştırma sonucunda, yöne dik kenar (flanş) üzerindeki kayma gecikmesi oranlarının yaklaşık iki kat arttığı; yöne paralel kenarde (web) ise bu oranların büyük ölçüde sabit kaldığı görülmüştür. Son olarak, yapı yüksekliği değişkeni incelenmiştir. Başlangıçta oluşturulan model F, 35 katlı bir yapı olarak tasarlanmış ve 30 katlı model A ile karşılaştırılmıştır. Elde edilen ilk bulgular, yapı yüksekliği arttıkça kayma gecikmesi oranlarının azaldığını göstermiştir. Bu sonuç, mevcut literatürde genellikle kabul gören "yüksekliğin kayma gecikmesini artırdığı" yönündeki görüşlerle çelişmektedir. Bu durumun geçerliliğini test etmek amacıyla, ilave olarak 32, 40 ve 50 katlı modeller oluşturularak analizler genişletilmiştir. Tüm bu modellerde benzer bir eğilim gözlenmiş ve kat sayısı arttıkça kayma gecikmesi oranlarının düştüğü, eksenel yük dağılımının daha üniform hale geldiği belirlenmiştir. Bu durumun olası sebebi olarak, yapı yüksekliği arttıkça eğilme etkilerinin baskın hale gelerek kayma gecikmesi etkisini gölgelemesi ve kolonlar arası eksenel yük dağılımını dengelemesi düşünülmektedir. Sonuç olarak bu tez kapsamında, üç farklı yapısal sistem değişkeninin kayma gecikmesi üzerindeki etkisi detaylı biçimde analiz edilmiş; tüp sistemlerin performansını etkileyen temel faktörler bütüncül olarak değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar, mevcut literatüre katkı sağlayacak nitelikte olup, özellikle yapı yüksekliği gibi bazı parametrelerin etkilerine dair alternatif yorumlar geliştirilmesine olanak sunmuştur. Bu çalışma, hem tasarım pratiği açısından yol gösterici olmayı hem de ileride yapılacak benzer araştırmalara altyapı oluşturmayı hedeflemektedir.