LEE- Yapı Mühendisliği-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 67
  • Öge
    Hiperbolik soğutma kulesi yapılarının serbest titreşim, deprem ve rüzgâr yükleri altındaki tepkilerinin incelenmesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-04) Polat, Azat ; Öztürk, Turgut ; 501191011 ; Yapı Mühendisliği
    19.yy'da araştırmaları başlayan uzun ve narin yapılar olan soğutma kulelerinin tasarımı ve yapımı konusunda, gün geçtikçe hem teknolojinin gelişmesi hem de yapılan araştırmaların sayısının artmasından dolayı geçmişten günümüze güvenilirlik ve ekonomik açıdan önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Hiperbolik soğutma kuleleri, sistemde kullanılan sıcak suyun, ısı değişiminin olduğu yüzeyde suyun dağıtıldığı ve ortamdaki hava sıcaklığının etkisiyle sistemden alınan bu sıcak suyun soğutulup bir havuzda toplanıp tekrardan tesiste kullanılmaya hazır hale getirildiği kule tipi yapılardır.Soğutma kuleleri tesiste kullanılan suyun ortamdan uzaklaştırılıp yerine kaynaktan su alınmasını önleyip daha önce kullanılmış bu suyun soğutulup tekrardan kullanılmasına imkan verdiğinden dolayı su kaynaklarımızın israf edilmeden kullanılması konusunda büyük öneme sahiptir.Bu yüzden soğutma kuleleri nükleer tesis,termal tesis,petrol tesisleri gibi çok çeşitli sayıda büyük tesislerin olmazsa olmaz yapısal elemanı haline gelmiştir.Soğutma kulelerinin esas fonksiyonları suyun soğutulup tekrardan sisteme kazandırılması olduğundan tasarım aşamasında termal mühendisliğin de önemli etkisi bulunmaktadır. Yapı mühendisliği açısından bakıldığında bir hiperbolik soğutma kulesi yapısı kabuk elemanı, taşıyıcı sistem, rijitleştirici halkalar ve temel olmak üzere dört kısma ayrılmaktadır. Soğutma kulelerine etkiyen yükler ; rüzgar,deprem,sıcaklık,oturma ve yapım aşamasındaki yükler olarak ilgili yönetmeliklerde belirtilmiştir. Soğutma kulelerinin göze çarpan ilk elemanı kabuk elemanıdır.Kabuk elemanı ilk zamanlarda tahtadan inşa edilmiştir ancak daha sonra kaydedilen gelişmelerle birlikte burada betonarme tercih edilmeye başlanmıştır.Günümüzde de betonarme ile inşa edilmekte olan kuleler bulunsa da betonarmenin yanı sıra çelik soğutma kuleleri de inşa edilmeye başlanmıştır.Sahip olduğu büyük kabuk elemanından dolayı rüzgar ,deprem gibi dinamik yüklemelere karşı rijitleştirilip gerekli dayanımın kazandırılması ciddi önem arz etmektedir.Soğutma kulesi kabuğunun yapısından dolayı gereken ilk yatırım maliyeti yüksektir.Bu sebepten dolayı, kabuk elemanı tasarımında kabuk alt noktasından kabuk üst noktasına doğru kabuk kalınlığı, hem ölü yükü azaltmak hem de daha ekonomik şekilde inşa etmek için azaltılmaktadır. Kabuk elemanının çapı incelendiğinde ise alt noktada çap en yüksek değerde iken yükseklikle birlikte azalmakta ve boyun noktasında en düşük değerine ulaşmaktadır.Boyun seviyesinden sonra çap değeri en üst noktaya kadar tekrar artmaktadır ancak en alt noktanın çap değerine ulaşmamaktadır.Kabuk elemanının şekli farklı eğimlere sahip iki hiperbolden oluşmaktadır.Bu hiperboller alt hiperbol ve üst hiperbol olarak adlandırılmaktadır.Bu iki hiperbol kabuk elemanının boyun kısmında birleşmektedirler.Kabuk elemanını burkulmaya karşı dayanımını arttırmak için rijitleştirici olarak yatay yönde halkalar veya düşey yönde nervürler/dişler tercih edilmektedir.Yatay yöndeki rijitleştirici halkalar, kulenin servis ömrü boyunca kulenin bakımı durumlarında yürüyüş yolu olarak da kullanılmaktadır.Bu rijitleştirici halkaların konumları ve sayıları da araştırmalara konu olmuştur.Yapılan çalışmalarda belli noktalara ve belli sayıda halka kullanımının dayanımı arttırdığı ancak halka sayısının arttırılması durumunda dayanımı olumsuz yönde etkileyebileceği belirtilmiştir. Soğutma kulelerinin taşıyıcı elemanları ise yönetmeliklerde belirtilen farklı yerleşim şekillerinde (V-X-I-A) inşa edilmektedirler. Kolon elemanlarının yerleşim şekilleri, iki komşu kolon arasındaki açı, kolon kabuk arasındaki açı gibi parametreler optimum kule tasarımı amacıyla yapılan çalışmalarda dikkate alınmıştır. Kulenin en alttaki yapı elemanı olan temeller ise tekil veya radye temel olarak inşa edilmektedir. Gerekli görülmesi halinde kazık temellerin de kullanılabileceği görülmektedir. Soğutma kuleleri ile ilgili çalışmalar günümüzde hala devam etmektedir.Geçmişte daha çok tasarım ve yapım aşamalarına yönelik çalışmalar yapılırken, günümüzde farklı konularda çalışmalar yapılmaktadır.Çelik soğutma kuleleri ile ilgili çalışmalar devam etmekte olup yapımı biten ve devam eden çelik soğutma kuleleri bulunmaktadır.Soğutma kuleleri, nükleer santral gibi önemli tesislerde kullanılmalarından dolayı günümüzde bu kulelerin kaza (uçak çarpması,taşıyıcı sistemine araç çarpması),saldırı(TNT patlayıcı) veya taşıyıcı sistemin doğal olarak göçmesi gibi farklı senaryolarda, kulenin göçmesinden kaynaklı oluşacak titreşim dalgaları, bu dalgaların reaktör ünitesine etkisi ve reaktör ünitesini korumak için alınabilecek ekstra önlemler üzerinde çalışmalar da günümüzde yapılmaktadır. Ekonomik yönden ciddi bir maliyet gerektirmesinden dolayı bir soğutma kulesinin farklı parametreler altında (yükseklik, genişlik, boyun mesafesi, kolon şekli ve sayısı…) optimizasyonu da başka bir çalışma konusudur. Bu çalışma kapsamında ise soğutma kulesi yapılarında belli parametrelerin değiştirilerek analiz edilip, bu parametrelerin kule tepkisine etkisi incelenmiştir. Toplamda dört farklı başlıkta inceleme yapılmıştır ve her başlık içerisinde birkaç kombinasyon denenmiştir.1.grupta kolon yerleşim şekli etkisi incelenmiştir. Literatürde kullanılan yönetmelikler incelendiğinde, soğutma kulelerinin taşıyıcı sistemlerinin A, X,V ve I yerleşim şekline sahip olarak tasarlanabileceği belirtilmiştir. Buradan hareketle bu dört farklı yerleşim şeklinin analiz sonuçları kıyaslanmıştır.2.grupta ise kolon kesit şeklinin kule tepkisi üzerindeki etkisi incelenmiş olup bu etkiler hem I hem X yerleşim şekline sahip modelde incelenmiştir.Her bir yerleşim şekli için dikdörtgen,dairesel ve kolon alt noktasından kolon üst noktasına doğru kesit alanı azalacak şekilde değişken olmak üzere üç farklı model oluşturulup analiz edilmiştir.3.grupta ise rüzgar deprem gibi yükler altında, ciddi burkulma tehlikesi altında olan kulelerin burkulma dayanımını artırmak için önerilen rijitleştirici halkalar üzerinde bir çalışma yapılmıştır.Literatürde de belirtildiği üzere bu halkaların sayısı ve konumu kulenin burkulma dayanımı ve stabilitesi üzerinde önemli etkisi vardır ve bunların etkisi araştırılmalıdır. 3. grupta yapılan çalışmalarda, rijitleştirici halkaların kullanım yerleri ve sayıları üzerinden 4 farklı model ile halka etkisi incelenmiştir.4.grup ise kulenin taşıyıcı sistemi üzerinde yapılan bir çalışmadır.Burada kolonların ve perdelerin ayrı ayrı ve birlikte kullanıldığı durumlar incelenmiştir.Perdelerin ve kolonların birlikte kullanıldığı modellerde, kolon yerleşim şekli etkisini de incelemek için iki farklı yerleşim şekli de dahil edilmiştir.Bu 4 farklı grupta oluşturulan tüm kombinasyonlar için serbest titreşim analizi(modal analiz),rüzgar yükü etkisi altında analiz,tepki spektrumu analizi ve zaman tanım alanında dinamik analiz yapılarak elde edilen sonuçlar kıyaslanmıştır.Her bir etki için 16 farklı model analiz edilmiştir. Analizlerde SAP2000 yazılımı kullanılmıştır.
  • Öge
    Structural assessment and fatigue evaluation of a 60-year-old linkspan bridge in Northeast of England
    (Graduate School, 2024-07-09) Usta, Emre ; Özakgül, Kadir ; 501201042 ; Structural Engineering
    This thesis aims to investigate the condition of a linkspan bridge by performing structural inspection and structural assessment concluded with the fatigue evaluation based on the collected inspection data. To that end, a linkspan bridge has been selected which is constructed in 1965 and operational in an international port that is located in Northeast of England. The original linkspan structure was suspended from a fixed gantry and subsequently extended two times which is approximately 32m and is supported by four hinged bearings two on bankseat and two on the pontoon end. Periodical inspections and evaluation of any changes in the structure over time is a noteworthy concern for the port operators as well in terms of asset management. Accordingly, the condition of the structure can be determined based on overall and member-based structural status, thus the residual life. The structural inspection is conducted in two steps, consisting of visual inspection and thickness readings by using ultrasonic testing device to determine the overall condition of the linkspan bridge and have further idea about the member thicknesses. Considering the continual corrosion resulting with the loss of member sections, a comparison has been made to determine the structural capacity of the link-span bridge based on the existing condition. For that purpose, a member-based computational models of the linkspan bridge have been produced in SCIA Engineer Analysis software based on the historic information and existing drawings of the bridge. Original member thicknesses are compared with the reduced member thicknesses to represent the allowance for corrosion. The results have been defined and evaluated for each member type; accordingly, the minimum allowable section thickness was identified. In addition to the inspections, fatigue analysis is an important method to have an idea of the residual life of the structure based on the actual data. Whilst it is possible to undertake a retrospective analysis of fatigue, which would need to include information on yearly traffic (numbers of vehicles in certain weight bands for example). Therefore, the actual ferry timetables are used for reference and yearly traffic estimation has been made as an exemplar study. As structures age (and particularly if their condition and thus capacity deteriorates), the accumulating effects of fatigue can be a significant factor in the eventual failure of a structure, as well as one-off overloading, the chances of which increase under a given load as the structure corrodes and thus its capacity gradually reduces.
  • Öge
    Düzenli betonarme çerçevelerle teşkil edilen yapılarda düşey deprem bileşeninin hesaplara dahil edilmesi yönteminin yapısal tasarıma etkisi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-08-23) Arkun, Aykut ; Arslan İspir, Medine ; 501191075 ; Yapı Mühendisliği
    Son yıllarda yapılan akademik çalışmalar ve deprem sonrası gözlemler, depremin düşey bileşen etkisinin tasarımda dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. Literatürde özellikle depremselliği yüksek bölgeler olarak adlandırılan faya yakın bölgelerde inşa edilmiş, planda ve düşeyde belli düzensizlikleri bulunduran yapılarda depremin düşey bileşeninin etkileri artmaktadır. Ülkemizde, depremin düşey bileşen etkisinin tasarım aşamasında kapsamlı olarak ilk defa Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği (TBDY-2018)'de dikkate alındığı görülmektedir. Düşey bileşen etkisini yapısal analiz hesaplarına dahil etmek için TBDY-2018'de üç ayrı yaklaşım sunulmaktadır. Birincisi uygun deprem ivme kayıtlarının seçilmesi ve bu kayıtların düşey elastik tasarım spektrumuna göre spektral uyuşum sağlanacak şekilde dönüştürülerek zaman tanım alanında hesap yöntemi ile yapısal analizlerin gerçekleştirilmesidir. İkinci yaklaşım, düşey elastik tasarım ivme spektrumuna göre mod birleştirme yöntemi ile düşey titreşim modlarının dikkate alınarak yapısal analizlerin yapılmasıdır. Üçüncü yaklaşım ise TBDY-2018, Madde 4.4.3.2'de E_d^((Z))≈(2⁄3) S_DS G bağıntısı ile tanımlanan düşey deprem etkisinin dikkate alınmasını öngörmektedir. Tez çalışmasında TBDY-2018'in önerdiği ikinci ve üçüncü yaklaşımın yapı tasarımına etkisini anlamak üzere iki yapının ön boyutlandırılması yapılmış ve sonlu eleman programı SAP2000 kullanılarak farklı deprem seviyeleri için analizleri gerçekleştirilmiştir. Birinci yapının taşıyıcı elemanları, standart tasarım deprem yer hareketi altında etkin göreli kat öteleme oranı için 0.008 sınırını gerçekleştirmek üzere tasarlanmıştır. İkinci yapının taşıyıcı eleman tasarımı için 0.016 sınırı esas alınmıştır. Dolayısıyla birinci yapı "gevrek malzemeden yapılmış boşluklu (veya boşluksuz) dolgu duvarlarının ve cephe elemanlarının çerçeve elemanlarına, aralarında herhangi bir esnek derz veya bağlantı olmaksızın, tamamen bitişik olması durumunu (TBDY-2018)" temsil etmek üzere tasarlanmıştır. İkinci yapı ise "gevrek malzemeden yapılmış dolgu duvarları ile çerçeve elemanlarının aralarında esnek derzler yapılması, cephe elemanlarının dış çerçevelere esnek bağlantılarla bağlanması veya dolgu duvar elemanının çerçeveden bağımsız olması durumunu (TBDY-2018)" temsil etmektedir. İncelenen iki binanın kat sayıları, döşeme kalınlıkları ve kiriş boyutları aynı olup kolon boyutları farklı seçilmiştir. Bu çalışmada, deprem seviyesi ve düşey deprem bileşenin dikkate alınması ve ele alınış yaklaşımının, zemin kat taşıyıcı eleman tasarımına esas iç kuvvetler ve donatı alanları üzerindeki etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek üzere düzenli betonarme çerçevelerden oluşan iki yapı ve kısa periyot tasarım spektral ivme katsayıları (SDS) 0.75 değerinden büyük olan üç farklı yüksek depremsellik düzeyi kullanılmıştır (DS-1, DS-2, DS-3). Literatürde son yıllarda yapılan çalışmalar, faya yakın olan bölgelerde daha yüksek yer ivmesi değerleri oluştuğunu ve düşey ivmenin yatay ivmenin 2/3 katından daha fazla olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle, bu çalışmada üç farklı yüksek depremsellik düzeyi değişken olarak seçilmiştir. Yapısal analizlerden elde edilen tasarıma esas iç kuvvetleri karşılamak üzere konstrüktif kurallar dikkate alınarak betonarme kesit tasarımı yapılmıştır. TS 500-2000 ve TBDY-2018 deprem yönetmeliklerine uygun olarak süneklik düzeyi yüksek çerçeve taşıyıcı elemanlardan teşkil edilen yapılar, uzun doğrultuda (X) ve kısa doğrultuda (Y) üçer açıklık içermektedir. Karşılaştırmaların yapılabilmesi için yükler ve düşey deprem etkisinin ele alınış yöntemi açısından farklılık gösteren üç yapısal yükleme durumu dikkate alınmıştır. Birinci yükleme durumu düşey yükler ve yatay deprem bileşenlerini (DY-YD) içermektedir. İkinci yükleme durumu, birinci durumdaki dış yüklere ilave olarak düşey deprem etkilerini yönetmeliğe uygun, yaklaşık (E_d^((Z) )=(2⁄3) S_DS G) olarak ele almaktadır, DY-YD-DD(2/3). Üçüncü yükleme durumu ise birinci durumdaki dış yüklere ilave olarak düşey elastik tasarım spektrumu kullanılarak elde edilmiş düşey deprem etkilerini içermektedir, DY-YD-DD(S). Farklı yükleme durumları ve deprem seviyeleri altında toplam 9 yapısal analiz mod birleştirme yöntemine göre yapılmıştır. Yanal ötelenme rijitliği görece olarak büyük olan birinci yapıda düşey deprem etkisinin hesaba dahil edilmesinin düşey kolonların tasarıma esas eksenel kuvvetlerinde önemli oranda azalmaya neden olduğu tespit edilmiş olup bununla birlikte E_d^((Z))=(2⁄3) S_DS G bağıntısının kullanıldığı yaklaşımda ise kolonlardaki normal kuvvet azalımı daha fazla gerçekleşmiştir. Normal kuvvetteki bu azalışın bina kısa kenar aksı üzerinde yer alan kolonlarda (köşe kolonlar hariç) gerekli boyuna donatı oranının artmasına neden olduğu, ayrıca E_d^((Z))=(2⁄3) S_DS G yaklaşımının kullanılması durumunda kolon boyuna donatı oranlarında daha fazla artış tespit edilmiştir. Diğer kolonlarda ise minimum boyuna donatı oranı yeterli olmuştur. Kısa kenar aksı üzerinde yer alan (köşeler hariç) kolonlarda her iki yaklaşımın kullanılması durumunda da benzer olarak %50 ye varan tasarım eğilme momenti artışları tespit edilmiştir. Diğer kolonların tasarım eğilme momenti değerlerini her iki yöntemde de ihmal edilebilir benzer düzeyde artırdığı tespit edilmiştir. 3 metre kısa açıklıklı kiriş elemanların hem mesnet hem de açıklık tasarım eğilme momentlerinde belirgin bir artış gözlemlenmemiş olup her iki yöntemde de benzer sonuçlar elde edilmiştir. 8 metre uzun açıklıklı kiriş elemanların mesnet kesitlerinde ise eğilme momenti bakımından %15'e varan artışlar oluşturduğu tespit edilmiştir. Açıklık kesitlerinde ise belirgin bir fark oluşmamıştır. Her iki yöntem de kirişlerin tasarım eğilme momenti değerleri bakımından son derece yakın değerler vermiştir. Yanal ötelenme rijitliği az olan göreli kat ötelemeleri standart tasarım depremi etkisi altında TBDY 2018 Madde 4.9.1.3 (b)'ye uygun olacak şekilde 0,016 değerinden fazla olmayan yapının analiz ve tasarım sonuçlarının karşılaştırılmasına göre düşey deprem etkisinin hesaba dahil edilmesinin kolonların tasarıma esas eksenel kuvvetlerinde lokasyona bağlı olarak önemli derecede artış ve azalışlara neden olduğu, ayrıca (E_d^((Z) )=(2⁄3) S_DS G) yönteminin lokasyona bağlı azalış ve artışlarda daha etkili olduğu tespit edilmiştir. (E_d^((Z) )=(2⁄3) S_DS G) yaklaşımında kolon boyuna donatı oranları düşey spektrum yaklaşımından elde edilenlerden daha fazladır. Depremselliğin artışına bağlı olarak tasarım eğilme momentlerinde lokasyona göre yüzde %55'e varan azalışlar ve de %330'a varan artışlar tespit edilmiştir. En düşük depremsellik durumunda lokasyona bağlı eğilme momentindeki azalış-artış farkı ihmal edilebilecek düzeye inmektedir. Düşey ivme kabülü için kullanılan yöntemler arasında zemin kat kolonlarının tasarım eğilme momenti değerlerinde oluşan azalış ve artışlar bakımından belirgin bir fark ortaya çıkmamıştır. Düşey deprem etkisini ele almak için kullanılan iki yaklaşım zemin kat kirişleri için benzer sonuçlar vermiştir. Düşey deprem etkisinin yapısal hesaplara dahil edilmesi, 3 metre açıklı kısa kirişlerde hem mesnette hem de açıklıkta dikkate değer bir tasarım eğilme momenti farkı oluşturmamıştır ve 8 metre açıklı uzun kirişlerde mesnetlerde ise %10'a varan tasarım eğilme momenti artışı kaydedilmiştir. Açıklık tasarım eğilme momentlerinde ise bir değişiklik olmamıştır.
  • Öge
    Mevcut betonarme bir binanın deprem performansının zaman tanım alanında doğrusal olmayan hesap yöntemi ile belirlenmesi, güçlendirme önerileri ve maliyet analizi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Turan, Mustafa Emre ; Girgin, Konuralp ; 740285 ; Yapı Mühendisliği Bilim Dalı
    Deprem, yer kabuğu içinde beklenmedik bir anda meydana gelen kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları sarstığı bir doğa olayıdır. Depremler oluşum süreçleri ve etki mekanizmaları bağlamında tahmin edilemez ve önlenemeyen doğa olaylarıdır. Ülkemiz tektonik konumu itibariyle dünyanın en etkin deprem kuşaklarından birinin üzerinde yer almaktadır. Geçmiş yıllarda ülkemizde birçok yıkıcı deprem olduğu bilinmektedir. Son yıllarda gerçekleşen 17 Ağustos 1999 Gölcük, 12 Kasım 1999 Düzce, 23 Ekim 2011 Van depremleri, gelecek yıllarda oluşabilecek şiddetli depremlerin birer örneği niteliğindedir. Ülkemizin %92'sinin deprem bölgeleri içerisinde bulunması ve mevcut yapıların çoğunun yeterli denetim altında standartlara uygun inşa edilmemiş olması, muhtemel büyük bir deprem için ciddi bir risk teşkil etmektedir. Bu bağlamda, mevcut yapıların deprem performanslarının değerlendirilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması önem arz etmektedir. İnşaat mühendisliği alanında son yıllarda yapılan araştırma ve geliştirmelerin teknolojiyle entegre edilmesi, yeni yöntem ve standartların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Güncel deprem haritalarının oluşturulması bu gelişmelerden biridir. Mevcut veya yeni yapıların deplasman esaslı hesap ve değerlendirmesi için doğrusal analiz yöntemleri kullanmak yerine yapıların deprem davranışını daha gerçekçi yansıtabilen doğrusal olmayan analiz yöntemlerinin kullanılması da önemli bir standart haline gelmiştir. Bu bağlamda mevcut yapıların günümüz standart ve esaslarına uygun şekilde kontrollerinin sağlanması, mevcut güncel yönetmeliğimizin belirlediği şartları sağlamadığı takdirde gerekli önlemlerin alınması son derece önemlidir. Yüksek lisans tezi kapsamında, 1 Ocak 2019 tarihi itibari ile yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği 2018 uyarınca mevcut bir yapının deprem performansı değerlendirmesi yapılmıştır. Deprem performansı değerlendirmesinde TBDY-2018 (Bölüm 15)'de bulunan deprem etkisi altında mevcut bina sistemlerinin değerlendirilmesi ilişkin kurallar esas alınmıştır. Mevcut kurallar ve hesap esasları doğrultusunda, zaman tanım alanında doğrusal olmayan analiz yöntemi kullanılarak bodrum kat dahilinde 5 katlı betonarme bir yapının deprem performansı değerlendirmesi yapılmıştır. Mevcut yapı için seçilmiş deprem verileri kullanılarak gerçekleştirilen analizler sonucunda yapının yönetmelikçe belirtilen şartları sağlamadığı tespit edilmiştir. Bu doğrultuda mevcut yapı için iki farklı güçlendirme çalışması TBDY-2018 (Bölüm 15.10)'da bulunan betonarme binaların güçlendirmesine ilişkin esaslar takip edilerek gerçekleştirilmiştir. Birinci bölümde, tez çalışmasının girişi ve mevcut tezin amacı hakkında genel bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde, doğrusal olmayan davranış ile ilgili genel açıklamalara ve detaylara yer verilmiştir. Doğrusal olmayan davranışın modellenmesi kapsamında malzeme ve sistem davranış modelleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Mevcut tezde kullanılan, zaman tanım alanında doğrusal olmayan hesap yöntemine ilişkin bilgiler verilmiştir. Üçüncü bölümde, mevcut yapının genel bilgileri ve teknik özelliklerinden bahsedilmiştir. Mevcut yapının, Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği TBDY-2018 yaklaşımı ile özellikleri belirlenmiş ve analiz kapsamında gerekli olan kriterler incelenmiştir. Yapının bulunduğu bölge özelinde geçmişte gerçekleşen deprem kayıtları tespit edilmiş ve mevcut yapı analizlerinde kullanılacak sahaya özgü deprem kayıtları seçilmiştir. Dördüncü bölümde, mevcut yapının deprem performans analizi bilgisayar programı yardımıyla gerçekleştirilmiştir. Mevcut yapının doğrusal olmayan hesap modeli için uygulanan adımlar detaylı olarak belirtilmiştir. Beton ve çelik malzemelerinin doğrusal olmayan davranış modelleri belirlenmiştir. Mevcut yapının taşıyıcı sistem elemanlarının davranış modelleri tanımlanmıştır. Kolon ve kiriş elemanların davranış modelleri oluşturulması kapsamında yığılı plastik davranış modeli seçilmiş ve eleman açıklık uçlarına plastik mafsallar ETABS programı kullanılarak atanmıştır. Betonarme perde elemanlar için ise doğrusal olmayan davranış modeli olarak yayılı plastik davranış modeli kullanılmıştır. Zaman tanım alanında doğrusal olmayan analiz için seçilen ölçeklendirilmiş on bir adet deprem kayıtları dik iki doğrultuda olacak şekilde ETABS analiz programına tanımlanmıştır. Mevcut betonarme sistem elemanlarının etkin kesitlik rijitlikleri ve izin verilen şekil değiştirme sınırları yönetmelikteki esaslar takip edilerek belirlenmiştir. Gerçekleştirilen analizler sonucunda, taşıyıcı elemanlar için plastik dönme ve plastik şekil değiştirmeler kullanılarak elemanların hasar bölgeleri tespit edilmiştir. Analiz sonucunda elemanların kesme kuvveti dayanımlarını belirlemek adına kesme kuveti kontrolleri gerçekleştirilmiştir. Elde edilen sonuçlar kapsamında mevcut yapının Kontrollü Hasar (KH) performans düzeyine uygun olmadığı tespit edilmiş ve güçlendirme kararı alınmıştır. Beşinci bölümde, yönetmelikteki esaslar temel alınarak iki farklı güçlendirme yöntemi belirlenmiştir. Belirlenen güçlendirme seçenekleri mevcut yapı modeline uygulanmış ve dördüncü bölümde gerçekleştirilen analizler, güçlendirilmiş mevcut yapı modelleri için de tekrar edilmiştir. Güçlendirilmiş mevcut yapının taşıyıcı elemanları eğilme güvenliği ve kesme güvenliği kontrolleri kapsamında incelenmiştir. Güçlendirme sonrası mevcut yapının deplasman değerleri kontrol edilmiş ve yapının deplasman rijitliğini sağladığı görülmüştür. Bu bilgiler ışığında uygulanan güçlendirme teknikleri, mevcut yapının yönetmelikçe uygun görülen performans düzeyini sağladığı görülmüştür. Ayrıca bu iki güçlendirme yönteminin güvenlik, uygulanabilirlik ve ekonomik yönden karşılaştırılması yapılmıştır. İlgili çalışmanın altıncı bölümünde, iki farklı seçilen güçlendirme işlemleri için yaklaşık maliyet analizi, piyasa araştırması yapılarak ve aynı zamanda "İnşaat Birim Fiyatlarına Esas İşçilik – Araç ve Gereç Rayiç Listeleri" baz alınarak hesaplanmıştır. Mevcut betonarme yapının, günümüz şartlarına uygun olarak aynı mimari özelliklere sahip bir şekilde inşa edilmek istenildiği durumda maliyet analizi belirlenmiştir. Güçlendirme işlemlerinin maliyetleri ve mevcut binanın yeniden inşası için çıkan maliyetler birlikte yorumlanmıştır.
  • Öge
    Geri kazandırılmış pet lifli polimer ile güçlendirilmiş düşük dayanımlı beton silindirlerin monotonik ve tekrarlı yüklemeler altında basınç testleri
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-03-15) Eskicumalı, Ömer Faruk ; Arslan İspir, Medine ; 501201001 ; Yapı Mühendisliği
    Deprem öngörülemez ve kaçınılmaz bir gerçektir. Türkiye ise aktif deprem kuşağı üzerinde olduğu için yapılarımızın depreme karşı dayanıklı olması hayati önem taşımaktadır. Ancak maalesef mevcut yapı stoğumuzda depreme karşı dayanıksız oldukça fazla yapı mevcuttur. Bu yapıların acilen yıkılıp tekrar inşa edilmesi veya güçlendirilmesi gerekmektedir. Yapıların yıkılıp tekrar inşası oldukça zor ve maliyetli olacağı için sismik açıdan güçlendirilmesi akılcı bir çözüm olacaktır. Taşıyıcı elemanların lifli polimer sargılar ile güçlendirilmesi yapının mukavemet artışı ile birlikte deformasyon kapasitesini önemli ölçüde arttırmaktadır. Türkiye'deki yapıların depremde yıkılmasının temel sebeplerinin düşük beton dayanımı ve enine donatı detayının yetersiz oluşu da göz önüne alındığında lifli polimer sargı ile güçlendirme en hızlı ve ekonomik çözüm olarak karşımıza çıkan alternatiflerden biri olabilmektedir. Bu çalışma kapsamında Türkiye'deki riskli binalardaki beton dayanımını temsilen basınç dayanım ortalaması 8.4 MPa olan düşük dayanımlı betonlar, atıl durumdaki malzemelerin geri dönüştürülmesinden elde edilmiş, yüksek kopma uzama kapasitesine sahip PET lifli polimer kumaş ile sargılanarak eksenel yük altında test edilmiştir. PET lifli polimer sargı tabaka sayısı, PET lifli polimer sargı kumaş yoğunuğu ve yükleme tipi test parametreleri olarak seçilmiş olup, sargılı ve sargısız toplam 16 adet numune İstanbul Teknik Üniversitesi Yapı Malzemesi Laboratuvarı'nda test edilmiştir. Yapıların güçlendirilmesinin efektif çözüm olup olmadığının belirlenebilmesi için mühendislik çözümleri, ekonomik faktörler ve yapısal ihtiyaçların iyi belirlenmesi gerekmektedir. Bu sebeple deneysel çalışmaların üreteceği veri ve bu veri esas alınarak önerilecek ampirik bağıntılar oldukça önem taşımaktadır. Çalışma kapsamında deney sonuçları mevcut modellerin dayanım ve şekil değiştirme kapasitesi tahminleri ile karşılaştırılarak sunulmuştur. Yapılan çalışma sonucunda PET lifli polimer sargı ile güçlendirmenin beton numunelerin basınç dayanımını ve şekil değiştirme kapasitesini önemli ölçüde arttırdığı ortaya konmuştur. PET lifli polimer kumaşın geri dönüştürülmüş malzemeden elde edilmiş olması, ekonomik ve sürdürülebilir olması ile birlikte uygulama kolaylığı da göz önüne alındığında yapıların sismik açıdan güçlendirilmesi açısından potansiyelinin araştırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.